AHKAF SURESİ

Ahkâf Sûresi, "Hâ Mîm" İle başlayan sûrelerin sonuncusudur. Bu sûrelerin bu harflerle başlaması, Kur'ân-ı Kerîm'in âlemlerin Rabbi katından indirildiği­ni vurgulamak içindir. İnsanların, bir öğrencinin Öğretmenini dinler gibi Kur'ân'ı dinlemesi ve kendilerine sunulan hikmete tâlib olması gerekir ki doğru yo­lu bulabilsinler ve hatâlarından dönebilsinler.

Sûre, baş taraflarında, Allah'ın, tıpkı hiç bir şeyi meşgul etmeyen uzak ufuklarda dönen gezegenler gibi canlı bedenlerde boşluklar inşâ ettiğini ve içinde yaşadığımız bu dünyanın da aynen ecellerimiz dolunca bizim yok olduğumuz gibi ecelinin gele­ceğini ve sonra ektiklerimizi yeniden biçmek için ikinci yaşama geçeceğimizi açıkla­maktadır:

"Gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları biz, şüphesiz yerli yerince ve belli bir süre için yarattık. İnkâr edenler uyarıldıkları şeylerden yüz çevirmektedir­ler." (Ahkâf: 3)

İnkâr edenler iki şeyden yüz çevirmektedirler: Dünya materyaline sahip olan bi­limsel yasalardan ve herkesin yaptıklarının hesabım göreceklerini bekledikleri son duraktan.

Ardından sûre, Resul ile müşrikler arasında geçen inanç ve davranışlarını içeren tartışmayı ortaya koymuş ve müşriklerin ilâhlarının hiç bîr şey yaratamayacağını ha­tırlatma ile söze başlamıştır:

"De ki: Söylesenİze! Allah'ı bırakıp taptığınız şeyler yeryüzünde ne yaratmış­lar; göstersenize bana! Yoksa onların göklere ortaklıkları mı vardır? Eğer doğ­ru söyleyenlerden iseniz, bundan evvel (size indirilmiş) bir kitap yahut bir bil­gi kalıntısı varsa onu bana getirin." (Ahkâf: 4)

Hiç kimse Asya'yı Allah, Afrika'yı traşka Rab yarattı diyemez. Yine hiç kimse Güneş'i Allah, Ay'ı başka Rab yarattı diyemez. Bu inkâr götürmez bir gerçektir. Al-

AhkâfSüresi*49l

Kur'ân-ı      Kerîm'İn      Konulu     Tefsiri

1 ah'tan başkasına dua etmenin ne değeri vardır? Müşriklerin yakarması, uzaya kadar ulaşsa bile onlar bir şey elde edemezler. Onlar boşa yalvarıyorlar:

"Allah'ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeyle­re lapandan daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar, bunların tapmalarından ha­bersizdirler." (Ahkâf: 5}

Müşrikler, Kur'ân'i Muhammed'in uydurduğunu söylüyorlar:

"Yoksa 'O'nu uydurdu'mu diyorlar? De ki: Eğer ben O'nu uydurmuşsam, Al­lah tarafından bana gelecek şeyi savmaya gücünüz yetmez. O, sizin Kur'ân hakkında yaptığınız taşkınlıkları çok daha iyi bilir. Benimle sizin aranızda şa­hit olarak O yeter." (Ahkâf: 8)

Muhammed, insanları Allah'ın birliğine, Allah için samimi olmaya, sabah akşam O'nun rızasını ve zikrini gözetmeye çağırmak için insanlara kitabını okuyunca böyle yaptığı İçin Allah onu cezalandırıyor mu? O, ibadet, tevekkül, sabır ve âhireti özlem­de, insanların imamı oldu diye kınanıyor mu? Bu kitap dışında, celâl ve ikram sahi­bine teşvik eden, O'nun büyüklüğünü ve sevgisini aktaran, başka hiç bir semavi ki­tap okumadım. Bu Muhammed'in suçu mudur?

Kur'ân'ı, Muhammed uydurdu görüşü, doğru bir düşünce ortaya koyamaz. Al­lah'ın vahyi ve Resulü olduğunu inkâr eden materyalist cahiller bunda ısrar etmekte­dirler. Böylesi insanlara nasıl cevap verilmiştir?

"De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bil­mem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım." (Ahkâf: 9)

Tebliğ yolu meşakkatli olmaya başlayınca kendisiyle hakikat düşmanları arasın­daki bu savaşın sonucunda olacak olan şeyi kavrayamadı. Fakat o, Allah'a dayanarak ve güvenerek O'nun emrini yerine getirdi. Ardından başarı elde etti. Ömrünün sonu­na kadar Allah'ı hamd ile teşbih etmeyi ve övgüyle yâdetmeyi sürdürdü. Sonunda en yüce dosta kavuştu. Allah'a yalan uyduran dâvetçinin yaşamı bu mudur? Öyleyse na­sıl doğru olabilir?

Mekke halkının nübüvveti inkâr hususunda herhangi bir mazereti olamaz. Çünkü Yahudiler, Medine'de kendilerine göre Musa'ya tâbi oluyor ve Muhammed'in risâle-tinden yakînen söz ediyorlardı. Bu yüzden ne genel olarak vahyi inkâr edebilirlerdi ne de özel olarak Muhammed'i inkârları söz konusu olabilirdi:

"De ki: Hiç düşündünüz mü; şayet bu, Allah katından ise ve siz onu inkâr et-mişsenİz, İsrâİloğulları'ndan bir şahit de bunun benzerirjLgörüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsaniz (haksızlık etmiş olmaz mısınız)? Şüphesiz Allah zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez." (Ahkâf: 10)

492- AM,;,f Sûresi

Muhammet!     Gazalî

Bu çağda Muhammed'in nübüvvetini inkâr eden kitleler vardır. Bunların geneli aslında Allah'a inanmamaktadırlar. Onların ıslah olmaları, gerçeklerin aslını yani is­mi yüce olan yaratıcı Allah'ı bilmeye başlamalarıyla mümkündür.

İlk Kitap Ehli'ne gelince onların kitaplarıyla olan bağları karmakarışıktır. Mu-hammed'i inkâr edenin, gerçek olarak Allah'ı bilip O'nu birlemesi mümkün değildir. İnsanlara şöyle diyen bir adam kötülenemez:

"Rabbimiz Allah'tır, deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve on­lar üzülmeyeceklerdir. Onlar cennet ehlidirler. Yapmakta olduklarına karşılık orada ebedî kalacaklardır." (Ahkâf: 13-14)

Çünkü o, insanlardan imanı ve dosdoğru olmayı istemiştir. İnsanlardan bu yola uyanların hatası nedir?

İnsanlara daveti sunma esnasında aileler, mü'min ve kâfir diye iki kısma ayrılır. Bazen babalar doğru yola erer, çocuklar sapıtır. Bazen de tam tersi olur. Olsun. Din­de zorlama yoktur. Bazen bütün yakınlar hakka sarılabilir. O zaman nîmet tamamla­nır. İşte o an, İnsan şöyle der:

"Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim İçin de iyiliği devam ettir. Ben sa­na döndüm. Ve elbette ki ben Müslümanlardanım." (Ahkâf: 15)

Bazen yaramaz bir çocuk, yeniden dirilme ve cezayı kabul etmeyebilir. Anne-ba-basının kendisine nasihatlarmı dinlemeyebilir. Ancak anne-baba onun hakkında Allah için bir şey yapamaz:

"Ana ve babasına: 'Öf be size! Benden önce nice nesiller gelip geçmişken, be­ni tekrar dirilmekle mi tehdit ediyorsunuz?' diyen kimseye, ana ve babası Al­lah'ın yardımına sığınarak: 'Yazıklar olsun sana! İman et. Allah'ın, va'di ger­çektir.' dedikleri halde o: 'Bu eskilerin masallarından başka bir şey değildir.' der. İşte onlar, kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş toplu­luklar içinde, haklarında azabın gerçekleştiği kimselerdir. Gerçekten onlar ziya­na uğrayanlardır." (Ahkâf: 17-18)

Genellikle kâfirlerin hayatları, eğlencelerle dolu, tutkularla onarılmış, oyun ve oynaşlarla yüklüdür. Bu yüzden onlar hakkında Allah şöyle buyurmuştur:

"İnkâr edenler ateşe arzolunacakları gün (onlara şöyle denir): Dünyadaki haya­tınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Bugün ise alçaltıcı bir azap göreceksiniz." (Ahkâf: 20)

Hz. Ömer, bu âyete istinaden hayatın zevklerinden uzaklaşmıştı. İbni Atiyye'nin aktardığına göre, Hz. Ömer, Şam'a gidince Hâlid b. Velîd, O'na çok hoş bir yemek ikram etti. Bunun üzerine Hz. Ömer dedi ki: "Tamam bu bizim için. Ölmüş fakir

Ahkâf Sûresi • 493

Kur'ân-ı     Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

Müslümanlar için ne var, onlar arpa ekmeği ile bile doymadılar?" Hâlid, dedi ki: "Onlar İçin cennet var."

Hz. Ömer, ağladı ve: "Eğer bizim payımıza düşen makam ise onlar cennete gitti­ler, bizlerse onlardan çok uzaklaştık." dedi.

Hz. Ömer, yönetiminde zühd sahibi idi. Fakir Müslümanların yemeğinden fazla­sını yemezdi. Biz, Allah'ın kullarına iyi olan şeyleri yasaklamadığını biliyoruz. Fakat israf edenlerin aşırı gidenlere meyletmeleri sebebiyle hak ve görevleri unutmaları uyarılmıştır.

Putperestlerin İslâm düşmanlığı çok sert idi. Onun direnmesine hiç bir fırsat tanı­madılar. Hemen üzerine abandılar. Müslümanlar bu düşmanlık karşısında sabrettiler. Kur'ân Müslümanları cesaretlendirdi, delillerini kuvvetlendirdi ve davetin geleceği­ne güvenle bakabilmeleri için düşman ne kadar azgın da olsa onları tarih geçidinden geçirdi. İşte bunun için Allah, peygamberine şöyle buyurdu:

"Âd kavminin kardeşini (Hûd'u) an. Zira o, kendisinden önce ve sonra uyarıcı­ların da gelip geçtiği Ahkâf bölgesindeki kavmine: 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum.' de­mişti." (Ahkâf: 21)

Bu kıyamet gününün azabı mıdır? Yoksa onların meydanlara İndikleri kökünü ka­zıma azabı mıdır?

Buradaki uyarı her iki durum için de mümkündür. Âd kavmi, Yemen'in güneyin­de geniş bir çölde Hadramevt yakınlarında idi. Onların atak, cesur ve güçlü özellik­lerine daha önce işaret edilmişti. Onlar, peygamberleri Hûd'u yalanladılar ve terket-tiler. Bu yüzden Allah onları uzun süre kuraklıkla cezalandırdı. Fakat yıllar onların kanaatlerini değiştirmedi ve serlerine engel olamadı.

"Onlar Hûd'a şöyle dediler: 'Sen bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi geldin? Hadi, doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit etliğin şeyi başımıza getir.' dedi­ler." (Ahkâf: 22}

Hiç bir şey kalmadı. Ancak onların hemen istedikleri şey başlarına geliverdi. Ufu-ka baktılar, kendilerine doğru gelen bulutları gördüler ve birbirlerini senelerdir yüzü­nü göremedikleri yağmur ile müjdelediler:

"Nihayet onu, vadilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde görünce: 'Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur.' dediler. Hayır! O sîzin aceie gelmesini istediğiniz şeydir. İçinde acı azâb bulunan bir rüzgârdır! O (rüzgâr), Rabbinin emriyle her şeyi yıkar, mahveder. Nitekim (o kasırga gelince) onların evlerin­den başka her şey görünmez oldu." (Ahkâf: 24-25)

494 ¦ Ahkâf Sûresi

Muhammed     Gazalî

Canlılar yok oldu ve sadece yerle bir olmuş evler kaldı.

Ad kavmi, Kureyş'den daha güçlü idi. Kadere yenik düşmediler mi? Neden piş­man olmadılar? Fakat insanlar, akıllarını uyutarak, gözlerini kapatarak ve kulaklarını tıkayarak kendilerini imandan ahkoyarlar. İşte o zaman vahşî hayvanlardan daha şaş­kın olurlar:

"Andolsun ki, onlara da size vermediğimiz kudret ve serveti vermiştik. Kendi­lerine kulaklar, gözler ve kalbler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve kalbleri kendilerine bir fayda sağlamadı. Zira bile bile Allah'ın âyetlerini inkâr ediyor­lardı. Alay edip durdukları şey, kendilerim kuşatıverdi." (Ahkâf: 26)

Kureyş, Arap Yarımadasının ortasında oturmakta, harap olmuş şehirleri, yerle bir olmuş Lût kavminin kasabalarını onarmaya gitmekte, Sebe' ve Tebba' kavminin ba­şına gelenleri bilmektedirler. Putları onları kurtarabildi mî?

"Hayır, onları bırakıp gittiler. Bu onların yalanı ve uydurup durdukları şeydir." (Ahkâf: 28)

Mekkelilerin inadı dillere pelesenk olacak kadar fazlaydı. Kur'ân, peygamberle­rin emirinin kalbinden hüzünleri dağıtacak şeylerle ve dâvetçilerin -kıyamete dek-hakkı savunacak ve hidâyet meşalesini sürdürecek planlarla doludur.

Sonra Ahkâf Sûresi, Kur'ân'a kulak vermeyen bazı insanlardan ve O'nu dinleyen ve yoluna uyan bir grup cinlerden söz etmektedir. Bu onların düşünmeleri için yeter­li değil mi?

Laf lafı açar. Hurâfeci insanlar, hayallerinin peşine dalmak için dedikodu mahfil­lerine koşarlar ve aklî sapmalara yönelirler.

Kur'ân, şeytandan şöyle söz ediyor:

"Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler." (A'râf: 27)

Onlar, cinlerin hayatından kitaplar yazmak ve onlarla insanlar arasında evlenmek ve onların büyüleme üslubundan yararlanmak için gelirler. Onlar bu boş şeylerle o ka­dar uğraştılar ki, göklerin ve yerin kendisi İçin yaratıldığı Hak önünde engelleyiciler olarak durdular. Çoluk çocukları perişan oldu. Kanun koyucu olarak O'nu keşfedeme­diler ve O'ndan hiç bir şekilde yararlanamadılar. Batı, gökleri ve yeri yaratan bu Hak­kı Öğrenmekle mi kalkınmışlardır? Bunu bir tarafa bırakalım. Kur'ân-i Kerîm'in ahmak müşriklerden oluşan yalancıların dinlemeleri için cinlerden aktardıklarına bir bakalım:

"Bir zamanlar, cinlerden bir grubu, Kur'ân dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Ona geldiklerinde (birbirlerine): Susıtff, (dinleyin) dediler. (Okuma) bitirilince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler." (Ahkâf: 29)

Ahkâf Sûresi • 495

Kur'  â ıı-ı      Kerîm   'in      Konulu     Tefsiri

Ancak cinlerden başka Ademoğulfarı'ndan şöyle diyenler oldu: "Bu Kur'ân'ı dinlemeyin, onun hakkında gürültü edin. Belki (böylece) ona galip gelirsiniz." (Fus-silet: 26)

Cinler ise denileni iyice kavradılar ve kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler. On­ların dediklerine bir bakalım:

"...Biz Musa'dan sonra indirilen bîr kitap dinledik." (Ahkâf: 30)

Belki de onlar, İncil, Tevrat'a mülhak, O'nun hükümlerini destekleyen ve bazı şiddetli hükümlerini hafifleten bir kitap olduğu için böyle söylemişlerdi. Kur'ân ise, anlamlarında Tevrat ve İncil'i rafa kaldıran ve önceki vahiylere egemen olan bir şeri­at ortaya koyan müstakil bir kitaptır:

"Ey kavmimiz, Allah'ın dâvetçîsine uyun. O'na inanın ki (Allah) günahlarınız­dan bir kısmını bağışlasın ve sizi acı azaptan korusun." (Ahkâf: 31)

Bağlama göre Kureyş'in anlatılması, karanlıklardan çıkarılması, yeniden dirilme ve ceza ile tehdit edilmesi devam etmektedir.

"Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın, ölüleri de di­riltmeye kadir olduğunu görmüyorlar mı? Evet O, her şeye kadirdir." (Ahkâf: 33)

Âd kavmi, Kureyş'ten, cinler ise her iki kabileden daha güçlüdür. Bu, insanlar ya­nında küfrün elebaşlarma engel olabilmiş midir?

Ahkâf Sûresi, Nûh, İbrahim, Mûsâ ve İsa'dan oluşan, kavimlerinin yaptıklarına sabreden ve onlar hakkında kaderin hükmü gelinceye kadar direnmeye devam eden azim sahibi peygamberlerle teselli olmasını Muhammed'den isteyen bir âyetle son bulmuştur:

"O halde sen de peygamberlerden azîm (ve irade) sahiplerinin sabrettikleri gi­bi sabret. Onlar için acele etme..." (Ahkâf: 35)

Mücâdele günlerce sürer. Beklenen sonuç gelince sanki bir nostalji oluverir. Âde­ta eskiyi yâdetmeden ibaret kalır. Şâir'İn dediği gibi:

Sânla sen çağın herhangi bir gecesinden geçmedin; Senden isteneni kavradığında.

"Onlar tehdit edildikleri azabı gördükleri gün, sanki gündüzün sadece bir saati kadar (dünyada) kalmış gibi olurlar." (Ahkâf: 35)

"Onun tamamı böyle zikredilmiştir. (Bu) bir tebliğdir. Yoldan çıkmış topluluk­tan başkası helak edilir mi?" (Ahkâf: 35)

496 Ahkâf Sûresi

 

Free Web Hosting