AHZAB SURESİ
Ahzâb Sûresi, ümmetin rehberi ve lideri sıfatıyla Peygamber (s.a.v)'e beş çağrı içermektedir. Her çağrıdan sonra kendisini ve bütün ümmetini ilgilendiren konularda Peygamber (s.a.v)'den istenen şeylerin uygulamasının istendiği zikredilmiştir.
1. Bu çağrılardan ilki:
"Ey peygamber! Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah lıer şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır. Rabbinden sana vahyedİ-lene uy. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdârdır. Allah'a güven, vekil olarak Allah yeter." (Ahzâb: 1-3)
Emir ve nehiy, tıpkı başarılı bir kimsenin geri kalma, demesi gibi Allah Resulü'-nü (s.a.v) teskin etmek için O'na yöneliktir. Allah Resulü, takvada en ileri noktadadır. Küfür ve nifaka hiç bulaşmamış ve kendisine inen vahiyden başkasına tâbi olmamıştır. Bu yüzden onun isimlerinden biri de, Mütevekkil'dir. O, tevekkülle emrolu-nunca insanlar arasında bilinen bu duruma devam etmiştir.
Burada peygamberin kendisini ilgilendiren ve değiştirmesini istediği bir şey vardır ki o, kavmin âdeti üzere câhiliyede evlatlık edindiği Zeyd b. Harise ile olan ilişkisidir. Çünkü İslâm gelince evlatlık edinmeyi genel ve özel tamamen reddetmiştir. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi, zıhar yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlatlarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola O eriştirir," (Ahzâb: 4)
Evlatlık akdi tamamlanmışsa ne yapmamız gerekir:
"Onları (evlat edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde
Ahzâb Sûresi ¦ 401
Kur'ân-ı K e r î m ' i n Konulu Tefsiri
onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin." (Ah-zâb: 5)
Gerçek baba, çocuğu Üzerinde daha hak sahibidir. Gerçek babayı bilmiyorsak kaybolmuş ilişki yerine İslâm kardeşliği kurulmuştur. Bİz o kayıp çocuğun kardeşi ve velîsiyiz. Onu toplumda kaybolmuş olarak terkedemeyiz.
Müslümanlar bunun uygulamasını, Allah'ın kendilerini kınayacak kadar kötü yapmaktadırlar. Yabancı insanlar, başka dinden olan kimsesiz kayıp çocuklara yetiştirme yuvası açmaktadırlar. Bu skandal, bize kendi ayıbını bırakıyor.
Bu hüküm belirtildikten sonra, dinsel alâkaya hürmet aktarılmış ve bunu diğer yakınlardan daha ileri takdim edilmiştir:
"Peygamber, mü'minlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri onların analarıdır." (Ahzâb: 6)
Bu ümmetin ruhî babası olan Muhammed (s.a.v), İnsanları hidâyetine ve kurtuluşuna erdirmeye en iştiyaklı kimsedir. O, karanlıklardan aydınlığa çıkaran İslâm'ın sembolüdür. Bu esas üzerine Allah Resulü şöyle buyurmuştur: "Ben kendisine dünya ve âhirette insanlardan daha evlâ olmadıkça hiç kimse mü'min olamaz. Dilerseniz: 'Peygamber, mü'minlere kendi nefislerinden daha evlâdır.' âyetini okuyun. Ne olursa olsun herhangi bir mü'min, malını terketmeli ve kendi taraftarım miras almalıdır. Kim borç bırakmış veya fakir düşmüşse bana gelsin. Ben onun mevlâsıyım."
Bu âyet inmeden Önce, Peygamber (s.a.v) borçlu olup borcunu ödemeden Ölen borçluya namaz kılmıyordu. Fetihten sonra bu hüküm değişti. Bu âyet indi. Peygamber, fakir ölünün borcunu ödemeye ve kimsesiz yetimlerin vekili olmaya başladı.
Peygamber, mü'minlerin babaları olarak görülünce O'nun hanımları da mü'min-lerin anneleri olarak itibar gördü. Peygamberin hanımları, İyilik ve saygıda anne me-sâbesindedirler. Buna bağlı olarak onlarla evlenmek kesin olarak süresiz haramdır. Onlar vahiy aktarıcıları ve ümmetin öğretmenleridirler. Onlar, alman güzel örnektirler.
2. Bu sûredeki ikinci çağrı:
"Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü (refahını) istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim." (Ahzâb: 28)
Nübüvvet evi, bir kral evi değildir. Bu ev, en basit bir azıkla yetinilecek bir evdir. Burası kendisine boyun eğilen tutkular yeri ve lezzetler mekânı değildir.
Resul (s.a.v), sultan ortamından uzak idi. Yaşamında aşın yemek lezzetlerine ve yiyecek düşkünlüğüne yer yoktu. Fakat O'nun hanımları, zengin ve saygın evlerden gelmekteydiler. Önceki yaşamlarında bolluk içindeydiler. Bu yüzden Peygamber'den
402 • AlttSb Sûresi
Muhammed Gazalî
daha çok nafaka ve daha bol mal istemek için hemen toplanı verdiler. Ardından bütün bunları sıkıştıran vahiy geldi.
Peygamberlik evi, orta bir servet üzerinde İdi. Her ne kadar ev sahibi, Arap Yarı-madasi'nın efendisi ve insanların imamı da olsa kendisiyle birlikte hanımları bu man-sıb yükünü taşımaları, namaz, cihad ve âhiret isteğiyle uğraşmaları gerekir. Kâfirlerin, İslâm ümmetini kuşatma altına alması, göçe zorlaması ve sıkıntıya mâruz bırakması mümkün değildir. Peygamber evi, bu belâdan kurtarır. Ya bu geçimle yetinmek ya da hepsini boşamak! İstediğinizi seçiverin:
"Eğer Allah'ı, peygamberini ve âhirel yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar İçin büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzâb: 29)
Mü'minlerin anneleri, peygamberlik evini terketmektense kıt kanaat geçimi tercih ettiler, güzelim dostluk onurunu hakettiler.
Kuşkusuz ResûTün hayatı üzerine huzursuzluk çıkarmak, kat kat azabı gerektiren büyük bir günahtır. Aynı şekilde güzelim dostluk yükünü kabul etmek, daha fazla dakdir edilmesi gereken bir mertebedir. Peygamber evi, mücadeleci, namuslu vahiy toplumunu oluşturmaktadır. Peygamber hanımları, bu alanlarda mü'minlerin anneleridirler.
3. Sûrede Peygamber (s.a.v)'e yönelik üçüncü çağrı:
"Ey peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah'ın izniyle, bir dâvetci ve nûr saçan bir kandil olarak (gönderdik)." (Ahzâb: 45-46)
Muhammed (s.a.v)'den önce bütün insanlığa gönderilen genel peygamberler yoktu. Her peygamber, özel olarak kendi kavmine gönderiliyordu. Ama bütün kâinata doğan güneş, son peygamberlik güneşidir.
Buradan hareketle Kur'ân-i Kerîm, risâletin ve risâlet mucizesinin temelini oluşturmaktadır. Kur'ân, kıyamete dek bütün İnsanlara hitap etmektedir. Bu hitabın doğası, bunun sırf Allah'tan geldiğine tanıklık etmektedir. Muhammed (s.a.v)'in bunda, alıp tebliğ etmesi ve güzel örnek olması dışında herhangi bir etkisi yoktur.
Muhammed (s.a.v), Kur'ân'ı, tebliğ ettiğine dâir kavmini şahit tutunca O'nun ümmeti bu açık olan kitabı, bütün insanlara tebliğ ettiğine şahit oldular. Müslümanlar ise bu görevlerini yerine getirdiler mi?
Öncü nesiller, İslâm'ı dünyaya duyurmayı başardılar ve O'nu amelleriyle güzel bir şekilde açıkladılar. Fakat Müslümanların, geçmiş milletlerin düşmanca oluşumları içerisinde olmaları üzüntü verici bir durumdur. Bugün Müslümanlar, ihmalin neden olduğu kargaşa ve karışıklığın hüküm sürdüğü ülkelerinde göğün kılavuzluklarına
AhzSb Sûresi • 403
Kur'ân-ı Kerîm 'in Konulu Tefsiri
üzülür hâle gelmişlerdir. Müslümanların dinlerine karşı engel oldukları ve ondan alıkoydukları söylenebilir. Muhammed (s.a.v) risâletini tebliğ, günümüzde güzelce sunulan bilimsel dehalara ve güzelce savunan askerî kahramanlara ihtiyaç duymaktadır. Bu iş, başlangıcında nasıl yapılmışsa ancak öyle yapılmalıdır.
4. Ahzâb Sûresi'ndeki dördüncü çağrı, mü'minlerin annelerinin seçildikleri sınıfları içermektedir. Her kadının, büyük bir şahsa eş olması mümkün değildir. Cömert, kendisine bir söze hacet olmayan cömert birine ihtiyaç duyar.
Bırakın beni, cimri, ey Salih'in anası! Adamların ahlâkını çalmaya yeltenendir! Yahut Hâtem'in eşine dediği gibi der:
Emevüer, yarının malı gidicidir Maldan geriye olaylar ve anılar kalır.
Kadın, eşine karşı sorumluluğunu bilmelidir. Çünkü eşine yardımcı olamayan onun yükünü taşıyamaz.
Nûh ve Lût (a.s), eşlerinden çok çektiler.
Mü'minlerin annelerinin, ibâdetlere düşkün ve itaatkâr oldukları bir gerçektir. Onlar, dünya ve âhirette peygamberin ne güzel arkadaşlarıdırlar.
Yüce Allah buyuruyor ki:
"Ey Peygamber! Mehirlerinİ verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin seninle beraber göç eden kızlarını sana helâl kıldık. Bir de peygamber kendisiyle evlendiği takdirde, kendisini peygambere hîbe eden mü'min kadını, di-/--~~ğer mü'minlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık)." (Ahzâb: 50)
Müslümanın, fazlasıyla değil ancak dört kadınla evlendiği bilinmektedir. On hanımı olanNbir adam Müslüman olunca peygamber, ona dört tanesini yanında tutmasını geri kalanları ise boşayip salıvermesini emretmiştir.
Peygamber bunu kendi nefsine niçin uygulamadı diyebilirsin? Buna verilecek ce-vab şudur; Peygamber, eşlerinin ehil olanlarını seçtikten sonra, onlar geçim sıkıntısı içinde onunla birlikte kalmayı yeğledikleri için onlardan birini terkedemezdi. Hem sonra peygamberin boşadıklan hanımları ne yapabilirlerdi? Peygamber hanımları, peygamber dışında mü'minlerin anneleri oldukları için diğer ümmetin fertlerine helâl olmaları mümkün değildir. Çözüm, kendi evlerinde zorluklar çekseler de kalmaktır.
Bu durumun ardından Peygamber (s.a.v)'e dendi ki:
"Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan câriye-
404 • Ahiâb Sûresi
Muhaınıned Gazali
ler hâriç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helal değildir. Allah her şeyi gözetendir." (Ahzâb: 52
Çok evlilik, onurlu ahlâkın, farklı yapıların ve çocuğa ihtiyacı olanın kabul edebileceği bir sistemdir. Peygamberlerin sîretlerinde bu böyle bilinmektedir. Ben, Tevrat'ın, Süleyman (a.s)'ın bin hanımı olduğunu zikretmesini kuşkuyla karşılıyorum. Bunda çılgınlıkların olduğu kanaatindeyim. Çağdaş medeniyet, bu olayla alâkadar olacak değildir. Buradaki çok evlilik, mubahı gözetmedir. Belki avare biri, Süleyman'ın ele geçirdiğinden daha fazlasını, nikâhla değil taşkınlıkla yapabilir.
5. Ahzab Sûresi'nde geçen Peygamber'e son çağrı yüce Allah'ın şu buyruğudur:
"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerİn kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine salmalarını söyle. Onların tanınmamaları ve incitilmemeleri için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Ahzâb: 59)
Bir sonraki gelen âyet, bu direktifin nedenini açıklamıştır.0
Medine'de, şüphe uyandırmak için yollarda aylak aylak dolaşan kötü gençler vardı. Bu gençler, örtüsü olmayan veya açık bir bayan buldukları anda ondan umutlanıyorlardı. Bu yüzden mü'min kadınlar, örtünmeye tam olarak önem vermekle, rüzgâr estiği veya hızlı yürüdükleri vakit elbiselerinin açılmasına fırsat vermemekle emro-lundular. Böylece kasdî isteklere set çekerek ve kendilerini rezillerden sakındırarak korundular. Sonra o fahişelik yapanlara denildi ki:
"Andolsun, iki yüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar (fuhuş düşüncesi taşıyanlar), şehirde kötü haber yayanlar vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz (Onlarla savaşmanı ve onları şehirden sürüp çıkarmanı sana emrederiz). Sonra orada senin yanında az bir zaman kalabilirler. Hepsi de lanetlenmiş olarak nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve mutlaka öldürülürler." (Ahzâb: 60-61)
Çağdaş medeniyetin, yakın uzak, isteyen istemeyen herkesin fitnelere dûçâr oldukları bir gerçektir. Elbise dikenlerin ve modacıların üzerinde dönüp durdukları eksen, haramı kışkırtmadır. Orada kalblerin takvasına yer yoktur.
Peygamber (s.a.v)'e yönelik çağrıların yanısıra, altı çağrı da mü'minlere yapılmıştır.
Bu çağrılardan birincisi; grupların Medine'ye saldırıları esnasındaki konumunu ele almaktadır. Bu çok zor bir konum idi. Bütün kâfirler, Arap Yarımadası'nın her tarafından orayı ele geçirmek için yöneldiler. Onlara içten münafıklar ve Yahudiler de destek çıkıyorlardı. Kurtuluş mücâdelesi veren Müslümanlar, değirmenin İki taşlan arasmdaydılar. Onlar bu kabaran denizde boğulmayla karşı karşıyaydılar:
"Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vadinin üstünden ve alt ya-
AhiSb Sûresi ¦ 405
Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri
nından) üzerinize yürüdükleri zaman; gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman; işte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı." (Ah-zâb: 10-11)
Müslümanlar, kendi elleriyle kazdıkları hendeğin öte tarafında kenetlenmiş bir halde açılan gedikleri kapamak ve tehdit eden durumlar karşısında yardımlaşmak için sağa sola koşuyorlardı. Onların Allah İle olan bağları gerçek olmasaydı mukavemet gösteremezlerdi. Onlar çözülmediler ve Allah yolunda tuttukları nöbetlerinden vazgeçmediler. Aksine Yüce Allah'ın buyurduğu gibi oldular:
"Mü'minler ise, düşman birliklerini gördüklerinde: 'İşte Allah ve Resûlü'nün bize va'detüğİ! Allah ve Resulü doğru söylemiştir.' dediler. Bu (orduların gelişi), onların ancak imanlarını ve Allah'a bağlılıklarını artırdı. Mü'minler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehidliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir." (Ahzâb: 22-23)
İnanç sahihlerinin mantığı, menfaatçilerin mantığı gibi değildir.
Medine'yi savunanların, sınırlarını savundukları ve korudukları bir gerçektir. Pu-kurana fırsat verilmemiştir.
Hücuma geçenler ise ümitsizliğe kapılmışlar, bîr sığınak bulamadan Medine'nin etrafında dönüp durmuşlardır. Sonra çıkan bir fırtına ile dağılmışlar, çadırları yerle-. afinden sökülmüş, güçleri parçalanmış, endişeye kapılmışlar ve ayrılma kararı almışlardır:
"Allah, o inkâr edenleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleri ile geri çevirdi. Al-lah(ın yardımı) savaşta mü'minlere yetti. Allah güçlüdür, mullak galiptir." (Ahzâb: 25)
Bir hadiste geçtiği üzere Peygamber (s.a.v)'in yorumu şöyle idi: "Bir tek olan, va'dinde doğru olan, ordunu güçlendiren ve tek başına grupları hezimete uğratan Allah'a hamd olsun." Ahzâb Savaşi'ndan sonra müşrikler, Medine'yi ele geçiremeye-ceklerini anladılar. Bu sebeple orası için savaşmayı düşünmediler. Gerisin geri dönerek ganimetle yetindiler.
Bu sûrede mü'minlere yapılan ikinci çağrı:
"Ey inananlar! Allah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah akşam teşbih edin." (Ahzâb: 41-42)
. Bu çağrının fertlere olmaktan öte cemaate olduğuna inanıyorum. Çünkü tslâm ümmeti, savunması ve müdâfaa etmesi gereken evrensel risâlete sahiptir. Bu risâlet, Allah'a, şiarlarını yüceltmeye ve Allah'a kavuşmaya dayanmaktadır. Bu kavramları,
406 • Ahzâb Sûresi
Muhammed Gazali
günümüzde hiç bir millet tanımamaktadır. Hepsinin aralarındaki ortak payda, yüksek yaşam standardı ve bu dünya hayatını güzelleştirmedir. Âhiretten söz etmeye gelince bu boş veya saçma bir şeydir! Eski dinler, insanların Allah'ı tanımasında ve O'nunla buluşmaya hazırlanmasında iflâs etmişlerdir. Dünya, toprağa tapınmadan ibarettir.
Bizim ümmet, Allah'a ibâdet etme sancağım yükseltince bundan sonra Yüce Allah'ın şu buyruğuna ehil oldu:
"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah mü'minlere karşı çok merhametlidir." (Ahzâb: 43)
Allah'a ve meleklerine salât, ümmet için Allah'ı ve Allah'ın da kendisini zikretmesi demektir ve bu ümmetin bir vazifesidir. Müslümanlar, çağlar boyu dünyada bu ilk ümmet seviyesine yükselmişlerdir. Sonraları Müslümanlar Allah'ı unutmuşlar, Allah da onları unutmuştur. Şimdi Müslümanlar, ayaklar altındadırlar.
Müslümanlara üçüncü çağrı, ayrıntılı fıkıh hükmünü içermektedir:
"Ey iman edenler! Mü'min kadınları nikahlayıp da, henüz zifafa girmeden onları boşarsanız, onları sayacağınız bir iddet süresince bekletme hakkınız yoktur." (Ahzâb: 49)
Nass olduğu sürece, asıl ve fer'î oluşları, itaat noktasında eşittir.
Müslümanlara yapılan dördüncü çağrı, Peygamber evine girmeyi düzenlemektedir. Mü'minlerin büyük bir çoğunluğu, Allah Resûlü'nü kendi nefislerinden daha fazla sevmektedirler. Bu da mü'minleri, Peygamber'in yanında büyütmektedir. Hem sonra bu çağrı, boş vakitleri olanların vakitlerini nasıl geçirmeleri gerektiğini belirlemektedir. Sevgiyle veya büyük yakınlaşma ile teselli olanlar da vardır. İşte bunun için bu hikmetli irşada gerek duyulmuştur:
"Ey iman edenler! Siz zamanını gözetlemeksizin, bir yemeğe davet edilmedikçe, Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın." (Ahzâb: 53)
Bu düzenleme, büyük evlerde ehlîleştirmedir. Bu, farklı yönlerden olabilir. Peygamber'in evi ise, mescide bitişik, uzunluğu ve genişliği sınırlı olan odalardan ibarettir. Bu yüzden mutlaka buralara gelen ziyaretin düzenlenmesi gerekir.
Mü'minlerin annelerinden birini gören kimsenin şerefsiz biri oluşu, üzücü bir olaydır. O şerefsiz adam, Muhammed ölünce onunla evleneceğini söylemişti. Bu saygın ev, sokak serserilerinin davranışlarından korunmayacak mı?
İşte bunun için hicab (örtü) sistemi getiriliyor:
...Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından is-
AhzSb Sûresi • 407
K u r ' â n - ı Kerîm'İn Konulu Tefsiri
teyin. Bu hem sizin kalbleriniz hem de onların kalbleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah'ın Resûlü'nü üzmeniz ve kendisinden sonra O'nun hanımlarını nikahlamanız asla caiz olmaz. Çünkü bu Allah katında büyük (bir gü-nah)tır." (Ahzâb: 53)
Kendi evinin içinde kadın, istediği şekilde elbise giyebilir. Belli bir giyim ile mükellef değildir. Hiç kimsenin bahçe avlusunu atlayarak izinsiz eve girmesi ve kadına bakması caiz değildir.
Bir çok kez münafıklar ve kalbleri hasta olanlar tarafından Resul eziyete maruz kalmıştı. Belki de bu eziyetlerin en tehlikelisi, Medine civarında olan şu hadisedir:
"Allah, İçinizden (savaştan) alıkoyanları ve yandaşına: 'Bize katılın.' diyenleri gerçekten biliyor. Zaten bunların pek azı savaşa gelir. (Gelseler de) size karşı pek hasistirler. Hele korku gelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi sivri dilleri ile incitirler." (Ahzâb: 18-19)
Bunlar Medine sokaklarında aylak aylak dolaşıp insanlarda şüphe uyandırmak isteyenlerdir. Bunlar hakkında Resülü'ne Allah şöyle buyuruyor:
"Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah'a güvenip dayan." (Ahzâb: 48)
Allah, bu kimseler hakkında şu hükmü veriyor:
"Allah Resûlü'nü incitenlere Allah, dünyada ve âhtrette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azâb hazırlamıştır. Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir İftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir." (Ahzâb: 57-58)
Sel, yüksek yerleri harab edip saygın insanlar, beyinsizlerin kötü niyetlerine âlet olmaya başlayınca mü'minler bu davranışlardan sakmdınlmışlardır.
Bu sûrede Müslümanlara yönelik olan beşinci çağrı, sokak serserilerinden peygamberlerin namuslarını ve yaşamlarını korumak için gelmiştir:
"Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah yanında şerefli idi." (Ahzâb: 69)
Müslümanlara yönelik olan altıncı çağrı da bu gerçeği vurgulamaktadır:
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir." (Ahzâb: 70-71)
Bu bağlamda kerîm peygambere yapılan eziyetler anlatıldıktan sonra O'nu destekleyen Allah'ın koruması ve himâyesi altında olduğunu belirten şu yüce müjde gelmiştir:
408 ¦ Ahzâb Sûresi
Muhammed Gazalî
"Allah ve melekleri, Peyganıber'e çok salavât getirirler. Ey mii'minler! Siz de O'na salavât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin." (Ahzâb: 56)
Ahzâb Sûresi, yeryüzündeki insanların çalışmasını kısa öz bir şekilde özetleyerek son bulmuştur. İnsanlar, İrâde hürriyeti ve iyiyi kötüyü ayırd etme melekesi ile diğer yaratıklardan ayrılmaktadırlar. İnsanlar, dünyada içgüdüleriyle hareket eden canlılardan veya yüce özelliklere sahib olan yaratıklardan değildirler. İnsanlar, yükselebilen ve alçalabilen, sağ İle cennete ve sol ile cehenneme yönelebilen özel bir türdürler. Teklif emânetini insan yüklenmiştir. İnsan, Allah'ın ve insanların hukukuna ihanet edebildiği ve kötüye kullanabildiği gibi bunu yerine de getirebilir.
Bu gerçeğe şu âyet işaret etmektedir:
"Biz emâneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zâlim, çok câhildir." (Ahzâb: 72)
Âyet, beşere sunulan teklifleri temsil getirmekte, bunlarda dengeleri sağlamayı tercih etmekte ve bunların dışındakileri tutarsız kabul etmektedir.
Ahzab Sûresi • 409