EN'ÂM SURESİ

E

n'âm Sûresi, Mushaf-ı Şerifin başladığı yedi uzun sûre İçinden, Mekkî dönemin başlarında nazil olan bir sûredir.

Nazil olmakta olan Kur'ân'ın ilk hitap çevresi, Allah (c.c.)'tan habersiz ve O (c.c.)'nun vahdaniyetini inkâr eden putperestlerdi. Bu putperest toplum, putlarına karşı tutucu, atalarından aldıkları geleneklerine sıkı sıkıya bağlı ve düşünce hürriyetine davet eden her çığlığa, şiddetle karşı çıkan bir toplumdu.

Ancak Kur'ân-ı Kerim, Allah (c.c.)'ı anlatırken sürekli ikna etmeye ve delilleri artırmaya dayandı. Allah (c.c.)'ı anlatırken de, O (c.c.)'nun yüceliğini açığa çıkaran, nefİslerdeki, yerlerdeki ve göklerdeki âyetlerine dikkat çeken ve cahiliyye karanlıklarının üzerini örtmüş nefİslerdeki, fıtrat kalıntılarından olan Allah (c.c.) korkusu ve tevbe edip O (c.c.)'na dönme duygusunu harekete geçiren sözler söylemiştir.

En'âm Sûresi, tüm sûreyi kaplayan iki özellikle diğer sûrelerden ayrılmaktadır. Bunlar; düşmüş olduğu çukurdan çıkararak Arap Akh'nı yeniden oluşturma (takrir) ve yeniden canlılık kazandırmanın (telkin) çokluğudur.

Takrir; ulûhiyetle ilgili konulardan herhangi birisiyle ilgili sınırlı ve anlaşılır bir hüküm göndermektir, Okumuş olduğunuz ilk âyette bunu görürsünüz;

"Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur." (En'âm, 6/1)

Evrenin yaratıcısı, güneş ve aylara ışık veren Allah (c.c.)'tır. O (c.c.)'nun yarattıklarının yüceliğine ve yaratırken de eşi ve benzerinin olmamasına rağmen bazı cahiller, doğru dürüst bir şey yaratamayan bir canlıyla, Yüce Allah (c.c.)'ı birbirine denk tutuyorlar. Nasıl böyle bir denklik olabilir ki?

Her halükârda, yeryüzünde yaşayan her insanın sınırlı bir yaşama donemi vardır. Bu dönemden sonra her canlı yaratıcısına dönecektir. Tüm insanlığın da öleceği bir

En'am Sûresi • 109

Kur'ân-ı Kerîm 'in Konulu Tefsiri

eceli vardır ki, o da "Büyük Kıyâmet"tir. Sonra gizlileri de açık olanları da bilen Allah (c.c.)t insanların dünyada iken yaşadıkları yol üzere kullan arasında hükmedecektir.

"Başta ve sonda Allah (c.c.)'a hamd etme kararım, başka bir karar takip etmektedir; "O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Gizlinizi ve açığınızı bilir, ayrıca ne kazanacağınızı da bilir." (En'âm, 6/3)

Bu sûrede Allah (c.c.)'tan, üçüncü tekil şahıs zamiriyle ve tekil ilgi zamiriyle çokça bahsedilmektedir. Örneğin şu âyetler;

"O, kara ve denizin karanlıklarında kendileri ile yol bulaşınız diye, sizin için yıldızlan yaratandır.(...) O, sizi bir tek nefisten yaratandır. (Sizin için) bir kalma yeri ve bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır..." (En'âm, 6/97-98)

Doğrusu buradaki üçüncü tekil şahıs zamirleri, dinleyiciyi daha dikkatli kılmaktadır; sanki Allah (c.c.) kendisine hitap ediyormuşçasma ve boyun eğmekten başka bir çıkar yol olmayan yüceliğinin emarelerini ele geçirmişçesine!

Bu üslûbun sadece müşrikleri etkilediğini sanma. Hayır! Ehl-i Kitab'ın yaşamlarında derin izler bırakan ve kendi kitaplarında göremedikleri biçimde bu yeni üslûp ve tarzda inen âyetlerde, yepyeni canlı bilgiler buluyorlardı. Zira bu şekilde doru bir konuşma şekli ve bilinçli bir şekilde Allah (c.c.) 'tan bahseden, hiçbir semavî kitap in-dirilmemişti. Çünkü bu üslûp insanları, uzun zamandan beridir alışageldikleri taklitlerden tamamen çekip almakta ve aralarında hüküm süren gaflet ve ahmaklıktan kurtarmaktadır.

Örneklerini sunduğumuz bu "takrir"lerin yanında, bu sûrede peşpeşe gelen "tel-kin"ler de buluyoruz. Hz. Peygamber (s.a.v.) müşriklerle mücadele ederken, Allah (c.c.) O (s.a.v.)'na şöyle telkinde bulunuyor: ''Onlara şunları söyle." Belki de bu telkin bir âyette dört defa tekrarlanmaktadır:

"(Onlara) De ki: göklerde ve yerde olanlar kimindir? De ki: Allah'ındır. O, merhamet etmeyi kendi zâtına farz kıldı. Sizi varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır." (En'âm, 6/12)

Gerçek ve kesin bilgiyle dolu böyle bir diyalog hiç gördünüz mü? "De ki" kelimesiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, kendi muhaliflerine cevap vermesi için Allah (c.c.)'m yardımda bulunduğunu görüyor musunuz? "Kûl= Söyle" kelimesi, En'âm Sûresi'nde tam kırkdört kez tekrarlanmıştır.

Sûrenin, hak ile batıl arasında tutuşmuş savaşın tam da zirvesinde nazil olduğu gözükmektedir. Meşhur olan görüşe göre bu sûre, onca uzunluğuna rağmen, tek bir defada nazil olmuştur. Bu sûredeki bazı âyetlerin, Medine döneminde nazil olduğuna dair gördüğüm görüşlerden bazıları asılsız, bazıları da zayıftır. Kurrâ'dan bazılarının,

110* En'am Sûresi

Muhammed Gazali

"Ehl-i Kitap'la ilgili olan tüm âyetlerin, Mekke dönemiyle bir ilişkisinin olmadığına ilişkin" sözleri, bu asılsız ve zayıf görüşlerin illeti olmuştur. Oysa ki bu düşünce tamamen yanlıştır. Yine bir kısım âlimler zekâtın Medine döneminde farz olduğunu tasavvur etmektedirler. Gerçekte zekât, Mekke'de başlamış, Medine döneminde ise nisap miktarları belirlenmiştir. Sonuçta sûre, bir defada nazil olmuş ve nüzulüne binlerce melek eşlik etmiştir.

Sûre nazil olurken Hz. Peygamber (s.a.v.) tüm dikkatini vermişti, hatta O (s.a.v.)'nun zihni şimşek çakmasından daha parlaktı. O (s.a.v.)'nun hafızası, günümüzün kayıt işlemlerinin yapıldığı kaset ve disketlerden daha hassas ve duyarlı idi. Hafızasına tam olarak yerleştirdikten sonra da, vahiy kâtiplerini çağırır ve Allah (c.c.) katından gelen bu âyetleri yazdırırdı.

Sûrenin ihtiva ettiği "takrir" ve "telkin"lerle birlikte, işlediği bir çok konuyu burada sunmak istiyoruz. Sûrenin, "takrir"lerden ilk anlattığı şey, ne kadar uzun yaşarlarsa yaşasınlar, zâlimlerin varacağı kötü sonla ilgilidir. Dünya hayatının gereği budur. Ancak bu, mücadele ve kâfirlerin üzerine hakimiyet kurduktan sonra olacaktır. İşte bu sebeple Yüce Allah (c.c.) Arap kâfirlerine diyor ki;

"Görmediler mi ki, onlardan önce yeryüzünde, size vermediğimiz bütün imkânları kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmurlar indirip evlerinin altından ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helak ettik. Biz onlan, günahları sebebiyle helak ettik ve onların ardından başka nesiller yarattık." (En'âm, 6/6)

İşte bu; bozulup parçalanarak dejenere olduğu zaman medeniyetlerin, büyüklenip azgmlaştıkları zaman da toplumların akıbetidir. Böyle medeniyet ve toplumlar, belirli bir süre yeryüzünde kalırlar, sonra da, yerlerini başkalarına bırakmak için yok olur giderler.

Burada şu soruyu sorabiliriz: "Bu sadece kâfirlere özgü bir durum mudur, yoksa kâfirlerle birlikte, hakla batılı, hidâyetle dalâleti birbirine karıştıran diğer tüm toplumları da kapsayan genel bir kanun (sünnetullah) mudur? Bir başka ifâdeyle; Allah (c.c.)'a imandan tamamen yüz çevirenlerle, imanlarının hiçbir fayda sağlamadığı kimseler birbirlerine eşit midirler?"

Bu sûrede gelen âyetler, konuya açıklık getiriyor; "Evet, hepsi de aynıdır." Toplumları sorgulayıcı bir üslupla anlatan Allah (c.c.)'ın şu sözünü iyi anlayınız;

"Andolsun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik Ardından, boyun eğsinler diye, onları darlık ve hastalıklara uğrattık. Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiği zaman, boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaşü ve şeytan da onlara yaptıklarını cazip gösterdi." (En'âm, 6/42-43)

En'am Sûresi - 111

. K u r ' â n - ı_ Kerîm' in Konulu Tefsiri

Allah (c.c.) onların oyunlarını bozmuştur, ancak onları ihmal etmiş gözükmektedir.! Ama ne yazık ki, Allah (c.c.) onları ansızın helak edinceye kadar, kötülüklerine devam ettiler;

"Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur." (En'âm, 6/45)

Tarih boyunca, İslâm ümmetinin durumunu genel olarak incelediğimde, hep bu ilahî kanunun (sünnetullahın) tekerrür ettiğini ve müşriklerin tehdit edildiği şeyin, doğru yolun yolcularının sapıtmış çocuklarında ortaya çıktığını gördüm. "De ki: Allah'ın size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeye ya da birbirinize düşürüp, kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter. Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz. Kur'ân hak olduğu halde, kavmin onu yalanladı. De ki:

"Ben size kefil değilim. Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında gerçeği siz de bileceksiniz." (En'âm, 6/65-67)

Evet, sabırlı ve halim-selim bir kimsenin tahammülü yüksek olabilir, ama bir de sabrı taştığı zaman çok kötü olur;

"Rabbin, haksızlık eden menıleketleri(n halklarını) yakaladığında, O'nun yaka-layışı çok şiddetli olur. Şüphesiz O'nun yakalaması, pek elem verici ve çok çetindir." (Hûd, 11/102)

Bir insana öğüt versen ve desen ki; "Düşüncelerine saygı göster ve işlerinde aklına müracaat et!" O da sana şöyle cevap verse: "Bu öğüdünü destekleyecek bir mucize getir!" Ne yaparsın? Sen onda bulunan bir hataya dikkat çekiyorsun, o ise, sendeki eksikliğe bakıyor.

Oysa mucizeler ahmaklara ve kalın kafalılara bîr fayda sağlamaz. Eski ve yeni tüm müşriklerin felaketi; aklî yetersizliklerinin arkasına sığınmalarıdır. İşte bu sebeple, mucizelerin onlara fayda sağlamayacağını belirten Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Eğer sana kâğıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik de onlar elleriyle ona dokunmuş olsalardı, yine de inkâr edenler: 'Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir' derlerdi." (En'âm, 6/7)

Onlar tekellerine aldıkları tek bir fikre delicesine tutunup başka fikirleri kabul etmemektedirler.

Bir de Hz. Peygamber (s.a.v.), kendisini destekleyen bir meleğe sahip olursa, o zaman ona inanacaklarını iddia ettiler:

112 • En'am Sûresi

Muhammed Gazali

"O'na bir melek indirilseydi ya! Eğer biz bir melek indirseydik, elbette İş bitirilmiş olur ve artık kendilerine göz bile açtırılmazdı." (En'âm, 6/8)

Bu âyetin anlamı şudur: Meleğin inmesinden sonra da onlar inkârları üzere kalacaklar, işte o zaman da onların kökünü kazıyan azap da gelmiş olacak. Çünkü onların dışında başkaları da mucizeler istediler, ama o mucizeler geldiğinde ise dediler ki:

"Gerçekten onlar, kendilerine hak geldiğinde, onu yalanlamışlardı. Fakat yakında onlara alay ettikleri şeyin haberleri gelecektir, Görmediler mi ki, onlardan Önce yeryüzünde, size vermediğimiz bülün imkânları kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmurlar indirip evlerinin altından ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helak ettik. Biz onları, günahları sebebiyle helik ettik ve onların ardından başka nesiller yarattık." (En'âm, 6/5-6}

Sonra Allah (c.c.), meleklerin insanlar tarafından görülmesinin İmkânsız olduğunu açıklamaktadır. Çünkü insanların gözleri belirli uzaklıktaki muayyen cisimleri görebilir. Bu nedenle insan gözü cin ve melekleri göremez. Cinler ve melekler fizikî şekle girdiklerinde, yine onların sahip oldukları görünüşteki şüphe devam edecektir. Bunun için Yüce Allah (c.c.) şöyle söylüyor:

"Eğer peygamberi bir melek kılsaydık, muhakkak ki onu bir insan suretine sokar, onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük." (En'âm, 6/9)

Arap müşrikleri İslâm'a karşı çıktıkları, Elçisi(s.a.v.)'ni yalanladıkları ve yerlerinden bir adım bile kımıldamadıkları halde, Allah (c.c.)'m, Elçisi (s.a.v.)'ne vasiyeti, sabretmesi ve donuk akılları harekete geçirmeye çalışan davetinin yöntemi üzere kalması oldu.

"Senden önceki peygamberlerle de alay edilmiş, bu yüzden onlarla alay edenleri, alay ettikleri şey (azap) kuşatı vermiş ti." (En'âm, 6/10)

Ancak müşriklerin bu tutumu Hz. Peygamber (s.a.v.)'i hüzne boğuyor ve O (s.a.v.)'nu etkiliyordu! Şüphesiz ki şerefli bîr adamı, yalanlama ve alaya alma incitir. Hz. Peygamber (s.a.v.) ne kadar çok ilahî müdahaleyi istediyse tavır sertleşiyor. Ve tam bu esnada Allah (c.c.) Elçisi (s.a.v.)'ne şöyle sesleniyor:

"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar." (En'âm, 6/33)

Onların, seni elçi olarak gönderen Allah (c.c.)'a karşı suçları, seni yalanlamalarından daha büyüktür. Aslında onların seninle savaşması, senin Rabbinle olan savaşlarının ve O (c.c.)'nun âyetlerini inkârlarının bir açıklamasıdır. Öyleyse onların söylediklerine sabret, zira:

En'am Sûresi • 113

Kur'ân-ı Kerîm'iıı Konutu Tefsiri

"Senden önceki peygamberlerle de alay edilmiş, bu yüzden alay edenleri alay ettikleri şey (azap) kuşan vermişti." (En'âm, 6/10)

Fakat Hz. Peygamber (s.a.v.)'in nefsi, onların dillerini ağızlarına tıkayacak mucizeye özlem duyuyordu. Bunun, Allah (c.c.) tarafından cevabı şu oldu;

"Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabîlirsen yerin dibine inebileceğin bir tünel ya da gökyüzüne çıkabileceğin bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin!" (En'âm, 6/35)

Yani yapab ili yorsan yap, ancak buna gücün yetmez. Zira böyle bir şey yapmak, bütün toplumların yaşam sürelerini belirleyen Allah (c.c.)'ın elindedir ve bütün işler O (c.c.)'na döner;

"Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma!" (En'âm, 6/35)

İnsanlann en ahmağının, Kur'ân'in Allah (c.c.) katından olduğuna, O'nun Hz. Peygamber (s.a.v.)'e indirildiğine ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'in O'na hiçbir müdahalede bulunmadığı hususunda, şüphe eden kimse olduğunu zannediyorum.

Allah (c.c.) kullarına, hiçbir kimse için değiştirmediği, sabit yasalarla hükmetmektedir. Peygamberler (a.s.) ise, tebliğ yükünü taşımakla, şaşkın kalabalıkların sıkıntılarını yüklenmekle ve kötü taklit ve adetlerle savaşmakla görevlendirilmiş kimselerdir.

Düşünce hürriyetini kaybeden toplumların, istedikleri gibi hareket edebilecekleri, Allah (c.c.) katında sınırlı bir süreleri vardır. Aklını kullanabilme imkânı olduğu halde, bu sınırlı süreleri dolarsa, kader son sözünü söyler.

Allah (c.c), Resulü (s.a.v.)'ne şunu anlatmaktadır: Onların âfeti, kendisi sebebiyle uzak mekanlardan çağrılan akıllan sebebiyledir. Zira onlar Hakka karşı sağırdırlar;

"Ancak (samimiyetle) dinleyenler, daveti kabul eder. Ölülere gelince, Allah onları diriltecek, sonra da O'na döndürülecekler." (En'âm, 6/36)

Müşrik toplum önceki isteklerine tekrar geri dönmektedir;

"O'na 'Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!1 dediler. De ki; Şüphesiz Allah mucize indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler." (En'âm, 6/37)

Ben şaşırıyorum. Şu kozmik düzen Allah (c.c.)'ın varlığına ve birliğine delâlet etmiyorsa, bu düzenin bazen bozulması mı Allah (c.c.)'ın varlığına ve birliğine delâlet edecek? Dünya'nın uydusu Ay, hızında hiçbir yavaşlama olmadan, asırlardır Dünya'-nın etrafında dönüp duruyor. Bu süreklilik, her şeyi yapmaya kadir olan yaratıcının varlığına ve birliğine tanıklık etmiyor da, birkaç dakikalığına Ay'ın yarılması mı ta-

114 • En'am Sûresi

Muhammed Gazalî

nıklık ediyor? Gece ve gündüzün sürekli yer değiştirmesine rağmen, ışığı hiç sönmeden parlayan lambamız Güneş, Yüce Allah (c.c.)'m varlığına ve birliğine işaret etmiyor da, Hz. Mûsâ (a.s.)'nın hizmetçisi Hz. Yûşâ (a.s.) için birkaç dakika geç batması mı O (c.c.)'na işaret ediyor?

Ben insanlar, hayvanlar, sürüngen ve uçan böceklerin dünyasına baktığımda, onların yaşaması, hayatlarını devam ettirmesi ve en hassas Ölçülerde rızıklarınm teminatı ile ilgili Allah ^ ?.)'ın yasalarını (değişmez kanunlarını) gördüğümde, hayretler içinde kalıyorum, ftesûlullah (s.a.v.)'tan mucizeler İsteyen kimselere karşı, şu âyetin sunulmasının sırrı da belki bu anlattıklarımızda-;

"Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa, hepsi de sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonuçta (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirileceklerdir." (En'âm, 6/38)

Anne kuşun şu manzarası benim dikkatimi çekmişti. Bu kuş, tarlalar arasında dolaşıyor ve kursağındaki yiyeceklerle birlikte yuvaya dönüyor, sonra da yedirip içirmek için yuvadaki yavrusunun gagasını açıp yiyecekleri içerisine boşaltıyor.

Allah (c.c.) her şeyi mükemmel bir şekilde yapıyor, fakat buna rağmen müşrikler, bir olan Allah (c.c.)'ı tanımıyorlar da sağır ve dilsiz bir taş parçasına tapıyorlar ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'e de şöyle sesleniyorlar: "Sana inanmamız için, mucizelerden bir mucize getir;

"Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah, kim(i) dilerse onu şaşırtır, dilediği kimseyi de (dileyeni de) doğru yola iletir." (En'âm, 6/39)

Garip olan, bu istenilen mucize geldiği zaman, kesinlikle inanacaklarına dâir yemin etmeleridir:

"Kendilerine bir mucize gelirse, ona mutlaka inanacaklarına dair kuvvetli bir şekilde Allah'a yemin ettiler. De ki: Mucizeler ancak Allah kalındandır. Ama mucize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız? Yine O'na iman etmedikleri ilk durumdaki gibi, onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz. Ve onları şaşkın bir halde, azgınlıklarının içinde bırakırız." (En'âm, 6/109-110)

Heyhat! Gözlerini kapatmakta ısrar eden (kör) kimse, asla göremez...

Meclisin sadece kendilerine ayrılması için, etrafındaki zayıf ve güçsüz mü'min-leri kovmasını Hz. Peygamber (s.a.v.)'den istedikleri zaman, putperestlerin problem ve endişeleri ortadan kalkmaktadır! Ancak Allah (c.c), Elçisi (s.a.v,)'ni uyarıyor:

"Rablerinin rızasını isteyerek, sabah akşam O'na yalvaranları kovma! Onların

En'am Sûresi - 115

Kur'ân-ı Kcrîm'in Konulu Tefsiri

hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki, onları kovup da zalimlerden olasın!" (En'âm, 6/52)

Bunun da ötesinde, bağışlaması ve rızasıyla Allah (c.c.)'ın o mazlumlarla birlikte olduğunu, bu mü'minlere müjdelemesi için Elçisi (s.a.v.)'ne emir veriyor.

"Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selâm sîze! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı (farz kıldı). Gerçek şu ki, sizden her kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, ardından tevbe edip de ker» jff ıslah ederse, bilsin ki Allah, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir." (En'âm, 6/54)

Yüce Resul (s.a.v.) ise, dosdoğru yolu üzerinde, basiretle Allah (c.c.)'m dinine davet etmeye ve kendisine vahyedilen ilmî prensipleri açıklamaya devam ediyordu. Etrafında oluşan şüpheler de, ilahî direktiflerle gideriliyordu. Çünkü bazen bir kişi, üzüntü veya sevinç duyabilir ve bu sebeple de, inatçı müşriklerle mücadele eden bu sabırlı ve kuvvetli Elçi (s.a.v.)'ye şöyle bir uyarı gelebilir:

"De ki: Allah'ın dışında taptığınız şeylere tapmak bana yasaklandı. De ki: Ben sizin arzularınıza uymam, aksi halde sapıtırım da, hidayete erenlerden olmam. De ki: şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap), benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O, hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır." (En'âm, 6/56-57)

Şu apaçık istek ve arzuyu bir düşünün; kalbindeki imanın netliğİyle, kavminin kalplerinin, kendilerini dosdoğru yola götürecek imam kazanmalarını istiyor. Ancak onlar cezada acelecilik ediyorlar:

"De ki: Acele istediğiniz şey benim elimde olsaydı, elbette benimle sizin aranızda iş bitirilmişti. Allah zalimleri daha iyi bilir." (En'âm, 6/58)

İşte risâlet sahibi Hz. Peygamber (s.a.v.), doğru yola götüren telkin ve sürekli eğitim öğretim sayesinde, görevini yerine getirmektedir.

En'âm Sûresi'ni yavaş yavaş okuyup, ulûhiyyetin şeref ve onurunu takdim eden ve de beşerî şüpheleri kökünden kazıyıp atan "takrir ve telkin" âyetlerini anladıktan sonra, kendi kendime şunu sordum; Allah (c.c.)'m varlığına ve birliğine işaret etme hususunda mucizeler, bu anlatılanlardan daha fazla ne yapabilir ki?

Hatta dedim ki: Bugüne kadar gerçekleşen ve gerçekleşmesi teklif edilen tüm mucizeler terazinin bir kefesine konsa ve En'âm sûresi de diğer kefesine konsa; bu sûre Allah (c.c.)'m varlığına ve birliğine daha çok delalet eder ve Allah (c.c.)'ın yüceliğini daha iyi açıklar.

Şu âyeti, düşünerek okuyunuz:

116- En'am Sûresi

lara bir sorumluluk 52)

ıazlumlarla birlik-ir veriyor.

:lâm size! Rabbiniz .sizden her kim, bil-£ ıslah ederse, bilsin

İ4)

Sah (c.c.)'in dinine a devam ediyordu, ıkü bazen bir kişi, mücadele eden bu

ısaklandı. De ki: Ben E erenlerden olmam, iayanıyorum. Siz ise enim yanımda değil-. hüküm verenlerin en

letliğiyle, kavminin arını istiyor. Ancak

İte benimle sizin ara-L 6/58)

elkin ve sürekli eği-

lurunu takdim eden lyetlerini anladıktan birliğine işaret etme

ki?

isi teklif edilen tüm r kefesine konsa; bu re Allah (c.c.)'ın yü-

Muhammed Gaz alî

"Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun bilgisi dışında bir yaprak dahi düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır." (En'âm, 6/59)

Gayb, biz körlere nispetledir, oysa âlemlerin Rabbinin katında, her şey apaçık ve aşikârdır. Varlıkların çoğunluğu, bize nispetle Örtülü gayblardır. Sizler bir insan görüp de onunla konuşabilirsiniz, ancak onu ne kadar biliyor olabilirsiniz ki? Çünkü sizler onun sadece yüzünü ve giysilerini görüyorsunuz, ama fikirlerini ve iç organlarını göremiyorsunuz. Ancak âlemlerin Rabbİ, hem içini hem de dışını eşit olarak görüyor. Hatta insanın bu sınırlı görüşü, beşikten mezara kadar tüm hayat devrelerinde, bir insanın gördüğünün yanında çok küçük bir parçadır. "Şüphesiz ki yüce Allah (c.c.) her şeyi görür." Gaybın tüm anahtarları O (c.c.)'nun katmdadır. Nasıl ki O (c.c), insanoğlunu bu çerçeve üzere biliyorsa, aynı şekilde kara ve denizlerde olan her şeyi de bilmektedir.

Evimde televizyon seyrederken, okyanuslardan birisinde bir manzara gördüm. Büyük bir dalga, dev gibi bir gemiyle adetâ oynuyordu ve neredeyse denizin derinliklerine batıracaktı. Kendi kendime dedim ki: Şüphesiz ki Allah (c.c.) burada ve orada duyar ve görür, Sadece duyar ve görür mü? Hayır, bunun da ötesinde yaratır ve düzenler, öldürür ve diriltir. Karada ve denizde olan her şey, onun isteği doğrultusunda olur.

Allah (c.c.)'ın şeref ve Övgüsünü niteleyen biraz önceki âyeti, düşünerek okudum. Dedim ki: Toprağın derinliklerindeki bir tohumdan meyveler ve sebzeleri yaratan ve güzel bir ürün olarak bizlere yediren yüce Kudret, kimdir acaba? Yeryüzünde yetişen bütün ağaçlardan, düşen her yaprağın sayısını bilen kim olabilir acaba?

"Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun bilgisi dışında bir yaprak dahi düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır." (En'âm, 6/59)

Bu sadece teorik bir ilim değildir, o, yüce Allah (c.c.)'m kitaplarında yazılıdır. "Küçük büyük her şey satır satır yazılmıştır." (Kamer, 54/53)

Bu açıklamalardan sonra, yeryüzündeki insanoğlunun hayatı ve iyi ya da kötü tüm insanların amellerini sunan âyet geliyor;

"Geceleyin sizi öldüren (uyutan), gündüz de ne İşlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye, gündüzleyin sizi dirilten (uyandıran) O'dur." (En'âm, 6/60)

Bizler, gündüzleri çalıştıktan sonra geceleri uykuya dalıyoruz. Her iki durumda

En'am SGresi -117

R II r ' â D • I Kerîm'iıı Konulu Tefsiri

da ruhlarımız O (c.c.)'nun elindedir; bu dünyada bizim için yazılan süreyi doldurmak için, ruhlarımızı uykuda alıyor uyanınca da geri veriyor. Süremiz dolduğunda ise, ruhlarımızı alıyor ve bir daha geri vermiyor. Artık önceden yaptıklarımızın karşılığını görme vakti gelmiş oluyor;

"Sonra dönüşünüz yine O'nadir. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir." (En'âm, 6/60)

Allah (c.c.)'m rahmetle tecellisi olan "Cemâl" âyetlerini takip eden, O (c.c.)'nun "Kahhâr, Cebbar ve Mütekebbir" gibi sertlik ve büyüklük ifâde eden "Celâl" âyetlerinden bir kısmını oku. Bunlardan ilki şu âyettir;

"O, kullannın üzerinde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir." (En'âm, 6/61)

Bizler çaba ve gayretlerimizin büyük bir kısmında güdümlü hareket ederiz. Örneğin nerede ve ne zaman doğacağımızla ilgili seçim hakkımız yoktur. Yine bizlere rızık olarak verilen şeylerin kıymeti ve değeri hakkında ve yaşamakta olduğumuz hayat şartlarını tercih etme hakkımız yoktur. Hatta, içlerinde güneş ve ayların bulunduğu farklı özelliklere sahip peygamberler de bu kurala dahildirler. Ancak her fert, kendisine verilen nimetler ölçüsünde ve konumuna göre sorgulanıp hesaba çekilecektir:

"Nihayet birinize ölüm geldi mi, elçilerimiz onun canını alırlar ve onlar vazifede asla kusur etmezler. Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Rablerine döndürülürler. İyi biliniz ki, hüküm yalnız O'nundur ve O, hesap görenlerin en çabuğudur." (En'âm, 6/61-62)

Bu sert ve korkunç beyandan sonra "Cemâl" âyeti gelmektedir;

"De ki: Karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) sizi kim kurtarır ki? (O zaman) O'na gizli gizli yalvararak, 'Eğer bizi bundan kurtarırsan, andol-sun şükredenlerden olacağız,' diye dua edersiniz. De ki: Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır,, sonra siz, yine O'na ortak koşarsınız." (En'âm, 6/63-64)

Kur'ân'ın üslûbu, biz insanların istikrarsız, amaçsız ya da haddi aşarak, despotluk yapmamamız için, istek ve nefret ile ümit ve korku arasında gidip gelmektedir.

Ne kadar da garip! Taşı altına çeviren bir mucizeden ne istifâde edeceğim. Bu olayda benim düşüncemi aydınlatan ve konumumu yükselten şey nedir ki? Oysa görmekte olduğumuz şu Kur'ân'm mucizesi, daha faydalı ve daha iyidir. İşte bu sebeple Müslümanlar, Kur'ân'a karşı yalan yanlış şeylerin konuşulduğu toplantıları önemsememeleri, orada olanlarla ilgilenmemeleri ve hem o meclisten hem de oradakilerden uzak durmaları konusunda sorumlu tutulmuşlardır:

"Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka

118 ¦ En"am Sûresi

Muhamrned Gazalî

bir söze geçinceye kadar, onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra, artık o zalimler topluluğu ile oturma." (En'âm, 6/68)

O meclisi terk etmeleri hususundaki emir, bir sonraki âyette de tekrarlanmıştır:

"Dinlerini bir oyun ve eğlence edinen ve dünya hayatının da aldattığı kimseleri terk et.!" (En'âm, 6/70)

Evet, Hz. Peygamber (s.a.v.) tebliğini yaptıktan sonra, onlardan ayrılıyordu. Zira tebliğ görevi hâla yürürlüktedir. Onlardan yüz çevirme emri ise, boş söz söyleme ve kötü işlerle meşgul olma hususunda, onlarla birlikte olmaktan sakınmayı ifâde eder. İşte kendini beğenmiş bu cahiller, yaptıkları şeylerden dolayı başlarına musallat olacak Cehennemde, uyanacaklardır.

İşte burada yüce Resul (s.a.v.)'e bir telkin geliyor. Bu telkinde, kesintisiz öğütlere rağmen kötü gelecekleri ile ilgili, içinde üzüntüyü de barındıran, müşriklere şöyle bir azarlama vardır;

"De ki: Allah'ı bırakıp da, bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım? Allah bizi doğru yola İlettikten sonra, şeytanların saptırıp şaşkın olarak yola düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise, 'Bize gel!' diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi geri (inkarcılığa) mi döndürüleceğiz?" (En'âm, 6/71)

Bu şaşkın insanların konumunu anlatan ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'le ashabının, onların doğru yola gelmeleri için çabalarındaki aşk, şefkat ve sıcaklığa bir bakınız. Bir de onların kurtulması için harcanan çabalardan sonra, kahredici inatlarına bakınız.

"De ki: Allah'ın hidâyeti doğru yolun tâ kendisidir. Bize, âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir." (En'âm, 6/71)

Kur'ân-ı Kerim, bu içinden çıkılmaz kompleks mevcudu bir tarafa bırakıp, asırlar öncesinin insanlarına dönüyor. Hz. İbrahim (s.a.v.)'le yıldıza tapanlar arasında geçen olayları ve onları tek olan Allah (c.c.)'a bağlamak için Hz. İbrahim (a.s.)'in nasıl çalıştığını anlatıyor. Hz. İbrahim (a.s.) onlarla konuşurken, onların seviyelerine indi ve onların anlayabilecekleri şekilde konuştu. Parlayan bir yıldıza- bu yıldız Venüs veya Jüpiter olabilir- baktıktan sonra dedi ki: "Söylediğiniz gibi bu benim Rabbİmdir." Ancak bir müddet sonra bu yıldız battı. Sonra Ay'a bakarak şöyle dedi: "Sizin iddia ettiğiniz gibi benim Rabbim budur!" Fakat o da battı. Sonra da Güneş'e bakarak aynı şeyleri tekrarladı: "Sizin iddialarınıza göre benim Rabbim budur, çünkü bu en büyükleridir." Ancak Güneş de battı ve evren karanlığa büründü...

Şüphesiz ki İlâh, sahibi olduğu evreni unutmaz. Şayet unutur ve giderse, ondan sonra kim idare edebilir ki? Uzayda bizimle birlikte hareket eden dünyanın Rabbi

En'am Sûresi • 119

Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri

olan Allah (c.c), çok kısa bir müddet onu unutsa, yeryüzünün dörtte üçünü kaplayan sular, yeryüzünün topraklarını içine alır ve orada hiçbir canlı kalmaz.

Varlığın kontrolü, yüce Kudret'in elindedir. Bu kontrol birazcık gevşese, tüm evren helak olur. Bununda ötesinde, her şey salt yokluğun karanlıklarında yok olur gider!! "Şüphesiz Allah gökleri ve yeri, düzenleri bozulmasın diye tutuyor. Onların nizamı eğer bir bozulursa, kendisinden başka hiç kimse onları tutamaz." fFâtır, 35/41) Gerçek ilah olan Allah hakkında, O (c.c.)'nun geçici olduğu veya bir an ya da birkaç dakika gözden kaybolup meçhule karıştığı, düşünülemez bile. Çünkü O, varlığın sürekliliği, kendisinin varlığına bağlı olan, Kayyûnı' dur. O, her canlının kazandığını bİ-lir. Gökleri, yeri ve her İkisi arasındakileri O düzenler...

Hz. îbrâhîm (a.s.)'in, Allah (c.c.)'ın varlığını ve birliğini anlatırken kullandığı üslûbunu, Kur'ân-ı Kerim, şu sonuçla bitecek şekilde, cahiliyye Araplarına naklediyor:

"Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim." (En'âm, 6/79)

Son Peygamber (s.a.v.)'in de aynı mantıkla hitap ettiği bu müşrikler, dikkat kesilip algıladılar mı? Hayır! Oysa bu mantık, makul ve mutedil bir mantıktı.

Allah (c.c.)'a davet eden kimselerin dereceleri, davetlerini anlatmaktaki yetenekleri ve insanların onlara tabi olmaları çerçevesinde, farklılık arz eder. İşte bu sebeple şanı yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor;

"İşte bu, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delillerimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki senin Rabbin, hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir." (En'âm, 6/83)

İslâm dininin kökleri, tarihin derinliklerine kadar uzanır. Hz. Muhammed (s.a.v.) vasıtasıyla gönderilen bu din, orta çağlarda zuhur eden, yeni bir fikir ve düşünce değildir. Aksine O, doğru bir bilgiyle bilmemiz ve emrettiği şeyleri işitip itaat etmemiz gereken, tüm peygamberler (a.s.)in tek bir ilah etrafındaki fikir ve düşünceleridir.

Kur'ân-ı Kerim, tüm peygamberlerin İsimlerini sevinçle aktarıyor ve bunların temiz ailelerinin, sadece hakikat çerçevesinde hareket ettiklerini belirtiyor.

Allah (c.c), hak ve gerçektir. O (c.c), bir'dir; Öyleyse kendimizi O (cc.)'na teslim etmemiz gerekir. Hz. İbrahim (a.s.)'den önce de Hz. Nûh (a.s.) şöyle sesleniyordu; "... Ve bana Müslümanlardan olmam emredildi." (Yûnus, 10/72)

Bu sûre de Yüce Allah (c.c), Hz. İbrâhîm (a.s.) Halilullah'ın, kendisini insanlara anlatırkenki mücâdelesini anlatıyor. Sonra da Hz. İbrahim (a.s.)'le birlikte, Allah (c.c.)'a davet eden ondokuz peygamberin isimlerini zikrediyor.

120 • En'am Sûresi

Muhammed Gazalî

"Onların babalarından, çocuklarından, kardeşlerinden bazılarına da (üstün meziyetler) verdik. Onları seçkin kıldık ve doğru yola ilettik. İşte bu, Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini ona iletir. Eğer onlar da Allah'a ortak koşsalar-dı, yapmakla oldukları amelleri elbette boşa giderdi. İşte onlar kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer onlar bunları inkâr ederlerse, şüphesiz yerlerine bunları inkar etmeyecek bir toplum getiririz." (En'âm/87-89)

Allah (c.c.) va'dini yerine getirmiştir. Çünkü Mekke'deki inkarcı toplumun nesli tükenmiş ve kısa süren bir mücadelen sonra, diğer Araplar bunların şerrinden emin olmuşlardır.

İslâm'ın geçmişe uzanması ve kendinden önceki risâletleri seslendirmesini onaylamak için Yüce Allah (c.c.) Elçisi(s.a.v.)'ne şöyle sesleniyor:

"İşte o peygamberler, Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De ki: 'Ben buna karşılık bir ücret istemiyorum. Bu Kur'ân alemler için ancak bir öğüttür.' " (En'âm, 6/90)

Hz. Muhammed (s.a.v.)'e tâbi olanlar, Hz. Nûh (a.s.), Hz. İbrâhîm (a.s.), Hz. İsâ (a.s.) ve Hz. Mûsâ (a.s.)'nın gerçek vârisleridir. Zira bunlar gerçek ve sahih vahyi taşımaktadırlar, şirk ve günahla da savaşmaktadırlar. Ve yine bunlar insanları tevhide, âlemlerin Rabbine teslim olmaya çağıran ve kendileri de bu yol üzere olan kimselerdir.

Geçmiş dönemdeki ve şimdiki küfür, daima Allah (c.c.)'ı bilmemek ve O (c.c.)'nun emirlerine karşı çıkmak, olmuştur.

Geçmişteki ve şimdiki din ve dindarlık ise, daima Allah (c.c.)'ı güzel bir şekilde tanımak ve O (c.c.)'nun emirlerine itaatte samimi olmaktır. İşte şu anda bu görevi, sadece biz Müslümanlar yerine getirmekteyiz.

Bu dünyada, Allah (c.c.)'ın vahiy göndermesini inkâr eden kimseler vardır. Oysa Allah (c.c.)'m varlığını inkâr eden kimselerin yanında bu, çok da şaşılacak bir şey değildir.

Geçmişte putperestler böyle yaptı, şimdi de materyalist ve seküler düşünceye sahip değişik toplumlardan İnsanlar aynı şeyi yapıyorlar. Ya Allah (c.c.)'ı inkâr ediyorlar, ya da O (c.c.)'nun vahyini.

Âlemlerin Rabbİ, kullarının yolunu aydınlatacak bir hidâyet indirmeksizin ya da onları alıp hayır ve iyiliklere taşıyacak bir peygamber göndermeksizin, onları şaşkınlık içinde bırakmaktan daha cömerttir.

"(Yahudiler) Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü; Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi, dediler." (En'âm, 6/91)

En'am Sûresi «121

Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri

Kur'ân'ın onlara güzel cevabı, şu soruyu sormak oluyor:

"De ki: Öyle ise Musa'nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği kitabı kim indirdi?" (En'âm, 6/91)

Dikkat ederseniz, Kur'ân'ın gerçek sahibi olan Allah (c.c.) burada kendisini hatırlatmıyor, aksine Hz. Mûsâ (a.s.)'ya verilen kitabı ve onun içindeki nur ve hidâyeti hatırlatıyor. Ne kadar da ilginç! Biraz önce de açıkladığımız gibi İslâm, bütün peygamberlere ve kitaplara iman demektir.

Bu vahiy, dünyanın başlangıcından sonuna kadar, Hakikat'i temsil etmektedir. Kendilerine indirilen vahye iyi davranmadıkları için Ehl-i Kitap kınanmıştır. Zira onlar, vahyin bir kısmını kaybettiler, bir kısmını gizlediler ve bir kısmına da isyan ettiler. Bundan sonra da, insanları Allah (c.c.)'ın yolundan ayırmak ve son Peygamber (s.a.v.)'le, kin ve nefretle savaşmak için yaşadılar.

Tevrat'ı sayfalara yazdılar ve fakat ondan bir kısmını gösterdiler, çoğunu da gizlediler. Bizde yaygın olan kıraate göre Yüce Allah (c.c.) Yahudilere şöyle seslenmektedir:

"Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz" (En'âm, 6/91)

Diğer kıraatlere göre ise, Yüce Allah (c.c.) onlardan üçüncü çoğul şahıs zamiriy-le bahsetmektedir. "...Bir kısmını açıklıyor, çoğunu da gizliyorlardı." Sonuçta hangi kıraatle olursa olsun, âyette kastedilen Yahudilerdir.

"Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur'ân'da) size öğretilmiştir." (En'âm, 6/91)

cümlesi ise sadece Araplar içindir. Allah (c.c), Arapları vasat bir ümmet olmaları için seçmiştir. Acaba Araplar bu nimeti yeterince takdir edebilmiş ve onun seviyesine çıkabilmişler midir?

Allah (c.c.)'a nispet edilen kitaplar, okuyucuların elinde mevcuttur; bunları okuyabilir ve içerdikleri konulan iyice araştırabilirler. Ben, insanların bu kitaplara, akıllarını kullanarak bakmalarını isterim. Çünkü aklı devre dışı bırakarak yapılan hiçbir işte hayır yoktur ve bu şekilde verilen kararında hiçbir değeri olamaz.

"Eğer akıllar olmasaydı en değersiz hayvan bile, Şeref ve üstünlüğe insandan daha yakın olurdu!"

Ben aklımla, bu evrenin bir yaratıcısı ve işlerini düzenleyicisinin olduğunu idrak edebilmekteyim. Bu yaratıcı ve düzenleyici gücün, iki veya üç değil, tek olduğuna ke-

122 ¦ En'am Sûresi

Muhammed Gazali

sinlikle inanmaktayım. O (c.c.)'nun iyilik ve adaleti emrettiğini, zulüm ve günahtan da nehyettiğini öğreniyorum. Sonuçta tüm bunları yapan "Yaratıcı Güç"ün, bu hayatlarından sonra insanları, bu dünyada yaşadıkları yol üzere hesaba çekmek için, geri döndüreceğini anlayabiliyorum.

Hangi ilâhî kitap, bu hakikatlere daha iyi hizmet etmekte ve onları yüceltmektedir? Allah (c.c.)'ın birliği ve O (c.c.)'na kavuşmanın kaçınılmazlığı hususunda hangi ilâhî kitabın sesi daha gür ve daha gerçekçi çıkmaktadır? Bunlardan hangisi, nefisleri temizleme ve kötülüklerden alıkoyma hususunda daha güçlüdür?

Verdikleri kararda adaletli olmaları için, bu hususta insanlara Kur'ân'ın şu ifâdelerini hatırlatalım;

"Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken 'Bana da vahyolundu' diyenden ve 'Ben de Allah'ın İndirdiği âyetlerin benzerini indireceğim' diyenden daha zalim kim vardır!" (En'âm, 6/93)

Bu peşpeşe gelen sorulardan sonra Kur'ân, hayattan ayrılmalarından itibaren başlayarak en son hesabın görüleceği zamana kadarki zalimlerin cezalarını açıklamaktadır.

"O zâlimler, Ölümün (boğucu) dalgalan içinde, melekler de ellerini uzatmış, onlara; 'Haydi canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun hidayetine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız.!' derken onların halini bir görsen!" (En'âm, 6/93)

Bu Allah (c.c.)'a karşı söylenmiş yalan bir söz olabilir mi? Bu uydurulmuş bir vahiy olabilir mi? Yüzler buna bizzat tanık olmadı mı?

Kalpleri kilitli olan kimseler için hazırlanmış bu can yakıcı ve sıkıntı verici azabı hatırlattıktan sonra Kur'ân, ilahî övgü ve senaları, adetâ sonuç bildirgeleri tarzında açıklamaya başlamaktadır. Bitkilerin fışkırıp çıkmakta olduğu ve tarlaları yeşilliklerin kapladığı şu yeryüzünü görmüyor musunuz? Koruyucu kabukları altında fışkıran hurma tomurcuklarının oluştuğu, hurma ağaçlarına bakmıyor musunuz? Hububatı başaklarla dolduran ve hurma ağaçlarının tepelerindeki üst üste istif edilmiş hurma tomurcuklarını koyan kimdir acaba?

"Şüphesiz Allah, lohumu ve çekirdeği çatlatandır; ölüden diriyi çıkaran ve diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur. O halde nasıl (haktan) dönersiniz!" (En'âm, 6/95)

Bunların hepsi yeryüzünde olduğu gibi, uçsuz bucaksız gökyüzünde de olmaktadır:

En'am Süresi • 123

Kur'ân-] Kerînı'iiı Konulu Tefsiri

"O, sabahı aydınlatandır. O, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu, azîz olan (ve her şeyi) çok iyi bilen Allah'ın takdiridir." (En'âm, 6/96)

Kevnî âyetleri anlatan ve onlardan yüce Allah (c.c.)'ın büyüklüğüne ve eşsiz yaratıcılığına ait deliller çıkaran Kur'ân âyetleri, sûrenin akışı içerisinde devam etmektedir. Bu kevnî âyetler, yüceltilmeye ve ibâdet edilmeye lâyık tek zâtın Allah (c.c.) olduğunu bildirmektedirler. Akıl sahibi olanlar bunu anlar, ama aklını yitirenler avare avare dolaşırlar.

"(Doğrusu) size Rabbİniz tarafından idrak kabiliyeti (Basiretler) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim." (En'âm, 6/104)

Bu aydınlatıcı açıklamalardan sonra, hissî mucize heveslileri ne istiyorlar ki?

Tarih boyunca peygamberlerin bütün çabaları, akılla idrâk edebilen bu imana, davet etmek olmuştur. İşte bu sebeple son peygamberin dilinden şöyle söz geliyor:

"(De ki): Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitab'ı açık olarak indiren O'dur." (En'âm, 6/114)

Ehl-i Kitap'tan ilimde ileri giden (râsihûn) kimseler, Kur'ân'ın yüceliğini ve onu getiren Peygamber (s.a.v.)'in doğruluğunu çok iyi biliyorlardı.

"Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'ân'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma!" (En'âm, 6/114)

İslâm ümmetinin kitaplarına sımsıkı sarılması hususunda yüce Allah (c.c.) şöyle diyor:

"Rabbinden sana vahyolunana uy. O'ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden yüz çevir." (En'âm, 6/106)

"Bu (din) Rabbinin dosdoğru yoludur. Biz, öğüt alacak bir kavim için âyetleri ayrıntılı olarak açıkladık." (En'âm, 6/126)

Evrensel mesajın çıktığı şehri de şöyle açıklıyor:

"Bu (Kur'ân), Ümmü'1-Kurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitap'tır. Ahirete inananlar, buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmaya devam ederler." (En'âm, 6/92)

Âd ve Semûd gibi Arap kabilelerinin, Hz. Hûd (a.s.), Hz. Salih (a.s.), Hz. Şuayb (a.s.) ve diğer peygamberlerin asaletlerini reddedip helak olmalarından sonra, son ge-

124 • En'am Sûresi

Muhammed Gazali

len peygamberlikler İsrâiloğulları arasmdandı. Uzun bir süre sonra semavî risâlet, Araplara ikinci defa döndü. İşte bu hususta Allah Teâlâ diyor ki:

"İşte bu (Kur'ân), bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki, size merhamet edilsin." (En'âm, 6/155)

Kur'ân'm nüzulünden sonra, Araplar bu evrensel görevlerini idrâk edebiliyorlar mı acaba? Harcanan beşerî çabalara karşılık ilahî adalet hiçbir artırma ve eksiltme yapmaz:

"Gerçek şu ki: Halkı habersizken, Rabbin haksızlık İle ülkeleri helak edici değildir." (En'âm, 6/131)

İnsanlar kendi fıtratlarıyla savaşsınlar ve kötü işler yapsınlar, sonra da bunun sorumluluğundan kaytarmak için; 'Allah (c.c.) böyle diledi ve böyle yaptı', iddiasında bulunsunlar, işte bu apaçık yalandır.

"Putperestler diyecekler ki: 'Allah dileseydi ne biz ortak koşardık, ne de alalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.' Onlardan öncekiler de aynı şeyi yalanladılar ve sonunda azabımızı tatlılar. De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz." (En'âm, 6/148)

Bundan hemen önce Yüce Allah (c.c.) şöyle bir açıklama yapmaktadır: İman etmeyi kabul eden bir kimsenin kalbini Allah (c.c.) açar ve onun hidâyetini tamamlar. Yok eğer iman etmeyi kabul etmiyorsa, Allah (c.c.) da onun ufkunu daraltır ve olduğu haldeki kötü durumunda bırakır. İşte bu hususa işaret eden âyet, âyet sonunda gelen şu cümlenin anlaşılması için bir anahtar görevi görmektedir;

"İşte Allah (c.c.) böylece İman etmeyenlerin üzerine bir pislik atar." (En'âm, 6/125)

İman etmeyi reddeden bir kimsenin kalbini Allah (c.c), imana açmaz ve onu doğru yola götürmez. Zira Allah (c.c.)'ın kalbini açtığı kimse, davete icabet eden ve kendisini bu icabete hazırlayan kişidir.

Hiçbir şeye İhtiyacı olmayan Yüce Allah (c.c.)'ın şu âyetteki ifâdeyi bu şekilde sunmasının sebebi, insanların İbadet ve kulluk sınırında durmaları içindir;

"Allah kimi doğru yola iletmek isterse, onun kalbini İslâm'a açar; kimi de saptırmak isterse, sanki gökyüzüne çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır." (En'âm, 6/125)

Âyetin kastettiği şey, yüce kudret ve dilemenin, iman ya da inkârın önüne geçmesi değildir. Eğer iddia edildiği gibi böyle olsaydı, hemen devamında şöyle söylemezdi:

En'am Sûresi • 125

Ktır'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri

"İşte Allah (c.c.) böylece iman etmeyenlerin üzerine bir pislik atar." (En'âm, 6/125)

Şüphesiz her insan hesaba çekilecek ve kendisine denilecek ki: "Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter." (İsrâ, 17/14)

İşinde mağlup olan kimseye bu söylenir mi?

İnsanlar, kendilerinden istenen imanla birlikte, Allah (c.c.)'ın helâl ve haram olarak koyduğu şeylere itaat etmekle de yükümlüdürler. Zira iman, boş bir iddia değildir. Bu sûrenin açıklamalarına göre câhiliyye Arapları, Allah (c.c.)'ın, hakkında hiçbir hüküm indirmediği ibâdetler icat ettiler ve kendilerini bağlayıcı yasalar koydular. Sonuçta da vahyi terk edip bid'at ve hurafelere uydular ve batılı savundular. İşte Allah (c.c), böylesi bir çirkinlikten mü'minleri sakındırıyor:

"Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz." (En'âm, 6/121)

"Bilgisizce insanları saptırmak için, Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır! Şüphesiz Allah, o zalimler topluluğunu asla doğru yola iletmez." (En'âm, 6/144)

Birçok çevrede dindar insanların belirli konular üzerinde anlaşıp, iyiliği ve kötülüğü buna göre değerlendirdiklerini, dine dinden olmayan şeyleri kattıklarım ve sonuçta da bu bid'at ve hurafelerine tutunarak, esas sorumlu oldukları hususlarda gevşeklik gösterdiklerini görmekteyiz. İşte Allah (c.c.) böyle kimseler için şöyle buyuruyor:

"De ki: Gelin Rabbinizden size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya İyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar, Allah'ın sîze emrettikleridir. Umulur ki, düşünüp anlarsınız. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece iyi bir tutumla yaklaşın. Ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun ve Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti. Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka yollara) uymayın zira o yollar sizi, Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti." (En'âm, 6/151-153)

Âyetin ifâde ettiği bu tavsiyeleri duyduğu zaman Arap bilginlerinden birisi şöyle demiştir: "Bu tavsiyeler bir din olmasa bile, insanlar için güzel bir ahlak olurdu..."

126 • En'am Süresi

Muhammed Gazali

Kötü ve yanlış dindarlık; gaybî yollara tutunduğunu iddia ederek çirkin yollara dayanır. Yukarıdaki âyette zikredilen on tavsiyeyi düşündüğümüz zaman, onların akla, düşünceye ve takvaya dayandığını görürüz. Bu tavsiyelerde, geçmiş ve günümüzdeki cahiliyye âdet ve ibadetlerinin aldığı tarz olan bid'at, hurafe ve saçmalıklara yer yoktur.

Cahiliyye devrindeki Araplar:

"Bizler ırkların en safı ve Yahudi ve Hıristiyanlardan daha yetenekli kimseleriz, şayet onlara verilen kitabın bir benzeri bizlere de verilseydi, bizim de bîr saygınlığımız oludu" diyorlardı. İşte size de bir kitap geldi ve içinizden bir de peygamber gönderildi, fakat sizin bunlara karşı tutumunuz ne oldu? "Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk, demeyesiniz diye (Kur'ân'ı indirdik.) İşte size de Rabbinizden açık bir delil, hidayet ve rahmet geldi. Allah'ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalim kim vardır! Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden dolayı azabın en kötüsüyle cezalandıracağız." (En'âm, 6/157)

Âyetteki bu tehdit, Arap Baasçılarına, Arap ırkçılarına, vahyi devre dışı bırakan seküler düşünceye sahip kimselere ve İslâm'a mensup olmayı hoş görmeyenlere yöneliktir.

"Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabbinin bazı âyetleri geldiği gün, önceden İnanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz bizde beklemekteyiz!" (En'âm, 6/158)

Herhalde bunlar, ancak başlarına büyük bir belâ geldiğinde ayıkacaklar.

Bir hadis-i şerifte ifâde edildiğine göre, kıyametin kopmasına yakın yıldız kayması olacak ve Güneş batıdan doğacak. İşte o zaman, eğer önceden iman edip mü'-min olarak iyilik yapmadıysa, onun o anki İmam hiçbir fayda vermeyecektir. Boğulma, sekerât-ı mevt ve ansızın gelen bir felaket anında yapılan iman, asla fayda vermez. Acaba Araplar, başlarına bu belâlar gelmeden önce, Allah (c.c.)'ın kendileri için koyduğu ve onlar sayesinde üstün kıldığı hayat tarzına geri dönecekler mi?

Araplar, sanki ayrılma ve parçalanma sevdalısı insanlar haline geldiler. Hatta, cemaatle namaz kılarken imamın arkasındaki cemaat, Fâtihâ'mn sonundaki "Âmin" sözünün, açıktan mı yoksa gizli mi söyleneceği hususunda ihtilaf etseler, her iki muhalif taraf da birer grup oluşturuyor ve diğer gruplarla tartışmaya ve onların kanlarının dökülmesini mubah görmeye başlıyor. Aslında bu tür ihtilaf ve ayrılıklar, kalpleri ifsat eden gizli arzuların üzerini örten bir örtüdür:

En'am Sûresi ¦ 127

Kur'ân-ı Kerîm 'in Konulu Tefsiri

"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların İşi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarım bildirecektir." (En'âm, 6/159)

Sûrenin sonunda, din birliği, ibadette samimiyet, tevhidin arındırılması ve cezaların adaletine işaret eden üç telkin gelmektedir. Bu telkinler, sûre boyunca tekrarlanması emredilen kırkdört telkini tamamlayıcı mahiyettedir;

"De ki: Benim Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti..." (En'âm, 6/161)

"De ki: Şüphesiz benim namazım, ibâdetim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir..." (En'âm, 6/162)

"De ki: Aİlah her şeyin Rabbi iken, ben O'ndan başka Rab mı arayacağım?..." (En'âm, 6/164)

Önceki âyetlerde ifâde edilen hususları tamamlayıcı mahiyette olan bu âyetler, kendisini Allah (c.c.)'a, dâvetine ve insanlara öğüt vermeye adayan insanın hayatına işaret ediyor. Zira bu insan, kendisinden önce hiçbir kimsenin ulaşamadığı en yüksek noktaya, zirveye ulaştı. İşte bu İnsan Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v.)'dir.

Bu sûredeki en son mesaj, başından sonuna kadar dünya hayatının doğasını açıklamaktadır. Bu ise sürekli ve korkunç bir imtihandır. Kişi, insanlardan tanıdığı herkes vesilesi ile imtihan edilir ve yine etrafında olup biten tüm iyilik ve kötülükler sebebiyle de imtihana çekilir. İmtihanların sonuçları da orada, âhiret yurdunda açıklanır. Zira burada hayat kalıcı değil, geçicidir.

Bu dünyadaki gidişatın gerçeği orada, son durakta açığa çıkar:

"Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi desteklemek için kiminizi kiminizden üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve O, çok bağışlayan ve merhamet edendir." (En'âm, 6/165)

128 • En'am Sûresi

 

Free Web Hosting