ENBİYÂ SÛRESİ

Enbiyâ Sûresi, Mekke döneminde nazil olan son sûrelerden birisidir. Enbi-yâ=Elçiler Sûresi diye isimlendirilmesinin sebebi, her ne kadar Hz. İbra­him'den fazlaca bahsetmekteyse de, sûre onaltı peygamberin isimlerini ve kı­sa hayat hikâyelerini kapsadığı içindir.

Bu sûre de peygamberlerin erkek cinsinden olduğuna İşaret eden âyet vardır. Çünkü erkekler, ağır yükleri taşıma ve güçlü olan küfürle yapılan mücâdelede, kadın­lara oranla daha elverişlidirler.

"Biz, senden Önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden/erkeklerden baş­kasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız bilenlerden soru­nuz." (Enbiyâ, 21/7)

Bazı âlimler, Hz. İsâ (a.s.)'nın annesi Meryem ve Hz. Mûsâ (a.s.)'nın annesini de nebiler arasında saymaktadırlar; her ne kadar bir risâlet sahibi olmasalar da..

Sûrenin girişi, Mekke müşriklerinin boğazlarına kadar sapıklığa battıklarını ve kendilerini dünyaya tapınmaya verdiklerini bildirmektedir. Müşrikler, Allah'ı belli belirsiz ve çok az tanımalarıma karşılık, O (c.c.)'nun ortağı olduğunu iddia ettikleri putları hakkında çok fazla şey biliyorlardı. Yine müşrikler, öldükten sonra tekrar di­rilmeyi ve hesaba çekilmeyi inkâr edip sadece bugünleri için yaşıyorlardı. İşte sûre, bu durumu, yüce Allah'ın şu sözüyle gözler önüne sermektedir:

"İnsanların hesaba çekilecekleri gün yaklaştı. Hâl böyle iken onlar, hâlâ gaflet içinde yüz çeviriyorlar. Rablerinden kendilerine yeni bir ihtar gelse, onlar bu­nu, hep alaya alarak ve kalpleri oyun ve eğlenceye dalarak dinlemişlerdir..." (Enbiyâ, 21/1-3)

Kur'ân bu sûrede, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlere, sayısız delillerle ce­vap vermektedir. İşte bunlardan birisi de şu âyettir:

"Biz, gökyüzünü, yeryüzünü ve bu ikisi arasındakileri, eğlence olsun diye ya-

Enbiyâ Sûresi -311

Kur'ân-ı      Kerîm   'in      Konulu     Tefsiri

ratmadık." (Enbiyâ, 21/16.)

Yani yaptıklarımız ve yapmadıklarımız İçin hassas ve tam bir sorgulama olması gerekir. El-Maarrî'nin şu mısraları ne kadar da güzeldir:

"İnsanlar, Ölümden sonraki hayat için yaratıldılar, Oysa bazı insanlar, yok olacaklarını zannediyor. Gerçekte insanlar çalışma yurdundan, Kader ve Kemâl yurduna doğru yol alıyor,,.!"

Kur'ân-ı Kerim, Öldükten sonra tekrar dirilmenin mümkün olduğuna dair apaçık bir delil getiriyor. Bu delil şudur; Bu evreni ilk olarak hiç yoktan yaratan, onu yok et­meye ve ikinci bir defa daha yaratmaya kadirdir.

"İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden ayır­dığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi?..." (En­biyâ, 21/30)

İlim adamlarının büyük bir kısmı, bulut teorisini kabul etmektedirler. Bu teoriye göre, Önceleri yıldızlar bir tek kütle halindeydiler, daha sonra -Allah'ın dilemesi ve yapmasıyla- şu andaki görünen şekline ayrıldılar ve her yıldız kendi yörüngesine

oturdu.

Yeryüzünün çekirdek tabakasının lav halinde, üzerinde yaşamış olduğumuz dış yüzeyinin de, -ki bu dış yüzey kor halindeki lavların çevresindedir- her şeyin kendi­siyle hayat bulduğu, ekinlerin ve çiçeklerin yetiştiği su ile kaplı olması çok ilginçtir. İşte bu yüce kudret ne kadar çok acayiptir!

"Onları sarsmasın diye yeryüzünde bir takım dağlar diktik ve hedeflerine ulaş­sınlar diye, orada geniş geniş yollar açtık." (Enbiyâ, 21/31 )

Fakat tüm bunlara rağmen, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmek, bütün İnsanlar arasında yaygındır.

Yaşadığımız bu çağda insanlar, dünya hayatının zevkleri içinde adetâ sarhoş gi­bidirler. Hâlâ bu sarhoşluktan ayılmıyor ve kıyamet günü hakkında tek bir söz bile dinlemeye tahammül edemiyorlar, hatta belki de onunla alay ediyorlar:

"Diyorlar ki: Eğer doğru söylüyorsanız, ne zaman gerçekleşecek bu tehdit? Keşke inkâr edenler, yüzlerinden ve sırtlarından saran ateşi sayamayacakları ve kendilerine yardım dahi edilmeyeceği zamanı, bir bilselerdi! Bilakis kıyamet öyle ansızın gelir ki, şaşırır kalırlar. Arlık, onu ne reddedebilirler ve ne de ken­dilerine mühlet verilir." (Enbiyâ, 21/38-40)

Sonra yüce Allah, âhiretteki hesabın, ne az ne de fazla, çok hassas, titiz ve dakik olacağını bildirmektedir:

312' Enbiyâ Sûresi

Mulıammed     Gazali

"Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Yapılan iş, bir hardal tanesi kadar bile olsa, onu adalet tera­zisine getiririz. Hesap gören olarak sadece biz yeleriz." (Enbiyâ, 21/47)

Müşrikler öldükten sonra tekrar dirilmeyi imkânsız görmelerine bir de, Hz. Pey-gamber'i yalanlamayı, onu cinlenmiş olmakla itham etmeyi ve ona iftira atmayı da ekliyorlar:

"O zâlimler şöyle fjsjldaştılar: Bu (Muhammed), sizin gibi bir beşer olmaktan başka nedir ki? Siz şimdi gözünüz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz?" (En­biyâ, 21/3)

Aslında bu sözün arka planında, Allah'ın yüce yetenek ve özelliklerle diğer in­sanlara üstün kıldığı her kimseyi, insanların çekemediği gerçeği yatmaktadır.

Kendilerinden istifâde edilebilmesi ve başkalarına rehber olabilmeleri için pey­gamberlerin, bizimle ilişki kurup anlaşabilen, sevinç ve üzüntülerimizi hissedebilen, içgüdüleriyle ve bedenleriyle imtihan ve mücâdele içinde olan birer beşer olmaları gerekir. Yoksa insanoğlu, eşi ve çocukları asla olmayan, gülünecek ve ağlanacak bir şeye asla maruz kalmayan ve gökten indirilmiş bir melekten, manevî temizlenmeyi ve yücelmeyi nasıl öğrenebilir ki?

Müşrikler, kendilerinin İman etmesi için, maddî bir mucize istediler ve dediler ki:

"Hayır, bunlar saçma sapan rüyalardır; bilakis onu kendisi uydurmuştur, belki de O, şâirdir. Eğer öyle değilse, bize hemen, öncekilere gönderilenin benzeri bîr âyet/mucize gelirsin. Bunlardan önce helak ettiğimiz hiçbir şehir/ülke İman et­memişti. Şimdi bunlar mı iman edecekler?" (Enbiyâ, 21/5-6)

Her türlü mucize gelse de onlar asla iman etmeyecekler, tıpkı başka bir sûrede ifade edildiği gibi; "Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı doğru çıksalar, yine de, 'Gözlerimiz hoyandı, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır' derler." (Hicr, 15/14-15) Evet, onların inatları, helak oluncaya kadar sürecektir.

Yüce Allah, Arapların bu dünyadaki konumlarını yükseltmek ve onları koyun ço­banlığından çıkarıp insan topluluklarını (ümmetleri) yönetecek bir risâlet sahibi yap­mak için, kendi içlerinden Hz. Muhammed (s.a.v.)'i seçtiğini şu şekilde hatırlatmak­tadır:

"Andolsun ki! Size, içinde sizin de anıldığınız bir Kitap indirdik. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?" (Enbiyâ, 21/10)

Ama buna rağmen Araplar İslâm'a, büyük bir çaba sonucunda ve pek çok sıkın­tıya katlanarak girmişlerdir. İslâm'ı tam olarak benimseyip mutmain olduktan sonra ise, canlarını ve mallarını bu din uğruna feda etmişler ve dünyanın her tarafına onu

götürmüşlerdir.

Enbiya Sûresi-313

Kur'ân-ı      Kerîm'in      Konulu     Tefsiri

Tevhid inancı, kendisiyle hayat buldukları ve onun için insanlarla mücâdele ettik­leri bir temeldi. Buna karşılık örneğin dünyanın her tarafındaki Hıristiyanlar, Hz. İsâ (a.s.) ve Hz. Cebrail (a.s.)'İ ilâh edinmekte ve teslis inancı, hâlâ günümüze kadar on­ların bir şiarı olmaya devam etmektedir.

Kur'ân ise, bu tür şüphe ve endişeleri reddetmekte ve Hz. İsâ (a.s.) ile Hz. Ceb­rail (a.s.)'in yüce ve seçilmiş kullar olduğunu açıklamaktadır:

"...Melekler, lütuf ve İhsana mazhar olmuş kullardır. O'ndan emir almadan ön­ce konuşmazlar. Onlar sadece O'nun emri ile hareket ederler. Allah, onların yaptıklarını da yapacaklarını da bilir. Onlar, Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler ve onlar Allah korkusundan titrerler. Onlardan her kim; "Tanrı O değil, benim" derse, biz onu cehennemde cezalandırırız. İşte biz zâlimlere böyle ceza veririz!" (Enbiyâ, 21/26-29)

Bu tehdidin kimlere yapıldığı gayet açıktır. Düşünün bir kere, nasıl bir tanrıdır ki bu, böylesine cehenneme atılmakla tehdit edilmesine rağmen, teslim oluyor ve sakin sakin duruyor? Şayet tanrı olduğu iddia edilen bir zâtta ulûhiyyet vasfı olsaydı, ilah-lığını ispat edecek kerametini hemen devreye sokardı ve gökyüzünde kargaşa yaratır­dı. Ancak hiçbir zaman için böyle bir şey olmadı ve bu evrenin düzeni, ilk yaratıldı­ğı günden itibaren olduğu gibi devam etti.

Niçin? Çünkü yer ve göklerdeki son sözün sahibi tektir; O (c.c.)'nun dilediği olur, dilemediği ise olmaz. O (c.c.)'nun dışındaki her şey, O (c.c.)'nun yüceliği ve azameti Önünde başını eğer ve ağzından O (c.c.)'na aykırı tek bir kelime dahi çıkmaz.

"Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi O'nundur. O'nun huzurunda bulunurlar ve O'na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar. Onlar, bıkıp-usanmaksı-zın, gece-gündüz Allah'ı teşbih ederler. Yoksa o müşrikler, yeryüzünden bir ta­kım tanrılar edindiler de, ölüleri onlar mı diriltecekler? Eğer yerde ve gökte Al-lah'lan başka tanrılar bulunsaydı, yerlerin ve göklerin düzeni kesinlikle bozu­lurdu. Demek ki, Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir." (Enbiyâ, 21/19-22)

Bütün peygamberler, insanları Allah'ın birliğine çağıran dâvetçilerdir ve bunda da garipsenecek bir şey yoktur, zira onlar Allah (c.c.) katından gönderilmişlerdir. "Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona:

"Benden başka ilah yoktur; şu halde bana kulluk edin, diye vahyetmiş olmaya­lım." (Enbiyâ, 21/25)

Eğer Allah'tan başka bir tanrı varsa, tüm bunlara rağmen, niçin hâlâ konuşma­makta ve susmayı tercih etmektedir? O âciz midir ki, kendisinden haber verecek bi­risini göndermemektedir? Gerçek şu ki, Allah (c.c.)'tan başka hiçbir tanrı yoktur ve

314 • Enbiyâ Sûresi

Muhammed    Gazali

O (c.c.)'ndan başka ilâhlar olduğunu iddia edenler de, sadece boş şeylerin peşinden gitmektedirler.

Sûre, peygamberleri anlatırken hem zamansal olarak bir sıra izlememiş hem de mekânsal olarak bir sınırlama yapmamıştır. Hz. İbrâhîm (a.s.)'in soyundan olmaları­na rağmen öncelikle Hz. Mûsâ (a.s.) ve Hz. Hârûn (a.s.)'u anlatmaya başlamış, ardın­dan da Hz. İbrâhîm (a.s.)'i anlatmıştır. Meryem Sûresİ'nde ise, buradakinin aksine, öncelikle Hz. İbrâhîm (a.s.) anlatılmaya başlanmıştır. Bunun sebebi ise, Hz. Mûsâ (a.s.)'nın kitabı Tevrat'ın daha yaygın ve daha uzun süre muhafaza edilmiş olmasın­dandır. Bu nedenle Kur'ân-ı Kerim'Ie ilgili konuşmaya bir giriş olması için, Tevrat'a bir gönderme vardır.

"İşte bu Kur'ân da, bizim indirdiğimiz hayırlı ve faydalı bir öğüttür.. Şimdi siz onu inkâr mı ediyorsunuz?" (Enbiyâ, 2J/50)

Hz. İbrâhîm (a.s.)'le ilgili anlatımlar bizlere, onun sağlam ve güçlü bir mü'min olduğu gençlik yıllarını hatırlatıyor. O'nun daha gençlik yıliarındayken putları kırma­sı ve onları yok etmekle tehdit etmesi, yaygın olarak biliniyordu:

"...Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrâhîm denil irmiş..." (Enbiyâ, 21/60)

Hz. İbrâhîm (a.s.) bütün küçük putları kırdıktan sonra, kendisine yöneltilecek suçlamaları boşa çıkarmak ve bu putların şaşkın kölelerine şunu söylemek İçin, bü­yük putu kırmadı ve baltayı da onun boynuna astı:

"Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Haydi onlara sorun; şayet konuşabilî-yorlarsa!" (Enbiyâ, 21/63)

Hz. İbrâhîm (a.s.) bu tavrıyla, açıkça müşrikleri kınamakta ve o putlara tapınma­ları sebebiyle onlarla dalga geçmektedir.

Hz. İbrâhîm (a.s.)'den sonra Hz. Lût (a.s.) anlatılmaktadır. Hz. Lût (a.s.), akra­balık olarak Hz. İbrâhîm (a.s.)'in yeğeni, kötü yoldaki fâsık ve günahkârlarla mücâ­dele hususunda da onun ortağıdır.

"Bİz, O'nu ve Lût'u kurtararak, içinde bütün insanlara bereketler sunduğumuz ülkeye ulaştırdık. O'na (İbrahim'e), İshâk'ı ve fazladan bir lütuf olmak üzere­de Yâkub'u bahşettik ve her birini sâlih insanlar yaptık." (Enbiyâ, 21/71-72)

Sonra söz dönüp dolaşıp Hz. Nûh (a.s.)'a, ardından da İsrâiloğullari'nın peygam­berlerinden olan Hz. Dâvud (a.s.) ve Hz. Süleyman (a.s.)'a gelmektedir. Kur'ân-ı Ke­rim, bu son iki peygamberin tek bir mesele hakkında verdikleri hüküm sebebiyle bir­birlerine muhalefet ettiklerini aktarmaktadır:

"Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman'a biz bildirmiştik. Biz onların her birine

Enbiyâ Sûresi -315

Kur'ân-ı      Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik...." (Enbiyâ, 21/79)

İbâdet ve muamelâtın fer'î meselelerindeki fikir ayrılığı doğaldır. Zira bu ihtila­fın gerisinde saygın bir ictihad olduğu sürece, doğru veya yanlış, her iki durumda da o kişi sevap kazanır. Fakat müslümanların büyük bir ekseriyeti, bu türden ihtilafları birer ayrılık ve düşmanlık vesilesi olarak algılıyorlar. İşte bu durum benim bildiğim Kur'ân'ın üslubuyla taban tabana zıttır.

Sûre Hz. Eyyûb (a.s.)'u şu şekilde anlatmaktadır: "O, önceleri sağlıklı, mal-mülk ve çocuk sahibi bir kimse idi. Daha sonra bunların hepsi yok oldu ve durumu kötü­leşti. Buna rağmen O, bu durumundan dolayı sadece Allah (c.c.)'tan yardım diledi ve sadece O'na sığındı;

"Eyyûb'u da an. Hani Rabbine: 'Başıma bu dert geldi. Sen merhametlilerin er merhametlisisin', diye dua etmişti. Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmel ve kulluk edenler için bîr hâtıra olmak üzere onun duasını kabul ettik. Kendi­sinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlar­la birlikte bir mislini daha verdik." (Enbiyâ, 21/83-84)

Aynı şekilde, Hz. İsmâîl (a.s.), Hz. İdris (a.s.), Hz. Zülkifl (a.s.), Hz. Yûnus (a.s.). Hz. Zekerİyyâ (a.s.) ve Hz. Yahya (a.s.) da sıkıntı çektiler ve imtihan edildiler. Bun­ların hepsi de nereye sığındılar ve kimden yardım dilediler dersiniz acaba? Şüphesiz ki, bir tek olan Allah (c.c.)'a sığındılar ve yalnızca O (c.c.)'ndan yardım dilediler, Kendisine zorluk ve sıkıntı dokunan birisinin, kulların kapısını çalıp onlardan yardırr istemesinden daha kötü ve daha ahmakça bir şey göremiyorum. Zira ihtiyaç sahibi. başka bir ihtiyaç sahibine yada zayıf ve güçsüz biri, başka bir zayıf ve güçsüze, nasıl yardım edebilir ki?

İmtihan, hayatın bir gerçeğidir. İnsanlar sadece imtihan için yaratılmıştır; şâyel insanoğlu, ihtiyacı olan şeylerle İmtihan edildiğinde, sabreder ve Allah (c.c.)'a sığı­nırsa, Allah (c.c.) da ona, hemen genişliğe ve huzura kavuşabileceği bir hayat bahşe­der.

Peygamberlerin imtihana tâbi tutulması, onların âhiretteki derecelerini yükselt­mek ve ümmetlerine imtihanda nasıl davranmaları gerektiğini bizzat öğretmek için­dir. İsterseniz Hz. Yûnus (a.s.)'un hikâyesini birlikte dinleyelim:

"Zünnûn'u da (Yûnus'u da zikret). O, öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim ken­disini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: 'Sen­den başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zâlimlerden oldum!' diye dua etti. Bunun üzerine onun duasını kabul ettik ve onu kederder kurtardık. İşte biz mü'minleri böyle kurtarırız." (Enbiyâ, 21/87-88)

Bu hayat hikâyelerinden bizim çıkaracağımız dersler olsun ve tek olan Allalı

316 ¦ Enbiyâ Sûresi

Muhammed     Gazalî

(c.c.)'a bağlanmayı öğrenelim.

Bildiğimiz peygamberlerin büyük bir çoğunluğu, en önemli eski medeniyetlerin kurulduğu bölgeler olan Akdeniz'in doğusunda ve güneyinde yaşamışlardır. Tüm peygamberleri, müdürü Muhammed b. Abdullah ve öğrencileri de bütün insanlar olan bir okulun Öğretmenleri olarak nitelemek mümkündür. Zira bütün peygamberlerin öğ­retilerinin bir özeti, Kur'ân-ı Kerim'de mevcuttur.

Bu peygamberlerden söz edilmeden önce, âhiret gününden bahsedildiği görül­mektedir.

"Bİz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye , hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bîr hardal tanesi kadar dahi olsa, onu getiririz. Hesap gören olarak biz yeleriz." (Enbiyâ, 21/47)

Aynı şekilde, peygamberlerden söz edildikten hemen sonra da âhiretten bahse­dilmektedir:

"İnsanlar kendi aralarında İşlerinin birliğini bozdular. Halbuki hepsi de bize dö­neceklerdir." (Enbiyâ, 21/93)

İşte bu durum elçilerin müntesİplerinin iyilik ve takva da yardımlaşmalarına dik­kat çekmektedir. Ancak ne var ki, vâkiâ bunun tam tersi olmuştur. Mesela Yahudiler, iki bin yıl boyunca Meryem'in oğlu İsa (a.s.)'yı yalanlamayı sürdürdüler. Hz. Mu­hammed (s.a.v.) peygamber olarak gönderildiğinde de Hıristiyanlar yalanladılar ve onun risâletine karşı savaşta ve ümmetine düşmanlıkta Yahudilerle yardımlaştılar.

Öyle görünüyor ki, resullerin tabileri arasındaki bu parçalanmışlık, hiçbir zaman semavî risâlet taşımayan ve dünyayı yakıp yıkarak önüne çıkan herkesi ezip geçen barbar grubun, dünyanın doğusundan zuhur etmesine kadar sürecektir:

"Nihayet Ye'cûc ve Me'cûc'ün önleri açılıp da her tepeden akın ettikleri zaman ve gerçek vaad yaklaşınca, birden inkâr edenlerin gözleri donakalır! 'Yazıklar olsun bize! Gerçeklen biz bu durumdan habersizmişiz; hatla biz zâlim kimse-

lermişiz', derler." (Enbiyâ, 21/96-97)

Öyle zannediyorum ki, bu barbar grup Çin ve genel olarak Doğu Asya'dan çıka­caktır. Bazı müfessirler diyorlar ki; bunlar Bağdat'taki İslâm devletini yıkan ve yak­laşık yedi asır boyunca halkları küçümseyen ve hakir gören Moğol ve Tatarlar'dır. Bu, doğru değildir, çünkü âyetin bağlamına göre, Ye'cûc ve Me'cûc, kıyametin kop­masına yakın ortaya çıkacak olan "büyük ftinerlerden birisidir ve kıyametin alâmet­lerinden olan bu Ye'cûc ve Me'cûc'ün ortaya çıkması da çok yakındır.

Sûre bunları anlattıktan sonra, mutlu olan cennet ehline vaadedilen nimetlerle, mutsuz olan cehennem ehlinin karşılaşacağı azabı bildirmekte ve bunların devamın-

Enöiy5 Sûresi -317

Kur'ân-ı     Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

da yüce Allah (c.c.) şöyle seslenmektedir:

"Düşün o günü ki, yazılı kâğıtların tomarını dürer gibi gökyüzünü toplayıp dü-reriz. Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hâle getiririz. Bu, üze­rimize aldığımız bir vaad oldu. Biz, va'd ettiğimizi yaparız." (Enbiyâ, 21/104)

Âyette geçen "sicil" kavramı; kâtibin, sayfaları üzerine istediği şeyi yazdıktan sonra kapattığı bir yapraktır. İşte yer ve göğün işi de böylece sona erecek ve evren, günümüzde arşiv diye bilinen yerlere konmuş olan, anı ve hatıralara dönecektir.

Daha sonra Yüce Allah (c.c.) şöyle seslenmektedir:

"Andolsun ki, Zikir (Tevral)'den sonra Zebur'da da: "Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır, diye yazmıştık." (Enbiyâ, 21/105)

Sonuçta yeryüzü adetâ bir cennet olacaktır, tıpkı şu sûrede ifâde edildiği gibi:

"Onlar: Bize verdiği sözde sâdık olan ve bizi, dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah'a hamd olsun, derler..." (Zümer, 39/74) Bu âyet, yeryüzünün liderliğine vâris olanların, ahlâkî ve toplumsal Özellikleri sebebiyle bunu hak eden insanlar olduğuna dâir bir işarettir.

Âyette ifâde edildiği şekliyle bu haberin Zebur'da gelmiş olmasının sebebi şudur: Hz. Dâvud (a.s.), inancını ve hürriyetini korumak için mücâdele edip savaşan maz­lum bir toplumun lideri idi. İşte Allah (c.c.) onlara bildirdiği gibi bizlere de şunları bildirmektedir: Liderliğin bir takım Özellikleri ve sorumlulukları vardır. Toplumlara ve insanlara lider olmak isteyenlerin, bu sorumlulukları yerine getirmesi ve kendisin­de bu özellikleri toplaması gerekmektedir.

Sûre, tevhide davet, âhirete hazırlık ve ilâhî öğretilerden istifâde etmeyi öğütle­mekle başladığı gibi, yine aynı muhteva ile sona ermektedir:

"De ki: Bana sadece, sizin ilâhınızın ancak tek bir AHah olduğu vahyedildi. Hâ­lâ Müslüman olmayacak mısınız?" (Enbiyâ, 21/108)

Ey Arap topluluğu! Şayet bunları doğru kabul edip benimserseniz, kurtulursunuz ve yeryüzünün lideri olursunuz. Yok eğer bunu yapmazsanız, sizin için öne sürülebi­lecek hiçbir mazeret yoktur:

"Dedi ki; Rabbİm! Onlar hakkında adaletinle hüküm ver. Bizim Rabbİmİz Rah-mân'dır ve sizin anlattıklarınıza karşı yardımı umulandır." (Enbiyâ, 21/112)

318 ¦ Enbiyâ Sûresi

 

Free Web Hosting