FETİH SURESİ

Müslümanlar, kalbleri kırık bir şekilde Hudeybiye umresinden döndüler. Oy­sa Beytü'l-Harâm'ı ziyaret etmek, Kâ'betÜ'l-Müşerrefe'yi tavaf etmek, Sa­fa İle Merve arasında sa'y etmek istiyorlardı. Arzularına ulaşamadılar. Müşriklerin taviz vermemeleriyle birlikte zorlu bir girişimden sonra Mekke yolundan döndüler. Şayet Resûl'ün (s.a.v) hikmeti olmasaydı iki taraf arasında neredeyse savaş çıkacaktı. Peyderpey Medine'ye dönerken müjdelerle dolu olan bu sûre iniverdi:

"Biz sana apaçık bir fetih verdik. Ta ki Allah, senin günahından, geçmiş ve ge­lecek olanı bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın ve seni doğru bir yola iletsin. Ve Allah sana şanlı bir zafer versin." (Fetih: 1-3)

Nasr (yardım) olunca evet zafer olur. Bu büyük fethin başlangıcı idi.

Davetin ayrışım ve önündeki engellerin kaldırılışı esnasında bu böyle oldu. Müş­riklerin peygambere dayattıkları şartlardan sonra idi. Müslümanlar bu şartları tiksine­rek kabul etmişlerdi. Tebliğ alanı genişledi. İslâm'a girenler çoğaldı. Peygamberin ve O'nun Rabbinin istekleri doğrultusunda İslâm devleti itiraf edilmiş oldu. Daha iki yıl geçmeden Mekke, onbİrilerce savaşçıyı yöneten risâlet sahibine boyun eğdi. Çağlar boyu Allah'tan başkasına tapılan putlar yerle bir oldu. Tevhid sancağı göndere çekil­di ve Bilâİ Kâ'be'nin üstünde ezan okudu.

Hudeybiye'de Resûl'ün hikmeti, kendisinden sonra gelen bütün bu meyveleri pe­şinden getirdi. Bu yüzden Allah, mağfiret ve zafer İle müjdeledi ve ardından müjde bütün mü'minlere erişti:

"O, imanlarına iman katsınlar diye mü'minlerin kalblerine huzur (ve sebat) in­dirdi. Göklerin ve yerin askerleri Allah'ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır. Ki inanan erkekleri ve inanan kadınları, altlarından ırmaklar akan cennetlere soksun." (Fetih: 4-5)

Müslümanların düşmanlarına ise, dünya ve âhirette elem vardır. Onlar yenik dü-

Fetih Sûresi • 501

K u r ' â n - i     Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

şecekler, şirkin sancağı indirilecek, onlara güçleri ve destekçileri bir fayda vermeye­cektir. Çünkü hiç kimse Allah'ı yenemez:

"Göklerin ve yerin askerleri Allah'ındır. Allah, azîzdİr, hakîmdir." (Fetih: 7)

Allah, câhiliyeyi kökünden kazıması, teşbih ve tahmid ile kaim olan bir ümmet inşâ etmesi için hak ile Muhammed'i göndermiştir. Sahabe, bu âbid ve mücâhid üm­meti oluşturmuş ve zorluk anında ölümüne biat etmişlerdir. Onlardan hiç kimse geri kalmamıştır. Bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü onlar Allah için yaşamış ve O'nun yolunda Ölmüşlerdir. Bu yüzden onlar hakkında Allah şöyle buyurmuştur:

"Sana biat edenler, gerçekte Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların el­lerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur. Ve kim Allah'a vermiş olduğu sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükâfat verecektir." (Fetih: 10)

Hepsi Allah'ı kabul etmiş, Allah da onlardan hoşnud olmuş ve onları dünya ve âhirette İyilik ile ödüllendirmiştir:

"Allah şu mü'minlerden razı olmuştur ki onlar ağacın altında sana biat ediyor­lardı. Allah onların gönüllerindekini bildiği için onların üzerine huzur ve güven indirdi ve onlara yakın bir fetih verdi. Yine onlara (yakında) alacakları birçok ganimetler bahşeyledi." (Fetih; 18-19)

Fetih Sûresi, Müslümanların (Hudeybiye'den) Medine'ye dönmeleri esnasında onları teselli etmek ve rahatlatmak için inmiş ve sonra onlarla birlikte çıkmayan kav­min (münafıkların) gerçek yüzünü Müslümanlara tanıtmış ve kendileri hakkında söy­ledikleri sözleri öğretmiştir. Müslümanlar umre yapmayı kararlaştırmışlar, çıkmak için hazırlanmışlar, Medİneli münafıklar içlerinden: "Bunlar dönemeyecekler, Kureyş bunların cezasını verecek ve feci bir şekilde onları cezalandıracaktır." demişlerdi.

İlginçtir. Bu münafıklar, Medine'de bozguna uğrayan grupların yenilmesinden ibret almamışlardır. Ancak onların ruhlarına nifak yerleşmiş, Müslümanları felâketle­re uğratmak için fırsat kollamışlar ve olayları kendi içlerindeki kinlere göre yorumla­mışlardır. Zor durumda kalınca yalana sığınmışlardır.

"Bedevî (köylü)lerden geri bırakılanlar, sana diyecekler ki: 'Mallarımız ve ço­cuklarımız bizi (seninle beraber gelmekten) alıkoydu. Bizim için (Allah'tan) mağfiret dile. Onlar kalblerinde olmayan bir şeyi söylüyorlar. De ki: Allah size bir zarar vermek dilemiş, yahut size bir yarar vermek istemiş olsa Allah'ın, si­zin için dilediğine kim engel olabilir? Hayır Allah yaptıklarınızı haber almak­ladır. Herhalde siz sandınız ki Resul ve mü'minler, bir daha ailelerine dönme­yecekler. Bu (düşünce) gönüIİerinizde süslendirild/. Kötü zanda bulundunuz ve helaki hak etmiş bir topluluk oldunuz. Kim Allah'a ve Resûlü'ne inanmazsa bilsin ki, biz, kâfirler İçin alevli bir ateş hazırlamışızdır." (Felih: 11-13)

502 • Fetih Süresi

M u h a m m e ci     Gazali

Münafıklar, müşriklerin karakterlerini tanıyorlardı. Çünkü onlar birbirlerinin zür-rİyetindendirler. İşte bu yüzden Kureyş'in, Müslümanların Mekke'ye girmelerine izin vermeyeceklerini, aralarında savaş olunca az oldukları için Müslümanların yenilecek­lerini zannettiler. Kuşkusuz Müslümanlar sağ salim dönünce şaşırıverdiler. Yapmala­rı gereken umre gelecek yıla ertelendi. Allah Müslümanların işini ayarlamıştı. İşleri­ni hayır ve başarı içerikli düzenlemişti.

"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azâb eder. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir." (Fetih: 14)

Münafıklardan isteyenlerin dönmeleri için tevbe kapısının açık bulunması Al­lah'ın rahmetindendir. Fakat Allah, münafıklara dünyaya tapmalarını, pis çıkarlarını gözetmelerini ve ip üzerinde cambazlık etmelerini bırakmalarını şart koştu.

Münafıklar, azılı kâfirlerle savaşmadıkça ve savaşlarında direnmedİkçe onların tevbeleri kabul olmayacaktır.

"O geride kalan bedevilere de ki: Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı sa­vaşmaya davet edileceksiniz, onlarla (ya) dövüşürsünüz, yahut onlar Müslüman olurlar. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir; (yok) eğer önce­den döndüğünüz gibi yine dönerseniz, size acı bir şekilde azâb eder." (Fetih: 16)

Bu, çok kuvvetli olan kavim kimdir?

Bir rivayete göre, Huneyn gününde Havâzin ve Sakîf kabileleridir. Bir rivayete göre, müited olan Benî Hanife kabilesidir. Bir başka rivayete göre, Fars ve Rum'dur. Hangi kabile olursa olsun, savaş fedâkârlık ve sabra muhtaçtır. Bu yüzden her belirti nifakı gizler.

Geride kalanlar, Hayber Savaşı'nda Müslümanlarla elde ettikleri ganimetleri pay­laşmak istediler. Fakat Allah bunu kabul etmedi. Neden Yahudiler, kuvvetli olarak ni­telenmediler? Onların bu günlerdeki başarıları, ilim olarak İslâm'a yükselemeyen ve Allah'ın desteğini ummayan sekülarist ya da ırkçı olduklarındandır.

"O geride bırakılanlar, ganimetleri almak için gittiğiniz zaman: 'Bizi bırakın (biz de) sizinle beraber gelelim.' diyecekler. (Onlar) Allah'ın sözünü değiştir­mek istiyorlar. De ki: 'Siz bizimle gelemezsiniz. Allah önceden böyle buyurdu.' Onlar: 'Bizi kıskanıyorsunuz.' diyecekler. Hayfr, onlar pek az anlayan kimse­lerdir." (Fetih: 15)

Hayber fethi ve oranın servetini ele geçirme, Hudeybiye'ye katılanlar için Al­lah'ın bir mükâfatıdır. Bu mükâfat, Hudeybiye'den dönüşlerinden 40 gün sonra ta­mamlanmıştır.

Hayber, İslâm davetinin başlangıcından yirmi yıl geçtikten sonra gerçekleşmiştir. Hayber, Hicaz bölgesinin kuzeyinde bulunan en güçlü ve en zengin Yahudiler'in va-

Fctih Sûresi • 503

Kur'ân-ı     Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

tanları idi. Orası ele geçince Yahudi sancağı düştü. Bu bölgede öbekleşen devletçik­ler sona erdi. Dünya Yahudi arbedesinden kurtulmuş oldu.

Yahudiler, kendilerine inen vahye hizmet etmediler, onun saygın konumuyla onurlanmadılar. Arapları içlerine düştükleri putperestlikten kurtarmaya yeltenmedi-ler. Tam aksini yaptılar. Tevhid peygamberine karşı putperestliği desteklediler, Müs­lümanların putlara tapmasını istediler. Onların ayakta kalmasını arzulamadılar.

Yahudilerin, dini, kavimciliğe çevirmeleri veya kendilerini başkalarından soyut­lamaları, Allah'ı sanki bütün insanların Rabbi değil sadece İsrail'in Rabbi konumuna getirmeleri bir Yahudi âfetidir.

Yahudiler, kendilerinin Allah katında Özel konumları olduğunu sanınca bu ilâha ya­kınlaşmak için birşey sunmadılar. Aksine zina yaptılar, faize daldılar ve dünyaya taptı­lar. Âdeta dini, kabileler üzerine böbürlenmek için bir miras konumuna düşürdüler.

Arap peygamberle birlikte onların iyileri, Medine'ye hicret edenlerin ve civarla­rına yerleşenlerin ilki oldular. Buna rağmen Peygamber'e karşı hep içlerinde şer ba­rındırdılar ve ihanet gizlediler. Bu yüzden Yüce Allah şöyle buyurmuştur; "Kitap sa­hiplerinden çoğu, gerçek kendilerine besbelli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskanç­lıktan ötürü sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler. Allah emrini getirince­ye kadar affedin, hoş görün. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir." (Bakara: 109)

Allah emrini gerçekleştirdi. Yahudileri yeniden cezalandırdı. Onları çöllerde do­laştırdı! Onlar azgınlıklarında diretince Allah, hicretin yedinci yılı başlarında onların son kalelerini de düşürdü. Taşkınlıklarında kendisine güvendikleri güçleri ellerinden aldı. Yahudileri ve mallarını, kıtlık ve zorluk esnasında ayaklarının altına aldıkları Müslümanlara ganimet yaptı.

"Allah size, elde edeceğiniz birçok ganimetler va'deiti. Bunu size çabucak ver­di. İnsanların ellerini sizden çekti (size karşı onların dirençlerini kırdı) ki bu, inananlara, bir işaret olsun ve sizi dosdoğru yola iletsin." (Fetih: 20)

Allah, peygamberiyle Hudeybiye'ye gidenlere ve ağaç altında ona biat edenlere böyle bir iyilikte bulundu.

Fetih Sûresi, ResûTün Mekke'deki müşriklerle savaşmayı kabul etmemesindeki ilâhî hikmeti açıklamıştır. Şayet Resul, onlarla savaşsaydı Allah'ın şu buyruğunda ifâ­de edildiği gibi onlar ağır bir yenilgiye uğrayacaklardı:

"Eğer kâfirler sizinle savaş salardı, arkalarına dö'nüp kaçarlardı, sonra ne bir ko­ruyucu, ne de bir yardımcı bulamazlardı." (Fetih: 22)

Öyleyse Resul, neden onlarla savaşmadı?                        #

Hz. Peygamber, Harem, öncelikle miras bırakılan konumu itibariyle kan dökül-

504 ¦ Fetilı Sûresi

Mulıammed     G aza lî

meşini istemediği için böyle davrandı. Çünkü İslâm her tarafa yayılmıştı. Bizzat Mekke'de birçok insan İslâm'ı kabul etmişlerdi. Fakat küfrün baskısıyla korkuların­dan imanlarını gizliyorlardı. Eğer savaş çıksaydı ve Müslümanlar Mekke ehline kar­şı kılıç kullansalardı bu meçhul mü'minler ezaya uğrayacak ve mazlum olarak öldü­rüleceklerdi.

Yüce Allah şöyle buyurdu:

"Eğer (Mekke'de) kendilerini bilmediğiniz için tepeleneceğiniz ve bilmeyerek tepelemenizden ötürü, kendileri yüzünden bir belâya uğrayacağınız inanmış er­kekler ve inanmış kadınlar olmasaydı (Allah savaşı önlemezdi). Dilediklerine rahmel etmek için Allah böyle yapmıştır. Eğer onlar birbirinden ayrılmış olsa­lardı elbette onlardan İnkâr edenleri elemli bir azaba çarptjrırdık." (Fetih: 25)

Her halükârda Hicret'in altıncı yılında Kâ'be'yİ ziyaretten alıkonulan Müslüman­lar, vazifelerini Hicret'in yedinci yılında yaptılar. Ardından Hicret'in sekizinci yılın­da Mekke'yi fethettiler.

Bu seneler içerisinde kaç kişi Öldü? Üç-beş kişi! İslâm, her iki tarafın canlarını zâyî etmemeye özen gösterir. İslâm davetinin başından itibaren devletini kurana dek Ölenlerin sayısı, bir gecede Katolikler ile Protestanlar arasında meydana gelen "Saint Barthelemeo" katliamında ölenlerin sayısından çok daha azdır.

Fakat bizim dinimiz iftiraya maruz kalmakta ve hakkında âdî yaygaralar koparıl­maktadır.

Hudeybiye'den sonuna kadar olan olaylar hakkında Yüce Allah şöyle buyurmak­tadır:

"Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı traş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fe­tih verdi." (Fetih: 27)

Ardından göz atmamız gereken şu âyet inmiştir:

"Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, peygamberini hidâyet ve hak din ile gön­deren O'dur. Şahit olarak Allah yeter." (Fetih: 28)

Âyetin açıkça ifade ettiğine göre, nasr (zafer), geçmişte ve gelecekte İslâm'ın müttefikidir. Kıyamet kopuncaya dek bu böyle olacak ve İslâm sancağı dalgalanacak­tır. Hadiste geçtiği Üzere: "Ümmetim yağmur gibidir. Başı mı hayırlı yoksa sonu mu hayırlı bilinmez." Fakat İslâm için zafer kabiliyetler ister. Ancak korunmuş neslin bu­nu yerine getirmesi gerekir. Kİm bu kabiliyetleri yİÎİrirse emeline ulaşamaz. Ancak kendine eder. Allah'a bir zararı dokunamaz.

Fetih Sûresi • 505

Kur'ân-ı     Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

Fetih Sûresi'nin son âyeti, kendisine yardım edilen ümmetin özelliklerini şöyle açıklamaktadır:

"Mulıammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlarda kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler." (Fetih: 29)

Bu cümleyi tahlil ettiğimde bir hafta içinde okuyabildiğim iki durum arasında denge kurabildim.

Arap devletlerinin birinde onüç radikal Müslümanın temizleme operasyonuyla öldürüldüğü haberini okumuştum. Yine Suriye İle İsrail arasında Amerikan arabulu­cusunun Yahudilere sunduğu şöyle bir haber okumuştum: Suriye, son bir kaç yıl için­de Lübnan'da öldürülen, esir edilen veya yaralanan dört-beş Yahudi askerini araştıra­cak. Bu askerler şayet öldürülmüşse cesetlerini, yok öldtirülmemişse kendilerini bu­lup teslim edeceklerdir. Yahudi halkı, evlatlarına karşı ne kadar düşkündür!

Ben iki haberi karşılaştırdığımda bu çağda iki ümmet arasında fark gördüm. Biz eskiden Allah'ın şu nitelemesi üzerineydik:

"Kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler." (Fetih: 29)

Şimdi ise, bu niteleme bizden başkasına geçti. Bu yüzden biz merhametli değiliz. Aksine birbirimize düşmanca eziyet etmekteyiz. Kim kardeşine karşı zafer elde eder­se onun canını alır. Denildiği gibi:

Amca çocuğuna karşı hemen haddini bildir

Acele davete ihtiyaç bile yok.

Zafer nasıl yaklaşmıştır? Ümmet, yeryüzü mirasını ne ile elde eder?

 

506 • Fetih Süresi

Free Web Hosting