FURKAN SURESİ
Bize resul göndermese bile kendisini tanımamızı Allah bizden istemektedir. Çünkü O'nun eserleri kendisine işaret etmekte ve bizim yaratılışımız O'na yönelmektedir. Bununla beraber Allah, kendisinden bir rahmet ve lütuf olarak, içimizden kendisini sevebileceğimiz ve kendisinden öğreneceğimiz kişileri bize peygamber olarak göndermek istemiştir.
Biz, bize gönderilen peygamberlerin tam olarak sayılarını ve isimlerini bilmiyoruz. Fakat biz, öğretilerin özetini kitabında toplayan elçinin onları sona erdirdiğini, yeryüzüne ve yeryüzündeki 1 ere vâris olması için onun son ânına kadar hayata eşlik etmesini Allah'ın takdir ettiğini biliyoruz. İşte o Abdullah oğlu Muhammed'dir:
"Alemlere uyarıcı olsun diye kuluna furkânı indiren (Allah)in hayır ve bereketi pek çoktur." (Furkân: 1)
Şüphesiz Muhammed, tıpkı bizim gibi bir insandır. Fakat o, kendi oluşumuna katılan beşeriyetin en gözdelerindendir. Genel imamlık sancağının yükselişi, sadece onunla gerçekleşmiştir. Bütün dünya onun ebedî risâletine bağlanarak rüşde ermiştir. Onun risâletinden ancak mahrum olanlar alıkonulmuşlardır.
Yüce Allah O'nu gönderince kendisini şöyle nitelemiştir:
"O ki göklerin ve yerin mülkü (ve yönetimi) O'nundur. (O) bir çocuk edinme-miştir, mülkünde ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, mukadderatını tayin etmiştir," (Furkân: 2)
Bunlar, Allah'ı bilmeyenlerin ve O'nu inkâr edenlerin karşı çıktıkları sıfatlardır. Fakat son risâlet sahibi, onları Allah'a iman eden ve başkalarıyla savaşan bir ümmet yapmıştır.
Ortaya atılan şüpheleri ve kendi düşmanının sözlerini ortaya koymak için inen Furkân Sûresi'nde, çürütülmesi gereken delillerle birlikte aktarılacağı üzere biz bunları bir bir ortaya koyacağız:
Furkân Sûresi • 347
Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri
'inkâr edenler: Bu (Kur'ân) yalandan başka bir şey değildir. (Muhammed) onu uydurdu, başka bir topluluk (Yahudiler veya başkaları) da kendisine yardım etti, dediler de muhakkak bir haksızlığa ve iftiraya vardılar." (Furkân: 4)
Peygamberleri yalanlama, eskiden beri insanlarda yaygın olan bir ahlâktır. Bu yüzden müşriklerin Muhammed'İ yalanlamalarına hayret etmemek gerekir. Müşrikler, Muhammed'in tevhide davet edişini yalanlamışlar ama O'nun, Allah'ın evlat edi-nişini nefyetmesi, onlara çok ağır gelmiştir.
Ayette zikri geçen Muhammed'e yardım eden diğerleri kimlerdir? Onlar risâleti neden kendileri için iddia etmemişlerdir?
"Evvelkilerin masalları, onları yazdırmış, sabah akşam onlar kendisine okunuyor, dediler." (Furkân: 5)
Onları yazdıranlar, müşriklerin iddialarına göre önceki Kitap ehli kimselerdir. Acaba Hıristiyanlar mı ona teslisi inkâr etmesine yardım etmişlerdir? Veya Yahudiler mi ona kusurlarını ortaya koymada ve devletlerini yıkmada yardım etmişlerdir? Bu ancak bir deli saçmasıdır.
"Bu peygambere ne oluyor ki yemek yiyor, çarşılarda geziyor? O'na kendisiyle beraber uyarıcı olacak bir melek indirilmeli değil mi, dediler." (Furkân: 7)
İster resul olsun ister resul olmasın, beşer yemek yediğinden ötürü ayıplanamaz. Bu insanların kendi üzerinde yaratıldıkları doğasıdır.
O'nunla birlikte meleğin olması ne yapabilir? Tebliğde peygambere vekâlet mi edecektir? O insanlara anlatmaktan âcizse şayet Allah niçin onu seçmiştir öyleyse?
Yalanlama esnasında onu desteklemek için mi? Allah kendisine en yüce desteği vermeksizin kendisi adına hiç bir elçi göndermemiştir.
"Ve zâlimler: Siz başka değil sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz, dediler. Bak senin için nasıl misaller verdiler (ne kıyaslar yaptılar) da saplılar. Artık bîr daha yolu bulamazlar. Yücedir O (Allah) ki dilerse sana bundan daha hayırlısını, altlarından ırmaklar akan cennetleri verir ve (orada) senin İçin köşkler yapar." (Furkân: 8-10)
Furkân Sûresi, kâfirlerin itirazlarını ve saçmalıklarını aktarmayı şöyle sürdürüyor:
"Bizimle karşılaşmayı ummayanlar: 'Bize melekler indirilmeliydi, yahut Rab-bimizi görmeliydik değil mi? dedi(ler). Andolsun ki onlar kendi içlerinde büyüklük tasladılar ve büyük bir azgınlıkla haddi aştılar. Melekleri gördükleri gün, İşte o gün suçlulara müjde yoktur ve: (Size sevinmek) yasaklır, yasak!' derler." (Furkân: 21-22)
Yani hesap günü melekler müşriklerle karşılaşınca onlara: "Sizin için muştu yok.
348 • Furkân Sûresi
M u h a m m e d Gazalî
Bu size yasaklanmış- bir yasaktır. Hem sonra işlediğiniz amellerin hiç bir kıymeti har-biyesi yoktur. Allah onları toz parçası kılmış, heba etmiştir." derler. Kureyş müşrikleri tıpkı Nuh kavmi ve meleklerin indirilmesini isteyen diğer kavimler gibi düşünmektedirler. Onlar hiçbir beşerin ona boyun eğmesini istememektedirler. Bu onların razı oldukları kibirden başka birşey değildir.
Ardından başka bir itiraz gelmektedir:
"İnkâr edenler: 'Kur'ân O'na bir defada indirilmeli değil miydi?' dediler." (Fur-kân: 32)
Neden Kur'ân olaylara göre peyderpey indirilmiştir? Bir defada indirilseydi ya! Bunun cevabı şudur:
"...Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırmak için onu böyle (parça parça indirdik) ve onu ağır ağır okuduk." (Furkân: 32)
Her olay yenidir. Her soru yeni bir cevabı gerektirir.
Bu önceki kitapların bir defada indiğine dâir boş safsatadan kaynaklanmaktadır. Eski iki ve yeni Ahid (Tevrat, Zebur, İncil)'in yazılışı uzun asırları almıştır. Öyleyse Kur'ân neden bir defada insin?
"Seni gördükleri zaman, mutlaka seni eğlence konusu yapıyorlar: Allah bunu mu peygamber göndermiş? Eğer biz onlara (inanmakta) ısrar etmeseydik, ner-deyse bizi tanrılarımızdan saptıracaktı..." (Furkân: 41-42)
Bu söz, Kur'ân'ın onların inançlarını sarstığını, onların sahte olduğunu, delil karşısında müşriklerin bâtıllarının ortaya çıktığının ve âdeta hakkı kabul etme noktasına geldiklerinin bir itirafıdır. Tıpkı pejmürde bir halde paramparça ibadet ettikleri putlarını gördüklerinde İbrâhîm kavmi de böyle bir durum yaşamıştı. Nerdeyse Allah'a inanma noktasına gelmişlerdi: "Kendi vicdanlarına başvurup (içlerinden): 'Hakikaten sizler haklısınız' dediler." (Enbiyâ: 64) Sonra inadları ve tutuculukları onları zorladı. Bu yüzden başlarını yere eğdiler ve bâtıl inançlarına devam ettiler.
Hakkı gördükten sonra Mekke kâfirleri de işte böyle gerisin geri döndüler. Risâ-
let sahibiyle alay etmeye başladılar:
"Azabı gördükleri zaman kimin yolunun sapık olduğunu bileceklerdir." (Furkân: 42)
Sonra Kur'ân, kendi arzusuna tapanların, iki ayakları üzerinde yürüyen hayvanlar olduklarını belirten genel bir hüküm göndermiştir:
"Arzusunu tanrı edinen kimseyi gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini, düşündüklerini mi sanıyorsun? Hayır onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar, yolca (hayvanlardan) daha sapıktır." (Furkân: 43-44)
FurkSn Süresi ¦ 349
Kur'ân-ı Kerîm'iıı Konulu Tefsiri
Hasımları küçük görme, hakikatin bir insaf olduğu ve ona saygınlığın korunduğu gün, özellikle de o hasımların, ayiplarıyla övünüp azgmlıklanyla iftihar ettikleri zaman makbuldür.
Kuşkusuz saygın birisinin eski giymesi, ipek giyen sıradan kişiden daha hayırlıdır.
Bu çağımızda hakk, hezimete uğramış ve hak gücünü yitirmiştir. Sen puta tapan birinin uçağa bindiğini, Allah'ı birleyenin ise yeryüzünde güçiükle yaya yürüdüğünü görebilirsin. İşte bunun ışığı altında bu son itirazı anlayabilirsin.
"Onlara: 'Rahmâıı'a secde edin!' dendiği zaman: 'Rahman nedir? Senin bize emrettiğine secde eder miyiz lıiç' derler. Ve (bu) onların nefretini artırır." (Fur-kân: 60)
Rahman, Allah'ın güzel isimlerinden biridir. Bununla ancak yüce Allah nitelenebilir. Bu yüzden O'nun zatî isimleri gibidir: "De ki: isler Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın." (İsrâ: 110) Putlarına ünsiyet peyda etmelerini terketmeleri ve bir, tek ve Rahman olan Allah'a secde etmeleri müşriklere pek zor gelmiştir. Bu sebeple Resûl'e: "Emrine itaat etmeyiz! Haydi onun basından dağılıp gidin." demişlerdir.
Bu sûrede, kâfirler, iki üslupla anlatılmaktadır. Birincisi: Geçmiş milletlere dokunanların kendi başlarına gelmesiyle onları korkutma. Onlara Fir'avn'un, Âd ve Se-mûd'un ve Ress sahiplerinin -ki bunlar kendilerine ait olan kuyular etrafında toprağı ekip sulayan kavimdir- durumlarını anlatmakta ve ardından Lût kavminin helak oluşunu onlara hatırlatmaktadır:
"(Senin kavmin) belâ yağmuruna tutulan (üstüne taş yağdırılan) o memlekete vardılar. (Ticâret amacıyla Şam'a giderken oradan geçip gidiyorlardı) görmüyorlar mıydı? Hayır onlar (öldükten sonra) tekrar dirilmeyi ummuyorlardı," (Furkân: 40)
Bu uyarı bazen etkili olmuştur. Fakat diğer üslup daha etkili ve daha kalıtsaldır. Kur'ân, sakınıp korunmaları için aklın kullanılmasından ibaret olan bu üslubu daha fazla kullanmıştır. Biz ilerde bu üslup üzerinde duracağız.
Furkân Sûresi'nde, göklerin ve yerin hükümranlığını düşünmesi için aklı uyaran ve söze gölge ile başlayan âyetler vardır:
"Rabbüıi görmedin mi gölgeyi nasıl uzattı? Rabbin dİIeseydi O'nu durgun yapardı. Sonra nasıl güneşi ona delil kıldık (gölgenin görünmesini ışığa bağlı kıldık)?" (Furkân: 45)
Ben bazen kendi gölgemi ayaklarımın iki katı görüyorum, ardından bir süre sonra âdeta ayaklarımın altına gizlenecek kadar küçülüyor! Nasıl uzanıp kısalıyor bÖy-Ie? Yeryüzüne inmede kendisini geçen uçağm gölgesini, güneş ve ay tutulmasıyla or-
350 • Furkân Sûresi
Muhammed Gazalî
taya çıkan yıldızların gölgesi olduğunu ve herşeyin kendisine tâbi olan bir gölgesi bulunduğunu hatırladım: "Göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez Allah'a secde ederler. Gölgeleri de sabah aksam (uzayıp kısalarak O'na secde etmektedirler)." (Ra'd: 15) Biz, güneş gölgeyi şilince, şâirin dediği gibi, kendimizi başka bir yerde hissediyoruz:
Açık görüşlülük ve saf akıllılık, kişiyi Güneş kendisine erişince başkalaştırır!.
Gölgenin nereye gittiği? Yeryüzünde veya hava boşluğunda ne kadar bir hızla seyrettiği hiç düşünüldü mü? Herhangi bir çaba ve zorlama olmaksızın bunu yapan ilâhî kudretin inceliğine hiç kafa yoruldu mu?
Gölgeyi gece ile gündüzün hareketine bırakalım. Gece bizi perdesine sarınca uykumuza ne demeli! Yatağıma yatınca sakinleşeceğime ve dinleneceğime inanıyorum.
Fakat ne kadar da çabuk diyorum: Gözümü kapadım, ama kalbim atmaya devam ediyor, göğsüm inip çıkıyor. Sindirim sistemi hareketleri, içimdekileri eritmekle meşgul.
Bedenimdeki Allah'ın eylemi, ancak hazırlanan ölümle son bulacaktır. Buna karşın Allah'ı ne de az anıyoruz. Biz parmaklarımız arasındaki gücü çıkaramıyoruz. Ne kadar da nankörüz değil mİ?
Biz Nil Ovasi'nda oturuyoruz. Çok az yağmura rastlıyoruz. Çünkü ırmak bize çok yakın. Ondan istediğimiz kadar yararlanıyoruz. Lakin ırmak nereden gelmektedir? Hint Okyanusu'ndan gelen bulutlar, gün boyu ve gece yarıları şarıl şarıl akan yağmur taşıyor. Sonra yıl boyu topraklarımızın bereket ve sulama ihtiyaçlarını karşılayan temiz sularla bizim İhtiyaçlarımızı garanti altına alan bereketli gel-gitlere sahip olan ırmakla bize suları ulaştırıyor.
Yüce Allah'ın şu buyruğu aynı konuya değinmiyor mu:
"Ve O, rahmetinin önünde rüzgârları miijdeleyici gönderdi. Ve gökten tertemiz bir su indirdik. Ki onunla ölü bir ülkeyi diriltelim ve onunla yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan bir çoğunu sulayahm." (Furkân: 48-49)
Şehirlerimizde ve köylerimizde musluklarımızı açıyoruz. Hiç bir güçlük çekmeden sular akıyor. Biz insanların sulan testilerde veya sırtlarında taşıdıkları günlerden daha çok hoşlanıyoruz.
"Andolsun biz bunu (bu suyu), tekrar tekrar indirip arzı hayata kavuşturduk ki ibret alsınlar. Ama insanların çoğu nankörlükte diretmektedirler." (Furkân: 50)
İmanın kaynağı pek yakındır. Görebilenler için göz ucundadır. Buna karşın mül-hidler ne kadar da çok?!
FurkSn Sûresi -351
Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri
Kudret fenomenleri ortaya konulduktan sonra Allah'ın âfâktaki âyetleri hakkında O sânı yüce şöyle buyuruyor:
"Yücedir O (Allah) ki gökte burçlar yaptı ve orada bir kandil (sirac) ve aydınlatıcı bir ay var etti." (Furkân: 61)
O'nun rahmeti bol ve bereketi geniştir. Âyet bu kıraatla güneşe ve bilinen güneş sistemine işaret etmektedir. Âyetin, "Ve ceale fîhâ surûcen" şeklinde okunan başka bir kıraati daha vardır. Burada ise başka âlemlere işaret edilmektedir. Bilimin isbatı-na göre; bizim dünyamız, binlerce dünyadan sadece biridir. Biz büyük kozmik hesapta kıymetsiz bir şeyiz. Biz gerçekten çok ince bir sınavdan geçmek için yaratıldık. Acaba hatırlayacak mıyız yoksa unutacak mıyız? Şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğiz? Bu sûrede de geçtiği üzere, bir kısmımız diğer bir kısmımız için sınanmadır:
"Biz sizi birbiriniz için sınama (fitne) kıldık. Sabrediyor musunuz? Rabbin (her şeyi) görmektedir." (Furkân: 20)
Bu sınavı kim kazanıp kim kaybedecek acaba? Tabii ki bunu Rahmân'ın kulları kazacak ve şeytanın kulları kaybedecektir.
Sûre, Rahmân'ın kullarının özelliklerinden ibaret olan on vasiyeti ifâde etmektedir. Bu vasiyetlerin benzerleri, genel olarak saf İslâmî hareketin şeklini oluştursun diye başka sûrelerde de geçmektedir:
Allah şöyle buyuruyor:
"Rahmân'ın kullan, yeryüzünde mütevazı olarak yürürler ve câhiller kendilerine laf atarsa 'selam' derler." (Furkân: 63)
Mütevâzi olarak yürümek, yavaş veya Ölü gibi davranmak değil, dengeli ve külfetsiz yürümektir.
Câhillerin insanlara laf atmaları, kötülükleri kapsar. Selamla tartışmayı ve taşkınlığı kesmeliyiz. Durum söylenildiği gibi:
Her havlayan köpeğe taş atacak olursan, taş dinardan daha pahalı olur.
"Onlar ki gecelerini Rablerine secde ederek ve ayakta durarak geçirirler." (Furkân: 64)
Kuşkusuz beden, uykuyla dinlenip kendine gelir ve çalışma imkânı elde eder.
Önemli olan, yatsı namazı ve nafileler için uyumamamız ve güne hayırla başlamamız için sabah ezanına kadar uyanık kalmamız değildir. İnsan, yatsı ve sabah namazını cemaatle kılarsa sanki geceyi tamamen ayakta geçirmiş gibi olur.
"Onlar ki: 'Rabbİmiz, cehennemin azabını bizden öteye çevir. Doğrusu onun azabı sürekli bir azabtır.' derler." (Furkân: 65)
352 • FurkSn Sûresi
Muhammed Gazalî
Ayette geçen "garame (sürekli azâb)", devamlı olan belânın ve rezaletin birlikte olduğu bir azâbdır. Her inanan insanın, kendini bu gelecek karanlıktan çekip alması gerekir ki alçaklıkları beraberinde taşıyan ve görevleri unutan çağdaş câhiliye akımlarına direnebilsin.
"Onlar ki harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne de cimrilik ederler. (Harcamaları) bu ikisi arasında dengeli olur." (Furkân: 67)
Şüphesiz cimrilik adîlik; israf ise saçmalıktır. Mütenebbî'nin üç yargıyı tek bir beyitte söylemesi benim hoşuma gitmiştir:
Delikanlı, ikinci ömrünü hatırladığında,
Kendi ihtiyaçlarını iğrenç, yaşam mücadelesini boş bir meşgale görür.
"Ve onlar ki Allah ile beraber başka tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler." (Furkân: 68)
Bu üç suç, insanlar arasında farklı bir biçimde yaygınlık kazanmıştır. Bu bazen, zinanın başa geçmesi, ardından Allah ile birlikte veya Allah dışında nefse ve hevaya tapma, sonra adam öldürme şeklini alabilir.
"Kim bunları yaparsa günahı(nm cezasını) bulur. Kıyamet günü onun için azâb kat kat yapılır ve onun içinde hor ve hakîr olarak kalır." (Furkân: 68-69)
Kötülük yapan, iyilik yapmaya ve hata işleyen tevbe etmeye gücü yeter. Tevbe, bütün insanlara canlı kalmaları için sunulmuştur. İnsanlar kendilerini değiştirince onlarla birlikte başkaları da değişir.
"Onlar ki yalan şahitlik etmezler, boş laf (konuşanlar)a rastladıkları zaman ve-kar ile (oradan) geçip giderler." (Furkân: 72)
Önemli bir işle meşgul olan ve hak ile irtibatlı bulunan, ne yalancı şahitlikte bulunabilir ne de boş söz söyleyebilir.
"Ve onlar kî kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar." (Furkân: 73)
Kur'ân okuma, kalb uyanıklığını, bilinçli olmayı, anlama zevkini tatmayı ve yüce konuşanı görmeyi gerektirir.
Kim Kur'ân'ı ruhsuz bir şekilde okursa, dilin hareketinden bir şey istifâde edemez.
"Ve onlar ki: 'Rabbimİz bize gözler sevinci (gönüller açan) eşler ve çocuklar lutfeyle ve bizi (senin azabından) korunanlara imam (önder) yap' derler." (Furkân: 74)
Ayet, temizlik ve iffetliğin esası olan gözün, eş ve razı olmanın temelini oluştu-
Furkân Sûresi • 353
Kur'ân-ı Kerîm 'in Konulu Tefsiri
ran zürriyet üzerinde istikrar bulmasını, hasetten korunmayı ve liderlik arzusunda lunmayı istemektedir.
"İşte onlar, sabretmelerine karşılık, (cennetin en yüksek mertebesi olan) od rı)yle mükâfatlandınlacaklar." (Furkân: 75)
Allah, bizi affederek ve hatalarımızı bağışlayarak cennet ehlinden kılsın...
354 • Furkan Sûresi