FUSSILET SURESİ

"(Bu Kitap) Rahman ve Rahîm tarafından indirilmiştir." (Fussilet: 2)

Bu kitap, âyetlerin indirildiği rahmet kaynaklarından indirilmiştir. Bunun için bu kitap, insanları kendi nefislerinin şerlerinden ve yaptıklarının kötülükle­rinden koruyan, onları fikir saçmalıklarından, içgüdüsel taşkınlıklardan, ku­vvetler azgınlığından ve içsel yamukluktan kurtaran bir hidâyettir. Mübarek vahyin tamamı, hayır ve adalettir:

"Bilen bir toplum için âyetleri açıklanmış, Arapça okunan bir kitaptır. Müjde-leyicİ ve uyarıcı olarak.." (Fussilet: 3-4)

Anlayışlı insanlar, sakınanlara hoşnudluk ve geri kafalılara zorluk va'deden bu âyetlerin değerini bilirler. İnsanlar içinde anlayışlı olanlar pek azdır.

Bunun için Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Çokları yüz çevirmiştir; onlar işitmezler." (Fussilet: 4)

Kur'ân'ın Arapça oluşu, mucize olan vahyin bir özelliğidir. Kur'ân, bir başka di­le çevrilse, bu çeviri Kur'ân olmaz. Allah Arapça'yı vahyinin kabı olsun ve bu dili kullananlar İnsanları iyiliğe götürsünler diye seçti.

İlk cahiliyede, insanlar ilkin İslâm'ı kabul etmediler. Kuru bir inad olarak ondan yüz çevirdiler.

Muhammed (s.a.v), İnsanlara gerçeği öğretmek, onu mal ve cana tercih etmek ve uzun süre tâğûtu koruyup düşmanlığı körükleyen devletleri yıkmak için insanlarla ilişkilerini sürdürmüştür.

Çağdaş câhiliye Araplanna gelince, İslâm medeniyetinin çöküş günlerinde atala­rının gelenekleri ve kuşkuculuğa saplanan materyalist Batı âdetleri olmak üzere iki rezilliğe gömülmüşlerdir.

Arap mülhidlerinden daha rezil, fikir ve insaftan daha uzak başka bir insan tanı-

Fussilet Sûresi ¦ 463

Kur*ân-ı     K e r î m ' i n     Konulu     Tefsiri

mıyorum. Kimbilir onlar Ebû Cehİl'in sözlerini ve ifâdelerini kullanıyorlar:

"Dediler ki: Biz çağırdığın şeye karşı kalblerimiz örtüler içinde, kulaklarımız­da bir ağırlık ve seninle bizim aramızda bir perde var. Sen (islediğini) yap, biz de (İstediğimizi) yaparız." (Fussİlet: 5)

Araplar'ın İslâm risâletini yüklenmelerini ve İslâm hidâyetlerini onların diliyle açıklamayı Allah istemiş ve şöyle buyurmuştur:

"Eğer biz onu, yabancı (dilde) bir Kur'ân yapsaydık derlerdi ki: 'Ayetleri (an­layacağımız) biçimde açıklanmalı değil miydi? Yabancı (bir söz) ve (hitap edi­len de) Arap öyle mi?' De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuz ve (göğüslerdeki hastalıklara) şifâdır. İnanmayanlara gelince, onların kulakla­rında bir ağırlık vardır. Ve Kur'ân, onlara bir körlüktür. (Sanki) onlar uzak yer­den çağrılıyorlar." (Fussİlet: 44)

İşte Kur'ân'ın Arapça oluşu, beş kıtadan herhangi bir insanı, Kur'ân dilinde Araplaştırmıştır. Araplık belli bir cinsin kanı değildir. Eskiden Kur'ân hizmetiyle ve Kur'ân diliyle Fârisîler'den ve Rumlar'dan Müslüman olanlar, Arap Yarımadası'nda doğan insanlardan çok daha fazladır.

Önemli olan kalblerde perdenin olmaması ve duyularda görmeye ve İşitmeye en­gel olan bir hastalığın bulunmamasıdır.

Herkes, bütün insanlara şu âyette İfâde edilen şekilde seslenen Muhammed'e uy­mada eşit konumdadır:

"De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana tanrınızın bir tek lanrı oldu­ğu vahyediliyor. O'na doğrulun (O'na yönelerek İşlerinizi düzeltin). O'ndan mağfiret dileyin. (O'na) ortak koşanların' vay haline! Onlar ki zekât vermezler ve onlar âhireti inkâr ederler." (Fussiiet: 6-7)

Yolda doğru gitmek ve yanlıştan istiğfar etmek, çekilmez yükümlülüklerden mi­dir? Allah'ı birleme ve fakirlere acıma, zor görevlerden midir?

Bu, kibirliler ve böbürlüler yanında böyledir. Onların gidişatı kötüdür. Bu yüzden Kur'ân -ilk ve sonraki- Arapları haktan yüz çevirdikleri ve peygamberlerine eziyet et­tikleri için veyl ile tehdit ediyor. Bu veyl ise onların ilk ataları Âd ve Semûd'un baş­larına gelen felâkettir:

"Eğer yüz çevirirlerse de ki: Ben sizi Âd ve Semûd (kavimlerinin başlarına ge­len) yıldırıma benzer bir yıldırıma karşı uyardım." (Fussilet: 13)

Seneler geçse de kötü ahlâkın sonucu aynıdır.

Âd neden helak oldu? Âd (kavmi), yeryüzünde haksız olarak büyüklük tasladılar ve:

464 • Fussilet Sûresi

M U lu m m e d     Gazali

"Bizden daha kuvvetli kim var, dediler?" (Fussilet: 15) Semûd neden helak oldu?

"Semûd (kavmine) gelince onlara yol gösterdik; fakat onlar körlüğü, doğru yo­lu bulmaya yeğlediler." (Fussilet: 17)

Âd kavmi için hakka karşı mağrur olma ve insanları küçümseme, Semûd kavmi içinse taşkınlığı, doğru düşünceye ve bâtılı hakka tercih etme her iki kavmin helak se­bebidir. Bu ahlâkı benimseyenler bu sondan kurtulabilirler mi? Ne mümkün. Allah bozguncuların amelini geçerli saymaz. Ben bugünkü Araplara ve onların îslâm karşı­sında tutumlarına baktığımda içimi karamsarlık buruyor.

Dünya azabı âhiret azabı gibi değildir:

"Allah'ın düşmanları ateşe sürüldükleri gün, toplanıp biraraya getirilirler. Niha­yet oraya vardıklarında kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları hakkında onla­rın aleyhine şahitlik eltiler." (Fussilet: 19-20)

Kulak ve göz, yaratıkların ve yaratıcının büyüklüğünü bilsin, insan aklıyla evre­ni kavrasın ve en büyük Allah'tır, desin diye Allah'ın insana bahşetmiş olduğu iki ni­mettir. İnsanın işitme duyusu alınınca ve görme duyusu perdelenince Allah'a giden yolu tutamaz. Bu heder olmuş duyular, cehenneme atıldığı ve hayvanların aynı âki-betle karşılaşmadıkları gün kendisine tanıklık edenlerin ve azabı görenlerin ilki ola­caktır.

Daveti sunanların ve onu yalanlayanların bir kısmı arasında koca melekût siste­minin yaratılışından söz eden uzun bir manevî itirazın olduğunu düşünecektir:

"De ki: Siz mi arzı iki günde yaratanı tanımıyor ve O'na eşler koşuyorsunuz? İşte âlemlerin Rabbi O'dur. Ona üstünden ağır baskılar (sağlam dağlar) yaptı. Onda bereketler yarattı ve onda arayıp soranlar için gıdalarını (bitki ve ağaçla­rını) tam dört günde takdir etli (düzene koydu)." (Fussilet: 9-10)

İnsan bu yeryüzünden yaratılmış ve onun nimetleriyle yaşamıştır. Allah'ın kendi­sini yeryüzünde halife yaptığından beri kendisini yaratan ve ona kendi ruhundan üf­leyen Rabbine kul olması İçin Allah insanı, yeryüzünün kaynaklarının sahibi kılmış­tır. Fakat insan Rabbİni unutmuş ve azmıştır.

Bilimadamlarının açıklamalarına göre Allah, ilk önce güneş sistemini yaratmış­tır: "(Allah) gökleri ve yarattı. Karanlıkları ve aydınlığı var etti." (En'am: 1)

Yeryüzü döşendikten sonra orada yerleşmesi için insan yaratıldı. İnsan işte orada yaşadı ve rızık orada belirlendi. Burada ve başka yerlerde insan, kendisine en yakın şeye, üzerinde yaşadığı yeryüzüne bakıp isterse inanır, isterse inkâr eder! Davet ima­nın esasıyla düşünülsün ve helak sebebiyle görmezden gelinmesin diye bu gerçekler

Fussilet Sûresi • 465

Kil t 'in- ı      Kerîm'in      Konulu     Tefsiri

davetin ardından zikredilmiştir.

Fussilet Sûresi'nin ortasında, insana ulaşan ve onun hayır ve serden oluşan kim­liğine ilişkin başka dünyalardan, cinlerden ve cinlerin vesveselerinden, meleklerden ve meleklerin ilhamlarından söz edilmektedir. Materyalistler bütün bunları inkâr et­mektedirler. Onların duyulara güvenme dışında herhangi bir delilleri bulunmamakta­dır.

Biz hem maddeye hem madde ötesine önem veririz. Cinler, melekler ve insanlar dünyasını kabul ederiz.

Cinlerden; seçkin mü'minler de vardır, Allah'a isyan ettirmeye ve haklarım çiğ­nemeye çalışmak için insanın peşine takılan ve gaflete düşüren şeytanlar da vardır.

Büyük şeytan İblis, Âdem'in zayıf yanından yararlanmış, onu gaflete düşürmüş, onun yasak ağaçtan yemesini sağlamış, kendisinin güvenilir bir nasihatcı olduğuna dâir yalan yere yemin etmiştir. Âdem yasak ağaçtan yemiş ve cennetten kovulmuştur. Âdem'in cennetten kovuluşunun birinci sebebi unutkanlığı ve azminin zayıflığı, ikin­ci sebebi ise, aldatması için şeytanın onu gözetlemesi ve fırsat kollamasıdır.

Şeytan davetin başında İslâm düşmanlarıyla birlikte işte böyle yapmıştır. Yüce Allah buyuruyor ki:

"Biz onlara bir takım (kölü) arkadaşlar sardırdık. Onların önlerinde ve arkala­rında ne varsa hepsini onlara süslü gösterdik. Kendilerinden Önce gelip geçmiş olan cin ve insan toplulukları içinde (uygulanan) o söz, kendilerine de geçerli oldu (bunlar da azabı hak ettiler). Çünkü hep hüsranda idiler. İnkâr edenler de­diler ki: Bu Kur'ân'ı dinlemeyin, Onun hakkında gürültü edin, belki (böylece) ona galip gelirsiniz." (Fussilet: 25-26)

Kâfirler, Kur'ân'ı kabul etmediler ve O'nu dinlemekten hoşlanmadılar. Kalbler arınmasın diye Kur'ân meclisinde yaygara çıkarmaları için şeytan kâfirleri aldattı. Bu, hak yönünde başarısızlığın ve hakla mücâdelede acziyetin tükenişidir. Her hak­tan yüz çevirme, bu tür eylemlerle şeytanın aldatmasıdır.

Kâfirler hesap günü yaptıklarına pişman olacaklardır:

"(Ateşe giren) kâfirler dediler ki: Rabbimiz cinlerden ve insanlardan bizi saptı­ranları bize göster, onları ayaklarımızın altına alalım da alçaklardan olsunlar." (Fussilet: 29)

Hak ile gönüller açan ve hakkın yardımına yönelen akıl sahiplerini melekler ku­şatır, onlarla ünsiyet kurar, zorluklan aşmada onlara yardım eder:

"Rabbimiz Allah'tır, deyip sonra doğru olanların üzerine melekler iner: Kork­mayın, üzülmeyin, size söz verilen cennet ile sevinin!(derler)." (Fussilet: 30)

 Fussilpc Sûres

Muhammed      Gazalî

Müfessirlerin geneline göre bu âyet, cennete konulacaklarına dâir gönüllerini ya­tıştırmak ve sevdiklerini terkettikleri için onları teselli etmek üzere ölüm döşeğinde-kiler hakkında nazil olmuştur.

Bu söz yabana anlamaz. Çünkü bu söz, cihad etmeleri esnasında mü'minlere İnen, onları doğruyla kaynaştıran ve hakka yönelten meleklerden söz eden bağlamın işaret ettiği söylemle çelişmemektedir. Allah Resûlü'nün (s.a.v) Allah'ı en güzel şe­kilde öven adama: "Kerîm melek sana yardım etmektedir.", Hassan b. Sâbit'e: "Ru­hu l-Kuds seni desteklemektedir." dediği doğrudur.

Şeytanlar bâtılı destekledikleri gibi, melekler de hakkı desteklemektedirler. Mü­kâfat ve cezada aslolan, insanın yönelmesi, kazanması ve elde etmesidir.

Şeytan, insanı Allah'tan uzaklaştırmakta, önündeki dosdoğru yolu kapatmakta hünerlidir. Allah'a davet, insanları çalışmaya sevkeder ve tembellikten kurtarır. Da­vet mekanizmasının gerçekleri koruması, şeytanları kovması, şüphe ve kaprisleri gi­dermesi gerekir:

"(İnsanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve ben Mü si uman I ardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?" (Fussilet: 33)

Peygamberler, çağlar boyu dâvetçilerin Önderleri, imanı destekleyip iyiliğe arka çıkma noktasında dâvetçilerin lokomatifleri ve insanlara Rablerini tanıtma ve sevdir­mede öncüleri olmuşlardır. Sûre içinde bu anlamı vurgulayan âyetler bulunmaktadır:

"Gece, gündüz, güneş ve ay O'nun âyetlerindendir. Ne güneşe ne de aya secde etmeyin. Onları yaratan Allah'a secde edin." (Fussilet: 37)

O'nun âyetlerinden biri (şudur):

"Sen, toprağı, boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine suyu döktüğü­müz zaman titreşir ve kabanr." (Fussilet; 39)

"(Kıyamet) saati(ni) bilmek, Allah'a havale edilir. O'nun bilgisi olmadan ne mey­veler kabuklarından çıkar, ne bir dişi gebe kalır ve ne de doğurur." (Fussilet: 47)

Ne yazık ki İslâm davetinin cihazı bozulmuştur. Bazı şehir ve bölgelerde belki de kaybolmuştur. Arapların davet hizmetinde aşırı oluşları savunulacak bir durum değil­dir. Araplar kendi arzularına ve tutuculuklarına dalınca devletlerini yitirdiler ve risâ-letlerini kaybettiler. Üstelik bu durumlarına âyetlerden deliller de buldular:

"Âyetlerimiz hususunda doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz." (Fussilet: 40)

"Onlar kendilerine gelen Kur'ân'ı inkâr ettiler. Halbuki O, öyle eşsiz bir kitap­tır ki ne önünden ne de ardından O'na bâtıl gelmez." (Fussilet: 41-42)

Muhammed risâletini yüklenen Araplar, bütün peygamberlerin asaletlerini yük-

Fjssilet Sûresi • 467

Kur'ân-ı     Kerîmdin     Konulu     Tefsiri

lenmişlerdir. Araplar dünyada başından sonuna kadar vahyi temsil etmektedirler:

"(Ey Muhammed) sana söylenen, senden önceki peygamberlere söylenmiş olandan başka bir şey değildir." (Fussilet: 43)

Kitap Ehli'ne gelince, onlar yanlarmdakini zâyî ettiler, onun esaslarını unuttular:

"Andolsun biz Musa'ya Kitab'i verdik. Onda da ayrılığa düşüldü. Eğer Rabbin-den bir söz geçmiş olmasaydı aralarında derhal hükmedilir (işleri bitirilir)di." (Fussilet: 45)

Ne ilginçtir, böyle olmasına rağmen Kitap Ehli, günümüzde kendilerine bırakı­lanlara hizmet hususunda çağdaş Müslümanlardan daha aktiftirler ve misyonerleri Doğu ve Batı arasında mekik dokumaktadırlar.

Sûre, eski ve yeni Arapları kasdeden âyetlerle son bulmuştur:

"De ki: Gördünüz mü, ya O (Kur'ân), Allah tarafından ise ve sîz de O'nu inkâr etmişseniz o zaman uzak bir ayrılığa düşenden daha sapık kim olabilir?" (Fus­silet: 52)

Sonra Yüce Allah diyor ki:

"Biz onlara ufuklarda ve kendi canlarında âyetlerimizi göstereceğiz ki, O'nun (Kur'ân'ın) gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbİnİn herşeye şahit ol­ması yetmez mi?" (Fussilet: 53)

Hergün Kur'ân ışığının parıltısı ve hakikatlerinin gücü artmakta, Muhammed'in peygamberliği daha da gönüllere yerleşmekte ve insanlar tarafından kabul görmekte­dir. Kur'ân, tevhide çağırmaktadır. Bilinen peygamberlerin gönderildiği ilâh dışında başka ilâh keşfedilmiş midir? Kur'ân'da birey, toplum ve devlet için sistemler kon­muştur. Kur'ân'ın koyduğu bu sistemde herhangi bir gedik bulunmuş mudur? Bunla­rın ihmal etme ve engelleme dışında bir kusuru yoktur:

"İyi bil ki onlar, Rablerine kavuşmaktan kuşku içindedirler. İyi bil ki O, her şe­yi kuşatmıştır." (Fussilet: 54)

468 • Fussilet Sûresi

 

Free Web Hosting