HAC SURESİ

H

ac Sûresi, korku salan ve panik uyandıran duygusal bir çağrı ile başlamakta­dır. Çünkü bu sûre muhteva olarak bir takım kıyamet korkularını bünyesinde barındırmaktadır.

"Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir şeydir. Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur ve her hamile kadın da çocuğunu düşürür. İnsanJarı da sarhoş bir haJde görürsün, oy­sa onlar gerçekte sarhoş değillerdir; fakat Allah'ın azabı çok şiddetlidir." (Hac, 22/1-2)

Resûlullah'ın hadislerinde ifâde edildiğine göre deprem, kıyametin kopmasının hemen Öncesinde gerçekleşecektir. Bu depremle birlikte yeraltındaki madenlerin fış-kirdığı volkanlar oluşacak ve insanlar hiçbir yere kıpırdayamadan lavların içine çeki­lecektirler. Bu kıpırdanış, sanki bir ölüm uyanışı ya da son ayrılık çırpınışıdır.

Bu açıklamadan sonra, uyuşmuş beyinleri uyandırıp harekete geçirmeyi ya da sinsi şüphe ve endişeleri yok etmeyi hedefleyen bilinçli bir çağrı gelmektedir:

"Ey İnsanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphe ediyorsanız, şunu bilin ki, biz si­zi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra uzuvları Önce belirsiz, son­ra belirlenmiş ceninden yarattık ki, size kudretimizi gösterelim..." (Hac, 22/5)

Ölümden sonra tekrar dirilme hususundaki şüphenin temel nedeni, canlı ve can­lıların hayatıyla ilgili büyük bilgisizlik sebebiyledir. Câhil ve bilgisiz kimselerin id­diasına göre, ölümden sonra tekrar dirilmek, ne geçmişte ne de günümüzde hiç kim­senin görmediği gelecekle ilgili bir olaydır. Oysa ki her gün hatta her an, Öldükten sonra dirilme eylemi gerçekleşmektedir ve bunu da yalnızca Allah (c.c.) yapmakta­dır; hem de kesintisiz bir biçimde. Öyleyse her an öldükten sonra dirilme gerçekleş­tiren Allah (c.c.)'m, en son diriltmesi neden çok uzak ve ihtimal dışı bir şey olsun? İşte rahimlere her an atılan ceninler bir dirilmedir ve bu dirilmede hiçbir beşer gücü­nün etkisi yoktur.

Hac Bakara Sûresi* 319

K u r " â n - ı     Kerîm  'in     Konulu     Tefsiri

Duyu organları tamamlanmış bir cenin oluncaya kadar, o canlıyı peşpeşe yaratı­lış aşamalarından geçiren kimdir? Daha sonra da o canlıyı, akciğerlerinin dünya ha­vasıyla ve gözlerinin de dünyadaki ışıklarla çalışması için, annesinin karnından çıka­rıp dünyaya getiren kimdir? Hayranlık uyandıracak kalıtsal özelliklerle onu donatan kimdir?

Bu yaratılış hikâyesi, sadece gece ve gündüzden oluşan bir zaman diliminde dün­yaya gelen tek bir ceninin hayat serüvenini değil, aksine çalkantılı bir deniz içerisin­de insanlık hayatını birbirine bağlayarak hayatta kalmasını sağlayan binlerce-milyon-larca ceninin yaratılış sürecini anlatmaktadır.

Deniz ve kara parçasını dolduran insan ve diğer canlıların, hayatlarını anlatan bu sözlerden başka bir söze geçelim:

"...Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz üzerine yağ­mur indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten iç açıcı bitkiler verir." (Hac, 22/5)

Çekirdek ve meyvelerden su nasıl çıkmaktadır? Tabiattaki bu yaratılışı doğrula­dığımız halde, nasıl oluyor da insanla ilgili olan yaratılışı imkânsız ve ihtimal dışı gö­rüyoruz? Ayaklarımızın altındaki şu ölü toprak, kendileri sebebiyle hayatımızı sürdü­rebildiğimiz gıdalarımızı ve yaşam için gerekli olan farklı temel gıdalardan nişasta, şeker, yağ, protein, tuz, mineral ve vitaminleri taşıyıcı olarak içinde barındıran pirinç ve buğday tanelerini çıkarmaktadır.

İşte tüm bu anlatılanlar, inkârı mümkün olmayan apaçık gerçeklerdir. Örneğin kokuşmuş gübre ve nemli topraktan, tadı ve kokusu çok güzel olan güller ve çiçekler çıkıyor. Evet, tüm bunların yaratıcısı kimdir? Ve bu yaratma işini, dünya hayatının bi­timinden ve ecelin gelmesinden sonra, tekrar edecek olan ilk yaratılışın sahibini nasıl inkâr edebiliriz?

Bu öncüllerden yola çıkarak Kur'ân, akla ve duyguya hitap eden iki çağrıdan son­ra, gerçekleşmesi kaçınılmaz sonuçlan hatırlatıyor:

"Çünkü Allah hakkın tâ kendisidir; O, ölüleri diriltir ve yine O, her şeye hak­kıyla kadirdir. Kıyamet vakti de gelecektir; bunda hiçbir şüphe yoktur ve Allah kabirlerdeki kimseleri mutlaka diriltip kaldıracaktır." (Hac, 22/6-7)

İnsanların büyük bir kısmı aklî yeti ve fıtrî sezgİleriyle birlikte hareket ettikleri sürece, âyetlerin İfade ettiği bu kaçınılmaz sonuçlara kesin olarak inanırlar. Fakat bir kısım insanlar da, buna inanmayı reddederek bu dünyadaki hayatlarını kör bir tesadü­fün eseri olarak görüyorlar ve varacakları sonda, meçhul veya helak olacağını zanne­diyorlar.

Böylesi kimselerin düşüncelerine saygı duymak elbette ki hatadır. Mütefekkirle-

320 • Hac Sûresi

Muhammed     Gazalî

rin büyük bir kısmının inançsız oldukları söylentisi çok yaygındır, Oysa ki bu tama­men yalandır. Prof. Dr. M. Abbas el-Akkad da "Akâidü'l- Müfekkirîn" isimli eserin­de, aydınların çoğunluğunun inançlı kimseler olduğunu ispatlamıştır.

Allah (c.c.)'» inkâr, bir realitedir. Ne var ki bu inançsızlık, ilmî bir gerekçeye ke­sinlikle dayandırılamaz. Zira Allah (c.c.)'1 inkar etmenin temelinde ya köklü bir ca­hillik ya hesapta bir yanlışlık ya da her tarafı kaplayan şehvet ve kör bir gurur vardır.

Şurası bir gerçek ki, şeytan Allah (c.c.)'a karşı isyan bayrağını kaldırdığı ve O (c.c.)'na düşman olarak yeryüzüne gönderildiği zaman, Allah (c.c.)'ın hak ve gerçek olduğunu biliyordu. Şu âyetler, küfrün çeşitlerini açıklamaya başlıyor:

"İnsanlardan bazısı, bir bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde, sırf Allah yolundan saptırmak için kibir ve gurur içinde Allah hakkında tartış­maya kalkışır..." (Hac, 22/8-9)

Kâfir bir kimse, tabiatında var olan fıtrî sözleşmesine ihanet eden ve hatırlayıp gözetmesi için kendisine gönderilen vahye aykırı davranan kişidir. İşte böyle bir kim­seden daha hakir ve daha zelil kimse göremiyorum.

Bîr başka çeşit kâfir de vardır ki, imanını kendisine gelecek menfaatlere bağlar. Şayet mutlu, müreffeh ve bolluk içindeyse inanır, yok eğer sıkıntı ve darlık içindey­se hemen isyanını oracıkta ilan ediverin

"İnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden kulluk eder; kendisine bir iyilik dokunursa buna çok sevinir, ama bir de musibete uğrarsa çehresi değişir/dinden yüz çevirir. O, dünyasını da âhiretini de kaybetmiştir. İşte bu apaçık hüsrandır." (Hac, 22/11)

Bu dünyada insana bahşedilen hayat diliminin, bîr İmtihan donemi olduğu bilinen bir gerçektir. Bu imtihan sürecinde insan sevdiği şeylerle sevmediği şeyler arasında gidip gelir. Şayet ona bir İyilik dokunursa şükretmelidir, yok eğer bir kötülük doku­nursa da sabretmelidir. Ama kendisine isabet eden şeyi, bazı kimselerin dediği gibi, "ahmakça bir kader" olarak nitelerse, işte bu apaçık bir küfürdür.

İslâm, iyi ve kötü olan her şeyde Allah (c.c.)'a boyun eğmek ve O (c.c.)'nun hük­müne razı olmaktır. Şâir şöyle diyor:

"Allah'ı tanıyan kimse ithamı terk eder,

Ve; 'O'nun yaptığı her şey hikmetledir' der."

"... Şüphesiz ki bunda çok sabırlı ve çok şükreden herkes için ibretler vardır." (Ibrâhîm, 14/5)

Başka bir şâir de şöyle der:

Hac Süresi • 321

Kur'ân-ı     Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

"Ki§i arzu ettiği her şeyin kendisine verilmesini ister, Allah ise ona, kendi dilediğini bahşeder."

Kim Allah (c.c.)'ın kudretine teslim olursa, kurtuluşa erer. Yok eğer Allah (c.c.J'ın hükmü onun hoşuna gitmiyorsa kendi sonuna hazırlansın.

"Her kim, Allah'ın dünya ve âhirette Resûlü'ne asla yardım etmeyeceğini zan­nediyorsa, artık o kimse tavana bir ip atsın; sonra da ayağını yerden kessin. Şimdi bu kimse baksın. Acaba hilesi, öfke duyduğu şeyi gerçekten engelleye­cek mi?" (Hac, 22/15)

Görüldüğü üzere, hangi durumda olursa olsun, sonuçta varılacak yer Allah (c.c.)'ın huzurudur. Tüm insanlık O (c.c.)'na dönecektir ve O (c.c.)'nun sıfatları ara­sında zulüm diye bir şey yoktur.

"Mü'nıin olanlar, Yahudiler, Sâbiîler, Hıristiyanlar, Mecûsiler ve müşrik olan­lara gelince, muhakkak ki Allah bunlar arasında kıyamet gününde hükmünü ve­rir. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilendir." (Hac, 22/17)

Hac Sûresi'ndeki bu uzun girişten sonra Kur'ân-ı Kerim, dünyadaki iman ile kü­für ve hakkın sancağını taşıyanlarla bâtılın sancağını taşıyanlar arasındaki süregelen mücâdeleyi anlatmaya başlıyor. Hak ile bâtıl arasındaki bu mücâdele, hayatın üzeri­ne kaim olduğu ve iyilerle kötülerin ayrıştığı imtihanlardan birisidir.

Şu İyi bilinmelidir ki, Allah (c.c.)'a inanan bir kimse ile O (c.c.)'nu inkâr eden bir kimse arasında sağlam bir sevgi ve muhabbet oluşmaz ve bu ikisi hiçbir zaman için bir yol ve hayat tarzında birleşemezler. O zaman bu, inananlar ile inkarcılar arasında kesintisiz bir savaşın alevlenmesi anlamına mı gelir? Hayır, zira mü'minler inkarcı­ları, sadece kendi inandıkları şeye davet etmekle ve önlerindeki hakikat yolunu onla­ra açıklamakla mükelleftirler. Mü'minlerin, hikmet ve güzel öğütle davet etmenin ötesine geçmemeleri gerekir. Çünkü yüce Allah (c.c.) her İki grubu da birbiriyle im­tihan etmektedir. İşte bu sebeple Önümüzdeki bu imtihanı yok saymak veya görmez­den gelmek doğru değildir.

Hakikati açıklamak, delillerini sunmak ve kendi bakış açımızı bir güneş gibi or­taya koymak, bizim görevimizdir. Şayet onlar, bugün İslâm'a girmekten yüz çevir-mişlerse, fırsat olarak onlara gelecek günler bırakırız ve onlarla ilişkilerimizde kesin­likle adaletli oluruz.

Peygamberimizin hayatı işte böyleydi. Sonuçta Allah (c.c.) O'nu düşmanlarına karşı üstün kıldı. İşte kendisine bu şekilde muamele edilen bir düşman, sahip olduğu bâtıl ve boş şeyleri için hiçbir gerekçe bulamaz. O, sadece hasmını ortadan kaldırmak için sahip olduğu gücü, kuvveti ve otoriteyi kullanır. Geçmiş dönemlerde de peygam­berlere aynı şeyler söylendi: Ya kendiliğinizden susun, ya da biz susturmasını biliriz.

322 ¦ Hac Sûresi

M u h a m m e d     G  a z a 1 î

"İnkâr edenler peygamberlerine dediler ki, 'Elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!' Rableri de onlara; 'Zâlimleri mutlaka helak edeceğiz!' diye vahyetti, (Ey inananlar!) Onlardan sonra sizi mutlaka yeryüzünde yer­leştireceğiz..." (İbrâhîm. 14/13-14) İnananlarla İnkâr edenlerin arasında süregelen düş­manlığın doğası işte budur. Hac Sûresi'ndeki şu âyetle anlatılmak istenen de budur:

"Şu iki grup, Rableri hakkında çekişen iki hasımdır..." (Hac, 22/19)

Rivayet edildiğine göre bu âyet, Hakk'm kahramanları ile bâtılın kahramanları(!) arasında geçen ilk savaşta, Bedir Savaşı'nda nazil oldu. Bu savaş, yumuşak davran­ma, iyi geçinme ve Müslümanların eziyet çekip sıkıntılara tahammül etmelerinin üze­rinden tam on beş yıl geçtikten sonra gerçekleşmiştir.

Aşağıdaki âyetleri, ben şu şekilde açıklamaktayım: Peygamberler asırlar boyun­ca hep bu tür sıkıntılar çekmişler ve yalnızca Allah (c.c.)'a ibâdet edilmesi için inşâ edilen evler, külfetini sadece Hak ordularının çektiği büyük bir cihadın ve mücâdele­nin sonucunda ayakta kalabilmişlerdir.

"Allah, iman edenleri korur ve savunur. Şu da muhakkak ki Allah, bütün hâin ve nankörleri sevmez. Kendileriyle savaşılan mü'minlere, zulme uğramış olma­ları sebebiyle, savaş konusunda izin verildi. Şüphesiz ki Allah, onlara yardım etmeye mutlak surette kadirdir. Onlar, sırf 'Rabbimiz Allah'tır' dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmışlardır. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılıp giderdi. Allah, kendisine yardım edenlere muhakkak yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlü­dür, galiptir." (Hac, 22/38-40)

Peygamberler ve onların yolundan giden mü'minler, içinde yağmacılık olan sa­vaşları bilmezler ve haksız yere tek bir damla kanın bile akıtılmasına razı olmazlar. Çünkü onlar, sadece ve sadece zulmün ve haksızlığın kökünü kazırlar ve doğrusu da bunun İçin vardırlar.

Allah (c.c), inananlara zaferi farz kılıyor, çünkü bu zafer, gerçekte onların tem­sil ettiği ilkelerin zaferidir. Yoksa onların bizzat kişiliklerini desteklemek değildir. Burada İnsanın aklına şöyle bir soru gelmektedir: İnananların taşıdıkları bu ilkeler ne­lerdir?

"O mü'minlere şayet yeryüzünde iktidar verirsek, namazı kılarlar, zekatı verir­ler, iyiliği emreder ve kötülükten nelıyederler. İşlerin sonu Allah'a varır." (Hac, 22/41)

Elçilerin yolunu takip edenler, mal ya da makam peşinde koşmazlar. Onların esas hedefi; insanoğlunun, Rabbini tanıması, O (c.c.)'nun ismini seslendirmesi ve yüceli-

Hac Sûresi • 323

Kur'ân-ı      K c r î m   '  i ıı      Konulu     Tefsiri

ği önünde boyun eğmesidİr.

Savaştan bahseden âyetlerin arasında, sûrenin ismiyle indirilmiş olan esas konu­nun yer aldığını görmekteyiz; bu da hac konusudur. Burada hac ibâdetleri ve bunla­rın yerleri zikredilmektedir. İşte buradan hareketle şu sonuç ortaya çıkıyor: Hac ibâ-detleriyle İlgili âyetlerin, savaştan bahseden âyetlerin arasında gelmesi, Hz. İbrâhîm (a.s.)'in sancağını taşıdıklarını iddia eden müşriklere, kendilerinin Hz. İbrâhîm (a.s.)'in dininden saptıklarını bildirmektedir. Çünkü onlar müşriktirler; oysa Hz. İb­râhîm (a.s.) 'tevhid't davet ediyordu. Öyleyse bu müşriklerin Hz. İbrâhîm (a.s.)'le na­sıl bir ilişkisi ve birlikteliği olabilir ki!?

Şurası bir gerçek ki, müşrikler Hz. İbrâhîm (a.s.)'in mirasına ihanet etmişlerdir; her ne kadar onu koruduklarını iddia etseler bile. Sonra onlar, muvahhid Müslüman­ları Kabe'ye bile yaklaştırmıyorlardı ve hakkı bile bile inkâr ederek, Hz. İbrâhîm (a.s.)'e tâbi olan mü'minlere de zulmediyorlardı.

"İnkâr edenler, Allah'ın yolundan ve yerli ve yabancı bütün insanlara eşit kıb­le kıldığımız Mescid-i Haram'dan insanları alıkoymaya kalkanlar bilsinler ki, kim orada zulüm ve haktan sapmaya yeltenirse muhakkak ona acı bîr azap tat­tırırız." (Hac, 22/25)

Bu haddi aşan azgın kimselerle savaşmak, aslında şerefli bir kavgadır ve böylesi bir kavga içinde olanları ne kınayabiliriz, ne de sorumlu tutabiliriz.

Hac esnasında yapılan işleri düşünen kimse, şu hususları idrak eder: Bu eylemle­rin hepsi de ilâhî takdirin, tevhidi desteklemek, onu kalplere yerleştirmek ve yeryü­zünün her tarafındaki tüm insanları onun taşıdığı anlam üzerinde birleştirmek için za­manını ve mekânını özenle seçtiği büyük bir gösteridir. Hz. İbrâhîm (a.s.) de uzun asırlar önce, dâvetine bu şekilde başlamıştı:

"Bir zamanlar İbrahim'e Beytullah'ın yerini hazırlamış ve ona şöyle demiştik; 'Bana hiçbir şeyi ortak kılma...' " (Hac, 22/26)

Haccederken bazı insanların şöyle dediklerini işittim: "Allah (c.c.) bizleri aklede-bildiğimiz şeylerle imtihan etti, biz de iman ettik. Fakat O (c.c.) bizleri akledemedi-ğimiz şeylerle de imtihan etmeyi diledi." Bu söz büyük bir hatadır, çünkü hac ibâdet­lerinde akla aykırı ve akıl dışı hiçbir şey yoktur. Yeryüzündeki "ilk ev"e kulların de­ğer vermesini istemekte akla aykırı olan şey ne olabilir ki!?

Ama şöyle diyebilirsiniz: "Yeryüzündeki 'ilk ev' olan Kâ'be'yi tavaf etmenin an­lamı nedir?" Böyle bir soruya şu şekilde cevap verebiliriz: Tavaf; temizlik gerektiren ve içerisinde tesbîh (Allah'ı yüceltmek), tahmîd (Allah'a hamdetmek) ve ibtihâl (Al­lah'a yalvarmak) bulunan bir duadır. İşte bu sebeple, belirli bir anlamı ortaya koymak için, insanların tevâzû ya da başka bir ilkeye bağlılıkları sebebiyle yaptıkları eylem-

324 • Hac Sûresi

Muhammed     Gazali

lerle, akla aykırı düşen ve aklı devre dışı bırakmayı gerektiren eylemler arasında bü­yük bir fark vardır. Meselâ biz Araplar, yazıyı sağdan sola yazarken, Avrupalılar sol­dan sağa yazarlar, Çinliler İse yukarıdan aşağıya doğru yazarlar. Böylesi bir farklılı­ğın akılla veya akıldişılıkla ne ilgisi vardır? Aynı şekilde bizler ve birçok ülke İnsanı, araba sürerken sağdan gideriz, oysa İngilizler soldan giderler. İşte bu tur farklılıkla­rın akılla hiçbir ilgisi yoktur.

Üzerinde hemfikir olduğumuz ve özel bir anlam ifâde eden eylemlerimizde akıl, bu eylemlerin akla uygunluğuna ya da aykırılığına karar veremez. İşte hac ibâdetleri de bu türdendir. Zira biz Müslümanlar, tevhidi korumak için yapılan "ilk ev" i ziyaret ediyoruz, o kadar. Kabe'nin yeryüzünde inşâ edilen "ilk ev" olmasının değeri niçin inkâr ediliyor? Ve neden beş kıtadaki mescidler ve camilerin bu "ilk ev"le irtibatı ku­rulmuyor?

"İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde kendilerine âit bir takım yararları yakînen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzeri­ne belli günlerde Allah'ın ismini anmaları için Kabe'ye gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yiyin, hem de yoksula ve fakire yedirin." (Hac, 22/27-28)

Hac'da kurban edilen hayvanların etlerini, günümüzün modern taşıma araçlarıy­la, Mekke halkına ya da diğer ülkelerin şehir, kasaba ve köylerine götürerek oralar­daki milyonlarca ihtiyaç sahibine vermek mümkündür.

"Biz, büyükbaş hayvanları da sizin için Allah'ın işaretlerinden (kurban) kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu halde onlar, ayaklan üzerine dururken üzer­lerine Allah'ın ismini anınız (ve kurban ediniz.) Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık onlardan hem kendiniz yiyin, hem de ihtiyacını gizleyen ve gizleme­yen fakirlere yedirin..." (Hac, 22/36)

Bu sûrenin açıkladığı hac İbâdetleri, tevhidin anlamının güçlü bir insanî te'yidi ve onun sancağı altında kitlelerin toplanmasıdır.

"...O halde, pislikten, putlardan ve yalan sözden sakının. Kendisine ortak koş-maksızın Allah'ın birliğini tanıyan hanifler olun. Kim Allah'a ortak koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmışta kendisini kuşlar kapmış, yahut rüzgâr onu uzak bir yere sürüklemiş gibidir." (Hac, 22/30-31)

Toplumların inşâsında olmazsa olmaz ilkelerin başında, o toplumların tarihlerinin ibâdetleriyle, hâtıralarının yaşamlarıyla ve duygularının fikirleriyle harmanlanması

gelmektedir.

"İşte durum budur, her kim Allah'ın hükümlerine saygı gösterirse, şüphesiz bu kalplerin lakvasındandır." (Hac, 22/32)

Hac Sûresi ¦ 325

K U r ' S n - 1      Kerîm'in      Konulu     Tefsiri

Beşer hayatının tâ doğuşundan itibaren, onu hiç bırakmayan kompleks felâket şu­dur: Şayet insanların içerisinde hakka ve iyiliğe çağıran bir dâvetçi olmazsa, insanla­rın önüne, onların çaba ve gayretlerini boşa çıkarmayı isteyen ve hak yoldaki yürü­yüşü zorlaştıran bâtıl ve şerrin dâvetçileri hemencecik geçiverir. Sonuçta da bu iki güç arasında, insanlığın tüm gücünü harcadığı ve sonsuza kadar uzanan bir mücâde­le başlar.

Hak ile bâtıl arasında gerçekleşen bu savaşta ilâhî takdir, yüce bîr hikmet gereği, bazen hakkın yenilmesine izin verir. İşte o zaman Allah (c.c.)'a ibâdet etmek için in­şâ edilen mescid ve camilerin ya müzelere ya da depolara çevrildiğim görürsünüz. Yaşadığımız bu çağda, Hindistan'da Bâbür Camisi yıkıldı. Bu caminin yıkılmasına gerekçe olarak da; caminin bulunduğu yerin "Mâya" ismindeki tanrılarının doğum yeri olmasını gösterdiler. Oysa o, yeni uydurdukları bir tanrıdır. Tevhid çağrılarının o caminin mihrâb ve kubbelerini dolduracak şekilde ayakta durması için, bu camiyi ko­rumaya çalışan yüzlerce Müslüman öldürüldü ve onlar da şehid olarak bu dünyadan ayrıldılar. İşte Allah (c.c.)'ın İsminin anıldığı evleri korumaya çalışanlarla, onları yık­maya çalışanlar arasındaki bu savaş hiç bitmeyecektir.

Gelecekte nelerin olacağı bilinmez, ancak Müslümanlara düşen görev; azimli ve sabırlı olmaktır. Çünkü son söz onların olacaktır. İsterseniz Allah (c.c.)'ın nebisine yaptığı şu teselliye kulak verin:

"(Resulüm!) Eğer onlar seni yalanlıyorlarsa, şunu bil ki, onlardan önce Nuh'un kavmi Ad, Semûd, İbrahim'in kavmi, Lût'un kavmi ve Medyen halkı da (pey­gamberlerini) yalanladılar. Mûsâ da yalanlanmıştı. İşte ben o kâfirlere süre ta­nıdım, sonra da onları yakaladım. Benîm onları cezalandırmam nasıl oldu!" (Hac, 22/42-44)

Ardından Allah (c.c.) katında başka bir hesabın görüleceği zamanı açığa çıkaran bir ihsan ve lütuf geliyor. Şayet bir nesil yenilgiyi tatmışsa, yüzyıllar sonra başka bir nesil zaferi tadabilir.

"(Resulüm!) Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah ise vaadin­den asla dönmez. Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün; sizin saymakta ol­duklarınızdan bin yıl gibidir." (Hac, 22/47)

Resullere, tüm mazeretleri geçersiz kılacak şekilde, apaçık bir tebliğ görevinin verilmesi; hiçbir inkarcının küfrüne gerekçe olacak bir delil kalmaması içindir.

"De ki: Ey insanlar! Ben ancak sizin için apaçık bîr uyarıcıyım. İman edip sâ-lih ameller işleyen kimseler için mağfiret ve bol nzık vardır. Ayetlerimiz hak­kında (onları tesirsiz bırakmak için) birbirlerini geri bırakırcasına yarışanlara gelince, işte bunlar cehennemliktirler." (Hac, 22/49-51)

Sonra Allah (c.c), elçisine ve bizlere şunu açıklıyor: "Tüm peygamberler, puta

326 • Hac Sûresi

Muhammed     Gazali

tapanların kalpleri İslâm'a açılsın diye ve hakkın zaferi için, olanca güçleriyle çalış­tılar. Ne var ki, İnsan ve cin şeytanları vesveseleriyle onların karşısına çıktılar ve müşriklerin liderlerine dönerek, peygamberin gayretini boşa çıkarmak için dediler ki: "Şayet tanrılarımıza inanmakta sebat göstermeseydik, gerçekten bizi neredeyse tan­rılarımızdan saptıracaktı diyorlar..." (Furkân, 25/42)

Şayet insan ve cin şeytanları o putları ele geçirip savunmasalardı, o putperestler belki de Müslüman olacaklardı. "Böylece biz, insan ve cin şeytanlarını düşman kıl-dık. Bunlar, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar..." (En'âm, 6/112) En'âm Sûresi'nde, insanları saptırarak yoldan çıkaran "yaldızlı!süslü söz", bu sûrede şeytanın ilkasıldikte etmesi olarak İsimlendiriliyor;

"Biz, senden önce hiçbir resul ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulun­duğunda, şeytan onun dileğine ille de {beşerî arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi âyetlerini sağ­lam olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir ve hüküm ve hikmet sahibidir." (Hac, 22/52)

Şeytanın vesvesesi, bazen hakikate karşı bir isyan ve ayaklanma, bazen de bâtılı savunanlara karşı hiçbir tepki göstermeme ve çaba harcamama şeklinde olabilir. Zira bizler, nice yalancıların dağları sarsacak derecedeki yalanlarını ve iftiracıların boş sözlerini dinledik. Fakat Allah Teâlâ onların tüm hilelerini başlarına geçirerek ve ya­lanlarını ortaya çıkararak, bu mücâdeleden hakkın, hiç bir yara almadan sapasağlam çıkmasını sağlamıştır.

Allah'ın risâletleri hususunda şeytanın bir başka vesvesesi de, toplumun önde ge­len liderlerinden veya geniş halk yığınlarından gelen bid'at, hurafe ve arzuların, bu ilâhî risâletlere eklemlenmesi suretiyle olabilir. Bu da, dinin hakikatini bozar, bir kıs­mını diğerinden ayırır ve din hakkında kötü düşünceler oluşturur.

Fakat şu iyi bilinmelidir ki, hangi şartlar altında olursa olsun, şeytanın bu tür ves­veseleri, patlamaya hazır bombalar gibidir ve en ufak bir darbede patlar. Sonuçta hak, saf, temiz ve berrak olarak kalır. Hakkın taraftarları ise, ellerinde apaçık emir ve ya­saklar olduğu halde hayatlarını sürdürürler.

Biz burada "Garanik Aldatmacasını anlatacak değiliz, çünkü bu hâdise sadece câhil, ahmak, aptal ve kalın kafalıların kandırılabileceği kocaman bir yalandır. Allah izin verirse biz bunu Necm Sûresi'ne ulaştığımızda anlatacağız.

Allah (c.c.)'ın yoluna davetin güzelliği ve cihadın doğruluğunu ortaya koyan hu­suslardan birisi de, davet ettiğimiz ve yolunda cihad ettiğimiz zâtin', kadrini ve yüce­liğini bilmektir. Allah (c.c.)'ın kelimesinin yücelmesi İçin çaba sarf eden bir kişi, dün­ya arzulan ve yaşam kaprisleri için gayret gösteren kişiden elbette ki farklı olacaktır. İşte bu sebeple Allah (c.c), elçisini tebliğ yolunda yürümeye teşvik ediyor:

Hac Sûresi • 327

Kur'ân-ı     Kerîm 'in     Konulu     Tefsiri

"Görmedin mi, Allah, gökyüzünden yağmur İndirdi de bu sayede yeryüzü ye­şeriyor. Gerçekten Allah çok lütufkârdır ve her şeyden haberdardır. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi de O'nundur. Gerçekten Allah, yalnızca O zengindir ve öv­güye değerdir." (Hac, 22/63-64)

Âyetler, Allah (c.c.)'m azametini, büyüklüğünü, eşsiz kudretini ve bu evrende kendisine ibâdet edilebilecek tek hak sahibinin kendisi olduğunu anlatarak devam et­mektedir. Öyle ya, O (c.c.)'nun dışında kime ibâdet edilebilir; âciz bir beşere mi, yok­sa sağır ve dilsiz bir taşa mı?

"Onlar, Allah'ı bırakıp Allah'ın kendisine hiçbir delil indirmediği ve kendileri­nin dahi hakkında bilgi sahibi olmadıkları şeylere lapıyorlar. Oysa zâlimlerin hiçbir yardımcısı yoktur" (Hac, 22/71)

Daha sonra Allah (c.c), nebîsine şöyle sesleniyor:

"Biz, her ümmete, uygulamakta oldukları bir ibâdet tarzı gösterdik. Öyleyse onlar (Ehl-i Kitap) bu iş hususunda seninle çekişmesinler. Sen Rabbine davet et. Zira sen, hakikaten dosdoğru bir yol üzeresin." (Hac, 22/67)

Hac emri nazil olduğunda, Resûlullah (s.a.v,) insanlara şöyle dedi: "Hac ibâdet­lerinizi benden alınız." Hz. Peygamber (s.a.v.) şu gerçeği ortaya koymak için, onlara haccın hükümlerini, hacdaki ibâdet yerlerini ve buralarda yapacakları işlemleri tek tek açıkladı: Önceden de ifâde ettiğimiz gibi hac; orada sadece tek bîr Allah (c.c.)'a yapılan tezahürat ve tevhidin kalpleri fetheden bilincinden vadileri dolduran yakarışa ve ufuklarda yankılanan haykırışa dönüşen büyük bir gösteridir.

Kendisiyle Allah (c.c.)'a yaklaşılan kurbanlık hayvanları keserken Allah (c.c.)'ın ismi zikredilir:

"Onların ne etleri ne de kanlan Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvanız

ulaşır..." (Hac, 22/37)

Resûlullah (s.a.v.), hac dönüşünde evlere kapılarından değil de arkalarından gir­meyi yasakladığı gibi, aynı şekilde Kureyş'in kendilerine has inip-çıktıkları bir yol­larının olmasını da yasakladı.

Şüphesiz hac, iman iktidarının muhteşem bir ilânı ve şirk iktidarının da rezil bir şekilde düşüşünün apaçık göstergesidir. İşte yüce Allah, tam da bu sırada, şöyle söy­lüyor:

"Biz, her ümmete, uygulamakta oldukları bir ibâdet tarzı gösterdik. Öyleyse onlar (Ehl-i Kitap) bu iş hususunda seninle çekişmesinler. Sen Rabbine dâvel et. Zira sen, hakikaten dosdoğru bir yol üzeresin." (Hac, 22/67)

Artık tevhid olgusu en yüksek dereceye doğru ulaşırken, şirk olgusu da en aşağı

328 ¦ Hac Sûresi

Muhammed     Gazalî

tabakaya doğru yol almaktadır:

"Ey İnsanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah'ı bırakıp da yal­varıp taptıklarınız bunun için biraraya gelseler bile bir sineği dahi yaratamaz­lar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de âciz istenen de!" (Hac, 22/73)

Hac Sûresi, İslâm ümmetinin yüklenmiş olduğu risâleti açıklayarak, yerine getir­mesi gerekli olan vazifeleri ve yükseltmeye çalıştığı iman sancağını bildirerek sona ermektedir. Resûlullah (s.a.v.) bu bilgileri Allah (c.c.)'tan Öğrenirken, İslâm ümmeti de o kutlu elçiden öğrendi. Öyleyse resullerinin tebliğ etmiş olduğu şeyden aldıkları Öğretileri tüm dünyaya ulaştırmaları, onların üzerine bir görevdir. Zİra Hz. Resul (s.a.v.) bu ümmetin şahididir, bu ümmet de tüm insanların şahididir.

Buna karşılık çağdaş medeniyetin ulus devletleri ya hayat standartlarını yükselt­mek için çalışıyor veya ırkçılık taassubuyla savaşa girişiyorlar yahut da topraklar üze­rinde kendi güçlerini pekiştirmekle meşgul oluyorlar.

Oysa İslâm ümmetinin başka bir görevi vardır: Bu ümmet Allah (c.c.)'a İbâdet eder ve O (c.c.)'na ibâdete davet eder. Eğer tâğutlar, asırlar boyunca insanları küçüm­seyip hor ve hakir gördülerse de, bizim ümmetimiz olan İslâm ümmeti, yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din yalnızca Allah (c.c.)'ın oluncaya kadar, bu tâğûtlarla mü­câdele etmek zorundadır.

"Ey iman edenler! Rükû edin, secdeye kapanın, Rabbinize ibâdet edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz. Ve Allah yolunda da hakkını vererek cüıad edin..." (Hac, 22/77-78)

Sonra şöyle diyor:

"...Peygamberin size şahit olması, sizin de tüm insanlara şahit olmanız için siz­leri seçti..." (Hac, 22/78)

Müslümanlar, bu risâlet görevini tam olarak idrâk edebildiler mi acaba!?

Hac Sûresi • 329

 

Free Web Hosting