HUCURÂT SURESİ
Küçüklere merhamet etmek ve onları sevmek gerektiği gibi büyüklere hürmet etmek ve saygı duymak gerekir. Peygamber (s.a.v), bunu Müslüman toplumun erkânından saymıştır: "Büyüklerine saygı duymayan, küçüklerini sevmeyen ve âlimimizin hakkını bilmeyen bizden değildir."
İnsan kendi otoritesini sarsamaz. Hiçkİmsenin gelip emretme, yasaklama, ileri alma, geri çekme, önerme ve karşı çıkma hususunda kendini isbatlamaya kalkması doğru değildir.
Hucurât Sûresi'nde, ümmeti dengeleyen ve ümmet oluşumunu ayakta tutan edeplerin başında Müslümanların, resullerine, sonra birbirlerine, daha sonra ümmetin dİ-ğer milletlere karşı edepleri gelir.
Müslümanların Resullerine karşı edepleri hususunda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler, Allah'ın ve Resûlü'nün Önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Alîah, işitendir, bilendir. Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, peygambere yüksek sesle bağırmayın." (Hucurât: 1-2)
Aynı durum Nûr Sûresi'nde şöyle geçmektedir: "(Ey mü'minler) Peygamber'i, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın." (Nûr: 63)
Resûl'ün (s.a.v) çağrılması ve O'nunla konuşulması hususunda tevazu, alçak sesle konuşma ve edebi gerektiren özel bir tarzın olması gerekir. Çünkü o, Allah'ın teb-liğcisi ve hidâyetinin tercümanıdır. Bu yüzden ona saygı duymak, bir borçtur. Onun kâfirlerden ve münafıklardan çektiği sıkıntılar kendisine yeter. Allah Resûlü'ne karşı edepli olanların Allah katında saygınlıkları ve mükâfatları vardır. Allah Resûlü'ne eziyet edenlere ve ahlâksız davrananlara gelince onların durumları başkadır.
Haberleri dinlerken araştırmak, imanın doğruluğundandır. Çünkü nice haber adı
Hucurüt Sûresi • 507
Kur'ân-t Kerîm'in Konulu Tefsiri
altında koparılan yaygaraların aslı astan yoktur. Apaçık bir fitnedir:
"Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz." (Hucurât: 6)
Şeytanın Ademoğulları'na yaklaştığı, birbiri aralarında kavga çıkarmak için onların sözlerini dinlediği, küçük bir yanlış bulduğu zaman onu büyütmek ve alevlendirmek için girişimlerde bulunduğu bilinmektedir. İnsanlar arasında çıkan kavgaların geneli, işte bu belâdan doğmaktadır. Müslümanlar, konumlarım ayarlamakta ve aralarındaki düşmanlığı gidermede acele etmeleri gerekir. Bir günah işlenince ve taşkınlık yapılınca herkes onu yapana engel olmalı ve sınırı aştırmamahdır.
Ben kanların döküldüğü ve nice hasarların olduğu savaşlar gördüm. Müslümanlar, haddi aşanlara hak sözü söylemekte cılız kaldılar ve taşkınlığı gidermede acze düştüler. Sonunda bütün ümmetin ihanete uğramasına neden oldu. Zaten düşmanlar da böyle olmasını istiyorlardı:
"Eğermü'minlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz kî Allah âdil davrananları sever." (Hucurât: 9)
İslâm kardeşliği bağının zayıflaması ve şerrin başlangıcı olan bu durum, gayrimüslimlerin özel çıkarlarını gerçekleştirmelerine ve amaçlarına erişmelerine ortam hazırladı. Bundan her halükârda İslâm zarar gördü.
Hucurât Sûresi, gözlerimizi işlenmemesi gereken kötü ahlâka çevirdi.
Kendini bilmezler ve asılsız şeylerle uğraşanlar, kendilerini başkalarından üstün görür ve onlarla alay ederler. Oysa gerçek üstünlüğü ancak Allah bilir.
Kültürü ve çevresi arasında yahut özel yapısı ve kendisini çevreleyip kuşatan akımlar arasında hassas dengeleri gözeten herhangi bir insanın konumunu kim anlayabilir? Sen başarısız olduğun için başaran, senin geri kalmışlığın nedeniyle ilerleyen herkes bazen kınanabilir:
"Ey mü'minler, Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler." (Hucurât: 11)
İslâm alay etmeyi, hafife almayı, ayıpları araştırmayı, kötü zanda bulunmayı, gıybet ve iftira etmeyi kınamıştır. Ne yazık ki, insan meclislerinin geneli bu âfetlerden arınmış değildir. İnsanlar bunlardan el çekseydi ömürlerinin yargını kurtarırlardı.
Düşerek yok oldukları şeyleri insanlar bir elekten geçirselerdi elekte hiç bir şey
508 • Fetih Sûresi
Muhammed Gazalî
kalmazdı.
Biz Müslümanların, insanlar arasındaki risâletimizi bilmemiz gerekir. Bizler insanlara tepeden bakamayız. Bizler edep, hikmet, rahmet ve sevgi ile açıklamakla yükümlü olan risâlet sahipleriyiz. Dünyadaki başarısızlığımızın sunuşumuzun kötülüğünden ve üslubumuzun olmayışından kaynaklanmasından korkuyorum.
"Ey insanlar, doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanımzdır." (Hucurât: 13)
Sûre, edeplerine riayet etmeden veya hükümlerine sarılmadan İslâm'a girdiklerini sanan bedevîlerin halini açıklayarak son bulmuştur. Bedeviler, İslâm'a sadece sözle vâris olan, içerik olarak ise onu yüklenmeyen, kalbleri yakîne ermemiş ve amelleri, doğrudan uzak olan kavimlerin bir prototipidir:
"Bedeviler, 'inandık' dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama 'boyun eğdik' deyin. Henüz iman kalblerinize yerleşmedi." (Hucurât: 14)
Allah, bedevilere amelleriyle leh ya da aleyhlerinde hükmedeceğini haber vermiştir:
"Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez." (Hucurât: 14)
Yardım istendiği zaman İslâm'ı bırakıp gittikleri veya edep istenince İslâm'ın gücünü terkettikleri ve zamanla İmanları değiştiği için bedeviler, Müslüman değildirler!
"Mü'minler ancak Allah'a ve Resûlü'ne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır." (Hucurât: 15)
Bu çağda Müslümanların, geneliyle özeliyle geçmişteki bedevilere benzediklerini görmekteyiz. Kendilerini İslâm'a nisbet etmekte, ama çağrısına kulak vermemekte veya mihnet anında ona sahiplenmemektedirler.
Hucurat Sûresi • 509