KASAS SURESİ

Kasâs Sûresi, zulmün sonunun karanlık ve sabrın sonunun ise güzel olduğuna ve yeryüzündeki ezilmişlerin bağlarının çözüleceğine ve hürriyetlerine kavu­şacaklarına dâir mü'minlerin geleceklerine güvenle bakmaları gerektiğini belirterek başlamıştır.

Mûsâ ve kavminin başına gelenler, tarihin yeniden tekrar edeceğine örnek getiril­mektedir.

"Tâ Sîn Mîm. Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir. İnanan bir kavim için Mûsâ ile Fir'avn'un haberinden bir kısmını, doğru olarak sana okuyacağız." (Kasâs: 1-3)

Fir'avn, rivayete göre, saltanatı Ganj Nehri'nden Tuna Nehri'ne kadar uzanan ve büyüklüğü ilahlık iddiasına ve diktatörlüğe kadar erişen II. Ramses'tir.

"Fir'avn, yeryüzünde ululandı (zorbalığa kalktı), halkını çeşitli gruplara böldü. Onlardan bir zümreyi zayıflatıyor, oğullarını kesiyor, kadınlarını sağ bırakıyor­du. Çünkü o, bozgunculardan idi." (Kasâs: 4)

Oğulları öldürmek ve kadınları, asil bırakmaksızın kirli emellerine âlet etmek için sağ bırakmak, kuşkusuz büyük bir işkence ve endişe veren bir fitnedir.

Fakat bu suikast, sonsuza dek baki kalacak mı? Asla, başka bir gecede son bula­cak.

"Biz de istiyorduk ki o yerde zayıflatılan!ara lütfedelim, onları önderler yapa­lım, onları (ötekilerin mülküne) mirasçı kılalım." (Kasâs: 5)

Bu söz, her ne kadar geçmişi hikâye etse de, müşriklerin işkence ve zulümlerine maruz kalan Müslümanların gönüllerine sekînet bırakmakta ve özellikle yarının daha iyi olacağı mesajını kalblerinde taşıtmaktadır. Bu sûrenin son taraflarında, Müslü­manları Mekke'yi terke zorlayan şartların ve çabaların sonunda işe yaramayacağı an­latılmaktadır:

Kasâs Sûresi -371

Kur'ân-ı     Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

"Kur'ân'ı sana farz kılan (Allah), elbelte seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: Rabbim kimin hidâyet getirdiğini ve kimin apaçık bir sapıklık İçinde bulun­duğunu bilir." (Kasâs: 85)

Müfessirler, bunun Mekke'den Medine'ye hicret esnasında yolda indiğini söyle­mişlerdir. Muhacirler, kırgın ve mecbur edilmiş bir halde Mekke'yi terkettikten son­ra fâtihler olarak dönmüşlerdir.

Mûsâ ve kavmini anlatarak başlayan Kasâs Sûresi, geçmiş iki sûredeki Mûsâ kıs­sasında anlatılmayan hususları içermektedir:

1. Bu sûre, Musa'nın doğumunu ve yaşamının ilk anlarında büyütülme esnasında çektiği sıkıntıları anlatmaktadır:

"Musa'nın annesine (İlham ile) bildirdik ki: Onu emzir, başına bir, şey gelme­sinden korkuyorsan (bir sandık içinde) onu denize (Nil'e) bırak. Korkma, üzül­me, biz O'nu tekrar sana geri döndereceğiz ve O'nu resullerden yapacağız." (Kasâs: 7)

Annenin çocuğunu denize atma teklifi, çok zor bir şey. Fakat anne, Allah'a bağlı olunca kendisine emredilen şeyi yerine getirdi.

Ayet iyi düşünüldüğünde, iki emir, iki nehiy ve iki müjdeyi içerdiği bilinmektedir.

Sandık bu değerli emânetini alınca dalgalar onu Fir'avn'un sarayına attı. Bu olay üzerine Musa'nın annesinin kalbi, korkudan âdeta gümbür gümbür atıyordu. Fakat anne, kesin olarak ve yakînen Allah'ın O'nu koruyacağını umuyordu:

"Musa'nın annesinin gönlü bomboş sabahladı (meraktan çıldıracaktı). Eğer biz, inananlardan olması için O'nun kalbini iyice pekiştirmemiş olsaydık, neredey­se işi açığa vuracaktı." (Kasâs: 19)

2. Allah, çocuğun sımasını, görenin hoşuna gideceği ve seveceği bir cazibeye bü­rüdü.

Bunun için Fir'avn'un hanımı, eşine şöyle dedi:

"Bana da sana da gözbebeği (olacak çok sevimli bir çocuk). O'nu Öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da O'nu evlat ediniriz." (Kasâs: 9)

Bunun üzerine çocuk öldürülmeyip sağ bırakıldı. O çocuğun haberlerini takip eden o çocuğu görünce annelik görevi kendisine verilen kızkardeşi, Fir'avn'un sara­yına O'na bakıcı süt anne olarak getirildi. Çünkü o çocuk, kendisine sunulan bütün memeleri reddediyordu.

Mûsâ, kendisine süt emzirilmesi için annesinin bakıcılığına geri verildi. Olayın aslını hiç kimse bilmiyordu.

372 • Kasâs Sûresi

Muhammed     Gazali

3.  Mûsâ, Fir'avn'un sarayında büyüdü. Âdeta Allah, O'nu, kavmi gibi ezilmek­ten kurtarıp bu oluşumla sevindirmek istiyordu. Kaderi O'nu, bu tehlikeli geleceğine hazırlamaktadır:

"(Mûsâ): Erginlik çağına ulaşıp iyice olgunlaşınca, kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız." (Kasâs: 14)

Gençliğinin bu devresinde Mısır'da konumunu sarsan olaylar başına geldi. Ken­disine hemşehri olma dışında aralarında herhangi bir bağı olmayan kimsesiz bir ada­mı, aralarında düşmanlık bulunan bir Mısırlı ile tartışırken gördü:

"Kendi taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı Musa'dan yardım is­tedi. Mûsâ da ötekine bir yumruk indirip onun İşini bitirdi." (Kasâs: 15)

Mûsâ son derece güçlüydü. Fakat O, attığı yumruğun Öldürücü olacağını bilmi­yordu. Bunun üzerine Allah'a dua etti:

"Rabbim, ben nefsime zulmettim, beni bağışla, dedi. (Allah) O'nu bağışladı." (Kasâs: 16)

Mûsâ, Allah'ın, kendisini bağışladığını hissedince, suçlulara düşmanlık ve maz­lumlara yardım edeceğine dâir söz vererek bu bağışlanma nimetine şükretti!

Olaydan haberdar olan Fir'avn'un yorumu ve açıklaması bellidir. Firavn, adam­larıyla gizlice toplanıp Mûsâ'nm ölüm kararını aldı. Bunun üzerine Mûsâ, olayı bilen birinin tavsiyesi üzerine Mısır'dan çıkıp Arap Yarımadası'nm kuzey taraflarında bu­lunan Medyen'e gitmeye karar verdi.

4. Hz. Mûsâ Medyen'de kendisini barındıran ve kendisine şöyle diyen sâlih ada­mın kızıyla evlendi:

"Korkma, artık zâlim milletten kurtuldun." (Kasâs: 25)

Yahudiler Hz. Musa'dan İbranî olmayan bir kadınla evlendi diyerek intikam almış­lardır. Biz Musa'ya bu iyiliği yapan sâlih insanın kimliğini bilmiyoruz. O'nun Şuayb peygamber olduğunu da sanmıyoruz. Her kim olursa olsun O Musa'ya şöyle demişti:

"Bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu İki kızımdan birini sana nikahlamak isti­yorum. Eğer on yıla tamamlamak istersen o senden bir lütuf olur. Ama sana ağır­lık vermek istemem. İnşaallah beni sâlih kimselerden bulacaksın." (Kasâs: 27)

Mûsâ böylece kraliyet sarayının bîr prensi olarak koyun çobanına dönüşmüştür. Bu gibi mevkîler büyük insanlarda bir eksilme veya fazlalık oluşturmaz. Bu gibi du­rumlar onlarda bulunan güzel özellikleri ortaya çıkarır ve insanlar onları davranışla­rıyla tanırlar.

Hiç şüphesiz bu dönem Musa'nın hayatında kendisine ve kavmine karşı sunulan bir ibret hâlidir. Yakın gelecekte yükleneceği sorumluluğun bir hazırlığı yapılmaktadır.

KasSs Sûresi ¦ 373

K lir ' in-ı      Kerîm'in      Konulu     Tefsir i

"Mûsâ süreyi doldurunca ailesiyle birlikte yola çıktı. Tûr tarafında bir ateş gör­dü. Ailesine: 'Durunuz, ben bir ateş gördüm...' " (Kasâs: 29)

Bu ateş Musa'nın yeni ve yüce kaderinin bir işaretiydi.

"Oraya gelince kutlu yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaç cihetinden: 'Ey Mû­sâ! Şüphesiz ben âlemlerin rabbi olan Allahmı' diye seslenildi." (Kasâs: 30)

Mûsâ böylece çobanlıktan sonra tebliğ etme ve halkı kurtarma sorumluluğu taşı­yan bir elçi oldu. Ancak Mûsâ, Fİr'avn'la olan hikâyesini hatırladı ve kardeşi Hâ-rûn'la desteklenmesini Allah'tan taleb etti. Allah şöyle buyurdu:

"Seni kardeşinle destekleyeceğiz; ikinize bir kudret vereceğiz ki, onlar size el uzanamayacaklardır. Âyetlerimizle ikiniz ve size uyanlar üstün geleceklerdir." (Kasâs: 35)

Musa'nın sihirbazlarla buluşması belirlenen günde gerçekleşti. Onların tuzakları­nı boşa çıkardı, Fir'avn ve yandaşlarının kibrini yok etti. Bu buluşma A'râf, TâHâ ve Şuarâ sûrelerinde anlatıldığı gibi aşağıdaki mısrada da bir darb-i mesel olmuştur.

Mûsâ gelip asasını atınca

Sihir de sihirbaz da ortadan yok oldu.

Sihir kıssası, Kasâs Sûresi'nde işaretle ortaya konmuştur. Allah'ın şu sözüyle bu olaya değinilmiştir:

"Mûsâ, onlara apaçık olarak mucizelerimizle gelince; 'bu sadece uydurma bir sihirdir. Önceki atalarımızdan böyle bir şey işitnıemiştik' dediler." (Kasâs: 36)

Ancak bunun yerine başka bir şey zikredilmiştir. Fir'avn veziri Hâmân'dan gök­yüzünde Musa'nın ilâhını araştırmasını taleb etmişti:

"Fir'avn: 'Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir tanrınız olduğunu bilmiyo­rum. Ey Hâmân! Benim için toprak üzerine bir ateş yak, tuğla hazırlayıp bana bir kule yap. Çıkar, belki Musa'nın tanrısını görürüm. Doğrusu O'nu yalancı­lardan sanıyorum.'dedi." (Kasâs: 38)

Geri zekâlılar, Allah'ın kuşlarla birlikte uçtuğunu veya belki de bulutlar üzerinde oturduğunu sanırlar.

Bu geri zekâlılık, günümüzde de tekrarlanmaktadır. Rus uzaybilimcilerinden bi­ri, Allah'ı gökte aradığını, ama bulamadığını, orada bir tek kendi arkadaşını bulabil­diğini söylemiştir.

Allah isteseydi, kendilerini uçuran mekanizma içerisinde hava yetersizliği sebe­biyle o uzaybilimcileri yere düşürerek paramparça ederdi.

Küfür, apaçık bir sapmadır. Soluduğumuz havayı yaratan, yediğimiz bitkileri bi-

374 • Kasâs Sûresi

M u h a m m e d     Gazalî

tiren Allah'ın gökte nasıl arandığını ben kavramış değilim.

Allah'ın yeryüzündeki âyetleri, bize gökteki âyetlerinden daha yakındır.

"Fakat O, gönülleri sönmüş olan gözlerden uzaktır: Biz onları, ateşe çağıran ön­derler yaptık. Kıyamet günü asla yardım olunmazlar. Bu dünya hayatında biz onların peşine bir lanet laktık. Kıyamet günü ise onlar çirkinleştirilenlerdendir." (Kasâs: 41-42)

Bağlam, Mûsâ (a.s)'ı anlatımdan, imanı, düşünce, düşünme, çıkarım ve tümeva­rım üzerine oturtan kitap sahibi, nur ve akıl peygamberi Muhammed (s.a.v)'i anlatı­ma geçmiştir.

Muhammed (s.a.v), Medyen bölgesindeki Mûsâ kıssasını, kendi halkını oraya na­sıl götürdüğünü, risâleti almak için nasıl çağrıldığını ve Fir'avn'u hakka çağırmak için Mısır'a dönmekle yükümlü tutulduğunu düşünmüştür!

Kendisi putperest bir çevrede dünyaya gelen ve ümmî olan Muhammed'e bu ha­berler nereden gelmiştir?

"Musa'ya o İşi yaptığımız (vahyeltiğimiz) vakit sen (Mukaddes vadinin) batı tarafında değildin, (o olayı) görenlerden de değildin. Fakat biz (Musa'dan son­ra) bir çok nesiller yarattık da onların üzerinden uzun zamanlar geçti. Sen Med­yen halkı arasında oturup da âyetlerimizi onlardan okumuyordun. Fakat (onla­rı sana) gönderen biziz." (Kasâs: 44-45)

Allah, ilk risâletlerini yenileyen ve düzelten bir kitap göndererek peygamberini desteklemiştir. Böyle olmakla birlikte insanlar ona karşı ne gibi bir tavır almışlardır? İnsanlar, ondan tıpkı Mûsâ risâletİnin sahip olduğu mucizeler istemişlerdir. Oysa Mu­sa'nın mucizesini görenler ona inanmışlar mıydı?

Boğulmadan kurtulan Yahudiler, kurtulduktan sonra Musa'dan diğer putperestler gibi kendisine tapacakları bir put yapmasını istediler. Bu nasıl bir iman böyle?

Kur'ân'ı düşünenler ve kalpleri vahiyle beslenenler ise, putları yıktılar, her yeri, tevhidle aydınlattılar. Allah mucize isteyenlere şöyle diyor:

Fakat, onlara tarafımızdan hak gelince:

"Musa'ya verilenlerin eşi buna da verilmeli değil miydi? dediler. Halbuki daha önce Musa'ya da verileni inkâr etmemişler miydi? İki büyü(cü), birbirine des­tek oldu, dediler. Biz hepsini inkâr ederiz, dediler." (Kasâs: 48)

İsabetli bir bakışı yitirip egemen olan hevâ ve hevese tâbi olma ancak insanı he­lake götürür. İlk putperestliğin bütün var gücüyle İslâm karşısında direndiği ve Al­lah'ın korudukları hâriç hiç kimsenin inanmadığı bir gerçektir.

KasSs Sûresi • 375

Kur'ân-ı     Kerîm  'i 11     Konulu     Tefsiri

Vahyin kendilerini korudukları ve insaflı olmaya çağırdıkları Kitap ehlinden iman edenlere en büyük mükâfat vardır. Onlar hakkında Yüce Allah şöyle buyuruyor: Bu (Kur'ân)dan Önce kendilerine kitap verdiklerimiz, buna inanırlar. Onlara (Kur'ân) okunduğu zaman:

"Ona inandık, o Rabbimizden (gelen) bir haktır. Zaten biz ondan önce de Müs­lümanlar idik, derler. İşte onlara sabretmelerinden ötürü mükafatlan iki kez ve­rilir." (Kasâs: 52-54)

Kitap Ehli'ni güler yüzle karşılama hakkında Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyur­muştur: "Öç kişiye mükâfatlan iki kez verilir. Kitap Ehli'nden bir adam, kendi pey­gamberine inanır, bana kavuşur ve bana İnanır, bana uyar ve tasdik ederse işte o kim­seye iki kez mükâfat verilir. Cariyesi olan bir adam, onu iyi besler, ona güzel şeyler yedirir, sonra onu güzelce eğitir, ardından onu azâd eder ve evlendirirse o kimseye iki kez mükâfat vardır. Allah'ın ve efendisinin hakkını yerine getiren köleye ise iki kez mükafat vardır."

Asya'nın batısı ve Afrika'nın kuzeyi, Roma otoritesinde yaşayan Ehli Kitap ile do­lu idi. Bunlar İslâm'ı tanıyıp gerçekleri karşısında huzura erince Müslüman oldular.

Arap Yarımadası'nda bulunan putperestler ise, daha işin başında yoldan saptılar, yeni dine amansizca savaş açtılar. Bu tavırlarıyla peygamberi üzdüler. Bunun üzerine Allah, peygambere şöyle buyurdu:

"Sen, sevdiğini doğru yola iletemezsin, fakat Allah, dilediğini doğru yola ile­tir." (Kasâs: 56)

Bu âyet, bir rivayete göre, peygamberin İslâm'a girmesini çok isteği Ebu Tâlib hakkında inmiştir. Ebu Tâlib, kardeşinin oğlunun (yeğeninin) doğru söylediğini bili­yordu. Fakat O'nun yaygın olan örf İle hareket etmesi, kendisini İslâm'a girmekten alıkoydu. O şöyle diyordu:

Ben biliyorum, Muhammcd' in dininin

Bütün yeryüzü dinlerinden daha iyi olduğunu,

Kınanma yahut sövülme olmasaydı

Sen beni buna apaçık bir hoşgörü ile yaklaşmış bulurdun.

Bunun bir benzerini de Kureyşlilerden biri söylemiştir:

"Biz senin gerçek olduğunu biliyoruz. Fakat biz, senin dinine uyarsak Arapların bizi Mekke'den çıkarmasından korkuyoruz." Bunun üzerine Allah şu âyeti indirdi:

"Dediler ki: Biz seninle beraber doğru yola gelirsek yurdumuzdan atılırız. Biz onlara kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildi-

376 • Kasis Sûresi

Muhammed     Gazalî

 

ği, güvenli dokunulmaz bir yeri (Mekke'yi) mekân vermedik mi? Fakat çokla­rı bilmiyorlar." (Kasâs; 57)

Kur'ân-i Kerîm, onları bu küfrün kötü sonlan ile tehdit ediyor:

"Biz refah içinde şımarmış nice şehri helak ettik. İşte meskenleri, onlardan sonra pek az oturulmuşlur. Onlara hep biz vâris olduk (hepsi bize kaldı)." (Kasâs: 58)

Hakka uymayı ve dünya şehvetlerinden sakınmayı tavsiye eden Öğütler sıralan­maktadır:

"Size verilen her şey, dünya hayatının geçimi ve süsüdür. Allah'ın yanında olan ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Aklınızı kullanmıyor musunuz?" (Kasâs: 60)

Maalesef bir çok insan, gerçeği basit bir değere satıyor ve tutarsız sonuçlara aldı­rış etmiyor.

Yönetici olan Fir'avn, kibirlenme, azma ve insanların omuzlarında yürüme yerine düşünüp âdil davransaydı ne zararı olurdu? Kendi hevâları peşinde koşmaları ve ona sığınmaları yerine iyi ve insaflı davranıp sihirlenmişlere uymasaydı ne zarar görürdü?

Kur'ân-ı Kerîm, bu iki putperest gruba yöneliyor. Yüce Allah, birinciler hakkın­da şöyle buyuruyor:

"O gün (Rableri), onlara seslenerek: Benim ortaklarım sandığınız şeyler nere­de? der. (Azap) söz(ü) üzerlerine hak olanlar yani efendiler: Rabbimiz, azdır-dıklarımız şunlar. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Biz uzak oldu­ğumuzu sana arz ederiz. Zaten onlar bize tapmıyorlardı." (Kasâs: 62-63)

Bir diğerleri de şöyle der:

"Onlara, koştuğunuz ortakları çağırın, dendi, onları çağırdılar. Fakat (çağrılan­lar), kendilerine cevap vermediler ve karşılarında azabı gördüler. Ne olurdu yo­la gelselerdi." (Kasâs: 64)

Kıyamet pasajlarından olan bu manzara, aldatan ve aldatılan karşılığını görsün diye hemen sunuluyor.

Sonra, Allah'ın, insanı yaratan, insanoğlunun bütün farklı özelliklerinin kendisin­den kaynaklanan, dilediğini seçen ve dilediğini geri bırakan-bir hak olduğundan söz ediliyor:

"Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Seçim onlara âit değildir. Allah onların or­tak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir." (Kasâs; 68)

Ardından yeri ve göğü arasında yaşadığımız bu evrenin sınırlarını belirleyen bir sistemden söz ediyor:

"De ki: Baksanıza, eğer Allah, Üzerinize geceyi kıyamet gününe kadar sürekli

KasSs Sûresi • 377

Kur'ân-ı      Kerîm'in      Konulu     Tefsiri

kılsa Allah'tan başka size ışık getirecek tanrı kimdir? İşitmiyor musunuz?" (Ka-sâs: 71)

Allah, karanlıkları ve aydınlığı, kendisinden sonra gelen her kişiye, bu ister çok fakir ister kral olsun, ilerleyip gerilemesinden sorulan uzun bir uğraş kılıyor.

Siyâsî despotizmden sözeden konuşma bittikten sonra kapitalizm taşkınlığından söz ediliyor. Oysa bunun temelini, ancak bunlardan sakınma ile tamamlanan Allah katındaki kurtuluş oluşturmaktadır.

Kur'ân, burada aşırı zengin olan Karun kıssasını anlatmaya başlıyor. Mal, haddi zatında ne kötülük ne de iyiliktir. Bu, kullanımına bağlı olarak bir çaba veya hamdet-me aracıdır. Silah, hırsızın elinde öldürme aracı, ordunun elinde ise savunma ya da kısas aracıdır.

Bunun için hazineler dolusu serveti bulunan Karun'a şöyle denildi:

"Allah'ın sana verdiği (bu servet) içinde âhiret yurdunu ara, dünyadan da nasi­bini unutma. Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuk isteme, çünkü Allah bozguncuları sevmez." (Kasâs: 77)

Bir nice zengin, malını bolca harcıyor, her dostunun ihtiyaçlarını karşılamaya ça­lışıyor, fakirleri iyi karşılıyor ve bir şey istemeden onlara veriyor.

Allah verdiği için O'na şükrediyor. Malı bir kibirlenme ve başkalarına büyüklük taslama aracı olarak görmüyor.

Bunu hakkı verilmesi gereken Allah'ın bir sınavı olarak görüyor.

Fakat Karun, malını sadece kendi dehasıyla kazandığını, bu yüzden kibirlenme ve böbürlenmenin kendi hakkı olduğunu sanıyor ve başkalarına kuşkuyla bakıyor.

"Bu (servet), bende bulunan bir bilgi sayesinde bana verildi, dedi. O (mağrur), bilmedi mi ki Allah, kendisinden önceki nesiller arasında kendisinden daha güçlü ve ondan daha çok grubu bulunan nice kimseleri helak etmiştir. Suçlula­ra günahından sorulmaz." (Kasâs: 78)

Allah'ın peygamberleri içinde, fakirleri de zenginleri de, kral olanlar da, kıt ka­naat geçinenler de vardı. Fakat Allah'ın peygamberlerinden zengin olanları, ne cim­rilik ederler ne de azgınlık. Fakirleri ise ne acizlik ederler ne de ihanet.

Mal fitnesi, farklı medeniyetlerde pek acımasız, çağdaş medeniyette ise büyük bir belâ kaynağı olmuştur. İnsanlar arasında gücenmeye neden olan etkenler farklıdır. Hiç bir şey olmadan da gücenme olabilir.

Gerçek çözüm, yeryüzünü vahiyle düzelten İslâm öğretilerinde mevcuttur. İnsan­lar için tek gerçek, Yüce Allah'ın şu buyruğunda vurgulanmıştır:

378 ¦ Kas5s Sûresi

Muhammed     G azal î

"İşte âhiret yurdu: Onu yeryüzünde böbürlenmek ve bozgunculuk etmek iste­meyenlere veririz. Akİbet, muttakîlerindir." (Kasâs: 83)

Kasâs Sûresi'nin bu âyeti, yüce Mevlâ, hükümdar olan Fir'avn ve hazine sahibi Karun tarihini anlattıktan sonra gelmiş, sonra doğru yoldan sözetmiştİr:

"Kim bir iyilik getirirse ona ondan daha güzeli vardır. Kim kötülük getirirse kö­tülükleri yapanlar, ancak yaptıkları (kötülük) kadar cezalanırlar." (Kasâs: 84)

Dinsiz hayatın olamayacağını, sağlam kalb olmadan doğru olunamayacağını, ni­telikli sistemler ve şeriatlerin âhiret gününe imandan bigâne kalamayacağını ve sâlih amelsiz korunamayacağını bilmemiz gerekir.

İmanını davranışlarına yansıtmayan, emrolundukları adaleti uygulamayan ve tev-hid şiarını Mürcieci şâirin dediği gibi salt söylemle yetmen dindarların oluşu beni üz­mektedir. Mürcieci şâir diyor ki:

Müslüman ol, günah işlemekten korkma Kendini kontrol eden çileden korkmaz. Cehennem ateşi, seni almak istese... Senin kalbin tevhide bağlı ya yeter!

Ümid, Müslüman halk arasında uzun süredir yaygındır. Bu yüzden halk, kişi Al­lah'a inandığı sürece ameli nafile kabul etmekte, her halükârda kurtulacağım sanmak­tadır. İslâm devletini, asırlardır işte bu düşünce yıkmıştır.

Müslümanlar, ilk medeniyetlerine ancak iman ve amel ile birlikte dönebilirler.

Kasâs Sûresi, insanlar arasında en ağır yükü rİsâlet sahibinin yüklendiğini açık­layan ve gönülleri sarsan Allah Resûlü'ne (s.a.v) bir hitapla son bulmuştur:

"Sen, kitabm sana bırakılacağını da ummazdın. Ancak Rabbinden bir rahmet olarak (senin kalbine düşürüldü). O halde kâfirlere arka olma. Ve Allah'ın âyet­leri sana indirildikten sonra sakın seni onlardan alıkoymasınlar. Rabbine çağır, ortak koşanlardan olma: Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarma. O'ndan başka tanrı yoktur." (Kasâs: 86-88)

Allah'ın vahdaniyetinden söz eden teorik ilim yetmez. İblis de Allah'ın tek oldu­ğunu biliyordu. Ancak o, Allah'a boyun eğmeyi ve emrine uymayı kabul etmedi ve horlandı.

Bizim milletimizin yeryüzünde varlık göstermesi ve âhiretine hazırlanabilmesi için, imanla sâlih amel arasını birleştirmesi gerekir.

Kasas Sûresi • 379

 

Free Web Hosting