GÂFIR (MÜ'MİN) SÛRESİ
Mü'min Sûresi, "Hâ Mîm" ile başlayan ve "Hâ Mîm"ler olarak isimlendirilen yedi sûreden ilkidir. İbni Mes'ûd, Hâ Mîm ailesinin Kur'ân'ın girişi olduğunu söyler. İbnİ Abbas: "Her şeyin bir özü vardır. Kur'ân'ın özü ise Hâ Mîm âilesidîr." der. İnsanın, içindeki tevhid delillerinin bolluğu ve kalbi dizginlemede ataklığı yüzünden hayrete düştüğü bir gerçektir. Bu sûre, Yüce Allah'ın şu sözüyle başlamıştır:
"Hâ Mîm. Bu Kitâb'ın indirilişi azîz ve alîm Allah tarafındandır." (Gâfir: 1-2)
"Azîz" ve "alîm", Allah'ın güzel isimlerindendir. Bu isimlerin etkileri, sânı yüce olan'm katından indirilen Kitâb'a kadar uzanır. İbni Kesîr: "Bu Kur'ân, izzet ve ilim sahibi Allah tarafından indirilmiştir. O, hiç kimsenin kötülüğünü İstemez. Her ne kadar gizli olduğu sanılsa da hiç bir şey O'ndan gizli kalmaz." der.
"Günahı bağışlayan, levbeyi kabul eden, azabı çetin olan, lütuf sahibidir." (Gâfir: 3)
İnsanı korku ve ümit şiarıyla mahkûm edebilmek için va'd ve va'îd arasında tutmak Kur'ân kanunlarmdandır: "iyi bilin ki Allah'ın cezası çetindir ve Allah bağışlayıcı, esirgeyicidir." (Mâide: 98)
İnsan sürekli emeli harekete geçirmeye ve aldatmayı frenlemeye muhtaçtır. İnsanın başarıdan ümidini kesmesi, insanı düşüşe götürür ve yansını engelleyerek aldatır.
İbn-i Kesîr'in aktardığına göre: Şam bölgesinden fakir bir adam Ömer b. Hattâb'ı ziyarete gelmişti. Adam ayrıldıktan sonra Ömer onun yokluğunu hissetti. Bunun üzerine yanındakiler Hz. Ömer'e: "Ey Mü'minlerin emiri, bu şarabı takip et." dediler. Hz. Ömer, kâtibi çağırdı, ona "yaz'* dedi. "Ömer b. Hattâb'tan filan oğlu filana, sela-mün aleyke. Ben senin için, kendisinden başka ilâh olmayan, günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azabı şiddetli, lütuf sahibi olan Allah'a hamd ediyorum." Sonra arkadaşlarına dedi ki: Kalbini yumuşatması ve tevbesini kabul etmesi için kardeşiniz adına Allah'a dua ediniz."
Ömer'in mektubu adama ulaşınca adam mektubu okumaya başladı. Sürekli okuyor ve şöyle diyordu: Günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azabı çetin olan, azabıyla beni tehdit etti, bana bağışlayacağını va'detti. Bu sözleri kendi kendine tekrarlayıp durdu. Ağladı, sonra çekip gitti. Ne güzel gitti.
Bu adamın haberi Hz. Ömer'e ulaşınca Hz. Ömer dedi ki: Kardeşinizin hatâ yaptığını görünce işte böyle yapınız, ona destek çıkınız, ona güven veriniz, onun özgüvenini yitirmeyiniz, onun için Allah'a yalvarınız, şeytanın yaverlerini onun üzerine salmayınız."
Bu kıssa, bizzat yaşanmıştır. Çünkü kızarak ve ihanet ederek Allah'ın rahmetinden ümit kesenler günümüzde de vardır. Âdeta onların amaçları ayaklarına çelme takarak insanı helak etmektir. Bağışlanmayı hak ettikten sonra dinden çıkmaları için ayaklarına çelme takan İslâm düşmanları vardır.
Bu sûrenin "Gâfir Sûresi" olarak isimlendirilmesİnin inceliklerinden biri; âdî tartışmaya, bâtılla övünmeye, hakkı görmemeye karşı savaş ilan etmektir. Allah şöyle buyuruyor:
"İnkâr edenlerden başkası, Allah'ın âyetleri hakkında mücâdele etmez. Onların (öyle) şehirlerde dolaşmaları, seni aldatmasın. Onlardan önce Nûh kavmi ve onlardan sonra gelen gruplar da yalanladı. Her millet peygamberlerini yalanlamaya yeltendi; hakkı gidermek için boş şeyler ileri sürerek tartıştılar. Bu yüzden onları yakaladım. (Bak işte) azabım nasıl oldu?" (Gâfir: 4-5)
Hak muamelesinde bâtılı savunanların üslubundaki kapalılığı gidermek için cidal kelimesi, bu sûrede tam beş kez tekrarlanmıştır. Çünkü bâtılı savunanlar inatçı ve delile uymamaktadırlar. Rakibini altetmek için nefislerinin peşinden gitmektedirler.
Bu yüzden Allah onlar hakkında şöyle buyuruyor: "Yeryüzünde haksız yere bü-yüklenenleri âyetlerimizden uzaklaştıracağım. Onlar her âyeti görseler de yine ona inanmazlar. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler. Ama azgınlık yolunu görseler, onu yol edinirler. Çünkü onlar âyetlerimizi yalanladılar ve onları umursamaz oldular." (A'râf: 146)
Her hasmâne çekişmenin ve zalimane politikanın arkasında bâtılda direnen ve hakkı bildiği halde ona uymayı reddeden kimseler vardır. Peygamberlere tâbi olanlar, her zaman ve her yerde o muzırların ezalarına maruz kaldıkları gibi peygamberler de aynı ezaya maruz kalmışlardır.
Fakat yerleşik hayat sancıları her ne kadar acı verse de sâlih kimselerin katlanmaları gereken bir sınanma devresidir. Rahman'm melekleri onları üstlerinden gözetlemekte, onları dayanmaya ve direnmeye çağırmaktadır. İşte bu sûrede bunlara değinilmektedir:
"Arşı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar, Rabierini överek teşbih ederler, O'na inanırlar ve mü'minler için (şöyle) mağfiret dilerler: Rabbİmiz, rahmet ve bilgi bakımından herşeyi kapladın. Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları cehennem azabından koru!" (Gâfir: 7)
Mü'min Sûresi'nde Fir'avn ailesinden söz eden iki âyet, imana karşı direnen bâtılla mücâdele edenlerden söz etmektedir. Üçüncü âyet ise, gayretli mü'min bir zâtın diliyle aktarılmıştır. Bu zât, Fir'avn'un yakınlarına öğüt vermiş, onların serlerine bulaşmamaya çalışmış ve onlara şöyle demiştir:
"Daha önce Yusuf da size açık mucizeler getirmişti. Onun getirdiklerinden de kuşkulanıp duruyordunuz." (Gâfir: 34)
Yusuf, hak dinin ilkelerini açıklayan, yaygın olan putperestliğe hücum eden, Mısır'da adalet ve bollukla hükmeden tevhid dâvetçilerindendir. Böyle olmasına rağmen, insanlar dalga dalga onun dinine girmişler midir? Hayır! Ölene dek onun getirdiklerinden kuşkulanmaya devam etmişlerdir.
Yûsuf'un ardından Allah, Musa'yı göndermiş, sıkıntılar tekrarlanmış ve küfrün ipleri daha da gerilmiştir:
"İşte Allah, aşırı giden, şüpheci kimseleri böyle saptırır. Onlar ki kendilerine gelmiş bir delil olmadan Allah'ın âyetleri yanında (onlara karşı) ne büyük bir kızgınlık (doğurur)! İşte Allah, her kibirli zorbanın kalbini böyle mühürler." (Gâfir: 34-35)
Fir'avn ailesindeki mü'min adam, iman meselelerinin en ölçülü savunucuların-dandır. Bazen yumuşak, bazen sert, bazen açık, bazen gizli davranarak hakka hizmet yolunda Fir'avn'un otoritesinin bulunduğu bir çevrede hakkın tecelli etmesi için uzun çaba sarfetmiş, savunması başarılı olmuş, sadece Mûsâ risâletini değil bütün Allah'ın risâletini savunmuştur.
Ebû Bekir (r.a) o mü'min kişinin bazı kelimelerini alıntı yaparak müşriklerin son risâlet sahibine karşı düşmanlığı esnasında o kelimeleri kullanmıştır.
Başka bir şey değil, bir musibet olarak hevâ ve heves arttıkça bilgi azalır. Bunun çâresi, İçsef ufuk genişleyinceye dek bilgiyi artırmak ve tutkulardan kurtuluncaya dek kalbi güçlendirmektir. Bu hususta bireyler ve toplumlar eşittir.
Mü'min Sûresi'nde, insan doğrulardan yararlansın ve yanlışlardan tiksinip onu telâfi etsin diye yeryüzünde ve zamanın derinliklerinde gezip dolaşma emrinin iki kez tekrarlandığını görüyoruz. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"(Onlar), yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden Önce gelenlerin sonunun nasıl olduğunu görsünler. Onlar kuvvet ve yeryüzündeki eserleri bakımından kendilerinden daha üstün idiler. Fakat Allah, onları günahları yüzünden yakaladı. Onları AIIah(ın azabm)dan koruyan olmadı." (Gâfir: 21)
İnsanlık tarihinin ibretlerle, doğal evrensel kanunlara benzer kanunlarla ve yoldan sapanı düzeltip irşâd ederek milletlerin durumlarını inceleyip ders çıkarmakla dolu olduğu bir gerçektir. Yüce Allah bir başka âyette şöyle buyuruyor:
"Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden Öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler? Onlar bundan daha çok, daha kuvvetli, yeryüzündeki eserleri bakımından daha sağlam idiler. (Bununla beraber) kazandıkları, kendilerinden hiç bir şey savamadı." (Gâfir: 82)
Kur'ân, sadece az bir ilimle aldanıldığını niteleyerek bu âdî inadın nedenlerini ortaya koyuyor. Bu aldanma, tartışma ve kibirlenme sırrından kaynaklanmaktadır:
"Peygamberleri, onlara açık mucizeler getirince yanlarında bulunan bilgi ile se-vin(ip övün)düler. Sonunda alay edegeldikleri şey, kendilerini kuşatıverdi." (Gâfir: 83)
Hatâ işleyenlerin geneli, kendilerinin hatalı olduğunu bilmezler, doğru yaptıklarım sanırlar. Onlar ancak kibirlerini yok eden bir âfet ile uyanırlar:
"Kendilerine gelmiş hiç bir delil olmadan Allah'ın âyeileri hakkında tartışanlar (yok mu), onların göğüslerinde, (hiç bir zaman) erişemeyecekleri bir büyüklük taslamaktan başka bir şey yoktur. Sen Allah'a sığın. Çünkü işiten ve gören O'dur." (Gâfir: 56)
Bu sûrede cedelin tekrarlandığı dördüncü yer işte burasıdır. Bu durum karşısında uzun sabra, Allah'a tevbeye ve O'ndan yardım dilemeye ihtiyaç vardır.
Bu mânâ Yüce Allah'ın şu sözünde geçmektedir:
"(Ey Muhammed) sabret, Allah'ın va'di mutlaka gerçektir. Günahına da istiğfar et ve akşam sabah Rabbinİ överek teşbih eyle." (Gâfir: 55)
Bu sabnn, mutlaka suçluların azabı beklemeleriyle ilişkilendirilmesi gerekir. Suçluların cezası bazen gecikebilir. Bazen mücâhidin ölümünden sonra gelebilir. İnsan sabırla görevini yapmalı, sonucu Allah'ın ilmine ve kudretine bırakmalıdır. İşte bu yüzden Yüce Allah'ın şu buyruğunda sabır emri tekrarlanmıştır:
"(Ey Resulüm) Sen sabret, Allah'ın sözü gerçektir. Onları tehdit ettiğimiz şeylerin bir kısmını ya sana gösteririz, yahut seni vefat ettiririz. (Nasıl olsa) onlar bize döndürüleceklerdir." (Gâfir: 77)
Bu sûrenin baş taraflarında sadece Allah'a duâ edilmesi, dinin O'na özge kılınması ve her nekadar insanlar sahte ilâhlara yönelse de Allah'tan başka sahte ilâhların
458 • Gâfir Sûresi
Muhamıned Gazalî
terkedilmesi emredilmektedir:
"Kâfirlerin hoşuna gitmese de siz, dini yalnız Allah'a hâlis kılarak O'na çağırın. (O), dereceleri yükselten; Arşın sahibi (Allah), emrinden olan ruhu, kullarından dilediğine indirir ki, buluşma gününe karşı (insanları) uyarsın. O gün onlar ortaya çıkarlar. Onlardan hiç bir şey Allah'a gizli kalmaz." (Gâfir: 14-16)
Ayet açıkça Allah'ın Övgüsünü dile getiriyor. Şaşkınları korkutuyor ve yeniden dirilme ve ceza ile, her şeyi biirüyen hislerle onları uyarıyor. Resullerin görevinin buluşma gününe hazırlık olduğunu açıklıyor.
Bu söylem, sûrede ikinci kez tekrarlanmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Rabbİnİz buyurdu ki: Bana duâ edin, duanızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeye tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir." (Gâfir: 60)
Bu medeniyette Allah'a kulluk ikincil bîr hedef midir? Hayır, bu medeniyette Allah'a kulluk hiç bir zaman hedef değildir. Bu bazı dindarlara göre tehlike arzetmiş olabilir. Ama ne yazık ki böyledir.
Bunun için bu sûrede Allah'ın ismiyle başlayan üç âyet bunu tarif etmekte ve hatırlatmaktadır:
1; "Allah O'dur ki geceyi, içinde istirahat etmeniz için (serin ve karanlık), gündüzü de (işinizi) görmeniz İçin aydınlık yaptı. Şüphesiz Allah, insanlara lütuf-kârdır; fakat insanların çoğu şükretmezler." (Gâfir: 61)
Yeni bir sabah, insana, Resûl'ün "Bana ruhumu bahşeden, beni kendi bedenimde afiyet içinde bırakan ve bana kendisini anma izni veren Allah'a hamdolsun" diyerek hamd ve sena ile karşıladığı yeni bir nimet sunar. Biz hayatı, sahibini takdir eden bir lütuf olduğunu hissederek yeni bir günün havasını teneffüs edebiliyor muyuz? Yoksa dünyayı dolduran boş oyun ve oynaşlara dalıp Ömürlerimizi toprağa mı salıyoruz?
2. "Allah O'dur ki, yeryüzünü size durulacak yer, göğü de bina yaptı; sizi şekillendirdi, şekillerinizi de güzel yaptı." (Gâfir: 64)
Her gün kendi etrafında ve yılda bir kez güneş etrafında dönen bir parça olduğu halde yerkürenin nasıl bizim için durulacak yer olduğunu anlamış değilim!
Onu göklerde tutan, bozulup dağılmasına izin vermemektedir. Yarım dakika içinde aklımızı başımızdan alan depremler gördüm. Gök cisimlerini zapteden güç, karışıklık ve kargaşaya fırsat vermeden karıncaları dahi yuvalarında tutan güçtür: "Allah, bütün noksanlıklardan münezzehtir. Yaratıkları sayısında kendi hoşnudluğunca, arşının ağırlığınca ve kelimeleri adedince Allah'a hamd olsun..."
3. "Allah O'dur ki, kimine binmeniz, kiminden yemeniz için size hayvanları
yarattı. Onlarda sizler için faydalar var." (Gâfir: 79-80)
Gâfir Sûresi ¦ 459
Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri
Ben zooloji dersi almak istiyordum. Bir gün radyodan bilimadamlarından aktarılan şu sözleri işitmiştim: "Bu ormanda yaşayan kuşların ve sürüngen hayvanların sayıları yarım milyara ulaşmıştır!" Bu istatistik beni şaşırttı! "Beş kıtada yaşayan canlıların, kuşların ve hayvanların sayıları ne kadar acaba?" dedim. Aralarında yaşamla-nyla ölümlerini ve bizim ilişkilerimizi ayarlayan doğal denge yasası vardır:
"(Allah) size âyetlerini gösteriyor. Allah'ın âyetlerinden hangisini inkâr ediyor sunuz?" (Gâfir: 81)
Biz kendi kendimize hayret eden insanlarız. Bİz kendi zekâ ve gücümüze şaşıyoruz da bizimle birlikte bu tabiatta yaşayanları bilmiyoruz. Fakat bu sûre bize işte bu gerçeği ifâde ediyor:
"Elbette gökleri ve yeri yaratmak, insanları yaratmaktan daha büyüktür. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Gâfir: 57)
Biraz alçakgönüllü olalım. Bu aldanma engellerini kıralım.
Bazı insanlar herhangi bir doktrin veya yöntem ile yetinebilir ve hiç yalpa yapmadan yoluna devam edebilirler. Belki bu durum karşısında susmak, tartışmadan hoşlanmamak veya kendi yanındakilerin doğruluğu ve başkalarının yanındakilerin yanlışlığı ile diğer insanları ikna etmekten ümit kesmek etkili olabilir. Böyle insanlara dünyada az raslanır. Böylesi insanlara eski yaşamları sevimli gözükebilir. Bu yüzden tek başına yaşar ve tek başına ölürler.
Günümüzde sosyal ilişkiler insanlar için kaçınılmazdır. Çünkü insanların hiç biri tek başına yaşayamaz. Bu eskiden "Sultan sultanı tanımaz" olarak ifâde edilirdi. Şimdi ise bu bir eksikliktir. Sultanı tanımayan onu tanımaya koşacak ve bunu kendisi için kaçınılmaz görecektir.
Bugün hüküm, herhangi bir ferdin kavga İçinde yaşamasını engelleyecek maddî ve edebî ilişkiler ağı kurmuştur. Bunun anlamı; karşılıklı diyalog, görüş alışverişi, alternatif görüşler sunma, ikna etme ve ikna olma hususunda delile dayanma, samimiyet ve hürriyete dayalı olduğu sürece yaşam hakkı için karşıt görüş sunmaktır. İslâm, kötülüğü iyilikle giderme ilkesine dayanır: "Kötülüğü en güzel şeyle sav. Biz onların (seni ne kötü sıfatlarla) vasıflandıracaklarını biliyoruz." (Mü'mİnûn: 96) Doğal seyrini sürdürerek ve genel seyrini kadere terkederek İnatçılığı terketmek gerekir. Allah hakkında şöyle diyen insanlara siz ne yapabilirsiniz? "Eğer bu, senin yanından gelmiş gerçekse, başımıza gökten taş yağdır, yahut bize acı bir azâb ver." (Enfâl: 32)
Ben sonuna kadar düşünce hürriyetine saygılıyım. Fakat her hakikat anahtarlarının açmaktan aciz olması yönüyle gerizekâlılık, iftira, davaya ciddiyetsiz yaklaşma ve akıl kargaşasından tiksiniyorum. İnatçılık, çok iğrenç bir rezalettir. İslâm, daha ilk ânından itibaren tek olan Allah'ı inkâr eden, gökleri ve yeri düzenleyene secde etmek-
460 • Gâfir Sûresi
Muhammed Gazalî
ten vazgeçen, bir taş önünde eğilerek çeşitli putlarla huzur bulan kişilerle mücâdele etmiştir.
Gâfir Sûresi, beş yerde bu tip insanların durumlarım ortaya koymuştur. Bunların sonuncusu ise Yüce Allah'ın şu buyruğudur:
"Allah'ın âyetleri hakkında tartışanların nasıl (haktan) çevrildiklerini görmedin mi? O kitabı ve elçilerimizi gönderdiğimiz şeyleri yalanlayanlar." (Gâfir: 69-70)
Burada Kur'ân-ı Kerîm'in reddedişi, salt kendisi yalanlandığı için değil bütün inen vahyin, Mûsâ, İsâ ve Muhammed yalanlandığı içindir.
Batıdaki dindarlara baktım. Bunlar çağdaş medeniyet akımları içerisinde yer almışlar. Bu yüzden İslâm'dan hoşlanmıyorlar. Çünkü İslâm'dan onların ataları da hoşlanmıyorlardı. Bu insanlar, Mûsâ ve İsa'ya iman etmişler miydi? Allah ile buluşmak için bir hazırlık yapmışlar mıydı? Asla. Onlar içinde bulundukları bugüne (dünyaya) tapan ve diğer günden (âhiretten) tiksinen bir medeniyetin parçasıdırlar. Batı'da zulümler ve tutkular serbest, beyaz ırk egemen ve diğer ırklar yaslıdır.
Müslümanların kültürlerinde aşırı olduklarını ve risâletlerinde korkak davrandıklarını inkâr etmiyorum. Fakat bunun böyle olması, namazı terkeden ve tutkularının tutsağı olan bir medeniyetin bizi içine düşürdüğü uçurumu hatırlatmamıza engel değildir.
ti
Gâfir Sûresi «461