MÜ'MİNÛN SÛRESİ
İşlenen fiillerle bu fiillere verilen mükâfat ya da cezalar arasında, sıkı bir ilişki vardır. Bu sebeple İyiliğin geleceği güzeldir, şu ânı kötü olsa bile. Kötülüğün geleceği ise tam bir felâkettir, şimdiki ânı aldatıcı bir güzellik olsa bile. Fakat insanlar, genelde içinde yaşadıkları zamana bakar ve tamamen onunla meşgul olurlar. Bu da, hakikati perdeleyen ve gafillerin içine düştükleri bir tuzaktır.
İşte Mü'minûn Sûresi, gözleri geleceğe, yani âhirete çevirmek ve güzel gelecekleri hususunda, mü'minleri mutmain kılmak İçin indirilmiştir. Kâfirlere gelince, vay onların başına gelenlere!
Sûre açılışını şu müjde ile yapmaktadır:
"Gerçekten mü'minler kurtuluşa ermiştir; onlar ki, namazlarında huşu içindedirler, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler, zekâtı verirler, iffetlerini korurlar..." (Mü'minûn, 23/1-5)
Hz. Ömer b. Hattâb'ın bildirdiğine göre, Resûlullah'a vahiy geldiği zaman, O'nun etrafında arı vızıltısı gibi bir ses işitilirdi. Yine bir gün Allah (c.c), Resûlü'ne vahyini indirdi. Vahiy geldikten sonra bir müddet oturdu, ardından rahatlamış ve sakinleşmiş bir şekilde bu sûrenin ilk on âyetini okudu ve şöyle dedi: "Kim bu on âyetin ifade elliği şeyleri yerine getirirse, cennete girer." Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) kıbleye yöneldi, ellerini havaya kaldırdı ve şöyle dua etti: "Ey Rabbiml Bizi artır, eksiltme; bize ikram et, bizi hor görme; bize ver, bizi mahrum etme; bizi sev ve bizden nefret etme. Yâ Rabbi! Bizden razı ol ve bizi razı et."
Bu âyetlerde inanç, ibâdet, ahlâk ve muamelât hep içiçedir ve bir bütünlük arze-der. İşte bu sebeple bu âyetler, kendilerine sıkıca sarılan ve içeriklerini yerine getiren kimselere kurtuluşu muştulamaktadırlar. Sûrenin ortalarında, bu manânın başka bir forma girmiş tekrarı vardır:
"Rablerine olan saygıdan doîayi kötülükten sakınanlar; Rablerinin âyetlerine
Mü'minûn Sûresi ¦ 331
Kur'ân-ı Kerîm'İn Konulu Tefsiri
inananlar; Rablerine ortak koşmayanlar ve Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri çarparak yapanlar var ya, işte onlar, iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar." (Mü'minûn, 23/57-61)
Bu âyetlerde anlatıları vasıflarla nitelenenlerin, sûrenin başında kendilerine kurtuluş va'd edilenlerle aym kişiler oldukları gayet açıktır. Her İki yerde de âyetler, kurtuluşa erecek olanların hayatlarından bir yönü ve kişiliklerinden bir parçayı açıklamaktadır.
Kötü kimselere gelince, onları bekleyen kötü son, geçmiş ümmetlerin hayat hikâyelerinde ve müşriklerle tartışma ve onları azarlama esnasında müşriklerin durumlarını anlatırken söylendiği gibi, onların hayatları ve bu hayatlarının sonunda varacakları yer, sûrenin sonunda da kapsamlı bir şekilde anlatılmaktadır.
Va'd edilen ceza veya mükâfat, insanoğlunun yeryüzünde geçirdiği, iyilerle kötülerin ayrıştığı ve insanların fiilleriyle tavırlarının tek tek sayıldığı bir 'ara dönem'den sonra, gelir. İşte bu 'ara dönem', Allah (c.c.)'a inanmaya ve O'nun yüceliğini idrâk etmeye götüren bir ortam olarak nitelendirilmektedir:
"Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik" (Mü'minûn, 23/12-13)
Bu cisimler topraktan nasıl yaratıldılar? Yığın halindeki tozlar, nasıl oldu da kâmil bir insana dönüştü? Hurmanın tüm özellikleri tek bir çekirdeğe ve insanın bütün özellikleri de tek bir nutfeye, nasıl konuldu? Veraset yasaları ve ırsî özellikler, nasıl oluyor da gün geçtikçe hedefine yaklaşıyor; işte her şeyden âciz bir çocuk, bir de bakıyorsunuz, kocaman bir adam olmuş?
Şu bir gerçek kî, her şey yüce yaratıcının azametini haykırmaktadır. Ama inkarcılar, korkunç bir gafletin içinde yaşamaktadırlar, varacakları son da çok korkunç olacaktır:
"Sonra, muhakkak ki siz, bunun ardından elbet öleceksiniz. Sonra da şüphesiz, sizler kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz." (Mü'minûn, 23/15-16)
Sûre, insanları uzak geçmişe götürmekte ve onlara, Allah (c.c.)'m ihsanını inkâr eden, hidâyetine karşı ayak direyen ve gönderdiği elçileri yalanlayan toplulukları anlatmaktadır. Örneğin onlara, Hz. Nûh (a.s.) ve kavmi İle Hz. Hûd (a.s.) ve kavmini hatırlatmaktadır:
"Sonra onların ardından başka nesiller getirdik. Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir, ne de erteleyebilir. Sonra biz peyderpey peygamberlerimizi gönderdik. Herhangi bir ümmete peygamberlerinin geldiği her defasında, onlar bu peygamberi yalanladılar. Biz de onları birbiri ardından yok ettik ve onları ibret hikâyelerine dönüştürdük. Artık imân etmeyen toplumun canı cehenneme!"
332 * Mü'minûn Sûresi
Muhammet) Gazali
(Mü'minûn, 23/42-44)
Allah (c.c.)'a İman etmeyi reddeden kavimlerin çoğu, şu anda adına "Orta Doğu" denilen, bölgede yaşamaktaydı. Mesela Hz, Nûh (a.s.) Irak'ın kuzeyinde yaşadı, Hz İbrâhîm (a.s.) Irak'tan Hicaz'a göç etti, bu arada Mısır ve Suriye'ye uğradı, Hz. Mû~ sâ (a.s.), kavmini Firavun'un zulmünden kaçırmak için, Nil Vadİsi'nden çıktı ve Tîh Çö'Iü'nde öldü, Hz. İsâ (a.s.) Filistin'de doğdu ve Mısır'ı ziyaret etti, Hz. Salih (a.s.) ve Hz Şuayb (a.s.) Arap Yarımadası'nm kuzeyinde ve Hz. Hûd(a.s.) ise, Ahkâf ve Yemen'de yaşadı.
Bu ülkelerde yaşayan İnsanların semavî risâletlere ve vahyî gerçeklere, başka yerlerde yaşayan insanlara oranla, daha çok bilinçli ve hazırlıklı olduklarını görmekteyiz. İşte tüm bunlara rağmen inkâr etmeleri ve kesin olarak nefislerinin küfrü tercih etmesi sonucunda, Allah (c.c.)'m yüce kudreti onları paramparça etmiştir.
Peygamberler, güçlerinin yetmediği bir hususta, insanlara kefil olabilirler mi? Hayır, kesinlikle hayır. Zira insanların pis olanı atıp temiz olanı tercih etmeleri ve iyilik yapmaları, onlara zor gelmez ki!
"Ey Allah'ın elçileri! Temiz olan şeylerden yiyin ve güzel işler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyla bilmekteyim. İşte bu sizin ümmetiniz tek bir ümmet ve ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse sadece benden korkun," (Mü'minûn, 23/51-52)
îşte bu sebeple yüce Allah (c.c.)> biraz aradan sonra şöyle seslenmektedir:
"Biz hiçbir kimseyi gücünün yettiğinden başkası İle sorumlu tutmayız. Yanımızda hakkı söyleyen bir Kitap vardır ve onlar asla haksızlığa uğratılmazlar." (Mü'minûn, 23/61-62)
Sonuçta, bu bölgesel ve yöresel risâletlerden sonra, evrensel niteliklere sahip bir risâlet geldi. Hz. Muhammed (s.a.v.), risâletle birlikte mucizelerini de kapsayan Kur'ân-ı Kerim'de, yarımadada yaşayan Araplar'a tüm ilâhî öğretilerin bir özetini sundu. Ancak Araplar, Önceleri İslâm'ı reddettiler ve nebîsini yalanladılar; Hz. Muhammed (s.a.v.)'in şeref ve güvenilirliğini diğer insanlardan daha iyi bilmelerine rağmen... Nitekim Ebû Tâlib bu duruma şöyle işaret etmektedir:
"Herkes biliyor ki, evlâdımız [Hz. Muhammed (s.a.v.)], hiçbir zaman için bizim tarafımızdan yalanlanmamıştır ve hiçbir zaman için de saçma sözler ona İsnad edilmemiştir."
Kur'ân-ı Kerim onların bu durumunu, şu sözlerle nitelemektedir:
"Onlar bu sözü (Kur'ân'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mî geldi? Yoksa peygamberlerini henüz tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar? Yoksa onda bir cinnet oldu-
Mü'minûn Sûresi • 333
Kur'ân-ı Kerîm 'in Konulu Tefsiri
ğunu mu söylüyorlar? Hayır; O, kendilerine hakkı getirmiştir. Onların çoğu ise haktan hoşlanmamaktadırlar." (Mü'minûn, 23/68-70)
Haktan hoşlanmamaları onlara çok pahalıya patladı.
"Nihayet, onların refah ve mutluluk içinde yüzenlerini sıkıntıya (azaba) uğrattığımızda, bir de bakarsın ki feryadı basmışlar." (Mü'minûn, 23/64)
Nitekim onlar Bedir Savaşı'nda utanç verici bir şekilde yenildiler ve küfrün önderleri ve taraftarları kör bir kuyuya atıldılar. Oysa daha çok kısa bir zaman önce kendi meclîslerinde İslâm'a sövüyor, onun öğretileriyle alay ediyor, zayıf Müslüman lara işkence ediyor ve onların haklarını hiçe sayarak eğleniyorlardı.
Kureyş'in ileri gelenlerinin geçmişteki izzetli durumlarından ve lüks hayatların dan sonra, düştükleri kötü son hakkında, Şeddâd b. El-Esved şunları söylüyor:
"Kuyulara; Bedir kuyularına ne oldu? Hani ahşap oymalarla süslenmişti hörgüçler, Kuyulara; Bedir kuyularına ne oldu? Nerede kadın şarkıcı ve güzel içecekler?"
Bir de, yeniden dirilmeyi ve hesaba çekilmeyi inkâr eden kavminin dininde olan, şu şâire kalak verin; inkârı sebebiyle alaylı bir biçimde neler söylüyor?
"Elçi bizlere tekrar dirütileceğimİzi söylüyor!! Hayatın aksisedası ve zirvesi nasıl olabilir ki?"
Yüce Allah (c.c.) tüm bu söylenenleri reddederek şöyle diyor;
"... Hayır; O, kendilerine hakkı getirmiştir. Fakat oniarın çoğu haktan hoşlar mamaktadır. Eğer hak, onlann kötü arzu ve isteklerine uysaydı, gökler ve ye yüzü ile bu ikisi arasında bulunanlar bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şan \ şereflerini getirdik; fakat onlar kendi şereflerine sırt çevirdiler." (Mü'minûı 23/70-71)
Kişinin acı ve sıkıntı çekmesi, bazen nefsinin temizlenmesi ve derecesinin yül selmesi içindir. Bu da ancak, şu hadisle İfade edildiği gibi, sâlih, mücahid... vb. kin seler için olur. Bir hadiste şöyle denilmektedir: "Müslümanâ isabet eden hiçbir taı ve keder, yorgunluk ve rahatsızlık, hatta canını acıtan diken dahî yoktur ki Allah, bw lar vesilesiyle onun hatalarını bağışlamasın."
Bazen de bu acı ve sıkıntılar, terbiye etmek, edeplendirmek ve haddi aşan hat£ bir kimseyi tekrar itidale döndürmek için olabilir. Çünkü gücün despotluğu servet de mğyanhğı vardır. Bazen kişi, rızkının azlığı sebebiyle ya da daha fazla zengin c mak için, gücünün ve kudretinin üstüne çıkmak için çabalar.
Kureyş halkı, hakka karşı çok gururlu ve kibirliydi. Zira bol kazanç ve rahat t
i
334 • Mü'minûn Süresi
Muham,. med Gazalî
hayat onları şımartmıştı. Bu şımarıklık öyle bir dereceye vardı ki, artık Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle dua yapmak zorunda kaldı: "Ya Rabbi! Yusuf'un yedi kıtlık senesi gibi bir yedi sene ile onlara karşı bana yardım et..."
Acı ve sıkıntı darbeleri, hatalarından vazgeçene kadar, günahkâr kimseleri hiç bırakmaz. Her ne zaman hatalardan dönüşleri ve günahlardan arınmaları gecikirse, hemen onların üzerine yeni belalar eklenir. Çünkü onlar, tıpkı Allah (c.c.)'m dediği gibidirler:
"Eğer onlara acıyıp da içinde bulundukları sıkıntıyı giderseydîk, iyice körleşe-rek azgınlıklarında direnirlerdi." (Mü'minûn, 23/75)
Kureyş halkı öylesine sıkıntılı yıllar geçirdi ki, onlar hakkında şöyle dendi: "Açlık onları öylesine zor durumda bıraktı ki, gözlerinde ufuklar karardı. Buna rağmen, Resûlullah ve ashabıyla yaklaşık 20 yıl savaşmaya devam ettiler. İşte bu inatçı ve inkarcı tutum, güçleri gidinceye ve toprakları üzerinde kurulu bulunan küfür devletinin yıkılıp onun yerine İslâm devletinin kurulmasına kadar devam etti:
"Nihayet üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki, onlar orada şaşkın ve ümitsiz bir şekilde kalakalmışlardır!" (Mü'minûn, 23/77)
Mü'minûn Sûresi, bilindiği gibi Mekkî bir sûredir ve bu âyetteki tehdit, bu inkarcı toplumu doğru yola taşımak içindir. Ancak Kur'ân-i Kerim, eğitim, irşad ve insan aklını kullanmakla ilgili aslî ve değişmez yöntemine tekrar dönüyor. İşte bunun içindir ki, Kur'ân insanlara, Allah (ç.c.)'ın onların üzerindeki nimetlerini, geceyi ile gündüzü ve güneşi ile ayı onların hizmetine nasıl sunduğunu, onlar için nasıl, göz, kulak ve kalpler yarattığını hatırlatmaya başlıyor. Bu arada onların şirk koşmalarındaki çelişkiyi ve düşüncelerindeki karışıklığı gün yüzüne çıkaracak ve onları tevhidde samimi olmaya itecek üç tane som yöneltiyor;
"De kî; 'Eğer biliyorsanız söyleyin, bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?' 'Allah'a aittir', diyecekler, 'O halde siz hiç düşünmez misiniz!' de.
Deki; 'Kimdir o yedi göklerin Rabbi ve muazzam arşın Rabbi?' 'Allah'a aittir' diyecekler, 'o halde siz hiç korkmaz mısınız!' de.
De ki; 'Eğer biliyorsanız söyleyin, her şeyin melekûlu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan ve fakat kendisi korunmaya muhtaç olmayan kimdir?' 'Allah'tır, diyecekler. 'Öyleyse nasıl olup da büyüleniyorsunuz?' de." (Mü'minûn, 23/84-89)
İşte bu somlar, onların yer ve gökten hiçbir şey yaratmadığını, hiçbir rızık göndermediğini ve hiçbir ecel tayin etmediğini bildikleri putlara tapan, müşriklere yöneltilmiştir. Ancak aynı somlar, tevhidi şirkle karıştıran ve Allah (c.c.)'m hiçbir şekilde
Mü'minûn Suresi • 335
Kur'ân-ı Kerîm"in Konulu Tefsiri
bildirmediği bir tarzda başka başka tanrılar icat eden Ehl-i Kitap'tan bir kısım insanlara da yöneltilmiştir.
Gerçek şu ki Kur'ân, sahih imam saf, temiz ve pâk olan "vahdaniyyet=Allah' in birliği" ilkesi üzerine kurmuştur. Vahdâniyyet ilkesi üzerine kurulun bu gerçek iman, öyle bîr imandır ki, Allah (c.c.)'ın dışındaki her şeyi O (c.c.)'nun bir mülkü ve herkesi de O (c.c.)'nun huzurunda dimdik ayakta duran bir kulu olarak görür.
"Allah evlât edinmemiştir, O'nunla beraber hiçbir tanrı da yoktur. Aksi takdirde her tanrı kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlaka onlardan biri diğerlerine üstün gelirdi. Allah, müşriklerin yakıştırdığı şeylerden münezzehtir. Allah, gayb âlemini de şehâdet âlemini de bilir. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir." (Mü'minûn, 23/91-92)
Tevhid inancı, güçlü ve keskin bir tefekkür ve sağlam delillerin ürünüdür. Şirk ya da Allah (c.c.)'a babalık ve oğulluk isnad etmek ise, her şeyden habersiz sarhoş olmuş ve uyuşarak durgunlaşmış bir aklın hezeyanlarından ibarettir.
Şayet kişi, azgm şehvetine yenik düşer ya da şiddetli tutkularının esiri olursa, sapıklığı ve avareliği üzere kalır. İşte bu sebeple yüce Allah (c.c.) insana, onun bu dünyada ebedî olarak kalmayacağını, aksine orada sadece belirli bir vakte kadar yaşayacağını hatırlatmaktadır. Öyleyse ölüm ve Ölüm sonrası hayat kaçınılmazdır. O zaman geldiğinde ise o inkarcı ve müşrik kişi pişman olacak ve geçmişte akıllı davranmasını ve aklını kullanmasını temenni edecektir:
"Nihayet müşriklerden birisine ölüm gelip çattığında: 'Rabbim! Beni geri gönder ki, boşa geçirdiğim dünyada iyi işler yapayım' der. Hayır! Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar süren bir berzah vardır." (Mü'minûn, 23/99-100)
Daha şerefli bir hayata yeniden başlamak için dünyaya tekrar dönme isteği, Kur'ân-ı Kerim'in yaklaşık on küsur âyetinde tekrar edilmektedir. İşte bu, günahkâr kimsenin, geçmişte işlediği günahları itiraf edip kabulleneceğine ve kurtuluşu için kendisine yeni bir fırsatın daha verilmesi için Allah (c.c.)'tan dilekte bulunduğuna dair kesin bir delildir. Bu sûrede ise, ilki ölüm ânında, ikincisi de hesaba çekilme anında olmak üzere bu istek iki kez tekrarlanmıştır.
"Size âyetlerim okunurdu da, siz onları yalanlardınız değil mi? Derler kî; Rab-bimiz! Azgınlığımız bizi aldattı ve biz de sapıklar topluluğu olduk. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bîr daha ettiklerimize dönersek, belli ki bizler zâlimleriz." (Mü'minûn, 23/105-107)
Tekrarlanan bu istek ve talep, belki de bir çok insanı cebr inancına ikna olmaya sevk eder ve sanır ki, ceza ve mükâfat olarak her şey yazılmıştır ve bunda insanın hİç-
336 • Mü'minûn Sûresi
Muhammed Gazalî
bir müdahalesi yoktur. Bizim toplumumuzda, iradesiz olarak yaşayan ve garip üşen-geçlikleriyle İslâm'a zulüm ve haksızlık eden, böylesi insanlar çoktur. İşte bu sûrenin sonu, bu tembelleri yalanlar ve tavırlarım da eleştirir bir tarzda gelmektedir:
"Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız? Mutlak hakim ve hak olan Allah, çok yücedir. O'ndan başka tann yoktur. O, yüce Arş'ın sahibidir." (Mü'minûn, 23/115-116)
Azîz ve Celîl olan Allah (c.c), yarattıklarından herhangi birisine zulmetmekten yücedir. Çünkü O (c.c), Hz. Âdem (a.s.) ve bütün Âdemoğullan'na, bu dünyada yaşamayı bizzat kendisi bahşetmiş ve onları araştırıcı bir akıl ve yol gösterici bir vahiyle rızıklandırmıştır. Allah (c.c.) insanoğlunu bazen müjdelemiş, bazen de korkutmuş; bazen sağlıklı kılmış, bazen de hastalık vermiş; bazen kolaylaştırmış, bazen de zorlaştırmıştır. İşte Yüce Allah (c.c.) tüm bunları, kişi her iki durumda da Rabbinİ bilsin ve O'na kavuşmak için sâlih amelle hazırlık yapsın, diye yapmıştır. Ancak bir kimse avareliği ve kaçkınhğı tercih ederse bilsin ki, onu bekleyen cezalandırma adaletlice yapılır ve orada hiçbir mazeret dinlenmez.
Sûrenin anlattığına göre, kâfir bir kimse hesap anında zamanı unutur, tüm geçmiş aklından kaybolur gider ve çok küçük, belli-belirsiz anlık şeylerin dışında dünya hayatına dâir hiçbir şey hatırlamazlar:
"(Allah inkarcılara) "Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?" diye sorar. 'Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık, işte sayanlara sor.' derler. 'Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz bunu bilmiş olsaydınız!' der. " (Mü'minûn, 23/112-113-115)
Sûre bir kez daha imânı kesin deliller ve kanıtlar üzerine kurmaya yöneliyor ve şunu ısrarla bildiriyor: Din, yalan, hile ve boş şeylere tâbi olan bâtıl inanç değildir. O, kesin delile saygı duyan ve kendisinin doğruluğuna aklî deliller getiren bir düşünce sistemidir.
Akıl teklif ve sorumluluğun kaynağı, yükselmenin de merdivenidir. İnsanlardan hayvanlara en yakın olanlar, Allah (c.c.)'ı inkâr eden ve O (c.c.)'nun hidâyetinden uzak olanlardır:
"Her kim Allah İle birlikte başka bir tanrıya taparsa -ki bu hususla ilgili hiçbir delili yoktur- o kimsenin hesabı ancak Rabbinin katındadır. Gerçek şu ki, kâfirler iflah olmaz. De ki: Rabbim! Bağışla ve merhamet et! Zira sen, merhamet edenlerin en iyisisin." (Mü'minûn, 23/117-118)
Mü'minûn Sûresi • 337