NİSA SÛRESİ

isa Sûresi'nİn ilk üçte biri aile ve aile meseleleriyle ilgilidir. Aile ise, küçük bir toplumdur. Sûrenin diğer üçte ikilik bölümü de, ümmet ve bu ümmetin problemleriyle ilgilidir. Ümmet ise, büyük bir toplumdur. Sonuçta sûrenin tümü toplumsal İlişkiler ve bu ilişkilerin sağlamlaştırılmasının gerekliliğini ifâde etmektedir. Bu gerekliliğe çekilen dikkat, hemen sûrenin girişinde başlamaktadır:

"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar yaratan Rabbinizden sakının." (Nisa, 4/1)

İnsanlar, birbirlerine karşı yabancı gibi de gözükseler, gerçekte birbirleriyle akrabadırlar: Zira tek bir babanın soyundan ve onları bir birine bağlayan ve akraba kılan ortak rahimden gelmektedirler.

Her insanın bu akrabalık bağını hatırlaması, hem yakın hem de uzak tüm akrabalarına iyi muamelede bulunması gerekir. Zira sıla-i rahim, İslâm'ın önde gelen özelliklerinden birisidir. Her ne kadar bazı insanlar arasında akrabalığın din ve kardeşlik bakımından yakınları kapsadığı bilinmekteyse de, insanlık dairesinin daha geniş olması ve renkler ve ırklar arasındaki yardımlaşmanın gerçekleşmesi gerekmektedir.

Sûrenin ilk âyetindeki nasihat, her şeyin yaratıcısı ve sahibi yüce Allah (c.c.)'tan korkmaya ve O (c.c.)'nun kapsamlı gözetimine dayanmaktadır. Ancak biz bu sûrede Allah (c.c.)'a ümit bağlamanın ve O (c.c.)'nun rahmetini istemenin gerekliliğini ifâde eden pek çok âyete de rastlamaktayız. Örneğin şu âyetler bu hususa açık birer örnektir;

"Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan sakınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz." (Nisa, 4/31)

"Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır." (Nisa, 4/110)

NisS Sûresi • 57

Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri

"Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, dilediği kimse için bağışlar." (Nisa, 4/48)

"Allah'ın kabul edeceği levbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin levbesidir." (Nisa, 4/17)

"Allah size (bilmediklerinizi) açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yollarına iletmek ve sizin günahlarınızı bağışlamak istiyor. Allah hakkıyla bilicidir ve yegâne hikmet sahibidir. Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister; şehvetlerine uyanlar ise, büsbütün yoldan çıkmanızı ister. Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır." (Nisa, 4/26-28)

Şüphesiz ki Allah (c.c), (onlara) zor gelecek derecedeki ibadetlerle, kullarına yük yüklemek istemez. Kulların Allah (c.c.)'a eda etmeye çalıştıkları ibadetler, (tıpkı) ilim tahsil etmek için öğrencinin yüklendiği ve olgunlaşmak için eğitilen kişinin yüklendiği yük gibidirler. İşte böyle bir yük de taşınabilir ve verimli bir yüktür.

Her şeye kadir olan Allah (c.c.)'ın gözetiminden korkmak ve günahları çokça bağışlayan Rahman'dan ümit beklemek mü'minleri canlı tutar ve onlar, ömür uzasa da kisalsa da son ve kesin buluşma için hazırlık yaparlar. Bu sûredeki ailenin prensiplerinden bahseden bölüm, söze yetimlerin haklarıyla ilgili olarak başlamıştır. Çünkü Müslümanlar, bitmez tükenmez düşman saldırılarına karşı savaşan bir toplumdur. Ölü sayısı artıkça yetimlerin sayısının da artması sebebiyle, toplumsal problemlerden bahseden bir sûrenin, yetimlerle ilgili bir hükümle başlamasında garipsenecek bir durum yoktur.

Şu yaşadığımız yüzyılda, yetimlerin misyonerlik cemiyetlerinin, inanç ve ideoloji hırsızlarının hedeflerine maruz kaldıklarını görmekteyiz. İşte bu sebeple Müslümanların kendi yetimlerine gereken önemi göstermeleri ve haklarını korumaları gerekmektedir.

İşte burada yetimlerle ilgili sözlerin arasında evlilik konusu geçmektedi. Burada da bir veya birden fazla kadınla evlenilebileceğine dair bir ruhsat verilmektedir. İslâm; çok evlilik konusunda, kendisinden önceki dinlerin hükümlerinden sapmış değildir, zira Allah (c.c.)'tan bir emir gereği, çok evliliği yasaklayan hiçbir din yoktur.

Yaşadığımız çağdaki insanların durumlarına baktığımız zaman Avrupa ve Amerikalıların, kadınlarla ilişkilerde, insanların en kötüleri olduğunu görmekteyiz. Yasak olan çok evlilik (yani dörtten fazlasıyla evlenme) onlarda oldukça yaygındır. Herhangi sefih bir kimse, onlarca kadınla ilişki kurabilmektedir.

Biz müslümanlara göre serbest olan çok evliliğin önceden tespit edilmiş ve çizilmiş sınırları vardır. Zira İslâm, evlenmeye gücü yetmeyen kimseye şahsen oruç tutmayı emrediyor. Tek bîr eşin geçimini sağlayamayan evli bir kimseye, nasıl olur da

58 • Nİsâ Sûresi

Muhammed Gazalî

başka bir eş daha mubah olur? Onların geçimini sağlayacak güçte olsa bile, aralarında adaletli davranamaz. Biz Müslümanlara göre, zorla evlilik gerçekleşmez. Çok evlilikle ilgili herhangi bir isteksizlik ve gönülsüzlük, bu çok evliliği ortadan kaldırabilir.

Bunun yanısıra, eşinin ikinci bir kadınla evleneceğinden korkan bir kadın, evlilik akdinde, kendi üzerine kuma getirmemesini şart koşabilir. İmam Ahmed b. Han-bel (r.a.)'in dediği gibi; Koca, bu şarta bağlı kalmak zorundadır, eğer uymazsa ikinci evlilik sebebiyle birinci eşin nikahı düşmüş ve boşanmış sayılır.

Bunun ardından sûre miras taksimiyle ilgili hükümlerden bahsetmektedir. Kadına her türlü mirastan pay ayrılmaktadır, oysa önceden kadın mirastan mahrumdu. Miskin ve zayıf kimselere o mirastan bir pay verilmesini mendup kılmıştır. Sünnetin açıkladığı gibi erkeğin, malından üçte biri geçmemek şartıyla, dilediği kadar, vasiyet edebilmesi sağlanmıştır.

İslâm'ın, çeşitli şekillerde, erkeğin payının kadının payından iki katı daha fazla kıldığı bilinen bir şeydir. Zira İslâm'a göre erkek, kadından daha fazla yüklerle sorumludur: örneğin mihri veren ve evinin geçimini sağlamakla sorumlu olan odur.

Zengin bir yakını olduğu sürece kadının çalışıp para kazanma sorumluluğu yoktur. Eğer zengin bir yakını yoksa bile Beytü'1-Mâl bu kadının geçiminden sorumludur. Bunun sebebi ise, tıpkı kadının koruyucusu ve destekçisi olduğunu yapmacık ifâdelerle söyleyen Batı'da olduğu gibi, kadınların ırzlarını kaybetmek ve ayağa düşmekle karşı karşıya gelmemeleri içindir.

Ben bunları söylerken, akılları ve kalpleri paramparça olmuş, kadınlığı hakir gören ve küçümseyen, eşini, kız kardeşini ve kız çocuğunu aşağılayan, onları evde hapsetmeyi ve cahil bırakmayı benimseyen ve onlara karşı küstahlık yapan Müslüman grupları savunuyor değilim.

Hz. Aişe (r.a.)'den gelen bir hadiste Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor; "İman bakımından mü'minlerin en kâmil olanı, ahlâk bakımından en iyi ve aile ferlerine karşı şefkatli davranandır." İbn Abbas (r.a.)'dan gelen rivayete göre de Hz. Peygamber (s.a.v.) diyor ki; "Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en iyi davrananızdır. Ben ise, ailesine karşı sizin en hayırlınızım." Üzücü olan, bazı dindar kimselerin takvalarını, kadına kaba davranmak, ona kötü muamele etmek ve onun konumunu kısıtlamak üzerine oturtmasıdır. Öyle ki, tüm dünyadaki kadınlar İslâm'dan nefret eder ve bu yanlış anlayışla birlikte İslâm'ın topluma hakim olmasından korkar hale gelmişlerdir.

İslâm'dan önce kadın, şahsiyeti yok edilmiş ve tüm haklan İhlal edilmiş bir halde idi. Bir kadının eşi öldüğünde, o erkeğin en yakın akrabası gelir ve o kadına el koyardı; sanki o kadın mirastan bir parçaymışçasma!

Nisa Sûresi • 59

RüT'âtı-ı Kerîm 'in Konulu Tefsiri

Araplannın kadınlar üzerindeki tasarrufları, Yahudilerin yaptıklarına benzemektedir. Çünkü Yahudiliğe göre evli bir erkek öldüğünde, onun çocuğu olmadıysa ölen erkeğin kardeşinin, o dul kadını alıp ondan çocuk sahibi olması ve çocuğu da Ölen kardeşine nispet etmesi gerekirdi.

Böyle bir şeyin nasıl olabileceğini kafam almıyor; gönülsüz ve isteksiz bir evlilik ve asılsız bir nesep. Yahudilikteki bu uygulamanın ilahî bir kanun olduğunu zannetmiyorum. Bu olsa olsa Yahudilerin yalanlarından bir yalandır. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor;

"Ey iman edenler! Kadınlara zorla varis olmanız size helâl değildir. Apaçık bir terbiyesizlik yapmadıkça^ onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın." (Nisa, 4/19)

Ayetteki "Adal=sıkiştırmak." kelimesinden maksat; evin, kadının kendisinden kurtulmak için çırpındığı bir hapishaneye dönüşecek şekilde kötü muameledir. Hatta kadının önceden almış olduğu ftıihrî geri ödemesi için bile olsa yapılan kötü muamele bu kavram ile ifâde edilin Aynı âyette, erkeklerin en güzel ve en şerefli yolu tutmaları emredilmektedir;

"Onlarla iyi geçinin. İEğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz." (Nisa, 4/19)

Erkek, eşinden ayrılmak istediği zaman, kadının önceden aldığı mihir de -bu mi-hri ne kadar çok olursa olsun- indirim yapması İçin eşiyle pazarlık yapmasını, İslâm yasaklamıştır. Kadının mihri artık onun özel malı olmuştur, bu mihir büyük bir servet olsa bile.

Eşinden hoşlanmayan bir erkek, ikinci bir evlilik yapmak istiyorsa, dilediği kadar cebinden para harcayabilir. Ancak ilk eşinden hiçbir şey geri almaya çalışamaz.

"Eğer bir eşi bırakıp da başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahî, ondan hiçbir şeyi geri almayın. Siz iftira ederek ve apaçık günah işleyerek onu geri alır mısınız? Vaktiyle siz birbirinizle haşır-neşir oldunuz ve onlar sizden sağlam bir teminat almış olduğu halde, onu nasıl geri alırsınız!" (Nisa, 4/20-21)

Eşlerle güzel geçinme hususuna geçmeden önce, çirkin olan toplumsal suçlardan ikisini hatırlamayı uygun görüyoruz; Bunlar lezbiyenlik ve homoseksüelliktir. Bu iki suçla mücadele etmek, aile için gerçek bir korumadır. O'nun temiz havasını muhafaza etmektir. Zira bağlamla ilgisi olmayan söze geçmek bir hatadır.

Lezbiyenlik hakkında Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Kadınlardan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şâhid getirin. Eğer şâhidlik ederlerse,

60 • Nfsâ Süresi

MuMnımed Gaialî

o kadınları ölüm alıp götürünpeye veya Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin." (Nisa, 4/15)

Homoseksüeller hakkında da şöyle söylüyor;

"İçinizden fuhuş yapan İki erkeğe de ceza verin." (Nİsâ, 4/16)

Batı'nın, Allah (c.c.)'ı, O (c.c.)'nun huzuruna çıkmayı ve dinin tavsiyelerini unutması sonucu, böylesi dinî suçları küçümsemektedirler ve onu sevmemektedirler. Tıpkı, AİDS ve diğer cinsel hastalıkların yayıldığını duyduğumuz gibi, hiç önemseme^ inektedirler. Gerçek şu ki; Batı medeniyetinin tabiatı çürüktür. Bu medeniyet, kendi yerine gelecek olan medeniyet olmadığı zaman, yanj dinlerini unu^rı Müslümanların yokluğunda ancak ayakta kalabilir.

Görevini yerine getirebilmesi ve başarılı olabilmesi için ailenin» tabiatının, karakterinin temizlenmesi, bencilliğin yok olması ve fertler arasında iyilik ve yardımlaşmaya alışması zorunludur.

Eşinden şikâyetçi olan bayanlardan birisi bana telefon etti. Konuşmasından onun gerçekten acı çekmekte olduğunu hissettim. Şayet zorunlu şartlar olmasa bu kadın eşinden ayrılmayı tercih edecek. Ona Firavun'un karısının, Firavun'un serkeşlik ve küstahlığına sabrettiği gibi sabretmesini tavsiye ettim. O da istemeye istemeye bu tavsiyemi kabul etti.

Kendi kendime dedim ki; şayet bu adamın, adî bir adamla evli olan bir kız kardeşi olsa, o adî adam da, -deyim yerindeyse- Kayser ya da Firavun gibi davransa acaba ne yapardı? O kişinin cinsel soğukluk İçinde olması ise en büyük felakettir. Zira evin havası artık dert ve çile yumağı haline gelecektir.

İşte böyle bir ortamda İslâm, sırasıyla öğüt verme, yatağım ayırma ve hafifçe dövme süreci içerisinde cezayı serbest bırakmaktadır. Bir şartla kû bu dövme kırıcı ve incitici olmamalı ve yüze vurmaktan sakmılmalıdır. Kadım dövme suçuyla ilgili sünnette sadece şu iki gerekçeyi gördüm; kadının serkeşlik etmesi ve erkeğin yatağına gelmekten yüz çevirmesi ya da yatağına yabancı kimseleri almasıdır. Her iki gerekçe de, gördüğünüz gibi, çok tehlikelidir.

Bu yüce öğretilerden Önce, haksız yere İnsanların mallarını yemekle ilgili âyetlerde gelmiştir. Tıpkı elde olana rıza gösterme eve başkalarının malına göz dikmemenin gerekliliği ile ilgili âyetler geldiği gibi. Sonra da söz genel olarak tüm insanlara yönelmektedir;

"Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, yolcuya, cariye ve kölelere iyi davranın" (Nisa, 4/36)

NisâSûres '61

Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri

Bu, öncelikle aileyi kastetse de etmese de, toplumun bütün fertlerini kapsayan bir talimattır. Sonra nafakadan söz edilmektedir. Nafakada ne cimrilik yapılmalı ne de saçıp savurmalıdır. Ancak ilahî emir birbirine zıt iki insan grubunu ifşa etmektedir; birincisi cimriler, ikincisi ise, gösteriş yapan israfçılar.

Âyet, bir ortamda cimrilik yapan ve başkalarına da cimriliği Öven, başka bir ortamda da riya ve gösteriş için saçıp savuran tek bir grup insandan da bahsediyor olabilir. En iyisi malı, o malı verenin rızasına uygun olarak harcamaktır ve takip ettiği yolda maksadı da şu olmalıdır;

"Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Allah'ın kendilerine verdiğinden (O'nun yolunda) harcasalardı ne olurdu sanki!" (Nisa, 4/39)

Bugünü ve geleceğiyle ilgili İslâm ümmetini ilgilendiren âyetlerden çok azı kaldı. Sonra sûrenin konuları, öncekinden farklı olarak başka mecraya yönelmektedir. Risalet günlerinde Arap toplumunun oluştuğu grupların durumlarını, onlardan her birisinin gerçek yapılarını ve onların karşısında nelerin yapılması gerektiğini anlatmaya başlamaktadır.

İlginç olan; bu grupların, günümüzdeki İslâm ümmetinin karşı karşıya bulunduğu grupların aynısı olmasıdır.

Geçmişte Müslümanlar Yahudilerle yakın ilişki kurma ve onların ilk vahiy sahibi kimseler olduklarını kabullenme hususunda çok özen gösteriyorlardı. Kendileriyle putperestler arasında bir çatışma çıktığında, Yahudilerin kendi yanlarında olmalarını umuyorlardı.

Ancak Yahudiler sû-i zan sahibi kimselerdi; hiçbir antlaşmayı ve komşuluğu takmıyorlar ve güçlerinin yettiği kadar İslâm'a kötülük yapıyorlardı. Onların bu yaptıkları şeylere karşılık hayrete düşürücü ve reddedici bir anlayışla yüce Allah (c.c.) Nebisine şöyle buyuruyor;

"Kendilerine Kitap'tan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar! Allah, düşmanlarını sizden daha iyi bilir." (Nisa, 4/44-45)

"Ellerinde Kitap'tan bir pay" tabiri, onların kendilerine indirilen vahiyden çoğunu kaybettiklerine işarettir. Aslında kitaplarının kaybolması meselesi, bir kısmının kaybolmasına ve diğer bir kısmının da karışmasına ses çıkarmayan hafızlar tarafından kesin bir yolla gelmiştir. Kitap'tan ellerinde kalan kısmıyla da güzelce amel etmemektedirler. Tüm dünyaya zina ve faizin yayılmasının ardından, bu güne kadar da kendi kitaplarına göre yaşamadılar.

Kokuşmuş dindarlık, bazen kalbin dinden uzak ve boş olmasından daha zararlı

62- NisS Süresi

Muhammed Gazalî

olabilmektedir. Cehennem ateşinin, putperestlerden önce, Yahudi Kurcalarından günahkâr olanlara daha çabuk davranmasıyla ilgili gelen hadisin sırrı da işte budur. Sapıklığı satın almalarının, günahlara dalmalarının ve Müslümanların, Kur'ân'ı unutarak tekrar putperestliğe dönmeleriyle ilgili garip arzu ve isteklerinin gerisinde, Yahudilerin kalplerindeki gizli kötülük vardır.Gerçeği arayıp bulmakta samimi olan hangi insan, böylesi karanlık bir yol tutabilir ki?

Kendilerine farz kılman bu savaşta Allah (c.c.), Müslümanların (yardımcısı) ve velisi olacağını vaadetmektedir.

"Allah, düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir." (Nisa, 4/45)

Ancak bu yardım ve dostluğa miskin miskin oturanlar kavuşamazlar. Aksine nefsi müdafaayı terkeden, yeni stratejiler çizmeyi ve kaderi sağlamlaştırmayı ihmal eden toplumlar Allah (c.c,)'ın yardım ve dostluğunu kesinlikle elde edemezler.

Menar sahibi şunları söylüyor: Hikmet sahibi yüce Allah (c.c); ismi ve unvanı ya da seçkin kullarından birisinin adına intisap etmesi sebebiyle sünnetullahını ne bir Müslüman ne bir Yahudi ve ne de bir Hıristiyan için bozmaz. Aksine Allah (c.c.)'m değişmez kanunları (sünnetullah) kendilerinden yardım istenilen seçkin kimseler içindir. Öyle ki, peygamberlerin sonuncusu Hz. Peygamber (a.s.)'ın bile kafası yarılmış, dişi kırılmış ve Uhud günü askerlerin savaş düzenindeki yerlerini terk etmeleri sebebiyle çukura yuvarlanmıştır.

Ey Müslümanlar! Bu dine bağhhğımzdaki basitlikler ne zamana kadar devam edecektir. Sizler Allah (c.c.)'ın Kitabı'na göre amel etmiyor, gösterdiği yolda yürümüyor ve o kitabın içinde bulunan uyarılardan da hiçbir ibret almıyorsunuz! Bu toplulukların saldırılarının nasıl da tekrar başladığım görmüyor musunuz? Gurur ve ki-biri terk ederek ilme ve çalışmaya dört elle sarıldıktan ve toplumsal yasaların onlara uygulanmasından sonra yabancı devletler, ülkelerimizin bir çoğunu ele geçirmiş bulunuyorlar. Şu anda Yahudiler ellerimizde kalan toprakları da almak için hazırlık yapıyorlar ve size ait olan mukaddes beldeleri tekrar alıyorlar ve oralarda saltanatlarını kuruyorlar.

Öyleyse ey Müslümanlar! Allah (c.c.)'ın Hakim olan kitabına ve ümmetler için koymuş olduğu yasalarına uyunuz. İçinize şirk tohumları eken deccalların ve düzenbazların vesveselerini bırakınız. Zira bu düzenbazlar sizin toplumsal ve zihinsel yetilerinizi talan etmekteler. Rabbinizİn kelamına uymaktan alıkoyup ölüme terketmekte ve batıl inançlara tutunmanızı istemektedirler. Bu düzenbazlar sizleri, Allah (c.c.)'ın farz kılmadığı nafile namaz ve virdlerle oyalayarak, hem dininizden hem de dünyanızdan alıkoymaktadırlar. Bunların tek hedefi, mallarınızı ve servetlerinizi ellerinizden almak ve sizdeki batıl istek ve arzulan körüklemektir.

Nis5 Sûresi ¦ 63

Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri

Ey Müslümanlar! Uyanın, uyanık olun; dikkatli olun ve iyi bilin ki yüce Allah (c.c), hiç kimseye zerre miktarı zulüm etmemiştir de, etmezde. Topraklarınızın kaybolması ve azminizin kırılması sadece ve sadece Rabbinizin hidâyetini terketmeniz ve içinizdeki bu düzenbazlara uymanız sebebiyledir.

Menar sahibi Muhammed Abduh çok doğru söylüyor: Bu anlatılanların dışında yeni yeni hastalıklar varsa, bu çok daha kötü ve çetindir. Biz Müslümanların da aynı hatalara düşmekten sakınması için, Kur'ân-ı Kerim, Yahudilerin kendi dinlerine neler yaptıklarını şu şekilde açıklamaktadır:

"Yahudilerden bir kısmı, kelimeleri yerlerinden değiştiriyorlar..." (Nisa, 4/46)

Yahudilerin, kelimeleri tahrif etmesi birkaç şekilde olmuştur; bunlardan ilki, he-va ve heveslerine uyarak, sözü zahirî ve yakın olan anlamından çıkarıp diğer anlamlara yöneltmektir.

Yahudilerin elinde, yakında gönderilecek bir peygamberin müjdesi olmasına rağmen, Hz. Muhammed (s.a.v.)'i tasdik etmemek ve onun doğruluğuna şahitlik etmemek için, kelâmın kastettiği şeyi kendi arzuladıkları şeyle değiştiriyorlardı.

Bir başka tahrif çeşidi ise, ellerinde bulunan nassın üzerine eklemeler yapıyorlardı. Çünkü, Tevrat'ta, Allah (c.c.) tarafından indirilmiş olan vahiyle hiçbir ilgisi olmayan garip eklemeler mevcuttur. Şeyh Rahmetullah el Hindî, "Izhâr'ul Hak" isimli eserinde, Kitabı Mukaddes'te kesinleşmiş tahriflerden yüz tanesini tek tek tespit etmiştir. "Ehl-i Kitap'tan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye, kitabı okurken dillerini eğip bükerler halbuki okudukları kitaptan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde; 'Bu Allah kalındandır, derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar." (Âl-i İmrân, 3/78)

El-Hindî'nin eseri, bu alanda yazılmış en kapsamlı ve en iyi eserdir. Yahudilerin dik kafalılık, inatçılık ve kötü ahlâklarından birisi de, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e söyledikleri şu sözdür:

"Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek bükerek ve dine saldırarak (Peygamber'e karşı): İşittik ve isyan ettik, dinle dinlemez olası, "Râinâ" derler." (Nisa, 4/46)

Eğer Yahudiler bu inatlarını sürdürürlerse, Allah (c.c), onlara şiddetle vurmak ve süründürmekle tehdit etmektedir.

"Ey Ehl-i Kitap! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları Cumartesi adamları gibi lanetlemeden önce, size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize (kitaba) iman edin. Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir." (Nisa, 4/47)

64 • NisS Sûresi

Muhammcd Gazalî

Yahudiler İnatlarını sürdürünce, Allah (c.c.) da onların izlerini Hicaz'dan sildi ve varlıklarını ortadan kaldırdı. Şimdilerde ise, Müslümanlar Allah (c.c.)'la olan sözleşmelerini terk etmeleri sebebiyle, Yahudiler bu topraklara geri döndüler ve Müslümanların miraslarım hiç Önemsemediler. Gelecek, bu iki gruptan Allah (c.c.)'ın dinine ve O (c.c.)'nun Resûlü'ne yardım hususunda en çok uyan ve gayretli olan grubun olacaktır. Belki de Rabbimize tekrar döneriz, Allah (c.c.)'ta bize İzzet ve şerefimizi geri verir! Sonra yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını ise, dilediği kimse için bağışlar." (Nisa, 4/48)

Şirk iki kısımdır: İlki, bir kimsenin, evrenin iki veya daha fazla yaratıcısı, nzık vericisi ve düzenleyicisi olduğunu varsay maşıdır. İkincisi ise, kişinin, hüküm koyma, haram kılma, helal kılma, dua, adak ve tevekkül gibi hususlarda Allah (c.c.)'tan başka bir şeye güvenmesi ve sığınmasıdır.

Yahudiler, müşrik kelimesinin birinci anlamı itibariyle, müşrik değillerdi. Onların ve benzerlerinin şirkleri, Allah(c.c.)'tan başka hakem tayin etmek ve ondan yardım istemekten gelmektedir. Her iki şirk çeşidi de, büyük bir suçtur ve bağışlanamaz. Zira şirk, insanlığın benliğinde derin bir bozulmadır.

Modern medeniyetle birlikte bozulma ve dinsizlikte, daha derin bir şirk çeşidi ortaya çıktı; Uluhiyyeti temelden inkâr etmek, heva ve heveslerin isteklerine takılmak ve Yüce Yaratıcı'nın öğretilerini tamamen unutmak. Yaşadığımız çağda İslâm, çeşit çeşit inkâr, şirk, Allah (c.c.)ın indirdiği dışında hükümler koyma ve şer'î hükümlere karşı yapılan terbiyesizliklerle mücadele etmektedir. Bu dinin müntesiplerine de, taşımakta oldukları yükün ağırlığını fark etmeleri ve yeryüzünün her tarafını, ellerinde bulunan Allah (c.c.)'ın nuru ile aydınlatmaları gerekir.

Müslümanlar, kendilerinin Allah (c.c.)'m seçkin kulları olduklarını iddia eden Yahudiler gibi olmamalıdırlar. Yok eğer Yahudilere benzer ve Yahudileşirlerse, insanlar bu Yahudileşen Müslümanlardan ne bir iyilik, ne de teşekkür edilecek iş görürler.

Yahudilerin ileri gelenlerine, iki gruptan hangisinin hakka ve zafere daha yakın oldukları sorulduğunda, kökleşmiş Yahudi çılgınlığı o dereceye ulaşmıştı ki, cevapları şu oldu: Putperestlik İslâm'dan daha üstün ve faziletli, cahiliyye taraftarları da, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ashabından daha hayırlıdır.

Yahudilere göre din; adalet, hoşgörü ve takva değildir; aksine, kendi ırklarını öven ve bencillikleriyle gururlarını besleyen her şey, dindir. Geçmişte olduğu gibi, şimdi de Arapları kötü görüyorlar. Çünkü onlar, İsrâiloğu ilan'nın vahye karşı kötü davranmaları ve vahyin getirdiği yükümlülükleri yerine getirmekten kaçınmalarının ardından, yüce Allah (c.c.)'ın vahiy emanetini taşıması için seçmiş olduğu bir toplu-

NisS SOresİ • 65

Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri

luktur.

Hz. Yâkub (a.s.)'un çocukları, Hz. İbrahim (a.s.)'in soyunun sadece belirli bir kolunu oluşturmaktadırlar. Öyleyse, niçin Hz. İbrahim (a.s.) ve O (a.s.)'nun soyuna verilen Allah (c.c.)'ın nimetini tekellerine geçirmeyi isteyerek, Hz. İsmail (a.s.)'in çocuklarına o nimetlerden hiçbir pay bırakmıyorlar. Allah (c.c.)'ın ihsanından aldıkları şeyler sebebiyle, niçin amca oğullarından intikam alıyorlar? Ve niçin onlara karşı, putperestlere destek veriyorlar?

"Bunlar, Allah'ın lanetlediği kimselerdir. Allah'ın rahmetinden uzaklaştırdığı kimseye, gerçek bir yardımcı bulamazsın. Yoksa onlann mülkten bir nasipleri mi var? öyle olsaydı, insanlara zırnık bile vermezlerdi." (Nisa , 4/52-53)

Âyet, Yahudilerin bilinen cimriliğine işaret etmektedir. Şayet onlar Allah (c.c.)'ın hazinelerine sahip olsalar, ondan hiçbir ihtiyaç sahibine ve kendileri dışındaki insanlara bir şey koklatmazlar. Onlar, nail oldukları iyilikler sebebiyle, Arapları çekemediler. O zaman Arapların bu iyiliklere nail olması, onları niye ilgilendiriyor ve bunca itirazları niçindir?

"Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem tayin edip sonra da verdiğin hükümden, içlerinde bir sıkıntı duymaksızın onu tam manasıyla kabullenmedikçe gerçekten iman etmiş olmazlar." (Nisa, 4/65)

Vahyin Araplara geçmesi sebebiyle, kızgınlıklarının şiddetinden Yahudiler, Hz, Muhammed (s.a.v.)'İ yalanlama ve onun kavmine düşman olmayı nesiller boyu birbirlerine miras olarak bıraktılar. Arapların İslâm mirasının terk etmelerini ve onda gevşeklik göstermelerini, sosyal hayatta geri kalmalarını ve oyun ve eğlenceye dalmalarını fırsat bilerek, eski şeref ve onurlarını yeniden kazanmak için, tam on dört asır sonra Filistin'e tekrar döndüler. Onlar Kudüs'e nara atarak girerlerken, tüm dünya onlann şu haykırışlarını dinledi: "Ey Hayber devrimcileri! Muhammed artık öldü ve geride sadece kızlarını bıraktı!"

Hatalarımızdan dolayı utanıp, şu şekilde haykırılması için, halâ dinimize tekrar dönmeyecek miyiz?: "Muhammed (s.a.v.), yanında aslanlarıyla birlikte geri döndü."

Yahudilerin putperestler lehine şahitlik etmeleri sebebiyle, konunun akışı onları kınayarak devam etmektedir. Zira şahitlik, emanettir ve şahitliğin sahiplerine verilmesi bir borçtur. Onlar, putperestliği İslâm'dan daha faziletli ve üstün göstermede zerre kadar hakkı ve adaleti gözetmemişlerdir. İşte bu sebeple yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar öğütler veriyor! Şüp-

66 ¦ Nisa Sûresi

Muhammed Gazali

hesiz ki Allah, her şeyi işitir ve görür." (Nisa, 4/58.)

Emanet kavramının maddî ve manevî birçok anlamlan vardır. Ama bu anlamların hepsi de, tüm iş ve davranışlarda Allah (c.c.)'ın ve insanların haklarını koruma çerçevesinde dönüp dolaşmaktadır. Emanete riâyet etmeyen kimsenin imam, ahde vefa göstermeyen kimsenin de dini yoktur.

Yahudilerle ilgili haberleri anlattıktan sonra Kur'ân, İslâm ve müslümanlar için büyük bir tehlike olan ikinci grubun haberlerini vermeye başlıyor. Bu grup, küfürlerini gizleyip imanlarını gösteren, münafıklar grubudur. Bunları anlatmasının sebebi ise, münafıkların yaptıklarım açığa çıkarmak ve sırlarını ifşa etmektir. Münafıklarla ilgili anlatım şu âyetle başlamaktadır:

"Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tâğutun önünde yargılanmak istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor." (Nisa, 4/60)

Ayetin, onların iddialarını "zeame" kelimesi ile İfâde etmesi, iddialarının yalan olduğuna işaret eder. Buradaki "tâğut" kavramının anlamı ise: Allah (c.c.)'ın dışında, insan, cin ve cansız varlıklardan herhangi birisine, kendilerine hakemlik etmesi için, başvurmaktır. İmanın gereği, bütün tâğutları inkâr etmek ve onların kışkırtmalarından uzak durmaktır. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: "Allah inananların dostudur; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, inkâr edenlere gelince, onların dostları da tâbuttur; onları aydınlıktan alıp karanlıklara götürür." (Bakara,2/257)

Nisa Sûresi'nde İse şöyle buyurmaktadır:

"İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkarcılar ise tâğut yolunda savaşırlar," (Nisa, 4/76)

Tâğut sıfatı, Allah (c.c.)'in dışında ibadet edilen, onun yoluna engel olan ve koyduğu hükümlere düşmanlık eden herkes ve her şey için geçerlidir. Burada münafıklar, Müslümanların Allah (c.c.) ve Resûlü'ne(s.a.v.) uymaları ile ilgili verilen öğütleri dinliyorlar. Ancak kendi yollarında gidiyorlar. Kendi yollarında attıkları her adım sebebiyle, inat ve sapıklık onlara hakim oluyor, sonuçta da zulüm ve haksızlıkla uzun mesafeler kat ediyorlar. Nihayetinde öğütçünün sesi onlara ulaşamaz oluyor. "(Sanki) onlara uzak bir mekândan çağrılıyor (da dâvetçinin ne söylediğini anlamıyorlar.)" (Fussilet, 41/44)

Münafık, dış görünüş olarak sizlere yakın olabilir. Fakat o, hevâ ve arzularının kapladığı kalbiyle, sizlerden çok uzaktadır. Zira o, ne söyleneni tam olarak anlar ve ne de o sözden etkilenir.

Nişi Sûresi • 67

Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri

"Onlara: Allah'ın indirdiğine ve Resule gelin, denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün." (Nisa, 4 /61)

Bir diğer sûrede de şöyle denmektedir: "Onlara: Gelin, Allah'ın peygamberi sizin için mağfiret dilesin, denildiği zaman baslarım çevirirler ve sen onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün" (Münâfikûn, 63/5)

Açık ya da gizli her inkarcının, kendisine göre bir bakış açısı vardır ki, buna sımsıkı sarılır ve hararetle savunur. Hak, apaçık ortaya çıktıktan sonra bile, kendi bakış açısını terk etmez. Batıl yolda olan birçok kimse, gerçekte kendisinin haklı olduğuna inanır! "Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse (kötülüğü hiç istemeyen kimseye benzer) mi?" (Fâtır, 35/8) Ancak uzun bir zaman geçmeden, ektikleri kötülükleri biçerler. İzlenen kötü yol ve yöntemlerin yakın veya uzak neticeleri vardır. İşte bu kötü yol, acı meyvelerini vermeye başlayınca, bu yolun sakinleri özür dilemeye başlarlar:

"Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felaket gelince hemen, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak isledik, diye yemin ederek sana nasılda gelirler!" (Nisa, 4/62)

Çağımızın mutaassıpları, beşerî hukuku savunuyorlar ve kendilerinin doğru yol üzere olduklarını zannediyorlar. Fitneler ülkeleri kasıp kavurduğu ve suçlar artmaya başladığı zaman ise düşünmeye, fikir değiştirmeye ve özür beyan etmeye başlıyorlar;

"Onlar, Allah'ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara kendileri hakkında tesirli söz söyle." (Nisa, 4/63)

Nifakın açığa çıktığı ve çirkin yüzünün göründüğü İki yer vardır: Birincisi, Allah (c.c.)'ın indirmiş olduğu hükümleri kötü görmektir. İkincisi ise, hakkı savunma ve Allah (c.c.) yolunda savaşmayı hoş karşılamamaktır. Genelde münafıklar namaz ve zekât gibi itaat gerektiren işlerde kendilerini sıkarak da olsa bu ibadetleri yapıyorlar. Belki de bu sıkıntılarını gizleyebiliyorlar veya gösteriş yapıyorlar. Ancak Allah (c.c.)'m indirdiği hükümlerin önünde ve Allah (c.c.) yolunda cihatta, içlerinde gizledikleri sıkıntı açığa çıkıyor ve sırları ifşa oluyor.

Peygamberier(a.s.), Allah (c.c.) katından, doğru bir yaşam için gerekli olan tam bir yaşam tarzı getirirler. Bunların takipçileri de, iman, amel etme, söz dinleme ve itaat etmeleri sebebiyle, bu eksiksiz hayat tarzını uygular ve dosdoğru yol üzerinde giderler. Mü'minler için, bu yolun haricinde tutulacak başka hiçbir yol yoktur. İşte bu sebeple yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Hayır, Rabbİne andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tam manasıyla kabullenmedikçe, tam iman etmiş olmazlar." (Nisa, 4/65)

68 • NisS Sûresi

Muhammed Gazali

Aslında dinin öğretilerinde kişiyi zarara sokacak ve ona sıkıntı verecek hiçbir şey yoktur. Fakat aciz ve şaşkın kimseler, cihad ve diğer itaat çeşitlerini ağır bulabilirler. Eğer bu kimseler çalışıp çaba gösterseler ve dinin Öğretilerini tasdik etselerdi, onlar için daha iyi olurdu.

Nisa Sûresi, münafıkların ahlâkını kesintisiz bir bağlamda açıklamaya devam etmektedir. Bu açıklama biraz uzadığı zaman, toplumlarda sıkça bulunan ve fakat dikkatlice bir tedaviye ihtiyaç duyan, diğer hastalıkları ortaya koymaya başlamaktadır. İşte bu özelliklere sahip, "zayıf imanlılar" grubu. Hasta ile ölü ve imansızlık ile şayet tedavi edilmezse imanı yok olacak olan hastalıklı iman arasında sıkı bağlar vardır. Hastalıklı bir inancın, birden çok görüntüleri vardır. Bunlardan ilkinin göstergesi Allah (c.c.)'ın şu âyetinde açığa çıkmaktadır:

"İçinizden bazıları vardır ki (cihad konusunda) pek ağırdan alırlar. Eğer size bir felaket dokunursa: 'Allah bana lütfetti de onlarla beraber bulunmadım,' der. Eğer size bir lütuf gelirse, sanki sizinle onun arasında bir dostluk yokmuş gibi, 'keşke onlarla beraber olsaydım da, ben de büyük bir başarı kazansaydım!' der." (Nisa, 4/72-73)

İşte bu kişi istek ve arzularının esiri olmuştur. Artık onun emelleri, şahsî menfa-atleriyle birliktedir, yoksa dinin gidişatı ve geleceği İle ilgili değil. Onun kalbi; ihlas ile bencillik arasında gidip gelen bir duyguyla doludur. Böyle kimsenin bir benzeri de, namazını kılan, orucunu tutan ve günahları terk eden, ancak kendisine cihad emri ulaştırıldığında endişeye kapılan ve mühlet isteyen şu kimsedir:

"Kendilerine ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca içlerinden bir grup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da, 'Rabbİmiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen olmaz mıydı?' dediler." (Nisa, 4/77)

Sûre, birçok yerde zayıf imanlı kimseleri iyileştirmek İçin gayret sarfediyor. Bunları, dinlerini kaybedecek derecede çılgınca kuruntularıyla baş başa bırakmamak, Allah (c.c.)'m rahmeti gereğidir. Birinci grup için Allah (c.c.) şöyle seslenmektedir: Sevgi ve korkunun esiri, kulu kölesi olma. Eğer böyle olursan, tek başına şahsi menfaatin senin ileri gitmene veya geri kalmana sebep olur. Zafer anında ganimetleri kaçırdığın için üzülmenin ya da yenilgi anında kurtulduğun için sevinmenin anlamı nedir! Bu tavır, açıkçası, mü'mine yakışmayan bir alçaklıktır. Kendini Allah (c.c.)'a ada ve sadece "Kelimetullah"ı yüceltmek için savaşa git.

"O halde, dünya hayatım âhiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşırda öldürülür veya galip gelirse, biz ona yakında büyük bir mükafat vereceğiz." (Nisa, 4/74)

Nisa Sûresi • 69

Kut 'ân -ı Kerîm 'İti Konulu Tefsiri

İkinci grup için de yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: "Ecellerin süreleri sınırlıdır. Hiçbir kimse yok ki, ölümü Allah'ın iznine tabi olmasın. (Ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır." (Al-i İmran, 3/145) Uzun bir süre yaşamakla belki de, uçaktan düşer ve uzun süre sakat olarak kalabilirsin. Kısa süre yaşamakla ise, ecelinle ölür ve ruhunu evinde rahatça teslim edersin.

Nifak ile iman zayıflığı arasında gidip gelen sınıflar çoktur. İşte Nİsâ Sûresİ'nin saymış olduğu örneklerden birisi de şudur:

"Kendilerine bir iyilik dokunsa, 'bu Allah'tan derler, ama başlarına bir kötülük gelince de 'bu senden', derler. De ki: Hepsi Allah'tandır. Bu adamlara ne oluyor ki, bir türlü laf anlamıyorlar!" (Nİsâ, 4/78)

Bu âyet bizlere, Fir'avun'un Hz. Mûsâ karşısındaki konumunu ve tavrını hatırlatmaktadır; "Onlara bir iyilik (bolluk) gelince, 'Bu bizim hakkımızdır' derler. Eğer kendilerine bir fenalık gelirse Mûsâ ve O'nunla beraber olanları uğursuz sayarlardı." (A'raf, 7/131) Semûd kavmi de Hz. Salih (a.s.) peygambere aynı şeyleri yapmıştır.

Ayeltte geçen "Hasene" kelimesinden, bereket, bolluk, afiyet ve zenginlik gibi güzel durumlar kastedilmektedir. "Seyyie" kelimesinden de, bu söylenenlerin tam zıddı kastedilmektedir. Dolayısıyla isyan ve itaatlerle ilgili, şer'î ıstılahlarla bu kelimeler arasında anlam bakımından bir benzerlik yoktur.

Peygamberlerin gönderilmesi hakkında ileri geri söz söylemek ve sövmek, küfürdür. Belki de Yahudilerin konumu bu idi. Müslüman olduktan sonra hiç beklemedikleri problemlerle karşı karşıya kalınca, yeni Müslüman olanların durumu da buydu. Bizim inancımıza göre fayda da zarar da Allah (c.c.)'tandır. Zira O (c.c), fayda ve zararları koyan ve kaldırandır. O (a.s.), her şeyin yaratıcısı ve yöneticisidir. Zira hiçbir beşerin yaratmaya ve yoktan varetmeye gücü yetmez. Ancak insanların, sadece çok az bir kısmını bilebildiğimiz şu büyük kâinatın İçinde sınırları çizilmiş bir alan dahilinde, iş yapma ve hareket etme iradeleri vardır.

"De ki: Hepsi Allah katındandır." âyetinin anlamı bunu ifâde etmektedir. Sonra insanların başına gelen çoğu kötülüklerin, insanların işledikleri suçlar veya ihmalkârlıklar sebebiyle olduğunu açıklayan ek bilgiler gelmektedir ki, şu âyetin anlamı bunu ifâde etmektedir:

"Sana gelen iyilik Allah'tandır. Basma gelen kötülük ise, nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter." (Nisa, 4/79)

"İnsanlara isabet eden kötülüklerin büyük bir çoğunluğu" dememizin sebebi Allah (c.c.) bazen şu yöntem üzere dereceleri yükseltmek içinde kullarını imtihan edebilir: "Kul, amelleri vesilesiyle ulaşamadığı bir mertebeye varmak istiyorsa, Allah

70 ¦ Nisa Sûresi

Muhammed Gazalî

(c.c.) o kulu, varmak istediği mertebeye yükseltecek bir imtihana tabi tutar. O da sabrı ve teslimiyeti sebebiyle, o yüksek makama ulaşmış olur."

Yaratma ve yönetme bakımından her şey Allah (c.c.)'a aittir. Biz insanlara düşen görev ise, çalışmak ve kazanmaktır. Bize isabet eden kötülüklerin büyük bir çoğunluğunun gerçek müsebbibi, yine bizleriz.

Nifak ile zayıf iman arasında gidip gelen gruplardan bir diğeri de şunlardır:

"Onlara güven veya korkuya dair haber gelince, hemen onu yayarlar; halbuki onu, Resule veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin iç yüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilebilirlerdi." (Nisa, 4/83)

Sıradan insanların ağır sorumluluk isteyen devlet işleriyle uğraşması ve devlet işleriyle ilgili en ufak bîr bilgisi olmayan kimselerin devletin gidişatı ve geleceği ile İI~ giü görüş bildirmesi, büyük felaketlerdendir. Hiçbir anlayışı ve hukuk bilgisi olmadığı halde İslâm hukuku hakkında konuşan ve yine hiçbir fikri olmadığı halde savaş ve barış konuları ile ilgili fikirler serdeden, kendi evini düzeltmeye gücü yetmediği halde, dünyayı ıslah etmeyi isteyen, nice insanlar gördüm. Niçin işleri erbabına bırakmıyoruz ki? Niçin savaş ve ekonomi her tarafta konuşulur oldu?

"Ey yay yapmakta gösteriş yapan kimse! Yay güzel olmuyor, Hiç olmazsa yaya zulmetme de, onu ustasına ver!"

Şüphesiz ki Allah (c.c), bilmediği şeyden dolayı bir kimseyi sorumlu tutmaz. "Bunu bir bilene sor." (Furkan, 25/59) Uzman ve mütehassıs kimselere saygı göstermemiz ve bilgimiz dahilinde kalmamız, bizim için daha hayırlıdır. Büyük milletler, uzman kişilere saygı gösteriyor ve onlara üretim yapabilecekleri ortamı hazırlıyorlar. İşte böylesi uzman kişilere kötü davranmak, tüm topluma zarar verir. Toplumun bütün fertleri, sorumlu tutuldukları işleri güzelce yapsalar ve diğer işleri de erbabına bıraksalar, ne olur sanki?

"Liderleri olmadıkça, başıboş toplum düzelmez,

Câhilleri yönettikçe de, o toplumun gerçek liderleri olmaz."

Bir hadisi şerifte şöyle denmektedir: "Büyüklerimize saygı göstermeyen, küçüklerimize merhamet etmeyen ve alimlerimizi de hakkıyla bilmeyen kimseler, bizden değildir..."

Allah (c.c.),'Nebîsi (a.s.)'ne, zayıf, korkak ve kalpleri hastalıklı kimselere aldırmamasını ve güçlerini kırıp zayıf düşürene kadar azgın kimselerle savaşmasını emretmektedir.

NisS Sûresi ¦ 71

Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri

"Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Mü'minlerİ de teşvik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar. Allah'ın gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir." (Nisa, 4/84)

Kim isterse, Resule (s.a.v.) ve mü'minlere katılır, onları güçlendirir ve onlarla birlikte Hakka yardım ederdi. İşte bu katılım şefaat(çilik) olarak isimlendirildi. Çünkü bu destekçi, tek kişinin yanına geldiğinde onu ikiliyordu ve yalnız başına olan kişiye yardım ettiğinde, güçlü iki kişi oluyorlardı. İşte şu âyetin anlamı bunu ifâde etmektedir:

"Kim iyi bir işe aracılık (şefaat) ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim de kötü bir işe aracılık (şefaat) ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir." (Nisa, 4/85)

Allah (c.c.) mü'minlere, savaşlarda düşman ordularını devamlı gözetlemelerini emretmektedir; Zira onlardan iyilik yapanlara, mü'minler de iyilik yapmalı ve barışa istekli olduğunu gösterecek şekilde güler yüzlü ve samimi bir biçimde onları karşıla-malıdır.

"Bir selâm İle selâmlandığınız zaman, siz de ondan güzeli ile selâmlayın; yahut aynısı İle karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyi hesaba çekmektedir." (Nisa, 4/86)

Hatta bütün karşılıklı selamlaşmalarda hiçbir sakınca yoktur. Geçmişte Müslümanlar, tüm insanlara barış ve esenlik diliyorlardı ve kendilerine selâm veren herkese de selâm veriyorlardı. Bu durum, Yahudilerin selâm kelimesini tahrif edene kadar devam etti. Ancak onlar "essâmü aleyküm=kötülük ve Ölüm üzerinize olsun" dediklerinde, Müslümanların da; "Ve aleyküm=kötülük ve ölüm, asıl sizin üzerinize olsun" diye karşılık vermeleri emredildi. Allah (c.c), Müslümanların isteğine cevap verdi ve fakat Yahudilerin isteğine asla cevap vermedi!

Hadiste ifâde edilen Rasûlüllah (s.a.v.)'ın emrinin, özel bir konumdan olduğu kanaatindeyiz. Buna göre âyetin anlamı geneldir ve herkesi kapsamaktadır. İnsanların kalplerini ısındırmak ve selâmla başlangıç yapmak için herkesi selâmlaması, İslâm ve onun ümmetinin âlîcenaphğındandır. İbn Cerîr'in, İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre Resûlüllah (s.a.v.) şöyle demiştir: "Allah'ın kullarından her kim sana selâm verirse sen de selâmını al ve iade et; hatta bu kimse bir Mecusî bile olsa." Zira yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Bİr selâm ile selâmlandığınız zaman, siz de ondan güzeli ile selâmlayın; yahut aynısı ile karşılık verin." (Nisa, 4/86)

Şa'bî, kendisine selâm veren bir Hıristiyan'a karşılık vererek dedi ki: "Allah (c.c.)'ın selâmı ve rahmeti senin de üzerine olsun." Ona bu hususta soru sorulunca da

72 ¦ Nisa Sûresi

Muhammed Gazalî

şöyle cevap verdi: "O, Allah (cc.)'ın rahmeti ile yaşamıyor mu?"

Bundan sonra Kur'ân-ı Kerim, münafıkları anlatmakta ve onlarla ilgili sınırları çizmektedir. Münafıklar bu dönemde, imanlarını açıklayıp küfürlerini gizleyen Abdullah b. Übey b. Selül gibi Medine ehlinden insanlar değillerdi. Aksine onlar uzak kabileler ya da günümüzün ifadesiyle, yabancı devletlerdi ve bizim dostluğumuzu kazanarak, davetimizin başarıya ulaşmasını istiyormuş gibi gözüküp bizlere gizli gizli tuzaklar kuruyorlar ve kötülük yapıyorlardı. Bu arada bazı Müslümanlar da onların dış görünüşüne aklanmışlardı. Bunun Üzerine Allah (c.c), onların gerçek niyetlerini açığa çıkardı.

"Size ne oldu da münafıklar hakkında İki gruba ayrıldınız? Halbuki Allah onları kendi ettikleri yüzünden baş aşağı etmişti (küfürlerine geri döndürmüştür)," (Nisa, 4/88)

Bu insanlar hakkında niçin iki farklı görüşe ayrılıyorsunuz? Bakın onların içlerinde gizledikleri gerçek niyetleri ifşa edildi.

"Allah'ın saptırdığım doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimse için asla (doğruya) yol bulamazsın!" (Nisa, 4/88)

Âyet, bu garip insanların birden çok gruplarını da tek tek açıklamaktadır. Örneğin onlardan bir grubun, biz Müslümanlara kin beslediği, bizlerin tekrar kâfir olmamızı ümit ettiği ve bizim başımıza felaketlerin gelmesini dört gözle beklediğini açıklamaktadır.

"Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin." (Nisa, 4/89)

Bir grup münafık da vardır ki, tarafsızdır; ne bizimle beraberdir ne de bizim düşmanlarımızla. İşte bunlara karşı tavrımız, barış olmalıdır:

"Ancak kendileriyle aranızda anlaşma bulunan bir topluma sığınanlar yahut ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak istemediklerinden yürekleri sıkılarak size gelenler müstesna." (Nisa, 4/90)

Bir başka grup münafık da vardır ki, yağcılık yapar ve adetâ cambazlık yaparak iki ipte birden oynamak ister. Fırsatını bulsa hiç kaçırmadan değerlendirir. Bunlara karşı da tavizsiz olmalıyız;

"Hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak İsteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı dalar-lar(daldınhrlar). Eğer sizden uzak durmaz, sulh teklif etmez ve ellerini çekmez-

Nisâ Sûresi • 73

Kur'ân-ı Keiîm'iıı Konulu Tefsiri

lerse onları yakalayın ve rastladığınız yerde öldürün..." (Nisa, 4/91)

Bu tiplerle savaşmak, onların İslâm'a girmesinden dolayı değil, aksine Müslümanlarla düşmanları arasında ince bir yol takip etmelerinden dolayıdır. Onların gizlediği şey açığa çıktığına ve düşmanlıkları da göründüğüne göre, onlara karşı susmanın bir anlamı yoktur. İşte bu sebeple onlar hakkında şöyle denilmiştir:

"İşte onlar üzerine size apaçık bir yetki verdik" (Nisa, 4/91)

Biraz önceki sınıflandırma, adil bir sınıflandırmadır. Zira biz Müslümanlar hiçbir kimseyi, dinimize girmeleri için zorlamıyoruz ve bizlerle düşmanlarımız arasında tarafsız olmalarını da kötü görmüyoruz; yalnız bu doğru ve saygın bir tarafsızlık olduğu sürece...

Bizim reddettiğimiz şey, şu şekilde ifâde edildiği sürece, açık ve gizli düşmanlıklardır: "Sahtekâr da değilim, sahtekârlık da beni aldatacak değildir."

Bu hükümden sonra sûre, kasten ve hatalı adam Öldürme olayını anlatmaktadır. Sanki bu şekildeki bir anlatım, Allah (c.c.) yolunda cihad eden Müslümanların kasten veya hatalı adam öldürme olayında aşırıya kaçtıklarım ifâde etmektedir. Müslümanların, düşmanlarını kuşattıkları savaşlardan birisinde, düşman saflarından bir kişi öne çıkarak Müslümanlığını ilan etti. Müslümanlar da bu adamın kendisini kurtarmak için hile yaptığını zannettiler ve adamın barış teklifini reddettiler. Bunun üzerine Üsâme b. Zeyd (r.a.) onu öldürdü. Resûlüllah (a.s.) bu olayı haber alır almaz çok üzüldü ve Üsâme (r.a.)'nin yaptığı işe kızdı ve kızgınlığını da şu şekilde ifâde etti: " 'Lâ ilahe illallah =Allah'tan başka ilâh yoktur.' diyen kimseyi sen nasıl öldürürsün?" Üsâme (r.a.) dedi ki: "O, silahtan korktuğu için onu söyledi." Hz. Peygamber (a.s.) şöyle cevap verdi: " Onun korkudan mı yoksa başka bir şeyden dolayı mı dediğini öğrenmek için, kalbini yarıp da baktın mı?"

Üsâme (r.a.) diyor ki: "Rasûlüllah (s.a.v.) beni o kadar azarladı ki, 'ben o günden önce Müslüman olmasaydım da , o gün Müslüman olsaydım, diye çok arzu ettim."

İşte bu olay üzerine şu âyet nazil oldu:

"Ey İman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, sen mü'min değilsin, demeyin. Çünkü Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır." (Nisa, 4/94)

Mü'min bir kimsenin, kâfirlerin arasında yaşamasının hatalı olduğu bir gerçektir. Zira o kimsenin, yeni kurulan İslâm devletinin inşasına yardım etmesi ve yarınların yükünü Müslüman kardeşleriyle birlikte taşıyabilmesi için, hicret diyarına katılması

74* Nişi Süresi

M u h a m m e d Gazalî

şarttır. İnancını gizleyerek kâfirlerin arasında kalması, kendisine sıkıntı ve işkencenin erişmesine sebep olabilir. Belki de bu kimse, şu âyetin ifâde ettiği mustaz'aflar sınıfının hükmüne daha uygundur:

"Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: 'Ne işte idiniz!', dediler. Bunlar: 'Biz yeryüzünde çaresizdik', diye cevap verdiler. Melekler de: 'Allah'ın arzı geniş değil miydi, hicret etseydiniz ya!', dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir. Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) aciz olup da hiçbir çareye gücü yetmeyen mustaz'aflar ve hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır." (Nisa, 4/97-98)

İnanç hicreti, güven ve zaferin yolu; daha güzel ve daha mutlu yarınların kapısıdır. Dini ve dünyası hakkında her türlü çirkinliklere bulaşan bir kimsenin, doğduğu topraklara bağh-çakılıp kalması doğru değildir. Allah (c.c), muhacirlere daha güzel ve müreffeh bir gelecek, dünya ve ahirette de daha büyük hayırlar vaat etmektedir. Ama gerçek şu ki; bizim dışımızdaki fert ve topluluklar, yeryüzünü diyar diyar geziyor ve bu dünyayı hem imar ediyorlar hem de sahipleniyorlar. Sonuçta da o topraklarda, hem inançlarım hem de dillerini yerleştiriyorlar.

Oysa, risâletlerini yaymak ve insanları Rableriyle buluşturmak için Allah (c.c.)'ın arzında diyar diyar gezmek-hicret etmek, Müslümanlara daha çok yakışmaktadır. İşte bu hicret ve yolculuklar esnasında, farz namazları kısaltmak caizdir. Bu hususta şöyle bir âyet nazil olmuştur:

"Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanızdır." (Nisa, 4/101)

Bu ve devamındaki âyetlerin "Korku Namazı" na, yani düşmanla karşılaşma anında cephede kılınan namaza delalet ettikleri açıktır. Yolculuk esnasında farz namazların kısaltılması ise, başka nasslarla sabittir. Bu konuyla ilgili birçok özel hüküm ve fetvaları, fıkıh kitaplarından öğrenmek mümkündür.

Şu âyet, savaş esnasında namaz kılmanın hükmünü açıklamaktadır:

"Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silahlarını (yanlarına) alsınlar, böylece (namazı kılıp) secde ettiklerinde diğerleri arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan diğer grup gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kâfirler arzu ederler ki, siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da, üstünüze birden baskın yapsalar..." (Nisa, 4/102)

Tüm fakihlerin ittifakına göre, Rasûlüllah (s.a.v.) imam, arkasında peşpeşe namaz kılanlar ise Müslümanlardı. Benim görüşüme göre, âyette ifâde edilen bu hüküm, sa-

Nisl Sûresi -75

K U r ' & n - 1 Kerîm'in Konulu Tefsiri

dece Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashabına aittir. Zira O (s.a.v.) varken, Müslümanlardan herhangi bir kimsenin namaz için mü'minlere imam olması, doğru değildir. Ancak, örneğin günümüzde, birden fazla imamın olması mümkündür ve çok da kolaydır. Artık savaş yöntemleri değişmiştir. Din veya dünya hususunda bir korku olmaksızın, hem liderlerin hem de cemaatlerin birden fazla olması doğaldır. Belki de âyette ki şu ibare bu anlayışı doğrulamaktadır: "Sen aralarında olduğun sürece..." Benim bu içtihadımın doğru olmasını temenni ederim. Zira cephedeki bir milyon ordunun namazlarını, tek bir imamın kıldırması, zorunlu değildir.

Sûre, zayıf imanlı ve kalpleri hastalıklı olan insanların Özelliklerini anlatmaya devam ediyor ve İlahî vahyin ihtiva ettiği ilginç olaylardan birisini daha anlatıyor. Bu ilginç olay, hafif meşrep, vicdanı Ölü ve İslâm için hiçbir şey yapmamış veya İslâm'ın kurallarına riâyet etmediği halde, İslâm'a intisap eden kimsenin hikayesidir.

Bu adam, hırsızlık suçu İşlemiş ve bu suçun neticelerinden de korkarak çaldığı şeyle birlikte, kendisini gizlemesi için Yahudi komşusuna sığınmıştır. Peşine düşenler bu suçlu kişinin iki evden birisinde gizlendiğini fark etmişler, sonuçta da, "Tû-me(hırsizm ismi)" nin yanında olduğunu söyleyen ve hırsızlık yaptığı şeyi de kendi evine gizlediğini ifâde eden Yahudi'nin evinden çıkarmışlardır. Tüme ise bunu inkar etmiş, asıl hırsızın Yahudi olduğunu iddia etmiştir. Daha sonra kavminin yanına gelmiş ve olan olayları onlara anlatmıştır. Kavmi ise, onun hırsızlık yaptığını bildikleri halde, onu savunmuşlar, asıl suçlunun İslâm düşmanlarından olan Yahudi olduğunda ısrar etmişlerdir ,ve suçu Yahudi'ye yüklemişlerdir.

Bu savunmalara bakarak da Rasûlüllah (s.a.v.), Tüme ve kavminin doğru söyledikleri kanaatine varmıştır. Neredeyse O, Yahudi'yi suçlu bulup İslâm'a intisap etmiş olan bu suçluyu da, hakkında kötü zan beslediği için suçsuzluğunu ispat etmeye yönelmişti ki, yüce vahiy nazil oldu:

"Allah'ın sana lütfü ve esirgemesi olmasaydı onlardan bir topluluk seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar yalnızca kendilerini saptırırlar ve sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana kitabı ve hikmeti ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın liitfu gerçekten sana büyük olmuştur." (Nisa, 4/113)

Aynı olayla ilgili olarak şöyle bir yorum da gelmiştir:

"Kim kasıtlı veya kasıtsız bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak ki büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur." (Nisa, 4/112)

Ve suçluya tevbe etmesini Önermektedir:

"Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulüm eder de, sonra Allah'tan mağfiret

76 • Nisa Sûresi

Muhammed Gazali

dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır." (Nisa, 4/110)

Gerçeği yok etmek ve adaleti saptırmak için suçluların giriştikleri entrikalar hakkında da yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Onların fısıldaşmalarmın birçoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka veya bir iyilik ya da İnsanların arasını düzeltmek isteyen(in fısıldaşması) müstesna... Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber'e karşı çıkar ve mü'minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu gittiği yol üzere bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir." (Nisa, 4/114-115)

İşte bunların hepsi de Hakkı hâkim kılmak, batılı yok etmek ve tüm deliller suçluluğuna işaret ederken, suçsuzluğunu ispat etmeye kalkışan İslâm düşmanlarından bir adama adaletli davranmak içindir. İşte İslâm, ne yüce bir dindir!

Bu kıssayı detaylıca anlattıktan sonra vahiy, Medine'de yaşamaya devam eden bir grup insana yöneliyor. Bu insanlar, kökü kazınmak üzere olan putperestliğin kalıntılarıdır. Bunlar putlara tapmayı bırakan ve fakat hâlâ müşrik olan bir kısım Araplardır. İşte bunlar hakkında kesin bir hüküm geliyor:

"Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse İçin bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa, büsbütün sapmıştır." (Nisa, 4/116)

Şirk: İnsanın bütün değerlerini yok eden aklî ve psikolojik çürüme-bozulmadır. Şirkin asıl hedefi, ibadet, dua, hüküm koyma, yardım dileme ve ricada bulunma gibi hususlarda yaratıcıyla yaratılanı eşik tutmaktır. Oysa gerçek muvahhid, yönünü Allah (c.c.)tan başkasına çevirmeye razı olmaz. Herhangi birşeyin helâl veya haramlığında O (c.c.)'nun koyduğu hükümlere müracaat eder. O, Allah (c.c.)'ın hem müjdesinden ve hem de tehdidinden müsterihtir; çünkü o, Allah (c.c.)'tan uzak olan herhangi bir şeyin korku veya sevgisini umursamaz bile...

"Muvahhid olmayanlara gelince, onlar hayat mücadelesinde, serabın arkasından sürüklenen sahte koruyucu ve vaatlere kanarlar da, hayatlarını, bir hiç uğruna harcarlar. "(Şeytan) onlara söz verir ve onları ümitlendirir; oysa şeytanın onlara söz vermesi, aldatmacadan başka bir şey değildir." (Nisa, 4/120)

Dinlerde kibirli ve gururlu olmak, sahibine hiçbir fayda sağlamaz; önemli olan güzel ve doğru davranış ile dosdoğru bir yoldur. Yaşadığımız modern çağda -tıpkı Muhammed Abduh'un dediği gibi-, İslâm hakkında konuşan ve en büyük övgüleri yağdırarak şöyle diyen insanlar vardır: "Hangi din, insanları İslâm'dan daha iyi ıslah ediyor? Hangi din, müntesiplerini, İslâm'dan daha doğru yola sevkedİyor? Hangi din, kemâl bakımından İslâm'ın koyduğu kanunlardan daha iyi h,Üküm ve kanun koyabiliyor?" Böyle diyerek mangalda kül bırakmayan kişilerden birisine, İslâm için ne

Nisa Sûresi • 77

Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri

yaptığını ve diğer dinlerin müntesiplerinden farklı ve güzel olarak ne yaptığını sorsanız, şaşırıp kalacak ve cevap veremeyecektir.

Konuşup konuşup da hiçbir şey yapmayanlar hakkında yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Ne sizin kuruntularınız ne de Ehl-i Kitab'm kuruntuları (gerçektir); kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görür ve kendisi için Allah'tan başka dost da, yardımcı da bulamaz." (Nisa, 4/123)

Bu nazik günlerde elem verici fitnelerden birisi de şudur: Bizler, ısrarla dini kurallarına yapışan ve bu sebeple de kapşon (Yahudilerin giydiği özel şapka) giyerek dini vecibelerini yerine getirmek için, en kalabalık meydanlarda dolaşan Yahudileri gönnekteyiz. Buna karşılık Müslümanlara gelince, onların siyasetçilerinin çok azı hariç, büyük bir bölümü namaz kılmıyorlar, kılanlar da namaz vakitlerine riâyet etmiyorlar...

Sûre, belirli bir zamandan sonra tekrar başladığı konu olan aile-içi ilişkilere dönmektedir ve bu ilişkilerle ilgili genel bir yapıya dikkat çekmektedir: Bu da adalet ve ıslahtır.

"Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki: Onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kİtap'ta, kendileri için yazılmış (mirası) vermeyip nikahlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı adil davranmanız hakkında size okunana âyetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilmektedir." (Nİsâ, 4/127)

Yetimlerle ilgili hususlar, sûrenin başında uzun uzadıya anlatılmıştı. Burada ise, eşler arasında vuku bulan karşılıklı İsteksizlik ve nefretten uzunca bahsedilmektedir. Burada eşlere, arayı düzeltme, cimrilik ve hırsa karşı koyma, ihsana sarılmayı, karşılıklı iyilik yapmayı, takvayı ve güçleri oranında adaletli olmayı önermektedir.

Şayet sevgi nefrete dönüşür, cam kırılır ve arayı bulmak zor hale gelirse, hem erkek ve hem de kadın, Allah'ın lütfundan kendilerinin payına düşene razı olsunlar.

"Eğer (eşler) birbirinden ayrılırsa Allah, bol nimetinden her birini zenginleştirir, Allah'ın lütfü geniş ve hikmeti büyüktür." (Nisa, 4/130)

Allah'ın hazineleri bitmez, öyleyse gelecekle ilgili karamsar olma; bu günün kay-bolmuşsa bile takvaya ve Allah'a itaata sarıl.

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Sizden önce kendilerine Kitap verilenlere ve size, 'Allah'tan korkun' diye emrettik. Eğer inkâr ederseniz biliniz ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır, Allah zengindir ve övgüye lâyıktır." (Nisa, 4/131)

78 ¦ Nisa Süresi

Muhammed Gazali

İşte bu cümle, birbirine yakın bir bağlamda tam üç kez tekrar edilmiştir. Bunun sebebi; boşanma sebebiyle hasıl olan üzüntüyü gidermek ve şayet takdir-i ilâhî bu ayrılığa hükmetmişse, her ikisinin de durumlarını düzeltmek içindir.

Ardından, sûre ailenin adalet temeli üzerine kurulması gerektiğini bir kez daha belirtmektedir. Hatta, değil aile, bütün bir toplumun adalet temeli üzerine kurulmasını, genel bir âyetle belirtmektedir.

"Ey iman edenler! adaleti titizlikle ayakta tutan, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa, Allah için şahitlik eden kimseler olun..." (Nisa, 4/135)

adaletle hükmetmek ve onu tatbik etmek, İslâm'la başlayan bir şeriat değildir, aksine o, tüm peygamberlerin bir şeriatıdır. "Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için, beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik..." (Hadîd, 57/25)

İşte şu âyetin gelişinin sırrı da budur:

"Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz." (Nisa, 4/136)

Aile içi şiddet, eşler ve çocuklarla birlikte tüm aileye kötü bir etki bırakan, büyük bir fitnedir. Problemli ev, kötülüklerini tüm çevreye yayar.

Nisa sûresi, sadece aile problemleri ile ilgili değil, toplumun tüm katmanlanyla ilgili hususlardan bahsetmiştir. Evet, başlık kadın ve aileye özgüdür, ancak sûrenin konusu geneldir. Örneğin sûrenin, münafıkların konumunu nasıl ele aldığını, onların sırlarını nasıl ifşa ettiğini ve onlardan nasıl sakındırdığını, önceki sayfalarda gördük.

Sûre sona ermeden önce, kendilerinden uzaklaştırmak ve önemli bir iş hususunda onlardan sakındırmak için tekrar münafık ve kâfirlere dönmektedir. Gerçek mü'min, Rabbinin sözlerine saygı gösterir, onun için sevgi, saygı ve muhabbet atmosferini oluşturur, Rabbi ve onun kelâmının alaya alındığı toplantı ve meclisleri protesto eder ve o kimselerin yanından açıkça ayrılır gider. Ancak yakînî bilgiye sahip olmayan kimseler, vahiyle alay edilmiş ve onun ahkâmının aleyhinde konuşulmuş hiç Önemli değil, o toplantı ve mecliste oturmaya devam eder. İşte bu yapıya sahip olan insanlar için şu uyarı gelmiştir:

"Münafıklara, kendileri için can yakıcı-bir azap olduğunu müjdele! Mü'minle-ri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında İzzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet, yalnızca Allah'a aittir." (Nisa, 4/138-139)

Düşman cephesinde ne kadar izzet olursa olsun, o tarafa yönelme ve dininin ve dinine saygının aleyhine, onlarla kesinlikle ateşkes yapma.

Nlsâ Sûresi • 79

Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri

Hakka ve hakikate ihaneti ve hakikat ehli kimselerin kötülenmesini umursamayan kimseler, sadece münafıklardır.

"O (Allah), Kitap'ta size şöyle indirmişti: Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze da-lmcaya kadar kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz..." (Nisa, 4/140)

Münafıkların entrikaları, bi'set günleri boyunca İslâm'a musallat olmuştur, dolayısıyla bunun tekrar etmesinde ve İslâm'ın da bunlarla uğraşmak zorunda kalmasında, şaşılacak hiçbir durum yoktur...

Nisa Sûresi, sonlarına doğru tekrar Ehl-i Kitab'a döndü ve elzem olan yeni bilgiler ekledi. Ehl-i Kitap, Yahudi ve Hrıstİyanlardan oluşmaktadır. Yahudiler, hem Hz. İsa (a.s.)'yı ve hem de Hz. Muhammed (a.s.)'i kabul etmiyorlardı. Hz. İsâ (a.s.) hakkında; 'O, doğru olmayan bir yolla geldi, O'nun babası belli değildir ve annesi de kötü bir iş yapmıştır,' diyorlar. Hz. Muhammed (s.a.v.) hakkında ise; 'O, kendisine vahiy geldiğini iddia eden ve fakat vahiyle hiçbir ilişkisi olmayan bir bedevîdir,' diyorlar. Hıristiyanlar ise, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Allah (c.c.)'la bir ilişkisinin olmadığını iddia ediyorlar ve O (a.s.)'nu kötü vasıflarla anıyorlar...

Allah (c.c.)'ın elçilerini yalanlayan bu insanlar, Allah (c.c.)'a, kitaplarına ve peygamberlerine (a.s.) inanan mü'minler olarak nitelendirilebilirler mi? İşte bu kimseler hakkında bu sûrede şöyle denmektedir:

"Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip, 'Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız' diyenler ve iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu; işte gerçekten kâfirler onlardır ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap ha-zırlamışızdır. Allah'a ve peygamberlerine iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara (gelince), işte Allah onlara bir gün mükâfatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir." (Nisa, 4/150-152)

Ehl-i Kitap'Ia tartışmadan sonra Allah (c.c.)'ın, Resulü Hz. Muhammed (a.s.)'e vahyettiği şu sözleri düşünmeliyiz:

"Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyet-tik. Ve İbrahim'e, İsmail'e, İshâk'a, Yâkub'a, torunlar(ın)a, İsa'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u'verdik." (Nisa, 4/163)

Bu peygamberlere vahyeden Allah (c.c), Hz. Muhammed (s.a.v.)'e de vahyet-miştir. Bunların hepsi de Allah (c.c.)'ın kullarına gönderdiği elçilerdir. Görevlendirildiler ve görevlerini yerine getirdiler; ne ihanet ettiler ve ne de ihmal ettiler. Eğer Hz.

80 • NisS Sûresi

Mulıammed Gazalî

Muhammed (s.a.v.). diğer peygamberlerden farklı bir şeyle nitelenecekse, O (s.a.v.)'mın; içlerinde en iyi tebliğ eden, en çok sıkıntılara maruz kalan, fıtratı diriltme ve aklı devreye sokma açısından en güçlüleri olarak nitelendirilmesi gerekir. Zira O (s.a.v.)'nun bıraktığı kültürel birikim, şu anda olduğu gibi kıyamet gününe kadar da, kesin bilgiyi tesis etmeye, gafilleri gaflet uykusundan uyarmaya ve âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'a giden bir yol oluşturmaya devam edecektir. İşte bu sebeple yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Allah sana indirdiğine şahitlik eder, zira onu kendi ilmiyle indirdi. Melekler de buna şahitlik ederler. Aslında şahit olarak Allah kâfidir." (Nisa, 4/166)

Hz. Muhammed (s.a.v.)'in getirmiş olduğu Kitab'a tarafsız bir bakış, O'nun, tüm peygamberlerin kültürlerinin arasında eşsiz bir yerinin olduğunu teyit eder. Tıpkı yine tarafsız bir bakışın, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in hayatının, zikir, şükür, sabır, tevekkül ve uzak görüşlülük bakımından eşsiz bir yapıya sahip olduğuna işaret ettiği gibi. İşte bütün bunlar, eğer Hz. Muhammed (s.a.v.)'den peygamberlik alınacaksa, gelmiş geçmiş hiçbir insanın peygamberliğe hak sahibi olmaması gerektiğine dair kararımızı pekiştirmektedir.

Kur'ân'm Ehl-i Kitap'la olan tartışmasına tekrar dönüyoruz. Gerçekte onların isteği neydi?

"Ehl-i Kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar Mû-sâ'dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, 'Bize Allah'ı apaçık göster' demişlerdi." (Nisa, 4/153)

Bu istekler, hakikati araştıran ve kesin bilgiye ulaşmak İsteyen akim önerileri değildir! Aksine bunlar, katı bir tabiatın ve mütekebbir bir kalbin önerileridir. Bu sebeple Hz. Mûsâ (a.s.)'dan bu tip isteklerde bulundular. O (a.s.)'nun kavmi bu yol üzere yürümeye devam ettikleri için, onların kökünü kazıyan bir yıldırım çarptı.

Yahudiler, tabiat olarak insanların en sertleri ve katılık olarak da onların en katı kalplileridir. Belki de bu sebepten dolayı onlardan, tehditle söz alınmıştır!! Hani dağ üstlerinde toplu bir mezar olması için, onların tepelerine dikilmişti de, neredeyse onların üzerine yıkılacaktı ya... Ama tüm bunlara rağmen yine de sözlerinde durmadılar:

"Sözlerinden dönmeleri, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve 'Kalplerimiz kilitlidir' demeleri sebebiyle onları lanetledik, türlü belâlar verdik. (Onların kalpleri kilitli değildir;) lam aksine küfürleri sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur; pek azı müstesna artık İman etmezler. Bir de inkâr etmelerinden ve Meryem'in üzerine büyük bir iftira atmalanndan (dolayı onları lanetledik)." (Nisa, 4/155-156)

Oğlunu öldürmeye doğru koştuklarında bile Hz. Meryem'i çirkin iş yapmakla

NisS Sûresi • 81

Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri

suçluyorlardı; özellikle öldürmek istedikleri o kişi beşikteyken peygamberlik iddiasında bulunduğu sırada. Sonuçta Allah (c.c.), Hz. İsâ (a.s.)'yı onların hilelerinden kurtardı ve onların gayretlerini boşa çıkardı:

"Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri kişi) onlara Isâ gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak da onu öldürmediler. Bilakis Allah onu kendi nezdine kaldırmıştır. .." (Nisa, 4/157-158)

Fakat herkese hakim olan kuruntu ve önyargıların bıraktığı kültürel miras, birçok insanı, çarmıha germe ve kendisini feda etme yaygarasını doğru kabul etmeye ve bunu de kesin inanç kılmaya sevk etmiştir. Bu hüküm süren baskın olumsuzluğun, hiçbir aklî ve naklî delile dayanmadığı ve sadece boş kuruntulara hizmet ettiği bilinen bir gerçektir. Şayet bilgi alanı genişlese ve düşünce, hürriyetine kavuşsa, durum kesinlikle değişir. İşte bu sebeple Kur'ân-ı Kerim, Hz. İsâ (a.s.)'nın kurtulduğunu ve tek olan Allah (c.c.)'a ibadet ettiğini şu şekilde tekit etmektedir:

"Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekâtı verenler ve Allah'a ve âhiret gününe inananlar var ya; işte onlara çok yakında büyük bir mükâfat vereceğiz." (Nisa, 4/162)

Sûrenin son kısmı, buraya kadar zikredilen tüm gruplar için, kesin hükümler koyarak geliyor. Örneğin kâfirler ve münafıklar için çok kötü bir son vardır, zira onlar, hem cahildirler, hem cahillikte ısrar ederler ve hem de başkalarının cahil kalması için çalışırlar. Onlar hem Allah (c.c.)'ı inkâr ederler ve hem de başkalarının iman etmesini engellerler. İşte bu kimseler hakkında yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"İnkâr edenler ve (başkalarını da) Allah yolundan alıkoyanlar, şüphesiz doğru yoldan çok uzaklaşmışlardır. İnkâr edip zulmedenleri Allah asla bağışlayacak değildir. Onları (cehennem yolundan) başka bir yola iletecek de değildir." (Nisa, 4/167-168)

Benzer tavırlar gösteren modern sömürgeciliğin aslanları da, dinsizlikle, halklara zulmü ya da İslâm'ı kötü görmekle, Müslümanları zelil kılmayı birlikte götürüyorlar.

Sonra sûre, üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken, Yahudilere bir çağrı yapıyor:

"Ey insanlar! Resul size Rabbinizden gerçeği getirdi. Şu halde kendi iyiliğinize olarak ona iman edin. Eğer inkâr ederseniz, göklerde ve yerde ne varsa, şüphesiz hepsi de Allah'ındır. (O'nun sizin İmanınıza ihtiyacı yoktur.) Allah geniş ilim ve hikmet sahibidir." (Nisa, 4/170)

82 • NisS Sûresi

Muhammed Gazali

Burada Yahudilere, her hangi bir ilmî intisaptan soyut olarak (yani 'Ey insanlar' diyerek), hitap edilmiştir. Çünkü onlara geçmişte Tevrat yüklenmişti de, onlar bunu gereği gibi taşımamışlardı! Cehalet ve inkarcılıkta putperestlere benzemeleri dolayısıyla, Ehl-i Kitap olarak kabul edilmemişlerdir. Hatta o kadar aşın gitmişlerdir ki onlara, tıpkı Mekke müşriklerine ve hiçbir vahiyle ilişkisi olmayanlara hitap edildiği gİ-bi, "Ey insanlar!" diye hitap edilmiştir.

Yahudilerle ilgili açıklamaları, kendilerini şaşkınlık kaplamış ve bu şaşkınlık sebebiyle yanlış yola sapmış olan Hırİstiyanlara yapılan çağrı takip etmektedir. Onların bu şaşkınlıklarının ve sapıklıklarının sebebi ise, aşırı derecede azgınlıkları ve taşkınlıklarıdır. Taşkınlık; bir şeyi yaparken kişiyi aşırıya kaçmaya sevk eder ve doğru yoldan alıkoyar. Bu sebeple yüce Allah (c.c.) onlar hakkında şöyle diyor:

"Ey Ehl-İ Kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında,gerçekten başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsâ Mesih, ancak Allah'ın Resulüdür. (O) Allah'ın, Meryem'e ulaştırdığı 'kün=ol' kelimesi(nin eseri)dir. O'ndan bir ruhtur. Şu halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. 'Tanrı üçtür' demeyin ve sizin için daha hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek ilahtır. O, çocuğu olmaktan münezzehlir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Vekil olarak da Allah yeter." (Nisa, 4/171)

Gerçek şu ki, bu evreni; gökleri ve yeryüzünü araştırıp incelemek, yaratıcının ancak tek bir olduğunu göstermektedir. Öyleyse diğeri nerede? Yarattığı ve nzık verdiği şeyler nerede? Atom taneciklerini ve galaksileri yaratırken kim Allah (c.c.)'a ortak oldu? Evet, nutfeyi ve yumurtacıkları yaratırken O (c.c.)'na kim eşlik etti? Bütün işleri düzenlerken O (c.c.)'na kim yardım ediyor? Şüphesiz ki bu büyük evreni, hangi cinsten olursa olsun hiçbir ortaklık düzenleyip organize edemez! İşte bu sebeple Allah (c.c), tek bir ilahtır. O (c.c.)'na boyun eğmek ve itaat etmek haktır, O (c.c.)'na yaklaşmak zorunludur ve O (c.c.)'na ibadet etmek herkese farzdır. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Ne Mesih ve ne de Allah'a yakın melekler, Allah'ın kulu olmaktan geri dururlar. O'na kulluktan geri durup büyüklenen kimselerin hepsini (Allah), yakında huzuruna toplayacaktır." (Nisa, 4/172)

Nisa sûresi, Kelâle (Ne anne-babası ve ne de çocukları olan kimse)'nin mirastan payım açıklayan bir âyetle, son bulmaktadır. İşte bu şekilde sûre, aile, ailenin oluşumu, korunması ve aile sorunlarının açıklanmasıyla ilgili başladığı konuyla sona ermektedir.

"Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor. Allah her şeyi bilmektedir." (Nisa, 4/176)

NisS Sûresi ¦ 83

Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri

Nisa Sûresi'nin konusunun genel olduğunu, tüm toplumu kapsadığını, toplumu oluşturan değişik insan gruplarının davranışlarım içerdiğini gördüm. Meselâ kadınlar konusu, bütünden bir parçadır, bir başka ifâdeyle aile; küçük bir toplum, toplum ise büyük bir ailedir. Allah (c.c.)'ın hidâyeti herkese şamildir, çünkü O (c.c), her şeyi bilmektedir. Sûreyi tam olarak araştırıp incelemeyenler onun, dağınık parçalardan oluşmuş cüzlerden ibaret olduğunu zannediyorlar ki bu hatadır ve Allah (c.c.) böyle bir hatalı bakıştan, düşünce ve ilim erbabını korusun.

Ben unvan ve başlık aldatmacasını kabul etmiyorum. Kur'ân sûrelerinin isimleri, sûrenin konularından farklıdır, zira konular genelde dolu dolu, kapsamlı ve ayrıntılıdır, buna karşılık isimler kısmî ve lokal delalete sahiptirler. Örneğin Bakara Sûre-si'ne bir bakın; İsrâiloğulları'nin kesmekle emredildikten inekle ilgili kıssa, kırk sayfanın üzerindeki sûrenin yarım sayfasını bile kapsamıyor. Bu kıssadan sonra sûre, tarih, yasama, hikmet ve edeple ilgili daha birçok konuyu kapsayan adetâ dalgalı bir deniz gibidir. Nisa Sûresi de, tıpkı Bakara Sûresi gibidir! Sûrede aile ile ilgili anlatılanlar sınırlıdır, buna karşılık bizzat sûrenin kendisi, dünyadaki tüm insanların göz önünde bulunduracağı "toplumsal yapı"yı içermektedir.

Büyük ilim adamlarımız, bu sûreden, dost-düşman, büyük-küçük ve zengin-fakir her kesimden insanların istifâde edebilecekleri, yüksek toplumsal görgü kuralları çıkararak sûreyi açıklayan kitaplar yazmışlardır. Özellikle de, farklı dinlere mensup kişiler arasında vuku bulan, alacak-verecek ve savaş-barışla ilgili problemlerin çözümünde, Müslümanların takip etmeleri ve kıyamet gününe kadar da üzerinde sebat etmeleri gereken yol ve yöntemi açıklamışlardır.

84 ¦ Nisa Sûresi

 

Free Web Hosting