NUR SURESİ

En-Nûr, Allah'ın güzel isimlerinden biridir. Sûrede:

"Allah göklerin ve yerin nurudur..." (Nûr:35)

âyeti kerimesi geçtiğinden Ötürü sûreye bu isim verilmiştir. Nûr, maddesiyle manasıy­la, Yüce Allah 'tan sâdır olmaktadır. Hatta herşey, varlığı itibariyle yüce yaratıcıya da­yanmaktadır. Onun varlığı olmadıkça hakikati bir değer ifâde etmez.

Kâinat bir gölge gibidir. Varlığı zâtına layık olan cismiyle vardır. Cisim gidince gölge de kaybolur veya yok olup gider.

Alem, Allah'ın var etmesi ve işlerini düzenlemesiyle tamamen var olur ve varlı­ğını sürdürür. Gündüzün nuru (aydınlığı), güneşin doğmasıyla, gecenin nuru ise ayın doğmasıyla olur. Her ikisinin de kaynağı Allah'tır.

Bu iki nûr gidince, her zerre yaratıcısının bir delili olarak hareket eder. Çünkü bü­tün zerreler Allah ile vardır ve O'na delâlet eder.

Müşriklerin Taif'te Allah Resûlü'ne işkence ettikleri gün Allah Resulü (s.a.v) du­asında şöyle diyordu: "Senin gazabına uğramaktan yahut öfkenin üzerime inmesin­den, senin, dünya ve âhiret işlerini yoluna koyan ve karanlıkları aydınlatan yüzünün (zâtının) nuruna sığınırım! Sen razı oluncaya kadar affını dilerim! Bütün güç ve kuv­vet ancak seninledir!"

O, salât ve selâm üzerine olsun, gece kalkınca şöyle dua ederdi; "Allahım, hamd sanadır! Sen göklerin, yerin ve ikisi arasındakiler in nurusun! Hamd senin içindir! Sen göklerin, yerin ve İkisi arasındakilerin kayyumusun (düzenleyenisin.)"

İbn Mes'ud (r.a)'dan: "Şüphesiz Rabbinizin katında ne gece vardır ne de gündüz. Arsın nuru, O'nunyüzü (zâtı)nün nûru/ıdandır..."

Allanın, "meseli nûrihi (onun nurunun misali)..." âyetinde geçen yüce ismini in-şaallah biraz sonra açıklayacağız. Şimdi sûrenin başındaki ilk âyete bakıyoruz:

Nûr Sûresi ¦ 339

Kur'ûıı-ı      Kerîm'in      Konulu     Tefsiri

"(Bu) indirdiğimiz ve (hükümlerini üzerinize) farz kıldığımız bir sûredir. Ola ki düşünüp öğüt alırsınız diye onda açık açık âyetler indirdik." (Nûn 1)

Bu nazımda sûreye ve sûrenin içerdiği diğer yönlere işaretler vardır. Çünkü Kur'ân'da hiçbir sûre, böyle başlamamış ve bu sûrede, sûrenin getirdiği hükümlere tam İki kez dikkat çekilmiştir:

1. Yüce Allah'ın şu buyruğundaki hükümdür:

"Andolsun ki size, açıklayan âyetler ve sizden Önce gelip geçenlerden bir misal ve muttakîler (korunanlar) için bir öğüt indirdik." (Nûr:34)

2. Yüce Allah'ın şu buyruğundaki hükümdür:

"Andolsun biz, açıklayan âyetler indirdik. Allah dilediğini doğru yola iletir." (NÛr: 46)

Bu sûre, erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkiden sözetmekte, birkısım cinsî suçla­rın cezalarını anlatmakta, her bir cinsin (erkek ile kadının) birbirine bakma âdabını açıklamakta ve her eve girişte evlere girmeden önce izin almanın gerekliliğini belirt­tiği gibi serbest ve sakıncalı süs takılarını belirlemektedir. Ayrıca bu sûre, hangi evde kimlerle yemek yeneceğini de açıklamaktadır.

Bu düzenlemeler, İslâm toplumunun iffet ve temizlik üzerine inşâ edilişi ve içine düşülmesinden korkulan yasaklar etrafında sağlam bendlerin çekilişi için gereklidir.

Bu öğretilerde, İslâm ümmetini kötülüklerden ve ahlâksızlıklardan koruma alâ­meti vardır. Çağdaş medeniyetin kötü işlere yeltendiği, yollarını açık tuttuğu, hatta kanun dışı ilan edilinceye dek onları işlemeye devam ettiği bilinen bir gerçek. Günü­müzde zina, zina olarak değil çoğunlukla sevgi veya dostluk olarak isimlendir ilmek­tedir.

Dinler, eğitimdeki konumları itibariyle alaşağı edilmişlerdir. İnançsız ve şerefsiz bir şekilde ekoller önüne yollar açılmıştır. Bu hedefte İslâm son buluncaya dek sömü­rü çabalan verilmektedir.

Nûr Sûresi, zina suçunu belirtmeyle ve iffetli kadınlara iftira suçunu büyük gü­nah saydığı gibi fahişelik yoluyla evliliği yasaklamayla başlamış ve mulâ'ane (eşler­den birinin diğerini şahitlerin bulunmaması halinde zina ile suçlaması ve Allah'ın la­netini zina edenin üzerine olmasını istemesi) şeriatını (hükmünü) Allah'ın bir lütfü, hikmeti ve kulları üzerinde tevbesi olarak açıklamıştır.

Bu bağlamda İslâm düşmanlarının içlerindeki kini ortaya koyan İfk hadisini an­latmak uygun düşmektedir. Kur'ân'ın bunu önceden haber verişine şaşmamak gerek: "Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve puta tapanlardan çok incitici (sözler) duyacaksınız." (Âl-i İmrân: 186)

340 • Nûr Sûresi

Muhammed     Gazalî

Şahsen benim, önceleri gizlenen sonra da saygıdeğer hanımefendiye dil uzatan, bunların yayılması için hilekârlığa ve ihmale terkeden adamdan hoşlanmadığım bir gerçek.

İşte bunu münafıkların elebaşları olan Abdullah b. Ubey, mü'minlerin annesi Ai-şe'ye İftira atarak üzüntünün ciğerler parçalayacağını sanıyorum, deyip sahip olduğu değere dil uzatarak yapmıştır.

Peygamber (s.a.v) İse, Allah, kıyamete dek okunan eşini aklayan vahyi indirme­miş olsaydı dehşete kapılmış, gelip çatan bu musibete hayret etmiş olacaktı.

Bu hikâye, unutulmaması gereken dersler içermektedir:

"Onu işittiğiniz zaman inanan erkek ve kadınların kendiliklerinden güzel zan-da bulunmaları gerekmez miydi?" (Nûr: 12)

"İman edenler içinde edepsizliğin yayılmasını isteyenler için dünyada da âhi-rette de acı bir azap vardır." (Nûr: 19)

"O namuslu, bir şeyden habersiz, mü'min kadınlara zina iftira edenler dünyada da âhirette de lanetlenmişlerdir." (Nûr: 23)

Allah, fitneyi, nefislere yara açtıktan sonra işte böyle söndürdü.

Sonra Kur'ân-ı Kerim, evlere Özel giriş âdabım hatırlatmaya başlıyor. Çünkü ev­lerde oturma, riâyet edilmesi gereken bir saygınlıktır. Bunun için evlere girilirken kİ-bar olunması, selam verilmesi ve izin istenmesi gerekir. Bu izin alma ekseni, dışar­dan eve gelenlerin kapı vurmalarını ve ev içinde odalar arasında dolaşanları içine al­acak kadar geniş kapsamlıdır. Ben bu âdabın geçmiş medeniyetlerde olup olmadığını bilmiyorum. Ama çağdaş medeniyette var olan, gelenlere kapı gözetleme deliğinden bakılmasında bir sakınca bulunmamaktadır.

Kötü yaygaralardan uzaklaşmanın ve iç dürtüleri yatıştırmanın gereği bir tarafa, göz yummanın ve edep yerlerini korumanın zaruretini İslâm zaten belirtmiştir.

Bu yasaların geçmiş dinlerde de belirtildiği bilinen bir gerçek. Fakat İslâm, bun­ları ayrıştırmış, ilkelerini belirlemiş, göze sürme çekme, yanakları boyama, parmağa yüzük takma gibi günah olmayan zahirî süslerden ve saklanması gereken zinetlerden sözetmiştir.

Hıristiyan olduğunu iddia eden Batı, bütün dünyaya açılıp saçılmayı, kutsal şey­lere saygısızlığı pazarlamaktadır. Şahsen ben o insanların yaydığı bu tür pisliklere dünya tarihinin şimdiye dek tanık olduğunu sanmıyorum. Ben bu tür pislikleri bazı kitaplarımda azgın ve fahişe medeniyet olarak isimlendirdim.

Çeşitli medya kuruluşları, sürekli evlerin içlerine şeytanı sevindiren ve yaygın olan temizliği sarsan fitne yaymakta ve tekli Doğu dansı ve çiftli Batı dansı görüntü-

Nûr Sûresi- 341

Kur'ân-ı     Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

I erini sunmaktadır.

İslâm, evliliği bir ibâdet olarak telakki eder, insan tabiatına helâl ile yetinmeyi ve haramdan uzaklaşmayı ilzam eder.

Kimbilir evlerde yemek yemeden, birlikte veya ayrı ayrı yemek yemelerinde bir sakınca bulunmayan ev halklarından veya dostlardan söz eden uzun bir âyetin gelişi ve Kur'ân'in üçte ikisini aşan bu özel edep kurallarını birbir sayışı Kur'ân-ı Kerîm'in inceliklerindendir. Fakat Nûr Sûresi, başta da değindiğimiz gibi, ilâhî aydınlıktan ve sonsuz övgüden söz eden orta kısımlarda geçen âyetle isimlendirilmiştir. Bu yüzden buna ilişkin açıklama yapmak için bu âyete dönüyoruz.

Nûr âyetinde Allah, kendi nurunu şöyle bir misal getirerek açıkladı:

"Onun nuru, içinde lamba bulunan, penceresiz bir oyuğa benzer. Lamba cam içerisindedir. Cam sanki inciden bir yıldız." (Nûr: 35)

El-Mişkat: Genelde kandil konulmak için duvardaki açılmış oyuk, çukur demek­tir. Köylerde bu, kemerli küçük pencere olarak isimlendirilir.

Lamba etrafındaki şişe, ışığını yaymak ve dumanını engellemek içindir. Burada lamba için getirilen örnek, Özel yağdan yakılarak aydınlatmasından ötürüdür. Bu yağ, ateşlenmese bile kendiliğinden yanacak durumda olan zeytinyağının en iyi çeşididir. Işığı geçiren ve parlayan cam, sanki inciden bir yıldız gibidir.

Burada biz: O'nun (Allah'ın) bütün kâinattaki yahut mü'minin kalbindeki nuru­nun misalinin ne demek olduğunu soruyoruz. Birincisi (yani Allah'ın kâinattaki nu-ûrunun misali) hakkında Gazalî diyor ki: "Nûr, tamamen ortada olan yani eşyayı ay­dınlatan, gösteren ve ortayan çıkaran gözle görülen bir nesnedir. Bu gerçek bir nur­dur. Bunun üstünde başka bir nûr bulunmamaktadır. Allah kendi ismini, yokluktan münezzeh olana ve bütün eşyayı yokluk karanlığından varlık aydınlığına çıkarana işaret anlamına gelen 'en-Nûr' olarak isimlendirmiştir..."

Ancak ışıktaki bütün zerreler gibi, körler dışında herkesin görebildiği kadar çok ve bol olan en yüce varlık alâmetlerinin onu (aydınlığı) gündüzün ortaya çıkardığı bi­linen bir gerçek.

Allah'ın, mü'minin kalbindeki nurunun misalinin ne demek olduğu ikinci anlama gelince, bunun temelinde, doğruyu yanlıştan, iyiliği günahtan ayıran basiretle rızıkla-nan ve hedefe ulaşmak için İnsanlar arasında sabit adımlarla ilerleyen arif kişinin kal­binin aydınlanması yatmaktadır.

Belki de nûr, kendi amacını açıklayan Kur'ân'a dayanmaktadır. Çünkü Kur'ân, nurdur: "Artık Allah'a, Resulü'ne ve indirdiğimiz nûr (Kur'ân)a inanın." (Teğâbûn: 8) "Ey insanlar, size Rabbinİzden delil geldi ve size apaçık bir nûr İndirdik." (Nisa: 174)

342 • Nûr Sûresi

M u h a m m e d     Gazali

Üzerinde dikkatlice düşündüğümüzde biz burada iki önemli anlamı bulmaktayız. Ufuklardaki Rabbinin nuruna göz atan kimse, kalbinde Onun hidâyetini bulur. Sabah­tan akşama kadar sık sık uğranılan mescidlerle irtibatlı olan kişi, kalbini, sabah-ak-şam orada teşbih olunan Allah'ın evlerine bağlı olarak hisseder.

Kâfirler ise tıpkı hayvanlar gibidirler. Rableri hakkında hiçbir şey bilmezler. Dün­yayı kavrama noktasında zeki olabilirler. Ama onlar dünya ve âhiretin Rabbinden ha­bersizdirler:

"Bir kimseye Allah nûr vermedikten sonra onun nuru olmaz." (Nûr: 40)

Âyetler, bunun ardından Allah'ın gücünden ve büyüklüğünden söz etmekte ve akıl sahiplerini evreni düşünmeye teşvik etmektedir. Bu bakışaçısında imanın geliş­mesi ve nurunun yükselmesi vardır.

Yüce Allah'ın şu âyetlerini bir düşünüverin:

"Görmedin mi göklerde ve yerde olan kimseler, kanatlarını çırparak uçan kuş­lar Allah'ı teşbih ederler? Herbiri kendi duasını ve teşbihini bilmiştir. Allah da onların ne yaptıklarını bilmektedir. Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dönüş de Allah'adır." (NÛr: 41-42)

Bu bağlamda Rabbini hamd ile teşbih eden, ilahhğını ve yüceliğini tanıyan bir kı­sım yaratıkların oluşuna sen şaşmıyor musun?

Sorulabilir: Geçmiş toplumların selâmeti ve ailelerin âdabı zikredildikten sonra nûr âyetinin peşisıra Allah'ın yoktan varedişinden ve yüceliğinden söz edilişiyle ne

alâkası olabilir?

Cevap: Her yasama, akîde ile irtibatlıdır. Onun yaşamıyla hayat bulur. Ondan uzaklaşması mümkün değildir. Örneğin Yüce Allah'ın şu âyetini alın: ''Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için ancak dört ay bekleme (hakkı) vardır. Eğer (o sü­re) içinde dönerlerse Allah bağışlayan, merhamet edendir. Eğer boşanmaya kesin ka­rar verirlerse, şüphesiz Allah işitendir, bilendir." (Bakara: 226-227) Görmüyor mu­sunuz Allah'ın güzel isimlerinden dördü, aile hükümlerinden bir hükmü belirtmekle birlikte tek bir siyakta verilmiştir?

İşte Kur'ân-ı Kerim, iman ile ameli böyle ilişküendiriyor, insanların işlerinden sözetmeyi insanların Rabbine vacip olan İman ile birlikte zikrediyor.

Şeriatın akide ile olan bağı pek sağlam, amelin iman ile olan irtibatı ise mevcut­tur. Çağımızda şeriatları, İslâm dışı kaynak, vahiy dışı temellere dayanan bir hüküm kılmak isteyenler vardır.

İşte bu tipler, Nûr Sûresi'ne çok dar perspektiften bakıyorlar. Çünkü bu sûre, zi­nayı, açılıp saçılmayı, zayıflamayı haram saymaktadır. Bunun için sûre, o tiplerin ko-

Nûr Sûresi ¦ 343

Ku r 'ân- ı     Kerîm'İn     Konulu     Tefsiri

numlarını açıklamakta ve dinin onlardan uzak olduğunu belirtmektedir:

"(Münafıklar): Allah'a ve Resûl'e inandık ve itaat ettik, diyorlar. Sonra onlar­dan bir grup, bunun ardından dönüyor. Bunlar inanmış değillerdir. Onlar, arala­rında hükmetmesi için Allah'a ve Resûlü'ne çağrıldıkları zaman hemen onlar­dan bir grup yüz çevirir." (Nûr: 47-48)

Allah ve Resûlü'nün hükmü karşısında bu döneklerin tutumları insanları usandır­maktadır. Çünkü bunların geneli, bir farz olarak Allah'a saygı duymuyorlar ve bunur yolunun mescidden geçtiğini bilmiyorlar. Birbirlerine arka çıkıyorlar ve birbirlerini

destekliyorlar. Bunu İslâm hükmünü yerine getirmesin diye yapıyorlar. Yakın ve uzat mesafeli amaçlan, İslâm'ın, ibâdetsel veya ahlâkî yapısını uygulamaması ve çağdaş cahiliye dünyasına yayılmamasıdir.

Bu sebeple bunun ardından Allah şöyle buyuruyor:

"Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resûlü'ne çağrıldıkları zamar mü'minlerin sözü ancak: İşittik ve itaat ettik, demeleridir. İşte umdukların; erenler bunlardır, bunlar. Kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat eder, Allah'tan korkar O'(nun azabı)ndan korunursa işte kurtuluşa erenler onlardır." (Nûr: 51-52)

Savaş eskiden iki grup arasında birbirlerine ok atarak yapılırdı. Bir grup, tama men dinle sınırlı, sancağını düşürmek ve hedefini çökertmek için çalışırdı. Diğer gruj ise, insanları Rableriyle irt i ballandırır ve her toplumu tamamen İslâm toplumlarıyla Özdeşleştirirdi.

Müslümanların bu çağda durumları, çok kötüdür. Kendi kendilerini bağlamış bİı halde maddî ve manevî hezimet içindedirler. Fakat Allah şöyle buyurarak onların ön­lerine kapılar açmaktadır: Allah sizden iman edip iyi işler yapanlara va'detti:

"Onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümrar kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak tır." (Nûr; 55)

Bu sağlamlaştırma, uzun bir girişe, komplike bir çabaya ihtiyaç duymaktadır Muhakkak yönetim, ehil kimselere verilmelidir. O da emeline ulaşmalı ve boş olar emeli gerçekleştirememelidir.

Bizim, iman devletini kurmak isterlerken Resul ve arkadaşlarının yaptıklarım bakmamız gerekir. Onlar, çeyrek asra varmadan Arap putçuluğuyla savaşmaya hatti onu hezimete uğratmaya yoğunlaştılar. Sonra yenilmiş Arapları tevhidde birleştirdi­ler. Roma ve Farslar'a yekvücut olarak yöneldiler. Çok az bir zamanda Müslümanlaı dünyada birinci devlet oldular.

"Oku" emrinin inişinden daha otuz yıl geçmeden tek bir adam, insanları, istedi­ğini kendileri ve Rableri için yapan görkemli bir ümmete dönüştürdü.

344 - Nür Sûresi

Mulıammed     Gazali

Mekke'deki fakir bir ailenin, otoritesi dünyaya yayılan bîr devlete dönüşmesi, ha­yal âleminde bile gerçekleşmesi mümkün olmayan bir şeydi.

Bu devlet, hangi araçlarla gerçekleştirildi:

"Onlar hep bana kulluk ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar." (Nün 55),

"Namazı kılın, zekâtı verin, peygambere itaat edin ki rahmete erdirilesiniz." (NÛr: 56)

"Bunlar, ümmetin silkinip kalkınması ve on asırdır bütün dünyaya hükmeden zorbanın düşürülmesi gereken araçlar mı? İnkâr edenlerin yeryüzünde (Allah 'ı) aciz bırakacaklarını sanma." (Nûr: 57)

Bu araçları, çaresizlerin ve ahmakların anlayamayacağı, bunları ancak dünya ve âhiret siyâsetinden anlayan, kapris ve pislik otoritesini çekip atan, Muhammed ve ar­kadaşlarının sîretine yükselen adamların anlayabileceği gayet açıktır.

Nûr Sûresi ¦ 345

Muhammed     GazaJî

 

Free Web Hosting