RÛM SÛRESİ

İslâm ve Hıristiyanlık arasındaki ilişkinin tasvirinde, Kur'ân-ı Kerîm'in, çokluğu reddedip birliği belirtmede kandırmadığını ve aldatmadığını düşünüyoruz. Allah tektir, doğurmamış ve doğrulmam iş tır. Birdir, Örneğin suyun oksijen ve hidrojen­den oluşması gibi iki unsurdan mürekkeb değildir. Allah'ın birlikte baba oğul olduğu sözü kabul edilemez. "Çünkü Allah bir tek ilâhtır." (Nîsâ: 171)

Bu ikincinin aynı şekilde açık olarak üçüncüsünün de ilâh olamayacağını gerek­tirir. İkincisi ve üçüncüsü Yüce Allah'ın yaratığıdırlar: "De ki: Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi bana emrediyorsunuz ey cahiller? Sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi; "And olsun, eğer (Allah'a) ortak koşarsan amelin boşa çıkar ve ziyana uğrayanlardan olursun. Hayır, yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." (Zü-mer: 64-66)

Kur'ân'm bu âyetleri, Mekke'de inmiştir. İslâm, daha ilk gününden itibaren tes­lis (üçleme) meselesine karşı konumunu belirlemiştir.

Bununla birlikte siyâsî yönden İslâm'ın Hıristiyanlık'la iyi bir ilişki içinde oldu­ğunu düşünüyoruz. Çünkü peygamber, sahabe (arkadaşları) işkenceye maruz kalınca onlara o gün Hıristiyan bir devlet olan Habeşistan'a hicret etmelerini işaret etmiş ve sahabe oraya gidince de İsâ ve annesini Allah'ın sâlih kullan olarak kabul ettiklerini söylemişlerdir.

Sonra Mecûsîler karşısında Rumlar hezimete uğrayınca Müslümanlar bu durum karşısında mahzun olmuş ve puta tapanlann yaptıklarına karşı üzülmüşlerdir. Hıristi­yanlar Mısır, Yemen ve Şam'ı da içine alan çok geniş bir bölgede yenilmişler ve bu uğurda bir hayli vergiler Ödemişlerdin

İnsanlar, Rûm güneşinin batacağını ve Rumlar'ın geleceklerinin kötü olacağına inanmışlardır.

Bu sonucun öyle olmayacağını savunan ve buna karşı duran tek bir ses, Mek-

Rûm Sûresi • 387

Kur'ân-ı     Kerîm ' i n     Konulu     Tefsiri

ke'deki Kur'ân sesidir. Kur'ân kesin olarak bu yenilginin geçici olduğunu ve bunun bir kaç yıl sonra noktalanacağını ilan etmiştir:

"Rûm(lar), yenildi. (Araplar'in bulunduğu bölgeye) en yakın bir yerde. Onlar, (bu) yenilgilerinden sonra yeneceklerdir; Bir kaç yıl içinde. Bundan önce de sonra da iş, tamamen Allah'a aittir. O gün mü'minler sevinir(ler).Allah'ın yar­dımıyla. (Allah), dilediğine yardım eder. O, galibtir, merhamet edendir. (Bu), Allah'ın va'didir. Allah, va'dinden dönmez; fakat insanların çoğu bilmezler." (Rûm: 2-6)

Bu âyetler, Hıristiyanlar'in zillete dûçâr olup Mecûsîler'in yendikleri evrensel bir konjonktürde meydan okumaktadır. Bunda hiç bir kimsenin şüphesi yoktur. Bununla birlikte, bu inen konjonktürün parmak sayısınca bir kaç yıl içinde ortadan kalkacağı­nı vahiy inerek kesin bir şekilde belirtiyor.

Kur'ân'ın haber verdiği bu günler doğru çıkmıştır.

ı İlginçtir, Rumlar, İslâm'ın kendilerini övmelerine karşılık olarak, bunu Muham-med'in söylediğini, çünkü kendisinin İranlıları sevmediğini söylemişlerdir. Bu habe­rin, doğruluğu kesin bir mucize olarak kabul edilmesini inkâr ettiler.

Biz insanların şehâdetlerinde onların en kanaatkarlarıyız. Genel olarak Müslü-manlar'ın Hıristiyanlara yönelik siyasal konumlarına değinirken olup bitenleri anlat­mıştık. Bunun sebebi, gördüğümüz kadarıyla Hıristiyanlar'in İslâmî tevhide diğerle­rinden daha yakın olmalarıdır -İslâmî fetihler bunu ortaya koymuştur.- İşte bu yüzden fıtrat kazanmış, insanlar grup grup Allah'ın dinine girmişlerdir. Halk akıl ile uyum içinde olarak ve zıtlaşmayı bir tarafa bırakarak bunu başarmıştır. Bunun için gönüller İslâm'a açılmış, zoraki değil isteyerek ona boyun eğmiştir.

Fıtrat sözleşmelerine, daha önce A'râf Sûresi'nde değinilmiştir. Fakat bunu, Rûm Sûresi'nde daha ziyadesiyle açıkladım. İnsanlar, İslâm'ın, selim bir fıtrat ve dosdoğ­ru insanî bir özellik olduğunu bilmektedirler. Çünkü bu, geleneklerden kurtulmuş ak­im hakkı arama ve hevâ ve heveslerden soyutlanma hareketidir:

"Sen yüzünü, Allah'ı birleyici olarak doğruca dine çevir. Allah'ın yaratma ka­nununa (uygun olan dine dön) ki, insanları ona göre yaratmıştır. Allah'ın yarat­ması değiştirilemez. İşte doğru din odur. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Rûm: 30)

Göklerde ve yerde bütün dirilerin kendisine yöneldiği Hayy (diri) olan Zât, şirk­ten münezzehtir. Övgü ve hamd ile mevsuftur. İnsanlar, cinler ve melekler O'na sec­de etmektedir. Dünyada bu otoriteye karşı gelen hiç bir kimse yoktur:

"Öyle ise akşama girerken ve sabaha ererken Allah'ı teşbih (etmeniz gerekir). Göklerde ve yerde, günün sonunda da öğleye erdiğiniz zaman da hamd, O'na

388 • Rûm Sûresi

Muhammed     Gazalî

mahsustur." (Rûm: 17-18)

Tevhid kelimesi, ihlâs kelimesi olarak da isimlendirilmiştir. Çünkü bu, inancı şirk şüphelerinden kurtarmaktadır, Allah'ın dışındaki her şeyi, zâtına itaat etme şerefine erdirerek ve buna karşı çıkan bir düşünce bile olsa bunu yok ederek, O'na kul yap­maktadır:

"(Allah), ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır; yeri ölümünden sonra diriltir. İşte siz de (kabirlerinizden) böyle çıkarılacaksınız." (Rûm: 19)

İsmi yüce olan, bu dünyada her yaşayanı sınamak, sonra da kendilerine tanınan süre bitince onları yaptıklarından sorguya çekmek istemiştir. Kendisinden sapmasın­lar diye onlara, gözleriyle görecekleri âyetler yaratmış ve bunları gök ve yer ufukla­rına yaymıştır. Bu hususta O'nun yüce kitabına baktığımızda altısı peşpeşe yedincisi ayrı olmak üzere âyetler zikrettiğini görmekteyiz:

1. "O'nun âyetlerinden biri, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz, (yeryüzüne) yayılan İnsan(lar) oluverdiniz." (Rûm: 20)

2. "O'nun âyetlerinden biri de, sizi cezbeden kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve şefkati yerleştirmesidir: Bunda kuşkusuz düşünen insanlar için dersler vardır." (Rûm: 21)

3.  "O'nun âyetlerinden biri de, göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır." (RÛm: 22)

4. "O'nun âyetlerinden biri de, geceleyin ve gündüzün uyumanız ve O'nun lüt-fundan (nasibinizi) aramanızdır. Şüphesiz bunda işiten bir toplum için mesajlar vardır." (Rûm: 23)

5. "O'nun âyetlerinden biri de, size korku ve umut vermek için şimşeği göster­mesi, gökten bir su indirip onunla, ölümünden sonra yeri diriltmesidir. Kuşku­suz bunda aklını kullanan insanlar için ibretler vardır." (Rûm: 24)

6.  "O'nun âyetlerinden biri de, göğün ve yerin O'nun buyruğuyla durmasıdır. Sonra sizi yerden bir tek seslenişle yerden kalkmaya çağırdığı zaman bir de ba­karsınız ki (diriltilmiş olarak) çıkartılıyorsunuz." (Rûm: 25)

7.  "O'nun âyetlerinden biri de, rüzgârları (yağmurun) müjdecileri olarak gön­derir ki, size rahmetinden biraz tattırılsın, gemiler buyruğuyla yürüsün ve siz O'nun lütfundan arayasınız da şükredesiniz." (Rûm: 46)

Bu evrende her uyanık bilinç, Kur'ân'ın, Allah'tan en iyi ve en doğru sözlerle ko­nuştuğunu hisseder.

Kur'ân'ın ortaya koyduğu ilmin özü, imanı araştırmak ve ilhad mikroplarını öl-

Rûm Sûresi • 389

Kur'ân-ı     Kerîm ' i n     Konulu     Tefsiri

dürmektir. Fakat burada bir topluluk var ki: "Dünya hayatından sadece (görünen) dış yüzü bilirler; âhiretîen ise onlar tamamen gafildirler." (Rûm: 7) Bunlar, modern çağ­da zahiren çoğalmaktadırlar. Bunların çoğalmalarının sebebi, gerçek vahyin kaybol­ması, anlayış ve tebliğini ulaştıramaması, yeryüzündeki dinlerin ve felsefelerin akıl merakını karşılayamaması ve fıtratın ihtiyaçlarına cevap verememesidir.

Dengeli nefis, Rabbini tanır, O'nun ihsanına sarılır, şeytan kendisini O'ndan uzaklaştırınca yemden O'na döner. Fakat bazen meyve zarar görebilir, tohum hasta­lanabilir. İnsanlar, kendilerini haktan uzaklaştırabİlir, ayrılığa düşebilir ve egoizme saplanabilirler. İnsanları helak olmalarına Kur'ân mı terk etmiştir?

Asla, aksine Kur'ân, insanların fıtrat yoluna dönmelerini istemektedir:

"Yalnız O'na yönelin ve O'ndan korkun; namazı küm ve şirk koşanlardan ol­mayın. (Çünkü şirk koşanlar) dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular. Her grup kendi yanındakiyle sevinmektedir." (Rûm: 31-32)

Ayrılık, insanlarda, temeli kendini isbat ve başkalarını alt etme esasına dayanan bir özelliktir. Bu din ve dünya ehli arasında mevcuttur. Bu, genellikle kendini beğen­me ve kendisine verilen şeylerle sevinmeden kaynaklanmaktadır.

Ayrılık, öncekilerle sonrakiler arasında yaygınlaşmıştır ve yaygınlaşmaya da de­vam edecektir. Bu, bilinen İslâmî ictihad ve bunun oluşturduğu fıkhı mezheplerin farklılıklarından doğan hilafın bir çeşididir.

Fıkhî ihtilaf, ümmetin parçalanması ve öfkelerin alevlenmesi olmayıp detay ve ayrıntılı meselelerin anlaşılmasında görüş farklılıklarından ibarettir. Fıkhî ihtilaf sa-hibleri, yanılanlarm ve isabet edenlerin hepsi sevab kazanmaktadırlar. İhtilafı grupçu­luğa ve düşmanlığa dönüştürmek isteyenler, sapmış insanlardır.

Fıtrat âyetlerinin peşinden, bolluk ve kıtlık fitnesinden uzun uzadıya söz eden âyetler gelmiştir. İnsanlar, bunalımlar karşısında Rablerine dönerler. Razı oldukları zaman da içinde bulundukları şeyleri unutuyorlar ve emsalsiz nimeti İnkâr ediyorlar:

"İnsanlara bir zarar dokundu mu, Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra Allah, onlara kendinden bîr rahmet tattırınca, hemen onlardan bir grup, yine Rablerine ortak koşuyorlar. Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler ba­kalım! Haydi sefa sürün; ama yakında bileceksiniz." (Rûm: 33-34)

Bu, kötü bir gaflet veya fena bir aldanmadır.

Bunun bir benzeri, insanın kendi yanındaki nimetle sevinmesi, onun varlığından hoşlanması ve onun hakkını unutmasıdır. Sıhhat yahut servet elden gidince veya on­lardaki nasibi azalmca ümitsizliğe kapılır ve bedbin oluverir. Bunları kendisinden kaynaklandığını sandığı için böyledir. Kendisinin bir parçası kabul ettiği bunlar kim-

390 • Rûm Sûresi

Muhammed     Gazalî

bilir belki bir daha kendisine dönmeyecektir. Bolluk ve darlığın kaderlerin tasarrufla­rında olduğundan bihaberdir:

"İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda ona sevinirler. Şayet yaptıklarından ötürü başlarına bir felâket gelse hemen ümitsizliğe düşüverirler. Görmediler mi ki Al­lah, rızkı dilediğine bol bol vermekte, dilediğininkini de daraltmaktadır. Şüphe­siz imanlı bir kavim için bunda ibretler vardır." (Rûm: 36-37)

İnsanın, bollukta şükretmekle, darlıkta sabretmekle, kadere razı olmakla ve baş­kalarıyla bu esas üzerinde muamele etmekle mükellef olduğu bir gerçektir.

Bunun için Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"O halde sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah 'in rızâsını is­teyenler için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Rûm: 38)

Zenginlik ve fakirlik fitnesi, ilk andan itibaren dünyayı ezmiştir. Hâlâ, kitleler aşın bir şekilde kapitalizmi ve sosyalizmi savunmaktadırlar. Bu iki grup, hayatın an­cak birbirlerinin enkazı üzerine kurularak temiz olacağını sanmaktadır. Adeta sınıflar savaşı, insanlığın ödemesi gereken bir vergidir!

"İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu (fesat çıktı). Belki dönerler diye, Allah onlara, yaptıklarının bir kısmını tattırı­yor." (Rûm: 41)

Fakirlik ezikliğini ve zenginlik hırsını, ancak imanın oluşturduğu acıma, yardım­laşma, kardeşlik engeller.

"Allah katından, dönüşü olmayan bir gün (kıyamet günü) gelmeden önce yönü­nü o gerçek dine çevir. O gün (insanlar) bölük bölük ayrılacaklardır. Kİm inkâr ederse, inkârı kendi aleyhine olur. İyi işler yapanlara gelince, onlar da kendile­ri için (cennetteki yerlerini) hazırlamış olurlar." (Rûm: 43-44)

Bolluk ve darlık, Ümit ve ümitsizlik fitnesinden bahseden kelâm arasında, Hak ile bâtıl, iman İle küfür arasındaki ezelî çatışmadan söz eden âyet gelmiştir. Allah'ın da­vetini tebliğ eden ve müşriklerin çıkardığı engellere karşı gelen ResûTe denildi ki:

"Andoisun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. Biz (onları dinlemeyip) suç işleyenlerden öç aldık. Çünkü mü'minlere yardım etmek bize düşer." (Rûm: 47)

Kendi kendime dedim ki: Muhammed'e nisbet edilen ümmet, dünya nüfusunun beşte birine ulaşmıştır. Askerî, kültürel ve ahlâkî yönlerden yenilgiye uğradıkları da gözler Önündedir. Bu ümmeti bu seviyeye ne düşürmüştür?

Değer kaybeden insan fıtratının alâmetlerinin genelinde kesinlik, birlik ve mede­niyet olmadığı malumdur. Yeryüzünün değişik bölgelerindeki Müslüman taraf ile ger-

ROm Sûresi «391

Kur'ân-ı     Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

çek Allah'ı tanımayan kesim arasında denge kurabilirsin. Bir tarafta dinamiklik öte tarafta bedbinlik görmektesin.

Bosna'da Müslümanlara hunharca davranıldığmda veya Filistin'de Müslümanlar yurtlarından edilildiğinde, Mağrib ve Nil Vadisi'nde halk, kahkaha atarak gülüyor ve ahmakça dalga geçiyordu.

Buralarda din kardeşliği bilinci var mı? Ne gezer, çünkü dinin kendisi ancak uyu­şuk ve pısırık olarak kalan nefislere yerleşmemiştir.

Bu haldeki ümmete zafer yazılmaz.

Önceleri İsrâiloğulları'ndan dindarların güçlerini Allah dağıttı ve onların başları­na putperestleri musallat etti. Çünkü bozuk dindarlık, yardıma lâyık değildir. Günler geçti. Müslümanlar durumlarım düzeltince uzak yardım onlara yaklaştırıldı.

Bizim ümmetimiz, dünyada politik, ekonomik, sosyal kargaşa içindedir. Bu du­ruma Allah yardım etmez. Bu sûrede bir âyet var ki; ben onun, İslâm'ın kıyamete dek bakî kalacağını vurgulamak ve bakî kalmasının, uğruna feda olan ve onu omuzlayan bir ümmete muhal olmadığını belirtmek için geldiğine inanıyorum:

"Kendilerine İlim ve iman verilenler dediler ki: Andolsun siz, Allah'ın kitabın-ca, (hükmedildiği gibi) ta yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu da di­rilme günüdür. Fakat siz bilmiyordunuz." (Rûm: 56)

Bu âyet, bizim ümmetin devam edeceğini imâ etmektedir. Biz, bizim, risâletlerin ve ümmetlerin sonuncusu olduğumuzu biliyoruz. Bizden sonra kıyamet kopacaktır. Artık gücümüzü biriktirelim mi, yürüyüşümüze yeniden başlayalım mı, asaletimizi yeniden kazanalım mı?

Belki bu, tur sonunda olacaktır. Sûrenin sonunda işte bu gerçeğe işaret edilmek­tedir:

"Sen şimdi sabret, Allah'ın va'di haktır, iyice inanmamış olanlar seni gevşekli­ğe sevketmesin." (Rûm: 60)

Buradaki sabır, meyvenin peşinden geleceği amel ve zaferin ardından geleceği ci-had üzerine sabırdır.

 

 

392 • Rûm Sûresi

 

Free Web Hosting