SAD SURESİ
ş
"Sâd. Zikir sahibi Kur'ân'a and olsun." (Sâd: 1)
erefli, onurlu ve kendisine tâbi olanlara yol gösteren Kur'ân'a yemin olsun. Bir başka âyette de şöyle buyrulmaktadır: "İçinde zikriniz (şan ve şerefiniz) bulunan bir kitap indirdik." (Enbiyâ: 10)
Zikir, bazen unutkanlık ve gafleti gideren, uyarma ve uyandırma içeren bir şey olabilir: "Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt (zikir) için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?" (Kamer: 40)
Fakat Hak karşısında kibirlenenler vardır. Onlara hak iletilince onlar, günah yüzünden gururlanırlar. Zaman uzasa da onların sonu helaktir.
Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve kâfirler:
"Bu pek yalancı bir sihirbazdır! Tanrıları, tek tanrı mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir, dediler." (Sâd: 4-5)
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v)'in sabretmesi ve teselli olması için O'na şöyle denmiştir:
"Onların söylediklerine sabret. Kulumuz Davud'u, o kuvvet sahibi zâtı hatırla. O, hep Allah'a yönelirdi." (Sâd: 17)
Bu üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Davet işinde Dâvûd ve Süleyman'ın çektiklerini Peygamber (s.a.v) düşünüp onu örnek almış mıdır?
Cevap: Yönetici peygamberler ve yöneticilere gönderilen peygamberler vardır. Yönetici peygamberlerin yüklerinin hafif olduğu, fakir ve zayıf peygamberlerin belâlara dûçâr oldukları düşünülebilir.
Bütün peygamberlerin çilede aynı olduğunu, dünyevî paylan farklı da olsa, insanlar içinde en şiddetli belâya maruz kalanların peygamberler olduğunu Allah, Peygamberine açıklamış, iki yönetici peygamber olan Dâvûd ve Süleyman'ı zikretmiş ve dâ-
Sid Sûresi • 437
Kur'Sn-ı Kerîm "in Konulu Tefsiri
vet esnasında onların çektikleri zorlukları beyan etmiştir.
Dâvûd kıssası Yüce Allah'ın şu buyruğu ile başlamaktadır:
"Sana davacıların haberi geldi mi? Hani odanın duvarına tırmanmışlardı. Dâ-vûd'un yanına girmişlerdi de (Dâvûd) onlardan korkmuştu. 'Korkma' dediler. Biz iki davacıyız. Birimiz ötekinin hakkına saldırdı. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet." (Sâd: 21-22)
Mazlum kıssasının açıklaması:
"Bu kardeşimin doksandokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken onu da bana ver, dedi ve konuşmada bana ağır bastı (onunla başedeme-dim)." (Sâd: 23)
Zâlim, ikrar ve yenilgi sükûtuyla sustu. Dâvûd şöyle diyerek söze başladı:
"Andolsun (o), senin koyunu kendi koyunlarına katmayı istemekle sana zulmetmiştir. Zaten (mallarını birbirine) karıştıran(ortak)!arın çoğu birbirine zulmederler." (Sâd: 24)
Dâvûd, bu olaydan ne kasdedildiğini anladı. Zira kendisinin bir çok hanımı vardı. Bununla birlikte delikanlı kendisine bir diğerini daha almak istiyor. Karşıdakine sadece hadım olmak kalıyor. Nasıl yönetici peygamber kendisiyle rekabet ediyor? O, tek hanımı, kendi hanımlarına katarak onunla evleniyor ve diğeri mahrum oluyor?
Olup bitenlere âlemlerin Rabb'ı razı olmadı. Bunun üzerine Dâvûd hatasını ve bencilliğini anladı:
"Dâvûd (bu hükümle) kendisini denediğimizi (kendisine bir belâ vereceğimizi) sandı da Rabbinden mağfiret diledi, eğilerek secdeye kapandı ve tevbe edip (bize) döndü. Biz de ondan bunu affettik. Yanımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir geleceği vardır." (Sâd: 24-25)
Dâvûd, bizce, bol şükredenlerdendi. Biz, Allah'ın kendisine bahşettiği bolluk, onun nefsinin ve arzusunun alanını genişlettiğini düşünüyoruz. Bu yüzden o, bir kadınla evlenmekle yetinmemiştir. O, her ne kadar önde de olsa, hakkından vazgeçmesi en uygun olanıdır. Durum ne olursa olsun, Allah, Davud'a günahını hissettirmiş ve O'nu bağışlamıştır. Bunun ardından Davud'u lâyık olduğu konuma yükselten ilâhî öğütler peşpeşe sıralanıyor:
"Ey Dâvûd, biz seni yeryüzünde (senden Öncekilerin yerine) hükümdar yaptık. İnsanlar arasında adaletle hükmet; Keyf(İn)e uyma, sonra seni Allah'ın yolundan saptırır." (Sâd: 26)
Bu yönetici peygamber hata işledi ve hatasını gözyaşlarıyla yıkadı.
Davet yolunda tökezledi. Neredeyse düşeyazdı. Fakat âlemler, O'nu makbul tev-
438 ¦ Sâd Süresi
Muhammed Gazali
be ile Allah'a döndürdü. Krallık ve saltanat O'nu bu imtihanlardan koruyabilir mi?
Muhammed (s.a.v)'in mâruz kaldığı inkâr olunma ve yalanlanma, bu belâdan çok daha kolaydır. Allah, Muhammed (s.a.v)'in sânını, ilk ve son vahiy sahifelerini içeren bir kitapla yüceltti, O'nu, zellelerden koruyan, Allah'a götüren ve hakkı omuzlayan hikmetler verdi:
"Yoksa biz inanıp iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Yoksa (Allah'ın azabından) korunanları, yoldan çıkanlar gibi mi tutacağız? (Bu Kur'ân), çok mübarek bîr kitaptır. Ayetlerini düşünsünler ve selim akıl sahipleri öğüt alsınlar diye onu sana İndirdik." (Sâd: 28-29)
Yahudiler, peygamberlerini adam öldürmek ve zina etmekle suçladılar. Peygamberlerinin bir kadınla zina ettiğini, kadını ele geçirmek için kocasına suikast düzenlediğini ileri sürdüler. Fakat Muhammed (s.a.v)'e gelen vahiy bu saygın insana insaflı davrandı, bu ağır suçlamaları ondan kaldırıp attı.
Yönetici peygamberler, iyiliklerini dünya hayatında bitiren insanlardan biri değildirler. Aksine onlar, Allah'ın rızasını kazanma yolunda ellerindeki imkânlarını harcayan kimselerdirler.
Süleyman'ın, güneşe tapmayı bıraksınlar, tek olan Allah'a tapsınlar ve O'na teslim olduklarını açık'asınlar diye Yemen halkı ve oranın kraliçesi Belkıs ile savaşmak için ordusunu hazırladığını gördük: "Bana karşı büyüklük taslamayın ve bana teslim olarak gelin." (Nemi: 31)
Bu sûrede Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Biz, Davud'a Süleyman'ı armağan eltik. O (Süleyman) ne güzel kuldu. (Allah'a) çok ibâdet ader (sesle çok teşbih eder)di," (Sâd: 30)
Süleyman, Allah yolunda savaşmak için akıncılardan oluşan bir ordu hazırladı. Düşmanlarını yenmekten emin olmak için atları denetliyor ve bu O'nun uzun vaktini alıyordu. Fakat o, cihad için at beslemenin yardım ve rızayı gerektiren bir ibâdet olduğunu biliyordu:
"Akşam üstü safin (üç ayağı üzerinde durup diğer ayağını tırnağı üzerinde diken) süratli koşan (safkan Arap) atlan gösterilmişti. Ben de mal sevgisini, Rab-bimi anmaktan (ötürü) tercih ettim. Nihayet bu atlar, perdenin arkasına gizlendi. Onları bana gelirin (dedi). Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı." (Sâd: 31-33)
Bu sıvazlama, sevme ve itibar içindir. Bir kısım câhillerin aktardığı gibi kılıçla atların kuyruğunu kesme değildir.
Keşke benim kavmim de savaş araçlarını seveydi! İşte o zaman silahı bırakma-
Sâd Sûresi • 439
Kur'ân-ı Kerîm' in Konulu Tefsiri
sıyla başlarına gelen büyük felâketten kurtulurdu.
Süleyman'ın yüz -Tevrat'ın aktardığına göre bin- hammıyla yatıp "Allah yolunda savaşacak yüz akıncı doğurun" dediği hikâye olarak insanlar arasında dolaşmaktadır. Anlatıldığına göre bu yüz çocuk, tahtına bıraktığı ceninler düştükten sonra geriye kalan kısmı olup şu âyetin anlamı buna değinmektedir:
"Andolsun biz Süleyman'ı imtihan ettik: Tahtının üstüne bir ceset bıraktık, sonra (bize) yöneldi." (Sâd: 34)
Bu hikâyeden benim anladığım; erişilmez bir güç ve yetmez bir vakit! Her nikâh meyve vermez, her meyve mücâhid akıncı olmaz. İşte bu olup bitenler, Süleyman'ı tevbe ve istiğfar ederek Rabbine döndürüyor. Süleyman, büyük bir kral idi. O'nun, bu krallığını sâlih bir hizmet, itaatkâr bir kulluk, hızlı bir tevbe ve derin bir düşünce ile ele geçirdiği dikkate şâyân bir husustur. Rabbim bütün bunları,
"O ne güzel kul." (Sâd: 30)
söylemiyle nitelemiştir. Bu kulluğun bir sonucu ve Allah'ın bahşetmesi neticesi ziyadeleşme talebini gerekli kılar.
Süleyman'ın basireti Vehhâb (bol bahşeden) isme açılmıştır. İnsanların yüce bağış erdemliliği ile mutlu olduklarım iyi ve kötü kimsenin Allah'ın ihsanına dayandıklarını gördüm. Bu yüzden Süleyman bu bereketli denizden bir damla almış ve şu duada bulunmuştur:
"Rabbim, beni affet, bana benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir mülk (hükümranlık) ver. Çünkü, sensin o çok lütfeden sen." (Sâd: 35)
Hiç bir engelin durduramayacağı Allah'ın akıntısına bakmakla birlikte ihsan denizinin azalmaksızın taştığı bir gerçektir. Benden sonra -kanaatimce- hiç kimseye gerekli olmayan ve benimle yarışanlardan kimsenin erişemediği bir anlam.. Süleyman, saltanatını isteyenlere hasım idi.
Bir başka görüş:
"Şu an ya da gelecekte beşerin bir benzerine erişemediği bir mülk. Biz rüzgârı O'na boyun eğdirdik. O'nun buyruğuyla, O'nun istediği yere yumuşak akıp gidiyordu. Ve bina yapan ve dalgıçlık eden şeytanları.." (Sâd: 36-37)
Süleyman, kendisine ölüm erişinceye dek bu mülkü idare etti, yönetti ve tahtı üzerinde oturdu. Cinler ve insanlar O'nun emrine verildi. Allah O'na âhiretteki geleceğini, dünyada karşılaştıklarından daha iyi olacağını va'detti:
"O'nun bizim yanımızda bir yakınlığı ve güzel bir geleceği vardı." (Sâd: 40) Sâd Sûresi, sıhhati ve malı kaybolan, kendisine bir felâket dokunan zengin ve işa-
440 • SSd Sûresi
Muhammed Gazalî
damı bir yönetici olan Eyyûb (a.s)'ın haberini de içermektedir:
"Kulumuz Eyyûb'u da an: (O), Rabbine, 'Şeytan, bana bir yorgunluk ve azâb dokundurdu,' diye seslenmişti." (Sâd: 41)
Yani şeytan, Allah hakkında sû-i zan ve kendisine isabet eden sıkıntıyı O'nun nefsine bırakmak istiyor. Çünkü şeytan, insanlara hissedilebilen bedensel hastalıkları bulaştıramaz.
Enbiyâ Sûresi'nde: Eyyûb'a da (lütfettik). Rabbine: 'Bu dert bana dokundu, sen merhametlilerin en merhametlisisin!' diye dua etmişti." (Enbiyâ: 83)
"O bu sıkıntının giderilmesini ve vesvese kapılarının kapanmasını istiyordu: Ayağını (yere) vur, işte yıkanacak ve içilecek serin (bir su)." (Sâd: 42)
Allah, Eyyûb'u denedikten sonra O'na şifâ verdi:
"O'na bizden bir rahmet ve ulü'l-elbâb'a (ibret alınacak) bir hâtıra olarak ailesini ve onlarla beraber bir eşini daha armağan ettik." (Sâd: 43)
Âyette geçen ulü'l-elbâb, ibret alan ve Allah ile bağlarım sağlamlaştıran akıl sahipleri demektir.
Ardından sure, ulü'1-azm İbrâhîm, oğlu İshâk, torunu Ya'kûb olmak üzere altı peygamber ismini zikretmiş, onları varlıklı ve kavrayışlı kimseler olarak nitelemiştir.
Bu niteleme, dindarlığın korkaklık ve kalınkafalılık değil güç ve kavrayış olduğuna işaret etmektedir. Bu İse İnsanlığın yükselişidir:
"Biz onları, âhİret yurdunu düşünme özelliği ile temizleyip, kendimize halis (kul) yaptık. Onlar bizim yanımızda seçkinlerden, hayırlılardandır." (Sâd: 46-47)
Sûrede adı geçen bu altı peygamberlerden diğer üçü ise; İsmâîl, Elyesa', Zülkifl olup hepsi de seçkinlerdendir.
Yüce Allah'ın:
"...Güçlü kulumuz Davud'u da an." (Sâd: 17)
sözüyle başlayan âyetler, güzel yâdetmenin Allah'ın sâlih kullarına bahşetmiş olduğu, gücü yetenlerin ona erişecekleri ve karşılıklarını alacakları bir nimet olduğunu ifâde etmektedir. İnsanı anmanın ikinci ömür olduğu söylenir. Müslüman, işinde insanın değil Rabbinin rızasını araması gerekir. Allah Müslümanın yaptığı işten hoşnud olunca onu sever. Onun sevgisini kalblere ve övgüsünü dillere kor.
Sadece bu değil daha başka karşılıklar da vardır:
"Bu bir hatırlatmadır. Korunanlar için güzel bir gelecek vardır: Kapıları kendilerine açılmış Adn cennetleri. Orada (koltuklara) yaslanarak birçok meyve ve
Sâd Sûresi «441
Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri
içki isterler." (Sâd: 49-51)
Allah düşmanlarına ve davetinin hasımlarına gelince onlar için bir başka ceza vardır:
"Bu böyledir; fakat azgınlara da en kötü bir gelecek vardır: Cehennem! Oraya girerler. Ne kötü bir döşektir o." (Sâd: 55-56)
Kur'ân-ı Kerîm'in kıyamet sahnelerini zikretmedeki âdeti üzere yöneticilerle yönetilenler arasında bir diyalog geçer. Allah Cehennem halkına der ki:
"İşte şunlar sizin peşinizden gidecek olanlar -küfür ehlinden- onlara merhaba yok. Çünkü onlar ateşe gireceklerdir." (Sâd: 59)
Peşinden gidecek olanların; yönetilenler, kendilerine merhaba denmeyenlerin ise; yönetenler olduğu açıktır. Yöneticilere neden merhaba denmeyip küfürleri içinde bırakılırlar? Onların etrafını çevirmek ve onlara tezahürat yapmak ne kadar da şık!
"(Uyanlar uyıılanlara) Dediler ki: Hayır asıl size merhaba yok. Siz bunu bizim önümüze getirdiniz. Ne kötü durak (bu)!" (Sâd: 60)
Azgınlar dünyadakileri hatırlayıp mü'minlerden ezilmişlere yaptıklarım anımsayınca şöyle demeleri ne kadar da ilginç:
"Bize ne oldu ki, (dünyada) kötülerden saydığımız adamları (burada) görmüyoruz? dediler. Hani onlarla alay ederdik. Yoksa gözler(imiz) mi onlardan kaydı?" (Sâd: 62-63)
Mustaz'aflar için durum başkadır. Onlar: "Cennetlerde, ırmaklar(ın kenarla-nn)dadır." (Kamer: 54)
Cehennem ehlinden olan tartışanlar ise aşağıların en aşağısındadırlar:
"Bu mutlaka gerçektir, ateş halkının tarlışmasıdır." (Sâd: 64) Sûrenin son tarafıyla baş tarafı Yüce Allah'ın şu sözünde ilişkilendirilmiştir:
"De ki: Ben ancak bir uyarıcıyım. Tek ve (her şeyi) kahreden Allah'tan başka tanrı yoktur." (Sâd: 65)
Bu, kâfirlerin Allah elçisinden bahseden sözlerine aittir:
"Bu yalancı bir sihirbazdır. Tanrıları bir tek tann mı yaptı?" (Sâd: 4-5)
Varlık yok, tek bir efendi vardır. Onun ötesinde herşey O'na kuldur. Muhammed (s.a.v) bunu açık bir dille ifâde etmiştir. Fakat insanlar bundan gafildirler:
"De ki: o büyük bir haberdir. (Ama gafletinizden ötürü) siz ondan yüz çeviriyorsunuz. Yüce topluluk tartışırlarken (aralarında) neler geçtiği hakkında bir bilgim yoktu. Ben ancak apaçık bir uyarıcı olduğum için (bu bilgi) bana vahye-
442 ¦ Sâd Sûresi
M u h a m m e d Gazali
diliyor." (Sâd: 67-70)
Peygamber, insanlara diyor ki: Mele-i A'Iâ'da konuşulan ilim bana nereden geldi? Ben bana gelenleri Yüce Allah'ın şu buyruğu gibi alıyorum: "Musa'ya o işi yaptığımız vakit sen (mukaddes vadinin) ban tarafında değildin, (o olayı) görenlerden de değildin." (Kasâs: 44)
Kalbine bu kitabı koyması, tevhid gerçeğini açıklayıp her türlü çoktanrıcılığı reddetmesi ve insanları tek bir Rabbe yöneltip işleri O'na havale ederek kendisiyle irti-batlandırması için Allah, Muhammed'i seçmiştir:
"De ki: Ben sizden buna karşılık bir ücret istemiyorum. Ve ben yapmacık yapanlardan değilim. O (Kur'ân), ancak bütün âlemlere öğüttür. Onun haberini bir süre sonra gayet iyi anlayacaksınız." (Sâd: 86-88)
Sâd Sûresi • 443