SEBE' SURESİ

S ebe' Sûresi, Allah'a hamd ile başlayan dördüncü sûredir. Hanıd, daha önce de söylediğimiz gibi, Yüce Allah'a sena etme, O'na şükretme ve O'nu övmedir. Çünkü O, göklerin, yerin ve ikisi araşındakilerin mâlikidir. Bu dünyanın hâsı­latı, Allah'a râcîdir. O'nun âdil ve bereketli kararı ile olur. Allah, kuşatıp kapsayan ilim sahibidir:

"Yerin içine gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya çıkanı bilir." (Sebe': 2)

O, toprağın derinliklerine atılan her bir tohumu ve çıkan her bir meyveyi, gökten inen her bir yağmur tanesini ve oraya yükselen rüzgâr sesini bilir. Bütün kâinat, O'nun Önünde, hiç bir şeyi gizli olmayan tek bir yüzeydir. Toz fırtınaları esince, O, her bir zerrenin hareketim, bu fırtınanın en üst veya en alt coşkusunu ve nerede dura­cağını bilir.

Güneş yönünde sıcak esinti olunca, Allah, onun nereye kadar yükselip ne zaman

ineceğini bilir. Bunun etkisi, en ince noktaya, elektrik ve ses dünyasına varır.

Bununla birlikte, hakkında pek az bilgi sahibi olduğumuz ruhların ve meleklerin yükselmesi ve başka bir yaşamın varlığı söz konusudur:

"Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile gaybı bilenden gizli kalmaz. Bun­dan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz, apaçık kitaptadır." (Sebe': 3)

Sebe' Sûresi, kâfirlerin ortaya attıkları şüphelere teker teker cevap verme yönün­le tıpkı Furkân Sûresi'ne benzemektedir.

Bugün ve geçmişte inkâr edenlerin ortaya attıkları şüphelerden biri, kıyametin uzak olduğudur:

"İnkarcılar: 'Kıyamet bize gelmeyecek' dediler. Hayır, Rabbim hakkı için o, mutlaka size gelecektir." (Sebe': 3)

Yeniden dirilmeye inanmamanın, apaçık bir ahmaklık olduğu bir gerçektir. Yara-

Sebe'Sûresi -411

Kur'ân-ı      Kerîm'İn      Konulu     Tefsiri

tıcıyı, yaratıkları yemden diriltmeden ne alıkoyabilir? O, ilk defa yaratırken engellen­di mi ki son defa yaratırken engellensin? İnsanlar, kudret parmaklarından ne zaman kurtulmuştur? İnsanları her gün uyutan, uyandıran, acıktıran, doyuran Allah'tır. Fakat insan aklı, bazen apaçık ortada olan şeyleri göremeyebilir.

Aralarında ihtilafın olduğu bu hakikat konusunda ayrılığa düşenler bilsinler ki ye­niden dirilme, gerçektir. Herkes yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. Evet, iyilik ya­pan iyiliğinin karşılığını, kötülük yapan da kötülüğünün karşılığını görecektir. Mu-hammed'i küçümseyen ve ona uyanları yalanlayan Kitap ehli bilmelidir ki, onlar bu halleriyle Allah'ı yalanlamakta ve kendilerinin yardım etmeleri ve desteklemeleri ge­reken risâlete düşmanlık etmektedirler.

Âhireti inkâr etme, öncekiler ve sonrakiler arasında yaygın olan bir cürümdür. Çağdaş dünyamızda insanlar, akıllarını fıhiretten konuşmaya yormuyorlar ve ancak duyularla algılanabilen hayata önem veriyorlar. Bu, insanların, Allah'ı bilmemelerin­den ve kendi nefislerine tapmalarından kaynaklanmaktadır.

Bu yüzden sûre, yeniden dirilmeyi inkâr edenlerin ortaya attıkları şüpheyi ve Peygamber (s.a.v)'in Allah'tan haber vermesine şaşmalarını tekrarlamıştır:

"Kâfir olanlar şöyle dediler: 'Çürüyüp paramparça olduğumuz vakit yeniden dirileceğimizi söyleyerek haber veren kişiyi gösterelim mi? Acaba o, yalan ye­re Allah'a iftira mı etmiştir? Yoksa onda delilik mi var?' Hayır, âhirele İnanma­yanlar azabtadırlar ve derin bir sapıklık içindedirler." (Sebe': 7-8)

Yeniden dirilmeye inanan ve hayret içinde Allah'tan sakınan adama gönderme yapılmaktadır! Sûrenin baştaraflarında da açıklandığı üzere ortaya konan şey küfür mantığıdır. Bu mantık, sûrenin sonlarına doğru yeniden tekrarlanmıştır:

"Onlara apaçık ayetlerimiz okunduğu zaman demişlerdi ki: Bu, sizi babalarımı­zın taptığı (putlardan) çevirmek isteyen bir adamdan başkası değildir. Ve yine dediler ki: Bu (Kur'ân) da uydurulmuş bir yalandan başka bir şey değildir. Hak kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler de: 'Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey deşildin' dediler." (Sebe': 43)

Bu diyalog ile birlikte birbirleriyle ilintisi bulunan iki kıssayı hatırlayabilmemiz için geçici bir ihtimal verelim:

İkİ kıssadan biri. demircilikle uğraşan Dâvûd Peygamber kıssasıdır.

"Dünyada gericilik sanılan bilgisiz dindarlık, âhirette ilericiliğe işarettir." anlayı­şı sakat bir anlayıştır. Çünkü imana girme, pejmürde saraylar kapısından değil, derin İlim kapısından geçer. Ben bu olayı, Dâvûd kıssasındakİ âyetlerde açıkladım. Müslü­man olan bir çok milletler, düşmanının sanatlarıyla geçimini sağlamayı gözden geçir­miştir. Çünkü bu onların dinleri açısından bir ardır.

412* Sebe'Süresi

Muhammed     Gazali

"Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. 'Ey dağlar ve kuşlar! O'nunla beraber teşbih edin.' dedik. O'na demiri yumuşattık. Geniş zırhlar imal et, dokumasını ölçülü yap. (Ey Dâvûd hanedanı!) İyi işler yapın. Kuşkusuz ben, yaptıklarınızı görmekteyim, diye (vahyettik)." (Sebe': 10-11)

Dâvûd (a.s), kendi hayatında iki farklı işi birleştirmiştir: Dokunaklı bir sesle Al­lah'ın yüceliğini ve büyüklüğünü medhetmiş, kuşlar O'nun sedasına iştirak etmiş ve mezmurlarına katılmıştır. Öte taraftan demiri, kılıç, kalkan ve zırha dönüştürebilen ve değişik kaplar ve kazanlar yapabilen askerî sanatlarda maharet sahibidir.

Dünyadaki düşünme, âhireti düşünmenin bir parçasıdır. İman zaferini, beyinsiz

ve tembel engelleyemez.

Müslümanlar, üçüncü veya dördüncü dünyaya dönüştürülünce, onların düşman­ları kazanmakta ve onlar dinî yönden fakirleştirilmeye çalışılmaktadır.

Dâvûd oğlu Süleyman şeriatinde heykellerin yasak olmadığı ve bu yüzden hey­kellerin yapıldığı görülmektedir. İslâm'ın ise Allah dışında edinilen putların heykelt-raşını yasakladığı kesindir. Biz, bunların yasak olarak kalmaları taraftarıyız. Çünkü insanlar, her ne kadar ilimleri çoğalsa da, putçuluğa yönelmektedirler. Bazı kiliseler-deki putlar, dua için ziyaretgâh olmuşlardır. İşte bu yüzden İngilizler -Bunlar Protes­tan mezhebine mensub Martin Luther taraftarlarıdırlar- kiliselerini putlardan temizle­mişlerdir.

Dâvûd ve Süleyman, otoritenin kulluk görevlerini engellemediği kral peygamber­lerdi. Bunun için âyette şöyle geçmektedir:

"...Ey Dâvûd ailesi! Şükredin. Kullarımdan şükreden azdır!" (Sebe': 13) Bu, sûrede geçen birinci kıssadır. İkinci kıssa ise, Sebe' ve Sebe' halkından bahsetmektedir:

"Andolsun, Sebe' kavmi için oturduğu yerlerde büyük bir ibret vardır. Biri sağ­da diğeri solda iki bahçeleri vardı. (Onlara): Rabbinizin rızkından yeyin ve O'na şükredin. İşte güzel bir memleket ve çok bağışlayan bir Rab!" (Sebe': 15)

Bunların haberlerini inşaallah anlatacağız.

İnsanların genelinin âfeti, en yüce teveccühün delilinin zenginlik olduğunu san­malarıdır. Bazı insanlar yanlarında mal azalınca kendilerini kabul konumunda görme­mektedirler. Onlar, Allah'ın vererek ve alarak, bazen kıtlık ve darlıkla bazen bolluk ve nimetle sınadığını unutmaktadırlar. Bu sınavda başarılı olmak, Allah'ın kaderlerin­den gelenler karşısına insanın kendi konumunu hazırlamasıdır: "Bir. deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz. Ve siz ancak bize döndürüleceksiniz." (Enbi­yâ: 35)

Sebe' Sûresi "413

Kur'ân-ı      Kerîm'in      Konulu     Tefsiri

Sebe1 Allah'ın.nimetini küçümseyip ona nankörlük edince imtihanı kaybetti:

"Nankörlük ettikleri için onları böyle cezalandırdık. Biz nankörden başkasını cezalandırır mıyız?" (Sebe': 17)

\     J

Allah'ın nimetine-nankörlükle karşılık verenleri ve sonunda kavimlerini helak

yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" (İbrâhîm: 28)

Nimet gidince, birlik, sağlık ve güvenlik de gider. Bu hallerin tersi gelir ve taraf­tarları bunları evcilleştirir. Bu kimselerde adalet aranmaz. Çünkü bunlar:

"Kendilerine zulmettiler. Biz de onları ibret kıssaları hâline gelirdik ve onları büsbütün parçaladık. Şüphesiz bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için ibretler vardır." (Sebe': 19)

Sebe' Sûresi, nimet sınavını kaybedenlerin çok olduğunu, geçimleriyle şımaran milletlerin bulunduğunu belirtmektedir. Bunların ilk yaptıkları şey vahye karşı gel­mek, peygamberlere düşmanlık beslemek ve kendi ellerindekilerin yeterli olacağını sanmaktır.

"Bİz hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklı ve şımarık kişileri, 'Biz, size gönderilmiş olan şeyleri inkâr ediyoruz.' demişlerdir. Ve 'Biz malca ve evlatça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak değiliz.' dediler." (Sebe': 34-35)

Mal, geçmiş milletler için bir fitne (sınav) olunca çağdaş milletlerin fitnesi ola­rak da bakidir. Kendisine verilenleri güzelce harcayacağı yere fakir ve düşkünlere karşı azgınlık etmektedirler. Temlik hakkını esas alan sosyal gruplar oluşmuş ve fark­lı sınıflar arasında savaşlar patlak vermiştir.

İyice düşünüldüğünde kavganın geçici şeyler üzerinde yapıldığını, dinin temel il­kelerinin kaybolduğunu, ufukları karanlıkların bürüdüğünü, hayata tapan ve âhiretİ unutan felsefelerin ortaya çıktığım görürüz. Bunlardan ancak gerçek dine dönmekle kurtulunur:

"Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahminini doğruya çıkardı. İnanan bir züm­renin dışında hepsi ona uydular. Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak âhirete inananı, şüphe içinde kalandan ayırdedip bilelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabbİn gerçekten berşeyi koruyandır." (Sebe': 20-21)

Bu kıssalardan ve yapılan açıklamalardan sonra Nazm-ı Kerîm (Kur'ân), câhille­rin içinde bulundukları şüpheleri yeniden ortaya koymaya başladı. Burada biz eşsiz tartışma âdabından bir kesil görmekteyiz. Burada gerçek, hasmının seviyesine indir­generek sunulmuş, ondan iyice akletmesi ve doğruyu kabul etmesi istenmiştir:

"De ki: Göklerden ve yerden size nzık veren kimdir? De ki: Allah! O halde biz

414 • Sebe' Sûresi

Muhanimed     Gazalî

veya siz, ikimizden biri, ya doğru yol üzerinde veya açık bir sapıklık içindedir." (Sebe': 24)

Önemli olan: Rizık verene mi yoksa rızik verilene mi ibâdet edilmelidir?

Sizin tanrılarınız, taşlardır, başkası değil! Onların yanlarında nasıl rızik olabilir? Bizden birinin hata yapması ihtimal dahilindedir! Acaba o kim olacaktır?

Düşmanın bu yönde gemini gevşettikten sonra müşrikler şu söz karşısında iyice sıkılmaya başladılar:

"De ki: Bizim işlediğimiz suçtan siz sorumlu değilsiniz; biz de sizin işlediğiniz­den sorulacak değiliz. De ki: Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir. O, en âdil hüküm veren, (her şeyi) hakkıyla bi­lendir." (Sebe': 25-26)

Bu sûrede, liderlerle onlara uyanlar arasında bir konuşma geçmektedir. Bu konuş­ma, insanların birbirleri arasındaki basit ilişkiyi ortaya koyma açısından bir çok sûre­de tekrar edilmiştir. İnsanların kendi etrafında dönmelerinden hoşlananlar ve şâirin dediği gibi kibirlenerek ayaklarını arkalarına vuran tipler vardır:

İnsanlar görürsün, biz yürüyünce etrafımızda yürüyen Ve biz kesin diye insanlara işaret edince.

Zelîl olmaya medfun ve büyüklerin peşinden koşmaktan hoşlanan tipler de var­dır. Bu tiplerin bütün uyguladıkları planlar, zengin-fakir, güçlii-zayıf unsurlara göre yapılır. Örneğin sihirbazların Fir'avn ilişkisinde buna değinilmektedir: "Sihirbazlar geldiklerinde Fir'avn'a: 'Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret var değil mi?' dediler. Firavn cevap verdi: Evet, o takdirde hiç §üphe etmeyin, gözde kimseler­den de olacaksınız." (Şuarâ: 41-42)

Geçmişte ve günümüzde iman karşısında direnen grupların gidişatında da bunu tesbît edebilir ve onların bu eksen etrafında hareket ettiklerini görebilirsin. Bu bir hırs dürtüsü ve istek çağrısıdır.

Bu karşılıklı konuşmada sûre, gizlilikleri ortaya çıkarmaktadır:

"Sen o zâlimleri, Rablerinin huzurunda tutuklanmış, birbirlerine söz atarlarken bir görsen. Zayıf sayılanlar, büyüklük taslayanlara: 'Siz olmasaydınız, elbette biz inanan insanlar olurduk' derler. Büyüklük taslayanlar, zayıf sayılanlara (kı­yamet gününde): 'Size hidâyet geldikten sonra sizi ondan biz mi çevirdik? Bi­lakis siz suç işliyordunuz.' derler." (Sebe': 31-32)

Fakat diyalog uzun sürmüyor. Çünkü cehennem dolabı konumu belirliyor. Sûrenin sonunda Allah, peygamberine kâfirlerle tartışmak ve onların şüphelerini

Sebe'Sûresi -415

Kur'ân-ı     Kerîm'in     Ko

f s i r i

izale etmekten İbaret olan İslâmî risâletin doğasını keşfetmeyi emrediyor:

"De ki: Size bir tek öğüt vereceğim: Allah İçin ikişer ikişer ve teker teker aya­ğa kalkın, sonra da düşünün. Arkadaşınızda (peygamberde) hiçbir delilik yok­tur. O ancak şiddetli bir azâb gelip çatmadan evvel sizi uyaran bir peygamber­dir." (Sebe1: 46)

Derin anlayışlı düşünce, bu risâletin esasını oluşturmaktadır. İnsan İster tek başı­na ister arkadaşlarından yardım alarak düşünsün farketmez. Önemli olan, uyuyan ak­im uyanmasıdır. O zaman insan, içinde yaşadığı dünya ufuklarındaki Rabbinin âyet­lerini, Muhammed (s.a.v)'in uyuyan düşünceyi uyandıran ve yolunu kaybetmiş halka yol gösteren sayha için gönderildiğini ve bunu makam veya mal elde etmek İçin yap­madığını, bütün bu sıkıntılara hakkı yerine getirmek ve bu uğurda yok olmak için ri-saletinİ değil kendini adadığını görür.

"De ki: Ben sizden bir ücret istemişsem, o sizin olsun. Ücretim yalnız Allah'a aittir. O, herşeye şahittir." (Sebe': 47)

Bugün hakkı kabul etmeyenler, o uyarı gerçekleşince ona inanacaklar ve müşrik­ler inkâr ettikleri şeylerle yüzleştirilecekler:

"(Resulüm!) Telaşa düştükleri zaman, bir görsen! Artık kurtuluş yoktur, yakın bir yerden yakalanmışlardır." (Sebe': 51)

"Yani onları ele geçirmek için herhangi bir çaba sarfedilmez. Ona inandık, de­mişlerdir. Ama uzak yerden (dünya hayatı gelip geçtikten sonra) imana kavuş­mak onlar için nasıl mümkün olur?" (Sebe': 52)

İş işten geçtikten sonra inandılar, imtihan sona erdi, neticeler açıklandı. Onlar ak-letselerdi Allah'ı bilir ve peygamberlere uyarlardı.

F

416-Sebe Sûresi

 

Free Web Hosting