ŞÛRA SÛRESİ

ş

ûrâ Sûresi'nİn başındaki beş hece harfinden sonra Allah, peygamberine şöyle de­miştir:

"O azîz ve hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere böyle vahyeder." (Şû­ra: 3)

Peygamberler, kendi milletlerinin dilleriyle gönderilmişlerdir. Kelimeler, bu harf­lerin birleşmesinden oluşmaktadır. Kur'ân, Muhammed diliyle apaçık Arapça olarak indirilmiş, sonra Peygamber O'nu kendisine indiği gibi tebliğ etmiş ve aydınlanan ha­yatındaki yaşantısı ve ahlakıyla açıklamıştır.

Peygamberden sonra onun arkadaşları (ashabı) ve öğrencileri de aynı şeyi yap­mışlardır. Böyle olmasına rağmen onlar yeryüzündeki bütün şerri silip her yanlışı dü­zeltmişler midir?

Hayır, sadece gayret sarfetmişler, fakat yeryüzü, üzerinde insan hareket ettiğin­den bu yana vahyi unutmuş ve melekût içerisinde tek başına yaratıcısını övgü ile teş­bih eden yıldız olmuşlardır:

"Neredeyse gökler (O'nun heybetinden) üstlerinden çatlayacaklar. Melekler, Rablerini hamd ile teşbih ederler; yerdekiier için de mağfiret dilerler. İyi bil ki Allah, işle çok bağışlayan, çok esirgeyen O'dur." (Şûra; 5)

Sûrenin başında ve sonunda vahiy zikredilmiş, ortasında ise, vahyi noktalamak için Allah'ın Arap ümmetini seçmesinin ardından onların yüklendiği görevler dile ge­tirilmiş ve önceki Kitap Ehli ile ilişkileri açıklanmıştır.

"Biz sana böyle Arapça Kur'ân vahyettik ki şehirlerin anası (Mekke şehri)nİ ve çevresinde bulunanları uyarasin; (vukuunda) asla şüphe olmayan toplanma gü­nüne karşı uyarasın. (O gün, insanlardan) bir bölük cennette, bir bölük ateşte­dir." (Şûra: 7)

İslâm, ölümsüz evrensel, beş kıtaya yayılmış ve kıyamete dek var olacak olan bir

Şûrf Sûresi • 469

Kur'ân-ı      Kerîm'in      Konulu     Tefsiri

dindir. Fakat onun bir başlangıç noktası olması gerekirdi. İslâm'ın başlangıç noktası ise, "Ümmü'1-Kura (Mekke) ve civan"dır. İslâm'ın tebliğ alam İse, doğusuyla batı­sıyla bütün dünyadır. Muhammed ve ashabı görevlerini yerine getirdiler. Henüz bi'set'ten yarım asır bile geçmeden İslâm her tarafa ulaştı. Asya ve Afrika'yı sömü­ren gaddar milletlerin bayraklarını İndirdi.

İlk vahiy hamlesinden geriye ne kaldı?

Yahudiler Allah'a davet bağlarını kopardılar. Dini, bitirip tüketerek ve kibirlene­rek ulusal bir miras haline getirdiler. Hıristiyanlar ise, vahyin gerçekleri karşısında çeşitli felsefelere, kurbanlara ve Allah'ın oğlundan uzunca söz etmeye yenik düştüler.

İslâm geldi, Mûsâ ve İsâ ile olan kopmaz bağını açıkladı. Onlara gönderilen vah­yi yenilediğini ve desteklediğini belirtti:

"O size, dinden Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi şeriat (hukuk düzeni) yaptı. Şöyle ki: Dini doğru tu­tun ve onda ayrılığa düşmeyin. Fakat kendilerini çağırdığın (bu) şey, Allah'a or­tak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve (O'na) yöneleni kendisine iletir." (Şûra: 13)

Yaratılışın başlangıcından Allah'ın yeryüzünü ve üzerindekileri mirasçı kılması­na değin Allah'ın dininin tek olduğu bir gerçektir. Yedi göklerin, yerin ve içindekile­rin kendisini teşbih ettiği Rab'tır. O'nun kudretiyle yarattıkları ve nimetiyle terbiye ettikleri kendisine kul olup bu yaratıklar arasında kulluk cihetinde bir ayrıcalık yok­tur. Bu yaratıklardan konum itibariye Rabbe en yakın olanı, O'na en çok secde edİni, ümid ve korkuyla O'ndan sakınanıdır. Bu anlam, Kur'ân'a egemen ve Muhammed dininin özüdür.

Allah'ı aklımızla bildikten ve övgü ve senaya lâyık olan, kudsiyetinde ve birle­mesinde herhangi bir eksikliği bulunmayan Allah'a dayandırılması yönüyle Muham­medi vahyin akla uygun olduğunu gördükten sonra Muhammed'in doğruluğunu öğ­renmiş olduk.

Akıl, insana verilen yeteneklerin en üstünüdür. İnsan aklının en hassas Ölçütleri­ne uygun olarak Allah'a boyun eğme ve O'nun büyüklüğünü tanıma gereğinden ötü­rü, aslının aynısı bir suret, Muhammed diliyle ifâde edilmemiştir.

Muhammed'i yalanlayanları ve O'na kin duyanları bir tarafa bırakalım. O'na ce­fa verenler, onun mevlâsma cefâ verenlerdir:

"Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra sadece aralarındaki çekememezlik yü­zünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye kadar (azabın ertelenmesi hak­kında), Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında hüküm verilir (işleri bi­tirilirdi. Onlardan sonra Kitab'a vâris kılınanlar (Ehl-i Kİtâb), O'ndan, kuşku

470 • Şûra Sûresi

M u b a m m e d     Gazali

veren bir şüphe içindedirler." (Şûra: 14)

Bu zulmeden Kitap Ehli'nin yaptıkları nedir? Onların kinleriyle uğraşıp onlara sen cevap verme. Dosdoğru yoluna devam et:

"Bundan dolayı sen (tevhid dini üzerinde anlaşmaya) davet et ve emrolunduğun gibi doğru ol; onların keyiflerine uyma ve de ki: Ben Allah'ın indirdiği her ki­taba inandım ve aranızda adâiet yapmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabbi-mİz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz size ait­tir. Bizimle sizin aranızda bir tartışma(scbebi) yoktur. Allah aramızı bulur, (ya­hut Allah bizi bir araya toplar), dönüş de O'nadır." (Şûra: 15)

İslâm, güzel davet ve anlayışlı düşünce yolunu takip etmiştir. Bu yüzden İran, Azerbeycan, Hind ve Çin'de putperestler doğru yola geldikleri gibi Orta Asya ve Ku­zey Afrika'da Kitap Ehli'nin geneli, İslâm'ı kabul etmiştir. İslâm sayesinde taşkınlık­lar önüne setler çekilmiştir.

Buna karşın bugün Avrupa ve Amerika'da, hakka karşı çıkanlar, tevhid ile sava­şanlar ve Muhammed anılınca gönlü daralanlar vardır. Varsın olsunlar. Onlar Allah'a asla zarar veremezler:

"(İnsanlar tarafından) kabul edildikten sonra, Allah(in dini hakkın)da tartışan­ların delilleri, Rableri yanında bâtıldır, üzerlerine bir gazap ve onlara şiddetli bir azâb vardır." (Şûra: 16)

Vahiy, İslâm ve Muhammed düşmanlarının sözlerini yeniden dile getirmeye baş­ladı:

"Yoksa: Allah'a yalan uydurdu mu diyorlar? Allah dilese senin kalbine mühür basar; bâtılı mahveder, hakkı sözleriyle yerleşürir. Şüphesiz O, göğüslerin Özü­nü bilir." (Şûra: 24}

Yani şayet Muhammed yalancıysa Allah, bu Önemli dini kendisine nisbet edeni ve iftira atanı bırakmaz, onun aklını alır, iddia ettiklerini siliverir! Bu başka bİur sû­redeki Yüce Allah'ın şu buyruğuna benzer: "Eğer o, bazı laflar uydurup bize iftira et­seydi, elbette ondan sağ elini (gücünü, kuvvetini) alırdık, sonra onun can damarını keserdik. Sizden hiç kimse buna engel olamazdı." (Hakka: 44-47)

Fakat İslâm, onun yolunu açmış, o da gece gündüz hiç durmadan tebliğine devam etmiştir. Her yerde ezan; Allah'ın bir ve Muhammed'in doğru olduğuna tanıklığını sürdürmektedir. Sanki bir saat gibi, hiç durmadan zaman saymaktadır. Bir kısım in­sanlar, Allah'a yalan atmış ve gülünç bir vahiy uydurmuşlardır. Bu insanların sonları ne olmuştur? Onların sahtelikleri bitmiş, izleri gitmiş ve sadece hakkın ebedîliği kal­mıştır.

İslâm, ümmetin fertlerini, gayeleri Allah, arzulan O'nun rızası ve meşgaleleri

ŞOrS Sûresi -471

Kur'ân-ı     Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

O'nunla kavuşmaya hazırlanma olan Rabbaniler yapmıştır. Bunun anlamı derviş ümmet yapmak mıdır?

Ne münâsebet. Dünya ve âhirete birlikte hizmet eden ve çalışıp cihâd eden bir ümmet yapmaktır. Önemli olan, ümmetin, yaşam mücâdelesi verirken Allah'ın ken­dilerini koruduklarını, elleriyle yaptıkları her iyilikten sorumlu olduklarını ve dünya ve âhiret saadetinin ancak böyle kazanılacağım bilmesidir:

"O'dur ki kullarından tevbeyi kabul eder, kötülüklerinden geçer ve yaptıkları­nızı bilir. İnanan ve iyi işler yapanlar(ın duasın)ı kabul eder; lütuf ve keremle­rinden onlara, (istediklerinden) fazlasını verir." (Şûra: 25-26)

Toprağa tapan ile Rabler Rabbini izleyen toplum arasında çok büyük bir fark var­dır.

Bunun için sûre, burada mü'minlere, göklerin ve yerin yaratılışının büyüklüğünü zikretmiş ve kalbleri ve akılları O'nun azametiyle irtibatlandıran âyetler aktarmıştır:

"O'dur ki, (kullan) umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir, rahmetini her ta­rafa yayar." (Şûra: 28)

"(Gökleri ve yeri ve bunların içine yaydığı canlıları yaratması da O'nun âyetle-rindendir." (Şûra: 29)

"Denizde dağlar gibi akıp giden (gemi)ler de O'nun ây e derindendir." (Şûra: 32)

Bu zikredilen âyetler, bütün semavî yaratıklara hükmeden çekim kanunlarına işa­ret ettikleri gibi denizlere hükmeden ve dalgalar arasında gemilerin yüzdüğü tabiat kanunlarına işaret etmektedir. Biz göklerin devamlı Allah'a hamd ile teşbih eden me­leklerle dolu olduğunu biliyoruz. Orada başka bir yaratık var mı? Tıpkı bizim gibi so­rumlu olan bir başka âlem; cinler de vardır.

Belki bir gün kendileriyle toplanacağımız başka yaratıklar da olabilir. Biz bunla­rı ne inkâr ediyor ne de karşı çıkıyoruz. Önemli olan Allah'ın bizim için hazırladığı yeryüzünde güzel yaşamamız, O'nun nimetleriyle sınanmamızdır.

İlginçtir, çağdaş medeniyet -geçmiş medeniyetleri aşmasına rağmen- geçmiş mil­letleri sürükleyip götüren tutkularla iyice sarsılmıştır. Bu yüzden erdemlilik ve adalet branşında başarılı olamamıştır.

İnsanları bu konularda uyaran sûre, insanların ilâhî gazaptan kurtulmaları için ri­âyet edilmesi gereken dokuz hasleti hatırlatmaktadır:

"Size verilen şeyler, dünya hayatının geçimidir. Allah'ın yanında bulunanlar ise daha hayırlı ve daha süreklidir (1). İnananlar için (2), Rablerine dayananlar için (3). Onlar büyük günahtan ve çirkin işlerden kaçınırlar (4), Kızdıkları zaman

472 • ŞûrS Sûresi

Muhammed     Gazali

onlar, affederler (5), Rablerinin çağrısına gelirler (6), namazı kilarlar(7), işleri aralarında danışma iledir (8), kendilerine verdiğimiz rızıktan (hayır için) har­carlar (9). Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman kendilerini savunurlar. Kö­tülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder, barışırsa onun mü­kâfatı Allah'a aittir. Doğrusu O, zâlimleri sevmez." (Şûra: 36-40)

Kimbilir belki de dünya azgınlara ve suçlulara gülmektedir. Çünkü onlar bolluk içinde şımarmış bir halde yaşıyorlar. Bunun ne değeri vardır? "De ki: Ziyana uğra­yanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini ziyana sokanlardır. Dikkat edin, işte bu, apaçık bir ziyandır!" (Zümer: 15)

İnsanların, kendi aralarındaki, vahiyle korunmuş, vahyin emir ve yasağını göze­ten ve her yerde onun dengelerini kollayan bir ümmeti görmeleri gerekir.

Bu ümmetin ilk işi, vahyin hukukuna riâyet olmuştur. Fakat gün geçtikçe bu üm­met, unutturulmuş, dahası câhil bırakılmıştır.

Biz bu çağda ilginçliklere tanık olduk. Arapların İslâm'dan uzaklaştıklarına, ırk-çıhklanyla Övündüklerine şahit olduk. Ben, ırkçılığı inceledim ve derinlemesine araş­tırdım. İslâm'dan ve aynı şekilde fasih olan edebî dilinden uzaklaştığını gördüm.

Arap ırkçılığı adı altında İngilizce, Fransızca ve halk dili yaygınlık kazanmış ve Kur'ân dili gerileyip unutulmuş, asılsız olan edebiyat gözde değerlerden arındırılmış ve koskoca ümmet, ruhsuz, tarihsiz, ilkesiz ve kanunsuz yaşamaya mahkum olmuş­tur.

İlhad, ısrarlı bir politika güderek Doğu Bloku'nda gizli bir başarı elde etmiştir. Biz bunu içimize sindiremiyoruz.

Bu sûrede Araplar'ın uyarılmasına kulak verdim. Allah onlar hakkında şöyle bu­yurmaktadır:

"Allah'tan geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmezden önce, Rabbinize uyun. Çünkü o gün ne sığınacak yeriniz var; ne de (yaptıklarınızı) inkâra çare. Eğer yüz çevirirlerse (üzülme): Biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen yalnız duyurmaktır." (Şûra: 47-48)

Kızgınlık arttığından ötürü Araplar'ın, bugün Yahudiler'in ve diğer milletlerin kö-tülukleriyle ilişkileri çoğaldığı vakit İslâm ile ilişkileri zayıflar. Bunun anlamı şudur: Böylesi durumda bütün inançlar kökleştikleri halde İslâm büzülmeye mahkumdur.

Dahası İslâm, bitirilmek istenmektedir.

Şûra Sûresi, ilâhî vahiyden söze başladığı gibi yine onunla son bulmuştur. Bu sû­re, vahyin öncelikle nasıl indiğini açıklamıştır:

"Allah bir insanla (karşılıklı) konuşmaz. Ancak vahiyle yahut perde arkasından

ŞûrS Sûresi • 473

Kur' ân - I      Kerîm  'in      Konulu     Tefsiri

konuşur; yahut bir elçi gönderip izniyle dilediğini vahyder. O yücedir, hakîm-dir."(Şûrâ: 51)

Her insan vahiy için seçilmez. Allah özel karakterlerden ve güçlü madenlerden vahiy için insanlar seçer. Tıpkı ışıklan ve hacimleri yönüyle gökteki yıldızlar aynı ol­madıkları gibi peygamberler de güçleri ve kapasiteleri yönüyle aynı değildirler. Her­hangi bir şehrin hidâyeti ile yükümlü olanlar, herhangi bir bölgenin veya çağlar boyu dünyanın hidâyetiyle yükümlü değildirler.

Allah, Muhammed'i, zaman ve mekân değişmesine karşın insanlık İçin şîfâ olan bir kitâb ile göndermiştir. Muhammed ise, ilim ile devlet kurarak, medeniyet oluştu­rarak ve sapma ve alçalmadan uzak bir dünya koruyuculuğunu terkederek bu Kitâb'ı tebliğ etmiştir:

"İşte sana da böyle emrimizden bir ruh (kalblere can veren bir Kitap) vahyet-tik. Sen kitâb nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu bir nûr yaptık. Kulla­rımızdan dilediğimizi, onunla hidâyete iletiyoruz. Ve şüphesiz ki sen, doğru yo-ia götürü yorsun; göklerde ve yerde bulunan herşeyin sahibi Allah'ın yoluna. Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah'a döner." (Şûra: 52-53)

 

474 ¦ ŞûrS Sûresi

 

Free Web Hosting