TAHA SURESİ

Tâ Hâ; bu harfler Arap alfabesinin harflerinden iki tanesidir ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'in isimlerinden de değildir. Çünkü bu hususta sahih bir hadis yoktur. Dolayısıyla bu iki harf, birçok sûrenin kendisiyle başladığı tekil harflerdendir ve bunlardan kastedilen anlamı da ancak Allah (c.c.) bilir.

Ayrıca bu harflerden (Hurûf-u Mukattaa) maksadın, Araplar'a bir uyarı niteliği taşıdığı da söylenmiştir. Zira Kur'ân, Araplar'ın alışık oldukları ve bildikleri harfler­den oluşan bir kelam olmasına rağmen onlar, Kur'ân'm bir benzerini getirmekten âciz kalmışlardır.

Kur'ân-1 Kerîm, semadan vahiy olarak indirildiği için semavî karakter ve ruh onun nazmında ve hedefinde apaçık görünmektedir. Yüce varlığı ve mutlak birliği is­pat hususunda Kur'ân'm bir benzeri yoktur. Dürüst, temiz ve tarafsız bir okuyucu, Kur'ân'ın insanları Rablerine doğru yönlendirdiğini, kalplerine Allah (c.c.) korkusu yerleştirdiğini, akıllarını O (c.c.)'nun nuruyla aydınlattığını ve onlara âhireti yakînî olarak hissettirdiğini anlar.

Kur'ân-ı Kerîm'i Rabbinden alan kimsenin temiz bir basiret ve bozulmamış bir fıtrat sahibi olduğunu ve de cahiliye döneminde doğruluk ve emanetle meşhur oldu­ğunu herkes bilir. En azılı düşmanları bile O (s.a.v.)'nun şerefini kötülemeye ve ha­yatına leke sürmeye cesaret edememişlerdir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), Rabbinden almış olduğu bu vahiyleri kavmine okuduğun­da onların hemen kendisini tasdik edivereceklerini zannetti, çünkü Ö (s.a.v.) hiçbir zaman için yalan söylememişti. Ne var ki kavminin taşımış olduğu taassup, O (s.a.v.)'nun getirdiği şeyleri reddetmeye ve O (s.a.v.)'na iftira edip delilikle suçlama­ya kadar götürdü.

Şerefli bir kimse, suçsuz olduğu ve yapmadığı şeylerle suçlandığında üzülür ve hüzünlenir. Bu sıkıntı o kişinin sağlığını etkiler ve hayatını çekilmez kılar. İşte âlem­lerin Rabbi olan Allah (c.c.) nebisine acıyarak O'nu şöyle teselli etmekteydi:

TâHS Sûresi • 303

Kur'ân-ı      Kerîtn'in      Konulu     Tefsiri

"Ey nebî, insanların yalanlamalarına niçin üzülüyorsun? Oysa sen sadece ve sa­dece uyarıcısın. Kim sana tabî olursa kurtulur, kim de inkâr ederse helak olur." "Biz, Kur'ân'ı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik. Kur'ân yeri ve yüce gökleri yaralan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir. Rahman, Arş'a isliva etmiştir." (TâHâ, 20/2-5)

Bu âyetlerde Allah (c.c.) Teâlâ'nm yüceliği ve büyüklüğü ile ilgili peşpeşe sıra­lanan nitelikler, öncelikle Kur'ân'ın bizzat Allah (c.c.) katından indirildiğini ortaya koyuyor ve değerini yüceltiyor, ardından da onu tebliğ eden Resul (s.a.v.)'ün konu­munu yüceltiyor.

Şüphesiz ki tebliğ, meşakkatli ve zor bir görevdir. Zâlim, kaba saba, sert ve mü-samahasız yalancılarla mücâdele etmek, çok sıkıntılı bir iştir. Bu daveti yalanlayan­ların sertlik ve kabalıklarına sabredebilmesi için nebîye şöyle denilmektedir. "Tebliğ ile görevlendirilip de müstekbirlerin kin, nefret ve düşmanlıklarına tahammül etmek zorunda kalan kişi sadece sen değilsin. Örneğin senden önce Hz. Mûsâ (a.s.) da fır'avunlarla mücâdele ederken ve kölelik âdeta ruhlarına işlemiş sert tabiatlı bir halk olan İsrâiloğullan'na liderlik ederken bir çok sıkıntılara katlanmıştır."

"(Resulüm) Musa'nın haberi sana ulaştı mı? Hani O, bir ateş görmüş ve âİlesi-ne: Bekleyin! Eminim ki bir ateş gördüm. Belki ondan size bir meş'ale getiri­rim veya ateşin yanında bir rehber bulurum, demişti." (TâHâ, 20/9-10)

Hz. Mûsâ (a.s.)'nın hayat hikâyesi sûrenin genelini kapsamaktadır. Sûre öncelik­le Hz. Mûsâ (a.s.)'nın Fir'avun'u hidâyete erdirmek için nasıl çaba gösterdiğini, ar­dından sihirbazlarla karşılaşmasını ve onlara nasıl üstün geldiğini anlatmaktadır. İkin­ci olarak da İsrâiloğullan'na nasıl liderlik yaptığını ve bu esnada kavminden çektiği sıkıntılara nasıl tahammül ettiğini anlatmaktadır. Hz. Mûsâ (a.s.)'nın kıssası Kur'ânı Kerim'de on küsur yerde tekrar edilmesine rağmen, her geçtiği yerde diğer yerlerde anlatılanlardan farklı özellikler arz ermektedir. Öyle ki, sizler bu kıssanın anlatıldığı bir yerde diğer yerlerde bulamayacağınız bilgileri bulursunuz. Örneğin bu sûrede Hz. Mûsâ (a.s.) elindeki asasını anlatırken, yüce Allah(c.c) ile aralarında geçen o güzel konuşmayı uzattıkça uzatmıştır.

"O, benim asanıdır, dedi. Ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkerim ve benim ona başkaca İhtiyaçlarım da vardır." (TâHâ, 20/18)

İşte bu nitelikler başka hiçbir sûrede yoktur.

Şöyle bir bakın, bu sûrede Hz. Mûsâ (a.s.) Fir'avun'a Rabbinden bahsederken O (c.c.)'nu nasıl niteliyor:

"Fir'avun: 'Rabbiniz de kimmiş, ey Mûsâ?' dedi. O da: 'Bizim Rabbimiz her şeye varlık ve özelliğini veren sonra da doğru yolu gösterendir.' dedi. Fir'avun: 'Öyleyse önceki milletlerin hâli ne olacak?' dedi. Mûsâ: 'Onlar hakkındaki bil-

304 • TâHi Sûresi

Muhammed     Gazalî

gi, Rabbimin yanındaki bir kitapta bulunur. Rabbim ne yanılır ne de unutur.' de­di. O size yeri beşik yapan ve onda size yollar açan, gökten de su indirendir. Onunla biz çeşitli bitkilerden çiftler yarattık." (TâHâ, 20/49-53)

İşte bu nitelikler sadece bu sûreye özgüdür ve kıssanın anlatıldığı başka sûreler­de yoktur.

Aynı şekilde, sihirbazların Allah (c.c.)'a imanları hakkındaki sözleri ve buna kar­şılık Fir'avun'un işkencelerine karşı nasıl sabrettikleri, sadece bu sûrede peşpeşe ve kesintisiz olarak anlatılmıştır:

"Bize hatalarımızı ve sizin bize zorla yaptırdığınız büyüyü bağışlaması için Rabbİmize iman ettik. Aüah mükâfatı en hayırlı ve en sürekli olandır. Şurası muhakkak ki, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, cehennem sadece onun içindir. O İse orada ne ölür ne de yaşar. Kim de İyi işler yapan bir mü'min ola­rak O'na varırsa üstün dereceler işte sırf bunlar içindir." (TâHâ, 20/73-75)

Hz. Mûsâ (a.s.)'nm kıssasının akabinde, saçları diken diken eden ve kalbe korku salan âhiretle ilgili şöyle bir anlatım vardır:

"Sana dağlar hakkında sorarlar. De ki: Rabbim onları ufalayıp savuracak. Böy­lece yerlerini dümdüz ve boş bırakacaktır. Orada ne bir iniş, ne de bir yokuş gö­rebileceksin. O gün insanlar, dâvetçiye (İsrafil'e) uyacaklar. Ona karşı yan çiz­mek yoktur. Artık çok esirgeyici Allah hürmetine sesler kısılmıştır. Bu yüzden fısıltıdan başka bir ses işitemezsin. O gün Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez. O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi ise bunları kapsayamaz. Bütün yüzler, canlı ve her şeye hâkim olan Allah için eğilip boyun bükmüştür. Zulüm yüklenen ise gerçekten perişan olmuştur." (TâHâ, 20/105-111)

İşte âhiretle ilgili bu nitelikler küfrün önderlerini sarsıyor ve insanları Allah (c.c.)'a iman etmeye ve O (c.c.)'nun huzuruna çıkacakları güne hazırlık yapmaya sevk ediyordu.

Bu sûrenin tam on yerinde "hatırlama ve unutma" olgusunun geçiyor olması âlimlerin dikkatini çekmiştir:

1- "Biz, Kur'ân'ı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir hatırlatma olsun diye indirdik." (TâHâ, 20/2-3)

Bu âyette vahiy bir hatırlatma ve aydınlatmadır, ayrıca gaflet ve endişeyi gideri­ci bir özelliğe sahiptir.

2- "Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et ve beni hatırlamak için namaz kıl." (TâHâ, 20/14)

Namazı ikame etmek şudur. Cemaatle namaz kılarken saf tutulur ve Allah (c.c.)'ı

TSH5 Sûresi • 305

Kur'ân-ı     Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

teşbih etmek, selamlamak için bedensel ve ruhsal bir hazırlık yapılır. Bir hadiste şöy­le denilmektedir. "Namazda safları düzeltmek namazın edasındandır."

3- Risâlet görevini taşımak hususunda kardeşi Hz. Hârûn (a.s.)'u yardımcı olarak istedikten sonra Hz. Mûsâ (a.s.) şöyle sesleniyor:

"...ve onu işime ortak kıl. Böylece seni bol bol teşbih edelim. Ve çok çok hatır­layalım/analım seni. Şüphesiz sen bizi görmektesin." (TâHâ, 20/32-35)

4- Daha sonra Allah Teâla Hz. Mûsâ (a.s.)'ya şöyle seslenmiştir.

"Sen ve kardeşin birlikte âyetlerimi götürün. Beni hatırlamayı/anmayı ihmal etmeyin." (TâHâ, 20/42)

5- Ardından Allah (c.c), Hz. Mûsâ (a.s.)'yı göndermesinin gayesini açıklamakta­dır: Fir'avun'u sarhoşluk uykusundan uyandırmak ve Rabbİne tevbe etmesini sağla­mak.

"Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başını alır/hatırlar ve korkar." (T& Hâ, 20/44)

6- Hz. Mûsâ (a.s.), geçmiş ve gelecekteki Allah (c.c.)'ın bu evrenle ilgili ilmin. ¦ şu şekilde açıklıyor.

"Mûsâ dedi ki: Onlar hakkında bilgi Rabbimin yanında bir kitapta bulunur Rabbim ne yanılır ne de unutur." (TâHâ, 20/52)

7- Bir başka ilginç husus da Samirî'nin kendi elleri ile yaptığı buzağıyı anlatır­ken ve onun bu hilesine kananların söyledikleri şu sözdür:

"Bu adam, onlar için böğürebilen bir buzağı heykeli İcat etti. Bunun üzerine: İş te bu sizin de Musa'nın da tanrısıdır, fakat O onu unuttu, dediler." (TâHâ 20/88)

8- Hz. Mûsâ (a.s.) ile kavminin hikâyesini anlattıktan sonra yüce Allah (c.c), el­çisine şöyle sesleniyor:

"İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüp hesİz ki tarafımızdan sana bir hatırlatma/zikir verdik. Kim ondan yüz çevirir se, şüphesiz ki kıyamet gününde o ağır bir günah yükünü yüklenecektir." (Tâ Ha, 20/99-100)

9- Yüce Allah (c.c.) Kur'ân-ı Kerîm'in Özelliği ve indirilişinin esrarını anlatırkei şöyle diyor.

"Biz onu böylece Arapça bir Kur'ân olarak indirdik ve onda ikazları tekrar tek rar açıkladık. Umulur ki onlar korunurlar, yahut da o Kur'ân kendileri İçin bi hatırlatma olur." (TâHâ, 20/113)

306 ¦ TiHâ Sûresi

Muhanımed     Gazali

10- Cennette kendisine her türlü ikram yapılırken Hz. Âdem (a.s.)'in oradan çı­karılması İle ilgili de şöyle buyuruyor:

"Andolsun biz, daha Önce de Âdem'e ahit vermiştik ne var ki o, ahdi unuttu ve onda bir azimde bulamadık." (TâHâ, 20/115)

Tüm bunlardan sonra bireylere ve toplumlara şu genel uyarı geliyor:

"Kim de beni anmaktan/hatırlamaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu kıyamet günü kör olarak hasredeceğiz. O: 'Rab-bim! Beni niçin kör olarak hasrettin? Oysa ben, hakikaten görür idim.', der. Al­lah buyurur ki: İşte böyle. Çünkü sana âyetlerimiz geldi, ama sen onları unut­tun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun!" (TâHâ, 20/124-126)

Sonuçta denilebilir ki TâHâ Sûresi tamamen, Allah (c.c.)'tan gafi] kalmanın, O (c.c.)'nu önemsememenin ve O (c.c.)'nun yönlendirmelerinden; emir ve yasakların­dan uzaklaşmanın tehlikelerini gözler önüne sermektedir. Şüphesiz ki insana musal­lat olan unutkanlık, sahibini tamamen kaplamaz, kişi isterse çabucak hatırlar. Asıl korkulması gereken şey unutkanlığın, kişinin basiretini köreltecek, onu kararsız kıla­cak ve de sahibini cehenneme bir odun olarak götürecek kadar, onu çepeçevre bir şe­kilde kaplamasidır.

TâHâ Sûresi'ndeki ikinci kıssa Hz, Âdem (a.s.)'in hayat hikâyesidir. Sûre bu hi­kâyeyi anlatmaya Hz. Âdem (a.s.)'in şeytan karşısındaki yenilgisinin sebeplerini or­taya koyarak başlıyor, ardından da cennetten çıkarılmasını anlatıyor. Buna göre Hz. Âdem (a.s.)'in bakış açısı netliğini kaybetmişti ve iradesi zayıflamıştı. Ya da Kur'ân'ın ifâdesine göre:

"Andolsun biz, daha önce de Âdem'e ahit vermiştik. Ne var ki o, ahdi unuttu ve onda azim de bulamadık." (TâHâ, 20/115)

Hz. Âdem (a.s.) o belirlenen ağacın meyvesinden yemesi yasaklandığı zaman uyanık, dikkatli ve bilinçli idi. Ancak günler geçtikçe bu uyanıklık ve dikkatlilik kay­bolmaya, unutmaya, iradesi zayıflamaya, yasaklanan o ağaca karşı isteği artmaya ve şeytanın; 'şayet o ağaçtan yerse bitmez tükenmez bir ebedîlik ve geniş bir mülk sahi­hi olacağı' ile ilgili, nefsine uyacağı yalancı vesveseleri işitmeye başladı.

"Derken şeytan O'nun aklını karıştırıp; 'Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve so­nu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?' dedi." (TâHâ, 20/120)

Netice de Hz. Âdem (a.s.) o yasak ağacın meyvesinden yemek için ona yöneldi ve eşini de teşvik etti. Bu sebeple ikisi birden cennetten kovuldular. Kur'ânî bağlam şunu kesin ve net olarak ortaya koymaktadır: Bu günahın asıl sorumlusu Hz. Âdem (a.s.)'dir, eşinin suçu ise ona karşı çıkmaması ve nasihat etmemesidir.

Hz. Âdem (a.s.) cenneti kaybederken, onunla birlikte eşi de kaybetmiştir. Artık

TSH3 Sûresi • 307

Kuv'ân-ı      Kcrîm'iıı      Konulu     Tefsiri

zorluk ve sıkıntılarla dolu bir hayata başlamak için, birlikte yeryüzüne indirilmişlerdir.

Birinci hikâye tüm insanların hayatında hemen her gün tekerrür etmektedir. Zira unutkanlık insanları kapladığında, peşinden çöküş ve İyi durumu kaybetme gelmek­tedir. Allah (c.c.)'ı devamlı olarak hatırlayan, tam bir teyakkuz halinde olan ve tuzak­lar karşısında bağları çözülmeyen azimli İnsanlar, ancak cennete namzet olabilirler.

Ayaklan kaydığı zaman sonsuza dek Allah(c.c.)'ın rızâsından mahrum kalmama­ları için hata eden ve hak yolda yürürken tökezleyen kimselerin önünde, tevbe gibi bir kapının açık olması, Allah (c.c.)'ın kullarına olan bir fazlı, lütfü ve ihsanıdır. Allah (c.c.)'ın yolundan sapan ve onun hak yolundan yüz çevirenlerin cezası ise başkadır:

"Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak hasredeceğiz." (TâHâ, 20/124)

Dünya, aslında bir hesap (ceza ve mükâfat) yurdu olmamasına rağmen yüce Al­lah (c.c), suçlular için bazı cezalan daha bu dünyada iken verir. Tıpkı, adaleti ve lüt­fü gereği bazı iyi kimselere mükâfatım bu dünyada verdiği gibi.

Sûrenin sonuna baktığımız zaman onun baş tarafı ile sıkı bir ilişki İçinde olduğu­nu görürüz: Allah (c.c.)'ın Resulü (a.s.)'ne işkence eden ve kalbini hüzünle dolduran müşrikler, acaba kendilerinden Önceki atalarının vardıkları şu kötü sonuçtan hiç kork­muyorlar mı?

"Bizim, onlardan önce nice nesilleri helak etmiş olmamız kendilerini yola ge­tirmedi mi? Halbuki onların yurtlarında gezip dolaşıyorlar. Bunda, elbette ki akıl sahipleri için nice ibretler vardır." (TâHâ, 20)

Gerçek şu ki, insanlığın yaratılışından bu tarafa, hak ve bâtıl arasındaki mücâde­le kesintisiz olarak devam etmektedir.

İşledikleri günahlar sebebiyle medeniyetler yok olmasına, kendisine yapılan sal­dırıların aç gözlülüğüne ve ilkelerinin hiçbirinin kay bol mamasına rağmen, sonuçta insanlar sapıklıklarından dönmemişler ve hidâyet yolunun devam etmesi için, onu kendi haline bırakmamışlardır.

Zamanın uzunluğuna oranla, şu kısacık hayatında hakikati tek başına bırakıp kaç­mayan nice erler gördüm ve yine Allah (c.c.)'ı ve elçilerini unutan nice tâğûtlarm iş­başında olduklarını gördüm. Ancak, şu bir gerçek ki, hayat ileri gitme ve geri çekil­me arasında gidip gelen bir süreçten ibarettir. (Yani bazen iyidir, bazen de kötüdür.) Kin ve düşmanlık ne kadar uzun sürerse sürsün, sonuç ve süreklilik daima iyi ve gü­zel olanındır. ''...Köpük akıp gider, insanlara fayda veren şeye gelince, işte o yeryü­zünde kalır. İşte Allah böyle misaller getirir." (Ra'd,12/117)

Allah (c.c), Hak İle bâtıl arasındaki bu sürekli mücâdelenin ilkelerini öyle belir­lemiştir ki, bu ilkeler ne acelecilerin aceleciliği ile sarsılır ve ne de haddi aşanların

308 • TSHS Sûresi

M u h a m m e d     Gazali

taşkınlıkları ile hedefinden sapar. Şu âyetin anlamı işte bunu ifâde etmektedir.

"Eğer Rabbİnden, daha Önce sâdır olmuş bir söz ve tayin edilmiş bir süre olma­saydı, (ceza onlar için de dünyada) kaçınılmaz olurdu." (TâHâ, 20/129)

Evet burada sapmayan ve sarsılmayan yüce ilkelerin hüküm sürdüğü, bir düzen vardır.

Tüm bu anlatılanlardan sonra söz, teselli etmek ve yatıştırmak için Hz. Peygam­ber (s.a.v.)'e yöneliyor. Acaba bu teselli ne ile gerçekleşiyor dersiniz? Sabırla, Allah (c.c.)'ı anmakla ve O (c.c.)'na hamd etmekle. Bu tıpkı Hicr Sûresî'nin son kısmına benziyor.

"Onların söyledikleri şeyler yüzünden senin canının sıkıldığını biliyoruz. Sen şimdi Rabbini hamd ile teşbih et ve secde edenlerden ol!" (Hicr, 15/97-98)

Hakkın tamamen her tarafı kaplaması, bâtılın önündeki alanı daraltır ve ona yer­leşeceği geniş bir alan bırakmaz. İşte bu sebeple yüce Allah (c.c.) Resulü (a.s.)'ne şöyle sesleniyor:

"Sen, onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından Önce de batmasından önce de Rabbini övgü ile teşbih el; gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün iki ucunda da teşbih el ki, sen Allah'tan hoşnut olasın (Allah'ta senden!)" (TâHâ, 20/130)

Yani kâfirlerin sana yönelttikleri yalanlamaların üzüntüsü ile sen mutsuz ve kötü olma.

Peygamberlerin ve dâvetçilerin, Allah (c.c.)'la olan irtibatlarının güçlenmesi ve O (c.c.)'ndan yakınlık talep edilmesi dışında, hiçbir tesellileri yoktur.

"Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dün­ya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme! Rabbinin nimeti hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir." (TâHâ, 20/131)

İnkarcılar ve isyankârlar belki de bu dünyadan daha fazla zevk ve haz alabilirler ve daha çok istifâde edebilirler. Oysa ki bunun hiçbir kıymeti ve değeri yoktur, çün­kü onların varacakları son helaktir. Zira kendilerine verilen mal ve mevkiler sebebiy­le Övünen kâfirler hakkında şöyle bir âyet vardır: "Kendilerine âyetlerimiz ayan be­yan okunduğu zaman inkâr edenler, iman edenlere: 'iki topluluktan hangisinin mevkî ve makamı daha iyi, meclis ve topluluğu daha güzeldir?' dediler. Onlardan önce de, eşya ve görünüş bakımından çok daha güzel olan nice nesiller helak ettik." (Mer­yem,19/73-74) Bir hadis-i şerifte geçtiğine göre, bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.), sert yatağının üzerinde uyurken hasır izlerinin vücuduna çıktığını gören Hz. Ömer (r.a.) üzülür ve Kayser ve Kisra'nın gösterişli konforunu ve geniş dünyasındaki rahatlığını hatırlar, fakat Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ömer (r.a.)'e şunu bildirir: "Onlar, iyilik ve

TSHâ Sûresi • 309

Kur'ân-j     Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

güzellikleri bu dünyada iken verilen kimselerdir. Bu sebeple bunlar bizi üzmesin."

"Sakın, kendilerini denemek İçin onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dün­ya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme! Rabbinin nimeti hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir." (TâHâ, 20/131)

En güzel ve en şerefli olan şey, evlerin ibâdet ışığı ile aydınlanması ve temizlen­mesidir. Evleri takva ve Allah (c.c.)'a yönelme havası kaplamalıdır. İşte böyle bîr ma­nevî donanıma sahip evlerden de, insanlara edep ve iffet öğretecek ev sahiplerinin çıkması ne güzel şeydir. Yüce Allah (c.c.) Nebisi (s.a.v.)'ne şöyle emrediyor:

"Ailene namazı emret. Kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyo­ruz, aksine biz seni rızıklandrrıyoruz. Güzel sonuç takva sahiplerinindir." (Tâ­Hâ, 20/132)

İslâm'ın insanları, sadece İyilik ve güzelliklerde yarışırlar ve onların evleri de in­sanlar için iyi bir örnektir. Sıradan insanlar ise, kaybetmeleri halinde keder ve üzün­tüden ölecek şekilde, kendilerine verilen nzikla nefislerini meşgul eder dururlar. So­rumlu tutuldukları görevleri yerine getirirken özen göstermezler. İbn-İ Atâ'nın dediği gibi, bu davranış basiretin kapalılığından ya da yokluğundan kaynaklanmaktadır.

Söz döndü dolaştı bir kez daha Mekke müşriklerine geldi. Sûre onların, Resul (s.a.v.)'ün doğruluğuna ikna olmaları için, ısrarla mucize talep ettiklerini hatırlatmak­tadır. Onlar gerçekte neyi istiyorlardı? örneğin Safa tepesinin altına dönüşmesini mi istiyorlardı? Oysa Safa tepesi altına dönüşse ve ondan külçe külçe altın alsalar ve is­tedikleri gibi harcasalar dahi onlar, yine de iman etmeyeceklerdir. Onlara apaçık ve inkârı mümkün olmayan mucizeler gelmişti, fakat onlar anlayamadılar:

"Onlar: 'Bize Rabbinden bir mucize getirmeli değil miydi?' dediler. Önce ge­len kitaplardakinin apaçık delili onlara gelmedi mi?" (TâHâ, 20/133)

Yüce Allah (c.c.) onlara, geçmiş peygamberlerin diliyle anlatılan tüm hikmetleri toplayarak, özel bir kitap olarak indirmiştir. Ama buna rağmen bu, onlara fayda ver­miş midir? Yoksa onlar akıllarını çalıştırmıyorlar mı?Allah(c.c.) onları, sapıklıkları sebebiyle yakalayıp azabı tepelerine indirdiğinde şöyle haykırırlar: Bizlere hiçbir uyarıcı gelmedi ki!! Bizleri uykumuzdan uyaracak biri gelmeli değil miydi? Oysa siz­lere apaçık uyarıcılar gelmişti de siz ona karşı kulaklarınızı tıkamıştınız. Öyleyse akı­betinizi bekleyin:

"De ki; herkes beklemektedir, öyleyse siz de bekleyin. Yakında anlayacaksanız; doğru düzgün yolun yolcuları kimmiş ve hidâyette olan kimmiş!" (TâHâ, 20/135)

310-TâHa Sûresi

 

Free Web Hosting