VAKIA SURESİ

Vakıa, örneğin: Hakka, Kâria, Sâ'a gibi kıyamet gününe verilen isimlerden bi­ridir. Bu sûrenin ilkeleri bellidir. Dünyanın son bulacağına, hesabın başlaya­cağına dâir kısa bir sözle başlamakta, sonra yeniden dirildikten sonra insan sınıflarını zikretmektedir. Bu sınıflar, uzak yarışçılar (Ashâbü's-sebki'I-baîd), sağcı­lar (Ehlü'l-yemîn), solcular (Ehlü'ş-şimâl)dır.

Sûre, bundan sonra yeniden dirilmenin hak, onu inkâr etmenin budalalık olacağı­na dâir beş delil sunmaktadır. İnsanın bu dünyadan ölümle yolculuk edeceğini nitele­yerek ve sâbikûn, ehlü'l-yemîn ve ehlü'ş-şimâl olmak üzere üç sınıftan söz ederek son bulmaktadır.

Geçim sıkıntıları, tutkular, uyuşturucular altında tuhaf maddî yönleri dışında baş­ka bir şey hissetmeyen bir yığın İnsan vardır. Bunlardan biri şaşkın bir şekilde şöyle diyor: Kıyametin olacağını sanmıyorum! Bir başkası şöyle diyor: "Ancak rahimler dı­şarı atar, yer yutar ve bizi sadece dehir(zaman) helak eder!" Bazen bu delilik üzerine yemin edebiliyorlar ve Ölümden sonra hayatın olmayacağını kesin bir dille ifade edi­yorlar: "Onlar 'Allah ölen bir kimseyi diriltmez' diye olanca güçleriyle Alllatia and içtiler." (Nahl: 38)

Yarının ölümünü görmek bugünün ölümüyle mümkündür. Bugünün ölümü, sahi­bine gelecekte olacakları, ölümden ibret almak İstemeyenleri ansızın yakalayacağını haber vermektedir! Çağlar geçer, kitleler unutulur. İnkarcılar, hiç eksilmeden çoğal­maktadırlar. Her yerde küfrün şeyi yüksek çıkmaktadır.

Kıyamet ansızın kopacak, küfrün sesi kısılacak ve sedası boşa çıkacaktır:

"Olay olduğu (kıyamet koptuğu) zaman. Ki onun oluşunu yalanlayacak hiç kimse yoktur." (Vakıa: 1-2)

İnsan, tabiatı itibariyle tartışmacıdır, inatçıdır Fakat keşke dediği şey olmasaydı. Korku gelip çattı. İftiracıların boğazları kurudu. Konuşabilselerdi ya!

VSk.a Sûresi • 535

Rur'ân-ı     Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

"O alçaltıcı, yükselticidir." (Vakıa: 3)

Orada liderler ve krallar, yoksul ve muhtaç bir şekilde diriltüecektir. Çünkü onlar bu güne hiç hazırlanmadılar! Orada bilinmeyen meçhuller, kıyamet gününde lider olacaklardır. "Bu dünyada nice giyinmiş olanlar kıyamet gününde çırılçıplaktırlar." Çünkü o, durumları düzelten, sahteleri ayıklayan ve hakkı ortaya çıkaran bir gündür.

Kimi müfessirler, alçaltma ve yükseltmenin bu yeryüzünde olacağı görüşündedir­ler. Hadiste geçtiği üzere: "Kıyamet gününde insanlar, tıpkı katıksız ekmek gibi boş beyaz bir yerde dirileceklerdir. Orada hiç kimseye işaret yoktur."

Her yalınayak ve çıplak, âlemlerin Rabbi için kalkacaktır: "(Resulüm!) sana dağ­lar hakkında sorarlar. De ki: Rabbim onları ufalayıp savuracak. Böylece yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır. Orada ne bir İniş, ne de bir yokuş göreceksin." (TâHâ: 105-107)

Her iki yorum da birbirini tamamlamaktadır. Aralarında savunmaya gerek yoktur. Orada nesepler ve lakaplar uyduran ve bâtıl şeylere inanan insanlardan İstediğini yı­kan sosyal sarsıntı olacaktır. Orada Yüce Allah'ın şu buyruğunda niteliği anlatılan maddî sarsıntı da olacaktır:

"Yer şiddetle sarsıldığı, dağlar parçalandığı, dağılıp toz duman haline geldiği zaman." (Vakıa: 4-6)

Kıyamet kopunca herşeyi sarsan sarsıntı olur. Sert kayalar, tıpkı bu ince evrende gördüğümüz hüzmelerdekİ zerrelere dönüşürler: "Yer başka bir yer, gökler de (başka gökler) hâline getirildiği, (insanlar) bir ve gücüne karşı durulamaz olan Allah' in hu­zuruna çıktıkları gün (Allah bütün zâlimlerin cezasını verecektir)." (İbrâhîm: 48)

Yeryüzü değişmeden önce bizim burada ne kadar kalacağımızı bilemiyoruz? On­larca ve yüzlerce asır mı? Belli bir zaman tahdidi o kadar önemli değildir. Önemli olan, bu uzun tarihin son hasadının olacağıdır.

Yüce Allah, Âdemoğulları'nın üç gruba ayrılacağım açıklamıştır:

"Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman, sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! Sol-dakiler, ne bahtsızdırlar onlar! (Hayırda) önde olanlar, (ecirde) öndedirler, işte bunlar, naîm cennetlerinde (Allah'a) en yakın olanlardır." (Vakıa: 7-12)

Vakıa Sûresi, yeniden dirilmeye dâir deliller zikretmiş ve tabiat ufuklarından ve insan deneyimlerinden çeşitli beş delil sunmuştur.

1- "Sizi biz yarattık. Doğrulamanız gerekmez mi?" (Vakıa: 57)

Birinci yaratış sahibi neden ikinci yaratıştan âciz kalacağı ile itham edilmektedir? Ben ders verirken yoruluyorum. Onu yeniden anlatınca bana^olay geliyor.

Bu düşünceyi destekleme kabilinden bir başka âyette Allah şöyle buyuruyor: "İl-

536 • Vakıa Sûresi

Muhammed     Gazali

kin mahlûkunu yaratıp (ölümden) sonra bunu (yaratmayı) tekrarlayan O'dur, ki bu O'nun için pek kolaydır." (Rûm: 27) Allah katında, zor, kolay, basit, daha basit yok­tur. Bunun için bu desteklemeyi şu sözüyle sürdürüyor: "Göklerde ve yerde (tecelli eden) en yüce sıfat O'nundur. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir." (Rûm: 27)

Bu delil, bir çok sûrede tekrarlanmıştır. Bu gayet açık olup bunu kendini beğen­miş budaladan başkası inkâr etmez: "Bir de onlar dediler ki: 'Sahi biz, bir kemik yı­ğını ve kokuşmuş bir toprak olmuş iken, yepyeni bir hilkatte diriltileceğiz, öyle mü' De ki: İster taş olun, ister demir, İsterse aklınıza (yeniden dirilmesi) imkânsız gibi gö­rünen herhangi bir yaratık! Diyecekler ki: 'Bizi tekrar hayata kim döndürecek?' De ki: Sizi ilk kez yaratan..." (İsrâ: 49-51)

Kur'ân-ı Kerîm, bakıp düşünme isteğini ve başlangıç ve dönüş için bu varlık hak­kındaki düşünceyi soruşturmayı teşvik etmektedir. Bir gerçekte varız. Nasıl var ol­duk? Son dirilişi, uzak görmek ahmaklıktır.

Allah'ın, yaratılanı ilk baştan nasıl yarattığını, (ölümden) sonra bunu (nasıl) tek­rarladığım görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır. De ki: "Yeryüzünde ge­zip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın, işte Allah, bundan sonra (ay­nı şekilde) âhire t hayatını da yaratacaktır. Gerçekten Allah, herşeye kadirdir. O, dile­diğine azâb eder, dilediğini esirger. Ancak O'na döndürüleceksiniz." (Ankebût: 19-21)

2. delil: Âlemi ilk yaratanın gayreti tükenmemiş ve gücü azalmamıştır. O her gün, hatta her saat, her an yarattığını yenilemektedir! Ancak, insanın yaratılmasında ve sü­rekli yeni zürriyetlerin oluşunda bu böyledir.

Bu delil, Yüce Allah'ın şu buyruğunda da belirtilmiştir:

"Söyleyin öyleyse, (rahimlere) döktüğünüz meni nedir? Onu siz mi yaratıyor­sunuz yoksa yaratan biz miyiz? Aranızda ölümü takdir eden biziz. Ve biz, önü­ne geçileceklerden değiliz. Böylece sizin yerinize benzerlerini getirelim ve sizi bilmediğiniz bir âlemde tekrar var edilim dîye (ölümü takdir ettik)." (Vakıa: 58-61)

Meni ilginç bir sudur. Bu, - Yüce Kadir'in dilinde- adî bir su olup insandan bir defa çıkışında ikiyüzbin canlı sperm taşır. Bu gözle görülmeyecek kadar küçük can­lı, oluşumunda bütün insanın maddî ve manevî özelliklerini içinde barındırır.

Bu eskiden beri bilinmektedir. Nûr Sûresi'nde anlatılan mulâane kıssasında gay­ri meşru çocuk edinen hamile bir kadına Resul şöyle der: "Şayet bu kadın, gözleri sürmeli, kalçaları uzun, baldırları geniş bir çocuk doğurursa onun doğurduğu çocuk Şureykb. Sem'a'hindir...!"

Beden özellikleri, tıpkı aklî ve ahlâkî özelliklerin taşındığı gibi babadan oğula canlı meni yoluyla nasıl taşındığına bakın.

Vakıa Süresi • 537

Kur'ân-ı      Kerîm'in      Konulu     Tefsiri

Dahi insanlardan oluşan cemiyetleri yöneten uluslararası fabrikatörler bu yumur-talardaki özellikleri üretebilirler mi? Hiçbir şey yapamazlar. Çünkü bunların madde­si kandan alınmaktadır. Kan da gıdadan, gıda ise topraktan gelmektedir.

Bunları ilk ve son şekliyle düzenleyen Allah'tır: "O (Allah) ki, yarattığı her şe­yi güzel yapmış ve İlk başta insanı çamurdan yaratmıştır. Sonra onun zürriyetini, da­yanıksız bir suyun özünden üretmiştir. Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona ken­di ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!" (Secde: 7-9)

İnsanın sadece bir tek spermden yaratılması ve diğer ikiyüz milyonunun boşa git­mesi müthiş bir olaydır! Âdeta Allah, kendini beğenen insana: "Senin ve senin gibi milyarların yaratılışı bir yükümlülük ifâde etmez." demektedir.

Kendisinin felsefeyle uğraştığım sanan ahmak birine dedim ki: Spermi yaratarak onu rahimde tutan kimdir? Anne ve babandan herbiri bir şeyden habersizdir! Sen ge­lip bir de inkâra yelteniyorsun:

"Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?" (Va­kıa: 62)

3. delil: Üzerinde muhteşem varlıkları yaşatan yeryüzünde çardaklı ve çardaksız bağlar, bahçeler, ormanlar, binbir çeşit meyveler, çeşitli renk ve kokularda çiçekler görmektesin.

Bütün bunları yaratan kimdir? Çiftçi toprağı sürer, tohumu saçar ve ondan sonra birşey bilmez. Ancak Yüce Kudret'in yaptıklarına tanık olur, teslim olmuş bir halde Allah'ın verdiklerini kabul eder. Bunlar, ya yaratanı ve yoktan varedeni bilmeye ya da ölüm ve hayat kıssasını kavramaya sevkeder.

Vakıa Sûresi'nde, son diriliş delillerinden olan ekin ve mahsuldeki şeylere gön­dermeler vardır:

"Şimdi bana ektiğinizi haber verin. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız." (Vakıa: 63-65)

Ölüleri diriltme, dünyanın her tarafında yinelenen bir kıssadır: "(Bu hususta) ölü toprak onlar için önemli bir delildir. Biz ona hayat verdik." (YâSîn: 33) İnsanları ka­birlerinden çıkarma, çeşitli maden ve maddeleri taşıyan toprağın karanlıklarından bit­kileri çıkarmaktan zor değildir: "'Allah, sizi de yerden ot (bitirir) gibi bitirmiştir. Son­ra sizi yine oraya döndürecek ve sizi yeniden çıkaracaktır." (Nûh: 17-18) Başka sû­relerde daha fazla açıklamalar vardır: "Yeryüzünü de döşedik ve ona sağlam dağlar koyduk. Orada gönül açan her türden (bitkiler) yetiştirdik. Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (bütün bunları yüptıkj." (Kâf: 7-8) Âyette geçen yönelme, aklın uyanmasıdır: Akıl uykuya dalmıştı, uyandırdı. Kendinden geç-

538 • Vakıa Sûresi

M u h a m m e d     Gazali

misti, dikkatli ol dedi.

Evet (kabirden) çıkış, Allah'a kavuşmak ve hesaba çekilmek içindir. Tıpkı küflü ve tuzlu topraktan çıkan bu meyvelerin glikoz, yağ, nişasta taşıması ve üzerinde hoş renkler oluşturması gibidir. Sonra insan, yeniden dirilmeyi inkâr etmeye çağırır. Oy­sa her an yeniden dirilmektedir.

Çiftçi, bu olup bitenleri kendisinin yaptığını düşünebilir. Bu yüzden Allah, şayet bunları yerle bir etmek istese çiftçinin birşey yapamayacağını ve bunları çekirge sürüsüne teslim edeceğini açıklamıştır:

"Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız. Doğrusu borç altına girdik. Daha doğrusu biz yoksul kaldık (derdiniz)." (Vakıa: 65-67)

Bedenlerin dirilmesi, tıpkı yeryüzünün yeşermesi gibidir. Burada açıkça gözüken iş, gökleri ve yeri Yoktan Vareden'in kudretidir. îmanın yeniden dirilme ve ceza gör­me ile motivasyon kazanması gerekir.

Ruhanî olduğu sanılan uhrevî ceza kıssasını bir düşünelim.

İnsanın cisim ve ruhtan olduğu malumdur. İnsanoğlunun erişmeye çalıştığı yük­selişin, ancak bedenin yok olmasıyla ve ne istediğini bilmemesiyle tamamlanacağı doğru mudur? Ben, Kitap ve Sünnet'te bedenin işkence ve azâb görmesine herhangi bir işaret görmedim.

Evet farz olan oruç vardır. Açlık ve susuzluğa maruz bırakır. Bazen secde ve kı­yamı uzayan ve ayakların altı şişen namaz vardır. İnsan, rızkını ter döküp çaba sarfet-tiği bir sanat ile kazanabilir. Allah yolunda öldürülerek, ruhu alınarak ve kanı dökü­lerek yaşamı son bulabilir ve burada İbnu'r-Rûmî'nin sözü gerçekleşebilir:

Topraktaki bedeni sev çünkü nevadır ve onu Allah'a yükselen bir ruh olarak sev!

Fakat bütün bunlar, ruhen ve bedenen insanın ilâhî imtihana çekilmesidir. Ruh bu imtihandan haz alır ve beden bu hazzı paylaştırır. Bedenin buradaki rolü aracı olmak­tır. Beden kendisine isabet eden şeylerle düşünür, düşünce ile birlikte katlanır ve Al­lah'ın rızasını kazanma irâdesine yönelir.

Sancı örneğin uyuşturucu ile durdurulsa ve insan ölene dek hiç bir şey hissetme­se bu bir erdemlilik olmaz!

İnsan özellikleriyle temeyyüz &den bir cinstir. Allah insanı kendi eliyle yaratmış­tır. Allah onu, bir erkek ya da kadının gelip, "Beden adîdir. Onun işkence ve azâb gör­mesi gerekir." demesi için en güzel bir biçimde yaratmamıştır.

Allah, Âdem'i yaratınca O'na şöyle dedi: "Sen ve eşin (Havva) beraberce cenne­te yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yiyin," (Bakara: 35) Bu helâl olan şeyde bedenin azap görmesi nerededir?

Vakıa Sûresi ¦ 539

Kur'ân-j     Kerîm ' i n     Konulu     Tefsiri

Allah peygamberleri yarattı. Onların yaratılışını seçkin kıldı ve onlara şöyle de­di: "Ey peygamberler! Temiz olan şeylerden y ey İn; güzel işler yapın. (Mü'minûn: 51) Bu teklifte yasak belirtileri nerededir?

Allah kendisine İnananları temiz azıklarla sevindirmiş ve bunlar karşılığında sa­dece şükretmeyi istemiştir: "Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıklann temiz olan­larından yiyin, eğer siz yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız O'na şükredin." (Bakara: 172) Bunda bedene bir savaş ve ona ihanet etme planı var mıdır?

Şanı Yüce olan Allah, ÂdemoğuUarı'nm, bu dünyada uzun yolculuklarından son­ra belli bir zaman İçinde Allah'a yeniden döneceklerini ve hayatlarına kavuşacakları­nı açıklamıştır: Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hâle getiririz. (Bu) üzerimize aldığımız bir vaad oldu. Biz (va'detliğimizi) yaparız." (Enbiyâ: 104) Bu dönüş, insanların bir ruh olarak değil bedenen veya bir beden olarak değil de ruhen mi gerçekleşecektir?

Bu çok bozuk bir düşüncedir.

İnsanlar bu insanlardır. Onlar günah ya da sevap işledikleri organlarıyla ve hissi-yatlarıyla dirileceklerdir. İnsanlar, yaptıklarını inkâr etmek için bir polemiğe girdik­lerinde organları dile gelerek onları yalanlayacaktır: "Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözlen ve derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şahitlik edecektir. Derilerine: Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz? derler. Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu, ilk defa sizi O yaratmıştır. Yine O'na döndürülüyorsunuz, derler." (Fussilet: 20-21)

Kötülüklerini giderme çabası içinde olan insan, âhirette erişeceği nimetle ödül­lendirilir. İbni Kesîr'in Taberânî'den aktardığına göre, inanan kadınlar, göz aydınlığı cennetlerde ağırlanırlar. Ümmü Seleme bu niçin böyle dedi? Peygamber: Onların Al­lah için kıldıkları namaz, tuttukları oruç ve yaptıkları ibâdet sebebiyledir, dedi!

Sonra şu hadiste inanan kadınların şöyle dedikleri aktarılmaktadır: "Biz ebedî ka­lacağız, asla ölmeyeceğiz. Biz nimetler içinde kalacağız, hiç ümitsiz olmayacağız. Biz ibâdet edeceğiz, hiç bırakmayacağız. Dikkat edin, biz razı olacağız, asla,gücen­meyeceğiz. Müjdeler olsun, bizim kendisinin olduğu, kendisinin de bizim olduğu

kimselere..."

Dünyada cihad edenler, âhirette müsterih olanlardır. Bedenlerin yok olup bir da­ha dönmeyeceği, âhiretin sadece ruhlar için olacağı, âhiret sevabının ve cezasının gö­nül rahatlığı ve huzuruna benzer mânevi bir şey olacağı görüşü, temelsiz bâtıl bir gö­rüştür.

Bu gömsün tahrif edilmiş dinlerden olan Hıristiyanlığa geçtiği bellidir. Nice put­perestlikler, dinlere sızmış, temellerini sarsmış ve ilkelerini darmadağın etmiştir.

540 • V5kıa Sûresi

Muhammed     Gazali

İlginçtir, bedenlerin üstesinden gelme ve ruhbanlık felsefesi taşıyanlar, geçmiş kralların saraylarında görülmeyen kalabalık eğlence sanatçılarıyla eğlenen ve karak­terleri bozmada nefisleri dejenere eden çağdaş medeniyete yenik düşme ve teslim ol­ma unsuru olmuşlardır. Böylece yanlış, yanlışları doğurmuştur.

Bizim dünyamızda örneğin ileri gelen ilim adamlarına verilen "Nobel" ödülüne bakalım. Edebiyat alanında belirlenen ödülde o ilim adamının nefsi sarsılmaktadır. Fakat sadece edebî ölçü, ne açlığı giderir, ne de korkudan emin kılar. Burada verilen ödül ise bir hayli fazla ve kabarıktır.

Kılavuzluk eden ceza kıssasını açıklamaya geçiyor ve diyoruz ki: Bedenin istek­leri sınırlıdır. Taşkınlık ve azgınlık rezaletini bir tarafa bırakınca bu isteklere karşılık vermek az külfeti gerektirir! Bu manevî cezanın üstünde midir? Hayır!.. Farklı yete­nekler, himmetler ve gayretler, kimileri kimilerinden yüksek çeşitli cezalarla karşıla­şırlar.

Siz samimi bir hizmetçinize yemek tabağı sunduğunuzda ona siz bakmadan önce o bakar! Size çok teşekkür eder. Fakat gözleri o tabaktan ve tabağın içindekinden ay­rılmaz. Burada sizi bilen, takdir eden ve insanlara tanıtan bir başkası daha var. Siz ona yemek tabağı sununca onun size bakışları daha derin ve önceliklidir. Sizden aldığı ye­mek tabağını bitirince yazmış olduğunuz ilmini artıracak bir kitabınızı kendisine he­diye etmenizi umut eder! Bu ikisi aynı mıdır?

Kendisini ulûhiyet övgülerinin meşgul ettiği iman ehli, sürekli onunla mesrur olur! Ya da sevinçli ve kederli anında genelde onlarla meşgul olduğu için sadece Rab-binden bekler.

Fakat sevinç ve kederin, beşerin çözemeyeceği psikolojik kanunları vardır. İman ehli hallerinden söz edince hiçbir şekilde şer'î edepleri aşamaz ve Allah'ın hududla-rını çiğneyemez.

Allah: "Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konuluyorsa o, gerçekten kurtu­luşa ermiştir." (Âl-i îmrân: 185) diye buyurunca hiç kimseye şunu demek yakışmaz: "Cennet ve onun nimetleri nedir? Biz Allah'ın kendisini istiyoruz." Bu sakat bir söz­dür!

O kimse zakkum ağacının gölgesinde olduğu halde Allah'ı görmek ister mi? Eğer o ağacın gölgesi varsa! Allah, cennetinde, orada ve cennetin sürekli gölgesinde yürü­yen mü'min kullarına tecelli eder.

Yüce Allah'ın şu buyruğunu bir düşünelim: "Allah mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cen­netlerinde güzel meskenler va'detti. Allah'ın rt£ası ise hepsinden büyüktür. İste büyük kurtuluş da budur." (Tevbe: 72) İlâhî lütuf, her nimetin üzerindedir ve her lezzetten

VSkıa Sûresi- 541

Kur'ân-ı      Kerîm  'in      Konulu     Tefsiri

daha üstündür. Fakat biz, hikmetli Şârî'nin ibarelerini edepsizce reddetmekteyiz.

Alimlerimiz, âhiret sevabının ve cezasının maddî ve ruhanî olduğu üzerinde icmâ etmişlerdir. Bunu destekleyen bir çok âyet ve hadisler vardır.

Bazı insanlar, kendilerine ve durumlarına bakıp sonra, insanların işlerinde kapalı genel hüküm verdikleri için yanılabilirler. Oysa bu gerekmez.

Biz İsâ ve Yahya (a.s)'nın evlenmediklerini biliyoruz. Fakat her iki peygamber de evlenmeye savaş açmadılar ve yabanî ruhbanlık yolunu seçmediler. Çünkü onlar, ya­şamı tahrip İçin gönderilmediler. Onların evlenmemeleri, sadece kendilerine özgü

özel şartlardan ötürüdür.

İbni Teymiye bekâr olarak yaşamıştır. Aynı şekilde Cemâleddin Afganî de öyle yaşamıştır. Her biri de bekârlığa davet etmeyi yeğlemem işlerdir.

Gıdalarında yerden bitenlerle yetinen vejeteryanlar vardır. Ben onlardan biri olan Allâme Ferid Vecdî'yi biliyorum. Varsın bu onun tabiatı olsun! Çünkü et yemek, din­sel bir yükümlülük değildir. Ancak biz, bunu dinleştirme temayülünde olan bu tabiatı kabul etmeyiz. Ebu'1-A'lâ Maarrî, şöyle diyerek bu saçmalığı işlemiştir:

Din ve akıl hastalığına koştum evet böyle yaptım; doğru işler yapanları bileyim diye!

Hayvanların ve kuşların etlerini ve hatta arı balını yasaklayan kasidesine devam etmiştir. Ben başkasının olsun diye ona dokunmadım.

Bugün bir kısım edebiyatçıların dilinde, Cennet'in "sebze pazarı" olmadığına da­ir buna benzer sözler dolaşmaktadır! Onlar bununla maddî cezayı inkâr etmekte ve onun durumunu hafife almaktadırlar.

Bizim geçmiş ve yakın tarihimizde insanlar bu düşüncenin etkisinde kalmış ve düşmanıyla hareket etmiştir. Bu büyük bir cehalettir! Enes b. Nadr, Uhud'da yenilen­lerin durumunu kabul etmeyip tek başına müşriklerle savaşmaya yönelince ve bede­ninde kılıç yaraları oluşunca Rabbini ve O'nun vadolunan cezasını görüyor ve: "Ben Uhud'un arkasından cennet kokusunu alıyorum." diye haykırıyordu!

Bu koca mü'min, hayalci bir adam mıdır? O'nun hakkında âlemlerin Rabbi şöy­le buyurmuştur:

"Mü'minler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler vardır. İşte onlar­dan kimi sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir. Kimi de (şehidliği) bek­lemektedir..." (Ahzâb: 23)

İslâm sancağını elinde saklayan Ca'fer-i Tayyar, ancak kalu yittikten sonra san­cağı düşürmüş, bu paha biçilmez sancağı taşımak İçin bir başka yiğit koşup eline al­mıştır.

542 ¦ Vakıa Süresi

Muhammed     Gazalî

O şehadet şerbetini içerken şöyle diyordu: "Cennet veya ona yaklaşıp onun pak soğuk suyundan içmek ne kadar da hoş!"

Cennet gölgesindeki rahatı yeğleyen adam, bakışlarını ve fıtratlarını bozan kim­selerin sandıkları gibi hayal veya fikir yoksunu olabilir mi?

Allah'ın Kitâbi'ndan ve Resûlü'nün sünnetinden soyutlanarak İslâm hakkında konuşan dindar ve öğrenen kesimlerin susmaları kendileri için daha hayırlıdır!

Yakıcı cehennem ve yeşil cennetle alay ederek ve İslâm'ın açıkladığı maddî ce­zaları hafife alarak Hıristiyanlığı anlatan bazı papazları okudum. Bu insanlar, yerle­şik fikirlerden ve vahiyden kopuk felsefelerden etkilenmişlerdir. Bir bakalım, onlar insanlığa bu sözden daha hayırlı ne sunmuşlardır?

Onlar çağdaş medeniyeti yükseltmiş ve yoğunluğunu hafifletmişler midir? Halk ve elit insanları şehvetlerine engel olan ruhanîlere dönüştürmüş ve göklerde süzül­müşler midir? Onlar insanlığın psikolojik tedavilerinde yanılmış ve içinde dönüp aça­cak olan anahtarı bilememişlerdir. Saçmalıklarla kabaran ölçüler, akıl sahiplerini di­ne girmekten ve onun miraslarına saygı duymaktan engelleyerek insanların akıllarına ve kalblerine yerleşirler.

Madde ve ruhtan oluşan insan, ancak maddesini ve ruhunu kabul eden öğretiler­le kurtulur. Bütün peygamberler, bu Öğretilerin sancağını taşımış ve bu peygamber­lerden biri olan Mûsâ, kavmini bahane göstererek Allah'a şöyle yalvarmıştır: "Sen bi­zim velîmizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin! Bize bu dün­yada da iyilik yaz, âhirette de. Şüphesiz biz sana döndük," (A'râf: 155-156) Musa'dan önce İbrâhîm de Rabbine şöyle diyerek yalvarmıştı: "Rabbim, bana hikmet ver ve be­ni iyiler arasına kat. Bana sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle! Beni Naîm cennetlerinin vârislerinden kıl. Babamı da bağışla (ona tevbe ve iman nasip et). Çünkü o sapıklardandır. (İnsanların) dirilecekleri gün, beni mahcub etme. O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah'a kalb-i selim ile gelenler (o günde fayda bulur). (O gün) cennet, takva sahiplerine yaklaştırılır. Cehennem de azgınlara apa­çık gösterilir." (Şuarâ: 83-91)

Bu sûrede, cennet ehli iki kısma ayrılmaktadır: Birincisi: Hayırda yarışanlardır.

İkincisi ise: İyilikleri yeğledikleri ölçüde kurtulanlar. Geri kalanlar da solun adamlarıdırlar. Bazı müfessirler, Yüce Allah'ın şu buyruğunda zikredilenin sadece bu sınıf olduğu noktasında yanılmışlardır: ".. .Onlardan (insanlardan) kimi kendine zul­meder, kimi ortadadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır." (Fâtır: 32)

Vakıa Sûresi, mü'miniyle kâfİriyle bütün insanlardan söz etmektedir. Ama bu yanlış anlaşılan âyet, özellikle Müslümanlardan söz etmektedir. Âyetin baş tarafı bu-

V5kıa Sûresi ¦ 543

Kur'ân-ı     Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

na işaret etmektedir: "Sonra Kitâb'ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. On­lardan (insanlardan) kimi kendine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de hayırlarda Öne geçmek için yarışır." (Fâtır: 32)

Vakıa Sûresi, yarışanları şöyle nitelemiştir:

"(Onların) çoğu önceki ümmetler (sülletün mine'l-evvelîn)den, birazı da sonra-kiler(qalîlun mine'l-âhirîn)dendirler." (Vakıa: 13-14)

Bazıları, âyette geçen "sülletün mine'l-evvelîn"den; risâletleriyle Muhammed'i geçen peygamberlerin, "qalîlun mine'I-âhirîn"den; Müslümanların kasdedildiği görü­şündedirler. Onlar, geçmiş peygamberlerin ve milletlerin çokluğundan Ötürü bunun doğal olduğunu sanıyorlar.

Bİze göre, burada nitelenen sadece Muhammed ümmetidir. Âyette geçen "sül­letün mine'l-evvelîn", dini ilim ve amelleriyle yeryüzüne yayan Selef-İ Salih'tir. "Qa-lîlun mine'l-âhİrîn" ise, dönüşümlü güçler ve sancılı düşmanlıklar ortasında takvala­rında garip olanlardır.

Geçmiş peygamberlere gelince, onların risâletleri geçici ve sınırlıdır. Birkaç çağ­da ve belli şehirlerde tamamlanmıştır.

Biz Tevratı'na inanan Mûsâ ve İncili'ne inanan İsa yanlılarına saygılıyız. Uzun asırlardır nerede onlar? Onlar ve onların yolgöstericileri kayboldular. Onlar yerlerini gökle bağı olmayan kimselere bıraktılar.

Biz yarışanların veya kazanma özellikleri olanların, Yüce Allah'a yaklaşma ya da büyük lütuf olduğunu düşünüyoruz. Bu yüzden şöyle denmiştir:

"(Hayırda) Önde olanlar, (ecirde) öndedirler. İşte bunlar Naîm cennetlerinde, (Allah'a) en yakın olanlardır." (Vakıa: 10-12)

Mutlu yerlerde yaşayan bu insanların hâlini bir düşünelim.

Onların dünyada tanıdıkları gaybe iman, şehâdet eden imanın en bariz olanıdır! Onlar boş zamanlarda teorik olarak kabullendikleri Allah'ın yüceliğini bugünlerde yakînen görmektedirler! Bu yüzden Allah'ı çok övüyor, O'na şükrediyor ve hamd ediyorlar! Bu kesintisiz zikir, herhangi bir çaba, usanma ve bıkkınlık olmadan ta­mamlanmakta, hattâ bu yaşamda bizlerden sâdır olan kirlenme ve paklanma olduğu sürece devam etmektedir!

Âyette şöyle geçmektedir: "Onların oradaki duası: Allah'ım, seni noksan sıfat­lardan tenzih ederiz (sözleridir). Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise "selam"dır. Onların dualarının sonu da sudur: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mah­sustur." (Yûnus: 10)                                                               f

Onlar, herhangi bir külfet olmaksızın teşbihe devam etme hususunda meleklere

544 • VSkra Sûresi

Mııhammed     Gazalî

katılıyorlar: "Onlar, bıkıp usanmaksııın gece gündüz (Allah'ı) teşbih ederler." (Enbi­yâ: 20)

İnsanlar içinde dünyada Kur'ân'ı uygular ve O'nu korumak, yaşamak ve tebliğ etmek için yaşarsa hadis-i şerifte belirtildiği üzere ona şöyle denir: "Kur'ân okuya­na, kıyamet gününde tıpkı dünyada okuduğun gibi makam üzere uyanık bir şekilde oku, denilir." Evet bu beceri ve o önderlikle saygın pak sayfalarla beraber zaman ge­çirmiştir.

Cennetlikler, sürekli iyiliklerin tekrarlandığı lezzetleri içinde yaşar, sevgi ve ar­zuyu tatmak isterler. Adeta sürekli ve iyilik üzere kalma özelliğine sahiptirler. Çünkü bunlar yokluğu yenmişlerdir. Şu, subhânallah, elhamdülillah, lâilâhe illallah, Allahü ekber sloganları nasıl yok olabilirler?

Mü'minin davranış ilkeleri dünyadadır. Sonra âhirette cennet ehlinden olacaktır. Diğerleri ne yapmıştır? Bolluk içinde yokluk yaşamışlardır.

Ağaçların, tembellerin yolunda engel, gayretkeşlerin yolunda merdiven olduğu söylenir. Tembeller dönerler, gayretkeşler ise çıkarlar. Bu yüzden orada hazırlanan ce­za nitelemesinde yakın dostlara şöyle denir:

"Yaptıklarına karşılık olarak (verilir)." (Vakıa: 24)

Cömert, bîr misafir gelince onu en güzel biçimde ağırlar, en iyi şeylerini yedirir. Cennetlikler Allah'a döndükten sonra nerede ağırlanacaklardır? Onlara sunulacak olan şeylerin en hafifi, dünya krallarının bile tadamadıkları şeylerin en pahalısı ve üs­tünüdür.

Biz, cennette gözün hiç görmediği, kulağın hiç duymadığı, insanın hiç aklına gel­mediği şeylerin olduğunu ve bunların yaklaşık isimlerini ve bu isimlerin dünyada ça­lışanlara teşvik olsun diye Örnek olarak verildiklerini ve işin düşündüğümüzün üstünde olduğunu biliyoruz.

Önemli olan, cennet ehli -karşılaştıkları nimetlerle birlikte- tembel ve atâlet ehli değildirler. Onlar zikirden ve şükürden ilham alırlar. Onların Allah'ın kendilerine ik­ramıyla sevineceklerinde kuşku yoktur. Fakat onlar, bunlardan daha çok gece gündüz Allah'a yaptıkları ibâdetlerinden ve gizli açık yakarışlarından mutlu olurlar.

Cennet nitelemesinde aktarılan bizim âşinâ olmadığımız bazı kelimeleri açıklıyo­ruz:

Âyette geçen "essurûru'l-mevdûne" hoş cevherlerden işlenmiş tahtlar demektir:

"Karşılıklı olarak üzerlerine oturup yaslanırlar." (Vakıa: 16) Yani yüzleri birbirlerine dönük bir şekilde üzerlerine otururlar:

V5kıa Süresi - 545

Kur'ân-ı     Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

"Çevrelerinde, (hizmet İçin) ölümsüz gençler dolaşır." (Vakıa: 17)

Delikanlılık çağında olan gençler onlara hizmet ederler. Cennette süt, bal, su, iç­ki gibi bir çok İçecekler olmasına rağmen Allah içkinin sarhoşluluğunu gidermiş ve onu mubah kılmıştır. Bu yüzden baş ağrısı ve baş döndürmesi yoktur:

"Bu şaraptan ne başları ağıntıhr ne de akıllan giderilir." (Vakıa: 19)

Ayette geçen "nezîf', sarhoşlar arasında bilinen hezeyan ve ne dediğini bilmeme anlamına gelmektedir.

Cennetin bariz özelliklerinden biri de hûru'l-ayn'dır. El-hûru'1-ayn: Başka kalıp­lara girince gençlikleri giden, çirkinleşen ve özelliği kaybolan Adem'in kızlarıdır. Ve­ya cennet ehline kendilerinden faydalanmaları için Allah'ın göz alıcı bir biçimde ya­rattığı başka genç yaratıklardır. El-hûru'1-ayn'ın bu iki sınıfı içinde barındırdığı, er­keklerin ve kadınların bedenlerinde ve şekillerinde büyük bir değişikliğin olacağı bir gerçektir. Bu en mükemmel ve en şerefli bir değişikliktir. Âdemoğulları'mn dışkıları olmayacak ve mü'min aile özelliği sevgi ve rıza ile onarılacaktır. Ölçü Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "(O yurt) Adn cennetleridir; oraya babalarından, eşlerinden ve ço­cuklarından salih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan onların ya­nına varacaklardır. (Melekler:) Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yur­dunun sonu (cennet) ne güzeldir! (derler)." (Ra'd: 23-24)

Gerçek şu ki; insan bedeninin güzelliği kaybolur, stres ve zorluk karşısında deği­şir. Nimetler ancak en üstün, en temiz, en güçlü ve en iyi biçimde insan organlarının değişimiyle tamamlanır.

Belki de insanın böyle yaratılması, bu dünyada başımıza gelen bazı imtihanları hissetmesi içindir.

Kur'ân'da muttakîler için hazırlanan bütün güzel bedelleri içeren sûre yoktur. Ancak her sûrede, uygun nimetleri belirten, şevke getirerek okuyanın gönüllerini ve açan portreler ve pasajlar sunulmuştur.

Bu sûrede hayırda yarışanlar ve sağcılar için hazırlanan nimetlerden bir parça gördük. Bunlar sayıca birinci sınıftan daha fazladırlar:

"Bunların birçoğu önceki Ümmetlerdendir. Birçoğu da sonrakilerdendir." (Va­kıa: 39-40)

Onların sevapları sadedinde bazı kelimelerin açıklanması; nimet kategorilerini belirtir. Sidr, küçük meyveli bir ağaçtır. Bol suda biter. Belki de bu, hoşluğunu sahra­da gizler. Dokununca kaşındırabilen dikenleri vardır. Ama bunun cennette hiç diken­leri olmayacaktır.                                                               /

Âyette geçen "et-talhu'1-memdûd", birbirine girmiş muzdur. Batılıların ve diğer

546 • Vakıa Sûresi

Muhammed     Gazalî

insanların bildikleri bir meyve olduğu söylenir. "Ez-zıllu'1-memdûd", güneş sıcaklı­ğım geçirmeyen gölgedir: "Yemişleri ve gölgesi süreklidir. İste bu, (kötülüklerden) sa­kınanların (mutlu) sonudur." (Ra'd: 35) "El-mâu'I-meskub", cennette saraylar altın­dan akan veya yukarı doğru fışkıran sudur.

Topraktaki mevsimlik meyveler bazı aylar ortaya çıkar, geri kalan aylarda ise giz­lenir. Cennet meyveleri "tükenmeyen ve yasaklanmayan" (Vakıa: 33) olarak nitelen­miştir.

Soylu Arap kadınları kendilerine yönelen kocalarından hoşlanırlar. İster yeni şe­killenmelerinden sonraki dünya kadınları olsunlar ister cennetlikler için Öze) yaratı­lan hûrîler olsunlar, bunlar yaşça birbirlerine yakındırlar. Bu anlam Yüce Allah'ın şu buyruğunda ifâde edilmektedir:

"Hep yaşıt bakireler; sağın adamları için." (Vakıa: 37-38)

Sözün tamamı, gördüğümüz kadarıyla, Muhammed (s.a.v) ümmetinden olanlara­dır. Önde gidenler, çağdaşlardan çok azdır. Fakat onlar sayıca kabarıktırlar. Bunun dı­şındaki yorumlar da caizdir.

Sonra bağlam, "ashâbu'l-meş'eme"ye veya "ashabu'ş-şimâl"e (solculara) taşın­maktadır. Bunlar Resûl'e eziyet eden, tamamen dinden dönen, dünya yaşamına razı olan, âhireti hafife alan ve dünyalarında hedeflerinden başkasını tanımayan yalancı­lar, günahkârlar ve mülhidlerin genelidirler.

Azâb nitelemesinde:

"Semûm (İçlerine işleyen bir ateş) ve hamîm (kaynar su) içinde." (Vakıa: 42)

kavramları kullanılmıştır. Bu, sıcağiyla kavuran rüzgârdır. Ayette ezasının aşırılığın­dan ötürü "semûm" olarak isimlendirilmiştir. "Hamîm" ise kaynar sıcak su demektir.

"Kara dumandan bir gölge altında." (Vakıa: 43)

Gölgesinin bir değeri olmayan yoğun bir duman altında. Bu yüzden başka bir yer­de şöyle denmiştir: "Üç kola ayrılmış, (ama) ne gölgelendiren ne de alevden koruyan bir gölgeye gidin." (Mürselât: 30-31) Ayette geçen kömürdür.

Solcular bu azabı neden hak etmişlerdir? Çünkü onlar dünyada ondan sâlîh amel­le korunmadılar. Asla ona inanmadılar. Onların yeryüzündeki yaşantıları dünya lez­zetlerinden yararlanmak ve ister olsun, ister olmasın onların peşinde koşuşturmaktır.

Şüphesiz ki Yüce Allah kâfirin dünyadaki yaşamını dünyaya hasrederek şu şekil­de nitelemiştir: "Zira o, (dünyada) ailesi içinde (npl mülk sebebiyle) şımarmıştı. O hiçbir zaman dönmeyeceğini sanmıştı." (İnşikak: 13-14) "Rabbine kavuşmayacağını sanıyordu. Oysa gerçekten Rabbi onu görmekte idi." (İnşikak: 15)

Vakıa Sûresi • 547

Kur'ân-ı     Kerîm'in     Konulu    Tefsiri

Kâfirler, hayatlarını yeniden dirilmeme üzerine inşâ etmektedirler. Bu düşünce neredeyse bütün dünyayı sarmıştır. Bu, kötülüğünü hissetmeksizin veya onu işlemek­ten pişmanlık duymaksızın günahlara batmanın esasını oluşturur.

Bu, Kur'ân-ı Kerîm'in şu âyetlerinde kastedilen büyük bir rezalet yani açık bir suçtur:

"Çünkü onlar bundan önce varlık içinde sefahate dalmışlardı. Büyük günahı iş­lemekte direnir dururlardı. Ve diyorlardı ki: 'Biz öldükten, toprak ve kemik yı­ğını haline geldikten sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz? Önceki atalarımız da mı?' De ki: 'Hem öncekiler hem de sonrakiler, belli bir gün için buluşma vak­tinde mutlaka toplanacaklardır." (Vakıa: 45-51)

Söz dönüp dolaşıp yeniden inkarcıların karşılaşacakları azabı niteliyor:

"Sonra siz ey sapıklar, yalancılar! Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiye­ceksiniz." (Vakıa: 51-52)

Ayette geçen zakkum pis, acı bir yiyecektir. -Ondan Allah'a sığınırız.- İnsan on­dan yediğinde su içme ihtiyacı hisseder ve kaynamış sudan başkasını bulamaz: "Ba­ğırsaklarını parça parça edecek kaynar sudan içirilen." (Muhammed: 15) Onun aşı­rı etkisine rağmen kişi ondan yediğinde susuzluğunu gidermek İçin daha fazla su iç­meyi arzular. Ki onun bu hali ateşli bir hastalığa yakalanan yük devesinin suya olan arzusuna benzer.

Cehennem ehli, karınlarını zakkumla doldurup ardından ateşli bir devenin su ara-yışıyla nitelenmiş, fakat ne mümkün:

"İşte ceza gününde onların ağırlanışı bu (şekilde olacak)tir." (Vakıa: 56)

Sevap ve ceza şekillerinin tamamı teşvik, uyarı ve güzel ahlâkı desteklemek için­dir. Özellikle bilim, sanat, korkunç iletişim ve insanları âhirete karşı bilgisiz ve du­yarsız bırakma girişiminin yaygın olduğu bu çağda kaçınılmazdır.

Sadece teşvik ve uyarı hislerini uyandırmak yeterli değildir. Bununla birlikte dü­şünmesi, doğrulaması ve lâyıkıyla hareket etmesi için insan aklını uyarmak gerekir.

Vakıa Sûresi'nde geçen 4. delil yeniden dirilmenin hak olduğu üzerinedir. Bunu Yüce Allah'ın şu buyruğunda görmekteyiz:

"Ya içtiğiniz suya ne dersiniz? Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? Dİleseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi?" (Vakıa: 68-70)

Su, hayatın aslı ve devamlılığının esasıdır. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyur­maktadır: "Her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmıyor larmı?" (Enbiyâ: 30) Yer­kürenin beşte dördü sularla kaplıdır. Bu üzerinde derince düşünülmesi gereken bir fonksiyona sahiptir. Rüzgâr örneğin topraklarımızı ve hayvanlarımızı sulasm diye bu-

548 ¦ VSkıa Sûresi

Muhammed     Gazali

lutları Hind Okyanusu'ndan sürükler, sonra kullanılmış su mecrasına akıp gider, aza­lıp eksilmeksizin rolünü tamamlayarak ve başka bir rol oynayarak denizlere ve okya­nuslara katılmak için bilmediğimiz yollar edinir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Gökten belli bir ölçü ve miktarda su indirdik ve onu yerde durdurduk. Biz onu gider­meye de kadiriz." (Mü'minûn: 18)

Evet onu var eden yok etmeye de kadirdir.

"Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi?" (Vakıa: 70)

Sadece Yüce İrâde, varlıkla yokluğun kaynağıdır. Su -bu dünyadaki ve öldükten sonraki hayatın doğal aracı olup- bu mutlak irâdenin itaatkâr unsurudur. Sünnette geçtiğine göre, "Allah, âdeta serpiştirerek yağmur yağdırır. Bundan insanların beden­leri yeşerir." İnsanlar kabirlerinde yok olurlar.

Tatlı su, havada oluşur. Fizikçilerin kendisinden söz ettikleri elektrik etkileşimle­ri arasına sadece Yüce Allah hâkim olur.

5. delil:

"Söyleyin şimdi bana, tutuşturmakta olduğunuz ateşi, onun ağacını siz mi ya­rattınız, yoksa yaratan biz miyiz? Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlerin

istifadesi için yarattık." (Vakıa: 71-73)

Bu delil bana göre, modern bir bilimi ortaya çıkarmaktadır. Biz solunum yapar­ken oksijen alır, karbondioksit veririz. Bitkiler ise bunun tam aksini yaparlar. Bitkile­rin solunumunda karbon alıp oksijen verirler. Karbon, kömür demektir. Yeşilin ateş depolaması ve yaşam parıltısının yanıp kül olmak için bir perde olması ilginçtir. Ağaçların, kökünde, dallarında ve yeşil yapraklarında kuruması ve ateşin yaktığı odun haline gelmesi çok çabuk olur!

Biz ölümü yaşam aralıklarında işte böyle görürüz.

Maddenin özellikleri, ister sâde ister bileşik olsun araştırma ve istifâde etme ko­numunu sürdürür. Kimyasal bileşik, kendisini oluşturan ayrıntıların zıt niteliklerini ortaya koyabilir. Örneğin içtiğimiz su, bizi suya kandırır ve susuzluğumuzu giderir. Bize göre, suyun birbirlerinden oluşan her iki unsuru da birbirlerinin yanmasını daha da yakmlaştırır.

Biz bahçelerde ve bağlarda ortaya çıkan ve parlayan âyetler görürüz. Biran İçin­de yanıp kül olduktan sonra hiçbir şey görmeyiz. Zıt olan şeyler işte böyle birbirini

takip etmekte ve ilâhî kudrete ne kadar da yaklaştırmaktadır: "Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, dinden de ölüyü çıkarırsın. Dile­diğine de sayısız rızık verirsin." (Âl-i İmrân: 27) /

Keresteler ve toprağa dönüşen odunlar, nasıl ki yediğimiz bitkiler bedenlerimiz-

VSkıa Sûresi ¦ 549

Ku r 'ân- ı      Kerîm   '  i ıı      Konulu      Tefsiri

de canlı hücrelere dönüştüyse bunlarda çeşitli bitkiler için yeniden gübreye dönüş­mektedir.

Bütün insanlığın önünde iki randevu olduğu bir gerçektir: Bunlardan biri, yakın, hemen olacak olan ve diğeri ise ilerde gecikmeli olarak, olacak olandır. İnsanlar, gel­mesi uzun sürmeyen ölümle karşılaşmakta ve herkes onu tatmaktadır. Ardından gün­ler geçse de mutlaka olacak olan kıyametle karşılaşacaktır: "Sizi bir çamurdan yara­tan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O'dur. Bir de O'nun katında muayyen bir ecel (kıyamet günü) vardır. Siz hâlâ şüphe ediyorsunuz." (En'am: 2) "Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla sözünden dönmez." (Âl-i İmrân: 9)

Kıyameti anmayı bilerek tekrar etme, aklı kıt olanların anladıkları gibi ne mede­niyetler için bir tehdit ne de insanlık uygarlığını durdurmak içindir. Bu olsa olsa al­danmayı ve kısır hedefleri ortadan kaldırmak içindir.

İnsanların kıyamet gününü anmaya kesin ihtiyaçları vardır. Çünkü bu anma, on­ların kötü huylarını giderecek ve hırslarını engelleyecektir. Normal akıl, bugünün ger­çek olduğunu bildiği zaman azı çoğa, fâniyi bakî olana tercih etmez. Çağdaş medeni­yetin yaptığı gibi âhiret cezasından vazgeçmez.

Modern bilim, bazı maddenin sırlarını ve tabiat güçlerini ortaya çıkarabilir. Bu ne­ye delâlet eder ve avantajı nedir? Bu olay, ne yeryüzündeki varlık hikmetini ne de Kur'ân-ı Kerim'in şu sözlerle özetlediği yaşam mesajını ortadan kaldırabilir: "Hangi­nizin daha güzel davranacağım sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır." (Mülk: 2)

Bir de insanın maddî ve edebî imkânları genişlediği oranda ilâhî sınama alanları genişlemekte ve derinleşmektedir.

Vakıa Sûresi, yaratıkları önüne katan bir meydan okuma çeşididir: İnsan kesin olan cezadan kurtulabilir mi? İnsanlar, istedikleri kadar birbirlerine yardım etsinler, kendilerinden ölümü savabilir ve ondan kurtulabilirler mi?

"Hele can boğaza dayandığı zaman. O vakit sîz bakar durursunuz. (O anda) biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz. Madem ki ceza görmeyecekmişsi-niz, onu(canı) geri çevirsenize, şayet iddianızda doğru İseniz." (Vakıa: 83-87)

Kendisi için belirlenen süre tamamlandıktan sonra insan dünyaya dönmeyecektir. Bununla beraber insanlar, âhirete hazırlıklarına göre gruplara ve bölüklere ayrılacak­lar. Kazandıkları derecelere göre dağıtım yapılacaklardır.

"Fakat (ölen kişi Allah'a) yakın olanlardan ise, Ona rahatlık, güzel rızık ve Na-îm cenneti vardır." (Vakıa: 88-89)                           j

"Eğer o sağdakilerden ise, ey sağdaki! Sana selam olsun." (Vakıa: 90-91)

550 • V5kıa Süresi

Muhammed     Gazali

Bu, yaşam mücâdelesinde başarıp kurtulanları meleklerin selamlaması ve Al­lah'a kavuştukları gün sevinçli ve mutlu olmaları için onları karşılamalarıdır.

"Ama yalancı sapıklardan ise, İşte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır! Ve (onun sonu) cehenneme atılmaktır." (Vakıa; 92-94)

Bunlar, solcular ve kötü gidişâtlı olanlardır.

Böylece sûrenin sonu baş tarafını tasdik etmekte ve özetlemektedir. İnsanlar bu yöne doğru yönelişlerini anlamışlar mıdır? İster anlasınlar isterse anlamasınlar. Gerçek değişmeyecektir:

"Şüphesiz ki bu, kesin gerçektir. Öyle ise ulu Rabbinin adını tenzih ile an." (Va­kıa: 95-96)

Vakıa Sûresi • 551

 

Free Web Hosting