YASfN SURESİ

YâSîn kelimesi iki harften oluşmakta olup bu iki harf Peygemberimizin (s.a.v) isimlerinden değildir. Peşinden gelen yemin: "Hikmet dolu Kur'ân'a andol-sun, Sen şüphesiz peygamberlerdensin." (YâSîn: 2-3) risâletin doğruluğuna dâir delilin gücüne yemindir. Doğru delil, dâvanın doğruluğunu ortaya koyar.

Bu Kur'ân, Muhammed'in gerçek olduğuna ve O'nun, Allah tarafından, ekleme ve çıkarmadan korunmuş ve tam bir hidâyet kaynağı olan bir kitapla gönderildiğine dâir tanıklık eden bir mucizedir:

"Üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet İçinde kalmış bir toplumu uyarman İçin indiril­miştir." (YâSîn: 5-6)

Maddî mucizeler, aklî aydınlanma seviyesine ulaşmazlar. Putlara tapınmayı ken­dilerine miras edinenleri, Musa'nın asası ve İsa'nın tıbbı onları putlara tapmaktan alı­koymazlar. Bu mucizeler, ancak akıllarını harekete geçiren kitaba karşı onların kör kesilmelerine engel olurlar ve onları, atağa geçmeleri ve kavramaları koşuluyla ve­himlerden alıkorlar. Burada duvarlar arkasında, hiçbir şeyi göremeyen, engeller ve bukağılar dünyasında yaşayan insanlar vardır:

"Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar dayan­maktadır. Bu yüzden mufcmah (kafaları yukarı kalkık)tır]ar." (YâSîn: 8)

Ayette geçen mukmah:

"Çenelerinin altına destek yerleştirilmiş, başlan yukarı dönük, İyi göremeyen kimselerdir. Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler." (YâSîn: 9)

Geleneksel körlük, bu tür katılaşmış, hiçbir şeye yaramayan nesiller ortaya çıka­rır. Bunlara uyarı asla yarar sağlamaz:

"Sen ancak zikre (Kur'ân'a) uyan ve görmeden Rahmân'dan korkan kimseyi

YüSIn Süresi • 423

Kur'ân-ı      Kerîm'in      Konulu     Tefsiri

uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele." (Yâ-Sîn: 11)

Kur'ân'm kalbi olarak isimlendirilen YâSîn Sûresi'nin, bir giriş ve üç bölümden oluştuğunu söyleyebiliriz.

Giriş bölümü, gördüğüm kadarıyla, Kur'ân'dan ve onu dinlemeden, ona dönmek­ten veya onu tebliğ etmekten söz etmektedir.

Üç bölüm ise, ona çağırmanın doğruluğu üzerine çeşitli deliller sunmaktadır.

Bu delillerden ilki, vahiyden sıkılan, peygamberlere karşı gelen Mekke'ye ben­zer bir şehrin kısa bir kıssasını içeren tarihsel bir delildir.

İkincisi, baştan sona evrene bakışları yönelten, evrenin düzen ve uyumunu yara­tıcının yüceliğine bir delil olarak ortaya koyan düşünsel bir delildir.

Üçüncüsü, iç dürtüleri dizginleyen ve gafleti gideren yeniden dirilme ve cezanın gerçekliği sonucuna varan, korku-ümit şiarlarıyla nefisleri hakka ulaştıran eğilsel bir delildir.

Bir giriş ve üç delilden YâSîn Sûresi oluşmaktadır. Allah'ın birliğine, O'nun sal­tanatını düşünmeye ve O'nun katında ebedî olarak O'nunla buluşmaya hazırlanmaya davet etmektedir.

İlk delil, Yüce Allah'ın şu buyruğu ile başlamaktadır:

"Onlara şu şehir halkını misal getir: Hani onlara elçiler gelmişti." (YâSîn: 13}

Şehrin ismi, bizi o kadar ilgilendirmiyor. Bizi asıl ilgilendiren orada cereyan eden olaylardır.

Peygamberlerin düşmanları, onların otoritelerini peygamberler ellerinden alıp kendi ellerine geçireceklerini sanmaktadırlar. Bunun için onları istemiyorlar, onlara tehditler savuruyorlar ve onları uğursuz sayıyorlar:

"Doğrusu siz bize uğursuz geldiniz. Şayet bu işten vazgeçmezseniz, andolsun si­zi taşlarız. Ve bizden size mutlaka fena bir kötülük dokunur, dediler. Elçiler şöy­le cevap verdi: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa bu uğursuzluk mudur? Bilakis siz aşırı giden bir milletsiniz." (YâSîn: 18-19)

Nuh (a.s)'dan beri peygamberlerin düşmanları, peygamberlerin kendilerinin oto­ritelerini istedikleri zehabına kapılıyorlar ve özel konumlarına ortak olmak için çağ­rıda bulunduklarını sanıyorlar.

Bu yüzden peygamberlerin düşmanları, Nuh'a denilen şeyleri söylüyorlar:

"Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Bizden basit görüşle ha-

424 • YâSîn Sûresi

Muhammed     Gazalî

reket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunu­zu düşünüyoruz." (Hûd: 27)

Fakat Allah, hakikate âşık olanları, bu uğurda ölenleri ve yoluna baş koyanları ya­ratıyor. Şâir Şevkî'nin dediği gibi:

Acı çekerek gerçeği ortaya koyan

Gerçek yanlılarını bir nesil olarak boş bırakmaz.

Bu şehirdeki uzaktan koşarak gelen bir adam, insanlara şu iki şeyi belirterek öğüt veriyor:

1. Peygamberler, mal ve makam peşinde koşmayan insanlardır.

2. İnsanları kendisine çağıran Allah, apaçık bir gerçek, O'nun düşmanları İse hiç bir varlığı olmayan, yaran ve zararı bulunmayan bir vehimdir.

"Ey kavim! Bu elçilere uyunuz! Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimse­lere tabî olun, çünkü onlar hidâyete ermiş kimselerdir. Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibâdet etmiyecekmişim. Halbuki, hepiniz O'na döndürüleceksiniz." (YâSîn: 20-22}

Fakat bu emin öğüt verici, sapıkları ikna etme hususunda muvafık olamamıştır. Kıssa o zâtın öldürüldüğünü veya öldüğünü zikretmemiş, fakat o zât, Rabbine kavuş­tuktan sonra Rabbİnin kendisi için hazırladıklarını görmüş ve buruk bir şekilde o in­sanların durumlarına dâir şöyle demiştir:

"Keşke, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldı­ğını kavmim bilseydi." (YâSîn: 26-27)

Onun kavmi, bilinçlerine nasıl ermeliydi? Ne oldu? Gök, onların küfürlerinin ce­zasını vermesi için güçlerini hazırladı mı? Onların durumları daha da kötü olmuştur:

"Biz ondan sonra, onun milletini helak etmek için üzerlerine gökten herhangi bir ordu indirmedik ve indirecek de değildik. (Onları helak eden) korkunç ses­ten başka bir şey değildi. Birdenbire sönüverdiler." (YâSîn: 28-29)

İnsanların aldanması, sonu acı noktalamaktadır. Peygamberlere yaptıkları ihanet­ler ve yalanlamalar pahalıya malolmuştur. Ceza suçun büyüklüğüne göre artmıştır. Bunun için Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ne yazık şu kullara! Onlara bir peygamber gelmeyegörsün, ille de onunla alay etmeye kalkışırlar. Müşrikler görmüyorlar mı ki, onlardan önce nice kavimler helak ettik. Onlar tekrar dönüp de bunlara gelmezler." (YâSîn: 30-31)

Bizi gölgeleyen medeniyetin geleceği kaygı vericidir. Çünkü bu medeniyet, Al-

YâSîn Sûresi • 425

Kur'ân-ı      Keıîm'İn      Konulu     Tefsiri

lah'ı anmayı reddetmekte, O'na kavuşmak için hazırlanmayı unutmakta ve kendi me­zarını kendisi kazmaktadır.

Mübarek YâSîn Sûresi'nin ikinci bölümünde, Allah'ın azameti ve O'nun bütün

kemâli hak ettiği üzerine bazı deliller görmekteyiz.

Bu delillerden ilki Yüce Allah'ın şu buyruğudur:

"Ölü toprak onlar için bir âyet (delil)dir. Biz ona yağmurla hayat verdik ve on­dan dane çıkardık. İşte onlar bundan yerler. Biz, yeryüzünde nice nice hurma bahçeleri, üzüm bağlan yarattık ve onlarda birçok pınarlar fışkırttık." (YâSîn: 33-34)

Biz toprağa bizdeki en kötü şeyleri veriyoruz, o bize kendindeki en güzel şeyleri sunuyor. Tarımla uğraşanlar, en güzel karpuzun, gübresi güvercin dışkısı olunca ye­tiştiğini söylemektedirler. İnsan atıkları, tarlalara taşınmaktadır. İşte bunlardan mısır darıları, buğday başakları, pamuk ve keten kozaları, çeşitli meyve ve sebzeler yetiş­mektedir.

Kokuşmuş çamurdan bu hoş güzellikleri çıkaran kimdir?

"Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedik­leri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ı teşbih ve takdis ederim." (YâSîn: 36)

Yeryüzünden, göz ucuyla astronomik sistemi bulunan göğe bir bakalım. Karan­lıklar evrenin her tarafını kaplamakta, güneş ışınları, yeryüzüne yönelince beyaz el­biseye dönüşmektedir. Allah güneş ışınlarını toplayınca önceki karanlık yerini almak­tadır. Bunun için gece ile gündüz şu lafızlarla ifâde edilmiştir:

"Gece de onlar için bir ibret alâmetidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler." (YâSîn: 37)

Belki güneş ve ay, insanlara tek bir yörüngede gözükmektedir. Oysa her ikisinin de ayrı yörüngeleri vardır. Birbirleriyle buluşamazlar.

Ben bazen bu yıldızları düşünüp kendi kendime soruyorum: Bunları kendi boşlu­ğunda kim tutuyor? Bunları kendi seyrinde hangi güç hareket ettiriyor? Onların bin­lerce olan sistemlerine kim hükmediyor? Bunları yerlerinde ve zamanlarında, doğu­larında ve batılarında kim tutuyor?

Koca evren perspektifinde biz insanoğlu, Rabbimizİn âyetlerini görüyoruz. Kimi­miz inanıyor ve kimimiz inkâr ediyor.

Denizleri ve içinde dağlar gibi yüzen gemileri düşünmemiz için yeniden yeryü­züne dönüp Yüce Allah'ın şu buyruğuna bir göz atalım:

"Onların zürriyetlerini dopdolu bir gemide taşımamız da onlar için büyük bir ib-

426 ¦ YSSîn Sûresi

Muhaınmed     Gazali

rettir. Onlar için, bunun gibi binecekleri başka şeylerde yarattık." (YâSîn: 41-42)

Denizler karadan dört kat daha büyüktür. Denizler âlemi bizim âlemden daha ge­niştir. Yüzeysel cisimlerin kanuna bağlı olduğunu öğrendik. Bu yüzeysel cisimler bel­li ölçüde yüzmekte veya batmaktadır. İnsanlar tehlikelerle karşılaşınca onları Al­lah'tan başka kimse kurtaramaz. İnsanlar, kurtulunca bunu hatırlayacaklar mı?

Bu zikredilen üç delili, sûrenin sonlarına doğru bir başka delil olan Yüce Allah'ın şu buyruğu izlemektedir:

"Görmüyorlar mı ki, biz kudretimizin eseri olmak üzere onlar için birçok hay­van yarattık. Bu sayede onlar bunlara sahip olmuşlardır. Bu hayvanları onların emrine verdik. Onların bazısını binek olarak kullanırlar, bazısını besin olarak yerler." (YâSîn: 71-72)

Ben dükkânlarına davar ve sığır etlerini asmış olan kasaplara şöyle bir bakıyo­rum. Binİercesinin bunlardan habersiz olduğunu görüyorum. Onlar, bunları kendile­rine sunandan hiç bir şey idrâk etmiyorlar. Allah'a karşı bu ne gaflet?

Sûre tefsirinin son bölümü, dinsel eğitimin temelini oluşturan yeniden dirilme ve cezadan bahsetmektedir. Fakat çağdaş medeniyet, bunlardan habersiz olup bunları konuşmayı kötü karşılıyor. İnsanların gidişatlarını, bir şeyden habersiz ve sorgusuz hayvanların gidişatı gibi düşünüyor.

Ölümün ansızın geldiği gibi kıyametin de insanları beklemeden veya uyarmadan kopacağı bir gerçektir.

Şu âyetler işte bu gerçeğe işaret etmektedir:

"Onlar: 'Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman gerçekleşe­cektir?' diyorlar. Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini ansızın yaka­layacak korkunç bir sesi bekliyorlar. İşte o anda onlar ne bir vasiyette buluna­bilirler, ne de ailelerine dönebilirler." (YâSîn: 48-50)

Yani insanlar çarşılarında ve pazarlarda meşgul olurlarken kıyamet kopacaktır. Hadiste zikredildiği üzere: "İki kişi elbiseyi aralarına yaydıkları bir halde onu satın alıp dürnıeden kıyamet mutlaka kopacaktır. Adam mayaladığı sütü daha yemeden kı­yamet kopacaktır. İnsan yiyeceğini ağzına götürüp henüz yutmadan kıyamet kopacak­tır..."

Kıyamet, hiçbir şey yapmaya fırsat vermeden hiçbir şey tavsiye etmeden böyle kopacak ve sonra kullar, yeryüzünde işledikleri ve sundukları her hareketin karşılığı­nı görmeleri ve Rablerine hesap vermeleri için yeniden diriliileceklerdir.

"Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine giderler. (İşte o zaman:) 'Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu Rahmân'ın va'det-

YSSîn Sûresi • 427

Kur'ân-ı      Kerîm   '  in      Konulu     Tefsiri

tiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler!' derler." (YâSîn: 51-52)

Ayetlerde cennet ehline verilen nimetler ve yaptıkları eğlenceler açıklanarak hoş bir şekilde nitelenmektedir.

Cehennem ehli ise yaptıklarına karşılık azarlanmaktadırlar:

"Ey Âdemoğulları! Ben size and vermedim mi: Şeytana tapmayın, o sizin apa­çık düşmanımzdır, Bana tapın, doğru yol budur, diye? O sizden birçok nesille­ri saptırmıştı. Düşünmüyor musunuz?" (YâSîn: 60-62)

Bu ayrışımın temeli, yeniden dirilme ve ceza olmasına karşın, ilâhî azametin de­lillerinden olan ve Âdemoğullan'nm teşvik edildiği nimete erişmelerinden sayılan di­ğer anlamları içermektedir.

Sûrede ilginç bir diyalog ile yeniden dirilme delillerine ikinci kez dönülmüştür:

"Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: Şu çürü­müş kemikleri kim diriltecek? diyor. De ki: Onları İlk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir." (YâSîn: 78-79)

Mâhlûkatı ilk yaratanın, onları yeniden yaratmaya gücü yeter.

Sonra Kur'ân, bakışımızı kozmolojik unsurlardaki bilimsel gerçeğe çeviriyor. Biz havayı soluyor, ondan oksijen alıp sonra karbondioksit olarak geri veriyoruz. Bitkiler ise havadan karbondioksit alıp oksijen veriyorlar. Bitkilerin almış olduğu karbon ga­zı birikiyor, köke, dallara ve yapraklara dönüşüyor. Aniden yanan ağaç oluveriyor:

"Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O'dur. İşte siz ateşi ondan yakıyorsunuz." (YâSîn: 80)

Bu doğal kanunlar, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran Allah'ın âyetlerindendir. Bu hareket, bir süre sonra bu unsurların ortasında canlı olarak yetiştirilen bitkilerde daha nettir:

"Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah'ın şâm ne kadar yücedir! SizdeO'na döneceksiniz." (YâSîn: 83)

428 ¦ YaSîn Sûresi

 

Free Web Hosting