YUSUF SURESİ
Kim bilir, belki de Hz. Yûsuf (a.s.) daha çocukken kendisinin Allah (c.c.) katında özel bir yerinin olduğunu hissetmişti? İnsanlara hak ve onur alanında önderlik eden mükemmel insan olan peygamberlerden bazıları, kardeşlerinin arasında en küçüğü olabilir ve bu seçilmiş kişinin büyük kardeşleri de hiçbir erdem ve iyiliğe sahip olmayabilirler. İşte bu sebeple o en küçük çocuk babasının en yakın ve en sevgili çocuğu olabilir.
Kİm bilir, belki de peygamberlik mirası O (a.s.)'nun nasibidir? Zira babası Hz. Yâkûb (a.s.) Hz. İshâk (a.s.)'a, Hz. İshâk (a.s.) da Hz. İbrahim (a.s.)'e vâris olmuştu. Öyleyse Hz. Yûsuf (a.s.) da bu silsilenin bir halkası olabilir miydi acaba? İşte yüce Allah (c.c), sâlih bir rüyada O'na bu müjdeyi vermeyi diledi;
"Bİr zamanlar Yûsuf, babasına şöyle demişti: Babacığım! Ben (rüyam da) on bir yıldızla Güneş'i ve Ay'ı gördüm; gördüm ki, onlar bana secde ediyorlar." (Yûsuf, 12/4)
Hz. Yâ'kub (a.s.) bu rüyadan en küçük oğlunun geleceğini okumuştu ve kardeşlerinden O'na gelebilecek bir kötülüğe karşı da korktu;
"Dedi ki: Yavrucuğum! Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır." (Yûsuf, 12/5-6)
Ama ne var ki büyük kardeşlerin kin ve nefretleri bu seçilmiş gence ulaştı. O da ne! Hz. Yûsuf (a.s.)'un peşine düşüldü, yakalandı ve ölümle kurtuluş arasında bir kuyunun derinliklerine atıldı. Fakat Allah (c.c.) O'nun kalbine büyük bir umut koydu. Bugün Hz. Yûsuf (a.s.)'un üzerine entrikalar kuran bu güçlü(!) kardeşler, ona yaptıklarına karşılık azarlanmak için bir gün mutlaka onun önünde saf duracaklar. Evet şimdi o küçük ve onların önünde yenik durumda, ama yarın, kendisine yaptıklarından dolayı, onlardan hesap soracaktır.
Artık O'ndan kurtuldukları zannına kapılarak O'nu tek başına kuyunun İçinde bı-
Yûsuf Sûresi -211
Kur'Sn-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri
rakip gitmişlerdi. Heyhat! Bu nasıl bir düşünce böyle? Yüce Allah (c.c.) yaptığı her işte üstündür, galiptir:
"Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya karar verdikleri zaman, biz de O'na şöyle vahyettik: Andolsun ki, sen onların bu işlerini onlar farkına varmadan, kendilerine haber vereceksin." (Yûsuf, 12/15)
Hâkimin suçluları süzdüğü gibi, Hz. Yûsuf (a.s.) da kendisini kuyuya atıp geriye dönen kardeşlerim tepeden tırnağa süzdü ve önündeki geleceğine doğru mutlu bir şekilde yol aldı; zira biliyordu ki kazanan kendisi olacak, kaybeden ise kardeşleri.
Yıllar sonra Allah (c.c.) bu müjdeyi gerçekleştirdi ve onlar bilmedikleri halde, Hz. Yûsuf (a.s.) Mısır kralı olup da ondan yiyecek istemek İçin zelil bir şekilde onun huzuruna çıkmalarını diledi;
"Yûsuf'un yanına girdiklerin de dediler ki: Ey Aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz değersiz bir sermaye ile geldik. Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta da bulun. Şüphesiz Allah sadaka verenleri mükâfatlandırır. O, dedi ki: Siz, cahilliğiniz yüzünden Yûsuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz?" (Yûsuf, 12/88-89)
Kuyunun dibindeki zorluk anları, bu dünyada zirveye çıkmanın adeta bir yolu olmuştu. Allah'ın takdiri ne kadar da şaşılacak bir şeydir!.
Gerçek şu ki, Hz. Yûsuf (a.s.)'un talebindeki nezâketle parlayan yakınlık, onu babasının Allah (c.c.)'a olan yakınlığına doğru çekip almıştı. Zira entrikalarını çevirdikten sonra eve dönen büyük kardeşler, babalarına şöyle mazeret bildiriyorlardı;
"... Biz yarışmak üzere uzaklaştık, Yûsuf'u da eşyamızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) O'nu kurt yemiş! Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın." (Yûsuf, 12/17)
Buna karşılık babalarının cevabı ise şöyleydi;
"...(Yâ'kub) Dedi ki: Bilakis nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Anlattıklarınız karşısında bana yardım edecek olan, ancak Allah'tır." (Yûsuf, 12/18)
Güzel bir sabır, peşinden büyük iyilikler getirir. İşte Hz. Yûsuf (a.s.) ve babasının ümit ettikleri her şey, onların bu sabırları sebebiyle gerçekleşti.
Hz. Yûsuf (a.s.) kıssası, yaşanan hayattan bir kesittir; insanların uydurdukları bir efsâne değil. Bu kıssanın eğitim ve etik özelliği günümüzde de çok yaygındır; zira farklı özelliklerine rağmen, taklit edilen bir imaj ve yazara ruh veren bir unsurdur. Roman kahramanlarının, o romanı yazan kimsenin tespit ettiği şekilde hareket ettiklerini ve o roman kahramanlarının arasında geçen konuşmaları roman yazarının ger-
212 -Yûsuf Sûresi
Muhammed Gazalî
çekleştirdiğini bilmekteyiz. Buna göre romandaki baştan sona tüm sorumluluk, fikirlerini dikte eden ve ilkeleriyle hedeflerine hizmet eden yazara aittir. Nitekim geçmişte "Kelile ve Dimne"nin müellifi, kahramanlarını hayvanlardan seçmişti ve yarı şaka yarı ciddi kendisine göre bir roman yazmıştı.
Yazılı tarih ise başka bir yöntemdir. Burada Allah (cc.)'ın insanlar için koyduğu yasalar ortaya çıkar ve ifâde tarzı güzel olan kimseler bizzat yaşanmış tarihi gerçekleri kaydederler. İşte yüce Allah (c.c.) nebîsine şöyle diyor:
"(Ey Muhammed!) Biz, sana bu Kur'ân'ı vahyetmekle geçmiş milletlerin haberlerini sana en güzel bir şekilde anlatıyoruz. Gerçek şu ki, sen bundan önce (bu haberleri) bilmeyen kimselerdendin." (Yûsuf, 12/3)
Zira Allah (c.c.)'ın vahyetmiş olduğu şeylerde Hz. Muhammed (s.a.v.)'İn hiçbir müdâhalesi yoktur; O (s.a.v.), sadece kendisine geleni alır, o kadar.
"Sana bildirdiğimiz bu bilgiler gayb haberlerindendir. Zira onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin." (Yûsuf, 12/102)
Sûrenin kendisiyle son bulduğu şu âyet sebebiyle, Kur'ân'da geçen her kıssanın efsâne değil, aksine bir gerçek olarak nitelendirilmesi en doğru olanıdır;
"Andolsun onların (geçmiş peygamber ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur'ân) uydurulabİlecek bir söz değildir, aksine o, kendinden öncekileri tasdik eden ve her şeyi açıklayan bir kitaptır. O aynı zamanda İman eden toplum için bir rahmet ve hidâyettir." (Yûsuf, 12/111)
Hz. Yûsuf (a.s.)'un hayatı, engeller ne kadar çok olursa olsun, Allah (c.c.)'a davet ve tebliğde sebat, azim, süreklilik, kararlılık hususunda örnek alınabilecek bir semboldür. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Yûsuf (a.s.)'un peygamberliği, onun 'rüşd' çağına ermesiyle birlikte başlamıştır;
"O, erginlik çağına erişince, ona hikmet ve ilim verdik. İşte güzel iş yapanları biz böyle mükâfatlandırırız." (Yûsuf, 12/22}
Hikmet ve marifet, Allah (c.c.) 'in kendi elçilerine verdiği en güzel ihsanlardır. Allah (c.c), Hz. Lût (a.s.) hakkında; "Lût'a gelince, ona da hikmet ve ilim verdik ve onu çirkin işler yapmakta olan memleketten kurtardık..." (Enbiyâ, 21/74) Hz. Mûsâ (a.s.) hakkında ise, "Mûsâ erginlik çağına girip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte güzel iş yapanları biz böylece mükâfatlandırırız." (Kasâs, 28/14) diyor.
Peygamber çocuğu Hz. Yûsuf (a.s.), artık bir köle olarak satılmıştı. Onu satanlar ise, sanki çok büyük bir yükmüş gibi, onun yanlarında kalmasından hoşnut değillerdi.
Gecelerin cilvesi ne de çok şaşırtıcıdır?! Kıymetli bir insan, değerli bir mal ola-
Yûsuf Sûresi "213
Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri
rak iyi bir paraya satılıyordu.
"Mısır'da O'nu satın alan adam kansina dedi ki: "O'na değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası dokunur veya O'nu evlat ediniriz..." (Yûsuf ,12/21)
Artık peygamberler çocuğu Hz. Yûsuf (a.s.), çalışmak ve aklına hayaline bile gelmeyen imtihanlardan başka bir imtihana muhatap olmak için kralın sarayına taşınmıştı.
Hz. Yûsuf (a.s.), daha gençliğinin bu erken döneminde Rabbiyle ilgili güzel bilgilere ve eşsiz bir takvaya sahip ve kendisine özgü hayat yolunu çizmiş bir kimse idi.
"... İşte böylece (Mısır'da adaletle hükmetmesi) ve kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yûsuf'u o memlekete yerleştirdik. Elbette ki Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler." (Yûsuf, 12/21)
Hz. Yûsuf (a.s.), içinde yaşadığı evin değerini biliyor ve mahremiyetini koruyordu. O'nun yanında ev sahibinin özel bir yeri vardı; zira O, yeryüzünde büyüklük taslayan fir'avunlardan birisi değildi. Aksine yumuşak huylu, halim selim, iyi ahlâklı ve şerefli bir kimse idi. Hz. Yûsuf (a.s.) da O'nu sevmiş ve hukukunu korumuştu. Ama zamanın akıp gitmesi Hz. Yûsuf (a.s.)!a soylu kökünü ve kendisine miras olarak bırakılan dinini unutturamamıştı. Zira O'nun ataları Allah (c.c.)'a çağıran dâvetçilerdi. Öyleyse O'nun da tek olan Allah (c.c.)'a ibâdet etme, iyilik yapma ve kötülüklerden uzak durma hususunda atalarının yolunu takip etmesi gerekirdi.
İçinde yaşadığı bu evin sahipleri O'nu evlatlık edinmişlerdi. Ancak bu evlatlık edinme, doğal bir oğulluk, ebeveynlik ilişkisini gerçekleştirmiyordu; Mısır Azizi Hz. Yûsuf (a.s.)'u güzel huylarından dolayı severken, karısı ise O'na başka duygularla sevgi besliyordu.
Hz. Yûsuf (a.s.), kendisine tüm dünyada var olan güzelliğin yarısı verilmiş, güzel yüzlü bir kimse idi. Aziz'in karısı olan Hz. Yûsuf (a.s.)'un analığı ise, evinde ve otoritesi altında yaşayan ve kendisine yakın olan bu gence baktığında, bu genç onun aklını başından alıyordu. Hz. Yûsuf (a.s.) ise bu hayal edilen konumdan çok uzaklardaydı. Zira iman onun tabiatına işlemiş, nefsini temizlemiş ve Allah (c.c.)'la olan bağını güçlendirmişti. İşte bu sebeple bir çirkinliğe tevessül etmesi aklının ucundan bile geçmiyordu.
Aziz'in karısı O'nu kendisine çekmek isteyince, Hz. Yûsuf (a.s.)'un içindeki, kendisine güven duygusu hemen harekete geçti ve atalarından devraldığı şeref ahitle-ri ile içinde barındığı, kendisine iyilik yapılan bu evin sahibine saygı göstermesi gerektiğini hatırladı. Hal böyleyken O, ev sahibinin namusuna nasıl leke sürebilirdi ki?
"Evinde bulunduğu kadın, O'nun nefsinden murat almak istedi, kapılan iyice
214 -Yûsuf Süresi
Muhammed Gazali
kapattı ve 'Haydi gel!' dedi. O da 'Allah'a sığınırım! Zira kocanız benim efen-dinıdir ve O bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zâlimler asla iflah olmaz!' dedi." (Yûsuf, 12/23)
Basit bir imanla böylesi bir imtihandan başarılı çıkmak, kesinlikle mümkün değildir. İşte bu sebeple, Allah'ın gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde (kıyamet gününde), Allah'ın gölgelendirdiği yedi sınıf insandan birisinin de şu olduğu hadiste bildirilmiştir: " Makam ve güzellik sahibi bir kadın, onu kendisine
davet ettiğinde, 'ben Allah'tan korkarım' diyebilen adam........" Hz. Yûsuf (a.s.) ise,
bu tehlikeli ortamda Allah (c.c.)'tan korkmaya en layık olan kimsedir.
Hz. Yûsuf (a.s.) kesin olarak bu günahtan yüz çevirmişti. Bunu Aziz'in karısı açıkça belirtmektedir;
"...Ben O'nun nefsinden murat almak istedim..." (Yûsuf, 12/32)
Oysa Hz. Yûsuf (a.s.) erkekliği tam ve olgun kişilikli bir genç idi. Ayrıca nefsi de O'na doğru meylediyordu. Ancak bunun sonucunda ölüm vardı; öyleyse bu dipsiz çukura dalması mümkün değildi. Zira şeref, din ve takva dağıtanlar, her dua ve çağrıyı kayda geçiriyorlardı.
Şayet Hz. Yûsuf (a.s.) soğuk karakterli, şehvetsiz bir genç olsaydı, o zaman O'nun erdemi nerede kalırdı ki?
"Andolsun ki, kadın O'na meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmesey-di O da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu O'ndan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik.) Şüphesiz O, ihlash kullanmızdandi." (Yûsuf, 12/24)
Artık mü'mince bir savunma, yanlış ayartmaya karşı zafer elde etmiş ve Hz. Yûsuf (a.s.) Rabbini zikreden, O (c.c.)'nun çizdiği sınırları aşmayan bir kimse olarak kalmıştı.
Aziz'in karısı, kendisinden kaçan Hz. Yûsuf (a.s.)'un gömleğini tutarken Aziz çı-kagelmiş ve böylece de aralarındaki çekişme son bulmuştu. Aziz'in karısı, ortamın sıkıntı verici bir rezillik olduğunu fark eder etmez, aceleyle eşine doğru yönelerek şöyle dedi:
"...Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir ki!" (Yûsuf, 12/25)
Kendisinin doğruluğunu kanıtlayacak delillerin çokluğuna rağmen Hz. Yûsuf (a.s.) şöyle haykırdı:
"Asıl kendisi benim nefsimden murat almak istedi..." (Yûsuf, 12/26) Nezih bir söz ve şerefle parlayan bir çehre; işte bu ikisi O'nun şahidiydi. Zira ora-
YÛsuf Sûresi* 215
Kur'Sn-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri
da konuya açıklık getirecek ne bir ses kaydı, ne de bir resim vardı; geriye sadece aklî deliller kalmıştı.
Çılgınca âşık olan kadın, kendisinden kaçan gencin arkasından yapışmış ve elbisesini yııtmıştı. Eğer durum böyle olmamış olsaydı suçlu, genç adam olacaktı; zira kanun böyle emrediyordu.
"Yûsuf: 'Asıl kendisi benim nefsimden murat almak istedi' dedi. Kadının akrabasından biri şöyle şahitlik etti. 'Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir. Bu ise yalancılardandır. Eğer gömleği arkadan yııtılmışsa kadın yalan söylemiştir. Bu ise doğru söyleyenlerdendir.' (Kocası, Yûsuf'un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu görünce, (kadına): 'Şüphesiz bu sizin tuzağı-nızdır. Sizin tuzağınız gerçekten de büyüktür.' dedi." (Yûsuf, 12/26-28)
Delillere dayanarak bîr hüküm vermek, hukukî bir zorunluluktur. Günümüzde yaygın olan parmak izi, kan tahlili ve buna benzer delillere de İtibar etmek gerekir.
Ne var ki Aziz'in karısı, kendisini suçlu gösteren tüm delillere karşı çıkmıştı. Hatta özgür irâdesine karşı bu delillere inatla direndi. Ne zaman ki etrafında dedikodular fazlalaştı, işte o zaman inkâr etmeyi bıraktı ve hem Hz. Yûsuf (a.s.)'a karşı beslediği duygularını hem de özrünü beyan etti. Kendisi hakkında konuşanlara o sanki şöyle diyordu: Eğer siz benim yerimde olsaydınız, benim yaptığımın aynısını yapardınız.
Ay'ın ondördü gibi parlayan bir çehreye kim âşık olmaz ki!
"Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki: Aziz'in karısı delikanlısının nefsinden murat almak istiyormuş. Yûsuf'un sevdası O'nun kalbine işlemiş. Biz O'nu gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz." (Yûsuf, 12/30)
Aziz'in karısı, kendisini kınayan kadınları topladı ve onlar için hazırlamış olduğu bu toplantıda, tam elma ve diğer meyveleri yerken Hz. Yûsuf (a.s.)'un onların yanına çıkmasını istedi. Hz. Yûsuf (a.s.) onlara görününce, hepsi de dehşete düştü, akılları başlarından gitti ve ellerindeki bıçaklarla ellerini yaralayıp keserek dediler ki:
"Hâşâ Rabbimiz! Bu bir beşer değil... Bu ancak olsa olsa üstün bir melektir!" (Yusuf, 12/31)
İşte tam bu sırada, Aziz'in karısındaki alevlenen duygular zirveye ulaştı ve kendinden geçerek şöyle dedi:
"İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben O'nun nefsinden murat almak istedim. Fakat O, (bundan) şiddetle kaçındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!" (Yûsuf, 12/32)
Aslında bu, aklın devre dışı kaldığı anda çıkan bir çığlıktı. Aziz'in karısı yaptığı
216* Yûsuf Süresi
Muhammed Gazali
işte kesin bir yenilgi almıştı. Ancak çirkinlik her zaman için çirkinliktir; Freud bunu savunsa, Batı medeniyeti iyi görse ve bir sürü mazeretler uydursa bile...
Aslında Hz. Yûsuf (a.s.) şöyle derken, şerefi, insanlığı, edebi ve Allah'ın rızasına uymayı bizzat kendi nefsinde somutlaştırıyor:
"(Yûsuf) 'Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve câhillerden olurum!' dedi. Rabbi O'nun duasını kabul etti ve onların hilesini uzaklaştırdı. Çünkü O, çok iyi İşiten ve çok iyi bilendir." (Yûsuf, 12/33-34)
Hz. Yûsuf (a.s.) bu hile ve tuzaktan nasıl kurtulmuştu? Sarayı, sahibesine bırakıp orayı terk ederek kurtuldu. O (a.s.), oradan emin ve hakkını koruyan bir kimse olarak çıktı. Hikâyenin geriye kalan kısmının gizli kalması için, belirli bir süreye kadar hapse atıldı.
"Sonunda (Aziz ve arkadaşları) kesin delillerini görmelerine rağmen, O'nu bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine uygun görüldü." (Yûsuf, 12/35)
Yûsuf Sûresi'nde, sabahın aydınlığı gibi gerçekleşen üç rüya vardır;
Birincisi, sûrenin başında, Güneş, Ay ve onbir yıldızın kendisine secde ettiğini babasına anlattığı rüya. Bu rüyanın yorumunu biraz sonra açıklayacağız.
İkincisi, hapishane döneminin kuralları ile ilgili gerçekleşen rüya;
"Onlarla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: Ben (rüyamda) şarap sıktığımı gördüm. Diğeri de; Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz, dedi." (Yûsuf, 12/36)
Rüya; insanın ruhî yönüyle ilgili gayb aleminden bîr parçadır. Rüya, gerçekliğine rağmen ne iyiliğin ne de kötülüğün bir delilidir. O, sadece kişinin, bu rüya sayesinde diğer insanları kendisine hayran bıraktığı beşer tabiatmdaki eşsiz bir gücün varlığına delâlet eder.
Ben Kahire'de oturan bir adam tanıyorum. Bu adam, bir gün köyüne gitmek istediğinde bir rüya görür. Rüyasında, akrabalarından birisinin öldüğünü, etrafında da cenazenin son görevini yerine getirenlerin olduğunu ve belirli bir düzen içerisinde evden çıkılarak kabristana doğru götürüldüğünü görür. Köyüne vardığında ise, rüyasında gördüklerinin aynısını orada da görür. İşte bu gerçekleşmiş bir rüyadır.
Görünür hiçbir sebep olmaksızın, rüya yoluyla bazı insanlara gaybın perdelerinin aralandığını bilmekteyiz. Bu önceden sezme ile ilgili olarak, Alman filozofu Kant'ın yüz milden daha uzak bir mesafede bir yangını gördüğü, anlatılır. Aynı şekilde, Me-
YÛSüfSûresi*2l7
Kur'ân-ı Kerîm'İn Konulu Tefsiri
dine'de hutbe okurken Hz. Ömer b. Hattâb'ın şöyle dediği bize hikâye olarak aktarılmıştır: "Yâ Sâriye! Dağa bak, dağa!" Sâriye, ordu komutanlarından birisiydi. Hz. Ömer, düşmanın Müslümanları dağ yönünden oyuna getirdiğini görerek bu çığlığı atıyordu. Rivayet edildiğine göre o komutan cephede iken, Hz. Ömer'in sesini duydu ve bu sayede ordusunu yok olmaktan kurtardı.
Bu tür olaylar için önceden kararlaştırılmış ilkeler yoktur. Bu olayları zikretmemizin sebebi de, Hz. Yûsuf (a.s.)'un gerçekleşen olayına ışık tutması İçindir. O (a.s.), iki arkadaşının rüyasını dinledikten sonra kendisini anlatmaya başladı:
"Dedi ki: Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana Öğrettİklerindendir. Şüphesiz ben Allah'a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar âhireti inkâr edenlerin tâ kendileridir. Atalarım İbrahim, İshâk ve Yâ'kûb'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler." (Yûsuf, 12/37-38)
Hz. Yûsuf (a.s.) atalarından miras olarak aldığı tevhid inancına sahip, lüks sarayların entrikalarını anlatırken, o inançla birlikte olmak ve aynı inancın şu anda hapiste iken bile kendisiyle birlikte olmak gibi bir şerefle övünmekteydi. Hapishanede arkadaşlarını imana davet ederken, sadece tevhid inancından bahsetti;
"Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?" (Yûsuf, 12/39)
Allah (c.c.)'m dışındaki her tanrı; gerçek olmayan bir zan, müsemması olamayan bir isimdir. Öyle ise nasıl oluyor da, kuruntularla ilgileniyor ve hiç'leri bir şey zannediyoruz?
Modern medeniyet, evrenin bir çok sırlarını keşfedip Allah (c.c.)'a götüren izleri gözlemlemesine rağmen, bu medeniyetin Allah (c.c.)'la olan ilişkisinin zayıf olması, O (c.c.)'nun huzuruna çıkmayı aklına bile getirmemesi, O (c.c.)'nun öğretilerinden İstifâde etmemesi, sadece maddî gereksinimlerle yeryüzünde yaşamasını kolaylaştıracak şeyleri biriktirmesi çok şaşılacak bir durumdur.
Hz. Yûsuf (a.s.) ikinci rüyayı da şöyle tabir etmişti:
"Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyalarınıza gelince), biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından (beynini) yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz İş (bu şekilde) kesinleşmiştir." (Yûsuf, 12/41)
Birbirine zıt iki hayat; işte rüyanın tabiri bu.
"Onlardan, kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: Beni efendinin yanında an (umulur ki beni çıkarır.) Fakat şeytan O'na, efendisine anmayı unutturdu. Do-
218 • Yûsuf Sûresi
Muhammed Gazalî
layısıyla (Yûsuf) birkaç sene daha zindanda kaldı." (Yûsuf, 12/42)
Sarayın cilvesi, Kral'ın sâkîsini öyle bir sardı ki, hapishaneyi, orada geçirdiği günleri ve oradaki arkadaşlarını unuttu; tabi bu arada, haksızca hapse atılan temiz ve iyi adamı da. Ancak uzun bir zamandan sonra Hz. Yûsuf (a.s.)'u hatırlatacak bir olay oldu. Kral uykusunda, kendisini dehşete düşüren ve etrafındaki rüya tabîrcilerinin de yorumlayamadıkları bir rüya gördü. İşte tam bu sırada Kral'ın sâkîsi şöyle dedi: "Şayet beni hapishaneye gönderirseniz size bu rüyanın gerçek yorumunu getiririm."
"(Yûsuf'un yanına gelerek dedi ki) Ey Yûsuf, ey doğru sözlü kişi! (Rüyada görülen) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile, yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bir yorum yap. Ümit ederim ki,insanlara dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler." (Yûsuf, 12/46)
Hz. Yûsuf (a.s.) bu rüyayı yorumladı ve sâkî bu rüyanın önemli yorumunu Kral'a bildirdi ki, bu da üçüncü rüyadır. Bunun üzerine Kral:
" 'Bana Yûsuf'u gelirin!' dedi. Fakat Hz. Yûsuf (a.s.), suçsuzluğu ispatlanana ve kendisine yapılan iftiralar kaldırılana kadar, Kral'ın yanına gitmeyi reddetti. işle bu arada üzeri küllenmiş bir konu tekrar gündeme geldi ve nelerin olduğunu bilen kadınlar orada hazır bulundular. (Kral kadınlara) dedi ki: 'Yûsuf'un nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi?' Kadınlar: 'Hâşâ! Allah için, biz O'ndan hiçbir kötülük görmedik', dediler. Aziz'in karısı da dedi ki: 'Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben O'nun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki O doğru söyleyenlerdendir." (Yûsuf, 12/51)
Aziz'in karısının bu itirafından sonra Hz. Yûsuf (a.s.) geçmişte olan şeyleri Kral'a daha iyi anlatmak maksadıyla şöyle dedi:
"Bu, Aziz'in yokluğunda O'na hainlik etmediğimi ve Allah'ın hâinlerin hilesini başanya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir." (Yûsuf, 12/52)
Kral, rüyada gerçekleşeceği belirtilen seneler içerisinde, insanlar arasında hazineden sorumlu kişinin, en hak sahibi Hz. Yûsuf (a.s.) olduğunu hemen oracıkta anlayı-verdi. O (a.s.), büyük bir halkın geleceği idi; öyleyse haber verdiği şeyleri en iyi gözetecek kişi de O idi.
"Kral dedi ki: 'O'nu bana getirin onu kendime özel danışman edineyim. O'nun-la konuşunca: 'Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin' dedi." (Yûsuf, 12/54)
Hz. Yûsuf (a.s.) insanların geçiminden sorumlu maliye bakanı olmayı tercih etti:
"Beni ülkenin hazinelerine tayin et. Çünkü ben, (onlan) çok iyi korurum ve bu işi bilirim, dedi ve böylece Yûsuf'a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke İçinde yetki verdik. Biz, dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz ve gü-
Yûsuf Sûresi *2I9
Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri
zel davrananların mükâfatını zâyî etmeyiz." (Yûsuf, 12/55-56)
Hz. Yûsuf (a.s.)'un kendisini aday gösterdiği makama uygun, ilmî ve psikolojik yeteneklerini sunduğunu görmekteyiz. O (a.s.), sadece temiz, dürüst ve iffetli bir kul değil, aynı zamanda malî işlerde tecrübe sahibi; nasıl kazanacağını ve ne şekilde harcayacağını bilen bir kimse idi. Kendisinin bu makama geçmek istemesi bu makama geçecek, kendisinden daha ehliyetli bir kimse yokluğu ve yönetimin tecrübesiz ve güçsüz bîr kimseye verilmesinin yerine, güvenilir ve güçlü bir kimseye verilmesinin genel maslahat açısından daha iyi olacağı düşüncesi idi.
Hz. Hâlid b. Velîd de, Yermuk Savaşı'nda Müslümanların komutanı olmayı istemişti, çünkü onun dışındaki komutanlar Rum askerî stratejilerine nasıl karşı koyacaklarım fazla iyi bilmiyorlardı. Burada tecrübeler büyük önem arzetmekte ve tecrübesizlik ise, ciddî bir kayıp olmaktaydı.
İşte bu sebeple ilk gün komutanlığın kendisine verilmesini istedi. Komutanlık kendisine verilince de hemen orduyu taarruza hazırladı ve düşmana karşı çok güzel bir taarruz planını tatbik etti. Sonuçta da zaferi elde etti.
Büyük çılgınlıklar için uygun ortamların arandığı, nüfuz ve güç sahibi olmanın arzu edildiği dönemlerde, liderlik talebinde bulunmak büyük bir hatadır. Zaten İslâm ümmetine gelen büyük belâların çoğunluğu da, bu liderlik arzusu içerisinde olup, ümmete, ehil olmadığı halde lider olmaya kalkışanlar tarafından gelmektedir.
Kıtlık seneleri, kralın rüyasına ve Hz. Yûsuf (a.s.)'un yorumuna uygun olarak geçti. Bu kıtlık yıllarının, Nil Vadisi'ni de aşarak Şam çöllerine kadar uzandığı anlaşılmaktadır. Zira Şam yöresinde yaşayan halk, kıtlık günlerine önceden hazırlanan Mısır'dan acele yiyecek talep etmişlerdi. Hz. Yûsuf (a.s.)'un kardeşleri de işte bu gelenlerin içindeydi.
"Yûsuf'un kardeşleri gelip O'nun huzuruna girdiler, (Yûsuf) onları tanıdı fakat onlar O'nu tanımıyorlardı." (Yûsuf, 12/58)
Hz. Yûsuf (a.s.) onlara misavirperver davrandı, hal ve hatırlarını sordu ve yapılması gereken iltifatlardan sonra, onlardan ikinci gelişlerinde öz kardeşini (Bünya-min'i) de getirmelerini istedi.
"Dediler ki; 'O'nu babasından istemeye çalışacağız. Kuşkusuz bunu yapacağız.'" (Yûsuf, 12/61)
Bu talep karşısında baba korkuya kapılarak çocuklarına şöyle dedi:
"Daha önce kardeşi (Yûsuf) hakkında size ne kadar giivendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! Allah en hayırlı koruyucudur ve O merhametlilerin en merhametli sidir." (Yûsuf, 12/64)
220 • Yûsuf Sûresi
Muhammed Gazali
Ancak dayanılmaz derecedeki ihtiyaçlarla kardeşlerinin ısrarcı tavırları, babalarının bu isteğe cevap vererek, en küçük oğlunu onlarla birlikte göndermeyi kabul ettirdi, ikinci kez giderlerken, onların yanında Bünyamin'i de göndererek hepsine birlikte şu tavsiyede bulundu:
"Oğullarım! (Şehre) hepifıiz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm ancak Allah'ındır. Ben yalnız O'na dayandım ve tevekkül edenler de yalnız O'na dayansınlar." (Yûsuf, 12/67)
Bu tavsiyeden Hz. Yâ'kûb (a.s.)'un, çocuklarının yabancı bir devletin casusları olarak suçlanmalarından korktuğu anlaşılmaktadır. On kişinin üzerindeki bu kardeşler grubunun görüntüsü, boylarının uzunluğu ve görünüş!erindeki heybet, onları âdeta bir yağmacı çetesi gibi gösteriyordu.
Anne-baba bir öz kardeşi olan Bünyamin'i özel bir şekilde karşılayan Hz. Yûsuf (a.s.)'un etrafında tüm kardeşler toplandı.
"Yûsuf'un yanına geldiklerinde öz kardeşini yanına aldı ve 'bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme' dedi." (Yûsuf, 12/69)
Hz. Yûsuf (a.s.) kardeşinin hal ve tavırlarından, bu teselli edici sözlerin O'nda bıraktığı tesiri kesinlikle biliyordu.
Daha sonra Hz. Yûsuf (a.s.) kardeşlerine güzel bir oyun oynadı; kardeşi Bünyamin'i yanında tutmayı ve diğer kardeşlerini babalarına Bünyaminsiz göndermeyi başardı. Zira O (a.s.), kardeşi Bünyamin'in yükünün arasına tartı aletini saklamıştı. Güvenlik görevlileri de bunu fark edince suçuna karşılık olarak O'nu tutukladılar ve memleketine dönmesine izin vermediler. Hz. Yâ'kûb (a.s.) ise, ikinci ve son olarak da Hz. Yûsuf (a.s.)'un kardeşini yitirdiğini anlayınca işte şöyle yalvardı:
"Hayır, nefisleriniz sizi böyle bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir ve hikmet sahibidir." (Yûsuf, 12/83)
Hz. Yâ'kûb (a.s.)'un hastalığı gerçekten çok önemliydi; zira O (a.s.), kalbinin derinliklerinde Hz. Yûsuf (a.s.)'un hayatta olduğunu ve günün birinde kendisine döneceğini hissediyordu ki tam da bu sırada ikinci oğlunu da kaybetmişti. Dolayısıyla üzüntüler gittikçe katmerleşiyordu; artık O (a.s.), hiçbir şey göremiyordu.
"Onlardan yüz çevirdi, 'Ah Yûsufum ah!' diye sızlandı ve kederi içine gömmesi yüzünden gözlerine boz geldi." (Yûsuf, 12/84)
Allah (c.c.)'a son niyazında ve ebedî ricasında, O (a.s.) şöyle sesleniyordu:
"Ey oğullarım! Gidin de Yûsuf'u ve kardeşini iyice araştırın, Allah'ın rahme-
YûsufSüresi-221
Kur'ân-ı Kerîm'in Konulu Tefsiri
tinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez." (Yûsuf, 12/87)
Hz. Yûsuf (a.s.)'un kardeşleri kalpleri kırık, halleri perişan ve sefaletleri apaçık bir şekilde üçüncü kez Mısır'a gittiler.
"Yûsuf'un yanma girdiklerinde dediler ki: Ey Aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz değersiz bir sermâye ile geldik. Hakkımızı tam ölçerek ver, ayrıca bize bağışta da bulun. Şüphesiz Allah sadaka verenleri mükâfatlandırır." (Yûsuf, 12/88)
Kardeşlerinin bu perişan halini gördükten sonra Hz. Yûsuf (a.s.), kendisinin kim olduğunu bildirdi ve kalpleri titretecek, uyuşmuş duygulan diriltecek yüksek bir ses tonuyla onlara şöyle seslendi:
"Siz, cahilliğiniz yüzünden Yûsuf ve kardeşlerine yaptıklarınızı biliyor musunuz? 'Yoksa sen, gerçekten Yûsuf musun?' dediler. Oda: '(Evet) ben Yûsuf um, bu da kardeşim. (Birbirimize kavuşmayı) Allah bize lütfetti. Çünkü kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah, güzel davrananların mükâfatını zâyî etmez' dedi." (Yûsuf, 12/89-90)
Bu sözü ile Hz. Yûsuf (a.s.), Allah'ın kevnî kurallarına benzeyen toplumsal bir kuralı hatırlatmaktadır; takva ve sabır başarıyı getirir; tıpkı oksijen ve hidrojenin suyu oluşturması veya eşkenar üçgenin açılarının birbirine eşit olması gibi...
Olayın başlangıcından onlarca yıl geçtikten sonra herkes Allah (c.c.)'ın kanunlarının hak olduğunu anlamıştı; "...söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah'tan daha doğru sözlü olabilir!" (Nisa, 4/122)
"(Kardeşleri) dediler ki: Allah'a andolsun hakikaten Allah seni bize üstün kılmış gerçekten biz hataya düşmüşüz. (Yûsuf) dedi ki: Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O merhametlilerin en merhametlisidir." (Yûsuf, 12/91-92)
Büyük kimseler, kin beslemez ve zafere ulaştıktan sonra da alçak gönüllüğü ile Allah için tevazusu arttıkça artar. İşte bu sebepledir kî Hz. Yûsuf (a.s.), kardeşlerine şu tarihi sözü söyledi:
"Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O merhametlilerin en merhametlisidir. Şu benim gömleğimi götürün de O'nu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir ve bütün ailenizi bana getirin." (Yûsuf, 12/92-93)
Artık kervan Mısır'dan Şam'a doğru yola çıkmıştı. İşte tam bu sırada, Hz. Yâ'kûb (a.s.)'un etrafındaki kimseler, O'ndan sebebini bilemedikleri bir sevinç nâra-sı İşittiler. İşittikleri bu nâra şöyle diyordu:
"Şayet siz beni bunamış olarak saymazsanız, ben Yûsuf'un kokusunu alıyorum!" (Yûsuf, 12/94)
222 • Yûsuf Sûresi
Muhammed Gazalî
Ruhlar âlemi çok ilginçtir; Hz. Yâ'kûb (a.s.)'ıın kalbine bu müjde nasıl ulaştı ve gerçekleşen hâdiseleri nasıl hissetti?!
"Müjdeci gelince, gömleği O'nun yüzüne koyar koymaz (Yâ'kûb) birden görür oldu, Ben size 'Allah tarafından, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim demedim mü'dedi." (Yûsuf, 12/96)
Bu olaylardan birkaç gün sonra birinci rüyanın te'vili de gerçekleşmiş oldu; tıpkı ikinci ve üçüncü rüyaların yorumunun gerçekleştiği gibi...
"Yûsuf'un yanına gittikleri zaman ana babasını kucakladı ve 'güven içinde, Allah'ın iradesiyle Mısır'a girin!' dedi. Ana ve babasını tahtının üzerine çıkartıp oturttu ve hepsi O'nun için (O'na kavuştukları için) secdeye kapandılar. O dedi ki: Ey babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim O'nu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana (çok şey) lütfetti. Çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lutfedicîdir. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir." (Yûsuf, 12/99-100)
Kur'ân'ın, gelişimini detaylıca anlattığı Hz. Yûsuf (a.s.) kıssası bittikten sonra, yüce Allah, elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.)'e şöyle seslenmektedir:
"İşte bu, gayb haberlerindendir. O'nu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin." (Yûsuf, 12/102)
Evet, Hz. Peygamber (s.a.v.) onların yanında değildi ki görsün; o kıssayı herhangi bir kitapta okumamıştı ki orada gerçekleşen olaylara muttalî olsun. O, ancak hiçbir arttırma ve tahrif olmaksızın kendisine anlatılan yüce bir vahiydir. Buna rağmen insanların çoğu Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini yalanlamaktadır.
Günümüzde bile putperest ve kitap ehli kimselerden azımsanamayacak kadar çok insan O'nun peygamberliğine dil uzatıyor ve onların saçmalıkları hiç bitmiyor; ama varsın olsun, ne fark eder ki? Zira onlar bu son risâletİn yolunu asla kesemeyeceklerdir.
"(Resulüm!) De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum. Ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim." (Yûsuf, 12/108)
O inkarcıların, Allah (c.c.)'ı tanımaya ve O (c.c.)'nun vahyine ulaşmaya götürecek evrenin âyetlerini, gözleri göremeyecek derecede kapalıdır:
"Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler." (Yûsuf, 12/105)
Yûsuf Sûresi -223