ZUHRUF SURESİ

Zuhruf Sûresi:

"Hâ Mîm. Apaçık Kitab'a andolsun ki, biz düşünüp anlamanız için O'nu Arap­ça bir Kur'ân yaptık." (Zuhruf: 1-3)

âyetleriyle başlamaktadır.

Burada Kur'ân'ın Arapça oluşunun tekrarlanması, Araplar'ın yüklendikleri risâ-leti desteklemek İçindir. Bu çağda da Araplar bu desteğe muhtaçtırlar. Araplar arasın­da kendilerinin İslâm'a ihtiyaçları bulunmadıklarını sanan nesiller yetişmiştir.

Araplar'ın Kur'ân'a ihtiyaçları olmadıklarını iddia ettikleri gün, yeryüzünün en aşağılık insanları olacaklardır.

Bu Kur'ân, hikmetlerle dolu yüce bir kitaptır. Ondaki ilâhî ilmin bir benzeri baş­ka bir yerde yoktur. Vahyi inkâr eden milletlerin dünya ve âhiretlerİ zâyî olur. Gele­cekte Araplar bundan daha iyi olmayacaklardır.

Sûrenin baş tarafı müşriklerin içinde bulundukları zihinsel paradoksu ortaya koy­maktadır.

Çünkü müşrikler Allah'ın yaratıcı olduğunu itiraf etmektedirler:

"Andolsun onlara: 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan elbette diyecekler ki: Onları, çok üstün, çok bilen (Allah) yarattı." (Zuhruf: 9)

"Andolsun onlara; kendilerini kimin yarattığım sorsan elbette 'Allah' derler. O halde nasıl (haktan) çevriliyorlar?" (Zuhruf: 87)

Müşrikleri, gökleri ve yeri yaratan, çok üstün ve çok bilen Allah ise müşriklerin taptıkları putların görevi nedir o zaman? O putlar ne İşe yararlar? Anlamayan, kimse­ye yararı ve zararı dokunmayan yontulmuş taşların kıymeti nedir?

Aslında onlara yakışan, Allah'ın tek olduğunu bitmeleri ve sadece O'na yönelme-

Zuhruf Sûresi --475

K u r * â n - ı     Kerîm'in     Konulu     Tefsiri

leri gerekirdi:

"O ki, yeri sizin için beşik kıldı ve doğru gitmeniz için yeryüzünde size yollar yaptı. O ki, gökten bîr ölçüye göre su indirdi de, onunla ölü bir memleketi can­landırdık. İşte siz de böyle (canlandırılıp) çıkarılacaksınız." (Zuhruf: 10-11)

Müşrikler, Allah'ın kendisinin bir parçası olan çocukları olduğunu iddia ettiler. Bu bir yalandır. Allah'ın bir parçası yoktur. O, çocuk veya baba sıfatıyla nitelenemez.

O, tektir, sameddir. Allah bu sûrede bu çirkin iddiayı şöyle reddetmiştir:

"De ki: Eğer Rahmân'ın çocuğu olsaydı (ona) tapanların ilki ben olurdum. Göklerin ve yerin Rabbi, arşın Rabbİ, onların nitelemelerinden yücedir, münez­zehtir." (Zuhruf: 81-82)

Çok ilginçtir, Araplar câhiliye devirlerinde, kızları diri diri öldürüyorlardı. Buna rağmen kızları Allah ile ilintilendiriyor ve O'nun seviyesine yükseltiyorlardı:

"Rahmân'ın kullan olan melekleri dişi saydılar. Onların yaratılışlarına mı şahit oldular ki (böyle hüküm veriyorlar)? Şahitlikleri yazılacak ve (bundan) sorula­caklardır." (Zuhruf: 19)

Allah, İsrâ Sûresi'nde ise şöyle buyurmaktadır: "Rabbiniz oğulları sîze seçti de kendisine meleklerden kadınlar mı edindi? Gerçekten siz büyük (çok tehlikeli) bir söz söylüyorsunuz.," (İsrâ: 40)

Müşrikler, yalanlarını sürdürdüler ve bu ortak koşmalarını Allah'ın onlardan bir dileği olduğunu iddia ettiler. Allah'ı bu işe karıştırdılar. Onların inkârlarının, ahmak­lık ve kuru bir inad olduğu ortadadır:

"İşte böyle senden önce de hangi memlekete uyarıcı gönderdiysek mutlaka ora­nın varlıklıları: 'Biz babalarımızı bir yol üzerinde bulduk, biz de izlerine uya­rız.' dediler. Ben size babalarınızı, üzerinde bulunduğunuz(din)den daha doğru­sunu getirmiş olsam da (yine babalarınızın yolunu) mu (tutacaksınız)? dedi. Dediler ki: 'Doğrusu biz seninle gönderileni tanımıyoruz.' Biz de onlardan Öç aldık. Bak yalanlayanların sonu nasıl oldu?" (Zuhruf: 23-25)

Hakkı inkâr, saygın delillerden değil baskın şehvetlerden kaynaklanmaktadır. Ge­nelde nefislerde temel doğrulan kabul etmeyen arzular gizlenmektedir.

Kur'ân-ı Kerim, şöyle buyurarak müşriklerin sırlarını ortaya çıkarmıştır: "Semâd da uyarılan (veya uyarıcıları) yalanladı: 'Bizden bir insana mı uyacağız? O takdir­de biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık içine düşmüş oluruz.' dediler. 'Zikir aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı küstahın biridir.' (dediler)." (Kamer: 23-25)

Kin ve hasedin özellikleri, yalanlama ve düşmanlığı harekete geçiren şeylerdir. Bütün peygamberlerin sîretleri incelendiğinde, onları benimsemede içsel dürtülerin

476 • Zuhruf Sûresi

Muhamnıed     Gazalî

bir eylemi olduğu göze çarpmaktadır. İnkâr edenlerin Sa'd Sûresi'nde dile getirilen şu sözleri ne kadar da anlamsızdır: "O İhtar (Kur'ân) aramızdan O'na mı indirildi? Hayır onlar benim ihtarımdan şüphe içindedirler. Hayır onlar henüz azabımı tatma­dılar." (Sâd: 8) Bu sûrede ise onlar şöyle demektedirler:

"Bu Kur'ân, iki kentten, büyük bir adama indirilmeli değil miydi?" (Zuhnıf: 31)

İki kent, Mekke ve Taif 'tir. Soru: Kur'ân, neden bu kentlerin liderlerinden birine indirilmemiştir? Bu onlara egemen olan doğal bir mantıktır. Kentin yöneticileri, ıslah etme ve aklanma asaletlerini yerine getirmeyi ve milletleri karanlıktan aydınlığa çı­karmayı seçmiş insanlar mıdırlar ki!

Eskiden İsrailoğulları da Tâlût'un kendilerine kral olarak seçilmesine şöyle diye­rek itiraz etmişlerdi: '''Dediler ki: O bizim üzerimize nasıl hükümdar olabilir? Biz hü­kümdarlığa ondan daha lâyıkız. Ona geniş mal da verilmemiştir." (Bakara: 247) On­lara İse şöyle cevap verilmiştir: "Allah O'nu sizin üzerinize seçti, onun bilgisini ve gü­cünü artırdı. Allah mülkünü dilediğine verir." (Bakara: 247)

Yörelerin aydınlanması, kölelerin âzâd edilmesi, nesillerin tabandan doruğa ta­şınması, özel madenler ve yüksek seviyedeki erler ister. Bunun için arzu ve emelleri­ni düşünen zengin şahıs aday gösterilmez. Maddî açıdan insanların kimi kimine üs­tün olabilir. Bu yüzden mühendis işçiye ve komutan askere emreder.

Fakat bunun ruh temizliği ile, gönül paklığı ile ve yaşamın bütün alanlarına iyi­lik etmekle ne alâkası vardır?

İşte bunun için Allah, câhillerin liderlerden birinin peygamber seçilmesini iste­mesini reddetmiştir:

"Rabbİnin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçim­liklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimilerini ötekilerine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır." (Zuhruf: 32)

Dünya işlerinde insanların konumlarının farklılık arzetmesi, sanat, ziraat ve diğer alanlarda zorunludur. Bunun insanları eğitmesi ve seviyelerini yükseltmesi için Al­lah'ın seçmiş olduğu seçkin risâletlerle bir alâkası yoktur.

Bir başka husus daha vardır: Kimilerinin dünya malında üstün olmaları, onlarda hayra alâmet değildir. Allah, cehennem odunu olan bir kavmin rızkını genişletebilir. Örneğin Ammâr b. Yâsir, Bilâl b. Rebah gibi cennet ehlinden olan ve bu dünyada çe­şitli belâlara dûçâr olan kimseleri sıkıntıyla deneyebilir. Allah burada şunu beyan edi­yor:

"Şayet bütün insanlar, kâfirlere verilen nimetlere boyun eğmemiş olsa idi her-

Zuhruf Sûresi • 477

K U r ' â n - I      Kerîm  'in      Konulu     Tefsiri

kese Allah'ın düşmanlarına verdiklerini verirdi! Şayet insanlann küfürde bir­leşmiş bir tek ümmet olması (tehlikesi) bulunmasaydı, Rahmân'ı inkâr edenle­rin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık. Evle­rinin kapılarını ve üzerine yaslanacakları koltukları da (hep gümüşten yapar­dık). Ve onları zînetlere boğardık. Bütün bunlar sadece dünya hayatının geçim­liğidir. Âhiret ise, Rabbinin katında, Allah'ın azabından sakınıp rahmetine sığı­nanlara mahsustur." (Zuhruf: 33-35)

Bazen bâtılı savunanlar, kendilerini savunabilir, tatlı sözlerle bâtıllarına destek çı­kabilirler. İşte bu hususta şu âyet gelmiştir: "Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık, (Bunlar) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıl­darlar." (En'am: 112)

Allah bu sûrede ise şöyle buyurmaktadır:

"Kim Rahmân'ı zikretmekten gafil olursa, kendisine dost olmuş bir şeytanı ona musallat ederiz." (Zuhruf: 36)

Bu dostlar, hakka direten ve yoluna dikenler serpen gruplara sıcaklık duyarlar. Peygamber (s.a.v) bunlara karşı koymakla ve hem kendisini hem de kavmini Allah'ın onurlandırdığı vahye sarılmakla emrolunmuştur:

"Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru yoldasın. Doğru­su Kur'ân, sana ve kavmine bir öğüttür. İlerde ondan sorumlu tutulacaksınız." (Zuhruf: 43-44)

Bu İslâm, kendisini insanlara taşıyan ve kitabı onların diliyle inen Arapların ya­şamının kalkanı olmuştur. Araplar bunda samimi olunca yeryüzünün lideri olmuşlar­dır.

Bu kitap, önceki dinlerden ortaya çıkan hatâları düzeltmiş ve bütün insanlara iki dünyayı kazandıran metod çizmiştir. Mûsâ, İsâ ve diğer peygamberlerin risâletinde Allah'ın ortaklan ve şefaatçileri yoktur.

"Senden Önce gönderdiğimiz elçilerimize (ümmetlerine) sor! Rahmân'dan baş­ka tapılacak tanrılar (edinin diye) emretmiş miyiz?" (Zuhruf: 45)

Zenginlik, otorite ve zorbalık fitnesini söndürmek için Allah, burada Mûsâ ile bir­likte Fir'avn kıssasını aktarmıştır. Fir'avn, Taif gibi bir şehrin lideri değil, aksine me­deniyetler merkezi ve koskoca bir Nil'e sahip olan Mısır'ın kralıdır. İşte böyle birine Mûsâ gelmiş, ondan Allah'a iman etmesini ve ezilmişlere zulmetmemesini istemiştir.

Fakat kibirli adam yüz çevirmiştir:

"Fir'avn kavmine seslendi ve şöyle dedi: Ey kavmim! Mısır mülkü ve altından akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yoksa ben,

478 • Zuhruf Sûresi

Muhammed     Gazalî

kendisi zayıf ve neredeyse söz anlatamayacak durumda bulunan şu adamdan daha hayırlı deği] miyim? O'na altın bilezikler verilmeli veya yanında O'na yardımcı melekler gelmeli değil miydi?" (Zuhruf: 51-53)

Fir'avn, Musa'yı yalanladı. O'nu ve kavmini ta Kızıldeniz'e kadar sürdü. İsrailo-ğulları, Mûsâ önderliğinde denizi geçtiler. Fir'avn onları yakalamak istedi. O ve ya­nında bulunanların hepsi boğulup gitti. Fir'avn boğulacağını anlayınca şöyle dedi: "Gerçekten, İsrâiloğullan'nın inandığı Tann'dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de Müslüman}ardanım." (Yûnus: 90)

İbni Abbas'tan: Allah, Fir'avn'u boğup O da tevhid kelimesini söyleyince Cebra­il denizin dibinden toprak alıp O'nun ağzına sürmeye başladı. Sonra dalgalar eski kra­lın bedenini alıp götürdü. İnsanlar, O'nu deniz kıyısında çamura bulanmış ve her ta­rafı çamura belenmiş bir halde buMuîar.

O'nun sahip olduğu altın hazineleri nerede? Hepsi sahte ilâhlık ile birlikte kay­bolup gitti.

Dünyada zengin olan bâtılı savunanlar, âhirette onları karşılayan hesap arazileri­ni işte böyle gizlediler.

Erkeklik başka şeydir, bilezik ve takılar başka şeydir.

Hatırlıyorum, Batı tarzı giyinmiş ve boynuna kaim bir altın zincir takmış iriyarı bîr adam görmüştüm. O zaman hayret etmiştim. Çünkü ben altının, kadınların zîneti olduğunu biliyordum. Bu iriyarı adamı tanıyan adama bu dev cüsselinin ahlâkım sor­dum. Dedi ki: Vefasız ve dalkavuk biri olduğu söylenir.

"Bu onun hakkında bir kanaattir." dedim ve şâirin şu sözünü hatırladım: Bir kavmin uzun boylu ve güçlü oluşu önemli değil Katırların cismi ve kuşların anlayışları var!

Sûre, kimilerinin ilâh sandığı Meryem oğlu İsa'nın sîretinden biraz bahsedebil­mek için Mûsâ ve Fir'avn kıssasını içermektedir. Tartışmadan hoşlanan bazıları kar­gaşa çıkarmakta ve onun durumuna ilişkin vaveyla koparmaktadırlar. Yüce Allah'ın müşrikler hakkında şöyle dediği gibi: "Siz ve Allah'ın dışında taptığınız şeyler cehen­nem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz. Eğer onlar birer tanrı olsalardı (cehenneme) girmezlerdi. Halbuki hepsi (tapanlar da tapılanlar da) orada ebedî kalacaklardır." (Enbiyâ: 98-99)

Dil ve aklın açıkça gösterdiğine göre, âyet, tapılan putlar hakkında inmiştir. Rû-hu'l-Kuds adıyla üçüncü ilâh olarak tapılan Cebrail'in ve Tanrı-oğul adıyla ikinci İlâh olarak tapılan İsa'nın bu âyetle herhangi bir ilişkisi yoktur. "İnneküm ve mâ ta'budûn (siz ve taptığınız şeyler)" âyetinde geçen "mâ (şey)" akılsızlar içindir. Bu yüzden Yü-

Zuhruf Sûresi • 479

Kur'ân-ı     Keıîm'in     Konulu     Tefsiri

ce Allah şöyle buyurmuştur:

"Meryem oğlu İsâ bir misal olarak anlatılınca senin kavmin hemen bağrışmaya başladılar. 'Bizim tanrılarımız mı hayırlı, yoksa o mu?' dediler. Bunu sana an­cak tartışmak için söylediler. Doğrusu onlar kavgacı bir toplumdur." (Zuhruf: 57-58)

İsâ, kuşkusuz, cennet halkı seyyidlerindendir. Onun, Allah'ın oğlu itibarına seçil­miş babasız dünyaya gelişinin bir fitne olduğu açıktır. Bir çok bölgelere böyle yayıl­mıştır. Bu yüzden İsa'nın, kendisinin ilâh olduğunu yalanlayıp gönderilmiş bir kul ol­duğunu vurgulamak için yeryüzüne yeniden dönderileceğini Allah istemiştir.

Âyetin anlamı budur:

"Şüphesiz ki O (İsâ), kıyametin (ne zaman kopacağının) bilgisidir. Kıyametten hiç şüphe etmeyin. Bana uyun; çünkü bu dosdoğru yoldur." (Zuhruf: 61)

Tevhid risâletinin destekçisi olarak İsa'nın ineceğine ve İslâm dünyasını destek­leyeceğine dâir hadisler tevatür derecesine ulaşmıştır.

İnsanlar iki kısımdır: Doğru bir bilgiyle Allah'ı bilenler veya O'na iftira edenler. İkisi arasındaki ayırım burada yapılmayacaktır.

Bunun için îsâ diliyle şöyle aktarılmaktadır:

"Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na ibâdet edin. İşte bu, doğru yoldur. Ama aralarından çıkan gruplar, bir ayrılığa düştüler. Acı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin hâline!" (Zuhruf: 64-65)

Kıyamet kopunca mü'minlere:

"Siz ve eşleriniz ağırlanmış olarak cennete giriniz!" (Zuhruf: 70) denilir. Mü'minler dışındakileri karanlık bir gelecek beklemektedir:

"Şüphesiz suçlular cehennem azabında devamlı kalacaklar, azâbları hafifletil-meyecektir. Onlar azâb içinde kurtuluştan ümit kesmişlerdir." (Zuhruf: 74-75)

Onlar dünyada iken hakka tuzak kuruyor ve hak ehlini aldatıyorlardı. Neden ka­fayı bozmasınlar?

"Yoksa (müşrikler) bir işe kesin karar mı verdiler? Doğrusu biz de kararlıyız." (Zuhruf: 79)

Bu, Yüce Allah'ın şu buyruğu gibidir: "Onlar bir tuzak kurarlar, ben de bir tuzak kurarım. Kâfirlere mühlet ver, onları biraz kendi hallerine bırak (pek yakında deste­ğimiz sana gelecek)." (Târik: 15-17)

480 • Zuhruf Sûresi

Mufıammed     Gazali

Sapıklığı miras alan ve üzerinde direten bir hayli kitle vardır. Dâvetçilerin, yap­tıkları irşadlannda ümitsizliğe veya gevşekliğe kapılmadan sabretmeleri gerekir. Bu yüzden sûre, şu iki âyetle noktalanmıştır:

"(Resûlullah'm:) 'Ya Rabbi! Bunlar, iman etmeyen bir kavimdir.' demesine karşı Allah: 'Şimdilik sen onlardan yüz çevir ve size selam olsun de. Yakında bileceklerdir.' buyurdu." (Zuhruf: 88-89)

Zuhruf Sûresi ¦ 481

 

Free Web Hosting