Peygamberler Kafilesi2

Îzâhı3

İmrân Ailesi3

Hz. Zekeriyyâ'nın Duası5

Hz. Meryem.. 6

Hz. İsa'nın Doğuşu. 7

İzahı8

Hilkat Hârikası8

Îzâhı9

Hz. îsâ'nın Sonu. 11

İzahı13

Hz.   îsâ ile Hz. Adem'in Durumu Aynıdır13

İzahı17

Ehli Kitâbı Davet17

Hz. İbrahim'in Gerçek Yakınları19

Ehl-i Kitâb'ın Tuhaf Davranışları19

Gerçek Kitabın Ehli Olanlar20

Allah'ın Ahdini Satanlar21

Allah'a İsnâdda Bulunanlar23

Ahdinden Dönenler24

İslâm'dan Başka Din Arayanlar25

İmândan Dönenler26

Kâfir Olarak Ölenler26

Sevdiğiniz Şeyleri Vermedikçe. 27

İzahı28

Hakîkî İnfâk. 28

Allah'ın Dinine Uyun. 29

Kâ'betullah. 31

Ehl-i Kİtâb'a Sesleniş. 35

İzâhi35

Allah'ın İpine Sarılmak. 36

Ma'rûfu Emir ve Müııkerden Nehiy. 38

İzahı39

Gerçek Kurtuluş. 39

En Hayırlı Ümmet40

İnananlar ve İnanmayanlar45

Mü'min Olınayanlan Dost Edinmek. 46

Uhud Harbinin Başlangıcı48

Hüküm, Yalnızca Allah'ındır50

Savaş ve Faiz. 52

Öfkeyi Yenmek. 53

Afv ve Mağfiret55

Gevşeyip Üzülme Yok. 57

Peygamber Ordusu. 58

Büyük İmtihan. 67

Ölüm Ve Hayatın Değerlendirilmesi68

Allah'ın Lütuf ve İhsanı69

Îzâhı74


29 — De ki: İçinizde olanı gizleseniz de, açıklasamz da; Allah bilir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsini O, bilir. Allah, her şeye Kadir'dir.

30— Düşünün o günü ki; herkes ne hayır işledi ise karşısında onu hazırlanmış bulacak. Kötülükten de ne yapmışsa; kendisiyle onun arasında uzun bir mesafe olma­sını ister. Allah bizzat korkutuyor. Ve Allah; kullarına Baûf'dur.      

 

Allah Teâlâ kullarına; gizli, saklı ve açık olan her şeyi bildiğini ha­ber veriyor. Onların hiçbiri Allah'a gizli değildir. Bütün hallerini her zaman ve her anda, göklerde ve yerde ne varsa Allah'ın ilmi kuşatmış­tır. Yerin herbir köşesinde, denizlerde, dağlarda zerre ağırlığında ya da ondan daha küçük hiçbir şey Allah'a gizli değildir.

Bu âyet Allah'ın, kullarına O'ndan korkmalarını, O'nun yasakladığı ve hoşlanmadığı şeyleri yapmamaları tenbîhini içermektedir. Zîra Allah onların her işini bilir, hemen cezalandırmaya gücü yeter. Eğer onlardan bazılarını hemen cezâlandırmıyorsa bu, onlara mühlet verdiği, sonra güçlü've Azız olan yakalamasıyla yakalayıvereceği içindir. İşte bu se-beble Cenab-ı Hak, «Düşünün o günü ki, herkes ne hayır İşledi ise karşısında onu hazırlanmış bulacak.» buyurur. Kıyamet günü, hayır olsun, şer olsun kulun bütün amelleri hazırlanacaktır. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyette de :

«O gün İnsana, önde ve sonda ne yaptıysa bildirilir.» (Kıyâme, 13) buyuruyor. Amellerinden güzel gördüğüne sevinip ferahlayacak; çirkin gördüğüne de kızıp kötüleyecek, yapmamış olmayı, onlarla kendi ara­sında uzun bir mesafe olmasını temenni edecek. Dünyada kendisiyle beraber olan, kötü işlere kendini teşvik eden şeytânına da şöyle diye­cektir : «Keski benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı. Sen ne kötü arkadaş imişsin.»  (Zuhruf, 38)

Allah Teâlâ tehdidini ve vaîdini tekrarla te'yîd ederek, «Allah size kendisinden korkmanızı emreder.» buyuruyor. Allah sizi azâbıyla kor­kutuyor. Sonra kullarını, rahmetinden ve lutfundan ümit kesmemeleri için «Allah kullarını en çok esirger» buyuruyor.

Hasan el Basrî der ki: «Allah'ın kullarını esirgemesi onların ken­dinden korkmalarını emretmesidir.» Başkaları da şöyle dedi: «Allah yarattıklarına karşı merhametlidir. Onların kendi yolunda, dosdoğru dininde olmalarını ve yüce elçisine uymalarını ister.» [1]

 

31  — De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah sizi sevsin ve günâhlarınızı bağışlasın. Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.

32  — Allah'a ve peygambere itaat edin, de. Şayet yüz çevirirlerse şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez.

 

Bu âyetin hükmüne göre, Allah'ı sevdiğini iddia ettiği halde Hz. Muhammed'in yolunda olmayan kişi her sözünde, halinde Hz. Muham-ned'in yoluna ve o'nun getirdiği hak dine uymadığı sürece bu dâva­sında yalancıdır. Nitekim sahîh bir hadîste RasûluUah şöyle buyurur : «Bizim emrimiz bulunmayan bir işi işleyenin ameli merdûddur.» Bunun cindir ki Allah Teâlâ : «De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun, Ulah da sizi sevsin.» buyuruyor.

Sizin istediğiniz olan ona sevgi beslemenizin de üstünde Allah'ın âze olan sevgisi meydana gelsin. Bilgin ve bilge kişilerin :  «Mühim olan senin sevmen değil, sevilmendir.» dediği gibi bu ikinci yani Al­lah'ın sizi sevmesi elbette daha büyük ve önemlidir.

Hasan el-Basrî ve seleften bazıları şöyle der : Bir grup Allah'ı sevdiğini zannetti de Allah, onları bu âyetle imtihan etti ve «De ki : Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin» buyurdu.

İbn Ebu Hatim diyor; bize babam... Hz. Âişe'den nakletti ki Rasû-lullah şöyle buyurdu : «Din, sevgi ve öfkeden başka bir şey değildir. Allah «De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sev­sin.» Sonra da «(Elçisine uymanız mukabilinde) günâhlarınızı bağışla­sın. O, çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir." buyuruyor. Bütün bunlar O'nun peygamberliğinin bereketi ile olur.

Allah Teâlâ sonra havâss ve avamdan olan herkese emrederek bu­yuruyor ki: «Allah'a ve Peygambere itaat edin. Şayet yüz çevirirlerse (O'nun emrine muhalefet ederlerse) şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez.» Bu da delâlet ediyor ki; davranışlarında Rasûlullah (s.a.) a zıt hareket etmek küfürdür. Bu vasıfta olanları, —her ne kadar kendini Allah'ı seviyor ve O'na yakınlaşıyor zannetse de— peygamberlerin sonuncusu, cinler ve insanlar âlemine Allah'ın elçisi, ümmî Peygamber Hz. Muham-med'e uyuncaya kadar Allah kat'iyyen sevmeyecektir. O peygamber ki nebiler, rasûller, hattâ Ülü'1-azm peygamberler onun zamanında gel­miş olsalardı ona ve dinine tâbi olmaktan başka bir şey yapamazlardı. Nitekim bunun açıklanması ilerde 81. âyette tekrar gelecektir.[2]

 

33 — 34 — Muhakkak Allah; Âdem'i, Nuh'u, tbrâ-hîm ailesini ve îmrân ailesini birbiri soyundan olarak âlemlere üstün kıldı. Ve Allah Semfdir, Alîm'dir.

 

Peygamberler Kafilesi

 

Allah Teâlâ, bu aileleri diğer insanlardan üstün kıldığını haber veriyor. Âdem (a.s.) i üstün kıldı; onu bizzat yarattı, kendisinden ona rûh üfledi, melekleri ona secde ettirdi, her şeyin isimlerini öğretti, cen­nete yerleştirdi. Sonra bir hikmete binâen cennetten yeryüzüne indirdi.

Nûh (a.s.) u üstün kıldı. İnsanlar putlara tapıp Allah'dan herhan­gi bir delil gelmediği halde, Allah'ın dininde şirke düştüklerinde Allah, Nûh (a.s.) u insanlara ilkin elçi olarak gönderdi Kavmini gece gündüz, gizli açık Allah'ın çağırdı. Çağrıları kavminin küfrünü ar­tırmaktan başka bâr işe yaramayınca o da bedduada bulundu. Bunun üzerine Allah, son ferdine kadar onların hepsini suda boğdu. AUah'dan getirip tebliğ ettiği dine uyanlar haricinde kimse kurtulamadı.

İbrahim ailesini de üstün kıldı. Meselâ insanlığın efendisi, peygam­berlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.) bu ailedendir. İmrân ailesini de üstün kıldı. Bu İmrân, îsâ (a.s.) mn annesi Meryem'in babası olan İmrân'dır.

Muhammed İbn İshâk (Allah ona rahmet eylesin.) diyor ki: O, İmrân İbn Yaşil, İbn Emun, İbn Mîşâ, İbn Hazkiyâ, İbn Ahrîk, îbn Yümîm, İbn Azaryâ, îbn Emsiyâ İbn Yâviş îbn Ecrîyehu, İbn Yâşim, îbn Yehfaşat, İbn İnşâ, İbn Ebyân, İbn Rahî'am, İbn Süleyman, îbn Dâvûd (a.s.) dur. îsâ (a.s.), îbrâhîm (a.s.) zürriyetindendir. Bu konu­nun açıklanması inşâallah En'âm sûresinde tekrar gelecektir.[3]

 

Îzâhı

 

35  — Hani,  îmrânın  karısı: Rabbım  karnımdakini hür olarak Sana adadım, benden kabul buyur. Doğrusu Sensin Sen, Semi', Alim, demişti.

36  — Fakat onu doğurunca —Allah onu ve doğurdu­ğunu daha iyi bilici iken— Rabbım, ben onu kız olarak do­ğurdum. Erkek, kız gibi değildir. Gerçekten ben adını Mer­yem koydum. Ben onu da soyunu da kovulmuş şeytândan sana sığındırırım, demişti.

 

İmrân Ailesi

 

İmrân'm kızı, Meryem (a.s.) in annesi olan Fâkûz'un kızı Hannedir.

Muhammed İtan İshâk diyor ki: O kısır bir kadın idi. Bir gün gagasıyla yavrusunu besleyen bir kuş gördü ve çocuğu olmasını arzu­layarak Allah'dan, kendisine bir çocuk vermesini istedi. Allah duasını kabul buyurdu, kocasıyla birleşti ve hâmile kaldı. Hâmile kaldığını an­layınca onu sırf ibâdet ve mukaddes evin hizmetine adadı. Ve şöyle dedi: «Rabbım karnımdakini hür olarak Sana adadım. Benden kabul buyur. Doğrusu hakkıyla işiten ve bilen Sensin, Sen.» (Duamı işittin, niyyetimi de biliyorsun. O karnındaki çocuğun erkek mi kız mı olduğu­nu bilmiyordu.) «Fakat onu doğurunca —Allah onu ve doğurduğunu daha iyi bilici iken— Rabbım, ben onu kız olarak doğurdum. (İbâdet ve Mescid-i Aksâ'nın hizmeti için kuvvet ve dayanıklılıkta) «rkek, kız gibi değildir. Gerçekten ben adını Meryem koydum» dedi. Burada, ço­cuğun doğduğu gün ismini koymanın caiz olduğuna delâlet vardır. Ni­tekim hâdisenin akışı böyledir ve bu bizden öncekilerin ele âdetidir. Ra-aûlullah (s.a.) in bunu kabul buyurduğuna dâir rivayetler olduğu gibi, O'nun sünnetinden olduğu da sabittir. Şöyle ki: Rasûlullah (s.a.) bu­yurdu :

«Bu gece bir oğlum oldu ve ona babam İbrahim'in adını koydum.» Bu hadîsi Buhârî ve Müslim tahrîç etmiştir. Yine Buhârî ve Müslim'in tahrîç ettiği bir hadîs şöyledir: Enes îbn Mâlik'in kardeşi olunca, onu alıp Rasûlullah  (s.a.) a götürdü. O da çocuğun damağını ovup adını Abdullah koydu.

Sahîh-i Buhârî'deki bir hadîs şöyledir : «Bir adam Rasûlullah (s.a.)a' gelerek : «Ey Allah'ın elçisi bir oğlum oldu, adını ne koyayım?» dedi. Efendimiz : «Oğluna Abdurrahmân adını ver» buyurdular. Yine Bu-hârî'de kaydedildiğine göre Ebu Üseyd, damağım ovması için oğlunu Rasûlullah (s.a.) a getirmişti. Rasûl-i Ekrem unutunca çocuğun babası onu evine geri gönderdi. Efendimiz otururlarken Ebu Üseyd'in çocuğu­nu oraya getirdiğini hatırlayarak çocuğa Münzir adını verdi.

Katâde'nin hadîsine gelince : Hasan el-Basrî'den, o da Semure İbn Cündeb'den nakletti ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu : «Her çocuk akîkasma bağlıdır. Yedinci günü onun için kurban kesilir, ismi konur ve başı tıraş edilir.» Bu hadîsi Ahmed İbn Hanbel ve Sünen sahipleri rivayet etmişlerdir. Tirmizî de «Bu lafızlar sahilidir» demiştir. «îsîm konur» yerine «Kan bulaştırılır» rivayeti de vardır. Ki bu daha sahih­tir.[4] Zübeyr İbn Bekkâr'm Kitab'ün-Neseb'de rivayet ettiği: «Rasûlul­lah (s.a.) oğlu İbrahim için yedinci günü akîka kurbanı kesti ve ona İbrahim adını verdi.» hadîsinin isnadı sabit değildir ve sahîh olan, ha­dîse muhaliftir. Bu hadîs sahîh olsa bile Rasûlullah (s.a.) m İbrahim'in ismini, o gün ilân ettiği şeklinde anlaşılmalıdır. Allah Teâlâ Meryem'in annesinin şöyle dediğini haber veriyor «Ben onu da, soyunu da —ki İsmail (a.s.) dir.— taşlanmış şeytânın (şerrinden) Sana sığındırırım.» Allah Meryem'in bu duasını kabul buyurmuştur. Abdürrezzâk diyor ki bize Ma'nıer... Ebu Hüreyre'den nakletti ki Rasûlullah (s.a.) şöyle bu­yurdu : «Hiçbir çocuk yoktur ki doğumu esnasında şeytân onu ellemiş olmasın. Şeytânın bu dokunmasiyla çocuk bağırarak ağlar. Ama Mer­yem ile oğlu böyle değildirler.» Sonra Ebu Hüreyre şöyle dedi: Diler­seniz Âl-i İmrân sûresinin 36. âyetini okuyunuz... Bu hadîsin başka bir rivayetinde Rasûlullah (s.a.) m şöyle buyurduğu rivayet edilir : «Her doğan çocuğu şeytân bir veya iki defa sıkar. Meryem oğlu îsâ ve annesi hâriç.» Sonra Rasûlullah (s.a.) Âl-i îmrân sûresinin 36. âyetini okudu. Bu hadîs de Kays kanalıyla... Ebu Hüreyre'den rivayet edilmiştir...

Leys İbn Sa'd...  Ebu Hüreyre'den rivayet ediyor ki Rasûlullah (s.a.)   şöyle buyurmuşlardır :   «Her âdemoğlunu annesi doğurduğunda şeytân böğründen dürter. Ancak Meryem oğlu îsâ böyle olmamış ve şey­tân onu dürtmeye gittiğinde hicâb (perde) ile kendisi dürtülmüştür.»[5]

 

37 — Bunun üzerine Rabfoı onu güzel bir kabul ile karşıladı. Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyyâ'nın himayesine verdi. Zekeriyyâ mihraba her girişinde onun yanında bir yiyecek bulurdu. Ey Meryem, bu sana nere­den? derdi. O da: Allah tarafından derdi. Şüphe yok ki Allah; dilediğini hesâbsız rızıklandırır.

 

Rabbımız bu âyette Meryem'i annesinin bir adağı olarak kabul ettiğini haber veriyor. «Onu güzel bir bitki gibi büyüttü.» Onu tatlı bir şekilde ve güzel görünüşlü kıldı. Onun için isteklerinin kabul sebep­lerini müyesser kıldı. Kullarından sâlih kişilerle beraber kıldı ki onlar­dan hayrı, ilmi ve dini öğrensin. Buna işaretle buyuruyor : «Onu Ze­keriyyâ (a.s.) nın himayesine verdi.» Zekeriyyâ (a.s.) yi ona hâmî ve kefil kıldı.

İbn İshâk der ki: Meryem yetîm olduğu için Zekeriyyâ ona kefîl oldu. Başkaları da îsrâiloğullarının o sene kıtlığa dûçâr kaldıklarını ve bu sebeble Zekeriyyâ'nın Meryem'i himayesine aldığını zikrederler. İki kavil arasında zıtlık yoktur ve doğrusunu Allah bilir. Şurası muhakkak ki, Allah Zekeriyyâ'nın, Meryem'e, onun mutluluğu ve Zekeriyyâ'dan faydalı bütün ilimleri, sâlih amelleri öğrenip alması için kefîl olma­sını takdir buyurdu. Zekeriyyâ (a.s.) —İbn İshâk ve İbn Cerîr'in kay­dettiğine göre— aynı zamanda Meryem'in teyzesinin kocalıydı. Mer­yem'in kız kardeşinin kocası olduğu da söylenir. Nitekim Sahîh ha­dîste şöyle denir ; «Birden Yahya (a.s.) ve îsâ (a.s.) ile karşılaştım. Bunlar teyze çocuklarıdır.» İbn İshâk'ın bu rivayeti geniş anlamda ka­bul edilebilir. Buna göre Meryem teyzesinin kucağında büyümüştür. Nitekim Buhârî ve Müslim'deki bir hadîse göre Rasûlullah (s.a.) İmâre Bint Hamza'nın, teyzesi olan Ca'fer İbn Ebu Tâlib'in hanımına veril­mesine hükmetmiş ve «Teyze anne mesâbesindedix» buyurmuşlardır. Sonra Allah Teâlâ Meryem'in, ibâdet yerindeki yüceliğine işaretle : «Zekeriyyâ mihraba her girişinde onun yanında bir yiyecek bulurdu.» bu­yuruyor.

Mücâhid, îkrime, Saîd İbn Cübeyr, Ebu'ş-Şa'sâ, İbrahim en-Nehaî, Dahhâk, Katâde, Rebî' İbn Enes, Atiyye İbn Avfî ve Süddî şöyle tefsir ederler : «Onun yanında kışın yaz meyveleri, yazın da kış meyveleri bulurdu.»

Mücâhid'in : «Onun yanında ilim bulurdu» Ya da : «Onun yanında, içinde ilim olan sayfalar bulurdu.» diye tefsir ettiğini îbn Ebu Hatim nakleder. Fakat birinci görüş daha sıhhatlidir.

Bu âyette evliyâ'nuı kerametlerine işaret vardır ve bunun sünnette benzeri pek çoktur.

Zekeriyyâ bunlan Meryem'in yanında görünce : «Ey Meryem, bu sana nereden?» der. O da : «Allah tarafından» derdi. Şüphe yok ki Allah; dilediğini hesâbsız rızıklandırır.»

Hafız Ebu Ya'lâ diyor : Bize Sehl (ya da Süheyl) İbn Zencele... Câ-bir'den rivayet etti ki «Bir keresinde RasûluUah (s.a.) birkaç gün yemek yemeden durdu. Sonra bu ona ağır gelmeye başladı. Hanımlarının evle­rine uğradı. Onlardan hiçbirinde de bir şey yoktu. Onlardan çıkıp kızı Fâtıma'ya geldi ve : «Kızcağızım, yanında yiyebileceğim bir şey var mı? Karnım aç.» buyurdular. O da : Anam, babam sana feda olsun, yok, dedi. RasûluUah (s.a.) Fâtıma'nın yanından çıktıktan sonra bir komşusu Fâtıma'ya iki ekmekle bir parça et gönderdi. Fâtıma bunları aldı ve bir kaba koyarak: «Allah'a yemîn ederim ki, Allah Rasûlünü kendime ve yanımdakilere tercih ederim» dedi. Halbuki hepsi de bir parça yemeğe çok muhtaç idiler. Hasan'ı veya Hüseyin'i RasûluUah (s.a.) a gönderdi. O (s.a.) geri geldi, Fâtıma : Anam babam sana feda olsun. Allah bize bir şey gönderdi, ben de onu sana sakladım, dedi. RasûluUah (s.a.) Ge­tir onu kızcağızım, buyurdu. Fâtıma anlatıyor: Kabı getirdim, açtım, bir de baktım ki ekmek ve etle dolu. Hz. Fâtıma kaba bakıp da için­dekileri görünce, âdeta dili tutuldu ve anladı ki bu, Allah'ın bereketin-dendir. Allah'a hamd, Peygamberine de salât ve selâm ederek RasûluUah (s.a.) a ikram etti. RasûluUah (s.a.) onu görünce Allah'a hamdetti ve : Kızcağızım, bu sana nereden geldi? diye sordu. O da : Ey babacığım, bu Allah katındandır. Muhakkak ki Allah dUediğini hesâbsız nzıklandırır, dedi. RasûluUah (s.a.) tekrar Allah'a hamdetti ve : «Kızcağızım, seni İsrâilpğulları kadınlanmn efendisi olan Meryem'in bir benzeri kılan Al­lah'a hamdolsun. Allah Meryem'i nzıklandınp da bundan sorulduğunda : «Bu, Allah katındandır. O dilediğini hesâbsız rızıklandınr, derdi.» bu­yurdular. Ve Hz. Ali'ye haber gönderdüer. Sonra RasûluUah, Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin ve Efendimizin bütün hanımları Ue ev halkı ondan do­yuncaya kadar yediler. Fâtıma diyor ki : «Yemek kabı (yine de) olduğu gibi (dolu) duruyordu. Kalanını bütün komşularıma dağıttım. Allah ona cok havır ve bereket vermişti.[6]

 

38  — Orada Zekeriyyâ Rabbına dua etti: Rabbım, ba­na katından temiz bir şey bahşet. Muhakkak Sen duayı işi­tensin.

39  — O, mihrâbda namaz kılarken melekler ona ses­lendiler : Allah sana, kendisinden bir kelimeyi tasdik edici bir efendi, nefsine hâkim ve sâlihlerden bir peygamber ol­mak üzere Yahya'yı müjdeler.

40  — Ve dedi ki: Rabbım, ben artık iyice kocamış, ka­rım da kısırken nasıl oğlum olabilir? Öyle, Allah dilediğini yapar, dedi.

41  — Rabbım;   bana bir  alâmet ver, dedi.   Alâmetin, üç gün işaretten başka şekillerle insanlarla konuşmaman-dır. Bununla beraber Rabbım çok an ve akşam sabah tes-bih et.

 

Hz. Zekeriyyâ'nın Duası

 

Zekeriyyâ (a.s.), Allah Teâlâ'nın Hz. Meryem'i yazın kış meyvele-riyle, kışın da yaz meyveleriyle rızıklandırdığını görünce, kendisi kemik­leri zayıflamış bir ihtiyar, hanımı da ihtiyar ve kısır olduğu halde bir çocuğu olmasını arzuladı. Ve Rabbına gizli bir nida ile duâ edip istekte bulundu:

«Ey Rabbım bana katından temiz bir evlâd bahşet. Muhakkak ki Sen duayı işitensin.» dedi. Cenâb-ı Allah buyuruyor : «O, mihrâbda na­maz kılarken melekler ona seslendiler.» O mihrâbda namaz kılarken me­lekler, işitebileceği bir şekilde ona seslendiler. Sonra Allah Teâlâ, me­leklerin ona verdiği müjdeyi haber veriyor. «Allah sana (senin sulbünden olacak bir çocuğu) Yahya'yı müjdeliyor.»

Katâde ve başkaları diyor ki: Allah O'nu îmânla dirilttiği için Yah­ya ismi verildi. «Kendisinden bir kelimeyi tasdik edici.» kısmı hakkın­da İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî ve başkaları Hasan, Katâde, İkrime, Mü-câhid, Ebu'ş-Şa'sâ, Süddî, Rebî' İbn Enes, Dahhâk ve başkaları diyor ki: «Alah'ın kelimesi Meryem oğlu îsâ'dır.

Rebî' İbn Enes şöyle der: Meryem oğlu îsâ'yı ilk tasdik eden o'dur. Katâde ilâve ediyor : O, Hz. îsâ'nın şeriatı üzere idi.

îbn Cüreyc diyor ki: İbn Abbâs «Kendisinden bir kelimeyi tasdik edici...» âyeti hakkında şöyle dedi: Yahya ve îsâ (s.a.) teyze çocukları idiler. Yahya (a.s.) nın annesi Meryem'e şöyle derdi: «Karnımdakinin senin karnındakine secde ettiğini hissediyorum. İşte Yahya'nın îsâ (a.s.) yi ilk tasdîkı böylece ve anne karnındayken olmuştur. Allah'ın ke­limesi isa'dır. Yahya (a.s.), îsâ (a.s.) dan daha büyüktür. Süddî de böyle der.

«... bir efendi...» âyeti hakkında Ebu'l-Âliye, Rebî' İbn Enes, Katâ­de, Saîd İbn Cübeyr ve başkaları «hikmet sahibi birisi» derken, Katâde : «İlim ve ibâdette efendi.» demiştir. İbn Abbâs, Sevrî ve Dahhâk : «Efen­di, hikmet sahibi ve muttaki kimsedir.» demişlerdir. Saîd îbn el-Müsey-yeb : «O fakîh ve âlimdir.» derken Atıyye : «Huylarında —ya da yara­tılışında— ve dininde efendi..» demiş, îkrime : «Öfkenin kendine galebe çalmadığı kişidir.»' demiştir. İbn Zeyd «O şereflidir» demiş. Mücâhîd ve bir başkası da: «Onun Allah Teâlâ'ya karşı saygılı olduğunu söylemiş­lerdir.

«... Nefsine hâkim...» kavli hakkında da İbn Mes'ûd, İbn Abbâs, Mücâhid, îkrime, Saîd îbn Cübeyr, Ebu'ş-Şa'sâ ve Atıyye el-Avfî'den ri­vayete göre onlar : «kadınlara gitmeyen (onlarla cinsî temasta bulunma­yan) kimsedir» demişlerdir. Ebu'l-Âliye, ve Rebî' İbn Enes'ten nakledil­diğine göre «O, kendisi için çocuk doğurulmayandır» demiştir. Dahhâk ise şöyle der : «O, çocuğu ve erlik suyu bulunmayandır.»

îbn Ebu Hatim diyor ki: Bize babam.. İbn Abbas'tan un «kendisinden erlik suyu inmeyen kişi» olduğunu nakletti. Bu konu­da yine İbn Ebu Hatim gerçekten garîb bir hadîs rivayet etmektedir. Şöyle ki: Bize Ebu Ca'fer Muhammed İbn Gâlib... İbn el-Âs'dan, —Râvî bunun Abdullah mı yoksa Amr mı olduğunu bilmiyor— O da Hz. Pey­gamberden «... bir efendi, nefsine hâkim.» âyeti hakkında rivayet etti ki o, şöyle dedi: «Hz. Peygamber sonra yerden bir şey aldı ve : «Erlik organı bunun gibi olan» buyurdu.

îbn Ebu Hatim diyor: Bize Ahmed İbn Sînân ...Amr îbn Âs'dan nakletti ki o şöyle demiş: «Allah'ın yaratıklarından, Zekeriyyâ Oğlu Yahya (a.s.) hâriç bir günâhla karşılaşmayan hiç kimse yoktur.» Saîd İbn Müseyyeb sonra «... efendi ve nefsine hâkim...» âyetini okudu ve yerden bir şey alarak «tenasül uzvu bunun gibi olandır.» dedi. (Burada) Yahya İbn Said eİ-Kattân serçe parmağının ucunu gös termiş. Bu, mevkuf bir hadistir ve isnadı yukardaki merfû' hadîster sonra daha sıhhatlidir. Hattâ merfû' olan hadîsin sıhhati de şüphelidir Allah Teâlâ en iyisini bilir.

Kadı îyâz «Şifâ» adlı eserinde şöyle der : Allah'ın Yahya (a.s.) y; övmesi onun nefsine hâkim olmasındandır. Değilse bazılarının dediğ: gibi şehvetten kesilmiş ya da erkeklik organı olmadığından değil. Bu tül sözler büyük müfessirler ve tenkidci âlimlerce şiddetle reddedilmiştir Onlar der ki: «Bu, bir ayıp ve eksikliktir ki peygambere yakışmaz. Bu­nun mânâsı, olsa olsa günâh işlemekten masundur, şeklindedir. Yani sanki şehvetten kesilmiş gibi günâh işlemez.» Şöyle de açıklanmıştır: «Nefsini şehvetten alıkoyar,»,  «kadınlara karşı bir istek duymazdı.»

Bundan da anlaşılıyor ki kadınlarla temasa gücü yetmemek aslın­da bir eksikliktir. Fazilet kudretin bulunması, sonra da onun frenlenme-sidir. Bu; ya îsâ (a.s.) daki gibi bizzat kendisinin gayreti ile, ya da Yah­ya (a.s.) daki gibi Allah'ın bundan müstağni kılmasıyla olabilir. Şehvete sahip olup onun gereğini yerine getiren ve şehvetini tatmin etmek kendini Rabbı ile beraber olmaktan alıkoymayan kimsenin derecesi ise en yüksektir. Bu derece, Rasûlullah (s.a.) in derecesidir. Hanımlarının çok olması onu Rab bin a ibâdetten alıkoymaz, bilâkis onları korumak, iş­lerini görmek, kendileri için kazanç peşinde koşmak ve Allah'ın hidâye­tine sebep olmak suretiyle o'nun Rabbına ibâdetini artırırdı. Şehveti tat-mîn herne kadar başkaları için dünya lezzetlerinden ise de, Rasûlullah (s.a.) için dünya lezzetlerinden değildi. Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu : «Sizin dünyanızdan üç şey bana sevdirildi: Kadın, güzel koku ve gö­züm nuru namaz.»

Kadı İyâz'm ifâdesi budur ve bu âyetten maksad kadınlardan uzak olduğundan dolayı değil de, nefsine hâkim olduğundan dolayı Yahya (a.s.) yi övmektir. O ve başkaları şöyle diyor : Yahya (a.s.) fuhşiyât ve pisliklerden uzak ve ma'sûmdur. O'nun bu durumu, kadınlarla evlen­mesine ve onlardan çocuğu olmasına engel değildi. Hatta Zekeriyyâ (a.s.) nın duasından Yahya (a.s.) nın nesli olduğu anlaşılır. Şöyle duâ etmişti: «Rabbım bana katından temiz bir nesil bahşet.» Yani bana nesli ve soyu olan bir çocuk, bahşeyle.

«Sâlihlerden bir peygamber olmak üzere...» kavline gelince bu, Yahya (a.s.) mn doğacağı müjdesinden sonra o'nun aynı zamanda pey­gamber olacağına işaret eden ikinci bir müjdedir. Bu müjde, birinciden daha büyüktür. Cenâb-ı Hakk'ın Hz. Mûsâ (a.s.) nın annesine şu müjde­sinde olduğu gibi: «Şüphesiz onu Biz sana döndürecek ve peygamber yapacağız.» (Kasas, 7) Zekeriyyâ (a.s.) bu müjdeyi alınca, ihtiyarlığından sonra kendin­den çocuk olacağına şaşmaya başlar ve şöyle der: «Rabbım ben artık iyice kocamış, karım da kısırken nasıl oğlum olabilir?» Melek de : «Öyle, Allah dilediğini yapar.» Allah'ın emri böyle büyüktür, hiçbir şey O'nu âciz bırakamaz, hiçbir iş O'na büyük ve zor gelmez. Zekeriyyâ (a.s.) «Rabbım (benden çocuk olacağını anlayabileceğim) bir alâmet ver ba­na, dedi. Alâmetin, üç gün işaretten başka şekillerle insanlarla konuş-mamandır.» bütün uzuvların sağlam ve düzgün olduğu halde konuşa-mıyacaksın, dedi. Sonra bu halde iken zikir, şükür ve teşbihi çoğaltma­yı emrederek : «Bununla beraber Rabbım çok an ve akşam, sabah hamdet»  buyurdu.

Bu konuda detaylı bilgi inşâallah Meryem sûresinin başında tekrar gelecektir.[7]

 

42  — Hani melekler: Ey Meryem, şüphesiz Allah seni seçip temizledi. Dünyaların kadınlarından s6ni üstün tuttu, demişlerdi.

43  — Ey Meryem, huşu' ile Rabbmın dîvânına dur. Secdeye kapan. Rükû edenlerle birlikte rükû' et.

44  — Bunlar sana vahyetmekte olduğumuz gayb ha-berlerindendir. Meryem'e hangisi kefîl olacak diye kalem­lerini atarlarken sen yanlarında değildin. Çekişirlerken de orada bulunmadın.

 

Hz. Meryem

 

Bunlar, Allah'ın kendilerine vâki' emri gereği, meleklerle Meryem'in konuşmalarını haber vermektedir : îbâdet ve takvasının çokluğu, şerefi, her türlü kir ve vesveseden temiz oluşu sebebiyle bir de dünya kadınla­rına üstünlüğünden dolayı Allah Meryem'i seçmiştir.

Abdürrezzâk diyor: Bize Ma'mer... Ebu Hüreyre'den nakletti ki Rasûlullah (s.a.) buyurdu : «Deveye binen kadınların en hayırlısı, Ku-reyş kadınlarıdır. Küçüklüğünde çocuğa en merhametli, elinde olan şey­lerde (mallarda) kocasının haklarına son derece saygılı olanlarıdır. İm­rân kızı Meryem ise asla deveye binmemiştir.» Müslim dışında hadîsi bu şekliyle tahrîç eden olmamıştır. Müslim bu hadîsi Muhammed İbn Râfî ve Abd İbn Humeyd'den, onlar da Abdürrezzâk'tan rivayet etmiş­lerdir.

Hişâm İbn Urve babası kanalıyla... Ali İbn Ebu Tâlib'den rivayet eder ki, o şöyle demiş : Rasûlullah'ı şöyle söylerken işittim : «Onların (İsrâiloğullannın) kadınlarının en hayırlısı İmrân kızı Meryem. (Ku-reyş'in) kadınlarının en hayırlısı da Hüveylid kızı Hadîce'dİr.»' Hadîsi Buhârî ve Müslim de Sahihlerinde Hişâm'dan tahrîç etmişlerdir.

Tirmizî diyor ki; bize Ebu Bekr İbn Zenceviyye... Enes'den Rasû-îullah (s.a.) in şöyle buyurduğunu nakletti: «Yeryüzündeki kadınlar­dan; İmrân kızı Meryem, Hüveylid kızı Hadîce, Muhammed (s.a.) kızı Fâtıma ve Firavun'un karısı Âsiye sana yeter.»

İbn Merdûyeh, Şu'be kanalıyla... Muâviye İbn Kurrâ'mn babasın­dan rivayet ediyor ki, Rasûlullah (s.a.) buyurdu : «Erkeklerden çok kişi olgunluğa erdi. Kadınlardan ise sadece şu üçü : İmrân kızı Meryem, Fi­ravun'un karısı Âsiye ve Hüveylid kızı Hadîce. Âişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü ise tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.»

Sonra Allah Teâlâ meleklerden bahsediyor : Onlar Meryem'e; ibâ­deti, huşû'u, secde ve rükû'u çoğaltmasını, amelleri alışkanlık haline getirmesini emrettiler. Bu şekilde zorluklar ile karşılaşacaksa da iki dün­yada sânı yüce olacaktı. Allah'ın takdiri böyleydi. Bunun mukabilinde Allah onda eşsiz kudretini ortaya çıkaracak, babasız bir çocuk yarata­caktı. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor :

«Ey Meryem huşu' ile Rabbının dîvânına dur, secdeye kapan, rükû' edenlerle birlikte rükû et.»

huşu' içinde yapılan ibâdettir. Şu âyette de bu anlam­da kullanılmıştır :

«Göklerde ve yerde olanlar O'nundur. Hepsi O'na boyun eğer.» (Rûm, 26)

îbn Ebu Hatim derki; bize Yûnus İbn Abd'ül-A'lâ... Ebu Saîd'den, o da Rasûlullah (s.a.) dan rivayet etti ki Efendimiz şöyle buyurdu: «Kur'an'da kunût zikri geçen her harf taâttır (ibâdettir.)» İbn Cerîr bu ıdîsi, İbn Lehîa kanalıyla Derrâc'dan rivayet etmiştir. Onun hadîsi ise ünkerdir.

Mücâhid diyor ki: Meryem topukları şişinceye kadar kıyamda du-ırdu. Kunût namazda uzunca durmaktır. Ki o bunu Cenâb-ı Hakk'ın uy Meryem sen huşu' ile Rabbının dîvânına dur.» ermine uyarak yapı-ırdu. Hasan ise burada kunût'u ibâdet etmek anlamına almıştır. Buna ire mânâ şöyle olacaktır : «Rabbına ibâdet et. Secdeye kapan, rükû' lenlerle birlikte rükû' et.»

Evzaî şöyle der : Meryem mihrabında kıyam, rükû' ve secde ederek kadar durdu ki ayaklarına sarı su indi. Allah ondan razı olsun.

Hafız İbn Asâkir Meryem'in tercüme-i hâlinde zikrediyor. Muham-ed İbn Yûnus kanalıyla... Yahya İbn Kesîr'den rivayet edildiğine göre, «Ey Meryem huşu' ile Rabbınm divânına dur, secdeye kapan..» âyeti ıkkında şöyle demiştir : Meryem, gözlerine san su ininceye kadar sec­de kaldı.

İbn Ebu Dünyâ zikrediyor : Bize Hasan İbn Abdülazîz... İbn Şevzeb* ;n rivayet etti ki, o şöyle demiştir : Hz. Meryem, her gece guslederdi.

Allah Teâlâ, olayı bütün açıklığıyla Rasûlüne bildirdikten sonra na: «Bunlar, sana vahyetmekte (anlatmakta) olduğumuz gayb ha-srlerindendir. Meryem'e hangisi kefîl olacak diye kalemlerini atarlar-;n sen yanlarında değildin. Çekişirlerken de orada bulunmadın.» bu-ıruyor. Bunlar olurken yanlarında olup da gözlerinle görerek etrâfın-ıkilere haber vermiyorsun. Bilakis bunları; Meryem'e htngisi kefîl ola-tk da daha çok ecir ve mükâfat kazanacak diye kur'a atışlarını sanki n orada hazır ve şâhid olmuşsun gibi sana Allah bildirdi.

İbn Cerîr derki; bize Kasım... îkrime'den rivayet etti ki, şöyle demiş : eryem'in annesi, Meryem'i şaşırmış bir halde Mûsâ (a.s.) nın kardeşi ârûn (a.s.) un oğlu olan Kâhin oğullarına götürdü. Onlar, o zaman syt el-Makdis'de şimdiki Kâ'be koruyucularının vazifesini yapıyorlardı, nlara şöyle dedi:

«Şu adak, işte önünüzde. Ben onu Beyt el-Makdis'e adadım ve o be-jn kızmadır. Hayızlı olan (ya da kız) kiliseye girmez. Onu evime geri itürmek de istemiyorum.  (Onu ne yapayım?)»

Dediler ki: «Bu, imamımızın —İmrâri namazda onlara imamlık lerdi— ve kurbanlarımızın sahibinin kızıdır.»

Zekeriyyâ : «O'nu bana verin. Zîrâ teyzesi benim kanmdır» deyince ılar : Yok, buna gönlümüz razı olmaz. Zîrâ o, bizim imamımızın kızı-r, dediler. Sonunda Tevrâtı yazmakta oldukları kalemlerle kur'a atış­lar. Kur'a Zekeriyyâ (a.s.) a çıktı ve Meryem'e o kefîl oldu.

îkrime, Süddî, Katâde, Rebî' İbn Enes ve başkaları bu kur'a işini >yle naklederler:

«Ürdün nehrine girdiler ve orada kur'a atıştılar; kalemlerini atacak­lar; suyun akıntısına rağmen kimin kalemi bir yerde durursa o Meryem'e kefîl olacaktı. Kalemlerini suya attılar. Zekeriyyâ'mn kalemi hâriç hepsini su alıp götürdü. Hatta denir ki su akıntısına karşı kalem suyu yararak yukarı doğru gitti. Bütün bunlarla birlikte Zekeriyyâ (a.s.) on­ların büyüğü, efendisi, âlimi, imâmı ve peygamberleri idi. Allah'ın salât ve selâmı o'na ve diğer peygamberlere olsun.[8]

 

45  — Melekler demişti ki: Ey Meryem, Allah kendin­den bir kelimeyi sana müjdeliyor. Adi; Meryem oğlu îsâ, Mesih'tir. Dünyada da, âhirette de, şanı yücedir. Allah'a yakın kılınanlardandır.

46  — Beşiğinde de, yetişkinlik halinde de insanlarla konuşacaktır ve sâlihlerdendir.

47  — Meryem dedi ki: Hey Rabbım; bana bir beşer do-kunmamışken, benim nasıl çocuğum olabilir? Melekler de: Allah, dilediğini öylece yaratır ve bir şeyin olmasını dilerse, ona «Ol» der de oluverir, dediler.

 

Hz. İsa'nın Doğuşu

 

Bu ifâde meleklerin Hz. Meryem'e, kendisinden ünlü, ulu ve büyük bir çocuk doğacağı müjdesidir. Allah Teâlâ buyuruyor: «Melekler de­mişti ki: Ey Meryem, Allah kendinden bir kelimeyi, ol emriyle oluve-recek bir çocuğu sana müjdeliyor.» Bu âyet, «Allah sana, kendinden bir kelimeyi tasdik edici olarak Yahya'yı müjdeliyor» âyetinin tefsiridir, is­mi Meryem oğlu îsâ Mesih'tir. Dünyada bu isimle meşhur olacak, mü'-minler kendini bu isimle bileceklerdir.

Niçin Mesîh adı verildiğine dâir açıklamalar şöyledir :

a- Çok seyahat ettiği için.

b- Ayakları düzdü, ortalarında çukur yoktu.

c- Hasta olanları meshettiğinde Allah'ın izniyle iyileşiveriyor-lardı.

Babası olmadığı için Hz. îsâ âyet-i kerîme'de annesine nisbet edi­lerek «Meryem oğlu îsâ» şeklinde anılmıştır. «Dünyada da âhirette de o'nun şanı yücedir. Allah'a yakın kılınanlardandır.» Allah'ın kendisine kitâb, şeriat vermesi yanında daha başka özellikleriyle dünyada iken Allah katında üstün bir dereceye ermiş ve sânı yüce olmuştur. Âhirette de Allah katında o'nun izin verdiklerine şefaat edecek ve Ülü'1-Azm pey­gamberlerle birJikte Allah onun da şefaatini kabul buyuracaktır.

O beşiğinde de yetişkin halinde de insanlarla konuşacak, küçüklü­ğünde, bir mucize ve peygamberliğine alâmet olmak üzere insanları tek ve ortağı olmayan Allah'a ibâdete çağıracak, yetişkinliğinde Allah'ın bu konudaki vahyi üzerine yine bu çağrıyı yapacaktır. O, sözünde ve amelinde sâlihlerdendir. O'nun ilmi doğru, ameli ise sâlihtir.

Muhammed İbn İshâk dedi : Yezîd İbn Abdullah Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu :

«Hz. îsâ (a.s.) ve Cüreyc'in arkadaşından başka hiçbir çocuk küçük­lüğünde konuşmamıştır.»

İbn Ebu Hatim diyor : Bize Ebu Sakar Yahya İbn Muhammed, Ebu Hüreyre'den rivâ*yet etti ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu : «Hz. îsâ (a.s.), Cüreyc zamanında bir çocuk ve ondan başka bir çocuk hâriç be­şikte iken hiç kimse konuşmamıştır.»

Hz. Meryem Allah'ın bu müjdesini meleklerden alınca, Allah'a ya-kararak şöyle dedi:

«Ey Rabbım, bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olabilir?»

Benim kocam yok, evlenmeyi de düşünmüyorum, kötü yolda deği­lim, Allah korusun zina da etmedim, o halde nasıl çocuğum olabilir?

Bu sorunun cevâbı mâhiyetinde, melek Allah'ın buyruğunu şöyle nakleder :

«Allah dilediğini öylece yaratır.» Allah'ın emri böylece büyüktür. Hiçbir şey O'nu âciz bırakamaz.

Zekeriyyâ (a.s.) nın kıssasında olduğu gibi «Allah dilediğini öylece yapar.» denilmiyor da Hz. îsâ'nın yaratıldığını açıkça ifâde etmek üzere «Allah dilediğini öylece yaratır» buyuruluyor. Ayrıca bu hususu te'yîd etmek üzere «Bir şeyin olmasını dilerse ona ol der, o da oluverir.» de­niliyor. Yani asla gecikmez, emrin hemen arkasından meydana gelir. Ni­tekim şu âyette de bu husus ifâde edilmektedir:

«Ve bizim emrimiz birdir, bir göz kırpması gibidir.» (Kamer, 50) Biz emrimizi bir kere veririz, asla ikilemeyiz. O şey de hemen, göz açıp kapayıncaya kadar oluverir.[9]

 

İzahı

 

Hilkat Hârikası

 

Allah dilediğini işte böyle yaratır. O, bir şeyin olmasına hükmedince, yani bir şeyi isteyince onu yaratır. Burada geçen emir kelimesi umur kelimesinin tekilidir. Kaza ise aslında hüküm vermektir. Kaza ta'bîri; yok olanın varedilmesine ve var olanın yok edilmesine ilişkin ilâhî irâde için kullanılır. Buna kaza adının verilmesinin sebebi; iliştiği hususun mutlaka meydana gelmesinden dolayıdır. Genellikle bir iş için kulla­nılır. «Rabbın hükmetti ki...» âyeti de bu anlamdadır. «O, şeye sadece' ol der ve o da oluverir.» Olur yani yoktan meydana gelir. Ekseriyete göre bu ifâde Allah'ın murâdını gerçekleştirme kudretinin temsilidir. (...)

Her iki takdirde de bu cevâbtan maksad; babasız çocuk yaratma­ya Allah Teâlâ'nm gücünün yettiğinin açıklanmasından ibarettir. Ba­basız çocuğun meydana gelişi, kendiliğinden mümkün olan bir şeydir. İrâde ve kudretin ilişmesiyle gerçekleşebilir. Nasıl gerçekleşmesin ki; biz çoğunlukla hayvanların doğuş yoluyla meydana geldiklerini görüyo­ruz. Farenin pislikten, yılanın kokuşmuş saçlardan, akrebin badrûçtan (bir tür bitki), sineğin bakladan doğuşu gibi, daha buna benzer çeşitli doğuşlar. Son derece uzak görülecek şeylerin meydana gelmesi gibi. Bu, ilim şöyle dursun, zannı dahî gerektirmez. Mülkünün var oluşunun doğ­ru haberi alındıktan sonra, onun sıhhatine kesinkes kani1 olmak gerekir. Yukarda sayılan canlılarda ve benzerlerinde, maddenin mevcûd oluşun­dan sonra mümkün olmasında kuşku yoktur. Ancak bu bizim mevzuu-* bahis ettiğimiz hususa râci değildir, çünkü insanın ana maddesi iki ki­şinin menisidir. Babasız çocuk doğumunda ise bir tek meni bulunmak­tadır veya hiçbir meni bulunmamaktadır. Bu takdirde yaratılış nasıl mümkün olur? sözü ise- hiçbir anlam ifâde etmez. Bizim mezhebimize göre; varoluş daha önce bir maddenin bulunmasını gerektirmez. Aksi düşünülecek olursa; mes'ele zincirleme olarak devam eder. İnkarcıların mezhebine gelince; dişinin menisinin kendiliğinden veya Allah'dan baş­ka kimsenin bilemeyeceği bir durumla ona eklenen bir maddenin, insa­nın ilk maddesi olması mümkündür. Bunun uzak karşılanması hiç de önemli değildir. Ve bu gibi noktalarda bir fayda sağlamaz. Kaldı ki Al­lah Teâlâ'hın menîden başka bir maddeyi, meni yerine ikâme etmesi caizdir. Bundan hiçbir muhal gerekmez. Görmüyor musunuz insan tü­rünün ilk doğuşunda toprak, nasıl sperma yerine ikâme edilmiştir? İkâ­me edilen bu nesnenin rahmin dışında olması şartına bağlı olduğu, rah­min içinde ikâme edilmesinin ise hiçbir belge olmadan mümkün olama^ yacağı iddiasına gelince, bu açık ve doyurucu bir iddia değildir. Aksine akü imkân bakımından iki konuyu birbirinden ayırdetmez. Aklın bunlar arasında gördüğü fark alışılana uyması veya uymamasıdır ki; bu da bizim konumuzun dışındadır. [10]

 

48  — O'na kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.

49  — O'nu Isrâiloğullanna peygamber olarak gönde­recek ve onlara şöyle diyecektir: Ben size Rabbınızdan bir âyet getirdim. Ben, size çamurdan kuş gibi bir şey yapıp ona lifleyeceğim de, Allah'ın izniyle hemen kuş olacak.

Anadan doğma körleri ve abraşı iyi edeceğim. Allah'ın iz­niyle ölüleri dirilteceğim. Yediklerinizi ve evlerinizde sak­ladıklarınızı da size haber vereceğim. Eğer îmân edenler­den iseniz, elbette bunda sizin için âyet vardır.

50  — Benden önce gelen Tevrat'ı tasdik etmek ve size haram kılınanların bir kısmını helâl kılmak üzere Rabbmızdan size bir âyet getirdim. Artık Allah'dan kor­kun ve bana itaat edin.

51  — Şüphe yok ki Allah; benim de Rabbım, sizin de Rabbınızdır. Öyleyse O'na kulluk edin, dosdoğru yol işte budur.

 

Allah Teâlâ, meleklerin Hz. Meryem'e, oğlu İsa'nın müjdesinin bir tamamlayıcısı olarak şunları söylediklerini haber vererek şöyle bu­yurur :

Muhakkak ki Allah, ona kitabı (yazmayı) hikmeti —hikmet hak­kında açıklama Bakara sûresinin 129. âyetinde geçmişti.— Tevrat ve İncil'i öğretecek.

Tevrat Allah'ın İmrân oğlu Mûşâ'ya, İncil de îsâ (a.s.) ya indir­diği kitaptır. îsâ T>.s.) her ikisini de ezberlemişti.

O'nu İsrail oğullarına peygamber olarak gönderecek ve onlara şöyle diyecektir: Ben size Rabbınız'dan bir âyet getirdim. Ben size çamur­dan kuş gibi bir şey yapıp ona lifleyeceğim de Allah'ın izniyle hemen kuş olacak.

Hz. îsâ söylediğini yapmıştı: Çamurdan kuş şekli yapmış, ona lif­lemiş o da açıkça herkesin görebileceği şekilde Allah'ın izniyle uçmuş­tu. Allah bunu Hz. îsâ'ya, onun Allah tarafından gönderildiğine delâlet etmek üzere mucize olarak vermişti.

Anadan doğma körleri ve abraşı iyi edeceğim, Allah'ın izniyle ölü­leri dirilteceğim.

Âlimlerden birçoğu şöyle diyorlar:

Allah her peygamberi zamanının insanlarına uygun gelecek bir mucize ile göndermiştir. Meselâ Hz. Mûsâ (a.s.) ruh zamanında sihir çoktu ve sihirbazlar hürmet görürdü. Allah o'na öyle bir mucize verdi ki gözleri faltaşı gibi açıldı. Sihirbazlar şaşırıp kaldılar. Allah katından verilmiş bir mucize olduğunu anlayınca da îmân ettiler ve sâlih kişiler oldular.

Hz. îsâ da doktorların ve tabiî ilimlerin revaçta bulunduğu bu­damanda gönderildi. O'na da öyle mucizeler verildi ki, kimsenin yapması mümkün değildi. Şeriatları gönderen Allah, kendi peygamberini te'yîd etmek üzere bunları o'na vermişti.

Hangi doktor cansız şeyleri diriltebilir, anadan doğma körü ve abraşı tedâvî edebilir? Kabrinde haşredek rehin olan birini diriltebilir ki?...

Aynı şekilde Hz. Muhammed (s.a.) de fasâhat ve belagat erbâbmın büyük şâirlerin zamanında gönderilmiş ve Allah'tan bir kitabı, Kur'an'ı getirmişti. Öyle bir kitâb ki onun bir benzerini, ya da on sûresinin bir benzerini, yahut bir tek sûresinin benzerini getirmek üzere bütün in­sanlar ve cinler toplansa, birbirlerine destek olsalar, yine de yapama­yacaklar. Çünkü yaratıklarının kelâmı, Allah'ın, kelâmına asla benze­meyecektir.

Hâlen yediklerinizi, yarın için evlerinizde saklayıp biriktirdikleri­nizi size haber vereceğim. Eğer îmân edenlerden iseniz, elbette bunda sizin için size getirip haber verdiğim şeylerde doğru olduğuma delil vardır.

.   Tevrat'tan benden önce olanları tasdik edici ve size daha önce ha­ram kılman bazı şeyleri helâl kılıcı olarak.

Bu ifâde, Hz. îsâ'nın, Tevrat'ın bazı hükümlerini kaldırdığına de­lâlet etmektedir. Âlimlerden bir kısmı da şöyle diyorlar : Hz. îsâ Tev­rat'tan hiç bir şeyi kaldırmamış, sadece çekişip de ihtilâfa düştükleri ve hatâ ettikleri bazı şeyleri helâl kılmış, bu konulardaki kapalılığı açıklamıştır. Nitekim başka bîr âyette de şöyle buyurulmaktadır :

«Size ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını açıklamak için gel­dim.»  (Zuhruf, 63) Allah Teâlâ en iyi bilendir.

Rabbım'dan size söylediklerimin doğru olduğuna delâlet edecek bir âyet getirdim. Allah'tan korkun ve O'na itaat edin. Şüphe yok ki Allah benim de Rabbım, sizin de Rabbınızdır. Öyleyse O'na kulluk edin. Kulluk etmede, boyun eğmede, sizinle benim aramda hiç bir fark yok­tur. Doğru yol işte budur.[11]

 

Îzâhı

 

Hz. îsâ'nın îsrâiloğullanna yaptığı davetin bu şekilde sona ermesi; bütün peygamberlerin davet metodunu ve yüce dinin ruhunda ve tabi­atında mündemiç bulunan eşsiz hakîkatlan ortaya koyar.

Hz. îsâ'nın doğumu ve bunun mâhiyeti hakkında ortaya çıkan Şüpheler bizzat Hz. îsâ'nın lisânı ile reddedilince, o hakîkatlar husûsî ve şaheser bir mâhiyet kazanıyor. Aslında o şüphelerin hepsi, hiçbir Peygamber devrinde asliyeti değişmeyen Allah'ın dininden inhiraf ga­yesine ma'tûftu.

O; «Benden Önce gelen Tevrat'ı tasdik ederek size yasak edilenle­rin bir kısmını helâl kılmak üzere...» diyerek, gerçek Mesîhliğin tabîa-tını ortaya koymuş oluyordu. Hz. Musa'ya inzal edilen Tevrat; o za­manın ihtiyâcı nisbetinde, içtimaî hayatın, özellikle Benî İsrail cemiye­tinin tanzimini gaye edinen, teşrîî kaideleri ihtiva ediyordu. Ve o, beşer cinsinden sadece İsrâiloğullarına mahsûs bir kitaptı. Tevrat, aynı za­manda Hz. Mesîh'in risâletinin de dayanağı idi. O'nun peygamberliği; Allah'ın îsrâiloğuUanna yasak ettiği bazı şeyleri helâl kılmak gibi ba­sit değişikliklerle birlikte Tevrat'ın bütününü tasdik esâsına dayanı­yordu. Tevrat'ta bazı şeylerin haram kılınması keyfiyeti, Benî İsrail'in sapıklık ve isyanları sebebiyle kendilerine reva görülen bir ceza İdi ki, Allah; helâl olan bazı şeyleri haram etmekle onları te'dîb etmişti... Sonra Allah'ın hudutsuz irâdesi, Mesîh Aleyhisselâm vasıtası ile Benî İsrail'e merhamet etmeyi diledi ve yasak ettiği bazı şeyleri onlara helâl kıldı.

İşte buradan anlaşılıyor ki din, beşer hayatının tanzimi için teşrîî kanunları da tazammun eder. Dinin gayesi sadece ahlâkı güzelleştir­mekten, vicdanî şuuru uyandırmaktan, ibâdet ve inançtan ibaret de­ğildir. Böyle bir din olamaz. Din, Allah'ın insanoğlu,için tesbît ettiği bir hayat programıdır. İnsan hayatını yaratıcının yoluna bağlayan ve Allah'ın kudret eliyle çizilen bir hayat nizâmıdır.

îmânî akidenin; ibâdet yolundan, ahlâkî değerlerden ve ilâhi şe­riata uygun olan bütün dinlerde cemiyet nizâmını hedef alan kanun­lardan ayrılması mümkün değildir. Bu esâslardan herhangi birinin ayrılması, hayat sahasında ve ruhlarda görülmesi arzulanan ilâhî aki­denin bütün te'sîr ve fonksiyonunu tamamen yok eder. Ve bu durum; Allah'ın murâd etmiş olduğu, kendi yolunun tabiatına, ruhuna ve ta­savvuruna tamamen aykırıdır.

İşte, Hıristiyanlığın başına gelenler de, bundan başka bir şey de­ğildir. Bir taraftan çeşitli tarihî sebepler, diğer taraftan son din gelene kadar muvakkat bir zaman için gönderildiği halde, kendi zamanını da aşarak yaşamaya devam etmesi, bu hakikâtten uzak, kötü manza­rayı meydana getirdi. Dinin, teşrîî kaideleri tazammun eden cemiyet nizâmına âit cephesi ile, taabbudî, ruhî ve ahlâkî kaideleri ihtiva eden cephesi tamamen birbirinden ayrıdır. Yahudilerle Hz. îsâ ve havarileri arasında, derin bir düşmanlık peyda oldu ve bu düşmanlık îsâ (a.s.) dan sonraki nesiller arasında da varlığını kaybetmedi. İşte bu durum, cemiyet hayatını esâs alan kanunlar tazammun eden Tevrat'la ruhî ve ahlâkî güzelliği sağlayacak olan hususları ihtiva eden İncil arasında derin bir ayrılık meydana getirdi. Halbuki bu teşrîî kaideler de muvak­kat bir zamana ve muayyen bir insan cemiyetine mahsûs olan şer'î nizâmdı. Bütün beşeriyete şâmii plan ebedî şeriatın gelişi de Allah'ın takdirinde gizleniyordu.

Bir gerçektir ki; bugün Hıristiyanlık şerîatsız, kuru bir inanç de­rekesine düşmüştür. Bunun içindir ki; kendisine inanan insanların hayatlarına, içtimaî münâsebetlerine şekil ve yön verememektedir. İç­timaî hayata yön vermek; bütün varlığı, özellikle insan hayatım ve onun varlık alemindeki mevkiini açıklayacak i'tikâdî bir tasavvuru icâbettirir. Ahlâkî değerleri ve taabbüdî nizâmı gerektirir. Sonra da bu ahlâkî değerlere, taabbüdî nizâma ve i'tikâdî tasavvura istinâd ede­rek cemiyet hayatını tanzim edecek kanunlar külliyâtım gerektirir. Dinin ortaya koyduğu bu sağlam terkîb; içtimaî nizâmın temel unsuru­dur. O içtimaî nizâmın, inkâr edilemeyen garantileri ve ma'lûm sebepleri vardır. îsâ dininde ma'lûm ayrılık ve ihtilâf ortaya çıkınca artık Mesîh'-lik, beşerî hayata şâmil bir nizâm olmak ümidini kaybetmişti. Neticede kendi tâbîlerini; hayatlarında,, amelî değerleri ile ruhî değerlerinin ara­sını ayırmaya mecbur etti. Halbuki içtimaî yaşayışın istinâdgâhı olan cemiyet nizamı, bu iki esâsa dayanırdı. Ve bu yegâne yolun tabiî kai­desinden ayrılan içtimâi nizâmlar, muallakta sallanmaya mahkûm ol­du... Birbirini nakzeden sakat esâslarda dalgalanmaya mecbur oldu...

Bu hal, beşer hayatında basit bir mesele değildir. İnsanlık tarihi için de küçük bir hâdise nazarıyla bakılamaz. Muhakkak ki, o bir mu­sibettir; büyük bir musibettir. Sapıklık, şaşkınlık, çözülme, dağılma ve bugünkü maddî medeniyeti allak bullak eden belâlar fışkıran bir mu­sibet... Din olarak Hıristiyanlığı kabul eden memleketlerde de, ken­dileri Mesîhî olmadıkları halde, Mesîhî olduklarını iddia edenlerden pek de farklı bir i'tikâtta olmayan beldelerde de durum, maalesef budur. Çünkü dinin teşrîî kaideleri yok edilmiş ve içtimâi nizâm da esâs da­yanağını kaybetmiştir. Halbuki Hz. İsa'nın getirdiği şekliyle, din is­mine hak kazanan her dinin tabiatında olduğu gibi, Mesîhî] ik de, bir hayat nizâmıdır... Teşrîî kanunlar silsilesidir... Yaratan hakkındaki i'tikâdî tasavvurdan neş/et eden bir esâstır... Ve bu tasavvura istinâd eden ahlâkî kıymetler külliyâtıdır... Bu şümullü ve mütekâmil daya­naklar olmayınca, Mesîhîîik de olmaz; mutlak mânâda din de olmaz... Bu ihatalı payandalar olmayınca, beşer ruhunun ihtiyâçlarına cevap verecek, hâdiseleri değerlendirecek, beşeriyetin hayâlini ve ruhunu Al­lah'a doğru yükseltecek olan insanî hayatın içtimaî nizâmı da olmaz...

İşte bu hakikât, Hz. îsâ'nın şu sözünün ihtiva ettiği mefhûmlar­dan biridir :

«Benden önce gelen Tevrat'ı tasdik ederek, size yasak edilenlerin bir kısmını helâl kılmak üzere...»

Bir hakîkâtı tebliğ etmek için söylenen bu söz, en büyük hakikâte istinâd eder: Şüphe kabul etmeyen tevhîd hakikâtine...

«Size Rabbınızdan bir âyet getirdim. Artık Allah'dan korkun ve )ana itaat edin. Şüphe yok ki, AUah benim de Rabbım, sizin de Rabbı-ıızdır. Öyleyse O'na kulluk edin. Doğru yol, işte budur.»

Hz. îsâ, Allah'ın göndermiş olduğu bütün dinlerin istinâd ettiği .'tikâdî tasavvurun hakikâtini ilân ediyor; göstermiş olduğu mucizeler, Kendi canibinden değildir. O, bir beşerdir. Buna kadir değildir; bütün bunları, en büyük kudret sahibi olan Allah'dan getirmiştir. Hz. îsâ, ilk olarak Allah'dan korkmaya ve Rasûlüne itaate davet ediyor. Sonra da Allah'ın; hem kendisinin, hem de bütün mahlûkâtın Rabbı olduğu­nu ilân ediyor. Kendisinin bir ilâh değil, sadece âciz bir kul olduğunu söylüyor. İnsanları O yegâne Ma'bûda ibâdete çağırıyor. Allah'tan baş­ka hiç kimseye kulluk yapmamalarını tebliğ ediyor. Sözlerini de; Al­lah'ın birliğini ve O'na ibâdet etmeyi, Rasûlüne ve getirmiş olduğu ni­zâma itaat etmeyi ihtiva eden şu ölmez hakikâtle mühürlüyor.

«Doğru yol, işte budur...»

Öyleyse diğer yollar, sapıklık ve hakikâtten inhiraftır... Böyle bir yol da hiç bir zaman din vasfına lâyık olamaz.[12]

 

52  — îsâ onların inkârlarını sezince; Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir? dedi. Havariler: Biziz Allah'ın yardımcıları, Allah'a îmân ettik. Sen de şâhid ol ki, biz muhakkak müslümanlarız, dediler.

53  — Ey Rabbımız indirdiğine îmân ettik-. Ve Peygam­berinin ardınca gittik. Bizi şâhid olanlarla beraber yaz.

54  — Hîle yaptılar. Allah da onlan cezalandırdı. Ve Allah, hîle yapanların cezasını en iyi verendir.

 

Allah Teâlâ buyuruyor ki;

îsâ (a.s.) onların küfür ve dalâlet üzre kalmaya niyyet ve azmet­tiklerini hissedince : Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir? dedi. Mücâhid burayı «Allah'a giderken bana kim uyacak?» şeklinde anlarken, Süfyân el-Sevrî ve başkaları da «Allah ile birlikte benim yardımcılarım kimlerdir?» şeklinde anlamışlardır. Mücâhid'in kavli akla daha yatkın gelmektedir. Burada maksadı herhalde: «İnsanları Allah yoluna da­vette bana yardımcı olacak kimlerdir?» olsa gerektir. Nitekim Rasû-lullah (s.a.) da hac mevsiminde hicretten önce şöyle buyurdu : Rabbı-mın sözünü tebliğde bana yardım edecek kimdir? Muhakkak ki Kureyş, Rabbımın sözünü tebliğ etmemi engelliyor.

Nihayet Ansâr'ı buldu; Rasûlullah'ı korudular, yardımcı oldular. O da onların yanına hicret etti. Siyah deriliye, kırmızı deriliye, herkese karşı o'nu korudular.

Aynı şekilde Hz. îsâ (a.s.) ya da İsrâiloğullarından bir grup icabet ederek ona îmân ettiler, yardımcı oldular ve Allah'ın kendisine inzal buyurduğu nûsa uydular.

İşte bunun için Allah Teâlâ onlardan bahsederek şöyle buyuruyor:

«Havariler : Biziz Allah'ın yardımcıları. Allah'a îmân ettik. Sen de şâhid ol ki, biz muhakkak müslümanlarız, dediler. Ey Rabbımız indirdi­ğine îmân ettik. Ve peygamberin ardınca gittik. Bizi şâhid olanlarla beraber yaz, dediler.»

Havârî: Yardımcı demektir. Nitekim Rasûlullah (s.a.) Hendek mu­harebesinde insanları yardıma çağırınca, Zübeyr hemen icabet etmiş; sonra tekrar onları yardıma çağırmış, yine Zübeyr koşmuştu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) :

«Her peygamberin bir havarisi vardır. Benim havarim de Ztibeyr'-dir.» buyurmuşlardı.

Ibn Ebu Hatim diyor : Bize Ebu Saîd el-Eşecc... İbn Abbâs'dan ri­vayet etti ki o,

«Bizi şâhid olanlarla beraber yaz» âyeti hakkında şöyle demiştir:

«Bizi Muhammed (s.a,) ümmeti ile birlikte yaz.» demektir. Bu ha­dîsin isnadı ceyyiddir. (iyidir.)

Sonra Allah Teâlâ, İsrâiloğullarından haber vererek şöyle buyurur:

Havariler ona yardım ettiği sırada, yahûdiler îsâ (a.s.) yi öldürmek, ona kötülük yapmak ve asmak istediler, zamanın kralına aleyhinde laflar ettiler. O da kâfirdi. Bir adam var; insanları sapıttırıyor, krala itâattan alıkoyuyor, tebeayı parçalıyor, baba ile oğulun arasım açıyor, gibi yalanlar uydurdular. Hattâ onun kötü bir kadının oğlu olduğunu bile söylediler. Böylece kralı Hz. îsâ (a.s.) aleyhine tahrik ettiler. O da Hz. İsa'yı yakalayıp hakkından gelecek ve onu asacak adamlarını gön­derdi. Hz. îsâ'nın evini sarıp onu ele geçirdiklerini zannettikleri sırada Allah Hz. îsâ (a.s.) yi onların aralarından çekip kurtardı ve evin tava-nındaki bir delikten göğe çekti. Evde Hz. îsâ ile bulunan bir adamı Allah, Hz, îsâ'ya benzetti. Onlar da karanlık eve girince gece karanlığında o adamı Hz. îsâ (a.s.) zannederek yakaladılar, hakaret ettiler ve astılar, başına da diken koydular, (tac gibi). îşte bu, Allah'ın onlara bir hîlesidir. Allah peygamberini onların arasından kurtarmış, onları daldıkları sapıklığın içinde bırakmıştır. Onlar aradıklarım ele geçirdik zannetmişlerdir. Halbuki Allah, onların kalplerine Hakk'a karşı bir inâd koyuvermiş yaptıkları sebebiyle de haşre kadar onlardan ayrılma­yacak bir horluk ve alçaklığı onlara vermiştir. îşte bu sebeple Cenâb-ı Allah:

«Hile yaptılar, Allah da onlan cezalandırdı ve Allah hile yapan­ların cezasını en iyi verendir.» buyuruyor.[13]

 

55  — Hani Allah demişti ki: Ey îsâ, seni öldürecek olan Benim. Seni kendime yükseltip kaldıracak, seni kâ­firlerin içinden tertemiz çıkaracak ve sana tâbi olanları kıyamet gününe kadar küfredenlerden üstün tutacak da Benim. Sonra dönüşünüz yalnız Banadır. Ayrılığa'düştü­ğünüz konularda aranızda Ben hükmedeceğim.

56  — Küfredenleri de dünya ve âhirette şiddetli aza­ba uğratacağım. Onların hiçbir yardımcıları yoktur.

57  — îmân edip sâlih amel işleyenlere gelince; onla­rın mükâfatları ödenecektir ve Allah zâlimleri sevmez.

58  — îşte bunları sana; âyetlerden ve hikmet dolu Kur'an'dan okuyoruz.

 

Hz. îsâ'nın Sonu

 

Müfessirler:  «Ey îsâ seni öldürecek olan Benim. Seni kendime yükseltip kaldıracak... da Benim.» âyetinde İhtilâf etmişlerdir.

Katâde ve başkaları: Bu âyette takdim - te'hîr vardır. «Seni önce kendime yükseltip kaldıracak sonra seni öldürecek olan da Benim» demektir, diyorlar. Ali îbn Ebu Talha; İbn Abbâs'tan nakleder ki (    iUy-^    )  kavli seni öldüreceğim, demektir.

Muhammed İbn îshâk diyor ki, aleyhinde söz söylenmeyen biri Vehb İbn Münebbih'den rivayet etti ki o şöyle demiş: Allah (c.c.) Hz. îsâ (a.s.) yi kendine yükselttiğinde gündüz üç saat öldürmüştü.

İbn İshâk diyor : Hıristiyanlar Allah'ın Hz. İsa'yı yedi saat öldürüp sonra dirilttiğini iddia ediyorlar, tshâk İbn Bişr îdrîs kanalıyla Vehb İbn MÜnebbih'ten nakleder ki; Allah O'nu üç gün Öldürmüş, sonra di­riltmiş, ondan sonra da yükseltip kaldırmıştır.

Ancak bu söz delillendirilmeye muhtaçtır.

Varrâk diyor ki «Seni dünyada öldüreceğim» ama bu ölme bildiği­miz ölüm değildir.

İbn Cüreyc de Allah'ın Hz. İsa'yı öldürmesi o'nu kendine yükseltip kaldırmasıdır, der.

Birçokları da şöyle derler: Burada ölümden maksad uykudur. Ni­tekim Allah Teâlâ başka âyetlerde şöyle buyurur:

«O'dur, geceleyin sizi kendinizden geçiren.» (En'am, 60)

«Allah, ölüm ânında, ruhları alır. Ölmeyenin ise uykusunda.» (Zü-mer, 42)

Rasûlullah (s.a.) da uykudan uyandığında; «Bizi öldürdükten son­ra dirilten Allah'a hamcioLsun haşr (dirilip gidilecek yer) O'nadir.» derdi.

Allah Te&lâ şöyle buyurur:

«Küfretmeleri ve Meryem'e büyük iftirada bulunmalarından ve «Allah elçisi Meryem oğlu îsâ Mesih'i öldürdük.» demelerinden. Oysa O'nu öldürmediler ve asamadılar. Ancak onlara İsa'ya benzer gösteril­di. O'nun hakkında ihtilâfa düşerler. O'ndan yana şüphe içindedirler. Bu husustaki bilgileri ancak zanna dayanmaktan ibarettir. O'nu ger­çekten öldürememişlerdir. Bil'akis Allah o'nu kendi katına yükseltmiş­tir. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir. Kitâb ehlinden hiç kimse yoktur ki, ölü­münden önce o'na inanacak olmasın. O da kıyamet günü aleyhlerinde şâhid olacaktır.»  (Nisa, 156 -159)

Bu âyetin «Ölümünden önce» kısmındaki zamîr Hz. İsa'ya râcîdir. Bu halde mânâ şöyle oluyor: «Ehl-i kitâb Hz. îsâ'-nın ölümünden önce kendisine îmân edecektir. İlerde de açıklanacağı üzere Hz. îsâ kıyametten önce yeryüzüne indiğinde bütün ehl-i kitâb kendisine inanacaktır. Zîrâ Hz. îsâ o zaman cizye koyacak ve İslâm'­dan başka bir din kabul etmeyecektir.

tbn Ebu Hatim diyor ki : bize babam... Hasan'dan rivayet etti ki o,

«Seni öldüreceğim...» âyeti hakkında şu açıklamada bulunmuştur: Bu­rası, «Seni uyku ölümü ile öldüreceğim, yani uyutacağım» anlammadır ki, Allah Teâlâ Hz. îsâ'yı uykuda iken göğe kaldırmıştır.

Hasan diyor ki: Rasûlıülah (s.a.) yahûdilere şöyle dedi: «Muhak­kak ki îsâ ölmedi. O, kıyamet gününden önce size dönecektir.»

Kâfirlerin içinden, seni semâya kaldırmak suretiyle tertemiz çı­karacak ve sana tâbi olanları kıyamet gününe kadar küfredenlerden üstün tutacak da Benim.

Böyle de olmuş ve Mesîh (a.s.) göğe yükseltilince, arkadaşlan ken­disinden sonra muhtelif fırkalara ayrılmışlardır. Onlardan bir kısmı Allah'ın o'na göndermiş olduğu dine, o'nun Allah'ın kulu ve elçisi, Meryem'in oğlu olduğuna inanırken, bazıları ileri giderek o'nun, Al­lah'ın oğlu olduğunu söylediler. Bir başka grup «O, Allahtır.», başka­ları da «O, üçün üçüncüsüdür» dediler. Allah bütün bu grupların söz­lerini Kur'an'da naklederek hepsini reddetmiştir.

Hıristiyanlar bu şekilde yaklaşık üçyüz sene devam ettikten sonra, Konstantin adı verilen bir Yunan kralı çıktı ve hıristiyan dinine girdi. O'nun bir filozof olduğu ve hıristiyanlığı bozmak için bu dine girdiği söylenir. Bilgisizliğinden bu dine girdiği de söylentiler arasındadır. Şu kadar var ki Konstantin, Mesih'in dinini değiştirip tahrif etti, artır­malar, eksiltmeler yaptı. Bu din için kanunlar koydu ve büyük emâneti (Papalık?) —ki aslında aşağılık bir hainlik idi— koydu. O'nun zama­nında domuz eti helâl sayıldı. Doğuya doğru namaz kılmaya başladılar, kiliseleri resimlerle süslediler. Mesih'in işlediğini zannettikleri bir gü­nâh sebebiyle orucu on gün artırdılar. Böylece Mesih'in dini «Kons­tantin dini» oldu. Bununla beraber Konstantin oniki binden fazla ki­lise, manastır ve ibâdet yeri yaptırdı. Kendi adıyla bilinen şehri kurdu, kraliyet ailesini yeni dine soktu.

Bu şekilde hıristiyanlar yahûdilerden üstün oldular. Allah da onlan yahûdîlere karşı kuvvetli kıldı. Her ne kadar hepsi kâfir iseler de, bun­lar (hıristiyanlar) yahûdîlere göre Hakk'a ve gerçeğe daha yakın idiler.

Allah, Muhammed (s.a.) i elçi olarak gönderince o'na îmân eden­ler bu îmânlanyla Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine gerçek bir şekilde inanmış ve yeryüzündeki bütün peygamberlere uy­muş oluyorlardı. Zîrâ âdemoğlunun efendisi, peygamberlerin sonuncu­su ve kendilerini bütün gerçek dinleri tasdike çağıran o ümmî pey­gamberi tasdik etmiş oluyorlardı. Onlar daha önce geçen bütün pey­gamberlere, onların dini ve yolu üzere olduklarını zanneden kendi üm­metlerinden daha lâyıktırlar. Zîrâ o peygamberlerin ümmetleri pey­gamberlerinin  getirmiş oldukları  gerçekleri değiştirip bozmuşlardı.

Böyle olmasa bile Allah, Muhammed (s.a.) aracılığıyla göndermiş olduğu hak diniyle diğer bütün peygamberlerin getirdiklerini ortadan kaldırmıştır. Bu hak din, kıyamete kadar ne değiştirilebilecek ne de bozulabilecektir. Diğer bütün dinlere üstün olarak devam edecektir. îş-te bunun için Allah bu dine uyanlara yeryüzünün doğusunu, batısını açacak, onlar da böylece bütün memleketleri fethedecekler, bütün dev­letler onlara yaklaşacak (boyun eğeceklerdir), Kisrâlan ezecekler, kay­serlere gâlib gelecekler, hazînelerini ele geçirip Allah yolunda harcaya­caklardır.  Allah Teâlâ peygamberine bunları şöyle haber veriyor :

«Allah içinizden îmân edip sâlih amel işleyenlere va'detti ki; onlar­dan öncekileri nasıl halef kıldı ise onları da yeryüzüne halef kılacak ve onlar için beğendiği dini temelli yerleştirecek, korkularını emniyete çevirecektir.» (Nûr, 55)

Hz. Muhammed'e îmân edenler aynı zamanda gerçekten Mesih'e îmân etmiş olduklarından, Şam diyarını hıristiyanlardan alıp onları Rûm memleketine sürdüler. Onlar da kendi şehirleri olan Konstanti-niyye'ye sığındılar. İslâm ve müslümanlar kıyamete kadar onlardan üstün olarak devam edeceklerdir. Rasûlullah (s.a.), sonunda müslü-manlann mutlaka Konstantiniyye'yi fethedeceklerini, mallarım gani­met olarak alacaklarını, Rumları öldüreceklerini —hem de öyle bir öl­dürme (ve katliâm) ki insanlar ne önce böyle bir şey gördüler, ne de daha sonra bir benzerini görecekler— haber vermiştir. Bu konuda müs­takil bir cüz'  (risale) topladım.

İşte bunun için Allah Teâlâ :

«Sana tâbi olanları kıyamet gününe kadar küfredenlerden üstün tutacak da Benim. Sonra (Kıyamet gününde) dönüşünüz yalnız Ba­nadır. Ayrılığa düştüğünüz konularda aranızda Ben hükmedeceğim. Küfredenleri de dünya ve âhirette şiddetli azaba uğratacağım. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.»

Gerçekten Allah Teâlâ böyle de yapmış ve gerek yahûdîlerden Me-sîh'i inkâr edenlere, gerekse hıristiyan olduğu halde Hz. îsâ hakkında ileri giden ve (o'nu ilâh derecesine çıkaranlara) dünyada öldürülme, esir edilme, mallarının ellerinden alınması ve sürgün şeklinde azâb etmişti. Onların âhiretteki azâbları ise elbette daha şiddetli olacaktır. «O günde onları Allah'a karşı koruyacak birisi de yoktur.» (Ra'd, 34)

«îmân edip amel-i sâlih işleyenlere gelince, onların mükâfatlan dünyada nusret ve zafer, âhirette de yüce cennetlerle eksiksiz olarak ödenecektir. Allah zâlimleri sevmez.»

«İşte bunları sana, âyetlerden ve hikmet dolu Kur'an'dan oku­yoruz.»

Ey Muhammed îsâ (a.s.) nın durumu, doğumunun başlangıcına dâir sana bu anlattıklarımız, Allah'ın sana vahyedip de Levh-i mahfûz'dan indirdiklerinden ve sana söylediklerindendir. Bunda asla şüp­he yoktur. Meryem sûresinde de şöylece buyuruyor :

«îşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem oğlu îsâ hak söze göre budur.

Oğul edinmek Allah'a aâlâ yakışmaz, O münezzehtir. Bir işin olma­sını istedi mi ona sadece «Ol» der. O da oluverir.» (Meryem, 34 - 35)[14]

 

İzahı

 

«Ey îsâ, seni öldürecek ve katıma yücelteceğim.» İbn Ebu Hatim, Katâde'den nakleder ki; o şöyle demiştir : Burada takdim ve te'hîr vardır.. Yani seni katıma yüceltecek ve canım alacağım, demektir. Bu te'vîl âyetin zahirinin; başka âyette tasrîh edilmiş olan meşhur açık­lamaya aykırı olmasının ortaya çıkardığı te'vîl yollarından birisidir. Hz. Peygamberin de buyurduğu gibi Hz. îsâ ölmemiştir ve kıyametten önce sizin yanımza dönecektir. İkinci te'vîl ise şöyledir: Burada kasto-lunan; Ben senin ecelini tamamlayacağım ve hemen seni öldüreceğim, seni öldürecek birini üzerine musallat etmeyeceğim, demektir. Te'vîl-deki ifâde; Hz. îsâ'nıh düşmanlardan veya ö'nun canını almak isteyen düşman yerine kâim kişilerden korunacağından kinayedir. Çünkü bu yorum, Allah Teâlâ'nın îs&'nın süresini tamamlatacağını ve hemen o'nun canım alacağım gerektirmemektedir. Üçüncüsü, bu ifâdeden mak-sad; seni tutup şahsını yerden kaldıracağım. Bu te'vîl; malı ödemek, tutup kaldırmak anlamından alınmıştır. Dördüncü te'vîl şöyledir: Bu­radaki vefattan maksad; uykudur. Uyku ile ölüm kardeştir. Biri diğeri­nin yerine kullanılır. Rebî'den rivayet edildiğine göre Allah Teâlâ, Hz. îsâ'ya rıfk ile muamele etmek için uyurken gökyüzüne çıkarmıştır. Bu ve önceki sözler Hasan'dan da rivayet edilmiştir. Beşinci te'vîl şöyledir: Buradaki ifâdeden maksad; Ben seni cam alınmış gibi kılacağım, de­mektir. Çünkü Hz. îsâ'nın göğe çekilmesi buna benzemektedir. Altıncı te'vîl şöyledir : Âyetten maksad; ruhunu ve bedenini alarak seni kal­dıracağım, demektir. Bu takdirde seni kendime yücelteceğim ifâdesi ön< çekinin yorumu gibi olmaktadır. Yedinci te'vîl şöyledir : Ölümden mak­sad Hz. îsâ'nın melekûta ulaşmasına engel olan şehvet güçlerinin öl-mesidir. Sekizinci te'vîl şöyledir: Bundan maksad; senin amelini kar­şılayacağım, demektir. Bu şekillerin hiçbirisi uzak sayılmaz. Özellikle sonuncusu. Denildi ki; âyet zahirine hamledilmiştir. İbn Cerîr, Vehb îbn Münebbih'den tahrîç eder ki o şöyle demiştir: Allah Teâlâ gün­düzün üç saatliğine Meryem oğlu îsâ*nın canını almış ve sonunda o*nu kendi katına yükseltmiştir. HâkinVin Vehb İbn Münebbih'den tahrîcine göre; Allah Teâlâ Hz. îsâ'nın yedi saatliğine canım almış, sonra diriltmistir. Hz, Meryem onüç yaşındayken İsa'ya hamile kalmış, Hz. îsâ otuzüç yaşındayken göğe çekilmiş, annesi de o'nun göğe çekilmesinden altı sene sonra vefat etmiştir. Bu konuda İbn Abbâs'tan zayıf bir riva­yet vârid olmuştur. Kurtubî'nin dediği gibi sahîh olan, Allah Teâlâ'nın Hz. îsâ'yı uyutmadan ve öldürmeden göğe çekmiş olmasıdır. Taberfnin tercîh ettiği görüş bu olduğu gibi, İbn Abbâs'tan sahîh olarak nakledi­len rivayet de budur. İbn İşhâk, Allah Teâlâ'nın yedi saatliğine îsâ'nın canını aldığı hikâyesini ise hıristiyanlann iddiası olarak zikreder. Hı­ristiyanların bu konuda tüyler ürpertici sözleri vardır. Ve bunun İncil'­de yer aldığını iddia ederler. Hâşâ, böyle bir şey yoktur. Sadece büyük bir bühtan ve iftiradır.[15]

 

59  — Gerçekten   Allah   katında   îsâ'nın   durumu, Âdem'in durumu gibidir. Allah o'nu topraktan yarattı. Sonra o'na «Ol» dedi, o da oluverdi.

60  — Hak, Rabbındandır. Öyleyse şüphecilerden ol­ma.

61  — Sana ilim geldikten sonra; kim seninle tartışırsa de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım. Sonra la'-netleşelün. Allah'ın la'netinin yalancıların üstüne olma­sını dileyelim.

62  — Doğrusu işte budur, o kıssanın hak ifâdesi: Al-lah'dan başka ilâh yoktur. Şüphesiz ki Allah Azîz'dir, Ha-kîm'dir.

63 — Şayet yüz çevirirlerse şüphesiz ki Allah, boz­guncuları bilir.

 

Hz.   îsâ ile Hz. Adem'in Durumu Aynıdır

 

«Allah'ın kudreti konusunda hakikat, Allah katında babasız ola­rak yaratılan îsâ'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir.» Allah Adem'i de anasız-babasız topraktan yaratmış sonra o'na «Ol» demiş o da olu­vermiştir.» Âdem'i yaratanın muhakkak ki îsâ'yı da yaratmaya gücü yeter.

Babasız yaratılmış olmakla îsâ'nın Allah'ın oğlu olduğu iddiası caiz olsaydı bu; Âdem hakkında evveliyetle caiz olması gerekirdi ki bilindiği gibi bu görüş, ittifakla bâtıldır. O halde îsâ'nın Allah'ın oğlu olduğu iddiası da bâtıl olup fesadı son derece açıktır. Allah (c.c.) gü­cünü yaratıklarına göstermek isteyip Âdem'i yarattığında erkeksiz ve kadınsız, anasız ve babasız, Havva'yı da kadın, (ana) olmaksızın er­kekten, îsâ'yı erkeksiz (babasız) kadından, diğer insanları da bir er­kekle bir dişiden yarattı. Meryem sûresinde Allah Teâlâ «Onu insanlara bir âyet kılmak için...» buyurur. Burada ise şöyle buyuruyor:

«Hak Rabbındandır. Öyleyse şüphecilerden olma.» îsâ hakkındaki bu söz, kaçılamıyacak gerçeklerden olup ondan başka doğru yoktur. Öyle ya Hak'tan başkası ancak sapıklıktır.

Sonra Allah Teâlâ elçisine; durum bütün açıklığıyla ortaya çıktığı halde Hz. îsâ hakkında gerçeğe karşı gelip zıtlaşanlarla karşılıklı la'-netleşmeyi emrederek buyuruyor ki; «Sana ilim geldikten sonra, kim seninle tartışırsa de ki: «gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınları­mızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım. Karşılıklı ola­rak la'net dilemek üzere hepsini hazır edelim. Sonra la'netleşelim. Ge­rek sizden, gerekse bizden Allah'ın la'netinin yalancıların üstüne ol­masını dileyelim.»

«Mübâhele» âyeti karşılıklı lanetleşmenin ve sûrenin başından bu­raya kadar olan kısmının nüzul sebebi, Necrân Hey'eti'dir. Hıristiyan­lar geldiklerinde îsâ (a.s.) konusunda tartışmaya başladılar. Hz. îsâ'nın Allah'ın oğlu ve ilâh olduğunu iddia ediyorlardı. Bunun üzerine Allah Teâlâ —Muhammed İbn İshâk İbn Yesâr ve başkalarının da zikrettiği gibi— bu sûrenin baş kısmını onlara bir reddiye sadedinde indirdi.

îbn îshâk meşhur es-Sîret'ün-Nebevî isimli eserinde ve başkaları şöyle diyorlar :

Necrân hıristiyanları hey'eti altmış binitli olarak Rasûlullah'a gel­diler. Ulularından ondört kişi de içlerindeydi. Bunlar:

1- Âkıb —ki ismi Abd'ül-Mesîh idi—

2- Seyyid —bu da Eyhem'dir—

3- Bekir İbn Vâil kabilesinin kardeşi Ebu Harise İbn Alkame

4- Üveys el-Hâris

5- Zeyd

6- Kays

7- Yezîd

8- Nebîh

9- Hüveylid

10- Amr

11- Hâlid

12- Abdullah

13- Yuhannes idiler.

Bunların esâs söz sahibi olanları da şu üçüydü:

1- Âkıb: Kavmin başkanı (emîri) görüşlerinin sahibi ve danı­şılan kişiydi. Ancak onun görüşüyle hareket ederlerdi.

2- Seyyid: Âlimleri, binitlerinin ve toplantılarının sahibi idi.

3- Ebu Harise İbn Alkame: Râhibleri, imamları ve medresele­rinin sahibi (hocası) idi. Bekr İbn Vâil oğullarından bir arap olup hı-ristiyan olmuş Rumlar ve krallarınca ta'zîm görmüş, kendisine kilise­ler yapılmış, mal ve hizmetçiler verilmişti. Zîrâ O'nun dinindeki salâ-betini (sağlamlığını) biliyorlardı. Ebu Harise okumuş olduğu eski ki­taplardan Rasûlullah (s.a.) in sıfatım ve durumunu çok iyi öğrenmişti. Fakat bulunduğu makam ve gördüğü muamele sebebiyle cahilliği onu hıristiyan olarak kalmaya itiyordu.

İbn İshâk diyor ki: Muhammed İbn Ca'fer İbn Zübeyr bana an­lattı ve şöyle dedi:

İkindi namazı kılınırken geldiler ve Rasûlullah (s.a.) in yanına, mescidine girdiler, üzerlerinde Yemenli elbiseleri vardı. Cübbeler ve ridâlarla develere binmişlerdi.

Rasûlullah (s.a.) in ashabından onları gören bazdan diyorlar ki: «Onlardan sonra onların benzeri hiçbir hey'et görmedik.» Onların ken­di ibâdet vakitleri gelince Rasûlullah (s.a.) in mescidinde ibâdet etmek üzere kalktılar. Rasûlullah (s.a.) «Bırakınız (kılsınlar)» buyurdu. On­lar da doğuya doğru ibâdet ettiler.

RasûluJlah (s.a.) onlardan Ebu Harise İbn Alkame ve Âkıb Abd'ül-Mesîh ile ya da Seyyid el-Eyhem ile konuştu. Onlar hıristiyanlıktan melik dini üzere (Melkânî) idiler —durumlanndaki farklılıklarla bir­likte— dediler ki:

Hz. İsâ AHah'dır. Hz. îsâ Allah'ın oğludur. Hz. îsâ üçün tiçüncü-südür. Bunlar hıristiyanlığın inançlarıdır. Bu sözlerini şöyle delillen-dirdiler: O Allah'dır, sözü hakkında: O, ölüleri diriltir, hastaları iyileştirir, gâibden haber verir, çamurdan kuş şekli yapar ona üfürür o da kuş olurdu.

(Bilmiyorlardı ki) bunların hepsi Allah'ın emriyle olmuştur ve bunları Allah, insanlara, o'nun peygamberliğine delâlet edecek birer (mucize)  âyet kılmıştır.

«O Allah'ın oğludur»  iddiaları hakkında şunları  söylediler :

O'nun bilinen bir babası yoktur. Kendisinden önce (insanlardan) Âdem oğlundan hiç kimsenin yapmadığı bir şeyi yapmış; beşikte iken konuşmuştur.

«O üçün üçühcüsüdür» iddiaları hakkında; Allah'ın «Yaptık, em­rettik, yarattık, hükmettik...» şeklindeki sözlerini delil getirerek şöyle dediler:

Şayet bir olsaydı «Yaptım, hükmettim, emrettim, yarattım» derdi. Halbuki o, kendisi îsâ ve Meryem (den ibarettir).

İşte bu sözlerin herbiri için Kur'an (dan âyet) nazil oldu.

İki râhib Rasûlullah ile konuştuklarında Allah Rasûlü (s a.) her ikisine de : Müslüman olun, buyurdu. Onlar da : Muhakkak ki biz (da­ha önce) müslüman olduk, dediler. Allah Rasûlü : Hayır, siz müslü-man olmadınız; müslüman olunuz, buyurdular. Onlar yine : Evet, de­diler. Biz senden önce müslüman olduk.

Rasûlullah (s.a.) : «Yalan söylediniz» buyurdular. «Allah'ın oğlu var demeniz, haç'a tapmanız ve domuz eti yemeniz sizin müslüman ol­manızı engelliyor.» Onlar : Ey Muhammed (îsâ) nın babası kimdir? diye sordular.

Rasûlullah (s.a.) sustu ve onlara cevap vermedi. Allah Teâlâ da onların bu sözlerinin herbiri hakkında ve ayrılığa düştükleri konular için Âl-i İmrân sûresinin baş kısmını ve seksen küsur âyetini indirdi.

İbn İshâk şöyle devam eder :

Allah'dan bu konuda haber ve Hz. Peygamberle hey'et arasında hüküm ifâde eden âyetler gelince, tartıştıkları konularda o'nun sözü­nü kabul etmedikleri takdirde karşılıklı la'netleşme emrini alan, Hz. Peygamber, onları la'netleşmeye çağırdı. Dediler ki: Ey Ebu'l-Kâsım bırak düşünelim, sonra bizi çağırdığın şeyi yapıp yapmayacağımızı sana bildiririz. Ve ayrılıp gittiler. Sonra Âkıb ile başbaşa kaldılar. On­ların görüş sahibi olanları Âkıb idi. Âkıb'a ey Abdülmesîh ne dersin?» dediler. Âkıb şöyle konuştu :

Ey hıristiyanlar topluluğu, muhakkak biliyorsunuz ki Muhammed (Allah tarafından) gönderilmiş peygamberdir. Hz. îsâ'nın haberi konu­sunda kesin hüküm ortaya koydu. Biliyorsunuz, hiçbir kavim yoktur ki Peygamberi ile la'netleşmiş olsun da büyükleri kalsın, küçükleri ye­tişsin. Eğer bunu yaparsanız kökünüz kazınır. Eğer bundan vazgeçer­seniz ancak dininizi sevdiğiniz ve sahibiniz (Hz. îsâ) hakkında söylediğiniz sözlerde devam etmek için böyle yapmış olacaksınız. Gidin onunla vedâlaşın ve memleketinize domu?.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) a geldiler ve şöyle dediler: Ey Ebu'l-Kâsım, seninle la'netleşmemeye, seni kendi dinin üzere bırak­maya, biz de kendi dinimiz üzere kalarak dönmeye karar verdik. Yalnız ashabından münâsib gördüğün birini bizimle gönder. Mallarımızda ve ihtilâf ettiğimiz şeylerde aramızda hüküm versin. Biz böylece sizden razı olmuş olacağız, (hoşnûd olacağız.)

Muhammed İbn Ca'fer diyor ki; Rasûlullah şöyle buyurdu : Akşam­leyin bana gelin. Sizinle kuvvetli ve emniyetli birini göndereceğim.

Hz. Ömer îbn Hattâb şöyle derdi:

O gün emirliğe seçilme ümidini taşıyıp arzuladığım kadar başka zaman asla arzulamadım. öğle namazına erkenden gittim. Rasûlullah (s.a.) öğle namazını kıldı, selâm verdi ve sağına, soluna baktı. Uzanı­yordum ki beni görsün. Gözleriyle aranmaya devam etti ve nihayet Ebu Ubeyde îbn el-Cerrâh'ı görerek o'nu, çağırdı ve : Onlarla beraber git; ay­rılığa düştükleri konularda hak üzere hüküm ver, buyurdu.

Ömer der ki: Ebu Ubeyde onlarla gitti.

İbn Merdûyeh Muhammed İbn Ca'fer kanalıyla... Rûfi' îbn Hadtc ten rivayetinde Necrân heyetinin gelişini aynı şekilde anlatır ve seçkin­lerinin on iki kişi olduğunu söyler. îbn Merdûyeh olayı uzun uzadıya ve daha başka fazlalıklarla anlatır.

Buhârî diyor ki; bize Abbâs İbn el-Hüseyin... Huzeyfe'den rivayet etti ki o şöyle demiştir: Necrârüılardan Âkıb ve Seyyid la'netleşmek üzere Rasûlullah'a geldiler. Biri arkadaşına dedi ki: Yapma, vallahi eğer o peygamberse ve biz o'nunla la'netleşirsek asla kurtulamayız, kendimizden sonraya hiç bir şey bırakamayız (kökümüz kurur, ocağı­mız söner.)

İkisi birden Rasûlullah (s.a.) a şöyle dediler: Biz, bizden istediğini sana vereceğiz. Bizimle beraber emin bir adam gönder. Yalnız bu gön­derdiğin adam gerçekten emîn birisi olsun. O (Rasûlullah) da :

Sizinle gerçekten emîn olan bir adam göndereceğim, buyurdu. Ra-sülullah'ın ashabı merakla beklediler, Hz. Peygamber: Ey Ebu Ubeyde İbn Cerrah kalk! buyurdu.

Ebu Ubeyde kalkınca Rasûlullah (s.a.) :

«İşte bu ümmetin emîni budur.» buyurdu. Hadîsi; Buhârî, Müs­lim, Tirmizî, Neseî ve îbn Mâce muhtelif tarîklarla Ebu îshak es-Sebîl kanalıyla Huzeyfe'den rivayet etmişlerdir. Yine aynı hadîsi İmâm Ah-med Nesei, ve İbn Mâce İsrâü kanalıyla... İbn Mes'ûd'dan rivayet et-nıişlerdir.

Buhârî diyor ki; bize Ebu'l-Velid... Enes'den O da Rasûlullah (s.a.) dan rivayet etti ki o, şöyle buyurmuş : Her ümmetin bir emîni vardır. Bu ümmetin emîni de Ebu Ubeyde İbn Cerrâh'tır.

İmâm Ahmed diyor ki; bize İsmâîl îbn Yezîd... İbn Abbâs'dan ri­vayet etti ki o, şöyle demiştir :

Ebu Cehil: Rasûlullah (s.a.) ı Kâ'be'de namaz kılarken görürsem varıp boynuna basacağım, demişti. Eğer dediğini yapsaydı melekler açıkça onu çarpıvereceklerdi. Şayet yahûdîler ölümü temenni etselerdi muhakkak ölecekler ve cehennemdeki yerlerini göreceklerdi. Rasûlul­lah (s.a.) ile la'netleşmeye çıkanlar, bunu yapsalardı dönecekler ve ne mallarını ne de ailelerini bulacaklardı.

Beyhakî «DelâiTün-Nübüwe»sinde Necrân hey'eti kıssasını çok uzun bir şekilde rivayet eder. Biz de o rivayeti buraya alıyoruz. Zîrâ bir çok faydası yanında garîb yönleri var ve bu makama da uyuyor:

Beyhakî diyor ki; bize Ebu Abdullah el-Hâfız ve Ebu Saîd Muham-med îbn Mûsâ... Seleme îbn Abdi Yesû'dan, o babasından, o da dede­sinden —ki bu zât hıristiyan idi ve müslüman olmuştu— rivayet etti­ler ki; Rasûlullah (s.a.) Tâsin... Süleyman (Nemi Sûresi) nazil olma­dan önce Necrânlüara şu mektubu yazdı:

İbrahim, İshâk ve Ya'kûb'un İlâhı adıyla : Allah'ın elçisi, Nebi Muhammed'den Necrah papazına ve Necrân halkına: Barış- size. Siz­lere, İbrahim, İshâk ve Ya'kûb'un İlâhına olan hamdimi iletirim.

Bundan sonra, sizi kullara kulluğu bırakıp Allah'a kulluğa, kulları dost edinmeyi bırakıp Allah'ı dost tanımaya çağırıyorum. Eğer kabul etmezseniz cizye vereceksiniz. Bunu da kabul etmezseniz size aramızda harbi haber veriyorum vesselam...

Mektup papaza ulaşınca okudu, müthiş bir şekilde korktu ve Nec­rân halkından Şurahbil îbn Vedâa'ya gelmesi için haber gönderdi. Şu-rahbil, o sırada Hemedân'da idi ve ondan önce, herhangi bir problem doğduğunda kimse çağırılmazdı, ne Eyhem, ne Seyyid, ne de Âkıb.

Papaz Rasûlullah (s.a.) in mektubunu Şurahbil'e verdi ve o da okudu. Papaz sordu : Ey Ebu Meryem ne dersin? Şurahbil:

Allah'ın İbrahim'e, İsmâîl zürriyetine Peygamberlik va'dettiğini biliyorsun. (Fakat) bu peygamberin bu adam olduğuna inanamıyorsun (değil mi?) Peygamberlik konusunda benim herhangi bir fikrim yok. Şayet dünya ile ilgili bir iş olsaydı bu konudaki fikrimi söylerdim, se­nin için çalışırdım, deyince papaz ona: Şöyle bir kenara otur, dedi. Ve Şurahbil bir köşeye oturdu.

Papaz Necrân halkından Abdullah İbn Şurahbil'e gelmesi için ha­ber gönderdi. —Bu da Himyerlilerden Zü'1-Asbah'dan biridir— ona da mektubu okuttu ve fikrini sordu. Abdullah da Şurahbil'in sözlerinin aynıyla cevâb verince papaz, onu da bir kenara oturttu ve (bu sefer) Necrân halkından Cebbar İbn Feyz adında birini çağırttı. —Cebbar, Ha­ris îbn Kâ'b oğullarından, Hammâs oğullarından biridir— ona da mektubu okuttu ve bu konudaki fikrini sordu. Cebbar da Şurahbîl ve Abdullah gibi cevâb verince onu da bir köşeye oturttu.

Hepsinin görüşleri böylece aynı noktada birleşince papaz, çan ça­lınmasını ve (kiliselerde) manastırlarda ateşler yakılmasını emretti. Gündüz korkulacak bir şey olunca böyle yaparlardı. Korkulan gece olursa çan çalar ve manastırlarda ateş yakarlardı. Çan çalınıp ateş ya­kılınca vâdînin alt tarafında, üst tarafında kim varsa gelir toplanırdı ki, vâdînin boyu süratli bir binitli için 'bir günlük yol idi. Vâdîde yetmiş üç köy ve yüz yirmi bin muhârib vardı.

Hepsi gelip toplanınca, papaz Rasûlullah (s.a.) in mektubunu on­lara okudu ve bu konudaki görüşlerini sordu. Onlardan aklı erenler Şu-rahbil İbn Veda el-Hemedânî, Abdullah İbn Şurahbil el-Asbahî ve Ceb­bar İbn Feyz el-Hârisî'yi Rasûlullah (s.a.) a gönderme konusunda bir­leştiler. Bunlar Rasûlullah (s.a.) hakkında onlara haber getirecek­lerdi.

Hey'et yola çıktı; Medine'ye gelince yolculuk elbiselerini çıkardılar. Çizgili Yemen kumaşından yapılmış uzun kaftanlarım giydiler, altın yüzükler takındılar. Sonra Rasûlullah (s.a.) in yanma gelerek selâm verdiler. Rasûlullah (s.a.) selâmlarım almadı. O'nunla gün boyu ko­nuşmaya çalıştılarsa da üzerlerinde bu kaftanlar ve altın yüzükler bu­lunduğu (için) Rasûlullah (s.a.) kendileriyle konuşmadı. Bunun üze­rine daha önceden tanıdıkları Osman İbn Affân ve Abdurrahmân İbn Avf'a gittiler. Onlar muhacir ve ansârdan bazılarıyla oturuyorlardı. Şöyle konuştular :

Ey Osman, Ey Abdurrahmân, sizin peygamberiniz bize bir mektup yazdı biz de icabet ederek kalkıp geldik. Yanına vardık, selâm verdik; selâmımızı almadı, gün boyu kendisiyle konuşmaya çalıştıksa da bizim­le konuşmadı. Bu konuda sizin fikriniz nedir? Dönmemizi tavsiye eder misiniz?

Onlar da aralarında bulunan Ali İbn Ebu Tâlib'e : Bu topluluk hak­kında sen ne dersin ey Ebu'I-Hasan? diye sordular. Hz. Ali, Osman ve Abdurrahmân'a : Bana kalırsa bu elbiselerini ve yüzüklerini çık.arsın-lar, yolculuk elbiselerini giysinler, sonra Rasûlullah'a dönsünler, dedi. Öyle yaptılar ve Rasûlullah (s.a.) a gidip selâm verdiler. Selâmlarını *ldı sonra Hz. Peygamber şöyle buyurdu :

Beni hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, sizin bana birinci edişinizde İblîs de sizinle beraberdi. Sonra karşılıklı olarak birbirlerine Anılar sordular, sonunda şöyle dediler : îsâ hakkında ne dersin? Biz kavmimize döneceğiz ve biz hıristiyanız. Eğer. peygamber isen bu konu­da bize (birşeyler) söyle.

Rasûlullah (s.a.) : Bu konuda bugün size söyliyeceğim bir şey yok. Burada (bir müddet) kalın da îsâ hakkında Rabbımın bana söyleye­ceklerini size haber vereyim, buyurdular. Ertesi günü sabah olduğunda Allah Teâlâ bu âyetleri indirdi.

Bunu kabul etmediler. Kendilerine bu haberi verdiğinin ertesi sa­bahı Rasûlullah (s.a.) yanmda Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Fâtıma ol­duğu halde la'netleşmek üzere yola çıktı. O sırada Rasûlullah'ın birkaç hanımı vardı. Hasan ve Hüseyin'i kendi örtüsü altına almış; Fâtıma da yanında yürüyordu.

Şurahbil iki arkadaşına şöyle dedi: Vadimizin alt ve üst tarafın­da olanlar biraraya geldiklerinde, biliyorsunuz benim görüşümün dı­şına çıkmamışlardı. Vallahi ben bu işi ağır bir iş olarak görüyorum. Eğer bu adam gönderilmiş bir kral ise onun gözünde arablardan öldü­rülecek ve işleri kendisine verileceklerin ilki biziz. O'nun ve ashabının gönlünden geçen ancak bizi mahvetmek olabilir. Muhakkak ki arablar­dan onlara en yakın komşu biziz, ama bu adam peygamber ise ve biz o'nunla la'netleşirsek yeryüzünde bizden bir kıl ve tırnak kalmamaca­sına helak oluruz.    

Arkadaşları o'na : Ey Ebu Meryem (o halde) görüşün nedir? de­diler. O da : Ben o'nu hakem kabul edelim, derim. O'nu asla zulüm ile hükmetmeyecek birisi olarak görüyorum, dedi Arkadaşlarının: O halde bunu yap, demeleri üzerine Şurahbil Rasûlullah (s.a.) a geldi ve: Ben seninle la'netleşmekten daha hayırlı bir şey görüyorum, dedi. Rasûlullah (s.a.) : O nedir? diye sordu. O da : Bugün geceye, geceleyin de sabaha kadar bizim hakkımızda hüküm senindir. Bizim hakkımız­da ne hüküm verirsen ver, kabul edeceğiz, dedi. Rasûlullah (s.a.) : Ya arkandan seni ayıplıyacak ve hükmünü kabul etmeyecek biri çıkarsa? buyurdu. Şurahbil: Arkadaşlarıma sor, dedi. Rasûlullah o'nun iki ar­kadaşına sordu. Şöyle dediler : Vâdîde ancak ve ancak Şurahbil'in gö­rüşü ile hareket edilir.

Rasûlullah (s.a.) döndü (gitti) ve onlarla la'netleşmedi. Ertesi gü­nü yine o'na geldiler ve Rasûlullah (s.a.) kendilerine şu mektubu yazdı:

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. Allah'ın elçisi ve nebîsi Muhammed'in Necrân'a yazdığıdır. «Eğer hükmü-onlar üzerinde ise» her meyvede, her san, beyaz, siyah ve ince şeyde onlara fazlası vardır. Bunların hepsi onlara bırakılacaktır. İkibin hülle (elbise) karşılığında. Her receb ayında bin hülle, her Safer ayında da bin hülle (verilecektir)[16] Ve tamamıyla hadisin kalanım da zikretti.

Netice olarak Necrân hey'etinin gelişi hicretin 9. yılındadır. Zîrâ Zührî şöyle diyor : «Rasûlullah (s.a.) a ilk cizye verenler Necrân halkı­dır. Cizye âyeti ise Mekke'nin fethinden sonra indirilmiş olup şu âyettir:

((Allah'a ve âhiret gününe de inanmayanlarla savaşın.»   (Tevbe,29)

Ebu Beki* İbn Merdûyeh diyor ki; bize Süleyman İbn Ahmed... Câbir'den rivayet etti ki o şöyle dedi: Âkıb ve Tayyib Rasûlullah (s.a.) a geldiler. Hz. Peygamber onları la'netleşmeye çağırdı. Onlar da ertesi günü la'netleşmek üzere sözleştiler. Ertesi günü Rasûlullah (s.a.) Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin'in elinden tutarak geldi ve gelmeleri için onlara haber gönderdi. Fakat gelmediler ve harâc'ı kabul ettiler.

Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu : Beni hak ile gönderen Allah'a ye-mîn olsun ki, eğer hayır deselerdi vâdî tepelerine ateş yağdıracaktı. Câbir der ki: İşte onlar hakkında «... Gelin oğullarımızı ve oğulları­nızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı...» âyeti nazil oldu.

Yine Câbir diyor ki: Âyetteki «Kendimizi ve kendinizi» kavli ile Rasûlullah (s.a.) ve Ali İbn Ebu Tâlib, «oğullarınızı» kavli ile Hasan ile Hüseyin, «kadınlarınızı» kavli ile de Hz. Fâtıma kasdedümiştir.

Sonra Allah Teâlâ buyurur ki;

«Doğrusu işte budur, o kıssanın hak, gerçek ifâdesi: Ey Muham-med (s.a.) Hz. Lsâ hakkında bizim sana bu anlattıklarımız dönülmeye­cek ve sapılmayacak gerçeğin ta kendisidir.»

«Allah'dan başka ilâh yoktur. Şüphesiz ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir, Şayet bundan başka şeylere doğru yüzçevirirlerse, şüphesiz ki Allah bozguncuları bilir.» Kim hakk'ı bırakır bâtıla dönerse o bozguncudur. Allah onu bilir ve onun cezasını verir. O, kendisini hiçbir şeyin geçeme­yeceği Kâdir-i mutlaktır.[17]

 

İzahı

 

Doğrusu îsâ'nın misâli. Yani Allah katında o'nun babasız olarak  kudretle varedilmesi şeklindeki sıfatı. Hz. Âdem'in ana ve baba­sız dünyaya gelişindeki gibidir. İyi bil ki, kudretin hârikaları tüken­mez. Ve onun ölçülebileceği hiçbir ölçü yoktur. Bir insanın ana ve baba olmadan meydana gelişinin numunesi yoktur. Bu, hikmet âleminin ese­ridir. Hayvanların bir çoğu, yaratılışları tuhaf ve eksik olduğu için bir anda yaratılarak doğarlar. Sonra tenasül ve doğurma yoluyla çoğa­lırlar. Keza insanın da bir anda herhangi bir devirde doğuş yoluyla meydana gelmesi mümkündür. Sonra bu doğuş tekerrür eder. Babasız oluş da böyledir. Doğrusu erkeğin menisi, kadının menisinden çok da­ha keskindir. Onda birleştirici güç daha fazladır. Tıpkı peynire nis­petle nefhalanan (peynir mayasının) durumu gibi. Kadının menisin­de ise dağılma gücü daha fazladır. Tıpkı sütteki gibi. Bu ikisi birleşin­ce anlaşma tamâm olur ve ikisi birbiriyle birleşir ve cenîn oluşur. (...) «Ol, deyince oluverir.» kavli; ruhun üflenişine işarettir. Ve bunun emr âleminden oluşunu gösterir. Önceden bedenin yaratılışı gibi bir madde ve süreye gerek kalmadığını ifâde eder. Böylece, alışılanın dışında oluş­ları, ikisinin de cesedi toprak unsurundan yaratılmış olması ve ikisinin de ruhunun emir âleminden ibda' edilmiş olup, madde ve müddetin ön­ceden geçmemiş olması nedeniyle, Hz. Âdem ve Hz. îsâ'nın durumu bir­birine uygun düşmektedir.[18]

 

64 — De ki: Ey ehl-i kitâb; hepiniz, sizinle bizim ara­mızda eşit olan bir kelimeye gelin: Allah'dan başkasına kulluk etmeyelim. O'na hiçbir şeyi eş koşmayalım. Ve Allah'ı bırakıp da kimimiz, kimimizi Rab edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse o vakit şâhid olun ki, biz müslümanız deyin.

 

Ehli Kitâbı Davet

 

Bu hitâb yahûdî ve hıristiyan olan ehl-i kitâb ile onların duru­munda olanlara yöneltilmiş, umumî bir hitâbdır.

«De ki ey ehl-i kitâb; hepiniz, sizinle bizim aramızda eşit olan bir kelimeye gelin» kelime burada olduğu gibi tâm bir anlam taşıyan cüm­leye denir. Allah Teâlâ «kelime» yi açıklayarak şöyle buyuruyor: «Al­lah'dan başkasına kulluk etmeyelim. O'na hiç bir şeyi eş koşmayalım.» Ne putları ne haçı, ne tâğût'u ne ateşi, ne de başka bir şeyi ona ortak koşmayalım, ibâdeti sadece tek ve ortağı olmayan Allah'a tahsis ede­lim.

Bu, şu âyetlerde de geçtiği üzere bütün peygamberlerin çağırdığı şeydir:

«Senden önce gönderdiğimiz her peygambere : Benden başka tanrı yoktur. Bana kulluk edin, diye vahyetmişizdir.»   (Enbiyâ, 25)

«Andolsun ki her ümmete: Allah'a ibâdet edin ve putlardan ka­çının, diye peygamberler göndermişizdir.» (Nahl, 36)

Sonra buyuruyor ki;

«Ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rab edinmesin.»

İbn Cüreyc şöyle der : Allah'a isyan olan konularda kimimiz kimi­mize itaat etmesin.

İkrime de şöyle der: Bazımız bazımıza secde etmesin.

«Eğer yüz çevirirlerse o vakit, şâhid olun ki biz müslümanız, de­yin.»

Bu çağrıya ve aranızdaki eşit olan kelimeye gelmezlerse, Allah'ın sizin için koymuş olduğu İslâm üzere dâim olduğunuza onları şâhid

kılın.

Biz, Buhârî şerhinde, bu konuyu açıklarken zikrettikki, Zührî... yoluyla gelen rivayette şöyle anlatılır : İbn Abbâs'tan şöyle nakleder:

Ona Ebu Süfyân Rum kralı —Kayser—nın huzuruna girdiklerinde olanları anlatırken söylemiş. Kayser onlara Rasûlullah (s.a.) in nese­bini, sıfatını, niteliklerini ve çağırmış olduğu şeyi sorar. Ebu Süfyân da hepsini bütün açıklığı ile anlatır. Şu kadar var ki Ebu Süfyân o sıra­larda bir müşriktir ve henüz müslüman olmamıştır. Bu hâdise Hudey-biye barışından sonra —hadîste de açıklandığı üzere— Mekke'nin fet­hinden öncedir.

Kayser : Zulmediyor mu? diye sordu.

Ben dedim ki:

Hayır, uzun zamandan beri o'nu tanırım böyle bir şey yapmış de­ğildir.

Sonra şöyle devam etti: Bundan sonra bana ek olarak bir şey söy­lememe fırsat vermedi. Daha sonra Rasûlullah (s.a.) in mektubu geti­rildi ve o da okudu. Mektup şu mealde idi: Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. Allah'ın elçisi Muhammed'den Rûm'un büyüğü Hi-rakl'e: Doğru yola uyanlara selâm olsun. Bundan sonra : Müslüman ol, kurtul. Müslüman ol ki Allah sana mükâfatım iki kat versin. Ama yüz çevirirsen Erîsîlerin (Ariusçularm?) günâhı senin boynunadır ve: «De ki ey ehl-i kitâb, hepiniz sizinle bizim aramızda eşit olan bir keli­meye gelin: Allah'dan başkasına kulluk etmeyelim. O'na hiçbir şeyi eş koşmayalım. Ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rab edinme­sin. Eğer yüzçevirirlerse o vakit şâhid olun ki biz müslümanız, deyin.»

Muhammed İbn İshâk ve başkaları Âl-i İmrân sûresinin başından itibaren seksen küsur âyetin Necrân hey'eti hakkında nazil olduğunu zikrediyorlar. Zührî de şöyle diyor : «Cizyeyi ilk verenler onlardır.»

Cizye âyetinin Mekke fethinden sonra nazil olduğunda ihtilâf yok­tur. O halde Muhammed îbn İshâk ve Zührî'nin zikrettikleri ile Âl-i İmrân'daki bu âyetin, Hirakl'e yazılan mektupta aynen yer almasının arasını nasıl bulacağız?

Buna çeşitli şekillerde cevâb verilebilir :

Birincisi: Bu âyet iki defa nazil olmuş olabilir. Bir kerre Hudey-biye'den önce, başka bir kerre de Mekke fethinden sonra.

İkincisi: Âl-i İmrân sûresinin, başından bu âyete kadar olan kıs­mının Necrân hey'eti hakkında, bu âyetin ise ondan daha önce inmiş olması Ebu Süfyân hadîsinin de delaletiyle İbn İshâk'ın «Seksen küsur âyete kadar...» sözünün mahfuz olmaması mümkündür.

Üçüncüsü: Necrân hey'etinin Hudeybiye'den önce gelmiş olması, la'netleşmeden vazgeçerek vermiş olduklarının cizye olarak değil de an­laşma ve hediye kabilinden vermiş olmaları, sonra da buna uygun ola­rak cizye âyetinin indirilmiş olması mümkündür. Nitekim ganimetle­rin beşte biri ve beşte dördü hakkındaki hükümde de böyle olmuş ve Abdullah İhn Cahş'ın Bedir Gazvesi öncesinde yapmış olduğu uygula­maya uygun şekilde, ganimetlerin taksimine dâir âyet nazil olmuştu.

Dördüncüsü: Muhtemeldir ki» Rasûlullah (s.a.) Hirakl'e gönder­diği mektubda bu ifâdelerin yazılmasını emrettiğinde henüz inzal olun­mamıştı. Sonra Rasûlullah'ın yazdırdığına uygun bir şekilde âyet nazil olmuştur. Örtünme, esirler ve münafıkların namazının kılınmaması hakkında Hz. Ömer'in arzusuna uygun âyetler nazil olduğu gibi. Şu âyetlerde de durum aynıdır:

«Siz de İbrahim'in makamından bir namazgah edinin.» (Bakara» 125)

«Şayet o sizi boşarsa, Rabbı ona, sizden daha iyi... eşler verir.» (Tahrîm, 5)[19]

 

65  — Ey ehl-i kitâb; İbrahim hakkında niçin münâ­kaşa ediyorsunuz? Tevrat da, İncil de, şüphesiz ondan son­ra indirilmiştir. Aklınız eriniyor mu?

66  — Siz, hadi bilginiz olan şey üzerinde münakaşa eden kimselersiniz. Ya bilginiz olmayan şey üzerinde niçin münakaşa ediyorsunuz? Halbuki Allah bilir, siz bilmez­siniz.

67  — İbrahim; ne yahûdî, ne de hıristiyan idi. Fakat o, Allah'ı bir tanıyan, gerçek bir müslüman idi. Ve müş­riklerden de değildi.

68  — Doğrusu İbrahim'e en yakın olanlar o'na uyan­lar; şu peygamber ve imân edenlerdir. Ve Allah mü'minle-rin dostudur.

 

Hz. İbrahim'in Gerçek Yakınları

 

Allah Teâlâ yahûdî ve hıristiyanlann Hz. İbrahim hakkındaki mü­nâkaşalarını ve onlardan herbirinin Hz. îbrâhîm'in kendilerinden (ken­di dinleri üzere) olduğu iddiasını reddediyor. Nitekim Muhammed İbn îshâk İbn Yessâr der ki: Zeyd İbn Sâbit'in kölesi Muhammed İbn Mu-hammed'in... İbn Abbâs'dan rivayetine göre: Necrân hıristiyanları ve yahûdî hahamları Rasûlullah (s.a.) in yanında biraraya geldiler ve o'nun yanında münâkaşaya giriştiler. Hahamlar: İbrâhîm yahûdîdir. Hıristiyanlar da : İbrâhîm hıristiyandır, dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Ey ehl-i kitâb İbrâhîm hakkında niçin münâkaşa ediyorsu­nuz?...» âyetini indirdi.

Ey yahûdîler siz nasıl olur da Hz. îbrâhîm'in yahûdî olduğunu iddia edersiniz? O, Allah'ın Tevrat'ı Hz. Musa'ya indirmesinden önce yaşa­mıştır. Ve siz, ey hıristiyanlar, nasıl olur da o'nun hıristiyan olduğu­nu iddia edersiniz? Hıristiyanlık, Hz. îbrâhîm'in zamanından çok son­ra ortaya çıkmıştır. İşte bu sebeple Allah Teâlâ : «Aklınız ermiyor mu?» buyuruyor.

Sonra şöyle devam ediyor: «Siz, hadi bilginiz olan şey üzerinde münâkaşa eden kimselersiniz. Ya bilginiz olmayan şey üzerinde niçin münâkaşa ediyorsunuz?»

Bu âyet, bilgisi olmayan şeyler üzerinde münâkaşa edenlere bir reddiyedir. Yahûdîler ve hıristiyanlar Hz. İbrâhîm (a.s.) hakkında, bil­gisiz oldukları halde münâkaşa ediyorlardı. Meselâ Hz. Muhammed (s.a.) in peygamberliğine kadar geçerli olmak üzere Allah'ın kendileri­ne, göndermiş olduğu dinle ilgili olarak bildikleri konularda münâkaşa etseler, bu onların hakkı olurdu. Halbuki onlar bilmedikleri konularda konuşuyorlardı. İşte Allah Teâlâ bunu onlara yasaklıyor ve bilmedik­leri konuları hâzır ve gâib olan her şeyi, işleri gerçek yönleriyle ve bü­tün açıklığıyla bilen Allah'a bırakmalarını emrediyor ve şöyle buyu­ruyor : «Halbuki Allah bilir, siz bilmezsiniz.»

Sonra devamla:

«İbrâhîm ne yahûdî, ne de hıristiyan idi. Fakat, o, Allah'ı bir ta­nıyan, şirkten kaçıp îmân'a yönelen gerçek bir müslüman idi ve müiş-riklerden de değildi.»

Bu âyet daha. Önce Bakara sûresinde geçen «Yahûdî veya nasrânî olun ki hidâyete eresiniz, dediler.» (Bakara, 135) âyeti gibidir.

Allah Teâlâ devamla buyuruyor ki;

Doğrusu îbrâhîm'e en yakın olanlar, o'na tâbi olmaya en çok hakkı olanlar, o'nun dinine uyanlar; şu peygamber Hz. Muhammed (s.a.) ve o'na îmân eden ansâr, muhacir ve bunlardan sonra gelen Muham­med ümmetidir. Allah mü'minlerin dostudur.

Saîd İbn Mansûr dedi ki: Bize Ebu'l-Ahvas... İbn Mes'ûd'dan ri­vayet etti ki, Rasûlullah (s.a.) :

Her peygamberin, peygamberlerden dostlan vardır. Benim de pey­gamberlerden dostum, atam ve Rabbımın dostu olan İbrahim'dir., bu­yurdu, ve bu âyeti okudu: «Doğrusu îbrâhîm'e en yakın olanlar...» Allah Teâlâ: «Allah mü'minlerin dostudur» buyuruyorki gerçekte Al­lah, bütün peygamberlerine inananların dostudur.[20]

 

69  — Ehl-i kitâb'tan bir taife sizi şaşırtmak istediler. Halbuki onlar, kendilerinden başkasını şaşırtamazlar da farkına varmazlar.

70  — Ey ehl-i kitâb, görüp dururken niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?

71  — Ey ehl-i kitâb, niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?

72  — Ehl-i kitâb'tan bir güruh şöyle dedi: Vann o mü'minlere indirilenlere güpegündüz imân edin. Sonunda da dönüp küfredin. Belki onlar da dönerler.

73  — Kendi dininize uyanlardan başkasına inanma­yın. De ki: Doğru yol, Allah'ın yoludur. Derler ki: Size ve­rilenin bir benzerinin de birine verildiğini veya Rabbınızın katında size delil gösterecekleri bir şeyi açıklamayın. De ki: Doğrusu lütuf Allah'ın elindedir, onu dilediğine ve­rir. Allah Vâsi'dir, Alîm'dir.

74 — Dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah, en bü­yük lütuf sahibidir.

 

Ehl-i Kitâb'ın Tuhaf Davranışları

 

Allah Teâlâ yahûdîlerin müslümanları çekemediklerini ve onları sapıtmak istediklerini haber veriyor. Ve yine bildiriyor ki bu yaptık­larının vebali yine kendilerine dönecek ve şaşırtılmış olduklarını his-setmiyeceâer bile.

Sonra Allah Teâlâ onları reddederek buyuruyor ki;

«Ey ehl-i kitâb, görüp dururken doğru ve gerçek olduğunu bildi­ğiniz halde niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Ey ehl-i kitâb, niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?» Siz Muhammed (s.a.) in kitabınızda bulunan sıfatını çok iyi bildiğiniz halde gizliyorsunuz.

«Ehl-i kitâb'dan bir güruh şöyle dedi: Varın o mü'minlere indiri­lenlere güpegündüz îmân edin sonunda da dönüp küfredin.»

Bu, onlar tarafından hazırlanan bir tuzak idi. Böylece insanlardan henüz îmânı zayıf olanların dinî işlerini, duygularını karıştıracaklardı. Aralarında istişare etmişler ve şu karâra varmışlardı: Günün başlan­gıcında îmân etmiş görünecekler, müslümanlarla birlikte sabah nama­zını kılacaklar. Gün sona erince de tekrar kendi dinlerine döneceklerdi. Böylece insanların bilgisizleri şöyle düşüneceklerdi: Onlar müslüman-ların dininde bir eksiklik ve ayıp görmeseler hiç dinlerine geri döner­ler miydi? Allah Teâlâ onların bu niyyetlerini şöyle açıklıyor:

«Böylece yapın, belki onlar da dönerler, derler.»

İbn Ebu Necîh, Mücâhid'den nakleder ki; o, Yahudiler hakkında nazil olan bu âyet konusunda şöyle dedi: Yahudiler Rasûlullah (s.a.) ile birlikte sabah namazı kıldılar, günün sonunda da küfrettiler. Bu onların bir hilesi idi. Böylece insanlar bu dine tâbi olduktan sonra on­ların bu dindeki sapıklığı gördüklerini zannedeceklerdi.

Avfî İbn Abbâs'tan naklen der ki; Ehl-i kitâb'dan bir grup kendi aralarında şöyle konuştular: Günün başlangıcında Muhammed'in as-hâbıyla karşılaşırsanız îmân edin. Akşam olunca da kendi ibâdetinizi yapın. Belki onlar: Bunlar ehl-i kitâb'dır. Bizden daha bilgilidirler, derler.

Allah Teâlâ buyuruyor ki;

«Kendi dininize uyanlardan başkasına inanmayın.» Sizin dininize inananlar dışında sakın kimseye güvenip de sır vermeyin. Yanınızda olan şeyleri müslümanlara göstermeyin. Olur ki ona inanırlar da bun­ları, size karşı kullanırlar.

«De kir doğru yol, Allah'ın yoludur.» Mü'minlerin kalblerini en kâmil îmâna ulaştıracak olan Allah'dır. Bunu da kulu ve elçisi Muham-med (s.a.) e indirmiş olduğu apaçık âyetler, kesin deliller ve açık hüc­cetlerle gerçekleştirecektir. Ey yahûdîler siz istediğiniz kadar daha ön­ce geçen peygamberlerden naklettiğiniz ve kitabınızda mevcûd olan Hz, Muhammed'in niteliklerini gizleyin.

«Derler ki: Size verilenin bir benzerinin de birine verildiğini veya Hatibinizin katında size delil gösterecekleri bir §eyi açıklamayın.» Di­yorlardı ki: Sizdeki bilgileri müslümanlara göstermeyin. Bunları siz­den, öğrenirler de sizinle eşit olurlar. Hattâ bütün güçleriyle bunlara îmân edeceklerinden sizden üstün bile olurlar. Ya da Allah katında sizin aleyhinize bunlan delil olarak kullanırlar. Böylece bu ilimler hem dünyada hem de âhirette aleyhinize delil ve hüccet oluverir.

«De ki: Doğrusu lütuf Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir.» Bütün işler O'nun tasarrufu altındadır. Veren de O, vermeyen de. Di­lediğini îmân, ilim ve tâm bir tasavvur gücü vererek nimetlendirir; dilediğini sapıtır, gözünü ve basiretini bağlar, kalbini ve kulağını mü­hürler, gözüne perde çeker. Hüccet ve hikmet O'nundur.

«Allah Vâsi'dir, Alîm'dir.» Dilediğine rahmetini tahsis eder. En büyük lütuf sahibidir.

Ey îmân edenler, peygamberiniz Muhammed (s.a.) i diğer bütün peygamberlerden şerefli kılmakla ve sayesinde sizi şeriatların en gü­zeline ulaştırmakla Allah size sınırsız ve nitelenemeyecek lutufları tah­sis etmiştir.[21]

 

75 — Ehl-i kitab'tan öylesi vardır ki; kantarla emânet bıraksan onu sana öder. Öylesi de vardır ki; bir tek altın emânet etsen, tepesine dikilmedikçe onu sana ödemez. Bu, onların: Ümmîler hakkında bize karşı sorumluluk yoktur, demelerindendir. Onlar, bile bile Allah'a karşı yalan söy­lemektedirler.

76 — Hayır, kim ahdini yerine getirir ve sakınırsa şüphe yok ki; Allah, sakınanları sever

 

Gerçek Kitabın Ehli Olanlar

 

Allah Teâlâ yahûdîlerde hainlik bulunduğunu haber vererek, mü'-minleri onlara kanmaktan sakındırıyor. Zîrâ «Onların içinde öyleleri vardır ki, kendisine kantarla mal emânet etsen onu sana geri öder. «Bundan az olanını da elbette geri Ödeyecektir.» Öylesi de vardır ki bir tek altın emânet etsen tepesinde dikilmedikçe, hakkını elinden kurta­rabilmek için devamlı ısrarla başında durmadıkça onu sana ödemez.» bir tek altın hakkında böyle yaparsa daha fazlasında ne yapar bir dü­şünün.

Kantar hakkında sûrenin başında bilgi vermiştik. Dînâr (altın) ise bilinen birşeydir.

îbn Ebu Hatim diyor ki; bize Saîd İbn Amr'ın... Mâlik İbn Dî-nâr'dan naklettiğine göre o şöyle demiş : Altına dînâr denildi. Çünkü o, hem din hem de ateştir.' Kim onu hakkıyla, hakkı olarak alırsa, işte o dinidir, kim de hakkı olmadan alırsa bu kendisi için bir ateştir.

Buhârî'nin Sahîh'inde birkaç yerde zikrettiği bir hadîsi buraya almamız uygun olacaktır. Buhârî'nin Kitâb'ül-Kefâle'de zikrettiği ha­dîs şöyledir :

Leys... Ebu Hüreyre'den, o da Rasûlullah (s.a.) dan naklediyor ki; Rasûlullah (s.a.) İsrâiloğullanndan bir adamı anlattı: O adam, îs-râiloğullanndan birisinden kendisine bin dînâr borç vermesini istedi. Borç istenen: Bu işe şâhid tutacağın şâhidler getir, dedi. Adam: Şâ-hid olarak Allah yeter, dedi. O halde bana bir kefil göster, deyince de: Kefîl olarak Allah yeter, dedi.

Adam:

Doğru söyledin, diyerek kendisine belli bir va'de ile bin dînân ver­di. Borç alan adam denize açıldı ve ihtiyâcını giderdi. Sonra söz verdiği günde yetişmek üzere binecek bir vâsıta aradı ama bulamadı. Bir ağaç parçası aldı, oydu, içine bin dînâr ile paranın sahibine hitaben bir mektup koydu. Sonra da oyduğu oyuğu kapattı, düzeltti ve bunu ya­nına alarak denize açıldı, şöyle dedi: «Ey Allah'ım, sen biliyorsun ki ben falancadan bin dînâr borç istedim. Benden kefîl istedi. Ben de: Kefîl olarak Allah yeter, dedim. Seni kefîl olarak kabul etti. Benden şâhid getirmemi istedi. Ben de : Şâhid olarak Allah yeter, dedim. Senin şâhidliğine razı oldu. Ona ait olan parayı yetiştirmek için bir binit bul­maya çabaladım, ama bulamadım. Şimdi ise onu Sana bırakıyorum.» Ağaç parçasını denize bıraktı ve ağaç kaybolup gitti. Adam da oradan ayrıldı ve memleketine gitmek üzere vasıta aramaya koyuldu.

Bu sırada borç veren adam, evinden çıktı ve deniz kenarında bek­lemeye başladı; belki bir vâsıta gelir de borçlu parasını getirirdi. O esnada paranın içinde bulunduğu odun parçasını gördü. Evde yakacak odun olarak onu aldı kırınca da içindeki parayı ve mektubu gördü. Sonra borç alan adam geldi ve bin dînârı getirerek: Vallahi, malını sana getirebilmek için çok vâsıta aradım. Şimdi geldiğimden daha önce hiç bir vâsıta bulamadım, dedi. Alacaklının: Sen bana birşey gönderdin mi? sorusuna : Söyledim ya, bundan Önce binecek bir vâsıta bulamadım, diye cevâb verdi. Alacaklı: Muhakkak ki Allah, senin ağaç içinde gönderdiğini bana ulaştırdı. Al bin dinarını, var safa ile git di­yerek parasını iade etti. Böylece Buhârî feadîsi «muallak» olarak cezm ifâde eden kalıpla kaydediyor.

«Bu onlarm, ümmîler hakkında bize karşı bir sorumluluk yoktur, demelerindendir.» âyetine gelince : Onları, Hakk'ı inkâra sevkeden hu­sus, onların şöyle demeleridir: Dinimize göre ümmîlerin, yani arapla-nn mallarını yememizin hiçbir mahzuru yoktur. Çünkü Allah, bunu bize helâl kılmıştır.

Allah Teâlâ da şöyle buyuruyor:

«Onlar bile bile Allah'a karşı yalan söylemektedirler.» Bu sözü kendileri uydurdular, bu sapıklıkla Allah'a iftirada bulundular. Hal­buki Allah, hak ile yemenin dışında malların yenilmesini onlara haram kılmıştır. Muhakkak ki onlar iftiracı bir kavimdir.

Abdürrezzâk diyor ki; bize Ma'der... Sa'sa'a îbn Yezîd'den nak­letti ki, bir adam îbn Abbâs'a; harbde zımmîlerin mallarından tavuk ve koyun gibi inallar ele geçiriyoruz, ne dersin? diye sordu.

Peki siz buna ne diyorsunuz? deyince, Bunda bir beis yok diyoruz, dediler. İbn Abbas: Sizin bu sözünüz, ehl-i kitâb'ın «ümmîler hakkın­da bize karşı bir sorumluluk yoktur.» demelerine benziyor. Eğer zimmî-ler cizyelerini veriyorlarsa, onların kendi gönülleriyle vermeleri hâriç bunlar size helâl değildir. Bu hadîsi Sevrî de Ebu îshâk'dan rivayet et­miştir.

İbn Ebu Hâtİm diyor ki; bize Muhammed îbn Yahya... Saîd îbn Cübeyr'den rivayet etti ki o şöyle demiş :

Ehl-i kitâb ümmîler hakkında bize karşı bir sorumluluk yoktur, deyince Allah'ın* Peygamberi şöyle buyurdu : Allah'ın düşmanları ya­lan söyledi. Câhiliyyet devrinden kalan her şey şu iki ayağımın altındadır, yalnızca emânetler müstesna. Zîrâ o, ister iyi ister kötü olsun, emânet mutlaka sahibine verilecektir.  

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

«Hayır, kim ahdini yerine getirir ve (günâhtan) sakınırsa...» Ey Ehl-i Kitâb, sizden her kim Allah ile daha Önce yapmış olduğu anlaş­maya —ki buna göre— Allah (c.c.) Muhammed (s.a.) i peygamber olarak gönderdiğinde o'na îmân edeceklerdir. Allah Teâlâ aynı şekilde bütün peygamberlerinden ve onların ümmetinden de bu konuda ahd almıştır, kim bu ahde vefa gösterir, Allah'ın haram kıldığı şeylerden sakınır, insanlığın efendisi, elçilerin sonuncusu (Muhammed) ile, onun getirdiğine tâbi olursa «Şüphe yok ki Allah sakınanları sever.»[22]

 

77 — Allah'ın ahdini ve kendi yeminlerini az bir pa­haya değişenlerin, âhirette hiç bir payı yoktur. Allah, kı­yamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları te­mize çıkarmaz. Ve onlar için elim bir azâb vardır.

 

Allah'ın Ahdini Satanlar

 

Allah Teâlâ buyuruyor ki: Muhammed (s.a.) e tâbi olmak ve o'nun sıfatlarım, durumunu insanlara anlatmak konusunda Allah'a vermiş oldukları sözü bozanlar ve yalan, kötü, günahkâr yeminlerine bedel olarak fâni ve az bir dünya malına karşılık tercih edenler var ya işte «Onların âhirette hiçbir payı yoktur. Allah kıyamet günü on­larla konuşmaz, onlara rahmet nazanyla bakmaz. Onları günâh ve pisliklerinden temize çıkarmaz. Aksine cehenneme atılmalarını emre­der. Onlar için elîm bir azâb vardır.»

Bu âyet-i kerîme ile ilgili birçok hadîs-i şerîf vârid olmuştur. Bun­ları zikredelim:

1-.îmânı Ahmed diyor ki; bize Affân'ın... Ebu Zerr'den rivaye­tine göre o şöyle demiştir : Rasûlullah :

Üç kişi vardır ki, Allah kıyamet günü- onlarla konuşmaz, onlara (rahmet nazarıyla) bakmaz, onları temize çıkarmaz ve onlar için elîm bir azâb vardır, buyurdu. Ebu'Zerr der ki: Rasûlullah (s.a.) bıihu üç kerre okudu. Ebu Zerr; bunlar kaybedip hüsrana uğradılar. Ey Allah'ın Rasûlü onlar kimlerdir? dedi.

Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Elbisesini kibirlenerek yerde sürü­yen, malının değerini yalan yeminle artıran ve yaptığı iyiliği, karşı­sındakinin başına kakandır.ı

Müslim -ve Sünen sahipleri de hadîsi Şu'be kanalıyla rivayet et­mişlerdir.

Hadîsin başka bir tarîktan rivayeti de şöyledir:

İmam Ahmed diyor ki; bize îsmâîl... Ebu'l-Ahmes'den rivayet etti ki o şöyle demiştir : Ebu Zerr'e rastladım ve ona dedim ki: Bana ulaş­tığına göre sen Rasûlullah (s.a.) dan bir hadîs rivayet ediyormuşsun?

Dedi ki: Rasûlullah (s.a.) dan işittikten sonra ondan işittiğim şey hakkında yalan söyleyeceğimi sanma, benden sana ulaşan nedir?

Ben dedim ki: Bana ulaştı ki sen şöyle diyormuşsun : Üç kişi var­dır ki; Allah onları sever; yine üç kişi vardır ki, Allah onları sevmez ve onlara buğzeder.

Ebu Zerr şöyle dedi: Evet bunu söyledim ve (Allah Rasûlünden) işittim.

Ben yine sordum : Kimdir o Allah'ın sevdikleri?

Bir grup içinde düşmanla karşılaşır da onunla, öldürülünceye ka­dar ya da gâlib gelinceye kadar vuruşur. Bir kavim sefere çıkar, yolcu­lukları uzar ve bir yerde konaklamak isterler ve konaklarlar. Onlardan birisi bir kenara çekilir ve tekrar yola çıkmak üzere diğerlerini uyan-dırmcaya kadar namaz kılar. Bir de bir adamın kendine eziyet veren bir komşusu olur da, Allah aralarını ölüm ya da komşusunun ayrılıp gitmesiyle ayırıncaya kadar onun eziyetlerine sabreder.

Ya Allah'ın sevmedikleri kimlerdir? Çok yemîn eden tacir (veya satıcı), hîlekâr fakîr ve çok minnet eden cimri. Hadîs bu şekliyle ga-rîbtir.

2- İmâm Ahmed diyor ki; bize Yahya îbn Saîd'in... Adiyy îbn Ümeyra el-Kindî'den rivayetine göre o şöyle dedi:

Kindeli İmri'ül-Kays İbn Abis adında bir adam ile Hadramût'dan bir adam, bir yer (toprak parçası) üzerinde Rasûlullah (s.a.) in huzu­runda tartıştılar. Rasûl-i Ekrem Hadramût'lu adamdan belge istedi.-Adamın bir belgesi yoktu. Îmri'ül-Kays'dan yemîn etmesini istedi. Had-ramûtlu adam : Ey Allah'ın Rasûlü eğer bu adama yemîn imkânı verirsen —Kâ'be'nin Rabbına yemîn olsun— benim toprağım gider, dedi. Allah'ın Rasûlü: Kim, birisinin malını kendine maletmek için yalan yere yemîn ederse, Allah'a kavuştuğunda Allah'ı kendine kızgın olarak bulur, buyurdular.

(Râvî) Raca* şöyle der: Allah'ın Rasûlü : «Allah'ın ahdini ve ye­minlerini az bir pahaya değişenlerin...» âyetini okudu. Îmri'ül-Kays'ın: Ey Allah'ın Rasûlü, peki onu bırakanlara ne var? sorusuna, Allah Ra­sûlü : «Cennet» buyurdular. İmri'ül-Kays:

Şâhid ol, ben hepsini ona bıraktım, dedi. Hadisi Neseî de Adiyy tbn Adiyy'den rivayet etmiştir.

3- İmâm Ahmed diyor ki; bize Ebu Muâviye'nin... Abdullah'tan rivayetine göre o şöyle dedi:

Allah'ın Rasûlü (s.a.) buyurdu : Kim, bir müslümanın malını ken­dine mal etmek için yalan yere yemîn ederse Allah (c.c.) kendisine kız­gın olduğu halde Allah'a kavuşur.

Eş'as şöyle diyor: Vallahi, bu hadîs benim hakkımda söylenmişti. Şöyle ki: Benimle bir yahûdî arasında ihtilaflı bir arazî vardı. Adam benim hakkımı inkâr etti. Adamı tuttum Allah Rasûlünün (s.a.) hu­zuruna götürdüm. Rasûlullah (s.a.) bana: Belgen var mı? buyurdu. Ben: Hayır, dedim. Yahudi'ye, yemin et, dedi.

Ben söze karıştım : Ey Allah'ın Rasûlü adam yemîn eder, benim de malım gider. Bunun üzerine Allah Teâlâ : «Allah'ın ahdini ve kendi ye­minlerini az bir pahaya değişenlerin...» âyetini inzal etti. Hadîsi Bu-hârî ve Müslim de A'mes'ten rivayetle tahrîç etmişlerdir.

Bu hadîsin başka bir tarîktan rivayeti de şöyledir: İmâm Ahme<3 diyor: Bize Yahya îbn Âdem'in... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu :

Kim müslüman bir kişinin malını kendine mal ederse, Allah'a ka­vuştuğunda O'nu kendine kızgın olarak bulur.

Eş'as îbn Kays geldi ve : Ebu Abdurrahmân size ne rivayet ediyor' diye sordu. Durumu anlattık. Şöyle dedi: Bu hadîs benim hakkımda dır. Amcam oğlu ile aramızda ortak, fakat onun elinde bulunan bir kuyı konusunda Allah Rasûlünün (s.a.) huzurunda tartıştık. Rasûlullal (s.a.) : Onun, senin kuyun olduğuna dair elinde bir belge varsa ne âlâ değilse ona yemîn ettireceğim, buyurdu. Ben: Elimde belge yok. Onur yemini ile hükmedersen de benim kuyum gidecek. Zîrâ hasmım gü nâhkâr bir kişidir, deyince Rasûlullah (s.a.) : Kim müslüman bir ki sinin malını kendine malederse Allah'a kavuştuğunda O'nu kendin kızgın olarak bulur.» buyurdular, ve bu âyeti okudular: «Allah'ın ah dini ve kendi yeminlerini az bir pahaya değişenlerin...»

4- îmâm Ahmed diyor ki; bize Yahya tbn Ğaylân... Muâz İto Enes'den o da babasından rivayet etti ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu : Allah'ın birtakım kullan vardır ki kıyamet günü onlarla konuş­maz, onları temize çıkarmaz ve onlara bakmaz.

Kimdir onlar ey Allah'ın elçisi? diye soruldu. Anne-babasmdan yüzçeviren evlâd, çocuğundan yüzçeviren ebeveyn ve bir de bir kavmin kendisine iyilik yaptığı, sonra da onların nimetlerini inkâr ederek onlardan yüzçeviren kişi, dedi.

5- İbn Ebu Hatim dedi: Bize Hasan İbn Arafe'nin... Abdullah İbn Ebu Evfâ'dan rivayetine göre; bir adam pazara bir mal koydu ve müs-lümanlardan birisini aldatmak için vermediği halde, o malı birisine verdiğine dâir» Allah adına yemin etti. Bunun üzerine şu âyet nazil oldu:  «Allah'ın ahdini ve kendi yeminlerini az bir paha ile değişen­lere...» Bu hadîsi başka bir şekilde Buhârî de Avvâm'dan rivayet et­miştir :

6- îmâm Ahmed dedi: Bize Vekî'in... Ebu Hüreyre'den rivayeti­ne göre :

Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu :

Üç kişi vardır ki kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve onları temize çıkarmaz. Onlar için elîm bir azâb vardır :

Yolcuya yanındaki fazla suyu vermeyen, bir mal için yalan yere yemîn eden, bir imâma bîat edip de sonra imâm kendisine (mal) verir­se bîatına vefa gösteren, vermediği takdirde de vefa göstermeyen kişi. Hadîsi Ebu Dâvûd ve Tirmizî de Vekî' kanalıyla rivayet etmişlerdir, Tirmizî bu hadîs hasendir, sahihtir, der.[23]

 

78 — Onlardan bir güruh vardır ki; kitâbda olmadığı halde kitâbdan zannedesiniz diye, dillerini eğip, bükerler. Allah katından olmadığı halde Allah katındandır, derler. Allah adına, bile bile yalan söylerler.

 

Allah'a İsnâdda Bulunanlar

 

Allah Teâlâ yahûdîlerden —Allah'ın la'neti onların üzerlerine ol­sun— haber vererek buyurur ki; onların içinde bir grup var ki, onlar kelimeleri yerlerinden kaldırarak tahrif ederler, Allah kelâmım değiş­tirirler ve asıl yerlerinden kaldırırlar. Böylece câhillere, Allah kitabında bu şekilde olduğu vehmini vermek İsterler ve bu yaptıkları şeyi Al­lah'a nisbet ederler. Bu, açıkça Allah'a karşı bir yalandır. Kendileri yalan söylediklerini ve bu konuda iftira ettiklerini bile bile böyle ya­parlar. İşte bunun için Allah Teâlâ «Allah adına bile bile yalan söy­lerler.» buyuruyor.

Mücâhid, Şa'bî, Hasan, Katâde, Rebî' îbn Enes, «dillerini eğip bü-kenler» ifâdesini, tahrif ederler diye tefsir etmişlerdir.

Buhârî İbn Abbâs'tan naklediyor: Onlar (kitâblan) tahrif ediyor ve ilâvede bulunuyorlar. Allah'ın yaratıklarından, Allah'ın kitabının lafzını izâle edebilecek hiç kimse yoktur. Olsa olsa tahrif etmiş ve te'-vîl edilmeyecek mânâlarla te'vîl etmişlerdir.

Vehb İbn Münebbih de şöyle der: Tevrat ve İncil, Allah'ın onları inzal ettiği gibidir, bir harfi bile değişmemiştir. Fakat onlar tahrif ve te'vîllerle bir de kendiliklerinden yazmış oldukları kitaplarla sapıklığa düşmüşlerdir.

«Allah katından olmadığı halde Allah katındandır, derler.» Allah'ın kitaplarına gelince, onlar korunmuştur ve onlarda bir değişiklik yoktur.

îbn Ebu Hatim rivayet ediyor: Eğer Vehb (îbn Münebbih) onla­rın halen ellerinde bulunan kitâblan kasdediyorsa bunlar değiştirilmiş, tahrif edilmiş ,zlyâde ve noksanlıklara ma'rûz kalmıştır. Bunların arap-çaya çevirilmesi sırasında da birçok hatalar, eksik ve fazlalıklar, fahiş vehimler olmuştur. Bunları arapça olarak ifâde eden kimsenin açık­laması, birçoklarının belki de tamâmının yanlış anlamasından ibaret­tir. Ama Vehb, Allah'ın kitâblarını —ki katında mevcûd olanlardır— kastediyorsa, bunlar korunmuştur ve onlara yabancı hiçbir şey girme­miştir.[24]

 

79  — Hiç bir insana yakışmaz ki; Allah kendisine ki­tabı, hükmü ve peygamberliği versin de sonra o, insanla­ra : Allah'ı bırakıp bana kullar olun, desin. Fakat: Kitabı okuyup öğrettiğinize göre Rabb'a kul olun, demek yaraşır.

80  — Size melekleri ve peygamberleri Rab olarak be­nimsemenizi de emretmez. Müslüman olduktan sonra size küfretmeyi mi emredecek?

 

Muhammed îbn îshâk der ki; Muhammed İbn Ebu Muham-med'in... îbn Abbâs'dan naklettiğine göre: Necrân'lı yahûdî ve hıris-tiyan din adamlan Rasûlullah (s.a.) in katında toplandılar ve Rasû-lullah (s.a.) onlan İslâm'a çağırdı. Bu sırada Ebu Raf i' el-Kurazî Ra­sûlullah (s.a.) a şöyle dedi: Ey Muhammed, hıristiyanlann Meryem oğlu îsâ'ya tapmaları gibi sen de bizim sana tapmamızı mı istiyorsun?

Yine Necrân'lılardan bir hıristiyan olan Reis adındaki adam da: Ey Muhammed, bizden bunu mu istiyorsun, bizi buna mı çağırıyor­sun? diye sordu. Rasûlullah (s.a.) : Allah'dan başkasına tapmaktan veya O'ndan başkasına tapmayı emretmekten Allah korusun. Allah beni bunun için göndermedi, bunu emretmedi, buyurdu. Bunun üzeri­ne Allah Teâlâ : «Hiçbir insana yakışmaz ki, Allah kendisine kitabı, hük­mü ve peygamberliği versin de...» âyetlerini indirdi.

«Hiçbir insana yakışmaz ki, Allah kendisine kitabı, hükmü ve pey­gamberliği versin de sonra o, insanlara: Allah'ı bırakıp bana kullar olun desin.» âyetine gelince; Allah'ın kendisine kitâb, hüküm ve pey­gamberlik verdiği kişinin: «Allah ile beraber, O'nun dışında bana ta­pının» demesi yaraşmaz. Böyle bir şey bir peygambere, bir Rasûle ya­raşmazsa onlann dışında insanlardan herhangi birisine hiç de ya­raşmaz.

Bunun için Hasan el-Basrî şöyle der: Bir mü'minin, insanlara, kendine tapmalarını emretmesi yaraşmaz. Ehl-i kitâb'ın bir kısmı di­ğerlerine tapardı: Bilginlerine ve din adamlarına taparlardı. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyuruyor :

«Onlar Allah'dan başka hahamlarını, râhiblerini... rablar edin­diler.» (Tevbe, 31)

İlerde geçeceği gibi Müsned ve Tirmizî'de belirtilir ki;

Adiyy îbn Hatim şöyle demiş : Ey Allah'ın elçisi, ehl-i kitâb onla­ra tapmıyordu ki? Allah'ın Rasûlü buyurdu: Evet tapmıyorlardı ama onlar, kendilerine Allah'ın haramlarını helâl, helâllerini de haram kılı­yorlardı. Onlar da buna uyuyorlardı. îşte onlann bilgin ve din adam­larına tapmalan budur.

Bilginlerin, din adamlarının ve sapıklık önderlerinin câhilleri bu kötülemenin hükmü içindedirler. Peygamberler ile onlara uyan. ilmi ile âmil bilginler ise bu hükme girmezler. Zîrâ onlar Allah'ın emret­tiği ve peygamberlerinin kendilerine tebliğ ettiği şeyleri emrediyor; peygamberlerin kendilerine ulaştırdığı, Allah'ın yasaklarından da neh-yediyorlardı. Bütün peygamberler, Allah'ın kendilerine yüklemiş ol­duğu, peygamberliği ve emâneti tebliğ etme görevini, yerine getirme konusunda Allah ile yaratıkları arasında birer elçidirler ye bu vazi­feyi en mükemmel şekilde yapmışlar, halka nasihat etmişler ve onlara hakk'ı teblîğ etmişlerdir.

«Fakat kitabı okuyup öğrettiğinize göre, Rabb'a kul olun, demek yaraşır.»

Fakat peygamberler, insanlara:  «Rabb'a kul olun.» derler.

îbn Abbâs, Ebu Rezîn ve başkalarının ifâdesine göre; hakimler, âlimler ve hilim sahipleri böyle derler.

Hasan el-Basrî ve başkalarının ifâdesine göre de fakihler böyle derler. îbn Abbâs, Saîd îbn Cübeyr, Katâde, Atâ el-Horasânî, Atiyye el-Avfî, Rebî' İbn Enes'den de aynı görüş rivayet edilir. Hasan'dan rivayete göre ise burada İbâdet ve takva ehli kastedilmiştir.

Dahhâk «Kitabı okuyup öğrettiğinize göre Rabb'a kul olun.» âyeti hakkında şöyle der: Kur'an'ı öğrenenin aynı zamanda fakih de ol­ması lâzımdır.

Allah Teâlâ sonra şöyle buyuruyor:

«Size, melekleri ve peygamberleri Rab olarak benimsemenizi de emretmez.» Allah'dan başka ne bir peygambere, ne de mukarrebûn meleklerinden birine tapmanızı emretmez. «Müslüman olduktan son­ra size, küfretmeyi mi emredecek?» Elbette bunu yapmaz. Allah'dan başkasına tapmaya çağıran muhakkak ki küfre çağırmış olur. Pey­gamberler ise ancak îmân ile emrederler. O îmân ki tek ve ortağı ol­mayan Allah'a tapmaktır- Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Sen­den önce gönderdiğimiz her peygambere: Benden başka tanrı yoktur. Bana kulluk edin, diye vahyetmtşizdir.» (Enbiyâ, 25) «Andolsun ki her ümmete: Allah'a ibâdet edin ve putlardan kaçının, diye peygam­ber göndermişizdir.» (Nahl, 36) «Senden önce gönderdiğimiz peygam­berlerden sor. Biz, Rahmân'dan başka ibâdet edecek tanrıları meşru' kılmış mıyız?» (Zuhruf, 45)

Meleklerden haber vererek de şöyle buyurur: «Bunlardan her kim «Tanrı o değil de benim...» derse, onu derhâl cehennemle ceza­landırırız. Ve Biz zâlimlerin cezasını böyle veririz.»   (Enbiya, 29)[25]

 

81  — Hani Allah Peygamberlerden söz almış: An-dolsun ki, size kitabı, hikmeti verdim. Yanınızda olanı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde mutlaka o'na ina­nacak ve yardım edeceksiniz. İkrar edip de ahdi kabul ettiniz mi? demişti. Onlar da: îkrâr ettik, demişlerdi. Al­lah: Şâhid olun, Ben de sizinle beraber şâhidlerdenim, demişti.

82  — Artık kim bundan sonra dönerse işte onlar, fâ-sıklardır.

 

Ahdinden Dönenler

 

Allah Teâlâ haber veriyor ki; Hz. Âdem (a.s.) den Hz. îsâ (a.s.) ya kadar gönderdiği bütün peygamberlerden —Allah kendisine kitâb ve hikmet vermiş ve hangi dereceye ulaşmış olursa olsun— kendisinden sonra bir peygamber geldiği takdirde, o'na îmân ve yardım edeceğine, kendisinde bulunan ilim ve peygamberliğin o'na uymasına ve îmân et­mesine engel olmayacağına dâir söz almıştır. Bunun için şöyle bu­yuruyor : «Hanı Allah peygamberlerden söz almış: Andolsun ki, size kitabı, hikmeti verdim. Yanınızda olanı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde, mutlaka o'na inanacak ve yardım edeceksiniz. İkrar edip de ahdi kabul ettiniz mi? demişti.» îbn Abbâs, Mücâhid, Rebî', Katâde ve Süddî âyetteki ( J^  )  kelimesinin «ahid» anlamına olduğunu

söylemişler;   Muhammed îbn îshâk da burayı şöyle   anlamaktadır: Size yüklenen ahdim, zor ve pekiştirilmiş olan mîsakım ağır oldu.

«Onlar da: îkrâr ettik, demişlerdi. Allah: Şâhid olun, Ben de sizinle beraber şâhidlerdenim, demişti. Artık bu ahid ve söz verme­den sonra «Kim dönerse işte onlar fâşıklardır.»

Ali îbn Ebu Tâlib ve amcası oğlu Abdullah Îbn Abbâs şöyle dedi: Allah Teâlâ; gönderdiği her peygamberden kendisi hayatta iken Mu­hammed (s.a.) peygamber olarak gelirse o'na îmân edip yardım ede­ceği, ümmetinden de hayatta oldukları sırada Muhammed (s.a.) ge­lirse îmân edip o'na yardım edecekleri hususunda söz alacağına dâir ahid almıştır.

Tâvûs, Hasan el-Basrî ve Katâde şöyle dediler: Allah, peygamber­lerden, birbirlerini doğrulayacaklarına dâir söz aldı.

Bunların tevcihi Hz. Ali ve îbn Abbâs'ın sözlerine zıt değil, belki onun bir lâzımı ve tamâmlayıcısıdır. Bu sebepledir ki, Abdürrez-zâk Ma'mer'den, o Tâvûs'dan, Tâvûs da babasından Hz. Ali'nin sözü­nün bir benzerini rivayet etmiştir.

İmâm Ahmed dedi: Bize Abdürrezzâk'ın... Abdullah İbn Sâbit'-den rivayet ettiğine göre Hz. Ömer Rasûlullah (s.a.) a geldi ve : Ey Allah'ın Rasûlü, ben Kurayza'lı bir kardeşime uğradım. Bana Tev­rat'tan bazı şeyler yazdı. Onları size arzedeyim mi? dedi.

Rasûlullah (s.a.) in yüzü değişti. Abdullah İbn Sabit der ki: Ben, Hz. Ömer'e: Rasûlullah (s.a.) in yüzü nasıl oldu görmez misin? de­dim. Bunun üzerine Hz. Ömer: Biz Allah'ı Rab, İslâm'ı din ve Hz. Mu-hammed (s.a.) i rasûl olarak kabul edip razı olduk, dedi.

Râvî anlatıyor: Rasûlullah'ın o hali zail olunca buyurdular ki; Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, Mûsâ size gelse ve beni bırakıp ona tâbi olsaydınız muhakkak ki sapıtmış, olurdunuz. Siz, ümmetlerden benim payıma düşen, ben de peygam­berlerden sizin payınıza düşenim.

Hafız Ebu Bekr der ki, bize İshâk... Câbir'den rivayet etti ki: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş:

Ehl-İ kitâb'a bir şey sormayınız. Onlar sizi hidâyete ulaştırmaz. Zîrâ kendileri dalâlete düşmüşlerdir. Eğer sorarsanız ya bir bâtılı doğ­rulamış, ya da bir gerçeği yalanlamış olursunuz. Allah'a yemîn olsun ki; eğer Mûsâ aranızda hayatta olsaydı, ancak bana tâbi olması o'na helâl olurdu.

Diğer bazı hadîslerde de şöyle geçer: Eğer Mûsâ ve îsâ hayatta olsalardı mutlaka bana tâbi olurlardı.

Allah'ın Rasûlü Muhammed (s.a.) peygamberlerin sonuncusudur. Allah'ın salât ve selâmı kıyamete kadar dâima o'nun üzerine olsun. O en büyük İmamdır. Hangi asırda olursa olsun, diğer bütün peygam­berlerden önce o'na itaat vâcib olurdu. İşte bunun içindir ki, mi'râc gecesi peygamberler Beyt'ül-Makdis'de toplandıklarında; onlara İmâm olmuştu. Haşr günü Rab, haklan ayırmak üzere geldiğinde şefaatçi yine o'dur. Ülü'1-Azm peygamberlerin gelip geçtiği ve sonunda nöbetin kendisine gelip de ancak o'na mahsûs olarak kaldığı makâm-ı Mah-mûd da Rasûlullah Muhammed (s.a.) e yaraşır.[26]

 

83  — Yoksa Allah'ın dinînden başkasını mı arıyor­lar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez O'na teslim olmuştur. Ve O'na döndürüleceklerdir.

84  — De ki: Allah'a îmân ettik. Bize indirilene. İbra­him, İsmail, îshâk, Ya'kûb  ve   oğullarına indirilenlere, Musa'ya, îsâ'ya ve peygamberlere; rabları tarafından ve­rilenlere de îmân ettik. Onların hiç birisi arasında fark gözetmeyiz. Ve biz O'na teslim olanlarız.

85 — Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, ondan asla kabul olunmaz. Ve o, âhirette hüsrana uğrayanlardandır.

 

İslâm'dan Başka Din Arayanlar

 

Allah Teâlâ, Allah'ın dininden başka bir din istiyenlere red maka­mında olmak üzere böyle buyuruyor. Allah'ın dini ki; kitaplarını onun­la indirmiş, peygamberlerini onunla göndermiştir. O din tek ve ortağı olmayan Allah'a kulluktur. «Göklerde ve yerde kim varsa ister istemez O'na teslim olmuştur.» Nitekim Cenâb-ı Hak bir başka âyette şöyle buyurur:

«Göklerde ve yerdekiler de, gölgeleri de sabah akşam ister istemez Allah'a secde ederler.» (Ra'd, 15)

«Allah'ın yarattığı şeylerin gölgelerinin sağa-sola vurarak boyun eğip Allah'a secde ettiklerini görmüyorlar mı? Göklerde ve yerde bu­lunan canlılar ve melekler büyüklük taelamaksızm Allah'a secde eder­ler. Kahir ve Hâkim olan Rablanndan korkarlar ve emrolunduklarz şeyleri yaparlar.» (Nahl, 48 - 50)

Mü'min, kalbini ve kalıbını kendi isteğiyle Allah'a teslim etmiştir. Kâfir ise istemeye İstemeye. Zîrâ o da Allah'ın karşı çıkılamayan ve kurtuluşu olmayan büyük hükümranlığı, kahr ve galebesi altındadır.

Bu âyetin tefsirinde başka bir mânâda bir hadîs-i şerîf vârid olmuş­tur ve ihtiva ettiği tevcih garîbtir. Şöyle ki:

Hafız Ebu'l-Kâsım Taberânî diyor ki: Ahmed îbn Nadr... Atâ Ibn Ebu Rebâh'dan; o da Rasûlullah (s.a.) dan rivayet etti: «Göklerde ve yerde ne varsa İster istemez O'na teslim olmuştur.» âyeti hakkında Ra­sûlullah şöyle buyurmuştur:

Semâda olanlar meleklerdir. Yerde kendi isteğiyle Allah'a teslim olanlar müslüman olarak doğanlardır, istemeyerek teslim olanlar ise zincir ve bukağılarla getirilen ümmetlerin esirleri olup bunlar isteme­dikleri halde cennete sürüleceklerdir.

Sahîh bir hadîste de şöyle denilir :

Rabbın, zincirlerle bağlı olarak cennete sürülen bir kavme şaşar.

Buna diğer bir yönden başka bir delil daha ilerde gelecektir. Fakat âyete bizim verdiğimiz önceki mânâ daha kuvvetlidir.

Vekî' tefsirinde şöyle der: Bize Süfyân... Mücâhid'den rivayet etti ki: «Göklerde ve yerde ne varsa, ister istemez Allah'a teslim olmuştur» âyeti;

«Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan Allah,derler.» (Lokman, 25) âyeti gibidir.

Vekî' yine tefsirinde Süfyân kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetle bu âyeti şöyle tefsir ediyor: Oysa göklerde ve yerde ne varsa, Allah kendilerinden söz aldığında, ister istemez O'na teslim olmuştur.

«Ve (Kıyamet günü) hepsi O'na döndürülecekler. O da hepsinin amelinin karşılığını verecektir.»

Sonra Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

«De ki Allah'a îmân ettik. Bize indirilen Kur'an'a, İbrahim, İs-mâîl, tshâk ve Ya'kûb'a indirilen vahy ve sahîfelere, Ya'kûb'un oğulla­rına —ki İsrâiloğullarının Ya'kûb'dan türeyen oniki sıfatıdır— indiri­lenlere, Musa'ya verilen Tevrat'a, îsâ'ya indirilen İncil'e ye bütün pey­gamberlere indirilenlere îmân ettik. Onların hiçbiri arasında fark gözet­mez, tamâmına îmân ederiz. Ve biz O'na teslim olanlarız.»

Bu ^ümmetin mü'minleri gönderilen her peygambere, indirilen her kitaba îmân eder, onlardan hiçbirini inkâr etmez; bilakis Allah katın­dan indirilen her kitabı, Allah'ın gönderdiği her peygamberi doğrular.

Sonra şöyle buyuruyor:

«Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, Allah'ın koymuş olduğu yol­dan başka bir yola giderse, ondan asla kabul olunmaz. Ve o âhirette hüsrana uğrayanlardandır.» Sahîh bir hadîs-i şerifte Rasûlullah (s.a.) da şöyle buyurur : Kim biz;m dinimizde olmayan bir ameli işlerse o red­dedilmiştir.

İmâm Ahmedder ki; bize Hâşim oğullarının kölesi Ebu Saîd... Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki —biz o sırada Medîne-i Münevvere'de İdik— Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Kıyamet günü ameller gelir: Na­maz gelir ve; Ey Rabbım, ben namazım, der. Allah Teâlâ; sen hayır üzeresin, buyurur. Sadaka gelir ve; ey Rabbım ben sadakayım, der Al­lah Teâlâ ona; sen hayır üzeresin, buyurur. Sonra oruç gelir ve; ey Rabbım ben orucum, der. Allah Teâlâ da ona; sen hayır üzeresin, bu­yurur. Böylece bütün ameller gelir ve Allah Teâlâ hepsine de; sen hayır üzeresin, buyurur. Son olarak İslâm gelir ve; ey Rabbım sen selâm'sın, ben de İslâm, der. Allah Teâlâ da ona; sen hayır üzeresin. Bugün senin­le olacağım ve seninle vereceğim, buyurur. Allah Teâlâ kitabında:

«Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa ondan asla kabul olunmaz ve o, âhirette hüsrana uğrayanlardandır.» buyuruyor. Hadîsi yalnızca Ahmed îbn Hanbel tahrîç etmiştir. îmâm Ahmed'in oğlu Ebu Abdur-rahmân Abdullah şöyle der : Abbâd îbn .Râşid güvenilir bir râvidir. Fa­kat Hasan, Ebu Hüreyre'den işitmemiştir.[27]

 

86  — îmân ettikten, peygamberin hak olduğunu gör­dükten ve kendilerine apaçık deliller gedikten sonra küfre sapan bir kavmi Allah nasıl hidâyete eriştirir? Ve Allah, zâlimler güruhunu hidâyete iletmez.

87  — işte bunların cezası: Allah'ın, meleklerin ve bü­tün insanların la'neti onların üzerinedir.

88  — Ebediyyen onun içindedirler. Onlardan azâb ha­fifletilmez ve onlara rahmet nazarıyla bakılmaz.

89  — Ancak bunun ardından tevbe edip, islâh eden­ler müstesnadır. Doğrusu Allah, Ğafûr'dur, Rahîm'dir.

 

İmândan Dönenler

 

îbn Cerîr diyor ki; bize Muhammed Îbn Abdullah'ın... îbn Ab-bâs'tan rivayetine göre o şöyle demiştir:

Ansârdan bir adam müslüman olmuş, sonra dinden çıkarak küfre katılmış, fakat pişman olarak kavmine şu haberi göndermişti: Benim için Allah Rasûlüne sorun: Benim için tevbe var mı? Bunun üzerine; bu âyetler nazil oldu. Kavmi o adama bunu haber verdiler. O da geldi ve yeniden müslüman oldu. Hadîsi Neseî, îbn Hibbân ve Hâkim, Dâ-vûd İbn Ebu Hind kanalıyla rivayet etmişlerdir: Hâkim; İsnadı sa­hihtir, ama Buhârî ve Müslim tahrîç etmemiştir, der.

Abdürrezzâk diyor ki; bize Ca'fer İbn Süleyman... Mücâhld'den rivayet etti ki, o şöyle dedi: Haris İbn Süveyd Râsûlullah (s.a.) a geldi ve nıüslüman oldu. Sonra kâfir oldu ve kavmine döndü. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyetleri inzal buyurdu. Bu âyetleri Hâris'in kavminden birisi alıp götürdü ve o'na okudu. Haris: Vallahi ben seni doğru bir adam olarak bilirim. Allah Rasûlü senden daha doğrudur. Allah Teâlâ ise üçünüzün en doğru olanıdır, dedi."

Râvî anlatıyor: Haris döndü ve müslüman oldu. Hem de iyi bir müslüraan.

Allah Teâlâ buyuruyor ki;

«îmân ettikten, peygamberin hak olduğunu gördükten ve kendi­lerine apaçık deliller geldikten sonra küfre sapan bir kavmi Allah nasıl hidâyete eriştirir?»

Peygamberin kendilerine getirdiklerinin doğruluğuna dâir hüccet­ler ve burhanlar ortaya konup durum açıklığa kavuştuktan sonra, şir­kin karanlıklarına dönenler var ya işte onlar, hidâyeti körlükle karış­tırdıktan sonra, hidâyete yeniden nasıl hak kazanabilirler? İşte bunun için Allah Teâlâ:

«Ve Allah, zâlimler güruhunu hidâyete iletmez. îşte bunların ce­zası : Allah'ın ve yaratmış olduğu meleklerle bütün insanların la'neti onların üzerinedir, Ebediyyen bu la'netin içindedirler. Onlardan azâb bir an dahi olsa hafifletilmez ve onlara rahmet nazarıyla bakılmaz. Ancak bunun ardından tevbe edip islâh edenler müstesnadır. Doğrusu Allah Ğafûr'dur, Rahîm'dir». buyuruyor. Bu, Allah'm yarattıklarına olan lutfu, iyiliği ve rahmetindendir. Kim O'na tevbe ederse muhakkak ki O, tevbeleri kabul eder.[28]

 

90  — îmân ettikten sonra küfredip de, küfürleri ar­tanların tevbeleri kabul edilmez, işte onlar sapıkların ken­dileridir.

91  — Doğrusu küfredip de, kafir olarak ölenler, yer­yüzü dolusu altını fidye verecek olsalar yine de hiç birin-den kabııl edilmez. Onlar için elim bir azâb vardır. Ve on­ların hiç yardımcıları da yoktur.

 

Kâfir Olarak Ölenler

 

Allah Teâlâ, îmân ettikten sonra kâfir olan, sonra küfrü artan ve ölünceye kadar da kâfir olarak kalan kimselerin, ölüm esnasındaki tevbelerini kabul etmeyeceğini haber veriyor. Nitekim bu âyette de aynı tehdit vardır: «Kötülükleri işleyip dururken ölüm gelip çatınca, şimdi işte gerçekten tevbe ettim... diyenlerin... tevbesi kabul değildir.» (Nisa, 18)

Bunun için burada da: «Tevbeleri kabul edilmez. İşte onlar, sa­pıkların kendileridir.» buyuruyor.

Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr der ki; bize Muhammed îbn Abdullah... îbn Abbâs'dan rivayet etti: Bir kavim müslüman oldu, sonra irtidât etti. Sonra tekrar müslüman oldu, sonra da tekrar irtidât etti. Kavim­lerine haber göndererek kendilerinin durumlarını sormalarını istediler. Onlar da durumu Allah'ın Rasûlüne (s.a.) ilettiler bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Ebu Bekr el-Bezzâr böylece rivayet etmiştir ve hadîsin isnadı kuvvetlidir.

Allah Teâlâ buyuruyor ki;

«Doğrusu küfredip de kâfir olarak ölenler, yeryüzü dolusu altını fidye verecek olsalar yine de hiçbirinden kabul edilmez.»

Küfür üzere ölen kimsenin hiç bir hayn kabul edilmez. Allah'a ya­kınlık vesilesi olarak görüp de yeryüzü dolusu altını dahî infâk etmiş olsa bu, kabul edilecek değildir.

Nitekim Rasûlullah (s.a.) a sordular : Ey Allah'ın Rasûlü, Abdullah îbn Cüd'ân misafirleri ağırlar, esirleri âzâd eder ve yemek yedirirdl Bunlar kendisine hiç fayda vermeyecek mi?

Hayır, ömründe bir gün olsun «Allah'ım kıyamet gününde hatâmı bağışla.» dememiştir, buyurdular.

Böylece, yeryüzü dolusu altım dahi fidye olarak verse bu, kendi­sinden kabul edilmiyecektir. Nitekim Allah Teâlâ şu âyetlerde de buna işaret ediyor:

«Kimseden bedel kabul olunmaz, şefaat fayda vermez.» (Bakara, 123)

«Alış-veriş ve dostluğun olmayacağı gün...» (İbrâhîm, 31)

«Muhakkak ki, yeryüzündeki bütün şeyler ve onların bir katı daha kâfirlerin olsa da, kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye olarak verseler, onlardan kabul olunmaz ve onlara elîm bir azâb vardır.» (Mâide, 36)

Burada da şöyle buyuruyor:

«Doğrusu küfredip de kâfir olarak ölenler, yeryüzü dolusu altını fidye verecek olsalar yine de hiç birinden bu kabul edilmez...» Onu hiç bir şey Allah'ın azabından kurtaramaz. O kişi dünya kadar altın infâk etmiş, dünyanın dağlan, tepeleri, kumlan, ovalan, vadileri, karalan ve denizleri kadar altını nefsini kurtarmak için fidye vermiş olsa bile.

îmâm Ahmed diyor: Bize Haccâc... Enes İbn Mâlik'den, o da Rasûlullah (s.a.) dan rivayet etti ki o şöyle buyurmuş:

Kıyamet günü cehennem ehlinden olan bir adama sorulur: Söyle bakalım, yeryüzünde bulunan şeyler senin olsaydı bunları fidye olarak verir miydin? Adam, evet, der. Allah Teâlâ buyurur: Ben senden, bun­dan daha azım ve kolayını istedim. Baban Âdem'den senin adına, Bana hiçbir şeyi ortak koşmayacağına dâir söz aldım. Sen ise şirk koşmakta direttin. Bu hadîsi Buhârî ve Müslim de tahrîç etmişlerdir.

Bu hadisi bir başka tarîktan rivayeti ise şöyledir :

îmâm Ahmed dedi: Bize Revh... Enes İbn Mâlik'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular:

Cennet ehlinden bir adam getirilir, Allah Teâlâ ona, ey âdemoğlu evini nasıl buldun? diye sorar. O da; ey Rabbun evlerin en hayırlısı, diye cevâb verir.

Allah Teâlâ buyurur ki:

İste ve dile. Adam şehîdliğin faziletini bildiği için şöyle der: Beni dünyaya döndürüp Senin yolunda on kerre şehîd olmaktan başka bir şey istemem ve dilemem.

Cehennem ehlinden bir adam getirilir ve Allah ona da sorar; ey âdemoğlu evini nasıl buldun? O da; ey Rabbım evlerin en kötüsü, diye cevâb verir. Allah Teâlâ; buradan kurtulmak için dünya dolusu altın fidye verir miydin? diye sorar. Adam; evet ey Rabbım, der. Hak Teâlâ buyurur ki; yalan söylüyorsun. Bundan daha az ve kolayını istedim de yapmadın. Ve cehenneme geri götürülür.

İşte bunun için Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

«Onlar için elim bir azâb vardır ve onların hiç yardımcılan da yoktur.» Onlan Allah'ın elîm azabından kurtaracak hiç kimse yoktur.[29]

 

92 — Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, asla birr'e erişemezsiniz. Ve her ne infâk ederseniz şüphesiz Allah onu bilir.

 

Sevdiğiniz Şeyleri Vermedikçe

 

îmâm Ahmed dedi: Bize Revh... Enes İbn Mâlik'den rivayet etti ki o şöyle demiş:

Medine'de ansârdan; hurma malı en çok olan kişi Ebu Talha idi. O'nun en sevgili malı da mescid'in karşısında bulunan Beyrühâ idi. Rasûlullah (s.a.) oraya girer ve tatlı suyundan içerdi.

Enes anlatıyor: «Sevdiğiniz şeylerden Allah için infâk etmedikçe asla iyiliğe erişemezsiniz.» âyeti nazil olunca Ebû Talha şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlü, Allah Teâlâ : «Sevdiğiniz şeylerden Allah için infâk etmedikçe asla iyiliğe erişemezsiniz.» buyuruyor. Benim de en sevgili malım Beyruhâ'dır. Ve o Allah için sadakadır. Ben Allah katında onun iyiliğini ve Allah katında bana azık olmasını istiyorum. Ey Allah'ın Rasûlü burayı Allah'ın sana gösterdiği yere koy.

Rasûlullah buyurdu: Mâşâallah! Bu kazançlı bir maldır, bu ka­zançlı bir maldır. Burayı akrabalarına bırakmanı uygun görüyorum.

Ebu Talha; o halde öyle yap ey Allah'ın Rasûlü, dedi ve Rasûlullah da orayı Ebu Talha'nın akrabalarına ve amca oğullarına bölüştürdü. Bu hadîsi Buhârİ ve Müslim tahrîç etmiştir.

Yine Buhârî ve Müslim'de bulunan bir hadise göre Hz. Ömer:

Ey Allah'ın Rasûlü Hayber'deki yüz hissemden daha güzel ve nefîs bir malım yok. Onu tasadduk etmek istemiştim. Rasûlullah şöyle buyurdular:

Aslını kendine bırak, meyvesini dağıt.

Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr dedi: Bize Ebu'l-Hattâb Ziyâd tbn Yah­ya... Hamza İbn Abdullah İbn Ömer'den rivayet etti ki o şöyle demiştir:

«Sevdiğiniz şeylerden Allah için infâk etmedikçe...» âyeti nazil olunca Allah'ın bana verdiklerini düşündüm ve içlerinde bana en sev­gili olarak bir Rûm câriye buldum. Bu, Allah rızâsı için hürdür, dedim. Keski tekrar düşünüp başka bir şeyi Allah rızâsı için vereydim de onun­la evleneydim.[30]

 

İzahı

 

Hakîkî İnfâk

 

«Siz sevdiklerinizden infâk etmedikçe birr'e ulaşamazsınız.» Yani birr'in hakîkatına ulaşıp birr sahibi olan ebrâr cümlesine giremezsi­niz, penildi ki; Allah'ın birr'i sevabıdır. Yiyecekleriniz, sevdiğiniz ve tercih ettiğiniz kendi nafakanız oluncaya kadar birr'e ulaşamazsınız. Tıpkı Allah Teâlâ'nın «kazandıklarınızın temizlerinden infâk edin.» kavli gibi. Selef-i sâlihîn merhum; bir şeyi sevdikleri zaman onu Allah için verirlerdi. Rivayet edilir ki, bu âyet nazil olduğunda Ebu Talha geldi ve dedi ki; Ey Allah'ın Rasûlü, bana mallarımın içerisinde en se­vimli olanı Beyruhâ'dır. Ey Allah'ın Rasûlü, onu Allah'ın sana göster­diği şekilde kullan. Rasûlullah (s.a.) ne güzel, ne güzel. Bu kazançlı mal. Veya kokulu mal buyurdu. Onu, senin yakınların için vermeni uy­gun görürüm, dedi. Ebu Talha, öyle yaparım ey Allah'ın Rasûlü diye­rek, onu akrabaları arasında taksim etti.

Zeyd İbn Hârise'nin çok sevdiği bir atı vardı. Bu, Allah yolundadır, dedi. Rasûlullah (s.a.) onun üzerine Zeyd'in oğlu Üsâme'yi bindirdi. Zeyd, kendi içinde bir şey duydu ve dedi ki; ben bunu tasadduk etmek istemiştim. Rasûlullah (s.a.) bunun üzerine şöyle dedi: Doğrusu Allah Teâlâ senden onu kabul etti.

Hz. Ömer (r.a.) Ebu Mûsâ el-Eş'arî'ye mektup yazarak, kendisine Kisrâ'nın şehri fethedildiği gün esîr alınan Celûlâ esîri bir câriye satın almasını bildirdi. Câriye yanma getirilince, ona hayran oldu ve dedi ki; Allah Teâlâ; «Sevdiklerinizden infâk etmedikçe asla birr'e ulaşa­mazsınız» buyuruyor. Binâenaleyh ben bu cariyeyi azâd ediyorum.

Hz. Ebu Zerr'e bir misafir indi. Ebu Zerr, çobana en güzel devemi getir, dedi. O, en çelimsiz bir deve getirdi. Ebu Zerr, bana İhanet ettin, deyince o; devenin en güzeli dişi olanıdır. Ben bir gün sizin ona ihtiyâç duyacağınızı hatırladım, dedi, Ebu Zerr, ona muhtaç olduğum gün, çukura koyulduğum gündür, dedi.[31]

Müfessirler, bu âyetin tefsirinde; selefi sâlihîn'in Allah İçin sev­dikleri şeyleri nasıl İnfak ettiklerine dâir pek çok örnekler zikrederler. İbn Cerîr bu konuda bir çok misâl naklederken diğer hadîs kitapları da bazı vak'alan aktarırlar. (...)

Bu konuda îbn Cerîr Mücâhid'den şöyle dediğini nakleder : Hattâb oğlu Ömer, Ebu Mûsâ el-Eş'arî'ye bir mektup yazarak, Celûla'dan ken­disine bir câriye satın almasını bildirir. Olay, Sa'd İbn Ebu Vakkâs'ın Medâin'i fethettiği savaşta cereyan etmiştir. Câriye geldiğinde, Hz. Ömer cariyeyi çağırır ve der ki; Allah Tealâ ((Siz sevdiğiniz şeyleri in-fâk etmedikçe birr'e ulaşamazsınız.» buyuruyor. Binâenaleyh ben seni bu sebeple azâd ediyorum, der.

İnfâk ve sevilen şeyleri Allah yolunda harcama konusunda selef-i sâlihîn'den pek çok haber nakledilmiştir. Nitekim Hz. Peygamberin evi­ne bir misafir gelir. Ancak ailesinde ona vereceği bir şey bulamaz. Bu sırada Ansârdan bir adam gelir —ki bu kişi Zeyd İbn Sehl'dir— misa­firi kendi evine götürür. Önüne yemek koyar. Ve karısına da çırayı sön­dürmesini emreder. Kadın kalkar, çırayı yakıyormuş gibi yapıp sön­dürür. Zeyd îbn Sehl elini yemek kabının içerisine yiyormuş gibi uza­tır, çeker ama hiçbir şey yemez. Misafir tek başına yemeği yer. Zeyd İbn Sehl ve ailesi aç ve güçsüz kalırlar. Ertesi gün Rasûlullah (s.a.) ona der ki: Allah, Azze ve Celle sizin dün gece misafirinize yaptığınız şeye hayret etti. Bunun üzerine, «kendileri muhtaç da olsalar başka­larım kendi nefislerine tercîh ederler» âyeti nâzü oldu. Bu olayı Bu-hârî, Müslim ve başkaları Ebu Hüreyre'den naklederler.

Abdullah İbn Ömer bir balık yemek ister. Bu sırada hastalıktan yeni çıkmıştır. Medine'de gezinir ama balık bulamaz. Bir süre sonra balığı bulur ve birbuçuk dirheme satın alır. Balık kızarrtılır ve bir par­ça ekmekle önüne getirilir. Bu sırada kapıdan bir dilenci gelir. Abdul­lah İbn Ömer oğluna der ki ;onu ekmeğimle beraber sar ve dilenciye ver. Çocuk yapmak istemez, karşı çıkar ise de Abdullah îbn Ömer ver­mesini emreder. Sonra onu getirir, Önüme koyar ve der ki; Ey Ebu Ab-durrahmân, onu afiyetle ye. Ben bir dirhem verdim ve satın aldım. Abdullah İbn Ömer der ki: Onu sat ve fakire ver. Ondan dirhem dahî alma. Çünkü ben Rasûlullah (s.a.) in şöyle dediğini duydum: «Hangi kimse bir şeyi arzular ve arzusunu reddederek başkasını kendine tercîh ederse, Allah onu bağışlar. Veya o bağışlanır.» İbn Hibbân zayıf hadîsler arasında bunu rivayet ederken, Ebu Şeyh Nâfi* kanalıyla Abdullah İbn Ömer'den nakleder. Darekutnî ise onu müfred hadîsler arasında zik­reder.

Hattâb oğlu Ömer (r.a.) den nakledilir ki; Rasûlullah (s.a.) in as­habından birine bir koyun başı hediye edilmiş. O, falanca kardeşim ona benden daha çok muhtaçtır diyerek, onu o kardeşine göndermiş. Gönderilen kişi, falanca kardeşim benden daha çok muhtaçtır, diyerek başı ona göndermiş. Ve her biri diğerine göndererek tam yedi el dolaştıktan sonra, ilk gönderene ulaşmış. Bu olayı Ebu Tâlib el-Mekkî Kût el-Ku-lûb da, Gazzâlî de ihyâ'da nakleder. Benzer bir olay da meşhur sûfîler-den Ebu'l-Hasan el-Antâkî'den nakledilir. Şöyle ki; onun yanında otuz küsur kişi toplanmışlar, Rey yakınında bir köyde bulunuyorlarmış. ön­lerinde sayılı ekmek parçası varmış. Hepsi birlikte o ekmeği yeseler doyamazlarmış. Parçalan ikiye bölmüşler ve çırayı söndürüp yemeğin, başına oturmuşlar. Her biri diğer arkadaşına, yemiş gibi görünmeye çalışmış. Fakat ışık yandığında görmüşler ki, hiç birisi bir lokma ye­memiş. Yemek bütünüyle duruyormuş.

îhyâ'da nakledilir ki; Abdullah îbn Ca'fe (r.a.) kendi tarlalarından birine giderken bir hurma ağacının altında oturmuş. O hurma ağacı­nın sahibi olan topluluğun çocukları da orada çalışıyormuş. Çocuk azı­ğını getirip yemek istemiş. İçeriye bir köpek girmiş ve çocuğa yaklaş­mış. Çocuk ona bir parça ekmek bölüp atmış, hayvan yemiş. Sonra ikin­ci ve üçüncüyü atmış. Hayvan onları da yemiş. Abdullah çocuğa bakı­yormuş. Demiş ki; ey çocuk, günlük azığın ne kadar? Çocuk, görmedim demiş. Abdullah niçin bu köpeğe azığım yedtriyorsun? dediğinde, o bu günümü böylece dürüp kapatacağım, demiş. Abdullah îbn Ca'fer de­miş ki; nasıl bir cömertlik. Bu çocuk benden çok daha cömert. Bunun üzerine o bahçeyi satın almış ve bahçede çalışan köleyi azâd etmiş, bah­çeyi de köleye vermiş.

Bu ve benzeri olaylarda Allah'a ve âhiret gününe inananlar için güzel örnekler vardır. Bu güzel örnekleri benimsemek gerekir. Selef-i sâlihîn bu güzel örneklere bağlanmışlardır.[32]

 

93 — Tevrat inmeden evvel israil'in, kendi nefsine haram kıldığından başka bütün yiyecekler îsrâiloğullan-na helâl idi. Eğer sâdıklardan iseniz haydi Tevrat'ı getirip okuyun, de.

94  — Bundan sonra artık kim Allah'a karşı yalan is-nâd ederse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.

95  — De ki: Allah doğru buyurmuştur. O halde hanîf olarak İbrahim'in dinine uyun. O, müşriklerden değildi.

 

Allah'ın Dinine Uyun

 

İmâm Ahmed diyor : Bize Hâşim îbn el-Kâsım... îbn Abbâs'dan ri­vayet etti ki o şöyle demiştir: Bir grup yahûdî Rasûlulalh (s.a.) in hu­zuruna geldi ve : Sana bir takım huylar soracağız; bunları ancak bir peygamber bilebilir, dediler. Rasûlullah; dilediğinizi sorun. Ancak Ya'kûb'un, çocuklarından söz aldığı gibi 3iz de bana söz verecek­siniz : Şayet sizin bildiğiniz bir şeyi ben size haber verirsem bana tâbi olup müslüman olacaksınız, buyurdu. Onlar da: Peki, bu sözü söylü­yoruz, dediler. Rasûlullah (s.a.) : O halde dilediğinizi sorun, buyurdu. Onlar; bize şu dört hasletten haber ver: Birincisi, tsrâîl hangi yemeği kendisine haram kıldı? İkincisi, erkeğin ve kadının menileri nasıl olur? Bunlardan nasıl erkek çocuk olur? Üçüncüsü, uyuyan ümmî pey­gamber nasıldır? Dördüncüsü, bu ümmî peygamberin meleklerden dostu hangisidir? diye sordular. Rasûlullah (s.a.); onlara bunları haber ver­diği takdirde kendisine tabi olacaklarına dâir söz alarak şöyle buyurdu: Musa'ya Tevrat'ı indiren (Allah) adına söyleyin; biliyor musunuz ki Isrâîl şiddetli bir hastalığa tutulmuş ve hastalığı uzamıştı. Allah has­talığına şifâ verirse en sevdiği yemeği ve içeceği nefsine yasaklaya­cağına dâir Allah'a adakta bulundu. En sevdiği yemek deve eti, en sevdiği içecek de deve sütüydü.»

Evet, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) : Allah'ım şâhid ol, buyurdu. Kendinden başka ilâh olmayan ve Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah için söyleyin: Erkeğin menisinin beyaz ve koyu, kadının meni­sinin sarı ve İnce (akıcı) olduğunu biliyor musunuz? Hangisi üstün ge­lirse Allah'ın izniyle çocuk ona benzer: Erkeğin menisi kadınınkine üstün gelirse Allah'ın izniyle çocuk erkek, kadınınki erkeğinkine üstün gelirse Allah'ın izniyle çocuk kız olur. Onlar, evet dediler. Rasûlullah (s.a.): Allah'ım şâhid ol! buyurup devam buyurdular: Musa'ya Tev­rat'ı indiren Allah için söyleyin. Bu ümmî peygamberin gözlerinin uyu­duğunu, fakat kalbinin uyumadığını biliyor musunuz? Onlar; Allah'ım evet, dediler. Rasûlullah (s.a.) : Allah'ım şâhid ol, buyurdu. Onlar: Şimdi de sen bize meleklerden dostunun kim olduğunu haber ver. İşte o zaman seninle birleşeceğiz, ya da ayrılacağız, dediler. Rasûlullah

Benim dostum Cibril'dir. Allah'ın gönderdiği hiç bir peygamber yoktur ki Cibrîl o'nun dostu olmasın.

Onlar: İşte şimdi senden ayrılıyoruz. Eğer dostun o'ndan başkası olsaydı sana uyacaktık, dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ (Bakara, 97) âyet-i kerîmesini inzal buyurdu. Bu hadîsi İmâm Ahmed, Hüseyin tbn Muhammed kanalıyla Abdülhamîd'den de rivayet etmiştir.

Bu hadîsin başka bir tarîkten rivayeti ise şöyledir: İmâm Ahmed dedi: Bize Ebu Ahmed ez-Zübeyrî... İbn Abbâs'dan rivayet etti ki o şöyle demiştir : Yahudiler Rasûlullah (s.a.) a geldiler ve şöyle dediler :

Ey Ebu'l-Kasım, sana beş şey soracağız: Eğer bunları bilirsen se­nin peygamber olduğunu anlıyacağız ve sana uyacağız.

Rasûlullah (s.a.) İsrail'in (Hz. Ya'kûb) oğullarından söz aldığın­dan «Allah söylediğimize vekildir» dediği gibi söz almıştı. Müteakiben : Söyleyiniz, buyurdu. Onlar: Bize peygamberin alâmetini haber ver, dediler. Rasûlullah (s.a.) : Gözleri uyur ama kalbi uyumaz, buyurdu­lar. Onlar: Kadının nasıl erkek veya kız doğurduğunu haber ver, diye sordular. Rasûlullah (s.a.) : İki su (meni) birleşir; eğer erkeğin menisi üstün gelirse erkek, kadının menisi üstün gelirse kız doğurur, buyurdu­lar. Onlar: İsrail'in kendine neyi haram kıldığını haber ver, dediler. Rasûlulalh (s.a.) : Hz. Ya'kûb ayak ağrılarından şikâyet ediyordu. Bu­na falan, falan sütü uygun bulmuştu. —Ahmed İbn Hanbel der ki; ba­zıları bunun deve sütü olduğunu söylediler,— Hz. Ya'kûb daha uygun bir şey bulamadı ve deve etini kendine yasakladı.

Onlar: Doğru söyledin, deyip sordular: Bize şimşeğin ne olduğu­nu haber ver.

Rasûlullah (s.a.) : Şimşek, Allah'ın meleklerinden birisidir. Bu­lutların idaresiyle görevlendirilmiştir. Elinde ateşten bir kamçı var­dır. Bununla bulutları Allah'ın emrettiği yerlere sevkeder, buyurdular.

Onlar: Peki bu duyulan ses nedir? dediler. Rasûlullah (s.a.) : Ö, meleğin sesidir, buyurdu. Onlar yine: Doğru söyledin ama bir soru daha var. Eğer onu da haber verirsen sana uyacağız, dediler: Hiç bir peygamber yoktur ki, kendisine haber getiren bir melek bulunmasın. Bize bu arkadaşının kim olduğunu haber ver, dediler. Rasûlullah (s.a.) : Cibril (a.s.) dir, buyurdu. Onlar : Bu, harb ve azâb indiren Cibril'dir ve bizim düşmanımızdır, rahmet, bitki ve yağmur indiren Mîkâîl'i söyle-seydin, o zaman sana uyacaktık, dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «De ki, kim Cebrail'e düşmansa bilsin ki, evvelki kitâbları tasdîk eden mü'minler için hidâyet ve müjde olan Kur'an'ı senin kalbine Allah'ın izniyle indiren O'dur.» (Bakara, 97) âyetini inzal buyurdu. Bu hadîsi Tirmizî ve Neseî, Abdulalh îbn Velîd'in hadîsinden rivayet eder. Tir-mizî der ki; bu hadîs hasendir, garîbtir.

îbn Cüreyc ve Avfî, İbn Abbâs'tan naklederler ki; İsrail'e —Hz. Yâkûb'un adıdır— geceleri ayak ağrısı arız olur, o'nu rahatsız ve hu­zursuz ederek uyutmazdı. Sabah olunca ağrısı giderdi. Hz. Ya'kûb; Allah kendisinin bu derdini giderirse ne kendinin ne de çocuklarının da­mar yemeyecekleri hususunda nezretti.

Dahhâk ve Süddi de aynı şekilde naklederler. îbn Cerir de tefsirinde aynı hususu anlatıp rivayet ettikten sonra şöyle der: İsrail'in oğulları bunun haram kılınmasında Hz. Ya'kûb'un sünnetine ve yoluna tâbi oldular.

îbn Cerîr : «Tevrat inmeden...» kısmının tefsirinde de : İsrail bunu kendisine, Tevrat indirilmezden önce yasaklamıştı, der.

Ben derim ki: Buranın, geçen kısımla iki (yönden) münasebeti vardır:

Birincisi: îsrâil (a.s.) kendisi için en sevimli olan şeyi nefsine ya­saklamış ve Allah için onu terk etmişti. Şerîatlan buna İzin veriyordu. Daha sonra gelen, «Sevdiklerinizden Allah yolunda infâk etmedikçe iyiliğe erişemezsiniz.» âyetiyle bunun arasında bir münâsebet vardır. Aynı husus bizim şeriatımızda da vardır. Kul, Allah'a itaat için sevdiği ve arzuladığı şeylerden İnfâkta bulunur. Nitekim Allah Teâlâ şöyle bu­yurur :

«Malını seve seve... veren»  (Bakara, 177)

«Onlar... seve seve yemek yedirirler.» (İnşân, 8)

İkincisi: Bundan önceki âyetlerde hıristiyanlann Mesih hakkın­daki bâtıl inançları reddedilmiş, inançlarının boş olduğu açıklanmış, îsâ (a.s.) ve annesinin durumları, Allah'ın onu kudret ve dilemesi ile nasıl yarattığı, İsrâiloğullanna peygamber olarak gönderip onları Rab-bma ibâdete davet etmesi açıklığa kavuşturulmuştu. Burada da yahû-dîlere red sadedinde olmak üzere vuku' bulduğunu ve caiz olduğunu kabul etmedikleri neshin vuku' bulduğu anlatılıyor: Allah, onları ki­tabı olan Tevrat'ta Nûh (a.s.) gemiden çıktığında Allah'ın kendisine yeryüzünün bütün hayvanlarım mübâh kıldığını, onun da bunları ye­diğini, bundan sonra İsrail'in deve etini ve sütünü kendine yasaklamış olduğunu, bu konuda oğullarının da ona uymuş bulunduğunu, aynı yasaklamayı Tevrat'ın da getirdiğini, bundan başka daha birçok şeyi zikrediyor:

Nitekim, Allah Teâlâ Hz. Âdem'e kızlarım oğullarıyla evlendirme izni vermişti. Sonra bunu yasakladı.

Karısının üzerine, onun haberi olmadan odalık edinmek Hz. İb­rahim'in dininde mubahtı. Nitekim Hz. İbrahim, Sara üzerine Hâcer*i odalık edindiğinde böyle yapmıştı. Sonra bu gibi şeyler Tevrat'ta ya-hûdîlere yasaklandı. Aynı şekilde iki kız kardeşle aynı anda evli olmak yaygın idi. Nitekim Hz. Ya'kûb (a.s.) iki kız kardeşi nikâhı altında top­lamıştı. Sonra bu, Tevrat'ta yasaklandı. Bütün bunlar ellerindeki Tev­rat'ta zikredilmiştir. Bu ise neshin ta kendisidir.

Aynı şekilde, Tevrat'ta yasaklanan bazı şeylerin Mesîh (a.s.) e helâl kılınması ela birer neshtir. Niçin ona uymadılar da yalanlayıp mu­halefet ettiler?

Allah'ın Muhammed (s.a.) e gönderdiği ve ataları İbrahim'in dini olan hak din ve doğru yol da böyledir. Niçin inanmıyorlar?

Bunun için Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: «Tevrat inmeden evvel, İsrail'in, kendi nefsine haram kıldığından başka bütün yiyecekler îs-râiloğullarına helâl idi. Eğer sâdıklardan iseniz haydi Tevrat'ı getirip okuyun, de.» Zîrâ Tevrat da bizim söylediklerimizin aynım söylemek­tedir.

«Bundan sonra artık kim Allah'a karşı yalan isnâd ederse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.»

Neshin vuku' bulduğuna dâir bu açıklamamızdan ve zikrettikle­rimizden sonra kim; Allah'a karşı yalan isnâd eder, Allah'ın kendile­rine sebt gününü verdiğini, dâima Tevrat'a sarılmayı emrettiğini, bür-hân ve hüccetlerle Allah'a çağıracak başka bir peygamber gönderilme­diğini (gönderilmeyeceğini) iddia ederse «îşte onlar zâlimlerin tâ ken­dileridir.»

Sonra Allah buyuruyor ki;

Ey Muhammed de ki: Kur'an-ı Kerîm'de haber verdiği ve şeriat olarak koyduğu şeylerde Allah doğru buyurmuştur. O halde hanîf ola­rak İbrahim'in dinine uyun. O, müşriklerden değildi. Allah'ın, Kur'an-ı Kerim'de Muhammed (s.a.) in lisanıyla koymuş olduğu İbrahim'in di­nine uyun. O, üzerinde hiç şek ve şüphe olmayan Hak dindir. Hiçbir peygamberin daha mükemmelini, daha açığım, daha tamâm olanını getirmediği bir yoldur. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: «De ki: Şüphesiz Rabbım beni dosdoğru yola iletti. Hâlis muvahhid olan İbra­him'in dinine. İbrahim müşriklerden olmadı.» (En'âm, 161)

«Sonra sana: Muvahhid olarak İbrahim'in dinine uy, O hiç bir zaman müşriklerden olmadı, diye vahyetti.»  (Nahl, 123)[33]

 

96 — Muhakkak ki; insanlar için konulmuş ilk ev çok mübarek olarak kurulan ve âlemler için hidâyet olan Mekke'dekidir.

97 — Orada apaçık alâmetlerle, ibrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse emîn olur. Ona yol bulabilen herkesin, Kâ'be'yi haccetmesi insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilsin ki, doğrusu Allah, âlemlerden müstağnî'dir.

 

Kâ'betullah

 

Allah Teâlâ; insanların ibâdet etmeleri, kurban kesmeleri, kendi­sine doğru namaz kılmaları, yanında İ'tikâfa durmaları için kurulan ilk evin, Mekke'de İbrahim (a.s.) in bina ettiği Kâ'be olduğunu haber veriyor. O İbrahim (a.s.) ki, hem hıristiyanlar hem de yahûdîler o'nun dini ve yolu üzerinde olduklarını iddia ediyorlar ama Allah'ın emriyle bina ettiği ve insanları onu haccetmek üzere çağırdığı evi (Kâ'be'yi) haccetmiyorlar. Bunun için Allah Teâlâ: «Çok mübarek olarak kuru­lan ve âlemlere hidâyet kaynağı olan Kâ'be'dir.» buyuruyor.

İmâm Ahmed dedi: Bize Süfyân... Ebu Zerr'den rivayet etti ki o şöyle demiş:

Rasûlullah (s.a.) a; ey Allah'ın Rasûlü, yeryüzünde ilk kurulan mescid hangisidir? diye sordum.

O; Mescid-i Harâm'dır, buyurdu. Sonra hangisi? dedim. O; Mescld-i Aksa, buyurdu. Aralarında ne kadar zaman var? dedim, o; kırk sene, dedi. Ondan sonra hangisi? dedim o; (sonra) nerede namaza erişirsen orada kıl. Zîrâ (yeryüzünün) tamâmı mesciddir, buyurdular. Hadîsi Buhârî ve Müslim de A'meş kanalıyla tahrîç etmişlerdir.

İbn Ebu Hatim dedi: Bize Hasan İbn Muhammed... «İnsanlar için kurulan İlk ev Mekke'deki... Kâ'be'dir.» âyeti hakkında... Hz. Ali'den rivayet etti ki, o şöyle demiş: Ondan önce evler vardı. Fakat o, Al­lah'a ibâdet için kurulan ilk evdir.

Yine İbn Ebu Hatim diyor ki: Babam... Hâlid İbn Ar'ara'dan haber verdi ki o, şöyle demiştir: Bir adam kalktı ve Hz. Ali'ye sordu : Bana Beyt (Kâ'be) den haber verebilir misin? O, yeryüzünde ilk kurulan ev midir? dedi.

Hz. Ali: Hayır, dedi. Fakat içine bereket konan ilk evdir. İbrahim'in makamıdır. O'na giren emniyette olur.

Râvl sonra Hz. İbrahim'in Kâ'be'yi nasıl bina ettiğine dâir ha­disin tamâmını zikretti. Biz, Bakara sûresinde o hadîsleri genişçe zik­rettiğimiz İçin buraya tekrar almıyoruz.

Süddî, mutlak olarak yeryüzünde ilk kurulan evin Kâ'be olduğunu iddia etmiştir. Ama sahih olan Hz. Ali'nin sözüdür.

Beyhakî'nin, Delâil'ün-Nübüvve adlı eserinde îbn Lehîa tarîkıyla...

Abdullah îbn Amr tbn Âs'dan merfû' olarak rivayet ettiği hadîs-1 şe-rîf e gelince; hadîsin metni şöyledir: Allah Adem ve Havva'ya Cibril'i gönderdi ve Kâ'be'nin inşâsını emretti, Âdem de Kâ'be'yl inşâ etti. Sonra da onu tavaf etmelerini emretti ve Âdem'e şöyle denildi: Sen in­sanların İtkisin, bu da İnsanlar için kurulan evlerin ilkidir. Görüldüğü üzere hadîs îbn Lehîa'nın tek başına rivayet ettiği hadîslerdendir ve tbn Lehîa zayıf bir râvîdir.

Allah daha iyisini bilir ama bu hadîs Abdullah îbn Amr'da mevkuf olup, ehl-i kitâb'ın kelâmından olmak üzere Yermûk günü esîr aldığı iki arkadaşından almış olsa gerektir.

«Doğrusu insanlar için kurulan ilk ev «Bekke» deki...» âyetine gelince; meşhur olan kavle göre «Bekke», Mekke'nin isimlerindendir.

Şöyle de denilmiştir: Oraya Bekke denildi. Çünkü zulmetler orada parçalandı ve zâlimler orada hakka boyun eğdiler. Oraya Bekke denil­miştir : Çünkü insanlar orada toplanarak izdiham yaratırlar.

Katâde şöyle diyor : Allah, bütün insanları oraya toplar. Orada ka­dınlar erkeklerin önünde namaz kılarlar. Oradan başka hiç bir yerde bu yapılmaz.

Aynı şey Mücâhid, İkrime, Saîd İbn Cübeyr, Amr İbn Şuayb ve Mukatil îbn Hayyân'dan da rivayet edilmiştir.

Hammâd îbn Seleme... İbn Abbâs'dan naklediyor ki o, şöyle demiş : Mekke, Fecc'den, Ten'îm'e kadar; Bekke ise Kâ'be'den Bathâ'ya kadar olan yerlerin İsmidir.

Şu'be, Muğîre'den, o da İbrahim'den rivayetle şöyle dedi: Bekke, Beyt (Kâ'be) ve Mescid'dir. Zührî de aynı şeyi söylüyor :

Bir rivayetinde îkrime ve Meymûn îbn Mihrân ise, Bekke'nin Kâ'be ve çevresi, bunun dışındaki yerlerin de Mekke olduğunu söylüyor.

Ebu Salih, îbrâhîm el-Nehaî, Atiyye ve Mukâtil İbn Hayyân şöyle diyorlar: Kâ'be'nin yeri Bekke, bunun dışındaki yerler ise Mekke'dir.

Mekke için birçok isim zikredilir.  (Bazıları) şunlardır:

Mekke, Bekke, Beyt'ül-Atîk, Beyt'ül-Harâm, Beled'ül-Emîn, Me'-mûn, Ümmü Ruhm, Ümmü'1-Kurâ, Salâh, Arş, Kâdis (günâhlardan te­mizlediği için), Mukaddese, en-Nâse (orada su az olduğundan, ya da sapıkların oradan çıkarılması sebebiyle), Base, Hatime, Nessâse, Re's, Kûsî, Belde, Beniyye ve Kâ'be.

Allah Tealâ buyuruyor: «Orada apaçık alâmetler...» oranın îbrâ­hîm (a.s.) tarafından inşâ edildiğine, Allah'ın orayı yüceltip şereflen­dirdiğine dâir alâmetler «Ve İbrahim'in makamı vardır.»

Kâ'be'nin inşâsı esnasında İbrahim (a.s.) orada durarak temel ve duvarlarının yükseltilmesinde oradan yararlanmıştı. îbrâhîm (a.s.) orada durur ve oğlu îsmâîl de kendisine  (taş ve malzeme) verirdi.

İbrahim'in makamı Kâ'be'nin duvarına bitişikti. Hz. Ömer halîfeligi sırasında burayı tavaf edenlerin rahatça tavaf yapabilmeleri ve tavaftan sonra orada namaz kılanlarla karışmamaları için doğuya doğ­ru olmak üzere geri çektirdi. Hacılar burada, tavaftan sonra namaz kılı­yorlardı. Çünkü Allah Teâlâ: «Siz de İbrahim'in makamından bir na­mazgah edinin.» (Bakara, 125) âyet-İ kerîme'sinde bize, onun yanında namaz kılmayı emretmiştir.

Bu konudaki hadîsleri daha önce (Bakara sûresinde) zikrettiğimiz­den tekrar buraya almıyoruz.

Avfî, îbn Abbâs'dan rivayetle: «Orada apaçık âyetlerle İbrahim'in makamı vardır» âyeti hakkında şöyle der: İbrahim'in makamı ve Mes/ar o apaçık âyetlerdendir.

Mücâhid de: Makamdaki İbrahim'in iki ayak izi apaçık bir âyet­tir, diyor. Aynı görüş Ömer İbn Abdülazîz, Hasan, Katâde, Süddî, Mu-kâtil İbn Hayyân ve başkalarından da rivayet edilmiştir.

îbn Ebu Hatim diyor ki; Ebu Sald ve Amr el-Evdî «İbrahim'in ma­kamı vardır» âyeti hakkında... îbn Abbâs'tan şöyle rivayet ettiler: Harem'in tamâmı İbrahim'in makamıdır.

Amr el-Evdî'nin lâfzı ise şöyledir : Hacer*in tamâmı İbrahim'in ma­kamıdır.

Saîd İbn Cübeyr'in, hacc, İbrahim'in makamıdır, dediği rivayet edilir. (Yazılı b'r) nüshada bu şekilde gördüm. Herhalde «Hacer'in ta­mâmı İbrahim'in makamıdır» şeklinde olacaktır. Nitekim Mücâhid bu­nu tasrîh etmektedir.

«Kim oraya girerse emin olur» âyetine gelince: Korkan kişi Mek­ke'nin harem'ine girdiğinde (orada) her kötülükten emin olur. Câhi-liye devrinde de durum böyle İdi: Hasan el-Basrî ve başkalarının da söylediği gibi: Bir adam birisini öldürür ve boynuna yün koyarak Ha-rem'e girer, öldürülenin oğlu onu harem'de bulsa bile ona hücum et­mez, öldürmeye kalkışmaz, Harem'den çıkmasını bekler, gözetirdi.

îbn Ebu Hatim diyor ki: Ebu Saîd el-Eşecc... îbn Abbâs'dan riva­yet etti ki: «Kim oraya girerse emîn olur» âyeti hakkında şöyle dedi: Kim Kâ'beye sığınırsa, Kâ'be onu korur. Ancak barındırılmaz, yedi-rilmez ve içirilmez. Oradan çıkınca da yaptığı suçtan dolayı yakalanır (ve cezası verilir).

Allah Teâlâ buyuruyor ki; «Çevrelerinde İnsanların kapılıp götürül­mesine rağmen orayı mukaddes bir harem yaptığımızı onlar görme­diler mi?» (Ankebût, 67)

«Bu evin Rabbına ibâdet etsinler; ki o, kendilerini açlıktan kurtar­mış ve korkudan emîn kılmıştır.»  (Kureyş, 3-4)

Avlarının avlanması, avlarının yuvalarından kaçırılması, ağaçla­rının kesilmesi, otlarının koparılması oranın haramları cümlesindendir. Nitekim bu konuda sahabeden bir grup tarafından muhtelif hadîs-i şerîf ve haberler rivayet edilmiştir. Bunların bir kısmı Rasûlullah (s.a.) dan rivayet edilirken, diğer bir kısmı sahâbe-i kirâm'a dayan­maktadır.

Buhârî ve Müslim'de —lâfız Müslim'indir— İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor ki, o şöyle demiştir: Rasûlulalh (s.a.), Mekke'nin fethi günü şöyle buyurdu : Bundan sonra hicret yoktur. Fakat cihâd ve niyyet vardır. Cihâda çağırıldığınız zaman icabet ediniz.

Yine Mekke'nin fethi günü şöyle buyurdu: Muhakkak ki Allah, bu beldeyi, gökleri ve yeri yarattığı gün haram kılmıştır. Burası kıya­mete kadar böyle kalacaktır. Burada, benden önce, hiç kimseye savaş helâl kılınmamıştır. Benim için de günün az bir kısmında helâl kılın­mıştır. Burası kıyamete kadar böylece harem olarak kalacaktır. Diken­leri koparılmaz, avları ürkütülmez, oradaki buluntu mallar ancak sahibi aranmak suretiyle alınabilir, yaş bitkileri koparılmaz. Abbâs sordu : Ey Allah'ın Rasûlti, İzher otu hâriç değil mi? Çünkü izher otu demirci, dökümcüler ve evlerin üstünü örtmek için kullanılır.

Rasûlullah (s.a.) : Evet izher otu1 hâriç, buyurdular.

Buhârî ve Müslim'de Ebu Hüreyre'den rivayet edilen bunun gibi bir hadîs daha vardır. Yine Buhârî ve Müslim'de —Lafız Müslim'in­dir— bulunan bir hadîs-i şerîf şöyledir :

Ebu Şüreyh el-Adevî Mekke-i Mükerreme'ye elçiler gönderirken Amr îbn Saîd'e şöyle dedi: Ey Emîr, Rasûlullah (s.a.) Mekke fethi­nin ertesi günü konuştu. O, konuşurken kendisini şu gözlerim gördü. Konuştuklarını kulaklarım bizzat duydu ve kalbim konuştuklarını mu­hafaza etti. îzin ver de Rasûlullah'ın bu sözlerini sana nakledeyim. Ra­sûlullah (s.a.) Allah'a hamd ü senadan sonra şöyle buyurdu : Mekke'yi, insanlar değil Allah haram kılmıştır. Allah'a ve âhiret gününe îmân eden bir kişiye orada kan dökmek ve ağaç kesmek helâl olmaz. Allah Rasûlü'nün orada harbetmesini kendine de bir ruhsat saymaya kal­kanlar olursa onlara deyiniz ki: Allah, Rasûlüne izin verdi, size değil. O'na da günün kısa bir kısmında bu izni vermiş, sonra harâmlığı dün olduğu gibi bugün tekrar geri dönmüştür. Burada olanlar, olmayanlara teblîğ etsin.

Ebu Şüreyh'e sordular: Peki Amr sana ne dedi? Ey Ebu Şüreyh, bunu ben senden daha iyi biliyorum. Harem; bir âsiyi, kâtü olduğu veya utanç verici bir şey yaptığı için kaçanları barındırmaz, dedi.

Câbtr de şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.) ı şöyle derken işittim : Hiç­birinizin Mekke'de silâh taşıması helâl değildir. Bu hadîsi de Müslim rivayet eder. Abdullah îbn Adiyy diyor M; Rasûlullah (s.a.) [34] Mekke çarşısında Hazvera (Hazvera Mekke'de bir yerin ismidir. Kelime anlamı küçük tepedir. O yorde küçük bir tepe olduğu için bu adı almıştır.) da durmuş konuşurken işittim Rasûlullah (s.a.)  şöyle buyuruyordu :

Allah'a yemîn olsun ki sen (Kâ'beyi kasdediyordu) Allah'ın yer­yüzünün en hayırlısısın, yeryüzünün Allah'a en sevgili olanısın. Şayet ben senden çıkarılmamış olsaydım asla çıkmazdım.

Hadîsi İmâm Ahmed bu lâfızla —Tirmizî, Neşe! ve İbn Mâce riva­yet etmişler ve Tirmizî hasendir, sahîhdir, demiştir. Tirmizî aynı ha­dîsin îbn Abbâs'dan rivayeti hakkında da, sahîhdir der. îmâm Ahmed bu hadîsin bir benzerini Ebu Hüreyre'den rivayet eder.

İbn Ebu Hatim diyor: Bize babam... Yahya İbn Ca'de İbn Hü-beyre'den rivayet etti ki o, «Kim oraya girerse emin-olur.» âyeti hak­kında şöyle dedi: Kim oraya girerse ateşten emîn olur.

Beyhakî'nin rivayet ettiği şu hadîs de aynı mânâdadır : Bize Ebu'l-Hasan Ali İbn Ahmed... Abdullah îbn Abbâs'dan rivayet etti ki, Rasû­lullah (s.a.) şöyle buyurdu : Beyt'e (Kâ'be'ye) giren iyiliğe girmiş, kötü­lükten çıkmış olur. Oradan çıktığında da bağışlanmış olarak çıkar. Son­ra Beyhakî şöyle der: Bu hadîsin rivayetinde Abdullah îbn Müemmel tek kalmıştır ve kuvvetli değildir.

Cumhûr'un kavline göre «Ona yol bulabilen herkesin Kâ'be'yi hac­cetmesi, insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır.» âyeti; haccm farz kı­lındığı âyettir. «Hacc ve Umre'yi Allah için tamamlayın.» (Bakara, 196) âyetinin bu farziyyefi bildirdiği de söylenir. Kuvvetli olan görüş birincisidir. Haccın, İslâm'ın temel rükünlerinden ve esaslarından biri olduğuna dâir müteaddid hadîs-i şerifler vârid olmuştur. Aynca müs-lümanların bu konuda zarurî icmâ'ı vardır. Mükellef olan kişinin öm­ründe bir kere haccetmesinin farz olduğu nass ve icmâ' İle sabittir.

İmâm Ahmed diyor... Bize Yezîd İbn Hârûn Ebu.Hüreyre'den ri­vayet etti ki o şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.) bize (bir hutbede) şöyle buyurdu: Ey İnsanlar, hacc size farz kılındı, haccediniz. Bir adam: Her sene mi ey Allah'ın Rasûlü? diye sordu. Rasûl-i Ekrem sustular. Adam sorusunu üç kere tekrarlayınca : Evet deseydim farz olacaktı. Güç yetirdiğinizde (haccediniz.) buyurdu ve şöyle devam etti: Ben sizi bı­raktığım sürece siz de beni (kendi halime) bırakınız. Sizden öncekiler, peygamberlerine çok şey sormaları ve onlara muhalefet etmeleri yü­zünden helak oldular. Size bir şey emrettiğimde onu güç yetireblldiği-niz kadar yapın; bir şeyi de yasakladığımda onu (mutlaka) terkedin, bırakın. Müslim 4e Zübeyr İbn Harb kanalıyla, Yezîd îbn Harun'dan hadîsin bir benzerini rivayet eder.

Süfyân îbn Hüseyin... îbn Abbâs'dan rivayet ediyor ki, o şöyle dedi:

Rasûlullah (s.a.) bir hutbesinde bize şöyle buyurdu: Ey insanlar, Allah size haccı farz kıldı. Akra' İbn Habis kalktı ve: Ey Allah'ın Rasûlü her sene mi? diye sordu. Rasûlullah (s.a.) : Böyle söyleseydim (evet deseydim) farz olacak ve farz olduğunda yapamayacaktınız, yap­maya da gücünüz yetmeyecekti. Hacc bir kerredir. Kim bundan fazla yaparsa nafiledir, buyurdular.

Bu hadîsi îmâm Ahmed, Ebu Dâvûd, Neseî, İbn Mâce ve Hâkim Müstedrek'inde Zührî kanalıyla rivayet ediyorlar. Yine aynı hadîs-i şerifi, Semmâk'dan, o îkrime'den, o da İbn Abbâs'dan rivayet etmiştir. Bu hadîs-i şerîf Üsâme İbn Yezîd'den de rivayet edilmiştir.

İmâm Ahmed diyor : Bize Mansûr İbn Verdân... Hz. Ali'den rivayet etti ki o şöyle dedi: «Ona yol bulabilen herkesin Kâ'be'yi haccetmesi, insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır.» âyeti nazil olunca, sordular: Ey Allah'ın Rasûlü her sene mi? Rasûlullah (s.a.) sustu. Yine sor­dular : Ey Allah'ın Rasûlü her sene mi? Rasûlullah (s.a.) : Hayır, bu­yurdular. Eğer evet deseydim (her sene) üzerinize farz olacaktı. Bunun üzerine Allah Teâlâ şu âyeti indirdi:

«Ey îmân edenler, size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şey­leri sormayın.» (Mâide, 101)

Bunu Tirmizî, Neseî, îbn Mâce ve Hâkim Mansûr İbn Verdân'ın ha­dîsinden rivayet ediyor. Tirmizî: hasen'dir, garîbtir, diyor. Fakat bu sözü hakkında konuşulabilir. Zîrâ Buhârî: Ebu'l-Bahterî Ali (r.a.) den hadîs işitmemiştir, diyor.

îbn Mâce diyor ki; bize Muhammed İbn Abdullah... Enes îbn Mâ-lik'den rivayet etti ki o şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlü hacc her sene mi farzdır? diye sordular. Eğer evet deseydim farz olacaktı, farz olsaydı yapmayacaktınız, yapmayınca da azaba çarptırılacaktınız, buyurdular.

Buhârî ve Müslim'de îbn Cüreyc kanalıyla... Sürâka İbn Mâlik'-den: rivayet ediliyor ki o şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlü bu nimet bize sadece bu sene midir, yoksa ilelebed mi? Rasûlullah (s.a.) : Hayır, ilelebed buyurdular.

İmâm Ahmed'in Müsned'inde ve Ebu Davud'un Sünen'inde: Vâ-kıd îbn Ebu Vâkıd el-Leysî'den o da babasından rivayet ediyor ki, Ra­sûlullah (s.a.) (Veda haccında) hanımlarına şöyle buyurdular: (Hac-cınız) bundan ibarettir. Sonra evinize kapanıp (dışarı) çıkmayacakr sımz.

İstitâa (güç yetirmeye) gelince bunun kısımları vardır: Kişi. ba-zan kendi kendine, bazan da bir başkasıyla (hacca) güç yetirir. Nitekim bu husus ahkâm kitaplarında anlatılmıştır.

Ebu îsâ Tirmizî dedi: Bize Abd İbn Humeyd... tbn Ömer'den riva­yet etti ki: Bir adam kalktı ve Rasûlullah (s.a.) a: Hacı kimdir ey Allah'ın Rasûlü? diye sordu. O : Saçı başı dağınık (Saçını traş etme­yen) ve koku kullanmayan kişidir, buyurdular. Bir başkası kalktı ve: Hangi hacc daha faziletlidir? sorusunu sordu. Allah Rasûlü ona: Telbiye getirilen ve kurban kesilenidir, cevâbını verdiler. Bir başkası daha kalktı ve şöyle sordu : Yol bulaMlme ne demektir? Rasûlullah ona da: Azık ve binittir, diye mukabelede bulundular.

İbn Mâce de bunu îbrâhîm İb*> Yezîd'in hadisinden rivayet ediyor. Tirmizî İse: Bunu sadece İbrahim'in rivayetinden biliyoruz, bazı âlim­ler onun hıfz yönü hakkında konuştular, demiştir.

Tirmizî burada böyle söylemekte ise de Kitâb el-Hacc'da: bu, ha-sen bir hadîstir, demektedir.

Şüphe yok ki bu isnâddaki ricalin tamâmı, Îbrâhîm hâriç, güveni­lir (sika) râvîlerdir. Onun hakkında da bu hadîsinden dolayı konuşul-muşsa da bu hadîste başkası da ona tâbi olmuştur.

İbn Ebu Hatim diyor: Bize babam... Muhammed İbn Abbâd İbn Cafer'den rivayet etti ki o şöyle dedi:

Abdulluh İbn Ömer'in yanında oturuyordum. O şöyle dedi: Rasû­lullah (s.a.) a bir adam geldi ve: Ey Allah'ın Rasûlü, (Kâ'be'ye) yol (bulma) nedir? diye sordu. Rasûl-i Ekrem: Azık ve binittir, buyur­dular.

Bu hadîsi tbn Merdûyeh de Muhammed İbn Abdullah İbn Ubeyd İbn Umeyr'den rivayet ediyor.

tbn Ebu Hatim devamla şöyle der : Bu hadîsin bir benzeri İbn Ab-bas, Enes, Hasan, Mücâhid, Ata, Saîd İbn Cübeyr, Rebî' İbn Enes ve Katâde'den de rivayet edilmiştir.

Bu hadîs başka tanklardan olmak üzere Enes'den, Abdullah İbn Abbâs'dan, İbn Mes'ûd'dan ve Âişe'den rivayet edilmektedir ve tamâmı da merfû'dur. Fakat isnâdlan hakkında konuşulmuştur. Nitekim el-ahkâm kitabında anlatılmıştır. En doğrusunu Allah bilir;

Hafız Ebu Bekr İbn Merdûyeh bu hadîs'in tarîklannı toplamaya özen göstermiştir.

Hâkim, Ebu Katâde Abdullah tbn Vâkıd kanalıyla... Enes'ten ri­vayet ediyor ki: Rasûlullah (s.a.) : «O'na yol bulabilen herkesin...» âyeti soruldu ve şöyle denildi: «Sebîl» nedir? Rasûlullah (s.a.) : Azık ve binittir, buyurdular,

Hadîs, Müslim'in şartlanna göre sahih ise de, Buhârî ve Müslim bunu rivayet etmemişlerdir.

İmâm Ahmed diyor: Bize Abdürrezzâk... İbn Abbâs'tan rivayet etti ki: Rasûlullah (s.a.) :

Farz olan haccı edâ etmekte acele ediniz. Zira sizden birisi basma ne geleceğini bilemez.

Yine İmâm Ahmed şöyle der: Bize Ebu Muâviye... İbn Abbâs'tan rivayet etti ki: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: Kim haccetmek is­terse acele etsin.

Hadîsi Ebu Dâvûd Müsedded'den, O da Ebu Muâviye ed-Darîr'den rivayet etmiştir.

Saîd İbn Cübeyr «Ona yol bulabilen herkesin...» âyeti hakkında îbn Abbâs'dan şunu rivayet ediyor: Üçyüz dirhemi olan, ona yol bulabilmiş sayılır.

îkrime'den de, kölesi şöyle dediğini rivayet ediyor: Sebîl (ona yol bulabilme şartı) sıhhattir.

Vekî' İbn el-Cerrâh... tbn Abbas'dan rivayet ediyor ki o şöyle de­miştir: «Ona yol bulabilen herkesin...» âyetindeki «Sebil»; azık ve deve (binit) tir.

«Kim inkâr ederse bilsin ki doğrusu Allah, âlemlerden müstağnidir.»

tbn Abbâs, Mücâhid ve bir çokları şöyle dediler: Kim haccın farz olduğunu inkâr ederse, Allah ondan müstağnidir.

Saîd İbn Mansûr şöyle der:

Süfyân... îkrime'den nakleder ki, O şöyle dedi: «Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, ondan asla kabul olunmaz.!.» (Âl-i İmrân, 85) âyeti nazil olunca yahûdîler: Biz Müslümanız, dediler. Allah Teâlâ

da: buyurdu. Yani Rasûlullah (s.a.) kendile­rine «Allah, güç yetiren müslümanlara Beytullah'ı haccetmeyi farz kıldı.» âyetini okudu. Onlar da : Bu, bize farz kılınmadı, dediler ve hac­cetmekten imtina' ettiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Kim inkâr ederse bilsin ki; doğrusu Allah âlemlerden müstağnidir.» buyurdu.

îbn Ebu Necîh, Mücâhid'den bunun bir benzerini rivayet eder.

Ebu Bekr tbn Merdûyeh dedi: Bize Abdullah îbn Ca'fer... Ali (r.a.) den rivayet etti ki, RasûluKah (s.a.) şöyle buyurdu:

Kimin azığı ve biniti olur da Beytullah'ı haccetmezse yahûdî veya Hıristiyan olarak ölmesi ona bir zarar vermez. Bu böyledir; zîrâ Allah Teâlâ: «Ona yol bulabilen herkesin Kâ'be'yi haccetmesi, insanlar üze­rinde Allah'ın bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, bilsin ki; doğrusu Allah, âlemlerden müstağnidir.» buyurmuştur.

İbn Cerîr bunu, Müslim İbn İbrahim'in hadîsinden rivayet ediyor.

İbn Ebu Hatim de aynı hadîsi Ebu Zür'a'dan kendi isnâdıyla riva­yet eder.

Tirmizî aynı hadîsi Muhammed îbn Yahya kanalıyla... Hilâl îbn Abdullah'dan rivayetle; hadîs garîbtir, sadece bu vecihden biliyoruz ve isnadı hakkında konuşulmuştur. îsnâd'daki Hilâl îbn Abdullah meçhul­dür. Haris İse bu hadîste zayıf bulunmuştur, der.

Buhârî: Hilâl'in hadîsi münkerdir, diyor.

İbn Adiyy de; bu hadis mahfuz değildir, demektedir.

Hafız Ebu Bekr el-İsmaîl, Ebu Amr el-Evzaî'nin hadîsinde Ömer İbn el-Hattâb'dan rivayet ediyorkl o şöyle dedi:

Kim haccetmeye gücü yeter de hacca gitmezse ister yahûdî, ister hıristiyan olarak ölsün farksızdır.

Bu mevkuf hadîsin Hz. Ömer'e kadar isnadı sahîhtir. Saîd îbn Mansûr, Sünen'inde, Hasan el-Basrfden rivayet ediyor ki; Ömer İbn el-Hattâb şöyle dedi:

İstedim şu şehirlere adamlar göndereyim, baksınlar; haccetmeye gücü yettiği halde hacca gitmeyenlere cizye koysunlar. Zîrâ onlar müs-lüman değildir, onlar müslüman değildir.[35]

 

98  — De ki: Ey ehl-i kitâb; Allah yaptıklarınızı görüp dururken niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?

99  — De ki: Ey ehl-i kitâb, siz gerçeği gördüğünüz halde Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek, îmân edenleri niçin ondan çeviriyorsunuz? Allah, yaptıkları­nızdan gafil değildir.

 

Ehl-i Kİtâb'a Sesleniş

 

Bu, Allah tarafından kitâb ehli kâfirlere bir serzeniştir. Zîrâ on­lar hakk'a karşı inâtlaştılar, Allah'ın âyetlerini inkâr ettiler, kendi gay­reti ve gücü ile Allah'ın yoluna isteyerek giren îmân ehlini Allah'ın yolundan çevirdiler. Halbuki daha önceki peygamberlerden edinmiş oldukları bilgiler, ümmî, hâşimî, arabî, mekkî, Âdem oğlunun efendisi, peygamberlerin sonuncusu, yer ve göklerin Rabbmın Rasûlü hakkın­da daha önceki peygamberlerin müjdeleri ışığında kendileri de Rasû-lullah <s.a.) in getirdiklerinin Allah katından gelen gerçekler olduğunu bilmektedirler.

Allah Teâlâ, peygamberlerden kendilerine gelen emirlere muhalefet etmek, yalanlamak, inkâr ve inatla müjdeci peygamberle harbetmek suretiyle yapmış oldukları şeyleri gördüğünü bildirerek onları tehdîd ediyor ve haber veriyor ki onların yaptıklarından habersiz değildir, mal ve çocukların fayda etmediği bir günde bu yaptıklarının cezasını mutlaka verecektir.[36]

 

100  — Ey îmân edenler, eğer kendilerine kitâb veri­lenlerden herhangi bir zümreye uyarsanız, îmânınızdan sonra sizi çevirirler de kâfir yaparlar.

101  — Allah'ın âyetleri size okunur, aranızda pey­gamberi bulunurken nasıl küfredersiniz? Kim Allah'a sım­sıkı sanlırsa muhakkak doğru yola iletilmiştir.

 

Allah Teâlâ îmân eden kullarını, Allah'ın verdiği lutfu ve kendi­lerine peygamber göndermiş olma nimetini çekemeyen ehl-i kitâb'dan bir gruba itaat etmekten sakındırıyor.

Allah Teâlâ bir başka âyette : «Kitâb ehlinden çoğu, hak kendile­rine apaçık belli olduktan sonra içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi îmândan sonra küfre döndürmek isterler.» (Bakara, 109) buyurdu­ğu gibi, burada da :

«Eğer kendilerine kitâb verilenlerden herhangi br zümreye uyar­sanız, îmânınızdan sonra sizi çevirirler de kâfir yaparlar. Allah'ın âyet­leri size okunur, aranızda peygamberi bulunurken nasıl küfredersiniz.» buyuruyor. Yani küfür sizden, siz de küfürden uzaksınız. Allah'ın âyet­leri, elçisine gece gündüz indiriliyor, o da onları size okuyup teblîğ edi­yor.

Bu âyet, Allah'ın şu âyeti gibidir:

«Peygamberler, sizi Rabbınıza îmân etmeye çağırdıkları halde niçin Allah'a inanmıyorsunuz? Halbuki o, sizden kesin söz almıştı. Eğer ina-nacaklardansamz... Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetler indiren O'dur. Doğrusu Allah size karşı Rauf ve Rahîm'-dir. (Hadîd, 8-9)

Bir hadîs-i şerifte de Rasûlullah (s.a.) bir gün ashabına sorar: Sizce mü'minlerin îmân bakımından en çok tuhaf olanı hangisidir? Me­leklerdir, dediler. Rasûlullah; onlar Rabları katındadırlar, nasıl olur da îmân etmezler? buyurdu. O halde peygamberler, dediler. Rasûlullâh : kendilerine vahy İnip dururken nasıl olur da îmân etmezler? bu­yurdu.

Öyleyse biziz, dediler. Bunun üzerine Allah'ın RasûIÜ; ben aranız­da olduğum halde nasıl olur da îmân etmezsiniz? buyurdu.

Ey Allah'ın Rasûlü o halde insanlardan, îmânı en tuhaf olanı han­gisidir? diye sordular. Efendimiz: Sizden sonra gelecek bir kavimdir ki onlar sayfalar bulacaklar da o sayfalarda bulunan şeylere îman ede­cekler, buyurdu.                                                                              

Hadîsin senedi ve hadîs hakkında söylenenler Buhârî şerhinin baş kısmında zikredilmiştir. Hamd Allah'a mahsûstur.

Sonra Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: «Kim Allah'a sımsıkı sarı-lırsa muhakkak doğru yola iletilmiştir.»

Bununla beraber Allah'a sarılmak ve O'na tevekkül etmek; doğru yola ulaşmada sağlam bir temel, sapıklıktan uzaklaşmada bir hazırlık, olgunluğa ermeye bir vâsıtadır, doğruya ulaşmanın, arzulanana erme­nin yoludur.[37]

 

İzâhi

 

102  — Ey imân. edenler, Allah'dan nasıl korkmak la­zımsa öylece korkun. Ve her halde müslüman olarak can verin.

103  — Topluca Allah'ın ipine sanlın, ayrılmayın. Ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani, siz düş­man idiniz de O, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da, O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz, bir ateş uçurumu­nun tam kenarında iken, sizi oradan doğru yola eresiniz diye kurtardı. Allah âyetlerini size işte böylece açıklar.

 

Allah'ın İpine Sarılmak

 

îbn Ebu Hatim diyor: Bize Ahmed îbn Sinan... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayet etti ki o, «Allah'dan nasıl korkmak lazımsa öyle­ce korkun.» âyeti hakkında şöyle dedi: O'na İtaat edilip isyan edilme­mesi, zikredilip unutulmaması, şükredilip küfrân-ı nimette bulunul-mamasıdır.

Bu, mevkuf ve sahîh bir isnâddır. Aynı hadîsi îbn Merdûyeh Yû-. nus îbn Abd'ül-A'lâ kanalıyla Abdullah'dan merfû' olarak rivayet eder.

Hâkim, müstedrek'inde, îbn Mes'ûd'dan merfû' olarak bu hadîsi rivayetle şöyle der: Bu hadîs Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sa-hîhtir, fakat tahrîç etmemişlerdir.

Ancak kuvvetli (ve tercih edilen) görüşe göre Bu hadîs mevkuf­tur. Allah en doğrusunu bilir.

îbn Ebu Hatim şöyle der: Bu hadîsin bir benzeri Mürre el He-medânî Rebî' İbn Hüşeym, Amr îbn Meymûn, îbrâhîm en-Nehaî, Tâ-vûs, Hasan, Katâde, Ebu Sînân ve Süddî'den de rivayet edilmiştir.

Saîd îbn Cübeyr, Ebu'l-Âliye, Rebî' îbn Enesf Katâde, Mukâtll tbn Hayyân, Zeyd Îbn Eşlem, Süddî ve başkaları bu âyetin; «öyleyse ne kadar gücünüz yetiyorsa Allah'tan o kadar korkun.» (Teğ&bün, 16) âyeti İle neshedildiği görüşündedirler.

Ali İbn Ebu Talha, Îbn Abbas'ın «Allah'tan nasıl korkmak lazım­sa öylece korkun.» âyeti hakkında şöyle dediğini naklediyor: Ayet mensûh değildir, fakat «Nasıl lazımsa» kavlinin anlamı: «Allah yo­lunda gerçekten mücâdele etmek, bu mücâdeleye ayıplayanların ayıp­lamalarının engel olmaması, kendi nefsi, babalan ve çocuklarına kar­şı bile olsa adaletten ayrılmamaktır.»

«Ve herhalde müslüman olarak can verin.»

Müslüman olarak can vermeniz için sıhhat ve afiyette iken İs­lâm'a sanlınız. Zîrâ hayırlı kişi, bunu âdet haline getirendir. Kişi ne üzere yaşamışsa o hal üzere ölür, hangi hal üzere ölmüşse yine o halde diriltilir. Bunun tersinden Allah'a sığınırız.

İmâm Ahmed diyor ki; bize Revh... Mücâhid'den rivayet ediyor ki: İnsanlar Kâ'be'yi tavaf ediyorlardı. İbn Abbâs da yanında Mihcen ol­duğu halde oturuyordu. Şöyle dedi:

Rasûlullah (s.a.) buyurdular: «Ey imân edenler, Allah'dan nasıl korkmak lazımsa öylece korkun ve her halde müslüman olarak can verin.» (Âl-i îmrân, 102) âyeti hakkında şöyle dedi: Yeryüzü halkına Zakkûm'dan bir damlacık damlatılsa onlara hayatı zehir ederdi, ya Zakkûm'dan başka yiyeceği olmayanın hâli nicedir?

Aynı zamanda bu hadîsi Tirmlzî, Neseî, İbn Mâce ve İbn Hibbân Sahîh'lerinde, Hâkim de Müstedrek'inde değişik tariklerden ve Şu'be'-den rivayet etmişlerdir.

Tirmizî; bu hadîs, hasendir, şahindir, derken; Hâkim, Buhârî ve Müslim'in şartlanna uymaktadır, fakat tahriç etmemişlerdir, demek­tedir.

İmâm Ahmed diyorki; bize Vekî'... Abdullah îbn Amr'dan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular: «Cehennemden uzak kılın­mayı ve cennete girmeyi seven kişiye Ölümü, Allah'a ve âhiret gününe inanır olduğu halde ulaşır. O kişi insanlara, kendine davranılmasını is­tediği gibi davranır.»

Yine İmâm Ahmed diyor: Bize Ebu Muâviye... Câbir'den rivayet etti ki o şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.) ı, ölümünden önce üç kere şöyle derken işittim: Sizden birisi ölürken Allah'a hüsnü zan besler durumda can versin.

Hadîsi Müslim de A'meş tarîkıyla ve aynı isnâdla rivayet etmiştir.

İmâm Ahmed diyorki; bize Hasan îbn Mûsâ... Ebu Hüreyre'den, o da Rasûlullah (s.a.) dan rivayet etti ki o şöyle buyurdular: Allah Teâlâ:  «Ben kulumun Beni zannettiği gibiyim: Eğer Benden hayır (bekler ve böyle) zannederse, ona hayır vardır, yok kötülük (bekler ve böyle) zannederse, ona kötülük vardır.

Bu hadîsin aslı Buhâri ve Müslim'de başka bir vecihle ve yine Ebu Hüreyre'den rivayet edilmiştir. Buna göre Ebu Hüreyre şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.) : Allah Teâlâ buyuruyor: Ben kulumun Beni zannet­tiği gibiyim, buyurdular.

Hafız Ebu Bekr el Bezzâr dedi: Bize Muhammed îbn Abdulmelİk... Sâbit'den (ya da zannediyorum) Enes'den rivayet etti ki o şöyle dedi: Ansâr'dan bir adam hastalanmış ve Rasûlullah (s.a.) onu ziyarete gel­mişti. O adamla çarşıda karşılaştılar. Allah Rasûlü (s.a.) sordular: Ey falanca nasılsın? Adam, iyiyim ey Allah'ın Rasûlü; Allah'dan (hayır) umuyorum, fakat günâhlarımdan korkuyorum, dedi. Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu : Bu ikisi bir yerde, bir kulun kalbinde birleşirse, muhak­kak Allah ona umduğunu verir ve korktuğundan da emin kılar.

Sonra (Ebu Bekr el-Bezzâr şöyle) dedi: Bu hadîsi Sâbit'den, Ca'fer îbn Süleyman'dan başkasının rivayet ettiğini bilmiyoruz.

Hadîsi Tirmizî, Neseî, ve îbn Mâce de rivayet etmiş ve Tirmizî, ha­dîs garîbtir, demiştir.

Bazıları da hadîsi, Sâbit'den mürsel olarak rivayet etmişlerdir.

îmâm Ahmed'İn rivayet ettiği hadîse gelince: Bize Muhammed îbn Ca'fer'in... Hâkim îbn Hazâm'dan rivayetine göre, şöyle dedi: Hz. Peygambere; ancak ayakta iken yere serileceğim konusunda bîat et­tim.

Neseî, Sünen'İnde bu hadîsi îsmâîl İbn Mes'ûd kanalıyla... Şu'be'-den «Secdeye nasıl gidilir?» babında rivayet etmiştir.

Bunun mânâsı hakkında şöyle denilmiştir: Ancak müslüman ol­duğum halde can vermek üzere Allah'ın Rasûlüne bîat ettim. Arkam düşmana dönük olarak değil de, yüzüm düşmana dönük olarak Öldü­rülmek (ya da harbetmek) üzere Allah Rasûlüne (s.a.) bîat ettim. İkin­ci anlam, birinci ile aynıdır.

((Topluca Allah'ın İpine sanlın, ayrılmayın...»

«Nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine zillet vurulmuştur. Allah'ın ve mü'minlerin ahdine sığınmış olanlar müstesna.» (Âl-i îm-rân, 112) âyetinden de anlaşıldığı üzere Allah'ın ipi, Allah'ın ahdi ve zimmeti anlamındadır, denilmiştir.

«Allah'ın ipi»nin, «Allah'dan gelen bir ip» yani Kur*an olduğu da söylenmiştir. Nitekim Kur'an'ın sıfatına dâir Haris el-A'ver kanalıyla Hz. Ali'den merfû' olarak rivayet edilen bir hadîste şöyle buyrulur:

O, (Kur'an) Allah'ın sağlam ipi, dosdoğru yoludur.

Bu konuda ve sadece bu anlamda başka bir hadîs-i şerîf daha vârid olmuştur. Şöyle ki:

îmâm Ebu Ca'fer et-Taberî dedi: Bi2e Saîd İbn Yahya'nın Ebu Saîd'den rivayetinde Rasûlullah (s.a.) :

Allah'ın kitabı, gökten yere uzanan Allah'ın ipidir, buyurmuştur.

îbn Merdûyeh İbrahim îbn Müslim kanalıyla... Abdullah (r.a.) dan rivayet ediyor ki Rasûlullah (s.a.) :

Muhakkak ki bu Kur'an Allah'ın sağlam ipidir, açık bir nurdur, faydalı bir şifâdır, ona sarılan için bir koruma (kendine sarılana ko­ruyucu) ve kendine uyan için bir kurtuluştur, buyurmuşlardır.

Huzeyfe ve Zeyd İbn Erkam'dan da bu hadîsin bir benzeri rivayet edilmiştir.

«... Ayrılmayın» kavline gelince: Burada Allah Teâlâ, mü'minlere cemâat olup toplanmayı emretmekte ve tefrikayı, parçalanmayı ya­saklamaktadır.

Ayrılığa düşmeyi yasaklama, toplanmayı ve dostluğu emretme sa­dedinde birçok hadîs-i şerîf vârid olmuştur :

Sahîh-i Müslim'de Süheyl îbn Ebu Salih'in... Ebu Hüreyre'den ri­vayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular:

Allah üç şeyden dolayı sizden razı olur, üç şeyden dolayı da size kızar: Allah'a kulluk edip O'na hiçbirşeyi ortak koşmamanızdan, top­luca Allah'ın ipine sarılıp parçalanmamanızdan, Allah'ın sizin başınıza geçirdiği kimseye nasîhatta bulunmanızdan hoşnud olur. Dedikodu yapmanıza, çok soru sormanıza ve malınızı boşa harcamanıza da kızar.

Müteaddid hadîslerde geçtiği gibi, mü'minlere ittifak etmeleri ha­linde hatadan korunmuş olacakları garanti edilmiş, parçalanıp ça­tışmadan da sakındırılmıştır. Nitekim sakındırılan haller olmuş ve bu ümmet 73 fırkaya bölünmüştür. Bu 73 fırkadan sadece bir tek fırka —ki fırka-i Naciye'dir.— cehennem azabından kurtulup cennete gidecektir. Bunlar Rasûlullah (s.a.) ve ashabının hali üzere olanlardır.

«Ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşman idiniz de, O, kalblerinizin arasını uzlaştırdı ve O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz.» âyet-i kerîme'si Evs ve Hazrec kabileleri hakkındadır. CâhiÜye devrinde iki kabîle arasında bir çok harbler olmuştu ve şiddet­li bir kin ve düşmanlık vardı. Bu sebeple de aralarındaki harb ve olay­lar uzadıkça uzuyordu. Allah, İslâm'ı gönderip de onlar İslâm'a girince Allah'ın Celâli ile birbirlerini seven, Allah için birbirlerine yaklaşan (birbirlerine gidip gelen), iyilik ve takva Üzerine yardımlaşan kardeş­ler haline geldiler.

Allah Teâlâ, bir başka âyette;

«Seni ve mü'minleri yardımıyla desteklemiş olan O'dur. Ve on­ların kalblerini birleştirmiştir. Eğer yeryüzünde bulunan herşeyi sar-fetsen yine de onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını birleştirdi.»  (Enfâl, 62-63) buyuruyor.

Kâfir olmaları sebebiyle cehennem! bir uçurumun hemen kıyısın­da idiler de Allah, kendilerine hidâyet bahşetmek suretiyle oradan uzak­laştırdı.

Rasûlullah (s.a.) Huneyn ganimetlerini taksim ettiğinde, Allah'ın kendisine emrettiği üzere ansârdan olmayanlara daha fazla pay ver­mişti. Ansârdan bazıları buna kendi aralarında homurdanınca, Allah Rasûlü eski durumlarını kendilerine hatırlatarak şöyle buyurdu:

Ey ansâr topluluğu, ben sizi sapıklar olarak buldum da Allah be­nimle size hidâyet bahşetmedi mi? Parça parça idiniz de Allah benimle sizin aranızı uzlaştırmadı mı? Fakîr ve muhtaç idiniz de Allah benimle sizi zengin kılmadı mı?

Rasûlullah (s.a.) in bu sorularından her birine ansâr: Allah ve Rasûlü en çok lutfedendir, karşılığını veriyordu.

Muhammed İbn İshâk İbn Yessâr ve başkaları anlatırlar:

Bu âyet Evs ve Hazrec kabileleri hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Yahudilerden birisi, Evs ve Hazrec'den bir grubun yanından geçerken aralarındaki birlik ve sevgiyi görünce çok bozuldu ve yanında bulunan bir adamı onların yanına gönderdi. Bu adam yanlarında oturarak Buâs günündeki harblerini onlara anlatacaktı. Adam söyleneni yaptı ve top­lulukta bulunanların gönülleri kabardı, bir kısmı diğerlerine kızmaya başladı, intikam duygulan kabardı, eski şiarlarını yükselterek silahla­rını getirmeye kalktılar karşılaşmak üzere anlaştılar.

Bu hâdise Rasûlullah (s.a.) a anlatılınca yanlarına gitti, onları teskin etmeye başladı ve şöyle buyurdu : «Ben aranızda olduğum halde câhiliye dâvası mı güdüyorsunuz?» sonra bu âyet-i kerîme'yi okudu. Onlar da pişman olup anlaştılar, kucaklaştılar ve silahlarını attılar.

İkrime ise bu âyetin, Ansâr'ın ifk olayında birbirlerine hücum et­mesi üzerine nazil olduğunu zikreder. En doğrusunu Allah bilir.[38]

 

104  — İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötü­lükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtu­luşa erenlerdir.

105  — Kendilerine  apaçık  deliller geldikten  sonra, parçalanıp ihtilâfa düşenler gibi olmayın. İşte onlara bü­yük bir azâb vardır.

106  — O gün nice yüzler ağarır, nice yüzler kararır. O zaman yüzleri kara olanlara: îmânınızdan sonra küf­rettiniz ha! İşte o küfrünüzün cezası olarak tadın azabı, denir.

107  — Ama yüzleri ağaranlar, Allah'ın rahmeti için­dedirler. Onlar orada temelli kalacaklardır.

108  — Bunlar Allah'ın âyetleridir. Onları sana hak olarak okuyoruz. Allah, âlemlere zulmetmek istemez.

109  — Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Bütün işler Allah'a döndürülür.

 

Ma'rûfu Emir ve Müııkerden Nehiy

 

Allah Teâlâ:

«İçinizden hayra çağıran... bir topluluk bulunsun.» buyuruyor. Yani hayra çağırmada, iyiliği emredip kötülüğü yasaklamada, Allah'ın emrini yerine getirmek üzere ta'yîn edilmiş bir grup bulunsun.

«îşte onlar kurtuluşa erenlerdir.»

Dahhâk şöyle der; Bunlar sahabenin ve râvîlerin seçkinleridir. Yani (Allah yolunda) cihâd edenlerle bilginleridir.

Ebu Ca'fer el-Bâkır diyor ki: Rasûlullah (s.a.) «içinizden hayra çağıran... bir topluluk bulunsun.» âyetini okudu sonra şöyle buyurdu : Hayır, Kur'an'a ve benim sünnetime uymaktır. Bu hadîsi, îbn Mer-dûyeh rivayet etmiştir.

Her ne kadar bu iş, ümmetin her ferdine yüklenmiş bir görev ise de, bu âyetten maksad bu işe bakacak bir grubun bulunmasıdır.

Sâhih-i Müslim'de Ebu Hüreyre'den[39] rivayet edildiğine göre Ra­sûlullah (s.a.) şöyle buyurdu :

Sizden biri bir kötülük (yapıldığını) gördüğünde onu eliyle değiş­tirsin, buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle. Bu ise îmânın en zayıfıdır.

Bir başka rivayette ise hadisin sonunda şöyle bir ilâve vardır:

Bundan sonra bir hardal tanesi kadar dahi îmân yoktur.

îmâm Ahmed diyor: Bize Süleyman el-Haşimî'nin... Huzeyfe İbn el-Yemmân'dan rivayetinde Rasûlullah (s.a.)  şöyle buyurdu:

Nefsim kudret elinde olan (Allah) a yemîn ederim ki; ya iyiliği emrfder, kötülüğü yasaklarsınız, ya da Allah size katından bir ceza gön-deriverir. Sonra O'na duâ edersiniz de duanıza icabet etmez.

Bu hadîsi Tirmizî ve İbn Mâce, Amr İbn Ebu Amr'dan rivayet et­mişler; Tirmizî, hadîs hasendir, demiştir.

Bu konuda birçok hadîs-i şerîf ve âyet-i kerîme vardır. Yerleri gel­diğinde açıklanacaktır.

Sonra Allah Teâlâ: «Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ihtilâfa düşenler gibi olmayın.» buyurarak kendilerine apa­çık deliller geldiği halde iyilikleri emir ve kötülükleri yasaklamayı ter-keden, parçalanıp ihtilâfa düşen geçmiş ümmetler gibi olmayı, bu üm­mete yasaklamaktadır.

îmâm Ahmed diyor ki: Bize Ebu Muğîre... Ebu Âmir Abdullah îbn Lühayy'dan rivayet etti ki o şöyle dedi: Muâviye îbn Ebu Süfyân ile hacca gittik. Mekke'ye vardığımızda öğle namazını kılarken kalktı ve şöyle dedi: Allah'ın Rasûlü (s.a.) : Muhakkak ki iki kitâb ehli din­lerinde 72 parçaya bölündüler. Bu ümmet ise 73 bölüğe bölünecek. Bi­risi hâriç hepsi cehennemdedir. O bir bölük ise cemâat ehlidir. Ümme­timden bir kavim çıkacak, bu bozuk heveslere esîr olacaklar. Öyle ki bu hevesler, onların bütün damarlarına ve mafsallarına girecek. Ey Arab topluluğu —-Allah'a yemîn olsun ki— eğer siz, peygamberinizin getirdiklerini yapmazsanız, sizden başkaları bunları yapmamaya siz­den elbette ki daha lâyıktır, buyurdular. Hadîsi Ebu Dâvûd Ahmed İbn Hanbel ve Muha,mmed İbn Yahya'dan o ikisi de Abdülkuddûs îbn el-Haccâc'dan rivayet etmişlerdir. Bu hadîs birçoR tarîktan rivayet edil­miştir.

O gün nice yüzler ağarır, nice yüzler de kararır.

İbn Abbas der ki: Kıyamet günü ehl-İ sünnet ve'l-c*mâat'in yüz­leri ağardığından, bid'at   ve   tefrika ehlinin   yüzleri karardığında:

«O zaman yüzleri kara olanlara: «îmânınızdan sonra küfrettiniz ha...» denilir. Hasan el-Basr/'ye göre bunlar münafıklardır. İşte o küf­rün cezası olarak tadın azabı denüir.» Bu nitelik de bütün kâfirleri kapsar.

«Ama yüzleri ağaranlar Allah'ın rahmeti (cennet) içredirler. On­lar orada temelli kalacaklardır. Ve oradan ayrılmak da istemiyecek-lerdir.

Ebu îsâ Tirmizî bu âyetin tefsirinde şöyle diyor: Bize Ebu Kü-reyb... Ebu Gâlib'den rivayet etti ki o şöyle dedi: Ebu Ümâme Şam merdivenlerine asılmış başlar gördü ve : Bu başlan kesenler ateşin kö­pekleridir, gökyüzünün altında en kötü ölülerdir, ölülerin en hayırlıları ise bunlann öldürdükleridir, dedi ve: «O gün nice yüzler ağarır, nice yüzler de kararır.» âyetini okudu. Ebu Ümâme'ye sordum: Sen bunu Rasûlullah (s.a.) dan işittin mi?

Eğer onu bir, iki, üç, dört —yediye kadar saydı— kerre işitmemiş olsaydım size haber vermezdim, dedi. Tirmizî devamla; hadîs hasen-dir, der.

îbn Mâce de bunu, Süfyân İbn Uyeyne kanalıyla yine Ebu Gâlib1 den rivayet eder. îmâm Ahmed ise Müsned'inde hadîsi Abdürrezzâk ka­nalıyla Ebu Gâlib'den tahrîç etmiştir.

İbn Merdûyeh bu âyetin tefsirinde Ebu Zerr'den uzun ve gerçekten garîb bir hadîs rivayet eder.

Sonra Allah Teâlâ şöyle buyuruyor : «Bunlar Allah'ın âyetleri, hüc­cet ve beyyineleridir.

(Ey Muhammed) onları sana hak olarak okuyoruz. Dünya ve âhi-retin durumunu sana açıklıyoruz. Allah, âlemlere zulmetmek istemez.»

Allah onlara zulmedici değil, bil'âkis zulmetmeyen adaletli bir hâkimdir. Zîrâ O'nun herşeye gücü yeter, her şeyi bilir. Bununla bir­likte yarattıklarından hiç kimseye zulmetmeye ihtiyâcı yoktur. Bu se­beple şöyle buyuruyor : «Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ın malı ve kullandır. Bütün işler Allah'a döndürülür. Dünya ve âhirette tasar­ruf O'nundur, dünya ve âhirette yegâne hâkim de O'dur.[40]

 

İzahı

 

Gerçek Kurtuluş

 

«İşte felaha erenler de onlardır.» Onlardır kurtuluşa erenler, baş-kalan değil. Hz. Peygamber minberde İken, ona insanlann en hayırlısı kimdir? diye soruldu. O, ma'rûfu en çok emreden, münkeri en çok nehyedendir. Bir de Allah'dan en çok korkup, akrabalarını en çok ziyaret edendir, buyurdu. Bir başka hadîs-i şerifte ise şöyle buyurdu: Kim ma'rûfu emreder ve münkerden nehyederse o, yeryüzünde Allah'ın ha­lîfesi, Allah'ın Rasûlünün halîfesi ve Allah'ın kitabının halîfesidir. Hz. Ali (r.a.) de der ki: Cihâdın en faziletlisi, ma'rûfu emir ve münker­den nehiydir. Kim de fâsıklara yardakçılık eder, Allah'ı kızdırırsa, Al­lah'ın kızgınlığı onun üzerine olsun. Huzeyfe der ki: Bir zaman gele­cek ki; o zamanda merkeb leşi ma'rûfu emreden ve münkeri nehyeden bir mü'minden insanlara daha sevimli olacak. Süfyân el-Sevrî der ki: Bir kişi komşuları tarafından çok sevilirse, arkadaşları tarafından çok övülürse bil ki; o kişi, müdâhenecidir. Ma'rûfu emir, emredilen vâcib ise, o da vâcib, mendûb ise o da mendûbtur. Münkeri nehiy ise herkese vâcibdir. Çünkü bütün münkerleri terketmek, çirkin olması nedeniyle vâcibdir. Vacibin yolu nedir dersen? Ben derim ki; bu konuda Mu'te-zilenin önderleri ihtilâf etmişlerdir. Ebu Ali'ye göre vacibin yolu duy­ma ve akıldır. Ebu Hâşim'e göre ise sadece duymadır. Nehyin şartlan nelerdir dersen?, ben derim ki; nehyeden kişi, nehyettiği şeyin çirkin olduğunu bilmelidir. Zîrâ onun çirkin olduğunu bilmezse, iyiyi nehyet-miş olmaktan emîn olamaz. Ayrıca nehyettiği şeyi yapmamış olması gerekir. Çünkü onu yapan kişinin yaptığı şeyi nehyetmesi güzel olmaz. Bu gibi kimseler kendilerinin zemmedilmesini kolaylaştırır. Ayrıca nehyeden kişi; nehyedilen şeyin kötülükleri arttırdığı konusunda zann-ı galibe sahip olmalıdır. Keza kendisinin nehyetmesinin te'sîr etmediğini, abes olduğunu kabul etmemesi gerekir. Vâcib oluşunun şartlan neler­dir? derseniz, ben derim ki; nehyeden kişinin, günâhın işlenmek üzere olduğu konusunda kuvvetli zannı bulunmalıdır. Meselâ içki içen kişi­nin, içki içmek için âlet ve edevatını hazırlamış olduğunu görmelidir, Ayrıca nehyettiği zaman, kendisine büyük bir zarar dokunmayacağını; kuvvetli bir zanla tahmin etmelidir. Münkeri nehyetmeye nasıl koyu­lur? dersen, derim ki; önce kolaylıkla başlar. Payda vermezse zora doğru gider. Çünkü maksad, kötülüğü engellemektir. Ayrıca Allah Teâlâ, «onların arasım ıslâh edin» buyurmuştur. Sonra da «onlarla sa­vaşın» buyurmuştur. Ma'rûfu emir ve münkeri nehye kim tevessül eder? dersen, ben derim ki; imkânı ve şartlan elverişli olan her müs-lüman. Ulemânın icmâ'ına göre başkasının namazı terkettiğini gören kişinin, namazı terkedeni uyarması gerekir. Çünkü namazı terketme-nin çirkin olduğu herkes tarafından bilinir. Savaşı gerektiren nehyin, imam ve onun halîfeleri tarafından yapılması daha evlâdır. Çünkü on lar, siyâseti daha iyi bilirler ve bu konuda hazırlıklan vardır. Kime eni' redilip nehyedilir? dersen, ben derim ki; mükellef olan herkese. Mü kellef olmayan da başkasına zarar vermeye başlarsa —çocuklar ve de İller gibi— bunlarda nehyedilir. Çocuklar yasaklan işlemekten nehye dilirler ki, ona alışmasınlar. Tıpkı tecrübe kazansınlar diye namaza götürüldükleri gibi. Eğeı- kötülüğü işleyen kimsenin, işlediği kötülüğü nehyetmesi vâcib midir? derseniz; ben derim ki; evet, vâcibdir. Çünkü kötülüğü işlemeyi terkedip, işletmemeye çalışmak onun üzerine vâcib­dir. îki vâcibden birini terketmek, onun üzerinden öteki vacibi kaldır­maz. Selef-i şalinin derler ki; yapmasalar da siz hayrı emredin. Hasan'-dan nakledilir ki, o Mutarrif İbn Abdullah'ın, yapmadığı şeyi söylemem dediğini duymuş. Bunun üzerine hangimiz dediğimizi yapıyoruz? de­miş. Şeytân böylece size gâlib gelmek İster. Bunun sonucunda hiçbir kimse ma'rûfu emretmez ve münkerden nehyetmez demiş.[41]

 

110  — Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir üm­metsiniz. İyiliği emreder, kötülükten akkorsunuz. Ve Al­lah'a inanırsınız. Ehl-i kitâb da inanmış olsaydı kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinde îmân edenler olmakla bera­ber, çoğu gerçek dinden çıkmış fâsıklardır.

111  — İncitmekten başka size herhangi bir zarar ve­remezler. Sizinle savaşsalar bile geri dönüp kaçarlar. Son­ra kendilerine yardım da edilmez.

112  — Nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine zillet vurulmuştur. Allah'ın ve mü'minlerin ahdine sığın­mış olanlar müstesna. Allah'ın hışmına uğradılar. Üzerlerine de bir miskinlik vuruldu. Bu, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldünnele-rindendir. Bu, onların isyan etmeleri ve taşkınlık yapma-larındandır.

 

En Hayırlı Ümmet

 

Allah Teâlâ, Muhammed ümmetinin ümmetlerin en hayırlısı ol­duğunu haber vererek:

«Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.» buyu­ruyor.

Buharı diyor ki: Bize Muhammed îbn Yûsuf... Ebu Hüreyre'den : «Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.» âyeti hakkın­da rivayet etti ki o, şöyle dedi: Siz, insanların insanlar için en hayırlı olanısınız. İslâm'a girmeleri için onları boyunlarında zincirlerle geti­rirsiniz.

îbn Abbâs, Mücâhid, İkrime, Atâ, Rebî' İbn Enes ve Atiyye el-Avfî de böyle söylediler.

Yani: Onlar ümmetlerin en hayırlısı ve insanların, insanlar için en faydalı olanlarıdır. Bu sebeple Cenâb-ı Hak: «İyiliği emreder, kö­tülükten alıkorsunuz ve Allah'a inanırsınız.» buyuruyor.

İmâm Ahmed diyor: Bize Ahmed İbn Abdülmelik... Dürre Bint Ebu Leheb'den rivayet etti ki o şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.) minberde iken bir adam kalktı ve: Ey Allah'ın Rasûlü, insanların en hayırlısı hangisidir? diye sordu, Allah'ın Rasûlü :

İnsanların en hayırlısı Kur'an'ı en güzel okuyan, Allah'dan en çok korkan, en fazla iyiliği emredip kötülükten alıkoyan, en fazla sıla-i rahimde bulunanlardır, buyurdular.

Neseî, Sünen'inde, Hâkim Müstedrek'inde Semmâk'in hadîsinde Saîd İbn Cübeyr'den, o da îbn Abbâs'dan: «Siz insanlar için çıkarıl­mış en hayırlı bir ümmetsiniz.» âyeti hakkında şöyle dediğini rivayet ederler: Bu âyette kasdedilenler, Rasûlullah (s.a.) ile Mekke'den Me­dine'ye hicret edenlerdir.

Sahîh olan ise bu âyetin bütün bir ümmet hakkında umûmî ol­duğudur. Her nesil bundan nasibini alacaktır : Bu ümmetin en hayır­lısı Rasûlullah (s.a.) in aralarında gönderilmiş olduğu nesildir, sonra onları ta'kîb edenler, sonra da onları ta'kîb edenlerdir.

Nitekim başka bir âyette de : «Böylece sizi vasat bir ümmet kıldı. Olur ki insanlara karşı şâhidler olursunuz.» (Bakara, 143) buyurul-maktadır.

İmâm Ahmed'in Müsned'mdeJTirmizî'nin Câmi'inde, İbn Mâce'nin Sünen'inde ve Hâkim'in Müstedrek'inde Hakîm îbn Muâviye, İbn Hay^ de'den o da babasından şöyle rivayet eder: Rasûlullah (s.a.) : Siz yet­miş ümmeti tamamlıyorsunuz ve siz onların en hayırlı olanısınız. Siz Allah katında en çok değerli olan ümmetsiniz, buyurdular.

Bu, meşhur bir hadîstir ve Tirmizî, hadîsin hasen olduğunu be­lirtmektedir. Muâz îbn Cebel ve Ebu Saîd'den de bu hadîsin bir benzeri rivayet edilmiştir.

îmâm Ahmed'in de dediği gibi bu ümmet, hayra koşmada birinci sırayı almıştır. Bunun nedeni de peygamberleri olan Hz. Muhammed /s.a.) dir. Zîrâ o, Allah'ın yaratıklarının en şereflisi, Allah Rasûllerinin en değerlisidir. Allah Teâlâ kendisine, daha önceki peygamberlerden ve rasûllerden hiç birine vermediği en büyük ve mütekâmil bir şeriat gön­dermiştir. O'nun metod ve yoluna uygun olarak yapılan az bir amel, diğerlerinin çok amelinden daha hayırlıdır.

Şöyle ki: Bize Abdurranman... Ali İbn Ebu Tâlib'den rivayet etti ki o, şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.) buyurdular: Peygamberlerden hiç birine verilmeyen şeyler bana verildi. Biz; ey Allah'ın Rasûlü, nedîr onlar? diye sorduk. Buyurdular ki: Korku anında yardım olundum, yeryüzünün anahtarları bana verildi, Ahmed diye isimlendirildim. Top­rak bana temiz kılındı. Ümmetim, ümmetlerin en hayırlısı kılındı.

Bu şekliyle hadisi, yalnız İmâm Ahmed tahrîç etmiş olup isnadı hasendir.

İmâm Ahmed diyor: Bize Hasan îbn Süvvâr... Ümmü'd-Derda'-dan; o da Ebu'd-Derdâ'dan rivayet etti ki o, şöyle dedi: Ebu'l-Kâsım (s.a.) i —ki Ümmü'd-Derdâ'dan başka Rasûlullah'ı böyle künyesiyle zikreden başka birine rastlamadım— şöyle buyururken işittim: Allah Teâlâ buyurdu ki: Ey îsâ, Ben, senden sonra öyle bir ümmet göndere­ceğim ki sevdikleri bir şey başlarına geldiğinde hamd ve şükrederler; hoşlanmadıkları bir şey başlanna geldiğinde de ecrini (AUah'dan) bek­leyerek sabrederler. Onların hilmi de, ilmi de yoktur. Hz. îsâ şöyle der : Ey Rabbım, ilim ve hüm olmadan nasıl olacak? Allah Teâlâ : Ben on­lara kendi hilm ve ilmimden veririm, buyurur.

Burada zikredilmesi uygun olan birkaç hadîs nakledelim :

îmâm Ahmed diyor: Bize Hâşim İbn el-Kâsım... Ebu Bekir Sıd-dîk'tan rivayet etti ki o, şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.) buyurdular: Bana (ümmetimden) hesâbsız olarak cennete girecek yetmiş bin kişi verildi. Yüzleri ayın ondördü gibi parlaktır. Kalbleri bir tek kalb gi­bidir. Rabbımdan (c.c.) artırmasını diledim. Bana bunlardan beheri ile birlikte yetmiş bin kişi artırdı. Ebu Bekr (r.a.) şöyle der: Öyle zanne­diyorum ki bu, köylülere kadar ulaşacak, çöllerin köşelerinde olanlara kadar isabet edecektir.

İmam Ahmed diyor: Bize Abdullah tbn Bekrin... Abdurrahmân tbn Ebu Bekr'den rivayetinde Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: Allah bana (Ümmetimden) hesâbsız olarak cennete girecek yetmişbin kişi verdi.

Ömer dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü daha fazlasını isteseydin? Ra-sûlulah (s.a.) : Daha fazlasını istedim, her bir adamla birlikte yetınişbin kişi daha verdi, buyurdular. Ömer yine: Ey Allah'ın Rasûlü daha ar­tırmasını isteseydin, deyince, Rasûlullah (s.a.) : Ben de artırmasını is­tedim şu kadar daha verdi, buyurdular. Abdullah tbn Ebu Bekr ellerini öne doğru açtı. Râvî der ki; iki kulacım yaydı, serdi. Hişam da şöyle dedi: Bu, Allah'dandır, sayısının ne olduğu bilinmez.

İmam Ahmed der ki: Bize Ebu el-Yeraân'ın... Şüreyh İbn Ubeyd1 den rivayetine göre o şöyle demiştir: Sevbân Hıms'da hastalandı. Ora­nın valisi olan Abdullah İbn Kurt el-Ezdî onu ziyarete gelmemişti. Kelâ' kabilesinden birisi Sevbân'ı ziyarete gelmişti. Yanına girdiğinde Sev­bân : Yazar mısın? dedi. Adam: Evet dedi. Sevbân : Yaz, dedi ve şöyle yazdırdı: Emîr Abdullah İbn Kurt'a, Allah Rasûlü (s.a.) nün kölesi Sevbândan: Şayet senin yanında Mûsâ ve îsâ (a.s.) nın bir kölesi ol­saydı (ve hastalansaydı) ben mutlaka onu ziyarete gelirdim. Daha sonra da mektubu katlayıp o kişiye : Bunu ona ulaştırır mısın? dedi. Adam evet deyip mektubu İbn Kurt'a götürdü. İbn Kurt mektubu okuyunca telâşla ve korkuyla kalktı. İnsanlar; Durumu nedir? Bir şey mi oldu? dediler. (Hemen) Sevbân'a gitti, yanma girip ziyaret etti. Bir süre otur­du, sonra kalktı. Sevbân ridâsmdan tutup : Otur ki sana Allah Rasûlü (s.a.) nden işittiğim bir hadîsi nakledeyim, dedi ve şöyle devam etti: Allah Rasûlü (s.a.) nü şöyle buyururken işittim: Ümmetimden yet-mişbini hesâbsız ve azâbsız cennete girecek. Her bini ile beraber yet­mişbin kişi daha girecek. Hadîsi bu kanaldan sadece İmâm Ahmed ri­vayet etmiş olup ravîlerinin hepsi Şamlı, Hımslı ve güvenilir kimseler­dir. Bu; sahîh bir hadîstir. Allah'a hamdederiz.

Taberânî der ki: Bize Amr İbn İahâk'ın... Sevbân'dan rivayetine göre o, Allah Rasûlü (s.a.) nü şöyle buyururken işitmiş: Muhakkak Rabbım ümmetimden yetmişbininin hesaba çekilmiyeceğini va'detti. Her bin ile beraber yetmişbin daha olacaktır.

îmâm Ahmed diyor : Bize Abdürrezzâk'ın... îbn Mes'ûd'dan rivaye­tine göre o şöyle dedi: Bir gece Rasûlullah (s.a.) in yanında uzun uzun konuştuk. Ertesi sabah yanına vardığımızda bize şöyle buyurdular: Geceleyin peygamberler ümmetleri ile birlikte bana arzolundular. Pey­gamberler (önümden) geçmeye başladılar. Kiminin üç kişilik, kiminin on kişilik, kiminin daha çok ümmeti vardı. Kiminin de hiç ümmeti yoktu. Nihayet Mûsâ (a.s.) önümden geçti. Yanında Isrâiloğullanndan kalabalık bir cemâat vardı. Çok hoşuma gittiler ve sordum : Kim bunlar? Bu, kardeşin Musa'dır, yanındakiler de Isrâiloğullan, denildi. Ben yine sordum: Peki benim ümmetim nerede? Bana: Sağına bak, denil­di. Baktım ve gördüm ki, alçak dağlar insanların (adamların) yüzle-riyle kapanmıştı. Sonra bana; soluna bak, denildi. Baktım ve gördüm ki, ufuk adamların yüzleriyle kaplanmıştı. Bana soruldu : Razı oldun mu? Hoşnûd oldum Rabbım, dedim. Bana denildi ki: Bunlarla bera­ber yetmişbin kişi var. Onlar da cennete heaâbsız olarak girecekler.

Rasûluîlah (s.a.) devamla şöyle buyurdu : Anam babam size feda olsun. Eğer bu yetmişbinden olabilirseniz olun, buna yetişemezseniz o alçak dağlarda olanlardan olun. Buna da yetişemezseniz o ufukta olan­lardan olun. Ben orada birbirine girmiş insanlar gördüm.

Ukkâşe İbn Mihsan kalktı ve : Ey Allah'ın Rasûlü, Allah'a duâ et de beni o yetmiş binden kılsın, dedi. Allah Rasûlü onun için duâ bu­yurdu. Başka bir adam daha kalktı ve : Ey Allah'ın Rasûlü, beni onlar­dan kılması için Allah'a duâ et, dedi. Rasûluîlah (s.a.) : Ukkâşe bunda seni geçti, buyurdular.

Râvî devamla şöyle anlatıyor : Sonra biz konuştuk ve şöyle dedik : Bu yetmişbinin kimler olduğunu zannediyorsunuz? Bunlar, İslâm üze­re doğmuş olup da Ölünceye kadar Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayan bir topluluktur.

Bu konuşmamız Rasûluîlah (s.a.) a ulaşınca şöyle buyurdular: Onlar dövme yapmayanlar (kendilerine dövme yaptırmayanlar), Mus­ka yapmayanlar, (herhangi bir şeyde kendileri için) uğursuzluk gör­meyenler ve sadece Rablarına dayanıp tevekkül edenlerdir.

îmânı Ahmed bu şekil ve bu senedle hadîsi rivayet etti. Abdüssa-med kanalıyla... Katâde'den de aynı hadîsi rivayet etmiştir. Ancak bu rivayette; hoşnûd oldum Rabbım, hoşnûd oldum Rabbım ifâdesinden sonra şöyle buyurulur:

Bana, razı oldun mu? diye soruldu. Evet, dedim. O halde soluna bak, denildi. Baktım ve gördüm ki, ufuk adamların yüzleri ile kapan­mış. Bana tekrar soruldu : Razı oldun mu? Razı oldum, dedim.

Hadîs bu veçhiyle isnadı sahîh bir hadîstir. Fakat tahrîcinde İmâm Ahmed tek kalmış, başkaları hadîsi tahrîç etmemişlerdir.

Ahmed İbn Menî' der ki: Bize Abdülmelik îbn Abdülazîz'in... İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre, Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: «Mevsim'de bana ümmetler arzolundu da ümmetimin arzı geciktirildi, (arkaya bırakıldı.) Sonra onları gödüm; çoklukları ve durumları beni sevindirdi. Ovaları, dağları doldurmuşlardı. «Hoşnûd oldun mu ey Mu-hammed?» buyruldu, ben evet dedim. «Muhakkak ki bunlarla beraber yetmiş bin kişi de cennete hesâbsız girecek. Onlar kendilerine dövme ve muska yaptırmayan, sadece Rablarına tevekkül edenlerdir, buyruldu.» Ukkâşe îbn Mihsan kalkıp: Ey Allah'ın elçisi, beni de onlardan kılması için Allah'a duâ et, dedi. Allah Rasûlü : Sen onlardansın, bu­yurdu. Başka birisi daha kalkıp: Allah'a duâ et de beni de onlardan kılsın, dedi. Hz. Peygamber: Ukkâşe bunda seni geçti, buyurdu.

Taberânî diyor: Bize Muhammed İbn Muhammed... İmrân İbn Husayn'dan, rivayet etti ki o şöyle dedi; Rasûlulah (s.a.) buyurdular : Ümmetimden yetmişbin kişi hesâbsız ve azâbsız cennete girecek.

Onlar kimlerdir? diye soruldu. Rasûlullah (s.a.) : Onlar kendile­rine dövme ve muska yaptırmayan, (herhangi bir şeyde kendileri için) uğursuzluk görmeyen ve sadece Rablanna tevekkül edenlerdir, buyur­dular.

Bu hadîsi Müslim de Hişâm îbn Hassan tarîki ile rivayet etmiştir. Müslim'in hadîsinde de Ukkâşe'nin adı geçmektedir.

Buhârî ve Müslim'de Zührî kanalıyla... Ebu Hüreyre'den rivayet ediliyor ki o şöyle demiştir : Rasûlullah (s.a.) ı şöyle söylerken işittim :

Ümmetimden yetmiş bin kişilik bir grup cennete girecek, yüzleri ayın ondördü gibi parlayacak.

Ebu Hüreyre devam ediyor : Ukkâşe el-Esedî kalktı, üzerindeki el­biseyi (yukarı) kaldırarak: Ey Allah'ın Rasûlü, Allah'a, beni onlardan kılması için duâ buyur, dedi. Allah'ın Rasûlü (s.a.) : Allah'ım, bunu onlardan kıl, buyurdular. Sonra onlardan bir adam daha kalktı ve o da : Ey Allah'ın Rasûlü duâ buyur da Allah beni de onlardan kılsın, dedi. Rasûlullah (s.a.) : Ukkâşe bunda seni geçti, buyurdular.

Ebu'l-Kâsım et-Taberânî diyor: Bize Yahya İbn Osman'ın... Seni tbn Sa'd'dan rivayetine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular:

Ümmetimden yetmişbin ya da yediyüz bin kişi —Ebu Hazım han­gisini söylediğini bilmiyor— birbirlerine tutunarak ve birbirlerini ala­rak cennete girecekler. Sondan gelenler girinceye kadar öncekiler gir­meyecektir. Onların yüzleri de ayın ondördü gibi parlaktır.

Bu hadîsi Buhârî ve Müslim de Kuteybe kanalıyla... Sehl'den riva­yetle tahrîç etmişlerdir.

Müslim İbn el-Haccâc Sahîh'inde şöyle diyor: Bize gaîd İbn Man-sûr kanalıyla... Husayn İbn Abdurrahmân haber verdi ve şöyle dedi:

Saîd İbn Cübeyr'in yanında idim. Dün kayan yıldızı hanginiz gör­dü? diye sordu. Ben: Ben gördüm, dedim ve devam ettim : Namazda değildim. Fakat beni (zehirli bir hayvan) sokmuştu.

Peki ne yaptın? dedi. Muska yaptırdım, dedim.

Seni böyle yapmaya sevkeden nedir? dedi. Şa'bî'nin bize haber verdiği bir hadîs-i şeriftir, dedim.

Şa'bî size ne haber verdi? dedi. Şa'bî, Büreyde İbn el-Husayb el-Eslemî'den haber verdi ki, o şöyle demiş: Göz (nazar) ya da zehirin dışında muska yaptırmak yoktur. İşittiğini yapan güzel yapmış, dedi. Fakat bize İbn Abbâs nakletti ki Rasûlullah şöyle buyurmuş :

Bana ümmetler arzolundu. Peygamber gördüm yanında küçük bir topluluk var, peygamber gördüm; yanında bir iki kişi var, peygamber gördüm yanında kimse yok. Birden büyük bir kalabalık görerek onları kendi ümmetim sandım. Bana : Bu, Musa ve kavmidir. Fakat uf­ka bak, denildi. Baktım. Birde ne göreyim, büyük bir kalabalık. Diğer ufka bak, denildi. Gördüm ki, orada da büyük bir kalabalık var.

Bana: İşte bunlar senin ümmetindir. Onların yanında yetmiş bin kişi daha var ki hesâbsız ve azâbsız olarak cennete girecekler, denildi. Sonra Rasûlullah (s.a.) kalktı ve evine girdi. Halk aralarında, cennete hesâbsız ve azâbsız girecekler hakkında konuşmaya daldı. Bir kısmı:

Herhalde bunlar, Rasûlullah (s.a.) in sohbetine nail olanlardır, de­diler. Bir kısmı da : Herhalde bunlar İslâm üzere doğan ve Allah'a hiç­bir şeyi ortak koşmayanlardır, dediler. Daha başka şeyler de söylediler. Rasûlullah (s.a.) çıktı ve : Konuşmaya daldığınız şey nedir? diye sordu. Konuşulan kendisine haber verildiğinde de : Onlar muska yapmayan, yaptırmayan, (herhangi bir şeyde kendisi için) uğursuzluk görmeyen ve sadece Rablarına tevekkül edenlerdir, buyurdu. Ukkâşe İbn Mihsan kalktı ve : Allah'a duâ et de beni onlardan kılsın, dedi. Rasûlullah (s.a.) : Sen onlardansın, buyurdular. Sonra bir adam daha kalktı ve : Allah'a duâ et de beni de onlardan kılsın, dedi. Bunun üzerine Rasû­lullah (s.a.) : Ukkâşe bunda seni geçti, buyurdular.

Buhârî bu hadîsi Üseyd îbn Zeyd'den, o da Hüseyin'den rivayetle tahrîç etmiştir. Fakat o'nun rivayetinde «Muska yapmayanlar» kısmı yoktur.

İmâm Ahmed diyor: Bize Ravh İbn Ubâde'nin... Câbir İbn Ab-dullah'dan rivayetinde o şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.) ı şöyle derken işittim... ve Câbir'in hadîsini nakletti. Hadîste şöyle deniliyor: İlk grup yüzlerini açtı. Ayın ondördü gibiydi. Yetmişbin kişiydiler ve he­saba çekilmediler. Sonra onların peşinden gelenler; bunlar da gökteki en parlak yıldız gibiydiler. îlh.

Ve hadîsin devamım naklediyor.

Müslim bu hadîsi Ravh'ten rivayet eder. Fakat onun hadîsi mev­kuftur. (Rasûlullah'a ulaştırılmamıştır.)

Hafız Ebu Bekr İbn Ebu Âsim, Kitab'üs-Sünen'inde şöyle der : Bize Ebu Bekr İbn Ebu Şeybe... Ebu Ümâme el-Bâhilî'den rivayet etti ki o şöyle demiş: Rasûlullah  (s.a.) ı şöyle derken işittim :

Rabbım, ümmetimden yetmişbin kişiyi, her bir kişiyle birlikte yetmişbin kişi daha olmak üzere, hesâbsız ve azâbsız insanları cennete koyacağını ve bunlarla beraber Rabbımın avucuyla üç avuç daha (sa­yısızlıktan kinaye) yine hesâbsız, azâbsız cennete koyacağını bana va'detti.

Bu hadîsi Taberânî de Hişâm İbn Ammâr kanalıyla İsmail îbn Ayyâş'tan rivayet etmiştir ve isnadı sağlamdır.

Yine Taberânî'nin İbn  Ebu Âsim kanalıyla...  Ebu Ümâme'den naklettiğine göre Allah Rasûlü (s.a.) : Andolsun ki Allah ümmetin­den yetmişbinini hesâbsız cennete koymayı bana va'detti, buyurmuştu. Yezid İbn el-Ahnes : Ey Allah'ın elçisi bu miktar senin ümmetin içinde sinekler içindeki kırmızı sinekler kadardır, dedi de Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu : Allah bana her bin ile beraber yetmişbin kişi olarak yetmişbini (cennete hesâbsız koymayı) va'detmiş ve üç avuç (alıp on­ları da cennete koyma va'dini) artırmıştır. Bu hadîsin de isnadı ha-sendir.

Taberânî diyor: Bize Ahmed İbn Huleyd'in... Utbe îbn Avd'dan rivayetine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular: Rabbım, ümmetim­den yetmişbin kişiyi hesaba çekmeden cennete koyacağını bana va'det­ti. Sonra (bunlardan) her bini yetmişbine şefaat edecek. Sonra Rabbım, elleriyle üç avuç (çokluktan kinaye) alacak (ve bunları da cennete koyacak.)

Ömer tekbîr getirerek : Allah Teâlâ bunlardan ilk yetmişi babala­rına, oğullarına ve akrabalarına şefaatçi kılacak... Allah'ın beni son avuçlardan birinde kılmasını isterim.

Hafız Ziya el-Makdisî «Sıfat'ül-Cenne» isimli eserinde : Bu isna­dın bir illeti olduğunu bilmiyorum, der. En iyisini Allah bilir.

İmâm Ahmed diyor: Bize Yahya İbn Saîd... Rifâa el-Cühenî'den rivayet etti ki o şöyle demiş : Rasûlullah (s.a.) ile beraber geliyorduk. Kedîd —ya da Kudeyd— denilen yere geldiğimizde bir hadîsi zikretti ve şöyle buyurdu : Rabbım, ümmetimden yetmişbin kişiyi hesâbsız ola­rak cennete koyacağını bana va'detti. Siz ve eşlerinizle zürriyetiniz-den sâlih olanlar cennetteki evlerinize yerleşmedikçe onların cennete girmeyeceklerini umarım.

Ziya der ki bana göre bu hadîs, Müslim'in şartlarına uymaktadır.

Abdürrezzâk diyor ki: Bize Ma'mer... Enes'den rivayet etti ki Ra­sûlullah (s.a.) şöyle buyurdular : Rabbım ümmetimden dörtyüz bin ki­şiyi cennete koyacağını bana va'detti.

Hz. Ebubekir: Bize daha da artır, ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Rasû­lullah : Vallâhî böyle, dedi. Ömer: Yeter ey Ebubekir, deyince Ebu­bekir : Bırak beni, Allah'ın hepimizi cennete koymasına istemez misin? dedi. Ömer de : Allah dilerse (bütün) yaratıklarını bir elle cennete ko­yar, dedi. Rasûlullah (s.a.) : Ömer doğru söyledi, buyurdular. Ziyâ'nın söylediğine göre bu hadîsi bu isnâdla yalnız Abdürrezzâk rivayet etmiş­tir. Hadîsi, Hafız Ebu Nuaym el-İsbahânî de rivayet etmiştir.

Muhammed tbn Ahmed İbn Mahled bize... Enes'den haber verdi: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular: Rabbım, ümmetimden yüz bin kişiyi cennete koyacağını bana va'detti.

Ebubekir, ey Allah'ın Rasûlü bize artır, dedi. Rasûlullah (s.a.) : Böyle, buyurdular.

Râvî Süleyman İbn Harb, eliyle böylece işaret etti.

Ben dedim ki: Ey Allah'ın Rasûlü bize daha artır. Hz. Ömer: Al­lah, bütün insanları bir elde (bir avuçta) cenneti koymaya kâdir'dir, deyince, Allah'ın Rasûlü (s.a.) : Ömer doğru söyledi, buyurdular.

Bu şekliyle bu, garîb bir hadîstir.

Hafız Ebu Ya'lâ diyor: Bize Muhammed İbn Ebu Bekr'in... Enes'-den rivayetinde Rasûlullah (s.a.) buyurdular ki: Ümmetimden yet-mişbin kişi cennete girecek.

Ey Allah'ın Rasûlü bize artır, dediler. Her bir adam için yetmiş bin, buyurdular. Onlar yine : Ey Allah'ın Rasûlü bize artır, dediler. Ra­sûlullah (s.a.) kumların üzerindeydi; Böyle, buyurdular ve eliyle bir avuç (kum) savurdular.

Onlar: Ey Allah'ın Rasûlü, bundan sonra da cehenneme girenleri (Allah rahmetinden) uzaklaştırsın, dediler.

Bu hadîs'in isnadı sağlam, râvîleri güvenilir, sika râvîlerdir.

Taberânî Katâde'den rivayet ediyor ki; Ebu Bekr îbn Enes... Ebu Bekr îbn Umeyr'den, o da babasından naklediyor: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular; Allah ümmetimden üçyüz bin kişiyi cennete koyaca­ğını va'detti.

Umeyr : Bize artır ey Allah'ın Rasûlü, dedi.

Rasûlullah (s.a.) eliyle, böyle dedi. Umeyr yine: Bize artır ey Al­lah'ın Rasûlü, deyince Hz. Ömer: Yeter, eğer Allah dilerse insanları bir elde (bir avuçta) cennete koyar, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) da: Ömer doğru söyledi, buyurdular.

Taberân! diyor : Bize Ahmed îbn Huleyd'in... Ebu Saîdel-Ansârî'den rivayetine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular: Rabbım, ümme­timden yetmiş binini hesâbsız olarak cennete koyacağını, onlardan her birinin de yetmiş bin kişiye şefaat edeceğini bana va'dettiler. Sonra Rabbım iki eliyle üç avuç alacak (ve bunları cennete koyacak).

Kays devamla anlatıyor: Ben Ebu Saîd'e: (Şimdi) sen bunları Rasûlullah (s.a.) dan işittin mi? dedim. O, Evet, dedi. Kulaklarım duy­du, kalbim muhafaza etti.

Ebu Saîd devamla dedi ki; Rasûlullah (s.a.); inşâallah Allah Teâlâ ümmetimin muhacirlerini (bu avucun içine) alacak, kalanını da bizim bedevilerimizle tamamlayacaktır.

Bu hadîsi Muhammed îbn Sehl İbn Asker de Ebu Tevbe er-Rebf İbn Nâfi' den (kendi) isnâdıyla rivayet etmiştir. O'nun hadîsinde şu fazlalık vardır:

Bu miktar, Rasûlullah (s.a.) in katında (yanında) hesâblandı, sayı dörtyüz bin kere bin ve doksan bin kere bine ulaştı.

Ebu'l-Kasım el-Taberânî diyor : Bize Hâşim îbn Mirsed... Ebu Ma-lik'den rivayet etti ki Rasûlulah (s.a.) şöyle buyurdular :

Muhammed'in nefsi (kudret) elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, sizden bir zümre kıyamet günü siyah gece misâli (kalabalık olarak) cennete sevkedilecek. Hepsi de yere basacaklar. Melekler diyecekler ki: Niçin Muhammed ile (diğer bütün) peygamberlerle gelenlerden daha fazla insan geldi?

Bu hadîsin isnadı hasendir.

Bu ümmetin faziletine, şerefine, Allah katındaki değerine, dünya ve âhirette ümmetlerin en hayırlısı olduğuna delâlet eden başka ha­dîsler de vardır.

İmâm Ahmed diyor : Bize Yahya İbn Saîd... Câbir'den rivayet etti ki o, Rasûlullah (s.a.) ı şöyle derken işitmiş : Kıyamet günü ümmetim­den bana tâbi olanların, cennet ehlinin dörtte biri olacağını umuyorum.

Râvî diyor ki: Biz tekbîr getirdik. Sonra Allah'ın Rasûlü : Ben öyle umuyorum ki; siz cennet ehlinin yansı olacaksınız, buyurdu. Bu hadîs Kavh kanalıyla, İbn Cüreyc'in isnâdıyla da rivayet edilmiştir. Bu hadis Müslim'in şartlarına uymaktadır. Hadîsin değişik bir şekli hem Buhârî, hem de Müslim'de mevcuttur. Buhar! ve Müslim'de Ebu İshâk es-Sübey'î kanalıyla... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayete göre o, şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.) bize : Cennet halkının dörtte biri olmaktan hoş-nûd olur musunuz? diye sordular. Evet (oluruz) dedik. Sonra : Cennet ehlinin üçte biri olmaktan hoşnûd olur musunuz? buyurdular. Biz evet dedik. Üçüncü kere: Cennet ehlinin yarısı olmaktan hoşnûd olur mu­sunuz? dedi. Biz; evet (oluruz) dedik. Muhammed (s.a.) in nefsi kud­ret elinde olan (Allah'a) yemîn ederim ki, ben, sizin cennet halkının yarısı olacağınızı umarım, buyurdular.

Taberânî diyor: Bize Ahmed îbn el-Kâsım... îbn Mes'ûd'dan riva­yet etti ki Rasûlullah (s.a.) cennetin dörtte birinin size, kalan dörtte üçünün de diğer insanlara âit olmasını nasıl bulursunuz? diye bize sor­du. Orada bulunanlar; Allah ve Rasûlü en iyisini bilir, dediler. Üçte birine ne dersiniz? diye sordular. Oradakiler: Bu daha çok, cevâbını verdiler. Peki yansının size âit olmasına ne dersiniz? buyurdular. Ora-, dakiler; Bu en çok diye cevâb verdiler. Cennet ehli yüzyirmi saftır ve bunun seksen safı sizindir, buyurdu.

Taberânî hadîsi sadece... Haris İbn el-Hasîra rivayet etmiştir, der.

İmâm Ahmed der ki: Bize Abdüssamet'in... Ebu Büreyde'den, onun da babasından rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.) : Cennet halkı yüzyirmi saftır. Bu ümmet onlardan seksen safıdır, buyurmuştur. îmâm Ahmed hadîsi ayrıca Affân'dan; o da Abdülazîz'den rivayet etmiştir. Tirmizî ise Ebu Sinan'dan rivayetle tahrîc etmiş ve : Bu hasen bir ha­dîstir, demiştir. İbn Mâce de Süfyân es-Sevrî kanalıyla... Süleyman tbn Büreyde'den o ise babasından İsnâdla hadîsi rivayet etmiştir.

Taberânî, Süleyman İbn Abdurrahmân ed-Dimaşkî kanalıyla... Sü­leyman îbn Ali îbn Abdullah İbn Abbâs'dan, onun babasından, onun dedesinden, onun da Allah Rasûlü (s.a.) nden rivayetine göre o, şöyle buyurmuştur: Cennet ehli yüzyirmi saftır. Bunların sekseni benim üm-. metimdendir. Hadîsi rivayette Hâlid İbn Yezîd el-Becelî tek kalmış olup İbn Adiyy onun zayıf olduğunu söylemiştir.

Taberânî'nin Abdullah İbn Ahmed İbn Hanbel kanalıyla... Ebu Hüreyre'den rivayetine göre o şöyle demiştir: «Bir çoğu öncekilerden, bir çoğu da sonrakilerdendir.» (Vakıa, 39, 40) âyeti nazil olduğunda Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu:

Siz cennet ehlinin dörtte birisiniz, siz cennet ehlinin üçte birisiniz, siz cennet ehlinin yansısınız, siz cennet ehlinin üçte ikisisiniz.

Abdürrezzâk dedi: Bize Ma'mer'in... Ebu Hüreyre'den rivayetine göre Rasûlullah (s.a.) :

Sonuncu olup da kıyamet günü ilk olan biziz. İlkin cennete bizler gireceğiz. Halbuki onlara kitâb, bizden önce verildi. Bize ise kitâb on­lardan sonra verilmiştir. Onlar ihtilâfa düştüler de Allah bizi, onların üzerinde ihtilâfa düştükleri konuda gerçeğe İletti. Bugün (cum'a gü­nü) onların hakkında ihtilâfa düştükleri gündür. Allah bizi o konuda hidâyete erdirdi.. Bu gün (cum'a günü) bizimdir. Yarın yahûdîlerin. (cumartesi) ertesi gün de (pazar günü) hıristiyanlarındır, buyurdular.

Hadîsin bir benzeri Buhârî ve Müslim, Abdullah İbn Tâvûs kana­lıyla... Ebu Hüreyre'den, o da Hz. Peygamber'den merfû olarak rivayet etmişlerdir. Müslim'in A'meş kanalıyla.,. Ebu Hüreyre'den rivayetin­de Allah Rasûlü (s.a.) : Biz kıyamet günü sonuncular ve ilkleriz. Biz, cennete gireceklerin ilkiyiz, buyurmuştur. Ve Müslim hadîsin tamâ­mını zikretti.

Darekutnî Ferd hadîsler bölümünde nakleder ki: Abdullah İbn Muhammed'in...  Ömer İbn el-Hattâb'dan rivayetine göre Rasûlullah (s.a.) Cennet, ben girinceye kadar bütün peygamberlere, benim üm­metim girinceye kadar da diğer ümmetlere haram kılındı, buyurmuş­lardır.

Darekutnî sonra şöyle der: (Bu hadîsi) Zührî'den rivayetle İbn Akîl tek kalmış, Zührî'den, ondan başkası rivayet etmiştir, tbn Akîl'den rivayette Züheyr İbn Muhammed, Züheyr'den rivayette de Amr İbn Ebu Seleme tek kalmışlardır.

Bu hadîsi Sa'lebî de... tbn AkîFden rivayet etmiştir.

Bütün bu hadisler «Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir üm­metsiniz : İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah'a inanır­sınız.» âyetini açıklama sadedinde vârid olmuştur.

Bu ümmetten her kim bu nitelikleri taşırsa bu övgüye dâhil olur. Nitekim Katâde diyor ki: Bize ulaştığına göre, Ömer İbn el-Hattâb bir kerresinde hacca gitmiş ve insanların hızlı davrandıklarını görmüş: «Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.» âyetini okuya­rak; kimin bu ümmetten olmak hoşuna gidiyorsa Allah'ın bu ümmet için koyduğu şartları yerine getirsin, buyurmuş.

Her kim de bu nitelikleri taşımazsa Allah Teâlâ'nın : «Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara engel olmuyorlardı.» (Maide, 79) âyetinde zem­metmiş (kötülemiş) olduğu ehl-i kitâb'a benzemiş olur.

Sayılan nitelikleriyle Allah Teâlâ bu ümmeti övdükten sonra ehl-i kitâb'ı zemmetmekte ve serzenişte bulunmaktadır :

«Ehl-i Kitâb da Hz. Muhammed'e indirilene inanmış olsaydı ken­dileri için hayırlı olurdu. İçlerinde, Allah'a, size ve kendilerine indiril­miş olanlara îmân edenler olmakla beraber çoğu gerçek dinden çıkmış, sapıklık, küfür, fısk ve isyan üzere olan fasıklardır.»

Sonra Allah Teâlâ, inkarcı, mülhid ehl-i kitâb'a karşı zaferin mü'-min kullannın tarafında olduğunu müjdeleyerek şöyle buyuruyor:

«İncitmekten başka size herhangi bir zarar vermezler. Sizinle sa-vaşsalar bile geri dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edil­mez.»

Gerçekten böyle olmuş, Hayber günü Allah onları alçaltmış, bu­runlarını yere sürtmüştür. Onlardan önce de Medîne yahûdîlerinden Kaynuka oğulları, Nadîr oğulları ve Kurayza oğullarını, tamamen hor ve hakîr kılmıştır. Şam'daki hıristiyanların da durumu böyledir: Sa-hâbe-i kiram birçok yerde onları yenmiş, ebediyyen dçvâm etmek üze­re Şam hükümranlığını onlardan söküp almıştır. Şam, Hz. İsa'nın (a.s.) inmesine kadar İslâm'ın tacını giymiş olarak kalacak. Hıristiyanlar yine aynı hakîr ve zelîl hallerinde olacaklar. Hz. îsa (a.s.) inince Hz. Mu-hammed'in şerîatıyla hükmedecek, haç'ı kıracak, domuzlan öldürecek, İslâm'dan başka din kabul etmeyecek, bu dini kabul etmeyenlere cizye koyacaktır.

Sonra Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: «Nerede bulunurlarsa bulun­sunlar, üzerlerine zillet vurulmuştur. Allah'ın ve mü'minlerin ahdine sığınmış olanlar müstesna.»

Allah onlara zillet ve alçaklığı vâcib kılmıştır. Nerede olursa ol­sunlar bundan kurtulamazlar. «Allah'ın ahdine... sığınmış olanlar müs­tesna» Allah'ın onları zimmî olarak kabul buyurup üzerlerine cizye koy­ması ve bu dinin hükümlerine tâbi kılması hâli müstesna. «Bir de in­sanların ahdine sığınmış olanlar müstesnadır.» Yani insanların kendi­lerine emân verme hali hâriçtir. Mühlet verilenler, anlaşma yapılanlar ve esirler hakkındaki uygulamada olduğu gibi. Böyle birisine, bir kadın dahi olsa, bir müslümanın, ya da —ulemânın iki kavlinden birine göre bir (müslüman) kölenin emân verme hali müstesna tutulmuş oluyor, îbn Abbâs : ( u-Ui j*J-^j &\ j* J-^V\ ) kısmını «Allah'ın ve insan­ların ahdine sığınmış olanlar müstesna» şeklinde anlamış aynı açıkla­ma Mücâhid, İkrime, Atâ, Dahhâk, Hasan, Katâde, Süddî ve Rebî' îbn Enes'den de rivayet edilmiştir.

«Allah'ın hışmına uğradılar ki buna müstehaktırlar. Üzerlerine de miskinlik vuruldu. Bu, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendir.» Onları böyle davranmaya kibirleri azgınlıkları ve çekememezlikleri sürüklemiş; bu da onlara âhiret zilleti ile birlikte ebedî zillet, alçaklık ve meskeneti getirmiştir.

«Bu, onların isyan etmeleri ve taşkınlık yapmalarındandır.» Allah'ın emirlerine çokça isyan etmiş olmaları, Allah'ın haramları­na dalmış ve Allah'ın koyduğu şeriatın dışına çıkmış olmaları; onları Allah'ın âyetlerini inkâra, Allah'ın peygamberlerini öldürmeye ve ken­dileri için takdir edilen hale düşmeye sürükledi.

îbr Ebû Hatim der ki: Bize Yûnus tbn Habîb'in... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre o şöyle dedi: Isrâiloğullan bir günde üçyüz peygamberi öldürürler ve aynı günün sonunda da sebze pazarı kurar­lardı.[42]

 

113  — Hepsi bir değildir. Onlardan secdeye vararak geceleri Allah'ın âyetlerini okuyup duran bir topluluk vardır.

114  — Onlar Allah'a ve âhiret gününe inanırlar. îyi-liği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Hayırlara koşuşur­lar, işte onlar sâlihlerdendir.

115  — Ne hayır yaparlarsa, ondan mahrum bırakıla­cak değildirler. Ve Allah, takva sahiblerini bilir.

116  — Küfredenlerin   malları  ve   çocukları  Allah'a karşı kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. Onlar ce­hennem yaranıdırlar, orada ebediyyen kalacaklardır.

117  — Bu dünya hayatında onların sarf ettikleri şey­lerin durumu; kendilerine zulmeden bir kavmin ekinleri­ne isabet ederek mahveden kavurucu bir rüzgârın duru­muna benzer. Allah onlara zulmetmedi, ama onlar, ken­dilerine zulmediyorlardı.

 

İnananlar ve İnanmayanlar

 

tbn Ebu Necîh diyor ki; Hasan İbn Yezîd'in Abdullah İbn Mes'ûd'-dan olduğunu sandığı bir rivayete göre; «hepsi bir değildir...» âyetini o; Ehl-i kitâb ile Muhammed (s.a.) ümmeti bir değildir şeklinde tefsir etmiştir.

Süddî de böyle dedi. Bu kavli, Ahmed İbn Hanbel'in Müsned'inde rivayet ettiği şu hadîs de te'yîd etmektedir: Bize Ebu'n-Nadr ve Hasan ibn Mûsâ... îbn Mes'ûd'dan rivayet ettiler ki o, şöyle dedi:

Rasûlullah (s.a.) yatsı namazını geciktirdi, sonra mescide çıktı ve ashabın namazı beklediğini görerek :

Bu dinlerin mensûblarından (Yahûdî ve Hıristiyan) bu saatte siz­den başka Allah'ı zikreden kimse yoktur, buyurdular ve bu âyetlerin nazil olduğunu haber verdiler.

Muhammed İbn İshâk ve başkalarının zikrettiği, Avfî'nİn de îbn Abbâs'dan rivayet ettiği ve birçok müfessirden nakledilen meşhur gö­rüşe göre; bu âyetler ehl-i kitâb bilginlerinden îmân edenler hakkın­dadır. Abdullah İbn Selâm, Esed Ibn Ubeyd, Sa'lebe İbn Sa'ye, Useyd îbn Sa'ye ve diğerleri bunlar arasındadır. Buna göre âyet şöyle anla­şılmalıdır : Daha önce zemmedilen ehl-i kitâb ile îmân eden bunlar elbette aynı değildirler. Bunun İçin Allah : «Hepsi bir değildir» Hepsi aynı seviyede değildirler. Bilâkis onlardan îmân edenler ve günahkâr­lar vardır, buyuruyor: Ehl-i kitâb'dan, Allah'ın emrini yerine getiren, Allah'ın şeriatına itaat eden, Allah'ın peygamberine uyan ve doğru yolda olanlar vardır. Onlar secdeye vararak geceleri Allah'ın âyetle­rini okurlar, ibâdet ederler, fazlasıyla teheccüd namazı kılarlar, na­mazlarında Kur'an okurlar. Bu topluluk, Allah'a ve âhiret gününe inanırlar. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirirler. Hayırlara koşuşur­lar. İşte onlar sâli İllerdendir.

Sûrenin sonunda; «Ehl-i kitâb'dan öyleleri vardır ki; Allah'a size indirilen ve kendilerine indirilmiş olana Allah'a hûşû' duyarak ina­nırlar. (Âl-i İmrân, 199) âyetinde zikredilenler de bunlardır. Burada da şöyle buyruluyor:

«Ne hayır yaparlarsa ondan mahrum bırakılacak değildirler.» Yap­tıkları hayırlar Allah katında boşa gitmez. Tersine Allah onları en güzel şekilde mükâfatlandırır. «Ve Allah takva sahiplerini bilir » Güzel iş işleyenlerin amelleri Allah'a gizli değildir ve O'nun katında güzel amel sahihlerinin eseri kaybolmaz.

Sonra Allah Teâlâ müşrik kâfirlerden haber vererek buyuruyor ki: «Küfredenlerin malları ve çocukları Allah'a karşı kendilerine hiçbir fayda sağlamıyacaktır.» Allah istediğinde bunlar, Allah'ın azabını on­lardan geri çeviremeyecektir.

«Onlar cehennem yaranıdırlar, orada ebediyyen kalacaklardır.»

Daha sonra —Mücâhid, Hasan ve Süddî'ye göre— kâfirlerin bu dünyada harcadıklarına Allah Teâlâ bir misâl vererek şöyle buyuru­yor : «Bu dünya hayatında onların sarfettikleri şeylerin durumu ka­vurucu bir rüzgârın durumuna benzer.»

Âyetteki kelimesi îbn Abbâs, İkrime, Saîd îbn Cübeyr, Ka-tâde, Hasan, Dahhâk, Rebî' İbn Enes ve başkalarına göre, şiddetli soğuk anlamınadır.

Atâ ise soğuk ve don anlamı veriyor. İbn Abbâs'dan da ayrıca aynı görüş rivayet edilmiştir.

Mücâhid de kelimesini ateşle tefsîr ediyor. Bu tefsir birin­ci ile aynıdır. Zira şiddetli soğuk ve özellikle don, ateşin eşyayı yakma­sı gibi ekini ve meyveleri yakar kavurur.

«(Bu rüzgâr) kendilerine zulmeden bir kavmin ekinlerine isabet ederek kavurur, mahveder.» bu kavurucu soğuk hasad mevsimi gelen ekinlere indiğinde onları tahrîb eder, ekin ve meyveleri yok eder, sahi­bi de yoksul duruma düşer. Kâfirlerin durumu da böyledir: Allah bu ekinleri ve meyveleri sahibinin günâhları sebebiyle yok ettiği gibi, kâ­firlerin bu dünyadaki amellerinin sevabım ve semeresini de yok eder. Böylece bu kafirler dünyalarını asılsız ve temelsiz olarak bina eder­ler. «Allah onlara zulmetmedi. Ama onlar kendilerine zulmediyor­lardı.»[43]

 

118  — Ey îmân edenler, sizden başkalarını dost edin­meyin. Onlar sizi şaşırtmaktan geri kalmazlar. Sıkıntıya düşmenizi isterler. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Si­nelerinin gizlediği ise daha "büyüktür. Düşünürseniz size âyetlerimizi açıkladık.

119  — işte siz; öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sev­mezken, siz onları seversiniz. Ve kitabın bütününe inanır­sınız. Onlar ise ancak sizinle karşılaştıkları zaman: îmân ettik, derler. Yalnız başlarına kaldıkları vakit de, size karşı öfkeden parmaklarım ısırırlar. De ki: Öfkenizden ölün! Gerçekten Allah göğüslerin özünü bilir.

120  — Sizlere bir iyilik dokunursa bu; onları üzer. Ama başınıza bir felâket gelirse, buna sevinirler. Sabre­der ve sakınırsanız, onların hilesi size hiçbir zarar vere­mez... Şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını kuşatmıştır.

 

Mü'min Olınayanlan Dost Edinmek

 

Allah Teâlâ bu âyette mü'minlerin, münafıkları dost edinmelerini yasaklamaktadır, öyle bir dostluk ki gönüllerindekinl ve düşmanla­rına karşı içlerinde gizlediklerini kendilerine açarlar. İşte onlar bu şekilde sizin dostlarınız olmasınlar. Zîrâ münafıklar güçleri yettiğince mü'minleri şaşırtmaktan geri durmazlar, güçleri yettiğince ve mümkün olan her şeyle mü'minlere karşı hîle, hud'a yaparlar, onlara zarar ve­recek şeylere koşarlar.

Allah Teâlâ buyurur ki; «Ey îmân edenler sizden başkalarını, diğer dinlere mensûb olanları kendinize dost edinmeyin.»

Âyetteki bir insanın özel dostları, ailesinden kendine ya­kın olanlardır ki buniar, kişinin yaptığı işlerin içyüzüne vâkıf olurlar.

Buhârî rivayet ediyor: Yûnus, Yahya İbn Saîd, Musa İbn Ukbe, İbn Ebu Atîk kanalıyla... Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayete göre Rasûlul-lah (s.a.) şöyle buyurdular: Allah'ın gönderdiği her peygamberin ve peygamberlerin arkasından bıraktığı her halîfenin mutlaka İki tane dostu bulunur. Bunlardan biri ona hayrı emreder ve onu hayra teşvîk eder. Diğeri de kötülüğü emreder ve kötülüğe teşvîk eder. Ma'sûm kişi, ancak Allah'ın koruduğu kişidir.

Hadîsi Buhârî ve Neseî; Yûnus, Yahya İbn Saîd, Mûsâ îbn Ukbe ve İbn Ebu Atik'in de içinde bulunduğu bir cemâat kanalıyla... Ebu Saîd'den rivayet ederler ki Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Al­lah'ın gönderdiği her peygamberin ve (onlara kıldığı) her halîfenin mutlaka iki dostu vardır: Hayr emredip ona teşvîk eden bir dost ve kötülüğü emredip ona teşvîk eden bir dost. Ma'sûm, ancak Allah'ın ko­ruduğu kimsedir. Hadîsin bir benzerini Evzaî ve Muâviye İbn Selâm, Zührî kanalıyla... Ebu Hüreyre'den merfû' olarak rivayet etmişlerdir. Bu hadîsin Zührî'nin yanında Ebu Seleme'den rivayetle mevcûd ol­ması da ihtimâl dahilindedir. Hadîsi, Neseî de Zührî'den rivayetle tahrîç etmiştir. Buhârî Sahîh'inde hadîsi Abdullah İbn Ebu Ca'fer ka­nalıyla... Ebu Eyyûb el-Ansârî'den muallak olarak rivayetle zikretmiş­tir. Hadîsin Ebu Seleme'nin yanında üç sahâbî'den rivayetle mevcut olması muhtemel olup en doğrusunu Allah bilir.

tbn Ebu Hatim diyor : Bize babam... îbn Ebu Dehkâne'den rivayet etti ki Ömer îbn el-Hattâb'a : Burada Hîre halkından iyi ezberleyen ve yazı yazan bir çocuk var, onu kâtib edinsen, dediler. Hz. Ömer: O za­man mü'minlerden ayrı olarak «dost edinmiş» olurum, dedi.

Âyet-i kerîme ile birlikte mütâlâa edildiğinde bu eser (hadîs) zim-mîlerin k£tiblikte kullanılmasının caiz olmadığına delâlet eder. Zîrâ bu işte kullanılmaları halinde müslümanlardan üstün tutulmuş ve müslümanların işlerinin içyüzüne muttali' kılınmış olurlar. Bu sırları miislümanlann düşmanlanna ve harb ehline ifşa etmelerinden de kor­kulur. İşte bunun İçin Allah Teâlâ ; «Onlar sizi şaşırtmaktan geri kal­mazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler.»  buyuruyor.

Hafız Ebu Ya'lâ dedi: Bize İshâk İbn İsrail'in... Ezher İbn Râşid'-den rivayetine göre : Halk Enes'e gelirdi, o kendilerine anlayamadıkları bir hadîs rivayet edince Hasan el-Basrî'ye giderlerdi ve Hasan el-Basrî» hadisi kendilerine açıklardı.

Ezher İbn Râşid der ki, Enes, bir gün yine Rasûlullah'tan bir ha­dîs rivayet etti. Bu hadîste Rasûlullah (s.a.) şöyle buyuruyordu: Müş­riklerin ateşi ile aydınlanmayın ve yüzüklerinize arapça nakış yapma­yın. Hadîsin mânâsını anlıyamadılar ve yine Hasan el-Basrî'ye giderek ona; Enes bize rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.) : Şirk ateşiyle aydınlan­mayın ve yüzüklerinize arapça nakış yapmayın, buyurmuş. (Bunun anlamı nedir?) dediler.

Hasan el-Basrî şöyle dedi:

Yüzüklerinize arapça nakış yapmayın, demek; yüzüklerinize —ki mühür olarak kullanılırdı.— Muhammed (s.a.) ismini kazımayın, de­mektir. «Şirk ateşi ile aydınlanmayın.» kavli ise kendi işlerinizde müş­riklerle istişare etmeyin, demektir. Sonra Hasan el-Basrî:

Bu tefsirin Allah'ın kitabındaki delili: «Ey îmân edenler, sizden başkalarını  dost  edinmeyin.»   âyetidir,  dedi.

Hafız Ebu Ya'lâ böyle rivayet etti. Neseî de, Mücâhid îbn Mûsâ ka­nalıyla Hüşeym'den; İmâm Ahmed de aynı isnâdla ve fakat Hasan el-Basrî'nin açıklaması olmaksızın Hüşeym'den rivayet eder.

Bu açıklama şüphelidir, fakat anlamı açıktır.

Yüzüklerinize arapça nakış yapmayın, demek; Hz. Peygamberin yüzüğünün nakısına benzememesi için yüzüklerinize arapça yazı kazı­mayın, demektir. Rasûlullah (s.a.) in yüzüğünde ( «MJ^->a«** ) «Muhammed, Allah'ın rasûlüdür» ibaresi yazılıydı. Bunun için sahîh bir hadîste vârid olduğuna göre Rasûlullah başkasının aynı yazıyı yü­züğüne kazıtmasını yasaklamıştır.

«Müşriklerin ateşi ile aydınlanmaya» gelince, bunun da anlamı şudur:

Onların memleketlerinde onlarla birlikte olmanız durumunda, ev­lerde onlarla yakın olmayın. Aksine onlardan uzaklasın ve memleket­lerinden ayrılın.

Bunun için Ebu Dâvûd rivayet eder ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle bu­yurmuştur : Mü'minlerle müşriklerin ateşleri —karşılıklı olarak— gö-rünmemeli (görünmiyecek kadar birbirlerinden uzak olmalılar.)

Başka bir hadîste de şöyle buyurulur: Kim müşrikle birleşir (bir araya gelir) ya da onunla birlikte oturursa onun gibidir.

Bu hadisin, Hasan el-Basrî'nin söylediğine hamledümesi ve âyetin buna delil getirilmesi şüphelidir. Allah en doğrusunu bilendir.

Sonra Allah Teâlâ : «Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Sîneleri-nin gizlediği ise daha büyüktür.» buyuruyor.

Yüzlerinde ve düşünmeksizin dillerinden dökülüveren sözlerinde düşmanlıkları görünür. Kalbleri de İslâm ve müslümanlara karşı kin ve düşmanlık ile doludur. Böyle peyler akıllı kişilere elbette gizli de­ğildir. Bunun için Allah Teâlâ : «Düşünürseniz size âyetlerimizi açık­ladık.» buyuruyor.

«tşte siz öyle kimselersiniz ki onlar sizi sevmezken siz onları se­versiniz!»

Ey mü'minler, münafıklar size karşı îmân izhâr ettikleri için siz münafıkları seviyorsunuz. Halbuki onlar sizi ne zahiren, ne de bâtınen (içlerinden) sevmezler.

«Siz, kitabın bütününe inanırsınız.»

Kitaptaki hükümler hakkında sizin şüphe ve tereddüdünüz y^. Halbuki şüphe, tereddüt ve şaşkınlık onlardadır.

Muhammed îbn İshâk şöyle dedi: Bana Muhammed îbn Ebu Mu-hammed... «Siz kitabın bütününe inanırsınız...» âyeti hakkında İbn Abbâs'dan şu açıklamayı rivayet etti: Siz kendi kitabınıza, onların ki­tabına, ondan önce geçen kitâblara inanırsınız. Halbuki onlar sizin ki­tabınızı inkâr ederler. Onların size karşı Öfke beslemelerinden daha çok siz onlara karşı öfke beslemeye, hak sahibisiniz.

Bunu îbn Cerîr rivayet ediyor.

«Onlar ise ancak sizinle karşılaştıkları zaman: îmân ettik, derler. Yalnız başlarına kaldıkları vakit de size karşı öfkeden parmaklarını ısırırlar.»

Katâde, âyetteki ( J-üvi ) kelimesinin «Parmak uçları» anlamı­na geldiğini; İbn Mes'ûd, Süddî ve Rebî' İbn Enes de «Parmaklar» an­lamında olduğunu söyler.

Bu, münafıkların durumudur : Onlar mü'minlere karşı îmân ve sevgi (dostluk) izhâr ederler. İçleri ise her yönüyle bunun tersinedir.

Nitekim Allah Teâlâ: «Yalnız başlarına kaldıkları vakit te size karşı öfkeden parmaklarını ısırırlar.» buyuruyor ki bu, öfke ve kinin en şiddetli derecesidir.

Allah Teâlâ müteakiben; «De ki: Öfkenizden ölün! Gerçekten Al­lah onların göğüslerinin özünü bilir.» buyuruyor.

Herne kadar îmânlarından dolayı mü'minleri kıskanıyorsanız ve bu durum sizi öfkelendiriyorsa da bilin ki; Allah mü'min kullarına ni­metini tamamlayacak, dinini kemâle erdirecek, dinini yüceltecek ve dinine yardım edecektir, siz öfkenizden geberin!

«Gerçekten Allah onlann göğüslerinin özünü bilir.»

Allah göğüslerinizin, kalblerinizin mü'minlere karşı içerdiği ve gizlediği öfke, kıskançlık ve düşmanlığı iyi bilir. Dünyada, umdukla­rınızın tersini size göstermekle; âhirette de asla çıkmayarak ebediyyen kalacağınız cehennemin şiddetli azâbıyla sizi cezalandıracaktır.

Sonra Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

«Sizlere bir iyilik dokunursa, bu onlan üzer. Ama başınıza bir fe­lâket gelirse, buna sevinirler.»

Bu durum onlann mü'minlere karşı düşmanlıklarının şiddetine de­lâlet eder. Öyle ki mü'minlere bir bolluk, bir zafer bir te'yîd gelse, yar­dımcıları çoğalıp kuvvetlense bu münafıkları ü.îer. Allah'ın bir hikme­tine mebnî müslümanlara kıtlık gelse ya da düşmanları onlara gâlib gelse —ki Uhud günü böyle olmuştu— münafıklar buna sevinirler.

Allah mü'min kullarına hitaben şöyle buyuruyor :

«Sabreder ve sakınırsanız, onlann hilesi size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz ki Allah, onların yaptıklannı kuşatmıştır.»

Allah; mü'minleri sabırla, takva ile, Allah'a tevekkülle, kötülerin kötülüklerinden ve günahkârlann hilelerinden kurtuluşa erdirir. Allah mü'minlerin düşmanlarını kuşatmıştır. Mü'minlerin gücü ve kuvveti ancak Allah iledir. Allah'ın dilediği olur, dilemediği de olmaz. Hiçbir şey O'nun takdiri ve dilemesi olmadan var olmaz. Kim O'na tevekkül ederse Allah ona yeter.

Sonra Allah Teâlâ Uhud savaşını, oradaki mü'min kullarını sına­masını, mü'minlerle münafıkları birbirinden ayırmasını ve sabreden­lerin sabnnı beyân etmeye başlayarak şöyle buyuruyor;[44]

 

121  — Hani, sen mü'minleri savaş için duracakları yere yerleştirmek üzere erkenden ayrılmıştın. Allah Se-mî'dir, Alîm'dir.

122  — O zaman sizden iki takım bozulmaya yüz tut­muştu. Halbuki onların dostu Allah idi. Mü'minler yalnız Allah'a güvenip, dayansınlar.

123  — Andolsun ki siz düşkün bir durumda iken Bedir'de Allah size kat'î bir zafer vermişti. Allah'tan korkun ki şükretmiş olasınız.

 

Uhud Harbinin Başlangıcı

 

İbn Abbâs, Hasan el-Basrî, Katâde, Süddî ve başkalarının söyle­diğine ve cumhûr'a göre burada sözkonusu edilen olay Uhud harbidir.

İbn Cerîr'in Hasen el-Basrî'den rivayetine göre ise burada bahis mevzuu olan olay, Ahzâb (Hendek) harbidir.

Fakat bu görüş garîb olup i'timâd edilemez.

Uhud harbi hicretin üçüncü senesi Şevval ayının cumartesi günü olmuştur.

Katâde'ye göre; Şevvâl'den bir gece geçmişti.

îkrime ise : Şevvalin yansında bir cumartesi günüydü, demektedir.

Uhud harbinin sebebi şöyledir :

Bedr harbinde müşriklerin eşrafından birçoğu öldürülmüş ve fa­kat Ebu Süfyân'ın yanında bulunan ticâret kervanı kurtulmuştu. Ker­van Mekke'ye dönünce öldürülenlerin çocukları ve kalan Mekke bü­yükleri Ebu Süfyân'a : Bu mallan Muhammed ile harbetmek için ayır, dediler.

Böylece mallan bu işe harcadılar ve bir ordu topladılar. Sayılan üç bine yaklaşıyordu. Nihayet Medine taraflarında Uhud yakınında bir yerde konakladılar.

Rasûlulah (s.a.) cum'a günü namazdan sonra Neccâr Oğulların-dan Mâlik İbn Amr'ın (cenaze) namazını kıldırdı ve bilâhere ashabı ile İstişare etti:

Düşmana karşı mı çıkılacak, yoksa Medine'de mi kalınacaktı?

Abdullah îbn Übeyy; Medine'de kalma görüşünü savundu. Eğer müşrikler kaldıkları yerde kalırlarsa kötü bir yerde kalmış olacaklar, Medine'ye girmeye kalkarlarsa erkekler onlarla yüzyüze çarpışacak, kadınlar ve çocuklar da tepelerinden taş yağdıracaklar; dönerlerse kay­betmiş olarak döneceklerdi.

Ashâbdan Bedir savaşına katılmamış olanlar ise düşmana karşı çıkma görüşünü savundular. Rasûlullah (s.a.) evine girdi, zırhını giydi ve onların yanına çıktı.

(Müşriklere karşı çıkma görüşünü savunanlardan) bazılan pişman oldular ve herhalde Rasûlullah'ın (s.a.) hoşuna gitmeyecek bir şey yaptık, diyerek Rasûl-i Ekrem'e ; Ey Allah'ın Rasûlü, dilersen kalalım, dediler.

Rasûlullah (s.a.) ise : Bir peygambere —Allah kendisi hakkında hüküm vermedikçe— zırhım giydikten sonra dönmesi yaraşmaz, bu­yurdular.

Rasûlullah (s.a.) bin kadar ashâbıyla yola çıktı. Şavt —Medîne İle Uhud arasında bir bahçedir— denilen yere gelince Abdullah İbn Übeyy, kendisinin görüşüyle hareket edilmediği bahanesiyle ve yanında ordu­nun üçte biri olduğu halde geri döndü. O ve arkadaşları şöyle diyor­lardı : Bu gün harb olacağını büsek size uyardık. Fakat bugün onlarla harbedeceğinizi sanmıyoruz.

Rasûlullah (s.a.) yürümeye devam ederek Uhud eteklerine vardı. Vadinin bir tarafına kondu, askerlerinin arkasını Uhud dağına verdi ve şöyle buyurdu: Ben emir verinceye kadar kimse kesinlikle harbet-meyecek.

Rasûlullah (s.a.) yediyüz ashabı ile harbe hazırlandı, elli okçunun başına Amr îbn Avf oğullarının kardeşleri olan Abdullah tbn Cübeyr'i geçirdi ve onlara: Atlıları (oklarınızla) bizden uzaklaştırın, sizin önü­nüzden geçip bize ulaşamasınlar, savaş lehimizde de olsa aleyhimizde de olsa yerlerinizden ayrılmayınız. Yenildiğimizi görseniz bile yeriniz­den kesinlikle ayrılmıyacaksınız, buyurdular.

Rasûl-i Ekrem üst üste iki zırh giydi ve sancağı Abd'üd-Dâr oğul­larının kardeşi Mus'ab İbn Ümeyr'e verdiler.

Rasûlullah (s.a.) bazı çocukların bu harbe çıkmasına izin vermiş; bazılarım ise bırakarak onlara da bu olaydan yaklaşık iki sene sonra olan Hendek muharebesinde müsâade buyurmuşlardır.

Kureyş de harbe hazırlandı. Üç bin kişiydiler. Yanlarında ikiyüz de at vardı ve onları yedekte tutuyorlardı. Atlıların sağ kanadının ba­şına Hâlid İbn Velîd'i, sol kanada da îkrime îbn Ebu Cehli geçirmişler, sancağı Abd'üd-Dâr oğullarına vermişlerdi.

İki ordu arasında geçenler inşâallah İlgili âyetler geldiğinde ge­nişçe anlatılacaktır.

Allah Teâlâ buyuruyor ki; «Hani, sen mü'minleri savaş için dura­cakları yere yerleştirmek üzere onlara yerlerini bildirmek, ordunun sağ ve sol kanatlarında senin emrettiğin yerlerde durmak üzere yerleştir­mek için, erkenden evinden ayrılmıştın. Allah, onların söylediklerini işi-tici ve kalblerinde olanları iyi bilicidir,»

îbn Cerîr burada şöyle bir soru soruyor: Rasûlullah (s.a.) in, Uhud'a Cum'a günü namazdan sonra yürüdüğünü nasıl söylerler? Hal­buki Allah Teâlâ «Hani, sen mü'minleri savaş için duracakları yere yer­leştirmek üzere erkenden evinden ayrılmıştın.» buyuruyor. Bu soruya kendisi şöyle cevap verir: Rasûlullah'ın, ashabını savaşacakları yere yerleştirmek üzere çıkması Cumartesi günü sabahleyin olmuştur.

Allah Teâlâ:

«O zaman sizden iki takım bozulmaya yüz tutmuştu.» buyuruyor. Buhârî diyor ki; Bize Ali İbn Abdullah'ın... Câbir İbn Abdullah'dan rivayetinde o, «O zaman sizden İki takım bozulmaya yüz tutmuştu.» âyeti hakkında şöyle dedi:

Bozulmaya yüz tutan iki takım biz; yani Harise oğullan ve Seleme oğullan idik. «Halbuki onların dostu Allah idi.» kavlinden dolayı âyetin indirilmemiş olmasını da istemezdik.

Müslim de bunu Süfyân İbn Uyeyne hadîsinden rivayet eder. Aynı şekilde seleften birçoğu da bu İki grubun Harise oğullan ile Seleme oğulları olduğunu söylerler.

Alalh Teâlâ : «Andolsun ki, siz düşkün bir durumda iken Bedir'de Allah size kat'î bir zafer vermişti. Allah'dan korkun ki şükretmiş ola­sınız.» buyuruyor.

Bedir savaşı, hicretin ikinci yılı Ramazân'ının 17. Cum'a günü olmuştu. Bedir, hak ile bâtılın ayrıldığı, müslümanlann sayıca az ol­malarına rağmen, Allah'ın İslâm'ı ve müslümanlan yüceltip şirki kah­reylediği, şirk yerlerini tahrîb eylediği bir gündür. Müslümanlar o gün, 313 kişiydiler, iki atlan, yetmiş develeri vardı. Kalanları yaya İdi. İh­tiyâçları olan harp malzemeleri de yeterli değildi.

Düşman ise 900 ilâ 1000 kişi arasında olup zırh ve miğferler giy­mişlerdi. Harp malzemeleri tamâmdı süslü ve güçlü atlara sahiptiler.

Buna rağmen Allah, Rasûlünü yüceltti, dinini muzaffer kıldı, pey­gamberin ve taraftarlarının yüzünü ağarttı, şeytânı ve neslini rezîl-ü rüsvây etti.

Bunun için Allah Teâlâ kendinden korkan ve sakınan mü'min kul-lanna bu nimetini hatırlatarak : «Andolsun ki, siz düşkün bir durum­da iken Bedir'de Allah size kat'î bir zafer vermişti.» buyuruyor. Sizin sayınız az idi. Böylece zaferin ancak Allah katından olduğunu, sayı ve hazırlığın fazlalığına bağlı olmadığını anlamış olacaktınız.

Bu gerçeğe işaretle Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyuruyor: «Andolsun ki Allah size... Huneyn gününde yardım etmiş­ti. Hani çokluğunuz sizi böbürlendirmişti de size bir faydası olmamıştı. Yeryüzü, genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra gerisin geri dönüp gitmiştiniz. Bilâhere Allah Rasûlü ile mü'minlerin üzerine sekînetini in­dirmişti, görmediğiniz orduları da indirmişti ve kâfirleri azaba uğrat­mıştı. Kâfirlerin cezası buydu. Sonra Allah bunun ardından dilediği­nin tevbesini kabul eder. Allah Ğafûr'dur, Rahîm'dir.» (Tevbe, 25 - 27)

İmâm Ahmed diyor; Bize Muhammed İbn Ca'fer... İyâz el-Eş'arî'-den rivayet etti ki o şöyle dedi: Yermûk harbinde bulundum. Bize beş kişi kumandanlık yaptı: Ebu Ubeyde, Yezîd İbn Ebu Süfyân, İbn Ha-sene, Hâlid îbn Velîd ve İyâz (Bu İyâz, Semmâk'e hadîsi rivayet eden İyâz defcücliT.) Râvİ devam eder ; Hz. Ömer, bize harb olduğunda Ebu Ubeyde'ye yapışın, (onu kumandan yapın) demişti. Biz de Ebu Ubey-de'ye : Ölüm bizi sıkıştınyor, diye haber gönderip yardım istedik. O da bize şöyle yazdı: Benden imdat isteyen mektubunuz bana geldi. Size yardım edecek daha yüce, orduları daha güçlü olan birini size haber vereyim: Allah Teâlâ. Siz O'ndan imdâd dileyin. Muhammed (s.a.) Bedir günü sizden daha az bir sayıyla zafere erdirilmişti. Size bu mek­tubum gelince (hemen) harbe tutuşun ve bana müracaat etmeyin.

Hemen harbe tutuştuk ve düşmanı bozguna uğratarak dört fer­sah kovaladık çokça ganimet elde ettik. Bunlan nasıl taksim edelim diye yaptığımız müşavere neticesi îyâz, herkesi öldürdüğü beher düş­man için on hisse verilmesi görüşünü İleri sürdü.

Râvî anlatıyor : Ebu Ubeyde :

Benimle kim yansır? diye sordu. Bir genç: Ben, dedi. Ebu Ubey­de; ya kazanamazsan? dedi. Yarışın sonunda, delikanlı Ebu Ubeyde'yi geçti. Ebu Ubeyde çıplak bir atın üstündeydi, delikanlının arkasında kalmıştı, saç Örgüleri uçuşuyordu.

Bu hadîsin isnadı sahihtir. İbn Hibbân da sahîh'inde Bündâr ka­nalıyla Gunder'den tahrîç etmiş ve Hafız Ziya el-Mekdisî de kitabında bu hadîse yer vermiştir.

Bedr, Mekke ile Medine arasında bir yer olup kuyusu ile tanınır. Kuyu, onu kazan Bedr İbn en-Nârîn isimli adama nisbet edildi.

Şa'bî der ki: Bedr, aynı adı taşıyan bir adama âit kuyudur.

Bunlardan sonra Allah Teâlâ: «Allah'dan korkun ve O'na itaat üzre olun ki şükretmiş olasınız,» buyuruyor.[45]

 

124  — Hani sen, mü'minlere: İndirilmiş üç bin me­lekle Rabbınızın size yardım etmesi yetmez mi? diyordun.

125  — Evet. Sabreder, sakınırsanız ve onlar da hemen üzerinize gelirlerse, Rabbmız size nişanlı beş bin me­lekle yardım edecektir.

126  — Bu yardımı Allah; size sırf bir müjde olsun ve kalbleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yoksa zafer, an­cak Azîz ve Hakîm olan Allah'tandır.

127  — Küfredenlerin bir kısmını kessin veya perişan etsin de ümitsiz olarak geri dönüp gitsinler diye.

128  — Senin elinde emirden bir şey yok. Allah, ya onların tevbesini kabul eder, yahut ta zâlim oldukları için azâblandırır.

129  — Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azâb eder. Ve Allah Ğafûr'-dur, Râhim'dir.

 

Hüküm, Yalnızca Allah'ındır

 

Allah Teâlâ'nın bu va'dinin Bedr'de nü, yoksa Uhud'da mı oldu­ğunda müfessirler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

«Hani sen mü'minlere... diyordun» âyeti «Allah Bedr'de size kat'î bir zafer vermişti.» âyetine atfedilmiştir.

Bu görüş; Hasan el-Basrî, Amir eş-Şa'bî, Rebî' tbn Enes ve başka­larından rivayet edilmiştir, tbn Cerîr de bu görüşü tercîh etmiştir.

Abbâd İbn Mansûr, Hasan'dan rivayetle «Hani sen mü'minlere... diyordun» âyetinin Bedr günü olduğunu söylemiştir.

Bunu îbn Ebu Hatim rivayet eder ve der ki: Bize Mûsâ İbn îs-mâîrin... Âmir eş-Şa'bî'den rivayetine göre; Bedr günü Kürz îbn Câ-bir'in müşriklere yardıma geldiği haberi müslümanlara ulaşınca, bu onlara zor geldi. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Hani sen mü'minlere: İndirilmiş üçbin melekle Rabbınızın size yardım etmesi yetmez mi? diyordun. Evet. Sabreder, sakınırsanız ve onlar da hemen üzerinize ge­lirlerse, Rabbımz size nişanlı beşbin melekle yardım edecektir.» âyet­lerini indirdi. Ancak Kürz'e bozgun haberi ulaştı ve o da müşriklere yardıma gelmedi. Böylece Allah Teâlâ da müslümanlara beş bin mejek göndermedi.

Rebî' îbn Enes diyor ki: Allah, müslümanlara bin meleği yar­dıma gönderdi. Melekler sonra üç bin, daha sonra da beş bin oldular.

Bu kavle göre, bu âyetler ile

«Allah bunu size sırf bir müjde olsun ve kalbleriniz yatışsın diye yapmıştı. Yardım ancak Allah katındandır. Muhakkak ki Allah Azîz'-dir, Hakîm'dir.» (Enfâl, 10) âyetinin arası nasıl cem'edilecektir? deni­lirse şöyle deriz:

Hani, siz Rabbımzdan imdâd istiyordunuz da; «Birbiri ardında bin melekle size imdâd ederim.» diyerek duanıza icabet etmişti. (Enfâl, 9) âyetinde bin sayısının zikredilmesi, âyetteki ardarda gelen kelimesi dolayısıyla meleklerin üçbin ve daha fazla olmasına ters düşmez. Zîrâ bu kelimeden, gönderilen bin meleğe başka binlercesinin eklenmesi ve peşlerinden gönderilmesi anlamı anlaşılır. Enfâl süresindeki âyetin akışı da buradaki âyetin akışına benzemektedir.

Zahir olan ve bilinen şudur ki; meleklerin harbe iştiraki Bedir gü-nündedir. Doğrusunu en iyi Allah bilir.

Saîd İbn Ebu Arûbe de Katâde'den rivayetle Allah Teâlâ Bedr günü beşbin meleği mü'minlere yardıma gönderdi, demektedir.

Allah'ın bu va'di; «Hani, sen mü'minleri savaş için duracakları yere yerleştirmek üzere erkenden evinden ayrılmıştın.» âyetiyle İlgili­dir ve bu, Uhud günüdür.

Bu görüş Mücâhid, tkrime, Dahhâk, Zührî, Mûsâ İbn Ukbe ve başkalarma aittir. Fakat bunlar : Beşbin meleğin yardıma gelmesi vaki' olmamıştır. Zîrâ mü'minler o gün kaçtılar, diyorlar. îkrime de : Üçbin melek de yardıma gönderilmemiştir. Zira Allah Teâlâ: «Evet. Sabre­der, sakınırsanız.» buyurmaktadır. Halbuki mü'minler o gün sabret­memişler, aksine kaçmışlar ve dolayısıyla bir melek dahi yardıma gön­derilmemiştir, diye ilâve eder.

Allah Teâlâ; »Evet, düşmanlarınıza sabreder, Benden sakınır ve emrime itaat ederseniz ve onlar da hemen üzerinize gelirlerse...» bu­yuruyor.

Hasan, Rebî' ve Süddî âyetteki "ve onlar da hemen üzerinize gelirlerse» kısmını, bu yüzleriyle, bu yönleri ve şekilleriyle şeklinde tefsir etmişlerdir.

Mücâhid, îkrime ve Ebu Salih ise öfkeleriyle, demiştir.

Dahhâk; bu öfkeleri ve halleriyle, demiştir.

Avfî, İbn Abbâs'dan, bu seferlerinde, şeklinde tefsir etmişlerdir. Başkaları da, bu öfkeleriyle, şeklinde anlamışlardır.

«Rabbınız size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir.»

Ebu İshâk es-Sübey*î Harise İbn Mudarrab'dan, o da Ali İbn Ebu Tâlİb'den rivayet etti ki o şöyle demiş :

Bedir günü meleklerin nişanı beyaz yün İdi. Ayrıca atlarının alın­larında da nişanlan vardı.

Bunu İbn Ebu Hatim rivayet ediyor ve sonra diyor ki: Bize Ebu Zür'a... Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki o, bu âyet hakkında şöyle de­miştir : Kırmızı yünle «nişanlı» beş bin melekle.

Mücâhid, âyetteki kelimesini şöyle açıklar: Atları­nın yeleleri düzeltilmiş, alınları ve atların kuyrukları beyaz yünle ni­şanlanmıştı.

Avfî, İbn Abbâs'dan rivayetle şöyle der; Melekler, yün ile alâmet-lenmiş olarak Hz. Muhammed (s.a.) e geldiler. Hz. Muhammed (s.a.) ve ashabı da kendilerini ve atlarını yünle nişanladılar, işaretlediler.

İkrime ve Katâde aynı kelimeyi «Harp nişanı ile nişanlanmış» şek­linde anlarken, Mekhûl «Sarıkla nişanlı» şeklinde yorumlamaktadır.

İbn Merdûyeh Abdülkuddûs İbn Habîb kanalıyla... İbn Abbâs'dan rivayet ediyor: Rasûlullah (s.a.) âyetteki kelimesinin be­lirlenmiş demek olduğunu bildirerek, Bedr günü meleklerin nişanı si­yah sarık Huneyn günü de kırmızı sarık idi, buyurmuş.

Husayn İbn Mahânk hadîsinde... tbn Abbâs'dan rivayet ediliyor ki o şöyle demiş:

Melekler Bedr gününden başka savaşmadılar.

İbn îshâk diyor: Bana itham etmediğim birisi Mİksem'den, O da İbn Abbâs'dan rivayet etti ki o şöyle dedi:

Bedr günü melekler beyaz sarıklıydılar, sarıklarının (ucunu) sırt­larına salıvermişlerdi. Huneyn fünü de kırmızı sarıkları vardı. Melek­ler Bedr gününden başka bir günde muharebe etmediler. Melekler Bedr'den başka günlerde yardımcı olarak bulunmuşlar, ancak vuruş-mamışlardır. (...)

İbn Ebu Hatim diyor : Bize Ahmesî'nin... Yahya İbn Abbâd'dan ri­vayetine göre : Zübeyr (r.a.), Bedr günü başına san bir sank sarmıştı. Melekler ise başlannda san sarıklarla inmişler.

Aynı hadîsi îbn Merdûyeh de Hişâm İbn Urve kanalıyla... Abdul­lah îbn Zübeyr'den rivayet etmiştir.

Allah Teâlâ buyuruyor ki; «Bu yardımı Allah, size sırf bir müjde olsun ve kalbleriniz bununla yatışsın diye yaptı.»

Allah'ın melekleri indirmesi ve bunu size bildirmesi sadece size bir müjde olsun diye ve kalbinizi ferahlatmak, huzura kavuşturmak içindir. Değilse elbette zafer sadece Allah katmdandır ve Allah siz ol­madan ve sizin muharebenize ihtiyâç duymadan da düşmanlarından intikamını alır.

Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîmede mü'minlere kendi yolunda savaşmayı emrettikten sonra : («Eğer Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat kiminizi kiminizle denemek ister. Allah yolun­da öldürülenlere gelince; Allah onlann amellerini asla boşa çıkarmaz. Onları hidâyete eriştirecek ve durumlannı düzeltecektir. Onlan kendi­lerine tanıttığı cennete koyacaktır.» (Muhammed, 4-6) buyuruyor. Ay­nı nedenle burada da : «Bu yardımı Allah, size sırf bir müjde olsun ve kalbleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yoksa zafer, ancak Aziz ve Hakim olan Allah'tandır.» buyurmaktadır. O, edilemeyen bir izzet, öl­çüsünde ve sağlamlıkta hikmet sahibidir.

Sonra Allah Teâlâ buyuruyor ki; «Küfredenlerden bir kısmını kes­sin... diye.»

Size (kâfirlerle) cihâdı ve vuruşmayı emrediyor. Çünkü her yö­nüyle bunda hikmet vardır ve yine bunun için Allah Teâlâ kendileriyle çarpışılan kâfirler hakkında mümkün olan her konuyu zikrederek: «Küfredenlerden bir kısmını kessin, onlardan bir ümmeti perişan etsin veya helak etsin de umduklarına erişemeyince eski öfkelerine dönsün­ler. Ümitsiz olarak geri dönsünler, diye.» buyurur.

Sonra Allah Teâlâ bir"ara cümlesiyle dünya ve âhirette hükmün tek başına ve ortaksız olarak kendine âit olduğuna delâlet etmek üzere: «Senin elinde emirden bir şey yok.» buyuruyor. Bütün emir Allah'ın­dır. Nitekim başka âyet-İ kerîme'lerde de şöyle buyurur:

«Senin vazifen sadece tebliğ etmektir. Hesâb sormaksa bize dü­şer.» (Ra'd, 40)

«Onları hidâyete erdirmek sana düşmez. Allah dilediğini hidâyete erdirir.» (Bakara, 272)

«Muhakkak ki sen her sevdiğini hidâyete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidâyete erdirir.» (Kasas, 56)

Muhammed İbn îshâk «Senin elinde emirden bir şey yok.» âyeti hakkında şöyle der : Benim sana emrettiğim dışında senin elinde, kul­larım hakkında herhangi bir hüküm yoktur.

Sonra Allah Teâlâ kendileriyle döğüşülen kâfirler hakkında söyle­nebilecek şeylerin kalan kısımlarını da zikrederek : «Allah, ya onların küfürden dönmek üzere yaptıkları tevbelerini kabul eder ve onlan sa­pıklıktan sonra hidâyete erdirir, ya da küfürleri ve günâhları yüzün­den onlan azâblandırır. Çünkü onlar zâlimlerdir ve bunu hak etmişler­dir.» buyuruyor.

Buhârî diyor: Bize Hıbbân İbn Mûsâ... Sâlinı'den, o da babasın­dan rivayet etti ki; O, Rasûlullah (s.a.) in sabah namazında, ikinci rek'atın rükû'undan doğrulurken de­dikten sonra: Allah'ım, falana ve falana la'net et, dediğini duymuş. Rasûlullah'ın bu duası üzerine Allah Teâlâ : «Senin elinde emirden bir şey yoktur.» âyetini indirmiş.

Neseî de bunu Abdullah îbn Mübarek ve Abdürrezzâk hadisinden, her ikisi de Ma'mer'den rivayet ederler.

tmâm Ahmed diyor : Bize Ebu Nadr... Sâllm'den, o da babasından rivayet etti ki o şöyle demiş: Rasûlullah (s.a.) 1: Allah'ım falana la'­net eyle, Haris tbn Hişâm'a, Süheyl İbn Amr'a, Safvân İbn Ümeyye'ye la'net eyle, derken işittim. Bunun üzerine: «Senin elinde emirden bir şey yok. Allah ya onların tevbelerini kabul eder, yahut da zâlim olduk­ları için azâblandırır.» âyetini indirdi. Hepsinin de tevbeleri kabul edildi.

Ahmed der ki: Bize Ebu Muâviye el-Ğalâbî'nin... Abdullah'dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) dört kişiye beddua ederdi de Allah Teâlâ : «Senin elinde emirden birşey yok.» âyetini indirdi. Râvî der ki: Allah Teâlâ onları İslâm'a hidâyet buyurdu. Muhammed îbn Aclân'ın Nâfî'den, onun da İbn Ömer'den rivayetine göre o şöyle demiştir: Al­lah Rasûlü (s.a.) müşriklerden bazı kimselere isimlerini belirterek bed­dua ederdi. Nihayet Allah Teâlâ : «Senin elinde emirden birşey yok.» âyetini indirdi.

Yine Buhârî rivayet ediyor: Bize Mûsâ îbn îsmâîl... Ebu Hürey-re'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.) birine beddua edeceği, ya da dua buyuracağı zaman rükû'dan sonra kunut yapardı. Bazan dedikten sonra sesli olarak: Allah'ın Velîd îbn el-Velîd'i, Seleme îbn Hiş&m'ı, Ayyaş İbn Ebu Rebîa'yı ve zayıf mü'-minleri —Hadîsin K. et-Tefsîr'deki rivayetinde, zayıf müminler kısmı yoktur. Bu kısım K. ed-Deavât'daki rivayetinde vardır.— kurtar. Al­lah'ım Mudar'ı sıkıştır ve onlara Yûsuf (a.s.) un kıtlık seneleri gibi kıtlık seneleri ver, der; bazan da sabah namazında arap kabilelerinden bazıları hakkında:

Allah'ım falana ve falana la'net et, derdi. Nihayet Allah: «Senin elinde emirden bir şey yok.» âyet-i kerîme'sini indirdi.

Buhârî diyor Ki; Humeyd ve Sâbit'in Enes İbn Mâlik'den rivayet ettiklerine göre; Rasûlullah (s.a.) Uhud günü yaralandığında : Pey­gamberlerini yaralayan bir kavim, nasıl kurtuluşa erdirilir? buyurmuş ve bunun üzerine «Senin elinde emirden bir şey yok.» âyet-i kerîme'si nazil olmuştur.

Bu hadis Müsned olarak da rivayet edilmiştir.

Buhârî Uhud harbiyle ilgili olarak rivayet ettiği hadiste şöyle diyor: Bize Yahya İbn Abdullah... Salim İbn Abdullah'dan, o da ba­basından rivayet etti ki, Abdullah, Rasûlullah (s.a.) m sabah namazın­da ikinci rek'atın rükû'undan doğrulduğunda dedikten sonra: Allah'ım falana, falana ve falana lanet eyle, dediğini işitmiş, bunun üzerine Allah: «Senin elinde emirden bir şey yok.» âyet-i kerîme'sini indirmiş.

Hanzala îbn Ebu Süfyân der ki; Salim İbn Abdullah'ı şöyle derken işittim : Rasûlullah (s.a.) Safvân îbn Ümeyye, Süheyl îbn Amr ve Haris İbn Hişam'a beddua eylemişti. Bunun üzerine: «Senin elinde emirden bir şey yok.» âyet-i kerîme'si nazil oldu.

Bu fazlalık, Buhârî'de muallak ve mürsel olarak vardır. Biraz önce İmâm Ahmed'in Musned'inde müsned ve muttasıl olarak geçmişti.

İmâm Ahmed diyor: Bize Hüşeym... Enes'den rivayet etti ki: Uhud günü Rasûlullah (s.a.) in ön dişleriyle azı dişleri arasında bulunan dişi kırılmış ve alnından yaralanmış, yüzüne kan akıyordu. Ra-sûl-i Ekrem; kendilerini Allah'a da'vet eden peygamberlerine bunu ya­pan bir kavim nasıl kurtulura erdiriür? buyurdular. Bunun üzerine Al­lah Teâlâ : «Senin elinde emirden bir şey yok...» âyet-i kerîme'sini in­dirdi.

Bu hadîsin Ka'nebî kanalıyla... Enes'den rivayetinde Müslim tek kalmıştır.

îbn Cerîr şöyle diyor: Bize îbn Humeyd... Katâde'den rivayet etti ki o şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.) Uhud günü yaralandı, ön dişleriyle azı dişi arasında bulunan dişi kırıldı, kaşı açıldı, üzerinde üst üste iki zırh olduğu halde yere düştü. Kendisinden kan akıyordu. Ebu Huzey-fe'nin kölesi Salim efendimizin yanına geldi, yere oturtarak yüzündeki kanları sildi. Efendimiz şöyle buyurarak kendine geldi: Peygamberle­rine bunu reva gören bir kavme Allah ne yapmaz. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Senin elinde emirden bir şey yok.» âyet-i kerîme'sini indirdi.

Bu hadîsi Abdürrezzâk, Ma'mer'den o da Katâde'den rivayet et­miştir. Ancak onların rivayetinde, Rasûlullah (s.a.) kendine geldi; iba­resi yoktur.

Sonra Allah Teâlâ şöyle buyurur :

«Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Her şey Allah'ın malıdır, gök ve yer ehli O'nun kullarıdır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azâb eder. Yegâne tasarruf sahibi O'dur, hükmüne karşı çıkılamaz, yaptıklarından sorulamaz, halbuki onlar yaptıklarından sorulacaklar­dır ve Allah Ğafûr'dur, Rahimdir.»[46]

 

130  — Ey îmân edenler; kat kat faiz yemeyin. Allah'­tan korkun ki felah bulaşınız.

131  — Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten sakının.

132  — Allah'a ve Peygamber'e itaat edin ki rahmete erdirilesiniz.

133  — Rabbmızm mağfiretine ve genişliği  göklerle yer arası kadar olan cennete koşun. O, takva sahipleri için hazırlanmıştır.

134  — Onlar ki", bollukta ve darlıkta infak ederler, öf­kelerini yenerler, insanların kusurlarını bağışlarlar. Allah ihsan edenleri sever.

135  — Onlar ki, fena bir şey yaptıklarında veya ken­dilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar; hemen günâhla­rının bağışlanmasını dilerler. Günahları, Allah'tan başka kim bağışlar? Hem onlar yaptıklarında bile bile ısrar da etmezler.

136  — îşte onların mükâfatı; Rablarmdan bir mağfi­ret ve altından ırmaklar akan cennetlerdir. Orada temelli kalacaklardır. Ne de güzeldir mükâfatı iş yapanların.

 

Savaş ve Faiz

 

Allah Teâlâ, mü'min kullarına faiz almayı, ve kat kat faiz yemeyi yasaklıyor. Araplar, câhiliyye devrinde, borcun va'desi geldiğinde, «Ya Ödersin ya da artırırsın (artırılır)» derlerdi. Borçlu borcunu öderse ne âlâ. Değilse borcun va'desi uzatılır, miktarı da artırılırdı. Her sene bu minval üzere devam eder, az olan borç artar, artar; esâs borcun kat kat üstüne çıkardı.

Allah Teâlâ mü'minlere dünya ve âhirette kurtuluşa erebilmefc için takva üzere olmalarını emrederek onları cehennemle tehdîd ediyor, cehennemden sakındırıyor ve şöyle buyuruyor :

«Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten sakının. Allah ve Peygam­bere itaat edin ki rahmete erdirilesiniz.»

Sonra da onları hayır işlerine, kendilerini Allah'a yaklaştıran amel­lere koşmaya davet ederek: «Rabbınızm mağfiretine ve genişliği gök­lerle yer arası kadar olan cennete koşun. Cehennemin kâfirlere hazır­landığı gibi o da takva sahipleri İçin hazırlanmıştır.» buyuruyor.

«Genişliği göklerle yer arası» ibaresinin, cennetin uzunluğunun son derecede fazla olduğuna işaret olduğu söylenmiştir. Nasıl, cennet yatakları nitelenirken; «İçleri kalın ipekten atlastandır» (Rahman, 54) buyuruluyorsa «İçi atlastan olan cennetin dışı nasıl olur bir düşünün» denilmek isteniyor.

Diğer bir te'vîli ise şöyledir:

Genişliği uzunluğu gibidir, zîrâ O Arş'ın altında bir kubbedir. Kub­beli ve yuvarlak bir şeyin ise uzunluğu ile genişliği birdir.

Sahîh-i Buharî'deki şu hadîs buna delâlet eder :

Allah'tan cenneti istediğinizde O'ndan Firdevs'i isteyin. Muhak­kak ki Firdevs, cennetin ortası ve en yüce yeridir. Onun şöyle dediğini sanıyorum. Üzeri Allah'ın Arş'ıdır, cennet ırmakları oradan kaynar.

Bu âyet-i kerîme, Hadîd süresindeki şu âyet gibidir:

«Rabbınızdan bir mağfirete, Allah'a ve peygamberlerine îmân eden­ler için hazırlanmış olup da genişliği yerle göğün genişliği kadar olan cennete koşuşun.» (Hadîd, 21)

İmâm Ahmed'in Müsned'inde, Heraklius'un Rasûlullah (s.a.) a; Sen, beni genişliği göklerle yer arası kadar olan bir cennete çağı­rıyorsun. Peki cehennem nerede? diye yazdığını ve Rasûlullah (s.a.) in da : Sübhânallah, gündüz geldiğinde gece nerede? diye karşılık verdiği­ni daha önce zikretmiştik.

İbn Cerîr der ki: Bana Yûnus'un... Ya'lâ İbn Mürre'den rivaye­tinde o şöyle anlatıyor: Hirakl'ın Allah Rasûlü (s.a.) m göndermiş ol­duğu elçisi et-Tenûhî'ye Hıms'da rasladım. İyice yaşlanmıştı. Dedi ki: Hirakl'm mektubunu Allah Rasûlü (s.a.) ne getirdim. Solunda duran birisi sayfayı aldı. Ben: Mektubu okuyan arkadaşınız kim? diye sor­dum. Muâviye dediler. Mektupta : Sen beni genişliği göklerle yer arası kadar olan ve müttakîler için hazırlanan cennete çağırmak üzere mek­tup yazmışsın. Peki cehennem nerede? deniliyordu. Allah Rasûlü (s.a.): Sübhânallah!  Gündüz geldiğinde gece nerede oluyor ki? buyurdu.

(...................)

A'meş Süfyân esnSevrî ve Şu'be, Kays İbn Müslim'den o da Tank İbn Şihâb'dan rivayet ediyor ki: Yahudilerden bir grup Hz. Ömer'e, genişliği göklerle yer arası kadar olan cenneti sordular ve, o halde ce^ hennem nerede? dediler.

Öece olunca gündüz; gündüz olunca da gece nerede söyler misiniz? diye cevap verdi. Onlar: Muhakkak ki bunun örneğini Tevrat'tan al­dın, dediler.

Hadîsi üç kanaldan rivayet eden İbn Cerîr sonra şöyle der: Bize Ahmed îbn Hâzim'in... Yezîd îbn el-Asamm'dan rivayetine göre Kitâb ehlinden biri şöyle demiş : Genişliği göklerle yer arası olan cennet (e koşun diyorsunuz). Peki cehennem nerede? diyorlardı. İbn Abbâs şöyle dedi: Gündüz geldiğinde gece; gece geldiğinde gündüz nerede oluyor? Ayrıca merfû' olarak da rivayet edilmiştir. Şöyle ki: Bezzâr... Ebu Hü-reyre'den rivayet etti: Bir adam Rasûlulah (s.a.) a geldi ve; Allah Te&l&'nın «Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete koşun» âye­tini görüyor musun? Peki o halde cehennem nerede? diye sordu. Ra-sûlullah (s.a.) : Bak, gece olup her şeyi örttüğünde gündüz nerede? buyurdu. Adam : Allah'ın dilediği yerde, deyince Allah'ın Rasûlü; işte cehennem de böyle, Allah'ın dilediği yerdedir, buyurdular. Bu ifâde, iki anlama gelebilir :

1- Gündüz olunca geceyi göremememiz onun herhangi bir yerde bulunmadığı anlamına gelmez. Biz bilemesekte cehennem de böyledir ve Allah'ın dilediği bir yerdedir. Bu mânâ, Ebu Hüreyre hadîsinde de geçtiği üzere son derece açıktır.

2- Gündüz âlemin yüzünü bir yönden kaplayınca diğer yüzü gece olur. Cennet de böyledir ve göklerin üstünde, Arş'ın altında A'lâ-i îlliyyîn'de (Yücelerin yücesinde) olup genişliği Allah Teâlâ'nın buyur­duğu üzere «Göklerle yer arası kadardır.» Cehennem ise esfel-i sâfilîn-de olup cennetin genişliğinin göklerle yer arası kadar olması cehenne­min var olmasına engel değildir.

Sonra Allah Teâlâ cennet ehlinin niteliklerini zikretmek üzere söyle buyuruyor : «Onlar ki bollukta ve darlıkta,» sevinilecek ve yeri­nilecek durumlarda, sağlık ve hastalık hallerinde, kısaca her durumda Allah Teâlâ'nın başka bir âyette «Gece gündüz, gizli ve açık olarak mal­larını infâk eder, Allah yolunda harcarlar.» buyurduğu gibi, infâk eder, Allah yolunda harcarlar. Hiçbir şey onlan Allah'a itaatten, O'nun rızâ­sına kavuşturacak yerlere mallarını harcamaktan, çeşitli yollarla akra­balarına ve Allah'ın diğer yaratıklarına ihsanda bulunmaktan alıkoya­maz.[47]

 

Öfkeyi Yenmek

 

«Öfkelerini yenerler», insanların kusurlarını bağışlarlar. Öfkeleri kabardığı zaman onu yener ve kendilerine kötülük yapanları affe­derler.

Bir hadîste şöyle buyurulur: Allah Teâlâ :

Ey Âdem oğlu, öfkelendiğinde Beni an (hatırla) ki Ben de öfkelen­diğimde seni hatırlayayım da helak ettiklerim arasında seni de helak etmeyeyim, buyurmuştur.

Hadîsi îbn Ebu Hatim rivayet etmiştir.

Ebu Ya'lâ Müsned'inde   rivayet   ediyor: Muhammed tbn el-Müsennâ... Enes İbn Mâlik'ten, o da babasından rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.) : Kim öfkesini tutarsa, Allah da ona karşı azabını tutar. (Ona azâb etmez.) Kim dilini saklar, muhafaza ederse Allah da onun ayıbını gizler. Kim de Allah'a özrünü beyân ederse Allah o kimsenin özrünü kabul eder, buyurmuştur.

Bu, garîb bir hadîstir ve isnadında şüphe vardır.

îmâm Ahmed diyor: Abdurrahmân'ın... Ebu Hüreyre'den riva­yetinde Rasûlullah (s.a.) :

Cesur ve yiğit kişi; (herkese gâlib gelen) kuvvetli kişi değil, öfkeli ânında nefsine hâkim olan kişidir, buyurdular.

Hadîsi Buhârî ve Müslim de Mâlik'den rivayetle tarırıç etmişlerdir.

İmâm Ahmed diyor: Bize Ebu Muâviye... Abdullah îbn Mes'ûd'-dan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu :

Hanginize vârisinin malı kendi malından daha sevimli gelir? Orada bulunanlar; Ey Allah'ın Rasûlü, biz hepimiz kendi malımızı vârisimizin malından daha çok severiz, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular: Şunu iyi bilin ki, herkes vârisinin malını kendi ma­lından daha çok sever. Malından, sadece kendinden önce gönderdiğin (Allah yolunda harcadığın) sana aittir. Geriye bıraktığın ise vârisinin malıdır, buyurdular. Sonra devam ederek; size göre güçlü kuvvetli kişi kimdir? diye sordular.

Biz : İnsanların yenemediği kişidir, dedik. Rasûlullah (s.a.);

Hayır, buyurdular. Öfke anında kendine hâkim olan kişidir.

Sonra devam ederek; Peki kimi, Rakûb çocuğu ya­şamayan sayarsınız? diye sordular.

Biz : Çocuğu olmayanı, dedik. Rasûlullah (s.a.), hayır çocuğunun kendisine önceden birşey (hayır) göndermediği kişidir, buyurdular.

Hadîsin birinci bölümünü Buhârî aslını da Müslim A'meş rivâye-tiyle tahrîç etmişlerdir.

îmâm Ahmed diyor: Bize Muhammed îbn Ca'fer... Ebu Hisbe —ya da İbn Hisbe— den, o da Rasûlullah (s.a.) hutbede iken orada bulunan birisinden rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.) : Biliyor musunuz Rakûb kimdir? diye sordular. Orada bulunanlar; Çocuğu olmayan, de­diler.

Rasûlullah (s.a.); (hayır, öyle değil) çocuğu olduğu halde kendisi öldükten sonra çocuğunun kendisi için hiç bir hayır yapmadığı kişidir, buyurdular.

Sonra devam ederek; Sa'lûk kimdir bilir misiniz? diye sordular. Buna cevap olarak: Malı olmayandır, dediler.

Rasûlullah (s.a.); tam olarak sa'lûk malı olup da öldükten sonra malından kendine bir şey takdîm edilmeyen malından kendisi için hiç­bir hayır işlenmeyen kişidir, buyurdular. Sonra; peki bahadırlık nedir? diye sordular. Orada bulunanlar; (herkesi) yenendir, dediler. Bunun üzerine; hayır, öyle değil, öfkelenip de Öfkesi şiddetlendiği; o kadar ki yüzü kızarıp öfkeden titrediği halde, öfkesini yenendir, buyurdular.

İmâm Ahmed rivayet ediyor: Bize îbn Nemîr... Câriye îbn Ku-dâme'den rivayet etti ki: O Rasûlullah (s.a.) a; ey Allah'ın Rasûlü, bana fayda verecek bir şey söyle. Fakat az olsun ki onu ezberleyip mu­hafaza edebileyim, demiş.

Rasûlullah (s.a.) : öfkelenme, buyurmuşlar. Câriye soruyu tek­rarlamış, aynı cevâbı almış. Tekrar tekrar sormuş, her defasında da: öfkelenme, cevâbını almış.

Hadîsi İmâm Ahmed, Ebu Muâviye'den, o da Hİşâm'dan rivayet etmiştir. Yine İmâm Ahmed'in Yahya îbn Saîd el-Kattâr kanalıyla Hi-şâm'dan rivayetinde bir adam: Ey Allah'ın elçisi, bana bir şey söyle, ama az olsun ki anlayıp ezberliyebileyim, demişti. Hz. Peygamber: Öf­kelenme, buyurdu. Hadîsi sadece Ahmed rivayet etmiştir.

Ahmed der ki: Bize Abdürrezzâk'tn... Humeyd İbn Abdurrahmân' dan, onun da Hz. Peygamberin ashabından birisinden rivayet ettiğine göre bir adam: Ey Allah'ın elçisi bana tavsiyede bulun, demişti. Hz. Peygamber: Öfkelenme, buyurdu. Adam der ki: Hz. Peygamber bu sö­zü söylediğinde düşündüm ve anladım ki öfke bütün kötülükleri (ken­dinde) topluyor. Hadîsi yine sadece îmâm Ahmed rivayet etmiştir.

İmâm Ahmed diyor: Bize Ebu Muâviye*nin... Ebu Zerr'den riva­yetine göre o,: Kendine âit bir havuzdan su suluyordu, bir grup geldi ve kendi aralarında konuştular: Kim Ebu Zerr'in yanına gidip saçın­dan birkaç tel koparır?

İçlerinden biri: Ben, dedi ve Ebu Zerr'in yanına gidip söyleneni yaptı.

Ebu Zerr ayakta idi. önce oturdu, sonra da yere uzandı.

Sordular: Niye oturdun ve sonra yere uzandın?

Ebu Zerr;

Rasûlullah (s.a.) bana dedi ki: «Sizden biri öfkelendiğinde eğer ayakta ise otursun, öfkesi giderse ne alâ, yoksa yere uzansın, yatsın, buyurdular, diye cevâb verdi.

Hadîsi Ebu Dâvûd da Ahmed îbn Hanbel'den alarak değişik bir is-nâdla rivayet etmiştir.

îmâm Ahmed diyor :Bize İbrâhîm İbn Hâlid... Ebu Vâil es-San*ânî'-den rivayet etti ki, o şöyle anlatmış: Biz Ürve İbn Muhammed'in ya­nında oturuyorduk. Birden yanına bir adam geldi ve onu kızdıracak bir şeyler söyledi. Urve öfkelenince kalktı, gitti, abdest almış olarak yanı­mıza döndü ve şöyle dedi: Babam, dedem Atiyye'den —ki bu zat İbn Sa'd es-Sa'dî olup sahâbîdir.— rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Öfke şeytândandır ve şeytân da ateşten yaratılmıştır. Ateş ise su ile söndürülür. O halde sizden birisi öfkelendiğinde abdest alsın. Hadîsi Ebu Dâvûd da aynı senedle tahrîç etmiştir.

İmâm Ahmed diyor: Bize Abdullah İbn Yezîd... îbn Abbâs'dan ri­vayet etti ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular :

Kim bir fakire, borcunu ödemesi için mühlet verir, ya da borcunu azaltırsa Allah o kişiyi cehennem ateşinden korur. Dikkat edin cennete götürecek işler zordur. —Bunu üç kere tekrar buyurdular— Dikkat edin cehenneme götürecek işler ise son derece kolaydır. Mutlu kişi ken­dini fitneden koruyandır. Yutulan şeylerin Allah'a en sevgili olanı ku­lun yutmuş olduğu (yenmiş olduğu) öfke yudumudur. Kul, Allah için öfkesini yutarsa Allah onun içini îmânla doldurur.

Hadîsi yalnız İmâm Ahmed tahrîç etmiş olup isnadı hasendir. Bu isnâdtfa mecruh râvî yoktur, metni de hasendir.

Aynı mânâda olmak üzere Ebu Davud'un tahrîç ettiği bir hadîs şöyledir: Bize Ukbe... Süveyd İbn Vehb'den, o da Rasûlullah (s.a.) in ashabından birinin çocuklarından, o da babasından rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş : Kim, yerine getirmeye gücü yet­tiği halde öfkesini yutar, gizlerse; Allah onu emniyet ve imânla doldu­rur. Kim, gücü yettiği halde alçak gönüllülüğünden güzel elbise giy­meyi terkederse; Allah kendisine şeref elbisesi (hil'ati) giydirir. Kim de, Allah rızâsı için teşvik ederse, Allah ona hükümdarlık tacım giy­dirir. İmam Ahmed diyor: Bize Abdullah İbn Yezîd... Sehl İbn Muâz İbn Enes'den o da babasından rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular: Yerine getirmeye gücü yettiği halde kim öfkesini yener ve gizlerse; Allah bütün yaratıklarının yanında onu çağırarak istediği hûrîyi seçmekte serbest bırakır.

Hadîsi Ebu Dâvûd, Tirmizî ve îbn Mâce de Saîd îbn Ebu Eyyûb'dan rivayet etmişler ve Tirmizî; hasendir, garîbdir, demiştir.

Allah Teâlâ:

«Öfkelerini yenerler.» buyuruyor. İnsanlarla muamelelerinde öfke­lerinin te'sîri olmaz. Bilakis insanlara kötülükleri dokunmaz. Bunu yaparken de Allah katında bir ecir ve mükâfat umarlar.[48]

 

Afv ve Mağfiret

 

«İnsanların kusurlarını bağışlarlar.»

Sadece insanlara kötülük etmemekle kalmayıp, kendilerine zulmedenleri affederler. Hiç kimseye karşı gönüllerinde kızgınlık kalmaz. İşte bu, insan halinin en mükemmeli en gelişmişidir.

«Allah ihsan edenleri sever.»

Onlann bu yaptıkları da ihsanın makamlarından, derecelerindendir.

Bir hadis-i şerîfte şöyle buyrülur:

Üç şey var ki onların üzerine yemin ederim; bunlar;

Sadakadan (sadaka vermekle) mal eksilmez, kul affederse Allah onun izzetini artırır, kim de Allah rızâsı için alçak gönüllü olursa Allah onu yüceltir.

Hâkim, Müstedrek'inde Mûsâ îbn Ukbe kanalıyla... Übeyy îbn Kâ'b'dan rivayet ediyor ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Kimi, kendisi için (evlerin) binaların yükseltilmesi ve derecelerinin yücel­tilmesi sevindirirse kendine zulmedeni affetsin, kendini mahrum bı­rakana versin, kendisine gelip gitmeyene, gitsin.

Hâkim bu hadîsi zikrettikten sonra; bu hadîs Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir, fakat onlar tahrîç etmemişlerdir, der.

Hadîsi tbn Merdûyeh de Ali, Kâ'b Îbn Ucre, Ebu Hüreyre ve Ümmü Seleme'den rivayetle zikretmiştir.

Dahhâk kanalıyla da îbn Abbâs'dan rivayet ettiğine göre, Rasûlul­lah (s.a.) şöyle buyurdular: Kıyamet günü bir münadî; nerede insan­ların suçlarını bağışlayanlar? Rabbınıza gelin ve ecirlerinizi (mükâfat­larınızı) alın. Her müslüman kişi bağışladığında, cennete girmeye hak kazanmıştır, diye nida eder.

Allah Teâlâ buyuruyor ki;

Onlar ki, fena bir şey yaptıklarında, kendilerinden bir günâh sâdır olduğunda veya nefislerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar ve hemen günâhlarının bağışlanmasını dilerler, tevbe ederler.

îmâm Ahmed diyor: Bize Yezîd... Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu : Bir adam günâh işler ve; Rabbım, muhakkak ki ben günâh işledim, günâhımı bağışla, derse, Allah Teâlâ : Kulum günâh işledi ama günâhı bağışlayan ve elinden tutan bir Rabbı olduğunu da bildi, kulumu bağışladım, buyurur.

Sonra başka bir günâh işler ve; Rabbım, günâh işledim, bağışla, der. Allah Teâlâ : Kulum günâhları bağışlayan ve elinden tutacak bir Rabbı olduğunu bildi. Kulumu bağışladım, buyurur. Sonra başka bir günâh daha işler ve yine; Rabbım, günâh işledim, bu günâhımı da ba­ğışla, diye niyaz eder. Allah Teâlâ yine; Kulum günâhlarını bağışlayan ve elinden tutacak bir Rabbı olduğunu bildi. Kulumu bağışladım, bu­yurur. Sonra başka bir günâh işler ve; Rabbım günâh işledim, bağışla, deyince Allah Teâlâ bu sefer de : Kulum günâhlarını bağışlayan ve elinden tutan bir Rabbı olduğunu bildi. Şâhid olun, doğrusu ben ku­lumu bağışladım. Dilediğini yapsın, buyurur.

Müslim de Sahîh'inde bunu îshâk İbn Ebu Talha hadîsinden tah-rîç etmiştir.

tmâm Ahmed rivayet ediyor : Bize Ebu Nadr ve Ebu Âmir'in... Ebu Hüreyre'den rivayetlerine göre o şöyle demiştir: Ey Allah'ın Rasûlü, sizi gördüğümüzde kalbimiz inceliyor ve âhiret ehlinden oluyoruz. Ama sizden ayrıldığımızda dünya hoşumuza gidiyor; kadınlara ve çocuklara yaklaşıyoruz, dedik.

Rasûlullah (s.a.); eğer her zaman benim yanımda bulunduğunuz hal üzre olsanız, melekler sizinle musâfaha eder ve sizi evlerinizde zi­yarete gelirlerdi. Eğer siz günâh işlemeseydiniz Allah Teâlâ, bağışlayan bilmek için günâh işleyecek bir kavim yaratırdı, buyurdular. Biz : Ey Allah'ın Rasûlü, bize cennetten bahset, cennetin binaları nasıldır? dedik. Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu :

Kerpiç (tuğla) leri altın ve gümüşten, sıvası miskten, çakılları inci ve yakuttan, toprağı za'ferândandır. Oraya giren nimete garkolur, darlık görmez, ebedî olur, ölmez. Elbiseleri eskimez, gençliği sona er­mez. Üç kişi vardır ki duaları geri çevrilmez : Adaletli imâm (Devlet başkanı), İftar edinceye kadar oruçlu olan kişi, mazlumun duası bu­lutların üzerine taşınır ve ona semânın kapıları (göğün kapıları) açılır da Rab Teâlâ buyurur ki; «İzzetime yemin olsun ki, bir süre sonra da olsa sana mutlaka yardım edeceğim.»

Hadîsi Tirmizî ve îbn Mâce de Sa'd'dan ve başka bir şekilde rivayet etmişlerdir.

İmâm Ahmed İbn Hanbel'in rivayet ettiği şu hadîs-i şerife göre, tevbe esnasında abdestli olmak ve iki rek'at namaz kılmak tevbeyi kuv­vetlendirir.

Bize Vekî'... Ali İbn Ebu Tâlib'den rivayet etti ki o şöyle demiştir : Rasûlullah'tan bir söz işittiğim zaman, Allah beni dilediği kadarıyla faydalandınrdı. Başka birisi ondan bana bir hadîs rivayet ettiğinde isa o kişiden yemîn etmesini isterdim, eğer yemin ederse onu doğrulardım.

Ebubekir —ki o doğru söyler— bana Rasûlullah'dan şöyle işittiği­ni haber verdi: Hiç bir adam yoktur ki, günâh işlesin de hemen aka­binde güzelce abdest alıp iki rek'at namaz kılsın ve Allah Teâlâ'dan ba­ğışlanma dilesin de Allah onun günâhlarını bağışlamasın.

Hadîsi, Ali îbn el-Medîni, Hümeydî, Ebu Bekr îbn Ebu Şeybe, Sü­nen sahipleri, îbn Hibbân Sahîh'inde, Bezzâr ve Dârekutnî muhtelif ka­nallardan Osman îbn el-Muğîre'den rivayet etmişler ve Tirmizî; bu, hasen bir hadîstir, demiştir.

Biz, bu hadîsin tanklarını ve hakkında söylenenleri Ebu Bekr'in müsned'inde genişçe zikretmiştik. Kısaca söylemek gerekirse: Bu, ha­sen bir hadîstir, mü'minlerin emîri Ali İbn Ebu Talib tarafından ve Rasûlullah (s.a.) in halîfesi Ebu Bekr'den rivayet edilmiştir.

Müslim'in sahîh'inde tahrîç ettiği ve mü'minlerln emîri Ömer İbn Hattâb'ın Rasûlullah (s.a.) dan rivayet ettiği şu hadîs de yukardaki ha-dîs-i şerifin sıhhatine delâlet eder: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyur­dular :

Sizden birisi güzelce abdest alır, sonra da; ben şehâdet ederim ki Allah'dan başka îlâh yoktur, Muhammed O'nun kulu ve Rasûlü'dür, derse; cennetin sekiz kapısı kendisine açılır ve o da dilediğinden girer.

Buhârî ve Müslim'de mü'minlerin emîri Osman İbn Affân'dan ri­vayet edilir ki o, Rasûlullah (s.a.) m abdesti gibi abdest aldı ve şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.) in şöyle dediğini duydum :

Kim benim şu abdestim gibi abdest alır, iki rek'at namaz kılar ve bu namazında dünyayı hatırına getirmezse (gönlünden dünyayı çıkarıp atarsa), onun geçmiş günâhları bağışlanır.

Bu hadîsi şerîf hulefâ-İ Râşidîn'in rivayetinde Rasûlullah (s.a.) dan sabit olmuştur. Kur'an-ı Kerîm de günâhlara tevbenin âsilere fayda vereceğine delâlet etmektedir.

Abdürrezzâk diyor: Bize Ca'fer îbn Süleyman... Enes İbn Mâ-lik'den rivayet etti ki o şöyle dedi: «Onlar ki fena bir şey yaptıkların­da veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar; ve hemen günâh­larının bağışlanmasını dilerler.» âyeti nazil olduğunda îblîsin ağladığı bana ulaştı.

Hafız Ebu Ya'lâ diyor : Bize Mahrez îbn Avn... Ebu Bekr (r.a.) den rivayet etti ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş :

Kelime-i tevhîd ve istiğfara sanlın ve bunları çokça yapın, zîrâ îblîs : İnsanları günâhlarla helak ettim; lâ ilahe illallah ve istiğfar da beni helak etti. Bunu görünce ben de onları hevâ ve hevesleri İle helak ettim. <Bu halde iken) onlar kendilerini doğru yolda sanıyorlar, de­miştir.

îsnâddaki Osman İbn Matar ve şeyhi zayıftır.

İmâm Ahmed Müsned'inde Amr îbn Ebu Amr ve Ebu'l-Heysem kanalıyla... Ebu Saîd'den, rivayet ediyor ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

îblîs; ey Rabbım izzetine yemîn ederim ki, rûhlan cesedlerinde ol­duğu müddetçe kullarını saptıracağım, dedi. Allah Teâlâ da : İzzet ve celâlime yemîn olsun ki, Benden bağışlanma istedikleri sürece Ben de onları bağışlayacağım, buyurdu.

Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr dedi: Bize Muhammed îbn el-Müsennâ' nin... Enes'den rivayetine göre: Bir adam geldi Rasûlullah (s.a.) a: Ey Allah'ın Rasûlü bir günâh işledim, dedi. Rasûlullah (s.a.) : Günâh işlediğin zaman Allah'dan bağışlanma dile, buyurdular.

Adam; istiğfar ediyorum, sonra dönüp tekrar günâh işliyorum, de­di.

Rasûlullar (s.a.); günâh İşlediğinde dön, yine Allah'dan bağışlan­ma dile, buyurdular.

Adam dördüncü kere de aynı şeyi söyleyince, Allah'ın Rasûlü; şey­tân yoruluncaya kadar Rabbından bağışlanmam dile, buyurdular.

Hadîs bu şekliyle garîbtir.

Allah Teâlâ : «Allah'dan başka kim bağışlar?» buyurur ki, günah­ları O'ndan başkası bağışlamaz. Nitekim İmâm Ahmed'in Muhammed îbn Mus'ab kanalıyla... Esved îbn Serî'den rivayet ettiği bir hadîste şöyle buyurulur:

Rasûlullah (s.a.) in yanına bir esîr getirildi. Adam; ey Allah'ım sana tevbe ediyorum, Muhammed'e değil, dedi. Bunun üzerine Al­lah'ın Rasûlü: Hakkın kime âit olduğunu bildi, buyurdular.

Allah Teâlâ, devamla;

«Hem onlar yaptıklarında bile bile ısrar da etmezler.» buyurur.

Günâhlarına tevbe eder, en kısa zamanda Allah'a döner, günâh üzre devam etmezler, tamamen vazgeçmeseler bile günâhta ısrar et­mezler, tekrar günâh işlerlerse ondan da tevbe ederler.

Nitekim Hafız Ebu Ya'lâ, Müsned'inde diyor ki: Bize İshâk îbn Ebu İsrâîl ve başkaları... Ebubekir (r.a.) den naklettiler ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: Günde yetmiş kere günâha dönse de istiğfar eden ısrar etmiş olmaz.

Hadîsi Ebu Dâvûd, Tirmİzî ve el-Bezzâr da Müsned'inde rivayet ederler. Ali İbn el-Medînî ve Tirmizî şöyle diyor: Hadîsin isnadı bu şekilde değildir. Görünen odur ki; bu durum Ebu Bekr*in kölesinin bilinmemesinden ileri gelmektedir. Fakat bunun bir zararı yoktur. Zîrâ herhalde büyük bir tâbiî'dir. Ebubekir el-Sıddîk'e nisbeti (güvenilir ol­ması için) yeterlidir ve hadîs hasen bir hadîstir. Allah en İyisini bilir.

Mücâhid ve Abdullah îbn Ubeyd İbn Umeyr «Hem onlar yaptıkla­rında bile bile ısrar etmezler» âyetini şöyle yorumlarlar: Onlar, tevbe edenin tevbesini Allah'ın kabul edeceğini bile bile günâhta ısrar et­mezler.

Bu âyet Allah Teâlâ'nm şu âyetleri gibidir :

«Bilmezler mi ki Allah muhakkak kullarından tevbeyi kabul ede­cek... olanın kendisidir.» (Tevbe, 104)

«Kim bir kötülük yapar veya kendine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse Allahın Ğafûr ve Rahim olduğunu görür.» (Nisa, 110)

Ve bunun benzeri pek çoktur.

İmâm Ahmed diyor: Bize Yezîd... Abdullah îbn Amr'dan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.) minberde şöyle buyurdular :

Merhamet ediniz ki merhamet edilesiniz. Bağışlayın ki bağışlana-sınız. Sözü dinleyip de kendisine sözün te'sîr etmediği kişiye yazıklar ol­sun. Bile bile (günâha) ısrar edenlere de yazıklar olsun.

Bu hadîsi rivayette İmam Ahmed tek kalmıştır.

Allah Teâlâ sakınanları böylece niteleyip sıfatlanın zikrettikten sonra şöyle buyuruyor:

«İşte onların, bu niteliklerine karşı mükâfatı Rablarından bir mağ­firet ve altlarında çeşitli içecek ırmakları akan cennetlerdir. Orada te­melli kalacaklardır. Ne de güzeldir mükâfatı iş yapanların.» Böylece Allah Teâlâ cenneti de övmüş oluyor.[49]

 

137  — Sizden önce neler gelip geçti. Onun için yer­yüzünde gezin de yalanlayanların sonunun nasıl olduğu­nu görün.

138  — Bu; insanlar için bir açıklama, müttâkiler için de bir hidâyet, bir öğüttür.

139  — Gevşemeyin, üzülmeyin, gerçekten inanmışsa-nız, mutlaka siz üstünsünüz.

140  — Eğer size bir yara dokunduysa, şüphesiz o kav­me de o kadar yara dokunmuştur. Hem o günleri biz in­sanlar arasında döndürür dururuz. Bu; Allah'ın imân edenleri belirtmesi ve içinizden şâhidler edinmesi içindir. Allah, zâlimleri sevmez.

141  — Bu; Allah'ın imân edenleri seçmesi, kâfirleri mahvetmesi içindir.

142  — Yoksa Allah, içinizden cihâd edenleri ve sab­redenleri belirtmeden cennete   girivereceğinizi mi   san­dınız?

143  — Gerçekten siz, ölümle karşılaşmadan önce onu arzulamıştınız. îşte onu gördüğünüz halde bakıp duru­yorsunuz.

 

Gevşeyip Üzülme Yok

 

Allah Teâlâ, Uhud günü bozulan (bozgun ve musibete dûçâr olan) ve yetmiş şehîd veren mü'min kullarına hitaben: «Sizden önce neler gelip geçti...» buyuruyor. Sizden önce de peygamberlerin ümmetleri­nin başına aynı şeyler geldi. Ama sonunda onlar gâlib geldi, kâfirler perîşân oldu.

Onun için yeryüzünde gezin de yalanlayanların sonunun nasıl ol^ duğunu görün.»

«Bu Kur'an, insanlar için bir açıklamadır. Onda her iş bütün açık­lığıyla açıklanmış, geçmiş ür..metlerin düşmanlarıyla olan münasebet­leri anlatılmıştır. Müttâkîler için de bir hidâyet, bir öğüttür.»

Onda sizden öncekilerin haberleri, sizi kötülükten alıkoyacak öğüt­ler vardır ve kalbleriniz için bir hidâyettir O.

Sonra mü'minleri teselli sadedinde:  Olanlardan dolayı gevşeyip zayıflamayın, gerçekten inanmıştanız, mutlaka siz üstünsünüz. Netice de zafer, mutlaka sizindir ey îmân edenler.

Eğer size bir yara dokunduysa, sizden bazıları yaralandı ve öldü-rüldüyse, şüphesiz o kavme de o kadar yara dokunmuştur. Onlardan da sizin kadar yaralı ve ölü vardır. Hem o günleri Biz, insanlar arasın­da döndürür dururuz. Hikmetimize mebnî, sonunda zafer sizde olacak­sa da bazan düşmanlarınızı size gâlib getiririz. Bu ise, Allah'ın îmân edenleri belirtmesi —îbn Abbâs'a göre; düşmanlarla savaşmaya, vuruş­maya kimin sabredeceğini görmesi— ve içinizden şâhidler edinmesi, içinizden bazılarının Allah yolunda vuruşup öldürülerek şehîd olması, O'nun rızâsına kavuşmak gayesiyle kendini feda etmesi içindir. Allah zâlimleri sevmez.

Bu, Allah'ın îmân edenleri seçmesi, uğradıkları musibet sebebiyle varsa günâhlarını bağışlaması, değilse derecelerini yükseltmesi ve kâ­firleri mahvetmesi içindir. Zîrâ kâfirler zafer kazanınca daha da aza­caklar ve bu da onların helâkına, mahvolmalarına ve yok olmalarına sebep olacaktır.

Sonra Allah Teâlâ:

«Yoksa Allah içinizden cihâd edenleri ve sabredenleri belirtmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız?» buyuruyor.

«Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cen­nete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk, sıkıntı gel­miş ve sarsmtıya uğramışlardı ki.» (Bakara, 214) ve «Yoksa insan­lar, inandık demeleriyle bırafcıhvereceklerini ve kendilerinin denen-meyeceklerini mi sandılar?» (Ankebût, 2) âyetlerinde de işaret buy-rulduğu üzere, harb ve zorluklarla imtihan edilmeden cennete girive­receğinizi mi sandınız, buyuruyor. Yani imtihan edilip de Allah; içi­nizden kendi yolunda cihâd edip düşmanlarla karşılaşmaya sabreden­leri görmeden cennete giremezsiniz, buyuruyor.

«Gerçekten siz ölümle karşılaşmadan önce onu arzulamıştınız. tşte onu gördüğünüz halde bakıp duruyorsunuz.»

Ey mü'minler (Uhud) gününden önce siz düşmanla karşılaşmak İçin yanıp tutuşuyordunuz, onlarla harbetmeyi istiyordunuz. îşte iste­yip temenni ettiğiniz şey karşınızda duruyor. Haydi, buyurun bakalım harbetmeye ve sabra.

Buhârî ve Müslim'de rivayet edilen hadîs-i şerifte Rasûlullah (s.a.) şöyle buyuruyor:

Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin ve Allah'tan afiyet di­leyin. Ama düşmanla karşılaştığınız zaman da sabredin ve bilin ki; cennet kılıçların gölgesi altındadır.

Bunun için Allah Teâlâ:

«İşte ölümü gördünüz.» ölümü; kılıçların parıltısında, mızrakla­rın şakırtısında ve düşman saflarında gördünüz, buyuruyor.

Mütekellimler (Kelâmcılar) bu âyetten «Tahyîl» yani hissedileme» yen şeylerin hissedilen şeyler gibi görülebilmesi, ya d& «sezgi» anlamı çıkarırlar. Meselâ koyun, koçun kendine dost, kurdun da düşman ol­duğunu sezinlemesi gibi.[50]

 

144  — Muhammed; sadece bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir, Şimdi o ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Kim geriye dö­nerse Allah'a hiç bir zarar vermez. Allah, şükredenlerin mükâfatını verecektir.

145  — Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimseye ölmek yoktur. O, va'desiyle yazılmış bir yazıdır. Kim dünya ni­metini isterse kendisine ondan veririz, kim de âhiret nimetini dilerse buna da ondan veririz. Ve şükredenleri mükâ­fatlandıracağız,

146  — Nice peygamberler,   beraberinde  Rabba kul olanlardan bir çoğu bulunduğu halde savaştılar ve Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı yılmadılar, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.

147  — Sadece: Ey Rabbımız, günâhlarımızı ve işimiz-deki israfımızı bize bağışla, sebatımızı artır, kâfirler güru­huna karşı bize yardım et, diyorlardı.

148  — Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini de, âhiret nimetini de fazlasıyla verdi. Ve Allah ihsan eden­leri sever.

 

Peygamber Ordusu

 

Uhud günü müslümanlardan bir kısmı bozguna uğrayıp bir kısmı da öldürülünce şeytân şöyle seslendi: Haberiniz olsun, agâh olun ki Muhammed öldürüldü!

İbn Kamîe de müşriklerin yanına dönüp onlara: Muhammed'ı öl­dürdüm, dedi.

Halbuki Rasûl-i Ekrem'e sadece vurmuş ve mübarek başından ya­ralamıştı.

Bu (haber), insanlardan birçoğunun içine te'sîr etti ve Rasûlullah (s.a.) in öldürülmüş olduğuna inanarak Allah'ın birçok peygamber hakkında anlattığı üzere onun da öldürülmüş olabileceğini kabullen­diler.

Böylece bir durgunluk, zayıflık ve harbden çekilme duygusu or­taya çıktı. Bunun üzerine Allah Teâlâ Rasûlüne : «Muhammed, sade­ce bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamber gelip geçmiştir.» buyuruyor. O size peygamberlikte de, öldürülmesinin mümkün olduğun­da da bir örnektir.

İbn Ebu Necîh babasından rivayet ediyor: Muhacirlerden birisi ansârdan kan revân içinde olan birine uğrayıp; ey falan Muhammed (s.a.) in öldürüldüğünü duydun mu? diye sordu. Ansâr'dan olan o kişi; eğer Muhammed öldürüldüyse Hak dini bize tebliğ etti. Dininiz uğruna vuruşun, dedi. Bunun üzerine «Muhammed, sadece bir peygamberdir...» âyeti nazil oldu.

Bu hadîsi Beyhakî Delâilü'n-Nübüvve'sinde rivayet eder.

Sonra Allah Teâlâ kendilerine za'f ve durgunluk gelenleri kınaya­rak :

«Şimdi o ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Kim geriye dönerse Allah'a hiç bir zarar vermez. Allah kendisine itâatta kâim ol­mak, dini yolunda muharebe etmek, ölü olsun diri olsun Rasûlüne uy­mak suretiyle şükredenlerin mükâfatını verecektir.» buyuruyor.

Sahîh, Müsned, Sünen ve diğer îslâmî kitablarda kesinlik ifâde eden müteaddit tarîklardan rivayet edilen ve bizim, Ebubekir ve Ömer'­in müsnedlerinden naklederek zikrettiğimiz hadîse göre, Rasûlullah (s.a.)  vefat ettiğinde Hz. Ebubekir bu âyet-i kerîme'yi okumuştur.

Buhârî diyor : Bize Yahya îbn Bükeyr... Hz. Âişe (r.a.) den rivayet etti ki; o şöyle haber verdi: Ebu Bekr, Sünh denilen yerdeki evinden atla geldi, atından İndi ve mescide girdi. Kimseyle konuşmayarak Hz. Âişe'nin yanma girdi. Rasûlullah (s.a.) ı sıvazladı (Mesnetti)*. Efen-dimiz'in üzeri Yemen kumaşından bir elbiseyle Örtülüydü. Yüzünü açtı, üzerine kapanıp öperek ağladı, sonra şöyle dedi; Anam, babam sana feda olsun, Allah'a yemîn olsun ki, Allah sende İki ölümü cem'etmedi. Senin için yazılan ölüme gelince; işte sen o ölümü tattın.

Zührî anlatıyor : Bana Ebu Seleme, îbn Abbâs'tan nakletti ki,: Hz. Ömer insanlarla konuşurken Ebubekir dışan çıktı ve : Otur ey Ömer, dedi. Ömer oturmadı. Etrafındakiler de onu bırakarak Ebubekir'e döndüler. Ebubekir Allah'a hamd, Rasûlüne salâtdan sonra: Kim Mu-hammed'e tapıyorsa; bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim Allah'a ibâ­det ediyorsa bilsin ki Allah diridir ve asla ölmez. Allah Teâlâ : ((Muham­med sadece bir peygamberdir... Allah şükredenlerin mükâfatını vere­cektir.» buyuruyor, dedi.

Îbn Abbas der ki: Allah'a yemîn ederim ki; Hz. Ebubekir okuyun-caya kadar insanlar, Allah'ın böyle bir âyet indirdiğini sanki bilmiyor­lardı. Tüm insanlar böylece bu âyeti Ebubekir'den duymuş oldular da, duyan herkes onu okumaya başladı.

Saîd îbn el-Müseyyeb Hz. Ömer'in şöyle dediğini haber veriyor:

Hz. Ebubekir'in bu âyeti okuduğunu duyunca hayretimden dona kaldım, ayaklarım, vücudumu taşıyamadı da olduğum yere çöküver-dim.

Ebu'l-Kâsım Taberânî diyor: Bize Ali îbn Abdülazîz'in... İbn Ab-bâs'dan naklettiğine göre, Hz. Ali, Rasûlullah (s.a.) henüz hayatta iken «şimdi o Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz?...» âyetini okur ve şöyle derdi:

Allah'a yemîn ederim ki; biz, Allah bize hidâyet bağışladıktan sonra asla geriye dönmeyeceğiz. Yine eğer o ölür ya da Öldürülürse, o ne için savaşmışsa o yolda ölünceye kadar savaşacağız. Vallahi ben onun kardeşi, dostu, amcası oğlu ve vârisiyim. Ona benden daha lâyık kim- vardır?

Allah Teâlâ :

..Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimseye ölmek yoktur.» buyuruyor.

Herkes ancak Allah'ın kaderi ile ve Allah'ın kendisi için koymuş ol­duğu süreyi doldurduktan sonra ölür. Bunun içindir ki: «Bir ömürlü­nün çok yaşaması ve ömrünün azalması ancak kitâbtadır.» (Fâtır, 11).

«O'dur sizi bir çamurdan yaratan. Sonra size bir ecel ta'yîn eden. Bir de O'nun katında belli bir ecel vardır.» (En'âm; 2) âyetlerinde de geçtiği üzere Allah Teâlâ burada da «O, va'desiyle yazılmış bir yazıdır.» buyuruyor.

Bu âyette (muharebeden) korkanlar cesaretlendirilmekte ve harbe teşvik edilmektedir. Zîrâ gerek atılganlık gerekse harbden geri durmak ömrü ne kısaltır ne de uzatır.

Nitekim îbn Ebu Hatim diyor: Bize Abbâs İbn Yezîd... Habîb İbn Suhbân'dan rivayet etti ki, o şöyle nakletmiş : Müslümanlardan birisi —ki Hucr İbn Adiyy'dir— Dicle nehrini kastederek: (Karşımız­daki) şu düşmana ulaşmanıza şu bir damlacık su mu engel oluyor? «Allah'ın izni olmadıkça hiçbir kimseye ölmek yoktur. O va'desiyle ya­zılmış bir yazıdır.» dedi ve atını Dicle'ye sürdü. O atım sürünce diğer­leri de atlarını sürdüler. Düşman onları görünce: Bunlar deli, dediler ve kaçtılar.

Allah Teâlâ :

«Kim dünya nimetini isterse kendisine ondan veririz. Kim de âhi-ret nimetini dilerse buna da ondan veririz.» buyuruyor. Ameli sadece dünya için olan kişi, dünya (malından) Allah'ın kendisi için takdîr buyurduğu kadarını elde eder. O kimse için artık âhiretten bir nasîb yoktur. Kim de ameliyle âhiret hayatını kastederse Allah dünyada ona nimet verdiği gibi, âhiretten istediğini de ona verir.

Nitekim şu âyet-i kerîme'lerde de aynı husus bahis konusu edilmek­tedir :

«Kim âhiret kazancını isterse onun kazancını artırırız. Kim de dün­ya kârını isterse ona da bundan veririz. Âhirette İse onun (başkaca) hiçbir nasibi yoktur.»  (Şûra, 20)

«Kim geçici dünyayı isterse, onun için oradan dilediğimiz kadar, dilediğimiz kimseye hemen veririz. Sonra onun için cehennemi hazırla­rız. Kötülenmiş ve kovulmuş olarak oraya girer. Kim de âhireti isterse ve onun için inanmış olarak gerekli çabayı gösterirse işte onlann ça­baları şükre değerdir.»  (îsrâ, 18 -19)

Ve şükredenleri, şükürlerine ve amellerine göre, dünyada ve âhi­rette rahmetimizle, nimetimizle mükâfatlandırırız.

Sonra Allah Teâlâ, Uhud günü başlarına gelenlerden dolayı müs-lümanları teselli mâhiyetinde olmak üzere :

«Nice peygamber, beraberinde Rabba kul olanlardan bir çoğu bu­lunduğu halde savaştılar...» buyuruyor.

Bunun anlamının; nice peygamberler öldürüldü, ashabından ve Rabba kul olanlardan da bir çoğu öldürüldü, şeklinde olduğu söylenil­miştir. İbn Cerîr de bunu tercih ederek der ki:

Âyetteki kelimesini okuyanlar şöyle diyorlar:

Bu âyette peygamberin ve beraberinde Rabba kul olanların bazı­sının öldürüldüğü kasdediliyor, tamâmı değil. Böylece arkada kalan ve öldürülmeyen kullardan zayıflık ve gevşeklik de kabul edilmemiş olu­yor.

İbn Cerîr devamla;

şeklinde okuyanlar; bu okuyuşu tercih etmelerini şöyle açıklarlar : Eğer vuruşmuş değil de öldürülmüş ol­salardı; âyetin devamındaki «yılmadılar, boyun eğmediler» kısmının izahı mümkün olmazdı. Çünkü öldürüldükten sonra «yılmamak ve bo­yun eğmemek» Ie nitelenmeleri mümkün olmazdı, derler.

İbn Cerîr,   şeklinde okuyanların görüşünü tercih eder :

Çünkü Allah Teâlâ bu ve bundan önceki âyet-i kerîme'de Uhud günü bozguna uğrayarak vuruşmayı bırakan ya da «Muhammed öldürüldü» diye bağıran sese kulak verenleri kınıyor. Vuruşmayı terke-derek kaçtıklarından dolayı kendilerini ayıplayarak : «Şimdi o ölür, ya da öldürülürse...» Ey mü'minler, siz dininizi terkederek (dinden çıkarak) gerisin geriye mi döneceksiniz? buyuruyor.

Âyetin; nice peygamberler vardı ki, önünde ashabından birçokları öldürüldü, şeklinde olduğu da söylenmiştir.

İbn İshâk, Sîret'inde daha değişik bir yorum getirerek şöyle der:

Yanında cemâati (ashabı) olduğu halde nice peygamberler öldü­rüldü. Fakat peygamberlerinin öldürülmesinden dolayı ashabı gevşe­medi, düşmana zayıflıklarını göstermedi. Allah ve din yolunda savaş konusunda bu musibet onları gevşetmedi, zayıflatamadı, işte sabır bu­dur ve Allah Teâlâ da âyet-i kerîme'nin sonunda : «Allah sabredenleri sever» buyurmaktadır. Bu tevcîhiyle İbn İshâk ( j^S üjsij **• ) kısmım hâl yapmaktadır. Süheylî bu görüşü desteklemektedir ki : «Baş­larına gelenlerden dolayı yılmadılar, boyun eğmediler.» kısmının da delaletiyle bu görüş açıklık kazanabilir. Bu açıklamayı el-Emevî de Meğâzî'sinde Muhammed İbn İbrahim'in kitabından naklen zikretmiş olup bir başkası bu açıklamayı yapmamıştır.

Bazıları âyeti   şeklinde okumuşlardır.

Süfyân es-Sevrî, İbn Mcs'ûd'dan rivayetle, o «Rabba kul olanlar­dan bir çoğu» kısmını «Binlerle» diye tefsir etmiştir.

İbn Abbâs, Mücâhid, Said îbn Cübeyr, İkrime, Hasan, Katâde, Süd-dî, Rebî' ve Atâ el-Horasânî kelimesini, kalabalık insan toplulukları; şeklinde açıklamışlardır.

Abdürrezzâk... Hasan'dan rivayetle kelimesini «âlim­ler»  olarak yorumlamışlardır.  Abdürrezzâk;  bunların, sabırlı, iyi ve muttaki âlimler olduğunu da kaydeder. îbn Cerîr Basralı nahiv bilgin­lerinden kelimesinin Rabba ibâdet, edenler olduğunu hi­kâye eder.

îbn Cerîr der ki; bazı Kûfeli bilginler bu yorumu kabul etmeyip eğer böyle olsaydı kelimenin  olması gerekirdi.

İbn Zeyd un tebea ve halk, un ise vfttt ve idareciler olduğunu söyler.

«Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı —Katâde ve Rebî' tbn Enes'e göre; peygamberlerinin öldürülmesinden dolayı— yılmadılar, boyun eğmediler» Dinlerini bırakmadılar, basiretle hareket ettiler, Al­lah'a kavuşuncaya kadar da peygamberleri ne için savaştıysa aynı gaye için savaşmaya devam ettiler.

İbn Abbâs kelimesini; boyun eğmediler, şeklinde açık­larken, Süddî ve İbn Zeyd düşman karşısında hakîr, zelil ve zayıf olma­dılar, diye açıklamıştır. Muhammed İbn îshâk, Katâde ve Südd! ise; Peygamberleri öldürüldüğü zaman böyle olmadılar, şeklinde açıkla­mıştır.

Allah sabredenleri sever. Sadece : Ey Rabbımız günâhlarımızı ve işimizdeki israfımızı bağışla, sebatımızı artır. Kâfirler güruhuna karşı bize yardım et, onlar hakkındaki adaletin ve sünnetin zâten böyledir, diyorlardı. Bu yüzden Allah onlara dünya nimeti olan yardımını, za­feri ve güzel neticeyi âhiret nimetini de fazlasıyla verdi ve Allah ihsan edenleri sever.[51]

 

149  — Ey îmân edenler, küfredenlere uyarsanız-, ök­çelerinizin üstünden sizi geri çevirirler de hüsrana uğra­yanlardan olursunuz.

150  — Halbuki Mevlânız Allah'tır. Ve O, yardımcıla­rın en hayırlısıdır.

151  — Hakkında hiç bir delil indirilmediği şeyi Al­lah'a eş tuttuklarından dolayı küfredenlerin kalblerine korku salacağız. Onların varacağı yer ateştir. Ne kötüdür o zâlimlerin varacağı yer!

152  — Gerçekten Allah'ın size olan va'di doğru çıktı; O'nun izni ile kâfirleri doğruyordunuz ki, içinizden dün­yayı isteyenler ve âhireti isteyenler bulunduğundan sev­diğiniz zaferi size gösterdikten sonra; baş kaldırdığınız, verilen emir hakkında çekiştiğiniz ve yıldığınız zaman, imtihan etmek için Allah sizi mağlûbiyete uğrattı. Bunun­la beraber sizi bağışladı. Allah mü'minlere lutufkârdır.

153  — Hani siz kimseye   bakmadan   kaçıyordunuz. Peygamber de arkanızdan çağırıp duruyordu. Kaybettiği­nize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye Allah sizi ke­derden kedere uğrattı. Ve Allah, yaptıklarınızdan haber­dârdır.

 

Allah Teâlâ bu âyetlerde mü'min kullarım, kâfirlere ve münafık­lara uymaktan (itaat etmekten) sakındırıyor. Zîrâ onlara uymak dün­ya ve âhirette helak olmaya sebeptir. Bunun için Allah Teâlâ :

«Ey îmân edenler, küfredenlere uyarsanız ökçelerinizin üstünden sizi geri çevirirler de hüsrana uğrayanlardan olursunuz.» buyuruyor Sonra da kendine uymalarını (itaat etmelerini) kendi dostluğu ile ye­tinip yalmz kendinden yardım umarak tevekkül etmelerini emrediyor ve; «Halbuki Mevlânız Allah'tır. Ve O, yardımcıların en hayırlısıdır» buyuruyor.

Daha sonra Allah Teâlâ; mü'min kullarına müjde veriyor ve düş­manlarının kalblerine korku salacağını böylece mü'minlerden korka­caklarını, mü'minlerin karşısında onların hor ve hakir olacağını bildi­riyor. Bunun nedeni; onların küfrü ve Allah'a ortak koşmalarıdır. Bu kadarla kurtulamıyacaklardır. Zîrâ âhiret günü de azâb onları bekle­mektedir.

Cenâb-ı Hak bu müjdeyi şöyle veriyor: «Hakkında hiç bir delil indirilmediği şeyi, Allah'a eş tuttuklarından dolayı küfredenlerin kalb-lerine korku salacağız. Onların varacağı yer ateştir. Ne kötüdür o zâ­limlerin varacağı yer.»

Buhârî ve Müslim'in Câbir îbn Abdullah'tan rivayet ettikleri ha­dîste Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurur :

Bana, benden önce hiçbir peygambere verilmeyen şu beş şey ve­rildi : Bir aylık mesafeden korku ile desteklendim. Yeryüzü benim içi" mescid ve temiz kılındı. Benim ümmetimden her kime namaz va ulaşırsa, o namazım kılsın. Bana ganimetler helâl kılındı. Önceleri Pey gamber özellikle kendi kavmine gönderilirdi, ben ise bütün insanlığa gönderildim. Ve bana şefaat verildi.

İmâm Ahmed diyor : Bize Muhammed îbn Ebu Adiyy... Ebu Ümâ-me'den rivayet etti ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu : Rabbım beni peygamberlerden —ya da ümmetlerden— şu dört. şey ile üstün kıldı: Bütün insanlara gönderildim. Bana ve ümmetime yeryüzünün tamâmı temiz ve mescid kılındı. Ümmetimden birisi nerede namaz vaktine eri­şirse orası onun için temizdir ve mesciddir. Bir aylık yoldan düşman­larımın kalbine salman bir korku ile yardım olundum. Ganimetler ba­na helâl kılındı.

Bu hadîsi Tirmizî de rivayet edip; hasendir, sahîhdir, demiştir.

İmâm Ahmed diyor: Bize Hüseyn İbn Muhammed... Ebu Musa'­dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu : Bana beş şey ve­rildi :

Kırmızı ve siyah (derili bütün insanlar) a gönderildim. Yeryüzü bana temiz ve mescid kılındı. Benden öncekilere helâl kılmmadığı hal­de bana ganimetler helâl kılındı. Bir aylık yoldan korku ile yardım olundum. Bana şefaat verildi. (Benden önceki) bütün peygamberler şefaat istediler, ben ise onu gizledim ve Allah'a ortak koşmadan ölen kimseler için kıldım (şefaatim onlar üzerine olacaktır.)

Bu hadîsi yalnız İmâm Ahmed tahrîç etmiştir.

Avfî, İbn Abbâs'tan «Küfredenlerin kalblerine korku salacağız.» âyeti hakkında rivayet ediyor ki; Allah, Ebu Süfyân'm kalbine korku saldı da Mekke'ye geri döndü. Rasûlullah  (s.a.) da şöyle buyurdular :

Ebu Süfyân sizden bir şey elde etti ve geri yurduna döndü. Allah ise onun kalbine korku saldı.

Hadîsi İbn Ebu Hatim rivayet etmiştir.

Allah Teâlâ buyuruyor:

«Gerçekten Allah'ın size olan va'di doğru çıktı.»

Bu âyet daha önce geçen; «Hani sen mü'minlere : İndirilmiş üçbin melekle Rabbınızın size yardım etmesi yetmez mi diyordun. Evet, sab­reder sakınırsanız ve onlar da hemen üzerinize gelirlerse, Rabbınız size nişanlı beşbin melekle yardım edecektir.» (Âl-i İmrân, 124 -125) âye-tindeki iki tefsirden birisine —ki meleklerin yardıma gelmesi konusun­da idi— delil olarak gösterilir. Buna göre meleklerin yardıma gelmesi TThud günüdür. Zîrâ : Uhud gününde düşmanlar 3000 savaşçı olup, iki ordu karşılaşınca günün başlangıcında zafer müslümanlarda idi. Ancak okçular Rasûlullah (s.a.) in emrinin dışına çıkınca, bazı savaş­çılar da başarısız kalınca Allah Teâlâ'nm, sebat ve itaat şartlarına bağlı olan va'di gecikti. Bunun için Allah Teâlâ :

Gerçekten Allah'ın size olan va'di, günün başlangıcında doğru çık­tı. O'nun izni ve sizi kâfirlere gâlib kılması ile, onları doğruyordunuz.

Yıldığımz —îbn Abbâs'a göre burada yer alan kelimesi kor­kaklıktır.— sonra baş kaldırdığınız ve okçuların yaptığı gibi verilen emir hakkında çekiştiğiniz zaman sevdiğiniz zaferi size gösterdikten sonra, düşmanların bozguna uğradığını görüp te ganimet peşine düş­mek suretiyle içinizden dünyayı isteyenler ve âhireti isteyenler bulun­duğundan; sizi, denemek ve imtihan etmek için Allah bozguna uğrattı. Bununla beraber düşmanın sayısı ve hazırlığı fazla, sizin ise hem sa­yınız hem de hazırlığınız az olduğundan, Allah yine de sizi bağışladı.

İbn Cüreyc «Allah sizi bağışladı» âyetini; sizin kökünüzü kazıma­dı, sizi tamamıyla yok etmedi, şeklinde tefsir eder. Muhammed İbn İshâk da aynı yorumu getirir. Her ikisini de İbn Cerîr rivayet ediyor.

«Allah mü'minlere lûtufkârdır.»

İmâm Ahmed diyor: Bize Süleyman İbn Davud'un... İbn Abbâs'-dan rivayetinde o şöyle dedi: Allah, Uhud gününde olduğu kadar (baş­ka) bir yerde yardım etmemiştir.

Biz bunu garîbseyince de şöyle nakletti: Sizin bunu garîbsemeniz-le benim aramda Allah'ın kitabı hakemdir. Allah Uhud günü hakkın­da : «Gerçekten Allah'ın size olan va'di doğru çıktı. O'nun izni ile kâ­firleri doğruyordunuz. —İbn Abbâs'ın dediğine göre : Onları öldürüyor­dunuz— ki içinizde dünyayı isteyenler ve âhireti isteyenler bulundu­ğundan sevdiğiniz zaferi size gösterdikten sonra; baş kaldırdığınız, ve­rilen emir hakkında çekiştiğiniz ve yıldığımz zaman, sizi imtihan et­mek için Allah mağlûbiyete uğrattı. Bununla beraber sizi bağışladı.

Allah mü'minlere lütuf kârdır.» buyuruyor. Bu âyetle okçular kastedil­mektedir. Şöyle ki: Rasûlullah (s.a.) okçuları bir yere yerleştirdi ve onlara; arkamızı koruyun. Bizim öldürüldüğümüzü de görseniz, gani­met topladığımızı da görseniz bize yardıma gelmeyin, buyurdu.

Ancak Rasûlullah (s.a.) in yanındakiler gâlib gelip müşrik asker­leri yerlerinden atınca, okçular toptan askerin içine dalıp ganimet top­lamaya başladılar ve Rasûlullah (s.a.) in ashabının saflan birbirine karıştı. Onlar bu halde — râvî ellerinin parmaklarını birbirine geçirdi— ganimete dalmışken, okçular bulundukları gediği açık bıraktıklarından düşman atlıları buradan Rasûlullah (s.a.) in ashabına saldırdı. (Müs­lümanlar) rasgele vuruşmaya başladı ve Müslümanlardan birçok kişi şehîd oldu. Halbuki günün başında Rasûl-i Ekrem ve ashabı gâlib idi, müşriklerin sancaktarlarından yedi ya da dokuzu öldürülmüş ve müs-lümanlar dağa doğru dolanmışlar fakat —ulaşmayı arzuladıkları yere; mağaraya ulaşamamışlardı. Mihrâs'ın altındaydılar ki şeytân :

Muhammed Öldürüldü, diye bağırdı. Doğru olup olmadığında bile şüphe edilmedi. Biz bunun doğruluğunda şüphe bile etmez iken, Ra­sûlullah sa'deyn'den göründü. O'nu yürüyüşünden tanımıştık.

Râvî anlatmaya devam ediyor : O kadar sevindik ki, başımıza ge­lenler sanki hiç olmamıştı. Rasûlullah (s.a.) bize doğru çıktı, şöyle di­yordu : Allah Rasûlü'nün yüzünü kana bulayan kavme Allah'ın Öfkesi şiddetli oldu.

Başka bir kerresinde de şöyle diyordu: Allah'ım, elbette onlar bize üstün gelemeyecekler ve bize ulaşamıyacaklar.

Rasûlullah (orada) bir süre kaldı. Bir de baktık ki Ebu Süfyân dağın aşağı tarafından bağırıyor : Yücel (Ey) Hübel —iki kere— (İlâh­larını kastediyor.) İbn Ebu Kebşe nerede? İbn Ebu Kuhâfe nerede? İbn el-Hattâb nerede?

Ömer : Ey Allah'ın Rasûlü cevap vermeyeyim mi? dedi. Rasûlullah (s.a.); evet, cevap ver, buyurdu.

Ebu Süfyân : Yücel ey Hübel! deyince, Ömer; Allah daha yücedir, diye cevap verdi. Ebu Süfyân; evet dedi, cevâbı doğru çıktı, bırak onu, diye karşılık verdi. (Ebu Süfyân Uhud savaşına çıkacağı zaman bir oka «evet» diğerine «hayır» yazdı, Hübel'in yanında oku çektiğinde «evet» çıkmıştı. Bkz. İbn el-Esîr, en-Nihâye fî Garîb'il-Hadîs, IV, 158)

İbn Ebu Kebşe nerede? îbn Ebu Kuhâfe nerede? tbn el-Hattâb nerede? diye tekrarladı.

Hz. Ömer : İşte şu Allah'ın Rasûlü, şu Ebubekir, ben de Ömer'im, karşılığını verdi.

Ebu Süfyân'ın: Bugün Bedir gününe karşılıktır, günler nöbet ile­dir, harb de bazan lehte bazan aleyhtedir, demesine karşılık olarak Hz. Ömer; ama eşit değiliz, bizim ölülerimiz cennette, sizinkiler cehennemde, dedi. Ebu Süfyân son olarak şöyle dedi: Bu, sizin iddianız, öyle ol­saydı eğer biz kaybeder ve hüsranda olurduk. Ölülerinize işkence edil­diğini göreceksiniz. Ama bu, büyüklerimizin görüşü ile yapılmış de­ğildir. —Sonra câhiliyet hamiyeti ile ilâve etti— Fakat öyle bile olsa biz, bunu kerîh görmezdik.

Bu hadîs ve sevkedilişi garîbdir. İbn Abbâs'ın mürsellerindendir. Çünkü O, Uhud'da bulunmamıştır. Babası da öyle.

Hadîsi Hâkim Müstedrek'inde, tbn Ebu Hatim, Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve'sinde tahrîç etmiştir. Hadîsin bazı kısımları Sahîh'lerde ve başka kitaplarda da yer almaktadır.

İmâm Ahmed diyor: Bize Affân... îbn Mes'ûd'dan rivayet etti ki; o şöyle demiş: Uhud günü müslüman kadınlar da ordunun arkasında yer almışlardı ve müşriklerin yaralılarının İşlerini bitiriyor (yani on­ları da kadınlar öldürüyor) lardı. Yemîn etsem doğru olur ki, o gün bizden dünyayı arzulayan hiç kimse yoktu. (O gün) Allah Teâlâ : «İçi­nizden dünyayı isteyenler ve âhireti isteyenler bulunduğundan... Sizi imtihan etmek için Allah mağlûbiyete uğrattı.» âyetini indirdi. Ra-sûlullah (s.a.) in ashabı muhalefet edip, emrini yerine getirmeyince; ikisi Kureyş'ten, yedisi ansârdan olmak üzere Rasûlullah (s.a.) dokuz kişinin ismini ayrı ayrı zikretti. Bunları cennetle müjdeledi, kendisi de onuncudur. Müşrikler bulundukları yere yaklaşınca Rasûl-i Ekrem:

Bizden onlan uzaklaştırana Allah rahmet etsin, buyurdular. An­sârdan bir adam kalktı, şehîd edilinceye kadar vuruştu. (Müşrikler yi­ne) yaklaşınca: Bizden onlan uzaklaştırana Allah rahmet etsin, bu­yurdular. Yedi kişi öldtirülünceye kadar Rasûlullah böyle söylemeye devam buyurdular. Sonunda arkadaşlarına; ashabımıza acımadık, bu­yurdu.

Sonra Ebu Süfyân geldi ve; yücel ey HÜbel, dedi. Rasûlullah (s.a.); Allah en yücedir, deyin, buyurdular. Ashabı da; Allah en yücedir, de­diler. Ebu Süfyân: Bizim Uzzâ'mız var, sizin yok, dedi. Rasûlullah (s.a.) : Allah bizim dostumuz; kâfirlerin dostu yok, deyiniz, buyurdu­lar. Ebu Süfyân; bugün Bedir gününe bir karşılıktır. Bir gün aleyhimi­ze ide bir gün de lehimizedir. Bir gün üzülürsek bir gün de seviniriz. Hanzala'ya karşılık Hanzala; falana karşı falan, falana karşılık falan, dedi. Rasûlullah (s.a.); ama eşit değiliz: Bizim ölülerimiz diri olup nzıklanıyorlar, sizinkilerse cehennemde azâb görüyor, buyurdular. Ebu Süfyân: Kavmimde işkence (yapılanlar) olmuştur. Herne kadar bi­zimle istişare etmeden yapmışlarsa da ben emretmesem bile yasakla-mazdım. Sevmesem bile nefrette görmezdim, ne hoşlanırdım ne de hoş­lanmazdım.

îbn Mes'ûd diyor: Bir de baktılar Hz. Hamzâ'nın karnı deşilmiş ve Hind onun ciğerini alarak çiğnemiş ama yiyememiş. Rasûl-i Ekrem; bir şey yiyebilmiş mi? diye sordu.

Hayır, dediler. Bunun üzerine : Allah Hamza'nm hiçbir yerini ce­henneme koyacak değildir, buyurdular.

İbn Mes'ûd anlatmaya devam ediyor: Allah Rasûlü (s.a.) Ham-za'yı yere koydu ve cenaze namazını kıldırdı. Ansârdan bir şehîd ge­tirilip Hamza'nm yanına koyuldu. Rasûlullah onun üzerine de cenaze namazı kıldırdı. Ansârî kaldırıldı ve Hamza yerinde bırakıldı. Sonra bir şehîd daha getirilip Hamza'nm yanına konuldu ve cenaze namazı kı­lındı. O da kaldırılıp Hamza yine bırakıldı. Böylece o gün Hz. Ham-za'nın üzerine yetmiş kere cenaze namazı kılındı.

Bu hadîsi de sadece İmâm Ahmed tahrîç etmiştir.

Buhâri rivayet ediyor: Bize Ubeydullah İbn Mûsâ... Berrâ'dan ri­vayet etti ki o şöyle demiştir: O gün müşriklerle karşılaştık. Rasûl-i Ekrem okçulardan bir orduyu yerleştirdi ve başlarına Abdullah îbn Cü-beyr'i emîr ta'yîn etti. Onlara şöyle emir verdi: Yerinizden ayrılmayın. Biz onlara gâlib gelsek bile yerinizi terketmeyin. Aksine onlar bize ga­lebe çalarsa da yardımımıza gelmeyin.

(Müşriklerle) karşılaştık onlar kaçtılar. Kadınlar dahi dağa doğru koşmaya başladılar. Paçalarını sıvamışlar halhalleri görünüyordu. Bu­nun üzerine okçular; ganimete koşun ganimete, diyorlardı.

(Okçuların reîsi) Abdullah: Rasûlullah, yerinizden ayrılmıyacakn siniz diye bizden söz aldı. dediyse de onu dinlemediler. Sonunda iş ter­sine döndü ve yetmiş şehîd verdiler.

Ebu Süfyân göründü ve : Kavmin içinde Muhammed var mı? diye sordu. Rasûl-i Ekrem : Cevâb vermeyiniz, buyurdular. O, tekrar : İçinizde İbn Ebu Kuhâfe var mı? diye sordu. Rasûl-i Ekrem : Cevâb vermeyiniz, buyurdular. O, yine : İçinizde İbn el-Hattâb var mı? diye sordu. Cevâb gelmeyince de: Demek ki bunların hepsi ölmüş; sağ ol­salar cevap verirlerdi, dedi. Bunun üzerine Ömer kendini tutamayıp: Yalan söyledin ey Allah'ın düşmanı, Allah seni üzmek üzere onları sağ bıraktı, diye cevâb verdi. Ebu Süfyân : Yücel ey Hübel, deyince Rasûl-i Ekrem: Cevâb veriniz, buyurdular. Ashâb: Ne diyelim? diye sorunca; Rasûlullah : Allah en yücedir, deyiniz buyurdular. Ebu Süfyân : Bizim Uzzâ'mız var; sizin ise yok, dedi. Rasûlullah: Cevâb veriniz, buyurdu­lar. Ashâb yine : Ne diyelim? diye sordular. Efendimiz : Allah bizim dostumuz, sizin ise dostunuz yok, deyiniz buyurdular. Ebu Süfyân : Bugün Bedir gününe bir karşılıktır. Harb sırayladır, ölülerinize işken­ce yapıldığını göreceksiniz. Bunu ben emretmedim ama üzülmedim de, dedi.

Hadîsi bu şekliyle sadece Buhârî tahrîç etmiştir ve ilerde daha geniş olarak gelecektir.

Yine Buhârî diyor ki: Bize Ubeydullah îbn Saîd'in Âişe (r.a.) den rivayetinde o şöyle dedi: Uhud günü müşrikler bozguna uğramıştı. İb-lîs bağırdı; ey Allah'ın kulları, diğerleriniz (nerede?) : Çocukları geri döndü. Onlar ve diğerleri vuruşmaya giriştiler. Huzeyfe (etrafına) ba-kmırken birden babası Yemân'ı gördü ve, ey Allah'ın kullan, babam, babam, diye seslendi. Vallahi (hemen) başına üşüşerek onu öldürdüler.

Huzeyfe; Allah, sizi bağışlasın, dedi. Râvî Urve der ki: Vallahi, ölünceye kadar Huzeyfe hayırda devam etmiştir. Ölünceye kadar Hu-zeyfe'nin hayırdan nasibi olmuştur.

Muhammed İbn İshâk anlatıyor : Bize Yahya İbn Abbâd... Zübeyr İbn Avvâm'dan rivayet etti ki o şöyle dedi : Vallahi gördüm ki Hind ve arkadaşları paçalarını sıvamışlar halhalleri gözükür halde az veya çok bir şey alamadan kaçıyorlardı. Okçular bizim, müşrikleri yerinden attığımızı görünce, askere doğru geldiler. Onlar da ganimet toplamak istiyorlardı. Ama böylece arkamızı (müşrik) atlılarına açmış oldular. Onlar da arkamızdan saldırdılar. Bu esnada birisi; Muhammed öldürül­dü, diye bağırdı. Biz döndük, müşriklerin sancaktarlarını öldürdük. Bizimle beraber topluluk ta geri çekildi ve artık kimse sancağa yakla­şamadı.

Muhammed İbn İshâk anlatmaya devam ediyor : Müşriklerin san­cağı yere düşmüş duruyordu ki Amre bint Alkâme el-Hârisiyye onu yerden aldı ve Kureyş'e verdi. Onlar da hemen sancağın etrafında top-lanıverdiler.

Süddî... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayet ediyor ki o, şöyle de­miş : Zannetmiyorum ki Rasûlullah (s.a.) in ashabından dünyayı is­teyen olsun. Uhud günü Allah Teâlâ bizim hakkımızda : «İçinizden dünyayı istiyenler ve âhireti isteyenler bulunduğundan...» âyetini in­dirdi.

Başka bir şekliyle bu hadîs İbn Mes'ûd'dan, Abdurrahmân İbn Avf* dan ve Ebu Talha'dan da rivayet edilmiş olup bunları İbn Merdûyeh tefsirinde zikretmiştir.

«Sizi imtihan etmek için Allah (sizi) mağlûbiyete uğrattı.» âyeti hakkında İbn İshâk şöyle dedi:

Adiyy İbn Neccâr oğullarından Kasım İbn Abdurrahmân anlatıyor:

Enes İbn Mâlik'in amcası Enes İbn en-Nadr ellerindeki (silahları) bırakmış olan ansâr ve muhacirler arasındaki Ömer İbn el-Hattâb ile Talha İbn Ubeydullah'm yanına vardı ve onlara : Size ne oluyor? Niçin vuruşmayı bıraktınız? diye sordu. Onlar: Rasûlullah (s.a.) öldürüldü, dediler. Enes : Ondan sonra yaşayıp da ne yapacaksınız. Kalkın ve o'nun, uğrunda öldüğü şey yolunda siz de ölün, dedi. (Müşriklere doğ­ru) ilerledi ve şehîd edilinceye kadar vuruştu.

Buhârî diyor ki: Bize Hassan İbn Hassân'm... Enes İbn Mâlik'den rivayetine göre: amcası Enes îbn Nadr Bedr harbine katılamamıştı ve şöyle demişti:

Ey Allah'ın Rasûlü, müşriklerle savaştığın ilk gazadan uzakta bulundum. Eğer Allah bana müşriklerle savaşmayı gösterirse; muhak­kak Allah; yapacağım şeyi (herkese) gösterecektir.

Uhud günü gelip te müslümanlar dağılınca —İbn Nadr— şöyle dedi: Allahım şunlann —arkadaşlarını kasdediyordu— yaptıklarından dolayı beyân-ı i'tizâr ederim. Onların da —müşrikleri kasdediyordu— yaptıklarından dolayı sana sığınırım. Sonra ilerledi. Bu sırada Sa"d İbn Muâz onunla karşılaştı. O; ey Sa'd îbn Muâz cennet (i arzuluyo­rum) ve Nadr'ın rabbına yemin ederim ki, ben Uhud'da cennetin ko­kusunu buluyorum, dedi. Sa'd İbn Muâz dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlu, onun yaptıklarına güç yetiremedim. Enes der ki: Biz onu öldürülmüş olarak bulduğumuzda onun bedeninde kılıç darbesi, mızrak vurması ve ok İsabet etmiş seksen şu kadar yara bulduk. Müşrikler ona öylesine işkence yapmışlardı ki onu kimse tanıyamadı da yalnızca kız kardeşi parmaklarının ucu sayesinde tanıyabildi. Enes îbn Mâlik der ki: Biz şu âyetin o ve benzerleri hakkında nazil olduğunu görüyor veya sanı­yorduk : «Mü'minlerden öyle erler vardır ki onlar; Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar...» (Ahzâb, 23)

Lafız BuhâıTnindir. Müslim ise bu hadisi Sabit kanalıyla Enes'den rivayet etmiştir.

Buhârî rivayet ediyor, bize Abdan... Osman İbn Mevheb'den riva­yet etti ki o şöyle dedi:

Bir adam Beytullah'ı haccetmeye geldi ve oturmakta olan bir grup görerek sordu: Bu oturanlar kimlerdir? Bunlar, Kureyştir, dedi­ler. (Bunların) şeyhi kimdir? diye sordu. İbn Ömer'dir, dediler.

O'na geldi ve şöyle konuştu: Sana bir şey soracağım bana haber ver, bu Beyt'in harâmlığı adına söyle; Osman İbn Affân'ın Uhud günü kaçtığını biliyor musun? dedi. îbn Ömer; evet, dedi. O adam; Bedir'e katılmadığını biliyor musun? diye sordu. İbn Ömer; evet, dedi. Ada­mın; Bîyatü'r-Rıdvân'dan geri kalıp ona da katılmadığını biliyor mu­sun? demesi üzerine Abdullah îbn Ömer; evet, diye cevâb verdi.

Adam, Allahü ekber dedi, İbn Ömer; gel, dedi; sana, sorduğun şey­leri haber verip açıklayayım:

Uhud'dan kaçmıştır (diyorsun.) Ben şehâdet ederim ki, Allah bun­dan dolayı onu affetti. Bedir'de bulunmamıştır. Zîrâ Rasûlullah'ın kızı ile evliydi ve hanımı hastaydı. Rasûlullah (s.a.) kendisine; senin için Bedir'e katılan bir adamın ecri (sevabı) ve payı vardır, buyurmuşlar­dır. Bîy'atü'r-Rıdvân'da bulunmamasına gelince: Şayet Mekke vâdî-sinde ondan daha izzetli birisi olaydı, Rasûlullah (s.a.) onu Mekke'ye gönderirdi. Nitekim Rasûl-i Ekrem Mekke'ye Osman'ı gönderdi ve Bîy*at da, Mekke'ye gittikten sonra yapıldı. Rasûlullah (s.a.) bîy'at esnasın­da sağ eliyle diğer elini tutarak; bu Osman'ın elidir, buyurmuşlardır. Haydi şimdi mutmain olarak git, dedi.

Hadîsi Buhârî başka bir şekilde yine... Osman îbn Abdullah İbn Mevheb'den rivayet etmiştir.

Hani siz; korkunuzdan kimseye bakmadan dağa doğru kaçıyor­dunuz. Peygamberi arkanızda bırakmıştınız da, sizi arkanızdan; düş­mandan kaçmayı bırakıp dönerek tekrar hücum etmeye çağırıp duru­yordu.

Süddî anlatıyor:

Uhud günü müşrikler müslümanlara ağır basınca, müslümanlar bozguna uğramış; bazıları Medine'ye kadar gelirken, bazıları da dağa doğru gidip orada bir kayanın üzerinde durmuşlardı. Rasûlullah (s.a.) ashabını çağırmaya başlamıştı: Bana gelin ey Allah'ın kulları, bana gelin ey Allah'ın kullan.

îşte Allah Teâlâ onların dağa çıkmalarını ve Rasûlullah (s.a.) in kendilerini çağırmasını zikrederek:

«Hani siz kimseye bakmadan kaçıyordunuz, Peygamber de arka­nızdan çağırıp duruyordu.» buyuruyor.

Aynı şeyleri İbn Abbâs, Katâde, Rebî' ve İbn Zeyd de söylemek­tedir.

İmâm Ahmed'in rivayet ettiği hadîse göre; Rasûlullah (s.a.) (Uhud günü) ashabından sadece oniki kişi ile birlikte yalnız kalmıştı. İmâm Ahmed şöyle rivayet eder: Bize Hasan îbn Mûs&... Berâ İbn Âzib'den nakletti ki o şöyle demiş : Uhud günü Rasûlullah (s.a.) okçuların ba­şına —ki elli kişi idiler— Abdullah îbn Cübeyr'i koydu ve onlara; ben, size haber gönderinceye kadar yerinizden ayrılmayın. Bizim yenildiğinüzi görseniz bile, ben size haber gönderinceye kadar yerinizi terketme-yin. Bizim, düşmana galip gelerek onları çiğnediğimizi (ezip geçtiği­mizi) görseniz dahi, ben haber göndermedikçe yerinizden ayrılmayın, buyurdular.

Berâ anlatmaya devam ediyor :

Müslümanlar, müşrikleri bozguna uğrattı. Allah'a yemîn olsun ki, kadınları gördüm; dağa doğru koşuyorlardı, eteklerini toplamışlar, bal­dırları ve halhalleri görünüyordu.

Abdullah'ın arkadaşları; ganimet, ey topluluk, ganimete (koşun) arkadaşlarınız gâlib geldi, ne bekliyorsunuz? dediler. Abdullah İbn Cü-beyr: Rasûlullah (s.a.) in size ne emrettiğini unuttunuz mu? dediyse de; Vallahi biz de diğerlerinin yanma gideceğiz ve ganimet toplıya-cağız, dediler. Yerlerinden ayrılınca da işler tersine döndü ve bozguna uğradılar. İşte Rasûlullah (s.a.) in arkalarından çağırdığı kimseler bun­lardır. Rasûl-i Ekrem'in yanında oniki kişiden başka kimse kalmamıştı. Ve yetmiş şehîd vermişlerdi. Halbuki müşriklerin Bedir'de kaybı 140 kişi idi. 70 esir ve 70 ölü.

Ebu Süfyân üç kere : Kavmin içinde Muhammed var mı? diye ba­ğırdı. Rasûlullah cevâb vermemelerini buyurdu. Sonra ikişer kere de : Kavmin içinde İbn Ebu Kuhâfe var mı?

Kavmin içinde İbn el-Hattâb var mı? diye seslendi. (Cevâp alama­yınca) arkadaşlarına dönüp : (Demek ki) bunlar öldürülmüş. Onlar da size yeter, dedi. Ömer kendine hâkim olamadı ve : Allah'a yemîn ol­sun ki, yalan söyledin ey Allah'ın düşmanı. Saydıklarının hepsi sağ­dır. Kalan da seni üzecektir, dedi.

Ebu Süfyân; Bugün Bedir gününe bir karşılıktır, harp sırayladır. Siz (ölülerinize) işkence yapıldığını göreceksiniz. Bunu ben emretme­dim ama üzülmedim de, dedi. Sonra şöyle konuştu : Yücel ey Hübel, yücel ey Hübel!

Rasûlullah (s.a.); cevâb vermeyecek misiniz? buyurdular. Ashâb; ey Allah'ın Rasûlü, ne diyelim? diye sordular. Allah Rasûlü; Allah en yücedir, deyiniz, buyurdular.

Ebu Süfyân : Bizim Uzzâ'mız var; sizin ise yok, dedi, Rasûl-i Ek­rem; cevâb vermiyecek misiniz? buyurdular. Ashâb yine; ey Allah'ın Rasûlü ne diyelim? diye sordular. O da; Allah bizim dostumuzdur. Sizin ise dostunuz yok, deyiniz, buyurdular.

Bunu Buhârî, Züheyr İbn Muâviye hadîsinden ve muhtasar ola­rak, İsrâîl hadîsinden ve Ebu îshâk'tan da geniş olarak —daha önce geçtiği üzere— rivayet etmiştir.

Beyhakİ, Delâilü'n-nübüvve'sinde İmâre İbn Ğaziyye tarikiyle... Câbİr'den rivayet ediyor ki o, şöyle demiş :

Müslümanlar, Uhud günü bozguna uğrayarak Rasûlullah (s.a.) in yanından dağıldılar. Yanında sadece ansârdan onbir kişi ve Talha İbn Ubeydullah olduğu halde Rasûl-i Ekrem dağa doğru çıkmaya başla­mıştı ki, arkalarından müşrikler yetiştiler. Rasûl-i Ekrem; bunlara karşı çıkacak (bunlarla vuruşacak) birisi yok mu? buyurdular. Talha; ben varım ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Efendimiz; senden başka birisi ey Talha, buyurdular. Ansârdan bir adam; ben varım, ey Allah'ın Rasûlü, dedi ve onlarla çarpıştı. Rasûlullah (s.a.) ve yanında kalanlar dağa çık­maya devam ettiler, sonra ansârdan olan zât şehîd oldu ve yeniden müşrikler yetiştiler. Rasûlullah (s.a.); bunlara karşı çıkacak birisi yok mu? buyurdular. Talha yine; ben varım, ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Ra­sûlullah yine aynı şeyleri söyledi. Ansârdan bir adam:

Ben varım, ey Allah'ın Rasûlü, dedi ve çarpışmaya başladı. Rasû­lullah ve (kalan) ashabı tepeye çıkmaya devam ettiler. O da şehîd oldu ve müşrikler yeniden onlara yetiştiler. Rasûlullah tekrar aynı soruyu sordu. Talha hemen atılarak aynı şeyi söyledi ve Rasûlullah onu bun­dan alıkoydu, ansârdan başka birine izin verdi ve o da vuruşarak şehîd oldu. Bu, böylece Rasûl—i Ekrem'in yanında sadece Talha kalıncaya kadar devam etti. Nihayet müşrikler tekrar onlara yetişince Rasûl-i Ekrem; bunlara kim karşı çıkacak? buyurdular. Talha; ben, dedi ve kendisinden öncekiler gibi o da vuruştu, parmaklan yaralandı. Yara­lanınca «Has! (beklemediği bir şeyle; ateş darbe vs. gibi bir şeyle kar­şılaşan kişinin çıkardığı bir ses)» dedi. Rasûlullah (s.a.); Bismillah desen ve Allah'ın ismini ansaydın insanlar sana bakakalırken melek­ler seni göğe kaldırırlardı, buyurdu. Bilâhere Rasûlullah (s.a.) ashabı­nın toplu bulunduğu yere ulaştı.

Buhârî, Ebu Bekr İbn Ebu Şeybe kanalıyla... Kays İbn Ebu Hâ-zim'den rivayet ediyor : O şöyle dedi: Uhud günü Talha'nm elinin ya­ralandığını gördüm  (yaralı)  eliyle Rasûlullah  (s.a.) 1 koruyordu.

Buharı ve Müslim'de, Mu'temer İbn Süleyman kanalıyla... Ebu Osman en-Nehdî, Talha İbn Ubeydullah ve Sa'd'dan rivayetle şöyle der: Rasûlullah (s.a.) in muharebe ettiği günlerden birinde; —Uhud gününü kastediyor— yanında Talha İbn Ubeydullah ve Sa'd'dan başka kimse kalmamıştı.

Hammâd İbn Seleme rivayet ediyor : ... Enes İbn Mâlik'den nakle­dildiğine göre, Rasûlullah (s.a.) Uhud günü Ansâr'dan yedi ve Kureyş'-ten iki kişi ile yalnız kaldı. (Müşrikler) kendilerine yaklaşınca; bunları kim defederse ona cennet var —ya da : O, cennette benim arkadaşım­dır— buyurdular.

Ansârdan birisi ilerledi ve şehîd oluncaya Içadar vuruştu. Sonra müşrikler yine yaklaştılar. Rasûlullah (s.a.); bunları kim defederse ona cennet var, buyurdular, (yine) Ansârdan birisi ilerledi ve şehîd oluncaya kadar çarpıştı. Bu, yedi kişi şehîd edilene kadar böylece devâm etti. Rasûlullah (s.a.) arkadaşlarına; arkadaşlarımıza acımadık buyurdular.

Bunun bir benzerini Müslim de, Hediyye İbn Hâlid'den, o da Ham-mâd tbn Mesleme'den rivayet etmiştir.

Hasan İbn Araf e der ki bize Mervân İbn Muâviye... Sa'd tbn Ebu Vakkas'dan rivayet etti ki, o şöyle dedi:

Uhud günü RasûluUah (s.a.) sadağını çıkarıp bana verdi ve; at, anam babam sana feda olsun, buyurdular.

Bu hadîsi Buhârî, Abdullah İbn Muhammed'den, o da Mervân İbn Muâviye'den tahrîç etmiştir.

Muhammed İbn İshâk diyor : Bize Salih îbn Keysân... Uhud günü RasûluUah (s.a.) in önünde ok atan Sa'd İbn Vakkâs'tan rivayet etti ki o şöyle dedi:

Rasûlullah (s.a.) in yanına düşen okları alıp bana veriyor ve; at, babam ve anam sana feda olsun, diyordu. Nihayet demir'i olmayan bir oku atmak üzere verdi.

Buhârî ve Müslim'de tahrîc edilen bir hadîs şöyledir: îbrâhîm İbn Sa'd... Sa'd İbn Ebu Vakkâs kanalıyla nakleder ki, o şöyle demiş:

Uhud günü Rasûlullah (s.a.) m sağ ve solunda üzerlerinde beyaz elbiseler olan iki kişi gördüm. —Cebrail ve Mîkâîl (a~s.) i kastediyor.— Şiddetli bir şekilde çarpışıyorlardı. Ne önce, ne de sonra onlan bir daha görmedim.

Ebu'l-Esved diyor : Urve İbn Zübeyr... şöyle dedi:

Cümah oğullarından Übeyy İbn Halef daha Mekke'de iken Rasû­lullah (s.a.) ı öldüreceğine yemîn etmişti. Onun bu yemîni Rasûlullah (s.a.) a ulaşınca Efendimiz; inşâallah onu ben Öldürürüm, buyurmuş­lardı.

Uhud günü olunca Übeyy miğfer giymiş olarak geldi. Şöyle di­yordu; eğer Muhammed kurtulursa ben kurtulamam.

Übeyy, öldürmek maksadıyla RasûluUah (s.a.) a hamle yaptı. Ab-düddâr oğullarının kardeşi Mus'ab İbn Ümeyr bedeniyle Rasûlullah (s.a.) ı korumak üzere Übeyy'i karşıladı ve şehîd oldu. RasûluUah (s.a.) kılıç ve zırhlar arasından Übeyy'in gırtlağını görüverdi ve harbesiyle vurdu. Übeyy atından yere düştü. Rasûlullah (s.a.) in bu vurmasıyla ondan kan çıkmadı. Arkadaşları yetişip onu yüklendiklerinde Übeyy öküz gibi böğürüyordu. Ona; ne feryâd ediyorsun? Nihayet bir bere, dediklerinde onlara; RasûluUah (s.a.) in : (înşâallah) Ben Übeyy'i öl­düreceğim, dediğini hatırlattı ve; eğer bana olan, Zülmecâz halkına olsaydı hepsi ölürlerdi, dedi. Ve canı cehenneme gitti.

Mûsâ îbn Ukbe de Meğâzî'sinde Zührî kanalıyla Saîd îbn Müsey-yeb'den benzer bir rivayet nakletmiştir.

Muhammed îbn îshâk diyor ki: Rasûlullah (s.a.) vâdîye tırmanırken Übeyy îbn Halef kendilerine yetişti. Şöyle diyordu: Eğer sen kur-tulursan ben kurtulmam. Rasûlullah (s.a.) in etrafında bulunanlar; ey Allah'ın Rasûlü, bizden biri onu karşılasın mı? diye sordular. Ö; bı­rakın onu, buyurdular. Yaklaşınca Rasûlullah (s.a.) Haris îbn Sımme'-den harbeyi aldı. Bana anlatıldığına göre; insanlardan bazıları şöyle dediler: Rasûlullah (s.a.) ondan aldığı harbeyi Öyle bir salladı ki, sır­tında kırmızı sinek bulunan bir devenin silkinmesi zannettik. Sonra Rasûlullah (s.a.) onu karşıladı ve boğazına öyle bir vurdu ki; bu vuruş­la o, atının üzerinde defalarca sallandı ve yuvarlanıverdi.

Vâkidî de Yûnus ibn Bükeyr tarîkıyla... Mâlik'ten aynı olayı nak­leder. Vâkidî der ki; Abdullah İbn Ömer anlatıyor: Übeyy tbn Halef Batn Râbiğ'de (Cuftfe yakınlarında bir vadi) öldü. Gece olduğunda ben Batn Râbiğ'de yürüyordum. Birden bir ateş gördüm. Ona yaklaştım. Bir de ne göreyim, oradan zincirleri çeken (sürüyen) susamış bir adam çık­tı. (O esnada) bir adam şöyle dedi; (sakın) ona su verme. Bu, Rasû­lullah (s.a.) m vurduğu adamdır. Bu Übeyy İbn Haleftir.

Buhârî ve Müslim'de, Abdürrezzâk kanalıyla... Ebu Hüreyre'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiş; Rasûlullah (s.a.) öndişlerinin yanındaki azı dişlerine işaret buyurarak; Allah Rasûlü'nün, Allah yo­lunda kendi eliyle öldürdüğü adama elbette Allah'ın gazabı şiddetli olur. Allah Rasûlünün yüzünü kana bulayan bir kavme de Allah'ın gazabı şiddetli olur.

Muhammed İbn İshâk İbn Yessâr şöyle der: Rasûlullah (s.a.) m azı dişi kırılmış, yanağından ve dudağından yaralanmıştı. Efendimizi yaralayan Utbe İbn Ebu Vakkâs idi.

Salih İbn Keysân... Sa'd îbn Vakkâs'tan rivayet ediyor: Utbe İbn Ebu Vakkâs'ı öldürmeyi arzuladığım kadar kimseyi öldürmeyi arzula-mamıştım. Eğer benim bildiklerim olsaydı ahlâkı bozuk ve kavmi için­de sevilmeyen biri olurdum. O'nun hakkında Rasûlullah (s.a.) in şu sözü bana yeter: Allah Rasûlü (s.a.) nün yüzünü kana bulayana Al­lah'ın gazabı şiddetli olur.

Abdürrezzâk'ın Ma'mer'den... O'nun da Miksen'den rivayetine göre Rasûlullah (s.a.) Uhud günü azı dişini kıran ve yüzünü kana bulayan Utbe îbn Ebu Vakkâs'a beddua eylediler ve; Allah'ım, kâfir olarak ölün­ceye dek bir sene yaşamasın, buyurdular. Gerçekten bir yıl geçmeden kâfir olduğu halde canı cehenneme gitti.

Vâkidî anlatıyor: İbn Ebu Sebre'den... O da Nâfi' îbn Cübeyr'den nakletti ve dedi ki; Muhacirlerden bir adamı şöyle derken işittim; Uhud' da bulundum, her taraftan ok yağdığını gördüm. Rasûlullah (s.a.) oklarm ortasındaydı ve hepsi de ondan çevriliyordu. O gün Abdullah îbn Şihâb ez-Zührî'yi şöyle derken duydum:

Muhammed'i bana gösterin. Eğer o kurtulursa ben kurtulamam. (Halbuki) Rasûlullah (s.a.) yalnız olarak yanıbaşmdaydı. Sonra Saf-vân yanına geldi ve onu azarladı. Bunun üzerine şöyle dedi; Vallahi görmedim. Allah'a yemîn ederim ki o bizden saklanıyor. Dört kişi çık­tık ve onu öldürmek üzere aramızda sözleştik fakat buna muvaffak olamadık.

Vâkidî der ki: Bize ulaştığına göre; Rasûllulah (s.a.) in yanağım yaralayan İbn Kamîe; dudağım yaralayan ve azı dişini kıran da Utbe İbn Ebu Vakkas'tır.

Ebu Dâvûd et-Tayâlisî rivayet ediyor: Bize îbn el^Mübârek'in... Mü'minlerin annesi Hz. Âişe'den naklettiğine göre o, şöyle demiş: Ebu Bekir, Uhud günü anıldığında; o gün tamamıyla Talha'mndır, der ve şöyle anlatırdı: Uhud günü (vuruşmaya ve harbe) ilk dönen bendim. Rasûlullah (s.a.) m önünde onunla birlikte vuruşan bir adam gördüm ve kendi kendime; «Talha olsun, zîrâ o beni geçmiştir, dedim ve ilâve ettim : Kavmimden bana en sevimil adam o olacak, müşriklerle benim aramda tanımadığım bir adam vardı. Rasûlullah (s.a.) a ben ondan daha yakındım. Ama o benden daha hızlı yürüyordu. Birden onun Ebu Ubeyde İbn el-Cerrâh olduğunu gördüm. Birlikte Rasûlullah (s.a.) in yanına ulaştık. Azı dişi kırılmış, yüzü yaralanmış, miğferinin halkala­rından ikisi yanağına geçmişti. Rasûl-i Ekrem (s.a.) Talha'yı kaste­derek : Arkadaşınıza bakın, buyurdular. O da yaralanmıştı. Biz Ra-sûlullah'm sözüne kulak vermedik. Ben miğferin halkasını Rasûl-i Ek­rem'in yüzünden çıkarmaya çalıştım. Ebu Ubeyde; eğer bana bırak­mazsan hakkımı helâl etmem, dedi. Ben de ona bıraktım. Ebu Ubey­de halkayı eliyle çıkarmak suretiyle Rasûlullah'a eziyet vermek isteme­yip dişiyle halkalardan birini çıkardı. Bir ön dişi de halka ile beraber düştü. Onun yaptığı şekilde öbür halkayı da ben çıkarmak istedim. Ebu Ubeyde yine; eğer bana bırakmazsan hakkımı sana helâl etmem, dedi ye ikinci halkayla birlikte diğer ön dişi de düştü. Ebu Ubeyde in­sanlar arasında ön dişleri en güzel olan idi. Rasûlullah (s.a.) ı böylece tedavi ettikten sonra, çukurlardan birine düşmüş olan Talha'nm ya­nına gittik. Yetmiş küsur ok, mızrak ve kılıç yarası almış ve bir par­mağı kopmuştu. Onu da tedâvî ettik.

Bu hadîsi Heysem İbn Küleyb ve Taberânî de rivayet etmişlerdir. Haysem'in rivayetinde şu fazlalık vardır:

Ebu Ubeyde; Allah aşkına bana bırak, dedi ve Rasûlullah'a eziyet vermek istemediği için oku ağzıyla tutarak hareket ettirmeye başladı ve ağzıyla çıkardı. Bu esnada Ebu Ubeyde'nin ön dişi de çıktı. .

Hadîsi Hafız Ziya el-Makdisî de kitabına almıştır.

Ali İbn el-Medînî bu hadîsi, İshâk İbn Yahya yönünden zayıf bul­muştur. Bu İshâk İbn Yahya hakkında Yahya îbn Saîd el-Kattân, Ahmed, Yahya İbn Maîn, Buhârî, Ebu Zür'a, Ebu Hatim, Muhammed îbn Sa'd, Neseî ve başkaları konuşmuşlar, (zayıf bulmuşlar) dır.

İbn Vehb... Ömer İbn es-Sâib'den rivayet ediyor; o şöyle anlatmış: «Rasûlullah (s.a.) Uhud günü yaralandığında Ebu Saîd el-Hudrî' nin babası Mâlik yarayı emdi ve temizledi. O kadar ki yara bembeyaz oldu. Ebu Saîd'e: Tükür, dediler o; asla tükürmeyeceğim, çıkarmaya­cağım, dedi ve dönüp vuruşmaya devam etti. Rasûlullah (s.a.); kim, cennet ehlinden birine bakmak isterse buna'baksın, buyurdular. Ve Mâlik şehîd oldu:

Buhârî ve Müslim'de, Abdülazîz îbn Ebu Hâzim kanalıyla... Sehl İbn Sa'd'dan nakledildiğine göre ona Rasûlullah (s.a.) in yarasını sor­dular. Şöyle dedi:

Rasûlullah'm yüzü yaralanmış, azı dişi kırılmış ve başındaki tolgası ezilmişti. Aii tutuyor, Hz. Fâtıma da kanı yıkıyordu. Fâtıma kanın arttığını görünce, bir hasır parçası aldı, onu yaktı, kül olunca da külü yaraya bastı. Kan da kesildi.

«... Allah sizi kederden kedere uğrattı.»

İbn Abbâs : Birir i keder müslümanlann bozguna uğramaları ve Muhammed öldü üldü, denilmesi, ikincisi de dağın üstünde müşrikle­rin onlardan yukarda olmasıdır. Rasûlullah (s.a.) : Allah'ım, bizden üstün olmak onlar için değildir, buyurmuşlardır, diyor.

Abdurrahmân İbn Avf'dan rivayet ediliyor: Birinci keder bozgun sebebiyle; ikincisi de Muhammed (s.a.) öldürüldü, denildiğindedir. Zîrâ bu, müslümanlara bozgundan daha ağır gelmişti.

Her iki görüşü de İbn Merdûyeh rivayet etmiş olup bir benzeri Ömer îbn el-Hattâb'dan da rivayet edilmiştir. îbn Ebu Hatim, Katâde'-den bu görüşün benzerini zikreder.

Süddî de şöyle der: Birinci keder, ganimet ve zaferi (fethi) kaçır­maları; ikincisi de düşmanın onlardan yukarıya çıkmasıdır.

Muhammed îbn îshâk diyor ki: «Allah sizi kederden kedere uğ­rattı.» Kardeşleriniz öldürüldü, düşmanınız size üstün geldi. Peygam­beriniz öldürüldü, sözü de size te'sîr etti. Böylece peşpeşe kedere uğra­tılmış oldunuz.

Mücâhid ve Katâde : Birinci keder, Muhammed'in öldürüldüğünü işitmeleri; ikincisi de Ölü ve yaralılarıdır, derken Katide ve Rebî' İbn

Enes'den aksi rivayet edilmiştir.

îbn Cerîr der ki; bu sözlerin doğruya en yakını şudur: «Allah sizi kederden kedere uğrattı» yani ey mü'minler; Rabtîımza karşı günâh işleyip Peygamber (s.a.) in emrine muhalefet etmeniz se­bebiyle, Allah Teâlâ müşriklere karşı zafer kazanarak ganimet elde edememeniz ve sizden ölü ve yaralılar olması sebebiyle uğramış olduğu­nuz kedere ilâveten, peygamberinizin öldürüldüğünü sanmanızdan, bir de düşman karşısında bozguna uğrayıp kaçtıktan sonra düşmanların tekrar size doğru gelmesinden doğan bir kedere uğratılmışsmızdır.

tbn Abbâs, Abdurrahmân îbn Avf, Hasan, Katâde ve Süddî'nin söy­lediğine göre: Düşmana karşı zaferi ve ganimeti kaybetmenize ve başınıza gelen ölüm ve yaralanmaya üzülmeyesiniz diye «Allah sizi ke­derden kedere uğrattı. Ve Allah yaptıklarınızdan haberdârdır.»[52]

 

154 — Sonra o üzüntünün ardından, üzerinize öyle bir emniyet ve öyle bir uyku indirdi ki, içinizden bir kıs­mını bürüyordUi bir kısmı da canlan sevdasına düşmüştü. Allah'a karşı câhiliyet zannı gibi haksız bir zan besliyor­lar. Bu işten bize ne? diyorlardı. De ki: Bütün iş Allah'ın­dır. İçlerinde sâna açmadıkları bir şey gizliyorlar. Bu, bize âit bir şey olsaydı burada öldürülmezdik, diyorlar. De ki: Evlerinizde olsaydınız üzerlerine ölüm yazılmış olanlar; yine mutlaka devrilecekleri yerlere çıkıp gideceklerdi. Bu; göğüslerinizin içindekini yoklamak, kalblerinizdekini te­mizlemek içindir. Allah, göğüslerdekini bilir.

155 — İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden geri dönenleri, yaptıklarının bir kısmından ötürü şeytân yol­dan çıkarmak istemişti. Bununla beraber Allah onları ba­ğışladı. Gerçekten Allah Ğafûr'dur, Halîm'dir.

 

Büyük İmtihan

 

Allah Teâlâ kullarına minnette bulunarak, onlara sekînet ve em­niyet indirdiğini bildiriyor. Bu sekînet ve emniyet; keder ve üzüntü içinde iken ve silâhlı oldukları halde uyuşukluğun, uykuya benzer bir halin kendilerini kaplamış olmasıdır. Böyle hallerde uyuşukluk ve uy­kuya benzer bir hale girmek emniyetin delilidir. Nitekim Allah Teâlâ Enfâl süresindeki Bedir kıssasında da : «Hani O, size kendi katından bir emniyet olmak üzere sizi hafîf bir uykuya daldırıyordu.» (Enfâl, 11) buyurmaktadır.

Muhammed tbn Abdurrahmân tbn Ebu Hatim rivayet ediyor : Ebu Saîd el-Eşecc'in... Abdullah îbn Mes'ûd'dan naklettiğine göre o, şöyle demiş:

Uyuşukluk (uyku hali); muharebede Allah'dan, namazda ise şey­tandandır.

Buhârî rivayet ediyor: Bana Halîfe... Ebu Talha'dan nakletti ki, o, şöyle demiş: Uhud günü kendilerini uyku kaplayanlar içindeydim. O kadar ki, kılıcım elimden defalarca düştü, kılıcım düşüyor ben alı­yordum, düşüyor yine alıyordum.

Bu hadisî Tirmizî, Neseî ve Hâkim de rivayet etmişler, Tİrmizî, ha-sendir, sanîhdir, demiştir.

Aynı şey Zübeyr ve Abdurrahmân tbn Avf'dan da rivayet edil­miştir.

Beyhakî rivayet ediyor: Bize Ebu Abdullah'ın... Enes îbn Mâlik'-ten rivayetinde Ebu Talha şöyle dedi: Uhud günü saflarımızda iken bizi bir uyuşukluk kapladı. Kılıcım elimden düşmeye başladı. O düşü­yor ben alıyordum. O düşüyor ben alıyordum. Münafıklara gelince; on­lar canları sevdasına düşmüşlerdi. Kavmin en korkakları ve hak'dan en uzak olanları onlardı. «Allah'a karşı câhiliyet zannı gibi lıaksız bir zan besliyorlardı.» Yalancılardı ve Allah'dan şüphe içindeydiler.

Beyhakî hadîsi Katâde'nin sözü imiş gibi, bu ziyâde ile rivayet et­miştir. Allah Teâlâ da şöyle buyuruyor: Sonra o üzüntünün ardından üzerinize öyle bir emniyet ve öyle bir uyku indirdi ki içinizden; gerçek îmân, sebat ve tevekkül sahibi olup da Allah'ın, Rasûlünü mutlaka zafere eriştireceğine ve umduklarına erdireceğine kesinlikle inananları buruyordu. Bir kısmı da canları sevdasına düşmüştü, huzursuzluk ve korkuya karşı uyku onları bürümemişti. Allah'a karşı câhiliyet zannı gibi haksız bir zan besliyorlar. Allah Teâlâ'nın başka bir âyet-i kerîme' de:

«Aslında siz peygamberin ve mü'minlerin, ailelerine bir daha dön­meyeceklerini sanmıştınız. Bu, sizin kalblerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz. Ve helake mahkûm bir kavim oldunuz.» (Feth, 12) buyurduğu gibi onlar, müşriklerin o saatlerde gâlib geldiğini gö­rünce herşeyin bittiğine, İslâm'ın ve müslümanlann yok olduğuna ina-nıvermişlerdi. Şek ve şüphe ehlinin hali dâima böyledir. Kötü bir şey olduğunda hemen bu şeni (alçak ve kötü) zanna kapılıverirler.

Sonra Allah Teâlâ onlardan haber vererek şöyle buyuruyor: Bu halde onlar; bu işten bize ne? diyorlardı. De ki: Bütün iş Allah'ındır. İçlerinde sana açmadıkları bir şey gizliyorlar. Allah Teâlâ onların içle­rinde gizlemiş olduklarım açıklıyarak; bu, bize âit bir şey olsaydı bu­rada öldürülmezdik» diyorlar. Ve bu sözü Allah Rasûlünden gizliyor­lardı.

İbn İshâk îbn Yessâr rivayet ediyor : Bana Yahya îbn Abbâd'in... Abdullah îbn Zübeyr'den naklettiğine göre, Zübeyr şöyle demiş: Ra-sûlullah (s.a.) ile birlikteydik. Üzerimizdeki korku şiddetlenmişti ki, Allah bize bir uyku gönderdi. Bizden çenesi göğsüne düşmeyen kimse kalmamıştı. Allah'a yemin olsun ki (o sırada) Muattib İbn Kuşeyr'in; bu, bize âit bir şey olsaydı burada öldürülmezdlk, dediğini sadece bir rüya gibi duydum ve bu sözü hatırımda tuttum. İşte bunun üzerine ve Muattib'in o sözünden dolayı Allah Teâlâ: «... Bu bize âit bir şey ol­saydı burada öldürülmezdik diyorlar,» âyetini indirdi.

Hadîsi İbn Ebu Hatim rivayet etmiştir:

De ki: Bu Allah'ın takdir buyurmuş olduğu bir kaderdir. Kurtuluş ve uzaklaşılması mümkün olmıyan bir hükümdür ki evlerinizde olsay­dınız üzerlerine ölüm yazılmış olanlar; yine mutlaka devrilecekleri yere çıkıp gideceklerdi.

Bu, göğüslerinizin içindekileri yoklamak başınıza gelen şeylerle sizi sınamak, pis ile temizin ayrılması, söz ye işlerde mü'min ile münâ-fıkın insanlar yanında açığa çıkması ve kalblerinizdekini temizlemek içindir. Allah göğüslerde cereyan eden gizlilikleri ve şüpheleri bilir.

İki topluluğun karşılaştığı gün içinizden geri dönenleri; daha önce işlemiş oldukları bir takım günâhlarından dolayı şeytân yoldan çıkar­mak istemişti.

Seleften birisi şöyle diyor: İyilikten sonra bir başka iyilik önceki­nin sevabından; kötülükten sonra başka bir kötülük de öncekinin cezâ-sındandır.

Bununla beraber Allah, bozguna uğrayarak kaçanların bu hatâsını bağışladı. Gerçekten Allah Ğafûr*dur, Halîm'dir. Günâhı bağışlar, ya­ratıklarına hilmi ile muamelede bulunur ve onların günâhlarından vaz geçer.

Hz. Osman hakkındaki îbn Ömer hadîsi ile Hz. Osman'ın Uhud'-dan kaçması ve bunu Allah'ın af buyurduğu mes'elesi daha önce «Bu­nunla beraber sizi bağışladı.»  (Âl-i İmrân, 152) âyetinde geçmişti.

Burada da kısaca işaret etmemiz uygun olacaktır:

îmâm Ahmed rivayet ediyor: Bize Muâviye İbn Amr... Şakîk'ten nakletti ki, o şöyle dedi: Abdurrahmân İbn Avf, Velîd İbn Ukbe ile karşılaştı. Velîd ona : Görüyorum ki mü'minlerin emîri Osman'dan uzak duruyorsun. Neden? dedi. Abdurrahmân da; o'na söyle : Ben Ay-neyn günü (Uhud günü) kaçmadım. Bedir'den geri kalmadım ve Ömer* in sünnetini de terketmedim, dedi. Bunun üzerine Velîd giderek bun­ları Osman'a sordu ve bilgi istedi. Osman: Ben, Ayneyn günü kaçma­dım sözüne gelince; Allah Teâlâ'nın : «İki topluluğun karşılaştığı gün içinizden geri dönenleri... Allah onları bağışladı» kavli ile bağışladığı bir günâhtan dolayı beni nasıl ayıplar?

Beninj Bedir'den geri kaldığım, sözüne gelince; ben, Rasûlullah (s.a.) in klzı (ve zevcem) Rukiyye'nin vefatına kadar hastalığı ile meş­gul idim. Rasûl-i Ekrem bana da ganimetten pay ayırdı. Rasûlullah (s.a.) in ganimetten pay ayırdığı kimse (Bedir'de) hazır bulunmuştur.

Ömer'in sünnetini terketmedim, sözüne gelince; ona ne benim, ne de onun gücü yeter. Git ona böylece haber ver, dedi.[53]

 

156 — Ey îmân edenler, siz; küfredip de yeryüzünde dolaşan veya gazada bulunan kardeşleri hakkında: On­lar yanınızda olsalardı ölmezler veya öldürülmezlerdi, di­yen kafirler gibi olmayın. Allah; bunu, onların kalblerinde bir hasret olarak koydu. Halbuki öldüren de, dirilten de Allah'tır. Ve Allah yaptığınız şeyleri bilir.

157  — Andolsun ki,    Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz Allah'ın bağışlaması ve rahmeti onların toplaya­cağı şeylerden çok daha iyidir.

158  — Andolsun ki, ölseniz de, öldürülseniz de Allah katmda toplanacaksınız.

 

Ölüm Ve Hayatın Değerlendirilmesi

 

Allah Teâlâ mü'min kullarına; bozuk İnançlarda kâfirlere benze­meyi yasaklıyor. Onların, seferlerde ve harblerde ölen kardeşleri hak­kında; eğer bunu bıraksalardı (sefere ve harbe çıkmasalardı) ölmez­lerdi, demeleri onların bu bozuk inançlarına delâlet etmektedir.

Ey İmân edenler, siz, küfredip de yeryüzünde ticâret ya da ben­zeri gayelerle dolaşan veya gazada bulunan kardeşleri hakkında; onlar memlekette ve yanımızda olsalardı ölmezler veya harbde öldürülmez-lerdi, diyen kâfirler gibi olmayın.

Allah, bu inancı onların kalblerine koydu ki, kendi ölümlerine ve öldürülmelerine hasretleri ve üzüntüleri artsın. Sonra Allah, onların yukardaki sözlerini red makamında olmak üzere şöyle buyuruyor: Halbuki dirilten de öldüren de Allah'tır. Bütün yaratıklar O'nun elin­dedir. Bütün işler O'na döner. O'nun dilemesi olmadan kimse yaşamaz da ölmez de. Kimsenin ömrü O'nun kaza ve kaderi olmadan artmaz da eksilmez de. Ve Allah yaptıklarınızı bilir. O'nun ilmi ve görmesi bü­tün yaratıkları için geçerlidir. Hiç bir şey O'na gizli kalmaz.

Andolsun ki, Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz Allah'ın ba­ğışlaması ve rahmeti onların toplayacağı şeylerden çok daha iyidir. Al­lah yolunda öldürülmek kadar ölmek de Allah'ın bağışlaması, rahmeti ve rızâsına kavuşmaya bir vesîledir ve bu dünyada kalmaktan da, onun geçici mallarını toplamaktan da daha hayırlıdır.

Sonra Allah Teâlâ her ölen ya da öldürülenin dönüşünün Allah'a olduğunu, Allah'ın herkesi ameline göre; hayır ise hayırla, şer ise şer ile cezalandıracağını haber vererek: «Andolsun ki, ölseniz de öldü­rülseniz de, Allah katında toplanacaksınız.» buyuruyor.[54]

 

159  — Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandm. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın şüphesiz çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları ba­ğışla ve yarlıganmalarını dile. İşler hakkında onlarla mü­şavere et. Bir kerre de azmettin mi artık Allah'a tevekkül et. Muhakkak Allah, tevekkül edenleri sever.

160  — Allah size yardım ederse, artık sizi yenecek yoktur. Sizi yardımsız bırakırsa da O'ndan başka size yar­dım edecek kimdir? Mü'minler sadece Allah'a tevekkül etsinler.

161  — Bir peygamber için emânete hiyânet, olur şey değildir. Kim böyle hainlik ederse; kıyamet günü hainlik ettiği şey ile gelir. Sonra herkese kazandığı ödenir. Ve on­lara zulmedilmez.

162  — Allah'ın rızasına uyan kimse; hiç Allah'ın hış­mına uğrayan gibi olur mu? Onun varacağı yer cehen­nemdir. O, ne kötü dönüş yeridir.

163  — Onlar Allah katında derece derecedir. Allah yaptıklarını görmektedir.

164  — Andolsun ki, Allah mü'minlere büyük bir lu-tufda bulunmuştur. Zîrâ onlara Allah'ın âyetlerini oku­yan, tezkiye eden, kitâb ve hikmeti öğreten kendi içlerin­den bir peygamber göndermiştir. Halbuki onlar daha ön­ce apaçık bir dalâlet içinde idiler.

 

Allah'ın Lütuf ve İhsanı

 

Allah Teâlâ Rasûlüne ve mü'minlere nimetini hatırlatarak Al­lah'ın emrine uyan, yasaklarını terkeden ümmetine karşı peygambe­rin kalbini yumuşattığını ve onlara karşı yumuşak, güzel sözler sar-fettiğini haber vererek :

«Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın» Allah'ın rahmeti olmasaydı seni onlara karşı hangi şey yumuşak dav-randırabilirdi?

Hasan el-Basrî; bu, Muhammed (s.a.) in, Allah'ın, Rasûlüne verdi­ği bir huydur, der. Bu âyet-i kerîme Allah Te&l&'nın; «Andolsun ki size, kendinizden bir peygamber gelmiştir ki, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelir. Sizin üzerinize düşkündür, mü'minlere raûf ve rahîm'dir.» (Tevbe, 128) kavline benzemektedir.

İmâm Ahmed rivayet ediyor: Bize Hayve... Ebu Râşid el-Hubrâ-nî'nin şöyle dediğini haber verdi: Ebu Ümâme el-Bâhilî elimi tuttu ve şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.) elimi tuttu ve; ey Ebu Ümâme, muhakkak ki mü'minlerden kalbi bana karşı yumuşayanlar vardır, buyurdular.

Hadîsi sadece İmâm Ahmed tahrîc etmiştir.

«Eğer onlara karşı kaba sözlü ve katı kalbli olsaydın şüphesiz çev­renden dağılır giderlerdi.» Halbuki Allah onları senin çevrende topladı, onların kalblerini sana ısındırmak için, seni onlara karşı yumuşak davrandırdı.

Nitekim Abdullah İbn Amr, Rasûlullah (s.a.) in niteliklerini daha önceki mukaddes kitaplarda şu şekilde gördüğünü söyler: O, katı ve kaba değildir. Çarşıda pazarda çığırtkanlık yapmaz (bağırıp çağırmaz) Kötülüğe kötülükle mukabele etmez. Aksine affeder, müsamahalı dav­ranır.

Ebu İsmâîl Muhammed İbn îsmâîl et-Tirmizî rivayet ediyor: Bize Bişr İbn Ubeyd... Âişe'den nakletti ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyur­muş : Allah bana, farzları yerine getirmemi emrettiği gibi, insanlarla iyi geçinmemi de emretti. Hadîs garîbdir.

İşte bunun için Allah Teâlâ :

«Öyleyse onları bağışla ve yarlığanmalarını dile. İşler hakkında onlarla müşavere et.» buyuruyor. Nitekim Allah Rasûlü, bir iş oldu­ğunda gönüllerini hoş etmek ve yaptıkları işi isteyerek yapmaları için ashabı ile müşavere ederdi.

Bedir günü (Kureyş) kervanının üzerine gidip gitmeme konusun­da ashabı ile müşavere etmiş ve onlar da; ey Allah'ın Rasûlü, sen bizden denizi geçmemizi istesen muhakkak ki, seninle birlikte denizi geçeriz. Dünyanın öbür ucuna bizi yürütsen seninle birlikte yürürüz. Biz, Mûsâ'mn kavminin ona : «Sen ve Rabbın gidin ve dövüşün, biz burada otu-ruculanz» dedikleri gibi demeyiz. Aksine biz; git, biz de seninle bera­beriz, önündeyiz, sağında ve solundayız, deriz, demişlerdi. (Yine aynı gün) nerede konaklayacakları konusunda onlarla müşavere etmiş ve ölüm için acele eden Münzir İbn Amr herkesin önüne geçerek konak­layacakları yeri göstermişti.

Uhud'da Rasûl-i Ekrem Medine'de kalmak ya da düşmana karşı çıkmak hususunda ashabı ile müşavere etmiş, çoğunluk çıkmaya ta­raftar olunca da düşmana karşı çıkılmıştır.

Hendek (muharebesi) günü Medine'nin o yılki mahsûlünün üçte biri mukabilinde düşmanla sulh yapıp yapmama konusunda Rasûl-İ Ekrem ashabı ile müşavere ettiğinde iki Sa'd, yani Sa'd îbn Muâz İle Sa'd İbn Ubâde, buna karşı çıkmışlar; Rasûlullah (s.a.) da bu düşün­cesinden vazgeçmiştir. Hz. Peygamber Hudeybiye günü müşriklerin üze­rine yürüme (onlarla harbetme) konusunda da ashabı ile istişare et­miş; Hz. Ebubekir'in; biz birileriyle harbHmek için değil, umre yap­mak üzere çıktık, demesi üzerine, onun görüşünü tasvîb buyurmuşlardı.

Rasûlullah (s.a.) ifk hâdisesinde şöyle buyurmuşlardı: Ey müslü-man topluluğu; ailemi töhmet altında bırakanlar hakkında bana akıl verin. Vallahi ben ailemin bir kötülüğünü bilmiyorum. Allah'a yemîn ederim ki; hakkında hayırdan başka bir şey bilmediğin birisi ile töhmet altına almışlardır.

Hz. Âşe'den ayrılıp ayrılmama konusunda da Hz. Ali ve Üsâme ile istişarede bulunmuşlardı.

Rasûl-i Ekrem harb ve benzeri konularda ashabı ile istişare ederdi. Yalnız istişarenin Rasûlullah (s.a.) a farz mı, yoksa ashabının kalbini hoş tutmak üzere mendûb mu olduğu konusunda fıkıh bilginleri ihti­lâf ederek iki görüş ileri sürmüşlerdir.

Hâkim Müstedrek'inde şöyle diyor: Bize Ebu Ca'fer Muhammed îbn Muhammed'in rivayet ettiğine göre «... îşler hakkında onlarla mü­şavere et» âyeti hakkında îbn Abbâs : Bunlar Ebubekir ve Ömer (r.a.) dir, demiştir.

Hadîs Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahîh olmakla beraber tahrîç etmemişlerdir.

Kelbî, Ebu Salih kanalıyla îbn Abbâs'tan rivayet ediyor ki, şöyle dedi. Bu âyet Ebubekir ile Ömer hakkında nazil olmuştur. O ikisi Ra­sûlullah (s.a.) in dostları, vezirleri ve müslümanlann babalan idiler. İmâm Ahmed diyor ki; bize Vekî'... Abdurrahmân îbn Ğanm'den ri­vayet etti ki Rasûlullah (s.a.) Ebu Bekir ve Ömer'e : Bir meşveret (mec­lisinde) bir araya geldiğimizde ben ikinize muhalefet etmem (ikiniz­den ayrılmam.), buyurdular.

îbn Merdûyeh, Ali İbn Ebu Tâlib'den rivayet ediyor ki; Rasûlullah  (s.a.) a «Azm» i sormuşlar, efendimiz; görüş (akıl) sahipleriyle müşa­vere etmek, sonra da onlara uymaktır, diye cevap vermiş.

Belki Rasûlullah (s.a.) almıştır, dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ; «Bir peygamber için emânete hiyânet olur şey değildir», âye­tini İndirdi. îbn Cerîr der ki: Bize Muhammed îbn Abdülmelik îbn Ebu'ş -Şevârîb'in... İbn Abbâs'tan rivayetine göre «Bir peygamber için emâ­nete hiyânet olur şey değildir.» âyeti Bedr günü kaybolan kırmızı bir kaftan hakkında nâzîl olmuştur. İnsanlardan bazıları: O (peygamber) almıştır, dediler ve bu çokça konuşuldu da Allah Teâlâ : «Bir peygam­ber İçin emânete hiyânet olur şey değildir. Kim böyle hainlik ederse, kıyamet günü hainlik ettiği şey ile gelir.» âyetini indirdi.

Hadîsi Ebu Dâvûd ve Tirmizî de rivayet etmiş, Tirmizî; hadîs ha-sendir, garîbdir demiştir. Bazıları da bunu HusayTdan, o da Miksem'-den mürsel olarak rivayet etmişlerdir.

îbn Merdûyeh rivayet ediyor: Amr îbn el-Alâ... İbn Abbâs'dan: nakletti ki o şöyle demiş. Münafıklar, Rasûl-i Ekrem'i, kaybolan bir şeyi (almakla) itham ettiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ : «Bir peygam­ber için emânete hiyânet olur şey değildir.» âyetini indirdi.

Hadîs yukarda geçtiği üzere çeşitli vecihlerde İbn Abbas'tan ri­vayet edilmiştir. Âyet-i kerîme Rasûlullah (s.a.) ı emâneti yerine getir­me, ganîmeti bölüştürme ve başka konularda her türlü hiyânetten te­mize çıkarmaktadır.

Avfî, îbn Abbâs'dan «Bir peygamber için emânete hiyânet olur şey değildir.» âyeti hakkında rivayet ediyor ki o; bazı seriyyelerde ganî­meti taksim edip bazısında da taksîm etmemek suretiyle emânete hi-yanet olur şey değildir, şeklinde tefsir etmiştir.

Dahhâk da aynı şeyi söylemiştir.

Muhammed İbn îshâk bu âyeti şöyle açıklar: Peygamberin, ken­disine indirilenlerin bir kısmım ümmetine tebliğ etmemek suretiyle emânete hiyânet etmesi olur şey değildir.

Hasan el-Basrî, Tâvûs, Mücâhid ve Dahhâk bu âyeti «Bir peygamberin aldatılması olur şey değildir» şeklinde oku­muşlardır.

Katâde ve Rebî' îbn Enes şöyle diyorlar : Bu âyet Bedir günü nazil oldu. Ashâbtan bazıları (o gün) hiyânet etmişti.

îbn Cerîr bunu Katâde ve Rebî' İbn Enes'den rivayet etmiştir. Ba­zıları da İbn Cerîr'in bu âyeti; emânete hiyânetle itham edilmesi olur şey değildir, anlamına gelecek şekilde okuduğunu hikâye ederler.

İbn Mâce rivayet ediyor: Bize Ebu Bekr İbn Şeybe... Ebu Hürey-re'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular: İstişare edilen, güvenilir kişidir.»

Hadîsi Ebu Dâvûd ve Tirmizî de rivayet etmiş, Neseî hadîsi daha genişçe nakletmiş ve hasendir, demiştir.

Yine İbn Mâce der ki: Ebu Bekr... Câbir'den haber veriyor ki: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular: Sizden birisi kardeşiyle İstişare ettiğinde (kardeşi ona) yol göstersin. Bu hadîsi sadece İbn Mâce tahrîc etmiştir.

Onlarla bir işte müşavere edip de bir kere o işe azmettin mi, o ko­nuda Allah'a tevekkül et. Çünkü Allah tevekkül edenleri sever.

«Allah, size yardım ederse artık sizi yenecek yoktur. Sizi yardım­sız bırakırsa da O'ndan başka size yardım edecek kimdir?» Bu âyet-i kerîme Allah'ın: «Zafer, ancak Azîz ve Hakîm olan Allah'tandır.» (Âl-i İmrân, 126) kavli gibidir. Burada müminlere, kendisine tevek­kül etmelerini emrederek: «Mü'minler sadece Allah'a tevekkül etsin­ler.» buyuruyor.

«Bir peygamber için emânete hiyânet olur şey değildir.» âyetini İbn Abbâs, Mücâhid ve başkaları; bir peygambere, ihanet etmek ya­raşmaz, şeklinde tefsîr etmişlerdir. îbn Ebu Hatim diyor : Bize babam... îbn Abbâs'tan rivayet etti ki Bedir günü bir kaftan kaybedilmişti.

Sonra Allah Teâlâ;

«Kim böyle hainlik ederse, kıyamet günü hainlik ettiği şey ile gelir. Sonra herkese kazandığı ödenir. Ve onlara zulmedilmez.» buyu­ruyor ki bu; şiddetli bir tehdîd, kuvvetli bir vaîddir. Emânete hiyâne-tin yasaklandığı müteaddid hadîs-i şerifler vârid olmuştur. Şöyle ki:

îmâm Ahmed rivayet ediyor: Bize Abdülmeük'in... Ebu Mâlik el Eşcaî'den, naklettiğine göre Rasûlullah şöyle buyurdu: Allah katında hiyânetin en büyüğü dünyadaki bir zira' (Kulaç) arazîdeki hiyânet-tir: Toprakta —ya da evde— komşu olan iki kişi görürsünüz. Birisi, diğerinin hissesinden bir kulacını kendi hissesine geçirir. Bunu yaptı­ğında kıyamet gününe kadar yedi kat yeryüzü onun boynuna geçiril­miş oldu.

îmâm Ahmed rivayet ediyor: Bize Mûsâ îbn Dâvûd... Müstevrid İbn Şeddâd'dan nakletti ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu : Kim bi­zim bir işimizi üzerine alırsa evi olmazsa ev edinsin, ya da zevcesi yok­sa evlensin veya hizmetçisi yoksa hizmetçi edinsin, veyahut da binek hayvanı yoksa bir binek hayvanı edinsin. Bunlardan başka bir şey alan (emanete) hiyânet etmiş olur.

Hadîsi başka bir senedle ve ayrı ifâdelerle olmak üzere Ebu Dâ­vûd şöyle rivayet ediyor: Bize Mûsâ İbn Mervân... Müstevrid İbn Şed­dâd'dan nakletti ki, Rasûlullah (s.a.) : Kim bize vâlî olursa (önce) bir zevce edinsin. Eğer hizmetçisi yoksa bir hizmetçi edinsin, eğer evi yoksa bir ev edinsin, buyurdular. Ebu Bekir der ki: Rasûlullah (s.a.) in:

Kim bunlardan başkasını edinirse ya hâindir ya da hırsız, buyurduğu­nu haber aldım.

Şeyhimiz Hafız el-Mizzî der ki: Hadîsi Ca'fer İbn Muhammed el-Firyâbî, Mûsâ İbn Mervân'dan rivayet etti ve Cübeyr İbn Nüfeyr'in ye­rine Abdurrahmân İbn Cübeyr'den rivayetinin daha doğru olduğunu (bu rivayetin doğruya daha çok benzediğini) söyledi.

İbn Cerîr diyor: Bize Ebu Küreyb... İbn Abbâs'tan nakletti ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular :

Sizden, kıyamet günü yanında meleyen bir koyunla gelen bir ada­mı ben tanımayacağım. Adam; ey Muhammed, ey Muhammed, diye bağıracak. Ben de; Allah katında ben, senin için bir şey yapamam. Ben sana teblîğ etmiştim, diyeceğim. Yine sizden, kıyamet günü yanında bağıran (böğüren) bir deve ile gelen bir adamı da ben tanımayacağım. Adam; ey Muhammed, ey Muhammed, diye bağıracak. Ben de; Allah katında senin için yapacağım bir şey yok. Ben sana teblîğ etmiş­tim, diyeceğim. Yine sizden birisi kıyamet günü yanında kişneyen bir atla gelecek ve ben onu tanımayacağım. O kişi; ey Muhammed, ey Mu­hammed, diye bağıracak. Ben de; Allah katında senin için yapacağım bir şey yok. Ben sana daha önce teblîğ etmiştim, diyeceğim. Sizden bi­risi kıyamet günü yanında kuru bir deri (post) ile gelecek ve ben onu da tanımayacağım. O kişi de; ey Muhammed, ey Muhammed, dîye ba­ğıracak. Ben yine; senin için Allah katında yapacağım bir şey yok. Ben sana (daha önce) teblîğ etmiştim, diyeceğim.

Hadîsi Kütüb-i Sitte müelliflerinden hiçbirisi tahrîc etmemişlerdir.

İmâm Ahmed diyor : Bize Süfyân... Ebu Humeyd es-Saidî'den nak­letti ki, o şöyle dedi:

Rasûlullah (s.a.) Ezd kabilesinden Îbnu'l-Lütbiyye'yi zekât me'-mûru olarak görevlendirmişti. Adam dönüşünde: Şunlar sizin, şunlar da bana hediye edildi, dedi. Rasûl-i Ekrem minbere çıkarak: (Zekât toplamaya) gönderdiğimiz me'mûra ne oluyor ki, geliyor da; şu sizin, şu da bana hediye edildi, diyor. Babasının ve anasının evinde otursaydı da baksaydı kendisine hediye veriliyor mu, verilmiyor mu? Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, sizden birisi (zekât malından) bir şey aldığında kıyamet günü o aldığı şey boynunda ola­rak gelir. Aldığı şey; deve ise bağıracak, inek ise böğürecek, koyun ise meleyecek, buyurup İki elini kaldırdı. O kadar kaldırdı ki, koltuk al­tının beyazlarını gördük ve üç kerre şöyle buyurdular: Ey Allah'ım, teblîğ ettim mi?»

Hişâm tbn Urve ilâve ediyor : Ebu Hunıeyd dedi ki: Gözüm gördü, kulağım işitti. İsterseniz Zeyd îbn Sâbit'e sorun.

Hadîsi Buhârî ve Müslim Süfyân İbn Uyeyne'den rivayetle tahrîc etmişlerdir.

İmâm Ahmed rivayet ediyor: Bize îshak tbn îsâ... Ebu Humeyd'-den nakletti ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular:

«Âmillerin (me'mûrların) hediyeleri hiyânettir.» Bu hadîsi sadece İmâm Ahmed tahrîc etmiş olup isnadı zayıftır. Sanki bir önceki hadîsin muhtasarı gibidir.

Ebu îsâ et-Tirmizî el-Ahkâm'ında tahrîc ediyor: Bize Ebu Kü-reyb... Muâz İbn Cebel'den nakletti ki; o şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.) beni Yemen'e gönderdi. (Yolda) giderken peşimden birini göndererek geri çağırttı ve şöyle buyurdu :

Sana niçin adam gönderdim biliyor musun? Benim iznim olmadan hiç bir şey alma. Çünkü o hiyânettir. Ve «Kim böyle hainlik ederse, kıyamet günü hainlik ettiği şey ile gelir.» Seni bunun için çağırttım. (Haydi şimdi) işine git.

Bu hadîs hasendir, garîbtir. Sadece bu vecihle biliyoruz. Bu konu­da Adiyy İbn Anıîre, Büreyde, Müstevrid îbn Şeddâd, Ebu Humeyd ve İbn Ömer'den de rivayetler vardır.

İmâm Ahmed diyor: Bize İsmâîl İbn Uleyye... Ebu Htireyre'nin şöyle dediğini nakletti:

Bir gün Rasûlullah (s.a.) aramızda kalktı ve hainlik (emânete hiyâneti) andı. Onu çok büyük bir şey olarak gördü ve anlattı: Sonra da şöyle buyurdu:

Kıyamet günü sizden birisi boynunda bağıran bir deve olduğu hal­de gelirken göreceğim. Ben onu tanımayacağım. (Ona yakınlık ğöster-miyeceğim) o kişi: Ey Allah'ın Rasûlü bana yardım et, diyecek. Ben de: Allah katında senin için yapabileceğim bir şey yok. Ben sana teb­lîğ etmiştim, diyeceğim. Yine kıyamet günü sizden birisi boynunda kiş-neyen bir at olduğu halde gelecek. Ben ona yakınlık göstermeyeceğim. O : Ey Allah'ın Rasûlü bana yardım et, diyecek, Ben de ona: Allah ka­tında senin için yapabileceğim bir şey yok. Ben sana teblîğ etmiştim, diyeceğim. Yine kıyamet günü sizden birisi boynunda dalgalanan (ku­maş)   parçalarıyla gelecek.  Ben ona yakınlık göstermeyeceğim.  O:

Ey Allah'ın Rasûlü bana yardım et, diyecek. Ben de ona: Allah katın­da senin İçin yapabileceğim bir şey yok. Ben sana teblîğ etmiştim, diyeceğim. Yine kıyamet günü sizden birisi boynunda bir mal olduğu halde gelecek. Ben ona da yakınlık göstermiyeceğim. O : Ey Allah'ın Rasûlü bana yardım et, diyerek medet umacak. Ben de ona: Senin için Allah katında yapabileceğim bir şey yok. Ben sana tebliğ etmiştim, diyeceğim.

Buhârî ve Müslim hadisi Ebu Hayyân'dan rivayetle tahrîc etmiş­lerdir.

İmâm Ahmed diyor: Bize Yahya îbn Saîd... Adiyy tbn Amîre el-Kindî'den nakletti ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu : Kim bizim için bir iş yapar da ondan bir iğne ya da daha fazlasını gizlerse işte bu hi-yânettir ve kıyamet günü onunla gelecektir.

Ansâr'dan bir adam —Râvî Saîd İbn Ubâde olduğunu söylüyor ve sanki ben onu görür gibiyim diyor— Ey Allah'ın Rasûlü (bana verdi­ğiniz) işi geri alınız, dedi. Rasûl-i Ekrem :

Neden o? diye sordular. O : Şöyle şöyle dediğinizi işittim, dedi. Bu­nun üzerine Allah'ın Rasûlü: Bunu şimdi söylüyorum. Kimi bir İşe me'mûr etmişsek onu azıyla, çoğuyla getirsin. Ona ne verilirse alsın, ne yasaklandıysa onu da bıraksın, buyurdular.

Hadisi Müslim ve Ebu Dâvûd da muhtelif tanklardan ve İsmail İbn Ebu Hâlid'den rivayet etmişlerdir.

îmâm Ahmed diyor: Bize Ebu Muâviye'nin... Ebu Râfi'den nak­lettiğine göre o, şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.) ikindiyi kıldığında bazan Abd'ül-Eşhel oğullarına gider akşam yaklaşıncaya kadar onlarla soh­bet ederdi.

Ebu Râfi' anlatıyor: Rasûl—i Ekrem, akşam (namazı) için sür'at-le giderken Bakî'e uğradı ve iki kere : Yazık sana (yazıklar olsun sana) buyurdu. Bu bana ağır geldi ve beni kasdettiğini zannederek geride kaldım. Rasûlullah (s.a.); sana ne oluyor? Yürü, buyurdular. Ben; b,ir şey mi yaptım ey Allah'ın Rasûlü? diye sordum.

O da ne ki? buyurdular. Ben yine; yazıklar olsun buyurdunuz, de­dim. Efendimiz : Hayır, buyurdular. Ancak şu, falancanın kabridir. Onu falan kabileye (zekât) me'mûru olarak göndermiştim. (Bizden haber­siz olarak) bir elbiseyi almıştı. Şimdi ise o elbisenin ateşten bir benzeri ona giydirildi, buyurdular.

Abdullah îbn îmâm Ahmed diyor: Bize Abdullah îbn Sâlim'in... Ubâde îbn Sâmit'den naklettiğine göre :

Rasûlullah (s.a.) ganimet olarak alınan deveden bir kılı eline almış ve şöyle buyurmuştu:

Bunda benim hissem, ancak sizden birininki kadardır. Emânete hi-yönetten sakınınız. Zîrâ hiyânet kıyamet günü sahibi için bir utançtır.

(Alınan ganimet ya da emânet) bir ip ve iğne de olsa, bundan fazla da olsa (yerine ya da sahibine) veriniz Hazarda ve seferde yakın ve uzak (düşmanla) Allah yolunda muharebe ediniz. Muhakkak ki cihâd cen­net kapılarından bir kapıdır ve Allah onunla sizi üzüntülerden kurta­racaktır. Allah'ın hadlerini uzağa ve yakma uygulayınız. Ayıplayanla-rın ayıplaması, sizi Allah yolundan (Allah'ın emirlerini yerine getir­mekten) alıkoymasın.

Hadîsin bir kısmım «Allah'ın hududunu uzağa ve yakına uygula­yınız» kısmından itibaren îbn Mâce de rivayet etmiştir.

Amr îbn Şuayb, babasından, o da dedesinden rivayet ediyor ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular :

Bir iğne bile olsa (emâneti sahibine) veriniz. Zîrâ (emânete) hiyâ' net kıyamet günü sahibine utanç ve ateştir.

Ebu Dâvûd rivayet ediyor: Bize Osman îbn Ebu Şeybe... Ebu Mes'ûd el-Ansârî'nin şöyle dediğini nakletti:

Rasûlullah (s.a.) beni (zekât) me'mûru olarak gönderdi. Sonra şöyle buyurdu : Git ey Ebu Mes'ûd. (Ama) ben seni kıyamet günü sır­tında hiyânet etmiş (bizden habersiz almış) olduğun zekât develerin­den birisi bağırarak geldiğini görmeyeyim.

Ben: O halde-gitmem, dedim. Rasûl-i Ekrem: O halde seni zorla­mam, buyurdular.

Hadîsi sadece Ebu Dâvûd tahfîc etmiştir.

Ebu Bekr İbn Merdûyeh rivayet ediyor: Bize Muhammed İtan Ahmed îbn İbrahim... İbn Büreyde'den, o da babasmdan Rasûlullah (s.a.) in şöyle buyurduğunu nakletti:

Cehenneme bir taş atılır. Yetmiş sene düşer de dibine ulaşamaz. Sonra çalıntı mal (ganimet ya .da emânetten alınan mal) getirilir. O da taşla birlikte cehenneme atılır ve onu çalan kimseye : Haydi onu getir, denilir. İşte bu : «Kim böyle hainlik ederse, kıyamet günü hainlik ettiği şey ile gelir» âyetinin anlamıdır.

İmâm Ahmed rivayet ediyor: Bize Hâşim îbn el-Kâsım... Ömer İbn el-Hattâb'ın şöyle dediğini nakleder:

Hayber günü Rasûlullah (s.a.) m ashabından bir grup gelerek; fa­lanca şehîd oldu, falanca şehîd oldu, dediler. Sonunda bir adam hak­kında da; falanca şehîd oldu, dediler. Rasûlullah (s.a.) : Hayır, ben onu cehennemde, ganîmet malından çaldığı bir hırka —ya da bir aba— ile gördüm, buyurdu. Sonra da; ey Hattâb oğlu, git ve insanlara seslen; cennete ancak mü'min olanlar girer, buyurdular. Ben de çıktım ve; cennete ancak mü'min olanlar girer, diye seslendim.

Şu hadîsi Müslim ve Tirmizî de îkrime îbn Ammâr'dan rivayet etmişler ve Tirmizî; hasendir, sahihtir, demiştir.

İbn Cerîr diyor: Bize Saîd İbn Yahya... İbn Ömer'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a!), Sa'd İbn Ubâde'yi zekât me'mûru olarak gönder­miş ve o'na : Ey Sa'd, kıyamet günü, bağıran bir deveyi taşıyarak gel­mekten sakın, buyurmuş. Sa'd :

Almam da, onunla gelmem de, demiş. Rasûlullah (s.a.) onu (bu vazifeden) af buyurmuş.

İmâm Ahmed rivayet ediyor : Bize Ebu Saîd'in... Salim İbn Abdul­lah'tan naklettiğine göre; Salim, Mesleme İbn Abdülmelik'le birlikte Rum topraklarında iken bir adamın eşyası içinde ganimetten çalınmış mal bulundu. Salim İbn Abdullah'a sordu. O da şöyle dedi: Babam Ab­dullah'ın, Ömer İbn el-Hattâb'dan bana rivayet ettiğine göre; Rasûlul­lah (s.a.) şöyle buyurmuşlardır :

Kimin eşyasında ganimetten çalınmış mal bulursanız onu (bul­duğunuz çalıntı malı) yakınız. —Öyle zannediyorum ki, o kişiyi de dö­vünüz, buyurmuş.

Râvi anlatmaya devam ediyor: O çalman mal pazara çıkarıldı. Ancak o malın içinde bir mushaf bulundu. Bu hususta Sâlim'e soruldu.

Salim; onu sat, bedelini de tasadduk et, dedi.

Ali İbn el-Medînî, Ebu Dâvûd ve Tirmizî de, Abdülazîz İbn Muham-med hadîsinden bu şekilde rivayet etmişlerdir. Ayrıca Ebu Dâvûd'da şu ilâve vardır :

Abdülazîz ile birlikte Ebu îshâk el-Fezârî, Ebu Vâkıd el-Leysî Salih İbn Muhammed İbn Zâide'den rivayet etmişlerdir.

Ali İbn el-Medînî, Buhârî ve başkaları diyor ki: Ebu Vâkıd'ın ri­vayeti olan hadîs münkerdir.

Dârekutnî de diyor ki: Sahîh olan; bu ifâdenin sadece Sâlim'in fetvalarından birisi oluşudur.

İmâm Ahmed İbn Hanbel ve arkadaşlarından ona tabî olanlar ha­dîsin muktezâsmca fetva vermişler; Ebu Hanîfe, Mâlik, Şafiî ve cumhur ise buna muhalefetle:

Ganimet malından çalanın eşyası yakılmaz, ancak çaldığı mik­tardan dolayı ta'zîr cezası verilir, demişlerdir. Buhârî de; Rasûlullah (s.a.), ganîmet malından çalanın üzerine cenaze namazı kılmayı red­detmiş; fakat eşyasını yakmamıştır, demiştir. Allah en iyisini bilir.

îbn Cerîr diyor: Bize Ahmed îbn Abdurrahman... Abdullah îbn Enîs'den haber veriyor: Abdullah îbn Enîs ve Ömer îbn el-Hattâb bir gün zekât hakkında müzâkere ediyorlarmış. Ömer: Duymadın mı ki Rasûlullah (s.a.) zekât malından çalmayı zikrettiğinde; kim zekât ma­lından bir deve ya da bir koyun çalarsa kıyamet günü onu taşıyarak (gelir), buyurmuşlardı.

Abdullah İbn Enîs de : Evet duydum, demiş.

Hadîsi, İbn Mâce Amr İbn Sevvâd'dan, o da Abdullah İbn Vehb'-den rivayet etmiştir.

Emevî, Muâviye'den... o da Hasan'dan şöyle rivayet ediyor : Zekât ya da ganimet malından çalanın cezası yükünün (eşyasının) çıkarıla­rak içindekilerle yakılmasıdır.

Emevî yine Muâviye'den... o da Ali'den şöyle rivayet ediyor: (Ze­kât ya da ganimet malından) çalanın yükü (eşyası) toplanır, yakılır ve ona (hırsızlık) haddinden az sopa vurulur.

İmâm Ahmed rivayet ediyor : Bize Esved İbn Âmir... Cübeyr İbn Mâiik'den nakletti ki o, şöyle dedi: (Hz. Osman'ın mushafı dışındaki) mushaflann silinmesi emredilmişti. İbn Mes'ûd şöyle dedi:

Sizden kim bir mushaf çalmak isterse çalsın. Zîrâ kim birşey çalarsa kıyamet günü onunla beraber gelecektir. Ve ilâve etti : Allah Rasûlü'nün ağzından yetmiş sûre okudum (öğrendim). Rasûl-i Ek­rem'in ağzından almış olduğum bir şeyi terk mi edeyim?

Vekî', tefsirinde... İbrahim'den rivayet ediyor: (Müshaf-ı Osmâ-nîden başka) Mushafların yakılması emredilince Abdullah (İbn Mes'­ûd) : Ey insanlar, Mushafları çalınız. Zira kim bir şey çalarsa kıyamet günü o çaldığıyla gelecektir. Mushaf ne güzel çalıntıdır ki sizden birisi kıyamet günü onunla gelecektir, dedi.[55]

Dâvûd, Semure İbn Cündeb'den rivayetle şöyle diyor : Rasûlullah (s.a.), bir ganimet alındığında Bilâl'a emreder. O da insanlara nida eder, herkes aldığı ganimetleri getirirdi. Rasûlullah (s.a.), ganimetin beşte birini ayırdıktan sonra kalanı bölüştürürdü.

Bir gün bir adam (Bilâl'ın) nidasından sonra elinde kıldan bir yular ile geldi ve; ey Allah'ın Rasûlü, bu aldığımız ganimetlerdendi, dedi. Efendimiz; Bilâl'in üç kerre nida ettiğini duydun mu? diye sordu. Adam; evet, dedi. Efendimiz; peki, onu getirmene engel olan nedir? diye sordu. Adam özür beyân ettiyse de Rasûlullah (s.a.); asla, sen kı­yamet günü bununla geleceksin. Bunu senden kabul etmem, buyurdu­lar.

«Allah'ın rızâsına uyan kimse hiç Allah'ın hışmına uğrayan gibi olur mu? Onun varacağı yer cehennemdir. O, ne kötü dönüş yeridir.»

Allah'ın koyduğu (kanunlarda) O'nun rızâsına uyarak, Allah'ın hoşnutluğuna sevabına ve şiddetli azabından kurtulmaya hak kaza-natı ile, onun Öfkesini hakkeden ondan asla kurtulamıyacak olan, kıya­met günü de varacağı yer cehennem olan kişi —ki cehennem kötü bir dönüş yeridir.— hiç eşit olur mu?

Kur'an-ı Kerîm'de bu âyetin benzerleri pek çoktur. Şu âyetler bu­na misal verilebilir :

«Sana Rabbından indirilenin gerçek olduğunu bilen, hiç kör gibi midir?» (Ra'd, 19)

«Şimdi, kendisine güzel bir vaadde bulunduğunuz ve ona kavuşan kimse, dünya hayatında kendisine bir geçimlik verdiğimiz... kimse gibi midir?» (Kasas, 61)

Allah Teâlâ sonra:

«Onlar Allah katında derece derecedir.» buyuruyor.

Hasan el-Basrî ve Muhammed îbn îshâk âyeti şöyle açıklarlar: Hayır sahipleri de, şer sahipleri de derece derecedir.

Ebu Ubeyde ve Kisâî de şöyle derler: Cennetteki derece ve evle­rinde; cehennemdeki yerlerinde eşit değildirler.

Nitekim başka bir âyette de: «Herbirinin işlediklerine karşılık de­receleri vardır.»  (En'âm, 132) buyuruyor. Burada ise:

«Allah yaptıklarını görmektedir.» buyuruyor ki, yaptıklarını tama­mıyla onlara verecektir. Hayrı eksiltmek suretiyle zulmetmeyecek, yap­tıkları kötülükleri arttırmıyacak, bilakis herkesi yaptiğıyla cezalandı­racaktır.

Andolsun ki Allah; mü'minlere büyük bir lutufta bulunmuştur. Zîrâ onlara Allah'ın âyetlerini okuyan, tezkiye eden kitâb ve hikmeti öğreten, karşılıklı konuşabilmeleri, soru sorabilmeleri, birlikte oturabil­meleri ve faydalanabilmeleri için kendi içlerinden bir peygamber gön­dermiştir.

Âyetteki kavli kendi içlerinden ve kendi cinslerin­den şeklinde anlaşılmalıdır. Nitekim başka bir âyette : «Allah sizin için kendinizden eşler yarattı.» (Nahl, 72) buyurmuştur.

Başka âyetlerde de Allah Teâlâ şöyle buyurur: «De ki: Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Bana... vahyolunuyor.»  (Fussilet, 6)

«Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz ye­mek yerler, sokaklarda gezinirlerdi.»  (Furkan, 20)

«Senden önce gönderdiğimiz elçiler de ancak kasabalar halkından, kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkeklerdi.»  (Yûsuf, 109)

«Ey cin ve insan topluluğu, içinizden... peygamberler gelmedi mi?» (En'âm, 130)

Karşılıklı konuşma ve Allah kelâmını anlamak için, kendisine mü­racaat imkânı vermesi dolayısıyla, peygamberin kendi cinslerinden gön­derilmiş olması lutuflann en büyüğüdür. Onun İçin Allah Teâlâ:

Zîrâ onlara Allah'ın âyetlerini, Kur'ân-ı Kerîmi okuyan, şirk ve câhîliyet hallerinde bulaşmış oldukları pislik ve kirlerden onların ne­fisleri temizlensin diye onlara iyiliği emredip kötülüğü yasamamak suretiyle kendilerini tezkiye eden, kitâb ve hikmeti, kur'an ve sünneti öğreten, kendi içlerinden bir peygamber göndermiştir. Halbuki onlar daha önce, bu peygamberden önce herkese açık seçik belli olan bir azgınlık, cehalet ve apaçık bir dalâlet içinde idiler, buyurmuştur.[56]

 

Îzâhı

 

 



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1227-1228

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1228-1229

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1229-1230

[4] Kan bulaştırma şöyle oluyordu: Akîka olarak kesilen kurbanın derisinden bir parça alınıyor, çocuğun başı üzerine tutuluyor ve çocuğun başına ondan kan damlatılıyordu. Sonra da çocuğun başı yıkanıp tıraş ediliyordu. Ancak bunun câhiliye âdetlerinden olup neshedildiğl rivayet edilmektedir. Bu hadîs'in açıklanmasında Hattâbî şöyle der: t Rasûlullah (S.A.) çocuğun başında bulunan kurumuş pisliklerin giderilmesini emret­mişken ağır bir necaset (pislik) olan kanın çocuğun başına damlatılmasını nasıl em­retmiş olabilir? (Arapça naşirler)

[5] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1237-1239

[6] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1239-1240

[7] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1241-1244

[8] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1244-1247

[9] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1247-1248

[10] Bekir Karlığa , Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1249-1250

[11] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1252-1253

[12] Bekir Karlığa , Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1253-1256

[13] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1256-1258

[14] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1258-1262

[15] Bekir Karlığa , Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1262-1263

[16] Bu hadîs şüphelidir. Şöyle ki: Necrân, süratli bir atlının bir gün ve gecede geçebile-teği genişlikte değildir. Orduları yüzyirmi bin küsur olacak kadar halkı da çok de­ğildir. Değilse hiç korkarlarmıydı? Sonra RasûluUah'ın selâmlarını almaması, bütün bir gün onlarla konuşmaması. Hz- Ali'nin de onlara süslü elbiselerini ve yüzüklerini çıkarmalarını söylemesi Resûlullah'dan zuhur edebilecek şeyler değildir. Rasûlullah (S.A.) kendine gelen elçileri kabul eder, görünüşleri müslümanların görünüşlerinden ayrı olmasına rağmen onlarla konuyorlardı. (Arapça naşirler)

[17] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1264-1271

[18] Bekir Karlığa , Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1271-1272

[19] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1275-1277

[20] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1278-1279

[21] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1280-1281

[22] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1282-1284

[23] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1284-1287

[24] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1287-1288

[25] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1289-1290

[26] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1291-1292

[27] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1293-1295

[28] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1295-1296

[29] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1297-1298

[30] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1299-1300

[31] Bekir Karlığa , Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1300

[32] Bekir Karlığa , Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1301-1302

[33] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1303-1306

[34] izher, yapraklan geniş ve hoş kokulu bir bitkidir. Demirci ve dökümcüler odun ve kö­mür yerine bunu yakarlardı. Evlerin üstüne örtü olarak da kullanılırdı.

[35] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1307-1315

[36] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1315-1316

[37] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1316-1317

[38] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1322-1326

[39] Ahmed Şâkir, Umdetu't-Tefsfr'de (III. 17) hadîsin Ebu Hüreyre'den değil de Ebu SaSd el-Hudrî'den rivayet edildiğini ve tbn Kesİr'in yanıldığını söyler

[40] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1327-1329

[41] Bekir Karlığa , Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1329-1331

[42] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1332-1344

[43] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1345-1347

[44] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1347-1351

[45] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1352-1355

[46] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1356-1361

[47] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1362-1364

[48] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1364-1367

[49] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1367-1372

[50] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1373-1375

[51] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1376-1380

[52] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1381-1396

[53] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1397-1399

[54] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1400

[55] Bu âyet; ister mushaf olsun, ister başka birşey olsun her türlü çalmayı yasakla­maktadır. Sünnet-i seniyye de bunu desteklemektedir- îbn Mes'ûd'un bu sözü, öyle sanıyoruz ki Hz. Osman'ın kendi mushafmdan başka mushaflan yakma emri üzerine söylenmiştir. Zîrâ îbn Mes'ûd'un da bir mushafı bulunuyordu. Arapça naşirlerin notu

[56] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 4/1402-1413

Free Web Hosting