HİCR SÛRESİ2

Bu Kitab. 2

Kasabaların Yazısı3

Gökten Bir Kapı Açsak. 4

İzahı5

Aşılayıcı Rüzgârlar6

İnsan ve Cinin Yaratılışı8

İzahı9

Müttakîler11

İbrahim'in Konukları12

Ormanlık Yerde Oturanlar14

Apaçık Uyarıcı17

Yakîn Gelinceye Kadar İbâdet18


HİCR SÛRESİ

(Mekke'de nazil olmuştur.)

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla.

1  — Elif, Lanı, Râ. Bunlar kitabın ve Kur'ân-ı Mü-bin'in âyetleridir.

2  — Kâfirler bir zaman gelir ki müslüman olmayı is­teyeceklerdir.

3  — Bırak onları; yeğinler, eğlensinler ve kendilerini oyalayadursun. Sonra öğreneceklerdir.

 

Bu Kitab

 

Sûrelerin baharındaki hurûf-ı mukattaa ile ilgili bilgi daha önce geçmişti. Allah Teâlâ, «Kâfirler bir zaman gelir ki müslüman olmayı isteyeceklerdir.» buyurup, onların içinde bulundukları küfürden dola­yı pişman olacaklarım ve dünya yurdunda müslümanlarla beraber ol­muş olmayı temenni edeceklerini haber verir. Süddî'nin tefsirinde meş­hur isnadı ile tbn Abbâs, îbn Mes'ûd ve diğer bazı Sahabe'den naklet­tiğine göre; kâfirler, ateşe arzolundukları zaman müslümanlar olmayi temenni edeceklerdir. Burada maksadın: Her kâfirin ölüm anında keşke mü'min olaydım, diye hayıflanacağıdır, da denilmiştir. Başka bir görüşe göre bu, kıyamet gününden bir haber vermedir. Nitekim Allah Teâlâ'nın şu kavli de böyledir : «Bir görsen; ateşin başında dur­dukları : KeşM geri döndürülseydik ve Rabbımızm âyetlerini yalan saymasaydık da mü'minlerden olsaydık, dedikleri zaman...» (En'âm, 27). Süfyân es-Sevrfnin Seleme İbn KüheyPden, onun Ebu Za'râ'dan, onun da Abdullah (İbn Mes'ûd) dan rivayetine göre; o, «Kâfirler bir zaman müslüman olmayı isteyeceklerdir,)) âyeti hakkında şöyle demiş­tir : Bu; cehennemlikler hakkındadır. Zîrâ onlar (günahkâr mü'min-lerin) ateşten çıktıklarını göreceklerdir. İbn Cerîr der ki: Bana Mü-sennâ'nın... İbn Abbâs ve Enes İbn Mâlik'den rivayetine göre; onlar, «Kâfirler bir zaman müslüman olmayı isteyeceklerdir.)) âyetini şöyle te'vîl ederlermiş : Allah Teâlâ müslümanların günahkârlarını (hatâ iş­leyenlerini) müşriklerle beraber ateşte hapsettiği gün müşrikler onla­ra : Dünyada iken yapagelmekte olduğunuz ibâdetler, size hiç bir fay­da vermedi, diyecekler. Allah Teâlâ onlara gazablamp rahmetiyle ha­talı müslümanları ateşten çıkaracak. «Kâfirler bir zaman gelecek ki müslüman olmayı isteyeceklerdir.» âyetinde anlatılan işte budur.

Abdürrezzâk'ın Sevrî kanalıyla... Mücâhid'den rivayetine göre; cehennemlikler, Allah'ı birleyenlere : îmânınız size fayda vermedi mi? diyecekler. Onlar böyle söylediği zaman Allah Teâlâ ; Kalbinde zerre ağırlığı îmân olanı (ateşten) çıkarın, buyuracak. İşte Allah Teâlâ'nın: «Kâfirler bir zaman gelir ki müslüman olmayı isteyeceklerdir.» kavli bu zamana işaret etmektedir. Dahhâk, Katâde, Ebu'l-Âliye ve başka­larından da böylece rivayet edilmiştir. Bu konuda merfû' hadîsler de vârid' olmuştur.

1- Hafız Ebu'l-Kâsım et-Taberânî'nin Muhammed İbn Abbâs kanalıyla... Enes tbn Mâlik (r.a.) den rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Lâ İlahe İllallah diyenlerden bazı kimseler günâhları sebebiyle ateşe girecekler. Lât ve Uzzâ'ya tapanlar onlara: Lâ İlahe İllallah demeniz size hiç bir fayda vermedi mi ki siz de ateş­te bizimle birliktesiniz? diyecekler. Allah Teâlâ onlara kızıp, «Lâ İlahe İllallah» diyenleri çıkaracak, onları hayat nehrine atacak ve ayın, tutulmasından ayrılıp sıyrıldığı gibi yanıklarından kurtulup iyileşe­cekler ve cennete girecekler. Onlara orada «Cehennemlikler» ismi veri­lecek. Bir adam:Ey Enes, sen bunu Allah Rasûlü (s.a.) nden işittin mi? dedi de Enes: Allah Rasûlü (s.a.) nü : Kim kasden benim hak­kımda yalan uydurursa; cehennemdeki yerine hazırlansın, buyurdu­ğunu işittim. Evet, ben Allah Rasûlü (s.a.) nü böyle söylerken işittim, dedi. Taberânî'nin ifâdesine göre Cehbez hadîsi rivayette tek kalmış­tır.

2- Taberânî der ki: Bize Abdullah İbn Ahmed İbn Hanbel?in... Ebu Mûsâ (r.a.) dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyur­muştur : Cehennemlikler ateşte toplandığı zaman yanlarında kıble eh­linden Allah'ın diledikleri de olacak. Kâfirler müslümanlara: Sizler müslümanlar değil mi idiniz? diye soracaklar, onlar: Evet müslüman-lar idik, diyecekler.    Kâfirler : Müslüman olmak size fayda sağlamadı da bizimle beraber ateşte kaldınız, diyecekler.  Müslümanlar: Bizim günâhlarımız vardı da bu yüzden azaba dûçâr kaldık, diyecekler. Al­lah Teâlâ onların söylediklerini işitecek ve kıble ehlinden ateşte olan­ların çıkarılmalarını emredecek. Geride kalan kâfirler bunu gördükle­rinde : Keşke biz de müslümanlar olaydık ve onların çıktığı gibi biz de çıkayaık, diyecekler. Sonra Allah Rasûlü  (s.a.) : Tardolunmuş şeytâ­nın şerrinden Allah'a sığınırım : «Elif, Lâm, Râ. Bunlar kitabın ve Kur'an-ı Mübîn'in âyetleridir., Kâfirler bir zaman gelir ki müslüman olmayı isteyeceklerdir.» âyetlerini okudu. Hadîsi İbn Ebu Hatim de Hâlid İbn Nâfi' kanalıyla rivayet etmiş olup, onun rivayetinde Eûzü yerine Besmele vardır.

3- Taberânî'nin Mûsâ İbn Hârûn kanalıyla... Salih İbn Ebu Tâ-lib'den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Ebu Saîd el-Hudrî'ye sor­dum ve : Allah Rasûlü (s.a.) nün «Kâfirler bir zaman gelir ki müslü­man olmayı isteyeceklerdir.)) âyeti hakkında bir şey söylediğini işittin mi? dedim. O, evet dedi ve şöyle devam etti: Allah Rasûlü (s.a.) nü şöyle buyururken işittim : Allah Teâlâ mü'minlerden bir grubu, ken­dilerinden intikamını aldıktan sonra ateşten çıkaracaktır. Allah Teâlâ onları müşriklerle beraber ateşe koyduğunda;  müşrikler onlara: Siz dünyada iken Allah'ın dostları olduğunuzu sanıyordunuz. Size ne olu­yor da bizimle beraber ateştesiniz? diyecekler. Allah Teâlâ onların bu sözlerini işittiği zaman, mü'minler hakkında şefâata izin verecek de; melekler, peygamberler ve mü'minler şefaat edecekler ve nihayet on­lar Allah'ın izniyle ateşten çıkacaklar. İşte müşrikler bunu gördükleri zaman: Keşke biz de onlar gibi olsaydık da, bize şefaat ulaşıp onlarla beraber çıkaydık, diyecekler.  İşte Allah Teâlâ'nın: «Kâfirler bir za­man gelir ki müslüman olmayı isteyeceklerdir.» kavli budur. Onlara, cennette yüzlerindeki karalık yüzünden «Cehennemlikler» adı verile­cek. Onlar : Ey Rabbımız, bizden bu ismi gider, diyecekler ve Allah Te­âlâ emredecek de, cennet nehrinde yıkanacaklar ve bu isim onlardan kaldırılacak. Hadîsi Ebu Üsâme'ye naklettim de evet böyledir, dedi.

4- İbn Ebu Hâtim'in Ali İbn Hüseyn kanalıyla... Muhammed îbn Ali'den, onun babasından, onun da dedesinden rivayetine göre Al­lah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Ateş onlardan kimini dizlerine kadar, kimini beline kadar, kimini boğazına kadar olmak üzere günâh­ları ve amelleri miktarmca yakalayacaktır. Onlardan kimisi bir ay ora­da kalacak,.sonra çıkacak. Kimisi bir sene kalacak, SQnra çıkacak. On­lardan ateşte en uzun kalacak olanın süresi, dünyanın yaratıldığı gün­den son bulmasına kadar geçen süredir. Allah Teâlâ onların da ateş­ten çıkmalarım dilediği zaman yahûdîler, hırıstiyaniar ve ateşte olan diğer din sâlikleri ile putperestler; tevhîd ehlinden ateşte olanlara : Allah'a, kitablarına ve elçilerine îmân ettiniz. Bugün biz ve siz ateşte eşit durumdayız, diyecekler. Allah Teâlâ onlara öyle bir öfkelenecek ki daha önce hiç bir şeye o kadar öfkelenmemiştir. Onları ateşten çıkarıp cennette bir kaynağa sokacak. İşte Allah Teâlâ'nın: «Kâfirler bir za­man gelir ki müslüman olmayı isteyeceklerdir.» kavli budur.

Allah Teâlâ'nın: «Bırak onları; yesinler, eğlensinler.» âyeti on­lar için şiddetli, kuvvetli ve sert bir tehdîdtir. Nitekim Allah Teâlâ baş­ka âyetlerde şöyle buyurmaktadır: «Yaşayın bakalım. Varacağınız yer; şüphesiz ateş olacaktır, de.» (İbrahim, 30), «Yeyin ve biraz zevklenin. Doğrusu sizler, suçlularsınız.» (Mürselât, 46). Bu sebebledir ki bura­da şöyle buyurmuştur: «Ve kendilerini emel, (tevbe ve Allah'a dönüş­ten) oyalayadursun. Sonra (onlar işlerinin sonucunu) öğreneceklerdir.»[1]

 

4  — Biz, hiç bir kasabayı bilinen bir yazısı olmaksı­zın helak etmedik.

5  — Hiç bir ümmet, kendi süresini öne alamaz, ge­ciktiremez de.

 

Kasabaların Yazısı

 

Allah Teâlâ: Hiç bir kasabayı aleyhlerinde delil konulmadan ve süreleri, bitmeden helak edecek değilim. Helak olunmaları zamanı ge­len hiç bir ümmetin va'dolunan bu vakti geciktirilmez, sürelerini öne de alamazlar, buyurur ki bu; Mekke halkına bir tenbîh ve helake müs-tehak oldukları şirk, inâd ve inkârlarını bırakmaya bir davetten, yol göstermeden ibarettir.[2]

 

6  — Dediler ki: Ey kendisine kitab indirilen kişi; sen mutlaka delisin.

7  — Doğru söyleyenlerden isen bize melekleri getir­meli değil misin?

8  — Biz, melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman da kendilerine mühlet verilmez.

9  — Muhakkak ki Kur'ân'ı Biz indirdik Biz.  Onun koruyucusu da elbet Biziz.

 

Allah Teâlâ, onların: «Ey kendisine kitab indirilen kişi...» sözle­rindeki küfür, inâd ve haddi aşmalarını haber veriyor. Onlar demişler­di ki: Ey kendisine kitab indirildiğini iddia eden kişi; bizleri kendine uymaya, babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyleri terketmeye çağır­manda sen mutlaka delisin. Doğru söyleyenlerden isen senin getirdik­lerinin sıhhatma şehâdet etmeleri için bize melekleri getirmeli değil misin? Nitekim Firavun da şöyle demişti: «Ona altın bilezikler veril­meli veya beraberinde kendisine yardım edecek melekler gelmeli değil miydi?» (Zuhruf, 53) Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurur : «Bi­zimle karşılaşmayı ummayanlar : Bize melekler indirilmeli değil miy­di veya Rabbımızı görmeli değil miydik? derler. Andolsun ki, kendi kendilerine büyüklenmişler ve azgınlıkta çok aşın gitmişlerdir. Melek­leri görecekleri gün, işte o gün günahkârlara hiç iyi haber yoktur. Me­lekler : İyi haber size yasaktır yasak, derler.» (Furkân, 21-22). Bura­da ise Allah Teâlâ şöyle buyurur : «Biz, melekleri ancak hak ile indi­ririz. O zaman da kendilerine mühlet verilmez.)» Mücâhid, «Biz, me­lekleri ancak hak ile indiririz.» âyetini şöyle açıklar : Biz melekleri an­cak risâlet ve azâb ile göndeririz.

Sonra Allah Teâlâ zikri yani Kur'ân'ı indirenin kendisi olduğunu, onu değişiklikten koruyacak olanın da kendisi olduğunu anlatıyor. Bazıları. kısmındaki zamiri Hz. Peygamber (s.a.) e döndürürler. Nitekim, «Allah; seni insanlardan korur.» (Mâİde, 67) âye­tinde de durum böyledir. Ancak birinci mânâ daha evlâ olup, âyetin akışından açıkça anlaşılan da odur.[3]

 

10  — Andolsun ki; senden önce çeşitli milletler için­de de peygamberler göndermiştik.

11  — Onlara gelen her peygamberle alay ediyorlar­dı.

12  — Biz, böylece onu suçluların kalbine sokarız.

13  — Kendilerinden  öncekilerin  uğradıkları ortada iken yine de ona inanmazlar.

 

Allah Teâlâ Kureyş kâfirlerinden Allah Rasûlünü yalanlayanların yalanlamasına karşı Rasûlünü teselli ederek, ondan önce geçmiş üm­metler içinde de peygamberler gönderdiğini, hangi ümmete peygam­ber gelmişse; onlann bu peygamberi yalanlayıp onunla alay ettikleri­ni, hidâyete tâbi olmaktan büyüklenen, inâdlaşan mücrimlerin kalb-lerine yalanlamayı koyanın kendisi olduğunu haber verir. Enes ve Ha­san el-Basrî: «Biz, böylece onu suçluların kalbine sokarız.» âyetinde, şirkin kasdedildiğini söylerler. Allah Teâlâ: «Kendilerinden öncekile­rin uğradıkları ortada iken yine de ona inanmazlar.» buyurur ki; Al­lah Teâlâ'nın, elçilerini yalanlayan kimseleri nasıl helak ettiği, yok et­tiği, Allah'ın peygamberleri ile dünyada ve âhirette onlara uyanları nasıl kurtardığı bilinmektedir.[4]

 

14  — Onlara gökten bir kapı açsak da çıkmaya ko-yulsalardı.

15  — Gözlerimiz  döndü,  biz  herhalde  büyülendik, derlerdi.

 

Gökten Bir Kapı Açsak

 

Allah Teâlâ, onların inkârlarının ve hak ile inâdlaşmalarının ne kadar güçlü olduğunu haber yeriyor. Şayet onlar için gökten bir kapı açılsa da ondan yukarı çıkmaya, yükselmeye başlasalar yine de bunu doğrulamazlar, aksine : «Gözlerimiz döndü.» derler. Âyetteki kısmını Mücâhid, İbn Kesîr ve Dahhâk : Gözlerimiz kapan­dı, şeklinde; İbn Abbâs'tan rivayetle Katâde : Gözlerimiz alındı, şek­linde; İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî: Bize benzetildi (karıştırıldı), biz ancak büyülendik, şeklinde; Kelbî: Gözlerimiz kör oldu, şeklinde açık­larlar. İbn Zeyd de, «Gözlerimiz döndü.» kısmını: Aklı ermeyen sar­hoşlar gibi olduk, şeklinde açıklamıştır.[5]

 

16  — Andolsun ki Biz, gökte burçlar yaptık ve onları bakanlar için donattık.

17  — Ve onları, kovulmuş her şeytândan koruduk.

18  — Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa; apaçık gö­rülen bir ateş onu kovalar.

19  — Yeri de döşeyip yaydık. Oraya sabit dağlar yer­leştirdik. Ve orada her şeyden ölçülü olarak yetiştirdik.

20  — Orada hem sizin için, hem de rızıklarını te'mîn edemeyecekleriniz için geçimlikler meydana getirdik.

 

Allah Teâlâ, düşünenler ve ibret gözüyle bakanlar için, bütün yü­celiği ile gökyüzünü ve onu süsleyen parlak yıldızlan yarattığını zikre­der. Düşünen ve ibret alan; onda gariplikler, bakışım hayrete düşüre­cek parlak âyetler görür. Mücâhid ve Katâde; bu âyette zikredilen burçların, yıldızlar olduğunu söyler. Ben de derim ki: Bu âyet Allah Teâlâ'nın,' «Gökte burçlar vareden, orada ışık saçan güneş ve aydınlatan ayı var eden Allah, yücelerin yücesidir.» (Furkân, 61) âyeti gibi­dir. Bazıları da; buradaki burçların, güneş ve ayın duraklan olduğu­nu söylemişlerdir. Atıyye el-Avfî buradaki burçların, koruyucuların sa­rayları olduğunu söyler. Allah Teâîâ, mütscâyiz şeytânların Mele-i A'lâ'da olanları işitmemeleri için delici, yakıcı alevleri onlara korucu-lar^ kılmıştır. Onlardan herhangi birisi kulak hırsızlığı yapmaya kalkı­şırsa; üzerine yakıcı, delici bir ateş gelir ve onu yok eder. Ancak bazı kere bu kulak hırsızlığı yapan, işitmiş olduğu kelimeyi yakıcı ateş ken­disine yetişmeden önce bir altındakine ulaştırmış, bir alttaki onu al­mış ve dostuna götürmüş olabilir. Nitekim sahîh bir hadîste bu husus açıkça belirtilmiştir. Buhârî, bu âyetin tefsirinde der ki: Bize Ali İbn Abdullah'ın... Ebu Hüreyre'den —Ebu Hüreyre hadîsi Uz. Peygam­ber (s.a.) e ulaştırmıştır— rivayetine göre o, şöyle demiştir : Allah Te-âlâ gökte bir işe hükmettiği zaman melekler, Allah Teâlâ'nm sözüne boyunlarını eğerek kanatlarını çırparlar. O (Allah'ın hükmü) cilâlı düz bir taş üzerindeki zincir gibidir. —Ali böyle söylemiştir. Başkaları ise : Cilâlı düz taş, onları bundan (Allah'ın hükmüne muttali' olmak­tan) geri bırakır, demişlerdir— Onların kalblerinden korku giderilin­ce : Rabbınız ne dedi? derler. Onlar: Rabbımızın söylemiş olduğu an­cak gerçektir. Muhakkak O yücedir, büyüktür, derler. Bunu kulak hır­sızlığı yapanlar işitir. Kulak hırsızlığı yapanlar biribirlerinin üzerinde şu şekildedirler. —Süfyân durumu eliyle anlatıp sağ elinin parmakla­rım açtı ve bazısını bazısından yukarıda tuttu— Bazan olur ki işitti­ğini arkadaşına açmadan önce yakıcı alev ona ulaşıp yakar. Bazan da olur ki yetişemez de, o işittiğini kendisinden aşağıda olan kendini ta'kîb edene atar. O da yeryüzüne ulaştırır. —Herhalde Süfyân şöyle de demişti:— Nihayet (kulak hırsızlığı yapanların işittikleri) yeryü­züne ulaşır da, bir sihirbazın ağzına —veya bir kâhinin ağzına— ko­nulur. Onunla birlikte yüz yalan da o uydurur ve gökten işitilen keli­me için : Falan falan gün şu şu şekilde olacak diye bize haber veril­medi mi? derler.

Sonra Allah Teâlâ yeryüzünü yarattığını, yeryüzünü yayıp geniş­lettiğini, orada sabit dağlar, vâdîler, arazîler, kumsallar var ettiğini, orada ekinler ve birbiriyle ahenkli meyveler bitirdiğini zikreder. İbn Abbâs, âyetteki kelimesini; crBilinen» şeklinde açıklar. Saîd İbn Cübeyr, İkrime, Ebu Mâlik, Mücâhid, Hakem İbn Uteybe, Hasan îbn Muhammed, Ebu Salih ve Katâde de böyle söylemişlerdir. Onlar­dan : Bir ölçü ile ölçülmüş, şeklinde açıklayanlar da vardır. İbn Zeyd : Her şeyden, ölçülen ve bir ölçü ile takdir edilen, açıklamasını getirir. Yine İbn Zeyd : Çarşı esnafının tarttığı gibi, demiştir.

Allah Teali : «Orada hem sizin için, hem de nzıklannı te'mîn ede­meyecekleriniz için geçimlikler meydana getirdik.» buyurarak anları, yeryüzünde çeşitli sebeblere sarılmaya ve geçimlikler peşinde koşmaya salıverdiğini zikreder. Mücâhid'in söylediğine göre; «Rızıklarını te'mîn edemeyecekleriniz», hayvanlardır. İbn Cerîr ise bunların; köleler, ca­riyeler ve hayvanlar olduğunu söyler. Buradan maksad şudur ki Allah Teâlâ kazanç yollarım, çeşitli sebebler ve çeşitli geçimlikleri kolaylaş­tırmak suretiyle onlara nimetler bahşetmiş oluyor. Belki de binecek­leri ve yiyecekleri hayvanları, hizmetlerinde kullanacakları köle ve ca­riyeleri onların emrine vermiştir. Bunların nzıkları onlar üzerine de­ğil, yaratıcıları üzerinedir. Bunlar kullan için menfaatlardır, nzıklan verecek olan ise ancak Allah Tealâdır.[6]

 

İzahı

 

«Andolsun ki Biz, gökte burçlar var ettik.» Burçlar; güneşin sey­ri esnasında konakladığı mahallerdir. Tekili burçtur. Feleğin on iki ta­ne burcu vardır. Bunlar koç, boğa, ikizler, yengeç, aslan, başak, terazi, akrep, yay, oğlak, kova ve balık burçlarıdır. Bu burçlar yirmi sekiz du­rağa ayrılmışlardır. Her burcun İki durağı ve üç menzili vardır. Yûnus sûresinde ayın duraklan zikredilmişti. Burçlar 360 dereceye bölünür. Her burcun otuz derecesi vardır. Güneş her dereceyi senede bir kere geçer ve böylece feleğin dönümü tamamlanmış olur. Ay ise her burcu yirmi sekiz günde tamamlar, tbn Abbâs, bu âyetin tefsirinde şöyle der : Güneşin ve ayın burçları ile, konakladıkları yerler kaydedilmektedir, îbn Atiyye İse; burçların, gökyüzündeki köşkler olduğunu ve üzerinde bekçiler bulunduğunu bildirir. Hasan, Mücâhid ve Katâde; burçların, büyük yıldızlar olduklannı söylerler. Ebu îshâk der ,ki: Bununla burç-lardaki yıldızlar kasdedümiştir. Bu yıldızlar, tasvir edildikleri biçimde yer alırlar. Ve isimleri de bu şekillerden alınmıştır... Bilginler, şeytân ların Rasûlullah (s.a.) m peygamber olarak gönderilmesinden önce yıl­dızlarla kovulup kovulmadığı konusunda ihtilâf etmişlerdir. Bu konu­da iki ayn görüş vardır. Birinci görüş; Hz. Peygamberin, peygamber olarak gönderilmesinden önce şeytânlann yıldızlarla kovulmadıklannı belirtir. Bu hususun Hz. Peygamberin bi'setiyle başladığını söyler. Ve bunun da Hz. Peygamberin nübüvvetinin esâsı olduğunu belirtir. Ab­dullah tbn Abbâs'tan nakledilen şu hadîs bu görüşün doğruluğuna de­lâlet eder: Hz. Peygamber ashabından bir grupla beraber Ukâz çarşısına doğru yürüdüler. O sırada şeytânlarla gökyüzünün haberi arası­na bir engel girdirümişti ve onların peşine şihâblar takılmıştı. Bu ha­dîsi Buhârî ve Müslim Sahîh'lerinde tahrîc etmişlerdir. Bu hadîsin za­hirinden anlaşılıyor ki, şihâblarla şeytânların kovulması, Hz. Peygam­berin gönderilmesinden önce yoktu. Bilâhare bu husus meydana geldi. Ya'kûb İbn Muğîre İbn Ahnes İbn Şüreyk'in rivayet ettiği şu söz bu görüşü destekler : Yıldızlarla kovulan ilk kavim, Sakîf kabilesinden şu mahalledir. Onlar, Amr İbn Ümeyye adı verilen ve araplarca gözü en keskin olarak bilinen bir adama gelip dediler ki: Yıldızların kaydırıl­ması konusunda gökte cereyan eden olayı gördün mü? O; evet, dedi. Ama bakınız eğer kara ve denizde yol bulunan yıldızlardan insanların geçimlerini sağlamak için yaz kış gittikleri yönleri kendileriyle bildik­leri yıldızlar kaydırılıyorsa; Allah'a andolsun ki bu, dünyanın dürülü­şü ve içinde bulunan mahlûkâtın yok oluşuna işarettir. Ama kayan yıl­dızlar başka yıldızlar ise ve kendileriyle yol bulunan o işaret yıldızları sabit duruyorlarsa bu, Allah Teâlâ'nın halk arasından murâd ettiği bir emri gerçekleştirmesine delâlettir. Zeccâc der ki: Bu da gösteriyor ki; hâdise peygamberin doğumundan sonra olmuştur. Çünkü yıldırımı ve hızlı giden eşyayı şiirlerine konu eden veya şiirlerinde onlardan bahseden Arap şâirleri kayan yıldızlardan hiç söz etmezler. Ancak Hz. Peygamberin doğumundan sonra şâirler bu konuyu şiirlerinde bahset­mişlerdir. Nitekim Zu'r-Rûmme şöyle der : Sanki o ifriyyenin izinde bir yıldızdır, Gecenin karanlığında belirlenmiş ve ok gibi gitmiştir. İkinci görüşe göre; peygamberin gönderilmesinden önce de yıldız­ların şeytânı kovalaması mevcûd idi. Fakat Hz. Peygamber, peygam­ber olarak gönderilince, bu husus pekiştirilip şiddetli davranıldı. Ma'-mer der ki: Ben, Zührî'ye câhiliyyet devrinde yıldızlar fırlatılır mıy­dı? diye sordum. O; evet, dedi. Ben; «her ne kadar önceleri orada ku­lak verecek yerlerde oturur isek de» kavlini görüyor musun? dedim. O; evet, ağırlaştırıldı ve Hz. Peygamberin gönderilmesinden sonra ko­nu şiddetlendi, dedi. Bu görüşün sıhhatına delâlet etmek üzere îbn Ab-bâstan nakledilir ki o, şöyle demiş : Peygamberin ashabı olan Ansâr'-dan bir adam bana haber verdi ki; onlar, bir gece Hz. Peygamberle bir­likte oturuyorlarmış. O sırada bir yıldız parlayarak fırlamış. Rasûlul-lah (s.a.) orada bulunanlara demiş ki: Câhiliyyet döneminde böyle bir fırlatma olunca siz ne derdiniz? Onlar; bu gece büyük bir adam doğdu veya büyük bir adam öldü, derdik, demişler. Rasûluliah (s.a.) buyur­muş ki: Şüphesiz ki yıldız, bir kimsenin ölmesi veya yaşaması için fır­latılmaz. Fakat Rabbımız Tebâreke ve Teâlâ bir konuda karar verince, Arş/ı yüklenen melekler tesbîh ederler. Sonra onların gerisinde bu­lunan gök ehli tesbîh ederler ve nihayet tesbîh bütün gök halkına ya-yüır. Sonra Arş/ı taşıyan meleklerin gerisinde bulunanlar onlara der­ler ki: Rabbınız size ne dedi? Onlar da Rablarının söylediklerini ha­ber verirler, Gök ehli birbirinden haber alarak nihayet bu haber dün­ya göğüne kadar ulaşır. Cinler, o habere kulak kesilirler ve onu alıp kendi dostlarına ulaştırırlar. Ordan olduğu gibi getirdikleri haberler doğrudur. Ancak bazan onu getirirken içine ilâveler yaparlar. Müslim de bu hadisi tahrîc etmiştir. îbn Kuteybe der ki: Hz. Peygamberin gönderilmesinden önce de şeytânlar, yıldızlar tarafından kovalaniyor-du. Ancak Peygamberin gönderilişinden sonra bu, çok daha şiddetlen­miştir. Buna göre eski şâirlerin şiirinde, bu hususu belirten mısralar da vardır. Nitekim câhiliyye şâiri olan İbn Ebu Hâzim der ki:

Kervanın çıkardığı sesler ve merkep yavrularının sesleri,

Onun arkasında yıldızın kayışı gibi kayıyordu...

Bu iki görüşün arasını şöylece birleştirmek mümkündür. Hz. Pey­gamberden önce de, yıldızların şeytânları kovalaması mevcûd idi. Pey­gamber gönderildikten sonra bu husus pekiştirildi ve gaybdan gelen haberlerin sesinin korunması için gökyüzü muhafaza altına alındı.

«Yeri de döşeyip yaydık.» Yani onu suyun yüzüne yaydık. Söylen­diği gibi o, Kâ'be'nin alt tarafından yuvarlanmaya başlamış, sonra ya­yılmıştır. Bu, tefsîr ehlinin görüşüdür. Hey'et erbabı ( astronomi bil­ginleri) yeryüzünün büyük bir küre biçiminde olduğunu ,bir kısmının suyun içinde, bir kısmının suyun dışında bulunduğunu ve su dışında bulunan kısmın ma'mûr olan kısım olduğunu söylemişlerdir. Allah Te-âlâ'nm «Yeri de döşeyip yaydık» kavline şu şekilde izah getirmişler­dir. Bir küre büyük olunca, onun her bir bölümü büyük bîr yüzey gibi olur. Böylece yeryüzünün yayvan ve küre biçiminde olduğu sabit olur. Tefsîr ehli bu görüşü reddederek; Allah Teâlâ kitabında yeryüzünün serilmiş ve yayılmış olduğunu bildiriyor. Eğer küre biçiminde olmuş olsaydı bunu da haber verirdi, derler. Kendi murâdını ve yeryüzünü nasıl yaydığım en iyi bilen Allah'tır.

«Oraya sabit dağlar yerleştirdik.» Oynamayan dağlar. Allah Teâlâ yeryüzünü suyun üzerinde yarattığı zaman dünya oynadı ve titredi. Bunun üzerine Allah, dağlar koyarak yeryüzünü tesbît etti. «Orada her şeyi bir ölçüye göre bitirdik.» Yeryüzünde her bitkiden yetiştirdik. Çünkü yararlanılan her türlü bitki yeryüzünde yetişir. «Orada» der­ken zamirin dağlara râci' olduğu da söylenmiştir. Çünkü dağlar keli­mesi daha yalandır. Ayrıca «bir Ölçüye göre» ifâdesi de bunu destek­ler. Çünkü ancak dağlarda meydana gelen madenler ölçülüp tartüabilir. îbn Abbâs ve Saîd îbn Cübeyr ölçünün; bilinen anlama geldiğini söylemişlerdir. Mücâhid ve îkrime ise, takdîr edilen anlamına geldiği­ni söylerler. Bu takdirde anlam; Allah Teâlâ katında bilinen bir tak­dire göre, şeklinde olacaktir. Çünkü Allah Teâlâ, kendi katında insan­ların geçimleri ve nzıklan için ne kadara muhtaç olduklarını bilir. Bi­nâenaleyh miktar için «ölçü» ta'bırinin kullanılması mecazîdir. Çünkü insanlar eşyanın miktarını ancak tartarak bilirler. Hasan, îkrime ve İbn Zeyd ise bununla altın, gümüş, demir, kurşun gibi tartılan şeyle-. rin kasdedildiğini ve bunların ise madenlerden elde edildiğini söyler­ler. Bütün bunların tartıldığını bildirirler. 'Bazıları da şekil, durum ve güzellik bakımından mütenâsib anlamına geldiğini söylemişlerdir. Ni­tekim araplar falancanın hareketleri ölçülü ve tartılıdır, dedikleri za­man; güzel ve ahenkli hareketler yaptığım kasdederler. Söz de güzel ve yanılgıdan uzak olunca; mevzun kelâm adını alır. Denildi ki; yer­yüzünde ve dağlarda biten her şey iki türlüdür. Bir kısmı madenler­den çıkarılır ki bunların hepsi tartılır ve mevzundur. İkincisi bitkiler­dir ki bir kısmı tartıyla, bir kısmı ölçüyle bilinir. Ölçü, tartıya dayalı­dır çünkü Sâ ve Müdd gibi ölçü miktarları tartıya göre ayarlanmıştır.[7]

«Andolsun ki Biz, gökte burçlar meydana getirdik.» Gözlem ve de­neylerin gösterdiğine göre, göğün genişliğine uygun özellikleri ve fark­lı şekilleri bulunan on iki burç meydana getirdik. Ve onu ibretle ba­kanlar İçin parlak şekillerle süsledik. Ondan yaratıcısının kudretini ve yapıcısının birliğini çıkarmaya çalışanlar için. Ve onlan kovulmuş her şeytândan koruduk. Artık şeytânlar oraya çıkıp halkına vesvese verme­ye, islerine tasarruf etmeye, durumlarına muttali' olmaya güç yetire-mezler. «Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa.» Bu ifâde, »her şeytân» ifâdesinden bedeldir. Kulak hırsızlığı; gizlice çalmaktır. Bu, şeytânla­rın gökyüzünde hızlıca hareket etmelerine benzetilmiştir. Çünkü cev­her bakımından aralarında ilişki vardır. Ya da delil yoluyla benzetil­miştir, çünkü yıldızların durumları ve hareketleriyle bir yaratıcının varlığına ve birliğine delil getirilir. Nitekim îbn Abbâs'tan nakledildi­ğine göre şeytânlar, önceleri gökyüzüne çıkmaktan alıkonulmazlardı. îsâ Aleyhisselâm doğunca, göğün üçte biri onlara yasaklandı. Muham-med Aleyhisselâm doğunca şihâblarla şeytânlar göğün her tarafından kovuldular. Hz. Peygamber doğmazdan önce orda bulunmalarından do­layı reddedilmiş olamazlar. Çünkü bunun başka sebepleri de olabilir. Bazıları bu istisnanın münkatı' olduğunu söylemişlerdir. Yani ancak kulak hırsızlığı yapanlar müstesnadır, şeklinde mânâ vermişlerdir. Ku­lak hırsızlığı yapan olursa; görülebilen apaçık bir ateş onu kovalar. Pesine düşer ve onu yakalar. Bu ateş sizin gibi göz sahibi olanlar tara­fından görülür. Ateş anlamına kullanılan şi'hâb kelimesi parlak şule demektir. Parlak oldukları için yıldız ve mızrağa da bu ta'bîr kullanıl­mıştır.[8]

 

21  — Hiç bir şey yoktur ki; hazinesi Bizim katımızda olmasın. Ve Biz, onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz.

22  — Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderdik, gök­ten su indirip onunla sizi suladık. Yoksa siz onu biriktire-mezdiniz.

23  — Doğrusu Biz, hem diriltiriz, hem de öldürürüz. Hepsine vâris de Biziz.

24  — Andolsun ki; sizden öne geçenleri de Biz biliriz, geri kalanları da Biz biliriz.

25  — Şüphe yok ki Rabbın, onları toplayacaktır. Ger­çekten O, Hakİm'dir, Alîm'dir.

 

Aşılayıcı Rüzgârlar

 

Allah Teâlâ her şeyin mâliki olduğunu, her şeyin O'na kolay, ka­tında son derece basit olduğunu, her sınıftan eşyanın hazînelerinin ka­tında olduğunu haber veriyor. «Ve Biz, onu ancak belli bir ölçüye gö­re indiririz.» buyurur ki dilediği gibi ve istediği şekilde indirir. Bunda O'nun için yüce hikmet ve kullarına rahmet vardır. Değilse bu, O'nun ürerine vâcib değildir. Aksine O, kendine rahmeti yazmıştır. Yezîd Ibn Ebu Ziyad'ın Ebu Cühayfe'den, onun da Abdullah (îbn Mes'ûd) dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Hiç bir sene diğerinden daha çok yağmurlu değildir. Fakat Allah Teâlâ yağmuru dilediği yere ve dile­diğine bölüştürür. Bir yıl buraya, bir yıl başka bir yere. Daha sonra Abdullah îbn Mes'ûd, «Hiç bir şey yoktur ki; hazînesi Bizim katımız­da olmasın. Ve Biz, onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz.» âyetini okumuştur. Abdullah'ın bu sözünü îbn Cerîr rivayet eder. Yine İbn Cerîr'in Kasım kanalıyla... Hakem İbn Uteybe'den rivayetine göre; o, «Ve Biz, onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz.» âyeti hakkında şöy­le demiştir : Hiç bir sene diğer bir seneden yağmur bakımından daha fazla veya daha az değildir. Fakat bir kavme yağmur verilirken, diğer­leri mahrum bırakılır. Bazan da yağmur denize yağar. Bize ulaştığına göre yğmurla beraber İblîs çocuklarının ve Âdem çocuklarının sayı­sından daha fazla melek de iner ve her damlanın nereye düşeceğini, ne bitireceğini sayar, hesaplarlar. Bezzâr'ın Dâvûd İbn Bekr et-Tüs-terî kanalıyla... Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayetine göre, Allah Rasû-lü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Allah'ın hazîneleri, kelâmıdır. O, bir şe­yi murâd buyurduğu zaman; ona «ol» der, o da oluverir. Sonra Bezzâr der ki: Hadîsi sâdece hadîsin isnadında bulunan Ağleb İbn Temîm ri­vayet etmiştir ki o da kuvvetli bir râvî değildir. Mütekaddimîn'den bir çoğundan rivayette bulunmuş fakat ondan sâdece oğlu rivayet etmiştir. Allah Teâlâ : «Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderdik.» buyurur ki, rüzgârlar bulutları aşılar da onlardan su sağılır. Ağaçlan aşılar da yaprakları ve salkımları açılır. Burada «rüzgârlar» kelimesi, semereli ve kendisinden bir fayda hâsıl olduğu için çoğul vezninde getirilmiştir. Kısır rüzgârda durum bunun tersinedir ki o da tekil olarak getirilmiş ve kısırlık sıfatıyla nitelendirilmiştir ki bu; meyvesizlik, semeresizlik-tir. Meyve verme (doğurma), ancak iki şey ve daha fazlasından mey­dana gelir.

A'meş'in Minhâl İbn Amr kanalıyla ...Abdullah İbn Mes'ûd'dan «Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderdik.» âyeti hakkındaki rivayeti­ne göre; o, şöyle demiştir : Su yüklü rüzgârlar gönderilir de sonra bu­lutlan sıvazlar ki yeni doğurmuş devenin sütü çokça aktığı gibi o da suyunu çokça indirsin. İbn Abbâs, İbrâhîm en-Nehaî ve Katâde de böy­le söylemişlerdir. Dahhâk da şöyle der ; Allah Teâlâ rüzgârları bulut­lar üzerine gönderir de, bulutlar onlan aşılar ve su ile dolarlar. Ubeyd İbn Umeyr el-Leysî der ki: Allah Teâlâ müjdeci rüzgârları gönderir de bunlar yeryüzünü süpürürler. Sörira Allah Teâlâ bulutlan hareket et? tiren rüzgârları gönderir ve onlar bulutlan hareket ettirirler. Sonra Allah Teâlâ, birleştirici rüzgârlar gönderir ve onlar da bulutlan bir­leştirirler. Daha sonra da Allah Teâlâ aşılayıcı rüzgârları gönderir ve bunlar ^ağaçları aşılarlar. Daha sonra Ubeyd îbn Umeyr, «Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderdik.» âyetini okumuştur.

îbn Cerîr'İn Ubeys îbn Meymûn kanalıyla... Ebu HüreyTe'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetine göre o, şöyle buyurmuş­tur : Güney rüzgârı cennettendir ve aşılayıcı rüzgâr odur. Allah Teâlâ'-nın kitabında anmış olduğu rüzgâr da budur ve bunda insanlar için bir çok faydalar vardır. Bu hadîsin isnadı zayıftır. İmâm Ebu Bekr Ab­dullah İbn Zübeyr el- HumeydTnin Müsned'inde Süfyân kanalıyla... Ebu Zerr'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Muhakkak ki Allah Teâlâ rüzgârdan yedi sene sonra cennette başka bir rüzgâr daha yaratmıştır. Onun önünde kapalı bir kapı vardır. Si­ze rüzgâr aneaK o kapıdan gelir. Şayet açılmış olsaydı, gökle yer ara­sında hiç bir şey bırakmaz uçururdu. O Allah katında «Ezyeb» deni­len güney yelidir. Sizin aranızdaki ise, Cenub denilen güney yelidir.

Allah Teâlâ : «Onunla sizi suladık.» Ondan içebilmeniz için onu size tatlı olarak indirdik. Dıleseydik onu tuzlu kılardık, buyurur. Ni­tekim Allah Teâlâ şu âyetlerde de buna işaret etmektedir : «Söyleyin Bana şimdi, içmekte olduğunuz suyu, buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa Biz miyiz indirenler? İsteseydik onu tuzlu bir su yapardık. Öy­leyse şükretmeli değil misiniz.» (Vakıa, 68-70), «O'dur size semâdan su indiren, ondan içersiniz ve hayvanları otlattığınız bitki de onunla biter.» (Nahl, 10).

Allah Teâlâ : «Yoksa siz onu biriktiremezdiniz.» buyurur. Süfyân es-Sevri, âyetteki kelimesini: Yoksa siz onu engelleyemez­diniz, şeklinde açıklar. Burada maksadın şöyle olması da mümkündür : Yoksa siz onu koruyamazdınız. Aksine onu Biz indiriyoruz, sizin için koruyoruz, yeryüzünde onu akarsu ve kaynaklar kılıyoruz. Şayet Al­lah Teâlâ dileseydi onu sür'atle akıtır, giderirdi. Ancak rahmetinden dolayı onu size indirmiş, tatlı kılmış, bütün bir sene boyunca pınarlar, kuyular," nehirler ve başka şekillerde sizin için kalsın; içesiniz, hayvan­larınızı, ekinlerinizi ve ağaçlarınızı sulayasanız diye onu muhafaza et­miştir.

Allah Teâlâ : «Doğrusu Biz, hem diriltiriz, hem de öldürürüz.» bu­yurarak ilk yaratmaya ve yaratmayı tekrar etmeye kadir olduğunu ha­ber verir. Muhakkak yaratıkları yoktan dirilten, sonra onları öldüren, sonra da onları toplanma günü için bütünüyle yeniden dirilten O'dur. Allah Teâlâ yeryüzüne ve yeryüzü üzerinde olanlara vâris olduğunu, hepsinin kendine döneceğini haber verir. Daha sonra ilkleri ve sonla-rıyla hepsini en mükemmel bir şekilde bildiğini haber verir ve : «Andolsun ki; sizden önce geçenleri de Biz biliriz, geri kalanları da Biz biliriz.» buyurur. İbn Abbâs (r.a.) der ki: Önce geçenler; Âdem (a.s.) den be­ri helak olan, yok olan herkestir. Geri kalanlar ise, hâlen diri olanlar ile kıyamet gününe kadar gelecek olanlardır. Bu açıklamanın bir ben­zeri İkrime, Mücâhid, Dahhâk, Katâde, Muhammed îbn Kâ'b, Şa'bî ve başkalarından da rivayet edilmiş olup îbn Cerîr —Allah rahmet ey­lesin— bu görüşü tercih etmiştir.

İbn Cerîr der ki: Bize Muhammed İbn Abd'ül-A'lâ'nın... Mervân îbn Hakem'den rivayetinde o, şöyle demiştir: Bazı kimseler kadınlar yüzünden saflarda geri kalırlardı. Allah Teâlâ bunun üzerine: «An-dolsun ki; sizden önce geçenleri de Biz biliriz, geri kalanları da Biz bi­liriz.» âyetini indirdi. Bu konuda gerçekten garîb bir hadis de rivayet edilir. Şöyle ki: îbn Cerîr'in Muhammed îbn Mûsâ el-Hareşî kanalıy­la... îbn Abbâs (r.a.) tan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor : Allah Ra-sûlü (s.a.) nün arkasmda bir kadm namaz kılardı. —İbn Abbâs der ki: Hayır, Allah'a yemîn olsun ki, onun bir benzerini asla görmedim— Müslümanlardan bazısı namaz kıldıklarında o kadını görmemek için ileri geçerler, bazıları da geri kalırlardı. Secde ettikleri zaman bacak­larının arasından ona bakarlardı. Bunun üzerine Allah Teâlâ : «Andol-sun ki; sizden öne geçenleri de Biz biliriz, geri kalanları da Biz biliriz.» âyetini indirdi. Bu hadîsi İmâm Ahmed, îbn Ebu Hatim, Sünen'inin tefsir bölümünde Tirmizî, Neseî ve îbn Mâce muhtelif kanallardan ol­mak üzere Nuh İbn Kays el-Huddânfden rivayet etmişlerdir. İmâm Ahmed,. Ebu Dâvûd ve başkaları bunun güvenilir bir râvî olduğunu be­lirtirler. İbn MaSn'den onun, bu râvîyi zayıf gördüğü rivayet edilir. Müslim ve Sünen sahipleri onun hadîslerini tahrîc etmişlerdir. Bu ha­dîs münkerdir. Hadîsi Abdürrezzâk da Ca'fer îbn Süleyman kanalıy­la... Ebu'l-Cevzâ'dan rivayet eder ki o, «Andolsun ki; sizden öne ge­çenleri de Biz biliriz, geri kalanları da Biz biliriz.» âyetinde: Namaz­daki saflarda, açıklamasını getirmiştir. Anlaşıldığına göre bu sözler, Ebu'l-Cevzâ'nın sözlerinden olup burada îbn Abbâs'ın adı geçmemek­tedir. Tirmizî de : Bu, Nûh îbn Kays'ın rivayetinden doğruya daha ya­kındır, der ki en doğrusunu Allah bilir. İbn Cerîr'in Muhammed İbn Ebu Ma'şer'den, onun da babasından rivayetine göre Avn İbn Abdul­lah ile Muhammed İbn Kâ'b, «Andolsun ki; sizden öne geçenleri de Biz biliriz, geri kalanları da Biz biliriz.» âyeti ile bunun namazın safların­da olup olmadığı konusunda müzâkerede bulunuyorlarmış. Muham­med îbn Kâ*b: Bu, böyle değildir. «Andolsun ki; sizden öne geçenleri de Biz biliriz.» kısmında kasdedilen; ölüler ve öldürülenlerdir. «Geri kalanları da Biz biliriz.» kısmında kasdedilenler ise, henüz yaratılmayanlardır. «Şüphe yok ki Rabbın, onları toplayacaktır. Gerçekten O, Hakîm'dir, Alîm'dir.» dedi. Bunun üzerine Avn İbn Abdullah : Allah seni muvaffak kılsın, seni hayırla mükâfatlandırsın, dedi.[9]

 

26  — Andolsun ki Biz, insanı kuru bir çamurdan, şe­killenmiş bir balçıktan yarattık.

27  — Daha önce de cinleri alevli ateşten yarattık.

 

İnsan ve Cinin Yaratılışı

 

İbn Abbâs, Mücâhid ve Katâde, âyetteki kelimesinin burada kuru toprak anlamında olduğunu söylerler. Açık olan odur ki bu; Allah Teâlâ'nın : «O, insanı pişmiş çamur gibi (bir) balçıktan ya­ratmıştır. Cinleri de yalın bir alevden yaratmıştır.» (Rahman, 14-15) âyeti gibidir. Mücâhid'den rivayete göre ise bu kelime, kokmuş (ko­kuşmuş) anlammadır. Ancak âyetin, diğer bir âyetle tefsiri daha ev­lâdır. Allah Teâlâ : «Kuru bir çamurdan şekillenmiş bir balçıktan ya­rattık.» buyurur ki, buradakikelimesi çamur; ke­limesi ise pürüzsüz anlamındadır.(...) Bu sebepledir ki İbn Abbâs'ın şöyle dediği rivayet edilir : O, yaş topraktır. Yine İbn Abbâs, Mücâhid ve Dahhâk*dan rivayete göre kokuşmuş anlamındadır. kelimesinden burada akışkanlığın kasdedildiği de söylen­miştir.

Allah Teâlâ buyurur ki: «İnsandan önce de cinleri alevli ateşten yarattık.» İbn Abbâs buradaki kelimesinin, öldürücü sam yeli olduğunu söyler. Bazıları semûm'un; gece ve gündüz esen sıcak yel olduğunu söylerken, bazıları da semûm'un; gece esene, harûr'un da gündüz esen rüzgâra ad olarak verildiğini söylemişlerdir. Ebu Dâ-vûd et-Tayâlisî'nin Şu'be'den, onun Ebu îshâk'tan rivayetine göre; o, şöyle anlatmıştır : Hasta iken ziyarete gittiğim Amr el-Esamm'ın ya­nına girdim. Abdullah İbn Mes'ûd'dan işitmiş olduğum bir hadîsi sa­na rivayet edeyim mi? O, şöyle derdi: Şu sam yeli, cinlerin yaratıl­mış olduğu sıcak yelin yetmiş parçasından bir parçadır, deyip sonra :

«Daha önce de cinleri alevli ateşten yarattık.» âyetini okudu. İbn Ab-bâs'tan rivayete göre; cinler, ateş alevinden (yalazından) yaratılmış­tır. Bir rivayette ise onların, en güzel ateşten yaratıldığı söylenir. Amr İbn Dinar'dan rivayete göre ise onlar, güneşin ateşinden yaratılmış­lardır. Sahih bir hadîste vârid olduğuna göre; melekler nurdan, cin­ler dumansız ateşten, âdemoğulları da size bu âyette anlatılandan ya­ratılmışlardır. Âyetten maksad; Âdem (a.s.) in şerefine, unsur ve as­lının temizliğine dikkati çekmektir.[10]

 

28  — Hani Rabbın meleklere demişti ki: Kuru bir ça­murdan, şekillenmiş bir balçıktan bir insan yaratacağım.

29  — Onu yapıp ruhumdan üflediğimde; siz derhâl onun için secdeye kapanın.

30  — Bunun üzerine meleklerin hepsi bütünüyle sec­de etti.

31  — Ancak İblîs secde edenlerle beraber olmaktan çekinerek dayattı.

32  — Buyurdu ki: Ey îblis, sen neden secde edenler­le beraber değildin?

33  — Ben, dedi: Kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın insana secde etmem.

 

Allah Teâlâ, Âdem'i yaratmazdan önce melekler içinde Âdem'in -adını yücelttiğini, meleklerin ona secde etmesini emretmek suretiyle onu şereflendirdiğini zikreder. Ayrıca Allah'ın düşmanı İblîs'in diğer melekler arasında hased, küfür, inâd, büyüklerime ve bâtıl ile iftihar etmek suretiyle ona secde etmekten geri kaldığını da zikreder. îblîs :

«Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın insana secde etmem.» demişti. Başka âyetlerde de İblîs'in şöyle dediği zikre­dilir : «Ben ondan daha hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise ça­murdan yarattın.» (A'râf, 12), «Benden üstün kıldığını görüyor mu­sun? Eğer beni kıyamet gününe kadar te'hîr edersen; pek azı müstes­na, onun soyunu emrim altına alırım.» (İsrâ, 62). Burada İbn Cerîr gerçekten garîb, acâib bir hadîs rivayet eder. İbn Cerîr'in Şebîb îbn Bişr kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, şöyle demiş : Allah Teâlâ melekleri yarattığında: Muhakkak Ben, çamurdan bir beşer ya­ratacağım. Onu yaptığımda ona secde edin, buyurmuş. Onlar: Yap­mayız, demişler de Allah Teâlâ onların üzerine bir ateş gönderip on­ları yakmış. Sonra başka melekler yaratmış ve onlara yukardakinin bir benzerini söylemiş de onlar: Yapmayız, demişler, onların üzerine de bir ateş göndermiş ve ateş onları yakmış. Sonra diğer birtakım me­lekler yaratmış ve : Muhakkak Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım. Onu yarattığım zaman ona secde edin, buyurmuş; onlar kabul etme­mişler de Allah Teâlâ üzerlerine bir ateş göndermiş ve ateş onları yak­mış. Sonra (başka) melekler yaratmış ve : Muhakkak Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım. Ben onu yarattığım zaman ona secde edin, bu­yurmuş. Onlar : İşittik ve itaat ettik, demişler. Sâdece İblis, kâfirle­rin ilki olmuş. Bu hadîsin İbn Abbâs'tan rivayetle sabit olması uzak­tır. Açık olan odur ki bu, isrâiliyyâttandır. En doğrusunu Allah bilir.[11]

 

İzahı

 

«Onu yapıp ruhumdan üflediğimde; ona secdeye varın.» Ruhu­mun etkisi onun organlarındaki boşluklarda cereyan etmeye başlayın­ca, o dirilir. Üfürmenin aslı, bir başka cismin boşluğuna rüzgâr akıt­maktır. Rûh, öncelikle kalbden boşalan latîf bir buharla alâkalı oldu­ğundan ve canlılık gücünün boşanması sonucu, damarların içerisinde onu taşıyarak bedenin derinliklerine sirayet ettirmesi nedeniyle ruhun bedene ilişmesi üfürme olarak belirtilmiştir. Ruhun nefse izafeti ise Nisa sûresinde geçtiği gibidir.[12]

 

34  — Buyurdu ki: Öyleyse çık oradan. Sen artık ko­vulmuş birisin.

35  — Muhakkak ki ceza gününe kadar la'net sana­dır.

36  — Dedi ki: Rabbım-, beni hiç olmazsa tekrar diri­lecekleri güne kadar ertele,

37  — Buyurdu ki: Şüphesiz sen ertelenenlerdensin.

38  — Bilinen gün gelene kadar.

 

Allah Teâlâ îblîs'e, muhalefet edilemeyen, engel olunamayan kev-nî bir emirle içinde bulunduğu Mele-i A'lâ makamından çıkmayı em­rettiğini, onun «kovulmuş, taşlanmış.» olduğunu haber verir. Şüphe­siz Allah Teâlâ onun peşine öyle bir la'net takmıştır ki dâima ona ya­pışacak, kıyamet gününe kadar onun üzerine devamlı yağacaktır. Sa-îd îbn Cübeyr'den rivayete göre; o, şöyle demiştir: Allah Teâlâ İblîs'e la'net ettiği zaman sureti meleklerin suretlerinden değişti ve yüksek sesle ağladı. Kıyamet gününe kadar dünyada olan her bir yüksek ses­le ağlama bundandır. Saîd îbn Cübeyr'in bu sözünü îbn Ebu Hatim rivayet eder. îblîs Allah Teâlâ'nın dayanılmaz ve önünde durulmaz Öf­kesini anlayınca, Hz. Âdem ve zürriyetine karşı aşırı çekememezliğin-den kıyamet gününe, yeniden diriltilme gününe kadar kendisine müh­let verilmesini istedi. Onun küfrünü derece derece artırmak ve ona mühlet vermek kabilinden olarak kendisinin bu isteğine icabet olun­du, îblîs —Allah onu çirkinleştirsin— mühlet verildiğini bilince dedi ki:[13]

 

39  — Dedi ki: Rabbım; beni azdırdığın için, anclolsun ki ben de onlara yeryüzündeki fenalıkları güzel göstere­ceğim ve onların hepsini azdıracağım.

40  — Ancak içlerinden ihlâs verilen kulların müs­tesna.

41  — Buyurdu ki: İşte, Benini taahhüd ettiğim dos­doğru yol budur.

42  — Muhakkak ki kullarımın üzerinde senin bir nü­fuzun olmaz. Ancak sana uyan sapıklar müstesna.

43  — Şüphesiz onların hepsine  va'dolunan  yer,  ce­hennemdir.

44  — Onun yedi kapısı vardır. Ve her kapıdan onla­rın girecekleri bir kısım vardır.

 

Allah Teâlâ İblîs'den, onun isyan, inâd ve haddi aşmasından ha­ber verir ki o Rab Teâlâ'ya : «Rabbım; beni azdırdığın için...» demiş­tir. Bazıları İblîs'in : Allah Teâlâ'nın onu azdırması adına yemîn etti­ğini, söylerler. Ben de derim ki: Beni azdırman ve saptırman sebebiy­le... anlamında olması da mümkündür. «Andolsun ki ben de (Âdem (a.s.) in zürriyetine) yeryüzündeki fenalıkları güzel göstereceğim.» Beni azdırdığın, bana azgınlığı takdir buyurduğun gibi onlara günâh­ları sevdireceğim, onları teşvîk ve tahrik edeceğim, onları ta'cîz ede­ceğim. «Ancak içlerinden ihlâs verilen kulların müstesna.» Nitekim başka bir âyette belirtildiği üzere o, şöyle de demiştir: «Benden üs­tün kıldığını görüyor musun? Eğer beni kıyamet gününe kadar te'hîr edersen pek azı müstesna, onun soyunu emrim altına alırım.» (İsrâ, 62). Allah Teâlâ onu tehdîd ve korkutarak şöyle buyurmuştur: «İşte, Benim taahhüd ettiğim dosdoğru yol budur.» Hepinizin dönüşü Ba-na'dır. Sizi amellerinizle cezalandıracağım; amelleriniz hayır ise ha­yırla, şer ise şer ile. Allah Teâlâ başka bir âyette : «Çünkü Rabbın hep gözetlemekteydi.» (Fecr, 14), buyurur. Hak yolun dönüşü Allah Teâ-lâ'yadır ve O'nda son bulur, da denilmiştir. Bu söz Mücâhid, Hasan ve Katâde'nindir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Yolun doğru­sunu göstermek Allah'a aittir.» (Nahl, 9). Kays İbn Ubâd, Muhammed İbn Şîrîn ve Katâde, bu âyeti, «O, nezdimizdeki ana kitabdadır. Sânı yücedir, hikmet doludur.» (Zuhruf, 4) âyetinde de olduğu üzere: İşte dosdoğru ve yüce yol budur, anlamında olmak üzere şeklinde okumuşlardır ki birinci kırâet meşhur olan kırâettir.

Allah Teâlâ buyurur ki: «Muhakkak ki (haklarında hidâyeti tak-dîr etmiş olduğum) kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun olmaz.» Se­nin onların aleyhine bir yol bulman ve onlara ulaşman mümkün de­ğildir. «Ancak sana uyan sapıklar müstesna.»

Burada İbn Cerîr, Abdullah İbn Mübarek kanalıyla... Yezîd İbn Kuseyyat'dan bir hadîs rivayet eder ki bu hadîste şöyle denilmekte­dir : Peygamberlerin kasabaları dışında bir mescidleri olurdu. Rabbın-dan herhangi bir şey hakkında bilgi almak istediği zaman mescidine çıkar ve orada Allah'ın kendisine farz kıldığı kadar namaz kılar, son­ra istediğini sorardı. Bir peygamber mescidinde iken birden Allah düş­manı İblîs ona çıkageldi, kıble ile arasına oturdu. Peygamber : Kovul­muş şeytândan Allah'a sığınırım, dedi. Allah düşmanı: Kendisinden Allah'a sığındığın hakkında ne dersin? İşte o karşında duruyor, dedi Peygamber yine : Kovulmuş şeytândan Allah'a sığınırım, dedi. Bunu üç kere tekrarladı. Allah düşmanı: Benden ne ile kurtulacağını bana ha­ber verir misin? dedi. Peygamber iki kere : Bilakis sen bana, Âdemoğ-luna ne ile üstün geleceğini haber ver, dedi. Her bireri diğerinden {so­rulanı söyleyeceğine dâir) söz aldı. Peygamber : Muhakkak ki Allah Teâlâ : «Muhakkak ki kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun olmaz. Ancak sana uyan sapıklar müstesna.» buyuruyor, dedi. Allah düşma­nı : Bunu sen doğmazdan önce ben işittim, dedi. Peygamber : Allah Teâlâ : «Şeytân seni dürtecek olursa; hemen Allah'a sığın. Çünkü O, gerçekten Semî'dir, Alîm'dir.» (A'râf, 200) buyuruyor. Allah'a yemin olsun ki ben seni hissedip te senden Allah'a sığınmadığım vâki' değil­dir, dedi. Allah düşmanı: Doğru söyledin, ancak bununla benden kur­tulabilirsin, dedi. Peygamber : Bana, Âdemoğluna ne ile üstün geldi­ğini haber ver, dedi de İblîs : Onu öfkeli ve arzulu olduğu anda yaka­larım, dedi.

Allah Teâlâ : «Şüphesiz onların hepsine va'dolunan yer, cehen­nemdir.» buyurur ki; cehennem, İblîs'e uyan herkese va'dolunan yer­dir. Nitekim Allah Teâlâ Kur'an'dan bahisle şöyle buyurur: «Herhan­gi bir güruh onu inkâr ederse; onun varacağı yeri ateştir.» (Hûd, 17).

Daha sonra Allah Teâlâ cehennemin yedi kapısı olduğunu haber verip: «Onun yedi kapısı vardır ve her kapıdan onların girecekleri bir kısım vardır.» buyurur. Ondaki her bir kapıya İblîs'e uyanlardan han­gi kısmın gireceği yazılmıştır. Onlar bundan asla kurtulamayacaklar­dır. —Allah bizi ondan kurtarsın— Her bireri amelleri ölçüşünce bir kapıdan girecek ve yapmış olduklarının ölçüşünce cehennemin derece­lerinden birisinde kalacaklardır. İsmâîl İbn Uleyye ve Şu'be'nin Ebu Hârûn el-Ğanevî'den, onun Hittân İbn Abdullah'tan rivayetine göre; o, Hz. Ali İbn Ebu Tâlib'i hutbe okurken işitmiş, o şöyle demiş : Muhak­kak cehennemin kapılan şöyle şöyledir. Ebu Hârûn der ki: Onlar; kat kat olup birbirleri üzerindedirler. İsrail'in Ebu İshâk kanalıyla... Hz. Ali (r.a.) den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Cehennem kapıları yedi tanedir ve birbiri üzerindedirler. Önce birincisi, sonra ikincisi, sonra üçüncüsü dolacak. Tâ ki tamâmı doluncaya kadar. İkrime de buradaki yedi kapının, yedi kat olduğunu söyler. İbn Güreye der ki: Yedi kapının ilki cehennem, sonraki lezâ, soraki hutame, sonraki saîr, sonraki sekar, sonraki cahîm, sonraki hâviye'dir. Dahhâk, İbn Âbbâs'-tan bunun bir benzerini rivayet etmiştir. Aynı şekilde bunun bir ben­zeri A'meş'den de rivayet edilir. Katâde der ki: Onun yedi kapısı var­dır. Ve her kapıdan onların girecekleri bir kısım vardır. Allah'a yemîn olsun ki bunlar, amelleri karşılığı onların duraklarıdır. Bu açıklama­ların hepsini İbn Cerîr nakleder.

Cüveybir'in Dahhâk'dan rivayetine göre; o, «Onun yedi kapısı var­dır. Ve her kapıdan onların girecekleri bir kısım vardır.» âyeti hak­kında şöyle demiştir : Bir kapı yahûdîler, bir kapı hıristiyanlar, bir ka­pı yıldıza tapanlar, bir kapı mecûsîler, bir kapı Allah'a şirk koşan arap kâfirleri, bir kapı münafıklar, bir kapı da tevhîd ehli içindir. Tevhîd ehlinin (buradan kurtulacakları) umulur. Diğerleri için asla böyle bir umut yoktur. Tirmizî'nin Abd İbn Humeyd kanalıyla... İbn Ömer'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetine göre; o, şöyle buyurmuş­tur : Cehennemin yedi kapısı vardır. Bunlardan bir kapı ümmetime karşı —veya Muhammed ümmetine karşı demiştir— kılıç çekenler içindir. Tirmizî, bu hadîsi sâdece Mâlik îbn Miğvel kanalından riva­yetle bildiklerini söyler.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Semure İbn Cündeb'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.) den «Ve her kapıdan onların girecekle­ri bir kısım vardır.» âyeti hakkında şöyle buyurmuştur: Muhakkak ki cehennem halkından ateş kimisini topuklarına, kimisini beline, ki­misini boynuna kadar yakalamıştır. Durakları, amelleri karşılığıdır. İş­te Allah Teâlâ'nın: «Ve her kapıdan onların girecekleri bir kısım var­dır.» kavli budur.[14]

 

45  — Müttakîler ise; muhakkak ki cennetler ve pı­narlar içindedirler.

46  — Selâmetle ve güven içinde girin oraya.

47  — Biz onların gönüllerindeki kini söküp attık. Ar­tık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı oturur­lar.

48  — Onlara orada hiç bir yorgunluk ve zahmet değ­mez. Oradan çıkarılacak da değillerdir.

49  — Kullarıma   bildir  ki : Muhakkak  Benim  Ben, Gafur, Rahim olan.

50  — Ve muhakkak ki azabım   da  elem  verici  bir azâbtır.

 

Müttakîler

 

Allah Teâlâ cehennem halkının durumunu zikrettikten sonra pe­şinden cennet halkını zikreder, onların cennetlerde, pınarlarda olacak­larını haber verir. Allah Taâlâ buyurur ki: Âfetlerden kurtulmuş ve size selâm verilir halde, her türlü korkudan emîn olarak girin oraya. Oradan çıkarılmaktan, kesintiye uğramasından ve son bulmasından korkmayın.

«Biz onların gönüllerindeki kini söküp attık. Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.» Kâsım'ın Ebu Ümâme'-den rivayetine göre; o, şöyle demiştir : Cennetlikler cennete dünyada iken göğüslerinde (içlerinde) olan kin, düşmanlık ve hınçları ile gi­rerler. Nihayet hepsi girip karşılıklı durdukları zaman Allah Teâlâ, onların dünyada iken içlerinde olan kinlerini çıkarır. Sonra Ebu Ümâ-me, «Biz onların gönüllerindeki kini söküp attık.» âyetini okumuştur. Ebu Ünıâme'den rivayetinde Kasım İbn Abdurrahmân zayıftır. Sü-neyd'in Tefsîr'inde İbn Fudâle'den, onun Lokmân'dan, onun da Ebu Ümâme'den rivayetine göre o, şöyle demiştir: Mü'min cennete girer girmez Allah Teâlâ, onların gönüllerindeki kini çıkarır. O kadar ki on­ların gönüllerinden kini avlanma öğretilmiş vahşî hayvandan kin ve düşmanlığın çıkarılarak ehlîleştirildiği gibi çıkarı verir. Bu açıklama Katâde kanalıyla... Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayet edilen sahîh bir ha­dîse de uygun düşmektedir. Bu hadîste Allah Rasûlü (s.a.) şöyle bu­yurmuştur :

Mü'minler ateşten kurtulur ve cennetle cehennem arasındaki bir köprüde hapsedilirler. Dünyada- iken aralarında meydana gelmiş hak­sızlıklardan dolayı aralarında kısas yapılır. Nihayet süslenip temizlen­dikleri zaman cennete girmelerine izin verilir.

İbn Cerîr der ki: Bize Hasan'ın... Muhammed İbn Sîrîn'den riva­yetine göre o, şöyle anlatıyor : Ester, Hz. Ali (r.a.) nin yanma girmek için izin istedi. Hz. Ali'nin yanında Talha'nın bir oğlu vardı. Eşter'e (önce) girme izni vermedi, sonra izin verdi de Ester girdiği zaman : Öy­le sanıyorum ki şunun yüzünden beni içeri almadın, dedi. Hz. Ali; evet, dedi. Ester : Öyle sanıyorum ki yanında Osman'ın bir oğlu olsaydı be­ni yine içeri almayacaktın, deyince; Hz. Ali evet, dedi. Muhakkak ben ve Osman'ın Allah Teâlâ'mn : «Biz onların gönüllerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.» buyurdukla­rından olacağımızı umuyorum.

Yine İbn Cerîr'in Hasan kanalıyla ...Talha'nın bir kölesi olan Ebu Habîbe'den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor : Hz. Ali (r.a.) Cemel as­habının işini bitirdikten sonra İmran İbn Talha onun yanına girmiş­ti. Hz. Ali ona' merhaba dedikten sonra : Allah Teâlâ'nm beni ve ba­banı haklarında : «Biz onların gönüll erindeki kini söküp attık. Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.» buyurduk­larından kılacağını umarım, dedi. İki kişi serginin bir kenarında otu­ruyorlardı. Allah Teâlâ- senin bu söylediğinden daha adaletlidir. Dün onları öldürdün şimdi de kardeşler mi olacaksınız? dediler. Hz. Ali (r.a.) : Kalkın ve benden uzaklasın. Ben ve Talha kardeş olmayacak isek o halde kim olur? dedi. Râvî Ebu Muâviye hadîsi uzunca rivayet etmiştir.

Vekr1 de Ebân İbn Abdullah el-Becelî kanalıyla ...Hz. Ali'den yu­karıdaki haberin bir benzerini rivayet etmiştir. Onda şu kısım da var­dır : Hemdân kabilesinden birisi kalktı ve : Ey Mü'minlerin emîri, Al­lah Teâlâ bundan (bunu yapmaktan) daha Âdil'dir, dedi. Hz. Ali, öy­le bir bağırdı ki köşkün sallandığını sandım. Sonra : Eğer biz olmaya-caksak ya kim olacak? dedi. Saîd İbn Mesrûk da Ebu Talha'dan riva­yetle aynı olayı anlatmıştır. Onda da şu kısım vardır: Haris el-A'ver böyle söyleyince, Hz. Ali (r.a.) üzerine yürüyüp elinde olan bir şeyle başına vurdu ve : Eğer biz olmayacaksak kim olacak ey şaşı? dedi, Süfyân es-Sevrî'nin Mansûr'dan, onun da İbrahim'den rivayetinde o, şöy­le anlatıyor: Zübeyr'in katili tbn Cürmûz gelip Hz. Ali (r.a.) nin ya­nma girmek üzere izin istedi. Hz. Ali uzun süre onu kabul etmedi, son­ra izin verdi. İbn Cürmûz: Belâ ehlinin kökünü kuruttun, dedi. Hz. Ali: Ağzına toprak dolsun; muhakkak ben; Talha'nın ve Zübeyr'in be­nim Allah Teâlâ'nm haklarında : «Biz onların gönüllerindeki kini sö­küp attık. Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı oturur­lar.» buyurduklarından olacağımızı umuyorum, dedi. Sevrî de Ca'fer İbn Muhammed kanalıyla... Hz. Ali'den yukardaki olaym bir benzeri­ni rivayet etmiştir. Süfyân îbn Uyeyne'nin îsrâîl kanalıyla... Hasan el-Basrî'den rivayetine göre, Hz. Ali: Allah'a yemîn olsun ki, «Biz on­ların gönüllerindeki kini çıkardık. Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.» âyeti, biz Bedir ehli hakkında nazil ol­muştur.

Kesir en-Nevvâ şöyle anlatıyor : Ebu Ca'fer Muhammed İbn Ali'­nin yanma girdim ve : Benim dostum sizin dostunuzdur, benim barış­ta olduğum sizin de barışta olduğunuzdur, benim düşmanım sizin de düşmanmızdır, benim harb halinde olduğum sizin de harb halinde ol­duğunuz kimselerdir. Allah için bana söyle : Ebubekir ve Ömer'den be-rî misin? dedim. O zaman ben, sapıklığa düşmüşüm ve ben hidâyete erenlerden değilim. Ey Kesîr, o ikisini sev. Sana ulaşan şey var ya iş­te o, benim şu omuzumdadır. Daha sonra : «Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.» âyetini okudu ve şöyle dedi: Onlar, Ebubekir, Ömer ve Ali'dir. Allah hepsinden hoşnûd olsun.

Sevrî'nin bir adamdan, cnun da Ebu Salih'ten rivayetine göre; o, «Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Onlar on kişidir : Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Tâlha, Zübeyr, Abdurrahmân İbn Avı, Sa'd İbn Ebu Vakkâs, Saîd îbn Zeyd, Abdullah İbn Mes'ûd. Allah cümlesinden hoşnûd olsun.

«Karşılıklı otururlar.» âyeti hakkında Mücâhid der ki: Birbirleri­nin enselerine bakmazlar. Bu konuda merfû' bir hadîs de vardır, şöy­le ki: İbn Ebu Hâtim'in Yahya İbn Abdek el-Kazvînî kanalıyla... Zeyd İbn Ebu Evfâ'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) bizim yanımıza çıktı ve : «Artık onlar kardeş olarak sedirler üze­rinde karşılıklı otururlar.» âyetini okudu ve : Allah için birbirlerine ba­karlar, buyurdu.

Allah Teâlâ : Onlara orada hiç bir yorgunluk ve zahmet değmez, buyurur ki; burada meşakkat ve eziyet kaydedilmektedir. Nitekim Bu-hârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde rivayet edilen bir hadîste şöyle buy-rulur: Allah Teâlâ bana emretti ki, Hatice'ye cennette inciden oyulmuş bir evi müjdeleyeyim. Orada gürültü patırtı, meşakkat ve yor­gunluk yoktur.

Allah Teâlâ : «Oradan çıkarılacak da değillerdir.» buyurur. Nite­kim bir hadîste şöyle buyrulur : Ey cennet halkı; muhakkak sizin için sıhhatli olmak vardır, asla, ebediyen hasta olmayacaksınız. Muhak­kak sizin için yaşamak vardır ve siz ebediyyen ölmeyeceksiniz. Muhak­kak sizin için genç kalmak vardır ve siz, ebediyyen ihtiyarlamayacak­sınız. Muhakkak siz ikâmet edip kalacaksınız ve ebediyyen ayrılmaya­caksınız, denilir. Allah Teâlâ : «Orada temelli kalırlar ve hiç ayrılmak istemezler.» (Kehf, 108) buyurmuştur.

Allah Teâlâ buyurur ki: «(Ey Muhammed,) kullanma bildir ki muhakkak Benim Ben, Gafur, Rahim olan. Ve muhakkak ki azabım da elem verici bir azâbtır. (Muhakkak Ben, rahmet ve elem verici bir azabın sahibiyim.)» Daha önce de bu âyet-i kerîme'nin bir benzeri zik­redilmişti. Bu; ümit ve korku makâmlanna delâlet eder. Bu âyetin nü­zul sebebinde Mûsâ İbn Ubeyde'den, onun Mus'ab İbn Sâbit'den riva­yetine göre; o, şöyle anlatmış: Allah Rasûlü (s.a.) ashabından gül­mekte olan bir gruba rastladı. Cenneti hatırlayın, ateşi hatırlayın, bu­yurdu. Akabinde «Kullarıma bildir ki: Muhakkak Benim Ben, Gafur, Rahîm olan. Ve muhakkak ki azabım da elem verici bir azâbtır.» âye­ti nazil oldu. Hadîs İbn Ebu Hatim tarafından rivayet edilmiş olup mürseldir. İbn Cerîr'in Müsennâ kanalıyla... İbn Ebu Rebâh'tan, onun da Hz. Peygamber (s.a.) in ashabından birisinden rivayetine göre; o, şöyle anlatmış : Allah Rasûlü (s.a.) Şeybe oğullarının girmiş olduğu kapıdan bize göründü ve : Bana ne oluyor ki sizi gülerken görüyorum? buyurdu, sonra arkasını dönüp gitti. Hicr'in [15] yanma varınca geri­sin geriye bize dönüp : Muhakkak ki ben yanınızdan ayrıldığımda Cib­ril bana geldi ve : Ey Muhammed, Muhakkak Allah Teâlâ : Kullarım niçin Benden ümit kesiyor? «Kullarıma bildir ki: Muhakkak Benim Ben, Gafur, Rahîm olan. Ve muhakkak ki azabım da elem verici bir azâbtır.» buyuruyor, dedi.

Saîd'in Katâde'den rivayetine göre; o, «Kullarıma bildir ki muhak­kak Benim Ben, Gafur, Rahim olan.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Bize ulaştığına göre Allah Rasûlü (s.a.) : Şayet kul, Allah Teâlâ'nm affının miktarını bilmiş olsaydı; haramdan sakınmaz; Allah'ın azabı­nın miktarını da bilmiş olsaydı, tasadan kahrolurdu, buyurmuştur.[16]

 

51  — Hem onlara İbrahim'in konuklarından da ha­ber ver.

52  — Onun yanına girip: Selâm demişlerdi. O da: Doğrusu biz, sizden endîşe ediyoruz, demişti.

53  — Demişlerdi ki: Korkma, biz sana bilgin bir" oğ­lun olacağını müjdelemeye geldik.

54  — Ben kocamışken mi bana müjde veriyorsunuz? O halde neye dayanarak müjdeliyorsunuz? dedi.

55  -- Dediler ki; Seni gerçekten müjdeliyoruz, öyley­se ümidini kesenlerden olma.

56  — Dedi ki: Sapıklardan başka Rabbmın rahme­tinden kim ümidini keser?

 

İbrahim'in Konukları

 

Allah Teâlâ buyurur ki: Ey Muhammed, onlara İbrahim'in ko­nuklarından, onun yanına nasıl girip «selâm» dediklerinden ve İbra­him'in : Doğrusu biz, sizden endîşe ediyoruz, demesinden haber ver. An­latılır ki Hz. İbrahim, onların, ikram etmiş olduğu kızartılmış semiz buzağıya ellerini uzatmadıklarını gördüğü zaman onlardan korkmuş­tur. Onlar demişlerdi ki: «Korkma, biz sana bilgin bir oğlun olacağı­nı müjdelemeye geldik.» Bu, daha önce Hûd sûresinde geçtiği üzere İshâk (a.s.) dır. Sonra Hz. İbrahim, kendisinin ve hanımının yaşlılığı­na şaşırmış, va'din gerçek olup olmadığını anlamak üzere : «Ben koca­nınken mi bana müjde veriyorsunuz? O halde neye dayanarak müjde­liyorsunuz?» demişti. Onlar müjdelerini te'kîd eden bir müjde ile ona cevap verip demişler ki: «Seni gerçekten müjdeliyoruz, öyleyse ümi­dini kesenlerden olma.» Bunun üzerine Hz. İbrahim onlara ümîd kes­mediğini, kendisinin ve hanımının yaşlı olmasına rağmen Allah'tan çocuk umduğunu söyleyerek cevab vermiştir. Zîrâ o, Allah Teâlâ'nın kudret ve rahmetinden, bundan daha yüce olanını biliyordu.[17]

 

57  — Ey elçiler, gerçek işiniz nedir? dedi.

58  — Dediler ki: Biz, günahkâr bir kavme gönderil­dik.

59  — Şu kadar var ki Lût ailesi bunların dışındadır. Biz, onların hepsini behemehal kurtaracağız.

60  — Karısı müstesna. Karısının geride kalanlar ara­sında bulunmasını takdir ettik.

 

Allah Teâlâ Hz. İbrahim (a.s.) den haber veriyor ki korkusu ge­çip ona müjde gelince, kendisine niçin geldiklerini sormaya başlamış. Onlar Lût (a.s.) un kavmini kasdederek : «Biz, günahkâr bir kavme gönderildik.» demişler ve onların arasından Hz. Lût'un karısı dışında ailesini kurtaracaklarını, karısının ise helak edilecekler içinde olduğu­nu haber vermişlerdir. Bu sebepledir ki: Karısı müstesna. Karısının geride kalan ve helak olunacaklar arasında bulunması takdir olundu, demişlerdir.[18]

 

61  — Elçiler Lût ailesine varınca,

62  — Lût: Doğrusu   siz   tanınmamış   kimselersiniz, dedi.

63  — Onlar da: Biz sana sâdece onların şüphe edip durdukları azabı getirdik.

64  — Gerçekle geldik sana. Biz şüphesiz doğru söy­leyenleriz, dediler.

 

Allah Teâlâ, Hz. Lût'tan haber veriyor ki melekler ona yüzleri güzel gençler suretinde gelip yanına, evine girdikleri zaman : «Doğrusu siz tanınmamış kimselersiniz.» demiştir. Onlar da Lût kavminin ken­dileri hakkında vuku bulacağında ve kendi sahalarına ineceğinde şüp­he edegeldikleri azâb, helak ve yok olmalarını kasdederek : «Biz, sana sâdece onların şüphe edip durdukları azabı getirdik. Gerçekle geldik sana.» demişlerdir. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyu­rur : «Biz melekleri ancak hak ile indiririz.» (Hicr, 8). Allah Teâlâ: «Biz, şüphesiz doğru söyleyenleriz, dediler.» buyurur ki; bu, onun kur­tarılması ve kavminin helakine dâir meleklerin vermiş olduğu haber­leri te'yîd içindir.[19]

 

65  — O halde geceleyin bir ara, aileni yola çıkar, sen de arkalarından git. Hiç biriniz arkaya bakmasın ve emro-lunduğunuz yere doğru yürüyün, demişlerdi.

66  — Böylece ona bunların sonlarının kesilmiş ola­rak sabahı edeceklerini bildirdik.

 

Allah Teâlâ haber veriyor ki; melekler, Hz. Lût'a ailesini gecenin bir kısmı geçtikten sonra geceleyin yürütmesini, onlar için daha em­niyetli olsun diye kendisinin de arkalarından yürümesini emrettiler. Allah Rasûlü (s.a.) de gazvelerde artçılarla birlikte yürürdü. Zayıfları lutf ile yürütür, yürümekten kesilenleri taşırdı.

«Hiç biriniz arkaya bakmasın.» Kavmin başına gelen haykırışı işit­tiğiniz zaman onlara dönüp bakmayın. Onları başlarına gelen azâb ve ceza içinde bırakın. «Ve emrolunduğunuz yere doğru yürüyün.» Bu­radan onların yanında kendilerine yol gösteren birisinin olduğu anla­şılıyor.

Böylece ona bunların sonlarının kesilmiş olarak sabahı edecekleri­ni önceden bildirdik. Nitekim Allah Teâlâ, başka bir âyette şöyle bu­yurmuştur : «Onların başına gelecek sabahleyindir. Daha sabah yakın değil mi?» (Hûd, 81).[20]

 

67  — Şehir halkı sevinerek geldiler.

68  — Dedi ki: Bunlar benim   konuklarımdır,  onlara karşı beni mahcûb etmeyin.

69  — Allah'tan korkun da beni rezîl etmeyin.

70  — Dediler ki: Biz seni   âlemlerden  men'etmemiş miydik?

71  — Dedi ki: Alacaksanız işte bunlar, benim kızla­rım.

72  — Senin ömrüne andolsun ki, onlar, sarhoşlukla­rı içinde muhakkak serseri bir halde idiler.

 

Allah Teâlâ Lût kavminin, Hz. Lût'un müsâfirleri olduğunu ve onların parlak yüzlü kimseler olduğunu, bilir bilmez hemen sevinerek, ve birbirlerine müjdeler vererek ona geldiklerini haber verir. Hz. Lût: «Bunlar banim konuklarımdır, onlara karşı beni mahcûb etmeyin. Al­lah'tan korkun da beni rezîl etmeyin.» demiştir. Hz. Lût, Hûd süre­sindeki âyetin gelişinde de olduğu üzere bu sözleri kavmine, melekle­rin Allah'ın elçileri olduğunu bilmeden önce söylemiştir. Burada ise önce meleklerin Allah'ın elçileri olduğu zikredilmiş, daha sonra kav­minin gelişi ve onunla münâkaşası bunun üzerine atfedilmiştir. Fakat aradaki bağlaç olan vâv harfi, birbirine bağladığı cümlslar arasında zaman itibarıyla tertibi gerektirmez. Özellikle bunun tersine bir delil mevcûd olduğu bir durumda. Onlar Hz. Lût'a cevap vererek : «Biz se­ni âlemlerden men'etmemiş miydik?» Herhangi birini müsâfir etmek­ten seni men'etmedik mi? demişler. Hz. Lût da onlara kadınlarını, Al­lah Teâlâ'nın onlarda kendileri için yaratmış olduğu mübâh yerlerini göstermiş, buna irşâd etmiştir. Daha önce, bu konuyu tekrar etmeye gerek bırakmayacak kadar bilgi verilmişti. Evet, onlar böyle yapmış­lardır ama kendileri hakkında takdir olunanı, onları kuşatmış olan mu­sibeti, sabahleyin başlarına geleceği kesinleşmiş azabı bilmiyor, on­dan gafil durumda bulunuyorlardı. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ pey­gamberi (s.a.) ne : «Senin ömrüne andolsun ki onlar, sarhoşlukları içinde muhakkak serseri bir halde idiler.» buyurmuş ve Peygamberi (s.a.) nin hayatı üzerine yemîn buyurmuştur. Burada onun için büyük bir şereflendirme, yüce bir makam, geniş bir mevki vardır. Amr îbn Mâlik en-Nükrî'nin Ebu'l-Cevzâ'dan, onun da îbn Abbâs'tan rivayetin­de o, şöyle demiştir : Allah Teâlâ kendi katında Muhammed (s.a.) den daha soylu, daha şerefli bir nefis yaratmamıştır. Allah Teâlâ'nın onun dışında herhangi birinin hayatı üzerine yemîn buyurduğunu işitme­dim. Allah Teâlâ: «Senin ömrüne andolsun ki, onlar, sarhoşlukları içinde muhakkak serseri bir halde idiler.» buyurur. Îbn Abbâs'm bu sözünü İön Cerîr rivayet eder. Katâde âyetteki «Sarhoşlukları» kıs­mını; onların sapıklıkları ile, kelimesini de; oynamakta, oyalanmakta idiler, şeklinde açıklamıştır. İbn Abbâs'tan rivayetle AH İbn Efcu Talha, âyeti şeyle açıklar : Senin ömrüne, hayatına andolsun ki onlar, sarhoşlukları içinde muhakkak şaşkın bir halde idiler.[21]

 

73  — Tan yeri ağarırken çığlık onları yakalayıverdi.

74  — Ülkelerinin üstünü altına   getirdi.   Üzerlerine sert taş yağdırdık.

75  — Bunda görebilenler için âyetler vardır.

76  — O yerler, işlek yollar üzerinde hâlâ durmakta­dırlar.

77  — Muhakkak ki bunda inananlar için âyetler var­dır.

 

Allah Teâlâ : «Onları çığlık yakalayıverdi.» buyurur ki bu, güneş doğarken onlara gelen şiddetli bir sestir. Bu sesle birlikte ülkeleri gök­yüzüne kaldırılmış, sonra ters çevrilerek üstü altına getirilmiş, üzer­lerine sert taşlar yağdırılmıştır. Sert anlamına gelen keli­mesi hakkında Hûd sûresinde yeterli ma'lûmât verilmiş lir. «Bunda gö­rebilenler için âyetler vardır.» Bu azâbların izleri o ülkeler üzerinde; bunlar hakkında düşünebilen, gözüyle ve basireti ile görebilenler için açıkça durmaktadır. Mücâhid, âyetteki kelimesini «dü­şünce ve firâset sahibi kimseler» diye açıklar. İbn Abbâs ve Dahhâk*-tan rivayete göre; bu kelime, «bakanlar» anlamınadır. Katâde ise bu kelimeyi «İbret alanlar» diye açıklar. Mâlik'in, Medine halkından bazısından rivayetine göre ise bu kelime; «düşünenler» anlamınadır. îbn Ebu Hâtim'in Hasan İbn Araf e kanalıyla... Ebu Saîd'den rivayetine göre Allah Rasûlü : Mü'minin firâsetinden sakının. Zîrâ o, Allah'ın nu­ru ile bakar, buyurmuş, sonra : «Bunda görebilenler için âyetler var­dır.» âyetini tilâvet buyurmuştur. Hadîsi Tirmizî ve İbn Cerîr, Amr İbn Kays kanalıyla rivayet etmişlerdir. Tirmizî, hadîsi sâdece bu ka­naldan rivâyetiyle bildiklerini söyler. Yine İbn Cerîr der ki : Bana Ah-rned İbn Muhammed et-Tûsî'nin... İbn Ömer'den rivayetine göre; Al­lah Rasûlü (s.a.) : Mü'minin firâsetinden sakının. Zîrâ mü'min, Al­lah'ın nuru ile bakar, buyurmuştur. İbn Cerîr'in Ebu Şurahbil el-Hımsî kanalıyla... Sevbân'dan rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyu­rur : Mü'minin firâsetinden sakının. Zîrâ o, Allah'ın nuru ile bakar ve Allah'ın tevfîki ile konuşur. Yine İbn Cerîr'in Abd'ül-A'lâ İbn Vâsıl kanalıyla... Enes İbn Mâlik'den rivayetinde Hz. Peygamber (s.a.) : Muhakkak Allah'ın öyle kulları vardır ki insanları firâsetle tanırlar, buyurmuştur. Aynı hadîsi Hafız Ebu Bekr el-Bezz&r da Seni İbn Bahr kanalıyla... Enes'den rivayet etmiştir.

Allah Teâlâ : «O yerler, işlek yollar üzerinde hâlâ durmaktadır­lar.» buyurur ki zahirî ve ma'nevî bakımdan altını üstüne getirmenin taşa tutulmanın isabet ettiği ve sonunda pis, kokuşmuş bir göl haline gelen Sedom kasabası; giriş çıkışları açık olup, bugüne kadar işleyen bir yol güzergâhı üzerindedir. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurur : «Doğrusu siz, sabahleyin onlara uğrar üzerlerinden ge­çersiniz. Geceleyin de... Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?» (Sâffat, 137-138). Mücâhid ve Dahhâk, âyetteki kelimesini «bellikli, bilinen» şeklinde açıklarlar. Katâde, buranın; apaçık bir yol güzergâhında olduğunu söylemiştir. Yine Katâde'nin söylediğine göre burası, yeryüzünden bir / bölgededir. Katâde'nin her iki açıklaması da aslında birdir. Süddî buraların «açık bir kitabda» olduğunu söyleyerek bunun: «Biz, her şeyi apaçık bir kitabda yazıp saymışızdır.» (Yâsîn, 12) âyeti gibi olduğunu sanmıştır. Fakat buradaki anlam, onun söy­lediği gibi değildir. En doğrusunu Allah bilir.

Allah Teâlâ buyurur ki: Lût kavmine yapmış olduğumuz helak, yoketme ile Lût ve ailesini kurtarmamızda Allah'a ve peygamberlerine «inananlar için apaçık (delâletler,) âyetler vardır.»[22]

 

78  — Ormanlık yerde oturanlar da gerçekten zâlim kimselerdi.

79  — Bunun için onlardan öc aldık. Her ikisi de hâlâ işlek bir yol üzerindedir.

 

Ormanlık Yerde Oturanlar

 

Âyette zikredilen Eyke ashabı, Şuayb (a.s.) in kavmidir. Dahhâk, Ka-tâde ve başkaları; âyetteki ( iîG^I ) kelimesinin, sık ağaçlık anlamına geldiğini söylerler. Onların zâlim oluşları Allah'a şirk koşmaları, yol kesmeleri, ölçüyü ve tartıyı eksik tutmaları iledir. Allah Teâlâ onlar­dan çığlık, yer sarsıntısı ve zulle günü azabı ile intikam almıştır. On­lar Lût kavmine yakın, zaman itibarıyla onlardan sonra, yer itibarıyla onların karşısında (yerleri karşılıklı, birbirine bakar) idi. Bu sebeple­dir ki Allah Teâlâ : «Her ikisi de hâlâ (işlek) açık bir yol üzerindedir.» buyurmuştur. İbn Abbâs, Mücâhid ve Dahhâk onların; görünen bir yol üzerinde, olduklarını söylemişlerdir. Bu sebepledir ki Şuayb (a.s.), kav­mini tehdîd ettiği zaman onlara : «Lût kavmi de sizden pek uzak de­ğildir.» (Hûd, 89) demişti.[23]

 

80  — Andolsun ki Hicr ahâlîsi  de peygamberlerini yalanlamışlardı.

81  — Onlara âyetlerimizi verdiğimiz halde yüz çe­virmişlerdi.

82  — Onlar dağlardan emîn evler yontup oyarlardı.

83  — Sabaha karşı çığlık onları da yakalayıverdi.

84  — Binâenaleyh yaptıkları da kendilerine bir fay­da sağlamadı.

 

Hicr ahâlîsi, peygamberleri Salih'i yalanlamış olan Semûd kavmi­dir. Bir peygamberi yalanlamış olan, bütün peygamberleri yalanlamıştır. Bu sebebledir ki onların, peygamberleri yalanladığı belirtilmiştir. Allah Teâlâ Salih (a.s.) in getirdiğinin doğruluğuna delâlet eden mu­cizelerin onlara geldiğini zikreder. Allah Teâlâ'nın Hz. Salih (a.s.) in duası ile düz bir kayadan çıkarmış olduğu deve de bu mucizelerdendir. Deve, onların ülkelerinde dolaşırdı ve onlara bir gün, deveye bir gün olmak üzere su içmeleri için belli günler vardı. Onlar haddi aşıp deve­yi boğazladıkları zaman Salih (a.s.) onlara : «Yurdunuzda üç gün da­ha kalın. Bu; yalanlanmayacak bir sözdür.» (Hûd, 65) demişti. Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurmuştur : «Semûd kavmine gelince; onlara doğru yolu göstermiştik. Ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler.» (Fussilet, 17).

Allah Teâlâ onların : «Dağlardan emin evler yontup oyduklarını» zikreder. Onlar bu evleri, korku ve onlara ihtiyâç duyduklarından de­ğil aksine azgınlık ve taşkınlıklarından, abes olarak yapmışlardır. Hicr vadisindeki evlerinde bu işlerin izleri hâlen görülmekte, müşahede edil­mektedir. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.) Tebük'e giderken oraya uğramış, elbisesiyle başını Örtüp binitini hızlandırmış, ashabına : Azaba uğratıl­mış kavmin evlerine ancak ağlayarak girin. Şayet ağlamaz iseniz, on­ların başına gelenin sizin de başınıza gelmesi korkusuyla ağlar görü­nün, buyurmuştur.

Dördüncü günün sabahına karşı çığlık onları da yakalayıverdi. Bi­nâenaleyh yaptıkları da kendilerine bir fayda sağlamadı. Yani kaldır­mış oldukları ekinler ve meyveler onlara hiç bir fayda sağlamadı. Ül­kenin suyunu deveden esirgemişler, sularını azaltmaması için onu bo-ğazlamışlardı. Fakat bu mallar, Allah'ın emri geldiği zaman onlara hiç bir fayda sağlamamış ve bu azabı onlardan engellememiştir.[24]

 

85  — Gökleri, yeri ve aralarmdakini ancak hak ile yarattık. Kıyamet günü muhakkak gelecektir. O halde sen yumuşak ve iyi davran.

86  — Muhakkak ki senin Rabbin, yaratan ve bilen­dir.

 

Allah Teâlâ buyurur ki: «Gökleri, yeri  ve  aralarmdakini  ancak hak ile, (adalet ile) yarattık." Başka âyetlerde ise şöyle buyurmuştur:

«Kötülük edenleri yaptıklarının karşılığını vermesi, güzel hareket edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir.» (Necm, 31), «Biz göğü, yeryüzünü ve ikisinin arasında bulunanları boşuna yarat­madık. Bu, küfretmiş olanların zannıdır. Vay o küfretmiş olanlara ce­hennem ateşinden.» (Sâd, 27), «Sizi boşuna yarattığımızı ve Bize hiç döndürülmeyeeeğinizi mi sandınız? Gerçek hükümdar olan Allah yü­cedir. O'ndan başka tanrı yoktur. Ve O, yüce Arş'ın Rabbıdır.» (Mü'-minûn, 115-116).

Sonra Allah Teâlâ peygamberine kıyametin kopacağını, şüphesiz meydana geleceğini haber verip kendisine eziyetlerine ve getirmiş ol­duğunu yalanlamalarına mukabil müşriklere yumuşak ve iyi davran­masını emretmiştir. Nitekim başka bir âyette şöyle buyurur: «Sen on-lan geç ve: Selâm de. Yakında bileceklerdir.» (Zuhruf, 89). Mücâhid, Katâde ve başkaları bunun, kıtal emrinden önce olduğunu söylerler. Bu husus, onların söylediği gibidir. Çünkü bu âyet, Mekke'de nazil ol­muştur. Kıtal  (savaş) ise, ancak hicretten sonra meşru' kılınmıştır.

Allah Teâlâ'nın: ((Muhakkak ki, senin Rabbın yaratan ve bilen­dir.» kavli Allah'a dönüşü ve kıyameti anlatmaktan, zihinlere yerleş­tirmekten ibarettir. Muhakkak ki Allah Teâlâ kıyameti koparmaya kadirdir. Dilediğini yaratmaktan âciz olmayan yaratıcıdır. Parçala­nan, yeryüzünün muhtelif yerlerine dağılan cesedleri en iyi bilen O'dur. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurmaktadır ; «Gökleri ve yeri yaratmış olan, kendileri gibisini yaratmaya Kadir olmaz mı? Elbette O, yaratandır, Alîm'dir. O'nun emri bir şeyi murâd ettiği za­man, sâdece ona «ol» demektir. O da oluverir. Her şeyin hükümranlı­ğı elinde olan Allah'ı tesbîh ederiz. Ve siz O'na döndürülürsünüz.» (Ya­sin, 81-83).[25]

 

87  — Doğrusu sana, Biz  tekrarlanan yediyi  ve  şu Kur'ân'ı verdik.

88  — Sakın onlardan bazı  sınıflara  verdiğimiz  ge­çimliğe gözlerini dikme ve üzülme, inananları kanatların altına al.

 

Allah TeâHLpeygamberine şöyle buyurmaktadır : Sana nasıl Kur'-ân-x Azîm'i vermişsek sen de dünyaya, dünyanın süslerine, dünya eh­line geçimlik olarak verdiğimiz, onları imtihan için bahşettiğimiz fâni güzelliklere gözlerini dikme, onların içinde bulundukları nimete gıbta etme. Seni yalanlıyorlar, senin dinine zıd gidiyorlar diye üzüntüden kendini harâb etme. Sana tâbi olan inananları kanatların altına al. Onlara yumuşak davran. Başka bir âyette Allah Teâlâ, Rasûlünü şöy­le tavsif eder : «Andolsun ki; size kendinizden bir peygamber gelmiş­tir. Sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelir. Sizin üzerinize düşkün­dür, mü'minlere raûf ve rahimdir.» (Tevbe, 128).

nin ne olduğunda ihtilâf edilmiştir. İbn Mes'ûd, İbn Ömer, İbn Abbâs, Mücâhid, Saîd İbn Cübeyr, Dahhâk ve bir çokları bunların «yedi uzun sûre» olduğunu söyleyip bununla Bakara, AI-i İmrân, Nisa, Mâide, En'âm, A'râf ve Yûnus sûrelerini kasdederler. İbn Abbâs ve Saîd îbn Cübeyr, bunu kesin olarak belirtmişlerdir. Saîd der ki: Onlarda farzları, cezaları, kıssaları ve hükümleri beyân etmiştir, îbn Abbâs da: Emsali (misâlleri), haberleri ve ibretleri beyân buyur­muştur, der. îbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın İbn Ebu Ömer'den rivayetine göre Süfyân şöyle demiştir : Tekrarlanan (yedi sûre); Ba­kara, Al-i İmrân, Nisa, Mâide, En'âm, A'râf sûreleri ile bir sûre sayılan Enfâl ve Berâe sûreleridir.

İbn Abbâs der ki: Bunlar; Hz. Peygamber (s.a.) dışında hiç kim­seye verilmemiştir. Musa'ya onlardan (sâdece) ikisi verilmiştir. İbn Abbâs'ın bu sözünü Hüşeym, Haccâc kanalıyla... Saîd İbn Cübeyr'den rivayet etmiştir. A'meş'in Müslim el-Batîn kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetinde o, şöyle demiştir : Hz. Peygamber (s.a.) e, tekrarlanan yedi uzun (sûre) verilmiştir. Hz. Mûsâ (a.s.) ya ise altı verilmişti. Üze­rinde Tevrat nüshalan yazılı levhaları attığında bunların ikisi kal­dırıldı, dördü kaldı. Mücâhid, bunların; yedi uzun sûre olduğunu söy­ler. Bunların, Kur'ân-ı Azîm olduğu da söylenir. Husayf'ın Ziyâd İbn Ebu Meryem'den rivayetinde o, «Tekrarlanan yedi sûre» hakkında şöy­le demiştir : Sana yedi kısım verdim : Emrederim, yasaklarım, müjde­lerim, sakındırırım, misâller veririm, nimetleri sayarım ve Kur'an'm haberlerini sana bildiririm. Bunu İbn Cerîr ve İbn Ebu Hatim rivayet ederler.

İkinci görüş ise, es^Seb'ul-Mesânî'nin Fatiha sûresi olduğudur. Zî-râ Fatiha sûresi yedi âyettir. Bu görüş; Hz. Ömer, Hz. Ali, İbn Mes'ûd ve İbn Abbâs'tan rivâyst edilir. İbn Abbâs der ki: Besmele, yedinci âyettir. Allah Teâlâ bu yedi'yi size hâs kılmıştır. İbrâhîm en-Nehaî, Abdullah İbn Ubeyd îbn Umeyr, îbn Ebu Müleyke, Şehr İbn Havşeb,Hasan el-Basrî ve Mücâhid de böyle söylemişlerdir. Katâde der ki: Bi­ze anlatıldığına göre; es-Seb'ul-Mesânî, Fâtihat'ül-Kitâb'dır. Bunlar her okumada —Bir rivayete göre ise farz veya nafile olan her rek'atta— tekrarlanır. İbn Cerîr* bu görüşü tercih etmiş ve bu hususta vârid olan hadîsleri de delil getirmiştir. Biz bunları tefsirimizin başında Fatiha sûresinin faziletleri bölümünde takdim etmiştik. Hamd, Allah'a mah­sûstur. Ancak burada Buhârî —Allah ona rahmet eylesin— nin zikret­miş olduğu iki hadîsi almadan geçemeyeceğiz :

Buhârî der ki: Bize Muhammed İbn Beşşâr'm... Ebu Saîd İbn Muallâ'dan rivayetinde o, şöyle anlatıyor : Ben namaz kılarken Hz. Peygamber (s.a.) bana uğramış, beni çağırmıştı. Namaz kılmcaya ka­dar ona gitmedim, sonra yanına vardım da bana : Yanıma gelmekten seni alıkoyan nedir? buyurdu. Ben: Namaz kılıyordum, dedim. Allah Teâlâ : «Ey îmân edenler; sizi hayat verecek şeylere çağırdığı zaman; Allah'a ve Rasûlüne icabet edin.» (Enfâl, 24) buyurmamış mı? Mes-cidden çıkmadan önce Kur'an'daki en yüce sûreyi sana öğretmeyeyim mi? buyurdu. Hz. Peygamber (s.a.) mescidden çıkmak üzere giderken ona hatırlattım da şöyle buyurdu : Hamd, âlemlerin Rabbı Allah'a mah­sûstur. O, es-Seb'ul-Mesânî'dir ve bana verilmiş olan Kur'ân-ı Azîm'-dir.

Yine Buhârî'nin Adem kanalıyla... Ebu Hüreyre (r.a.) den rivaye­tinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Ümmü'l-Kur'ân (Kur'-ân'ın anası), es-Seb'ul-Mesânî ve Kur'ân-ı Azîm'dir.

Bu; Fâtiha'nm es-Seb'ul-Mesânî ve Kur'ân-ı Azîm olduğuna delâ­let eden nassdır. Fakat yedi uzun sûrenin de bu sıfatla nitelenmesine —ki onlarda da bu sıfat vardır— engel değildir. Ayrıca bütün Kur'an'-ın bu sıfatla nitelenmesine de engel olmaz. Nitekim Allah Teâlâ baş­ka bir âyette: «Allah sözün en güzelini ahenkli, ikişerli bir kitab ha­linde indirmiştir.» (Zümer, 23) buyurmuştur ki o, bir yönüyle tekrar­lanan, diğer bir yönüyle da müteşâbihtir ve o, aynı zamanda Kur'ân-ı Azîm'dir. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.) takva üzerine kurulmuş mes-cid sorulduğu zaman, Mescid-i Nebevî'ye işaret buyurmuş ve âyet Ku-bâ mescidi hakkında nazil olmuştur. Ancak burada bir zıdlık söz ko­nusu değildir.. Çünkü niteliklerinde müşterek oldukları takdirde bir şeyin anılması, onun dışındakilerin de anılmasını, zikredilmesini en­gellemez. En doğrusunu Allah bilir.

Allah Teâlâ buyurur ki: «Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz geçimliğe gözünü dikme ve üzülme.» Onların içinde bulundukları ge­çimlik ve fânî güzelliklerden sana Allah'ın vermiş olduğu Kur'ân-ı Azîm ile müstağni ol. Buradan hareketle îbn Uyeyne, sahîh olan : Kur’an'da teğannî yapmayan bizden değildir, hadîsini Kur'an ile, Kur'an dışındakilerden müstağni olunması gerektiği ile tefsir etmiştir. Evet bu, doğru bir açıklamadır. Fakat hadîsten maksad, bu değildir. Nite­kim sûrenin başında bu konu geçmişti.

İbn Ebu Hatim der ki: Vekî' İbn Cerrâh'tan nakledildiğine göre... Hz. Peygamber (s.a.) in arkadaşı Ebu Raf i' şöyle anlatıyor : Hz. Pey­gamber (s.a.) e bir müsâ-fir gelmişti. Hz. Peygamber (s.a.) in yanın­da ona yarar (onu ağırlayabileceği) bir şey yoktu. Yahudilerden biri­sine haber gönderip : Allah'ın elçisi Muhammed sana diyor ki : Receb hilâline (Receb ayının başına) kadar bana bir miktar un ödünç ver, dedirtti. Yahûdî: Rehinsiz olmaz, cevabım verdi. Hz. Peygamber (s.a.) e gittim ve bunu haber verdim. O : Allah'a yemîn olsun ki ben, gökte-kilerin eminiyim, yeryüzündekilerin eminiyim, şayet bana borç verir veya satarsa muhakkak ona ödeyeceğim, buyurdu. Onun yanından çık­tığımda âyetin sonuna kadar «Sakın onlardan bazı sınıflara verdiği­miz geçimliğe gözlerini dikme...» âyeti nazil oldu da, sanki Allah Teâ-lâ bununla onu dünyaya karşı sabra teşvik etti. Avfî'nin rivayetine gö­re İbn Abbâs, «Gözlerini dikme.» âyeti hakkında : Kişiyi, arkadaşının malı hakkında temennide bulunmaktan men'etmiştir, der. Mücâhid de, «Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz, geçimliğe...» âyetinde, zenginlerin kasdedildiğini söyler.[26]

 

89  — De ki: Ben, apaçık bir uyarıcıyım.

90  — Tıpkı o bölüşenlere indirdiğimiz gibi.

91  — Onlar ki, Kur'ân'ı parçalara ayırmışlardı.

92  — Rabbına andolsun ki, onların hepsine birden mutlaka soracağız;

93  — Yapmakta oldukları şeyleri.

 

Apaçık Uyarıcı

 

Allah Teâlâ Peygamberi (s.a.) ne, insanlara kendisinin apaçık bir uyarıcı olduğunu söylemesini emrediyor. O, insanların kendisini ya­lanlamaları yüzünden başlarına gelecek elîm bir azâbdan uyarıcı ve sakmdırıcıdır. Nitekim kendilerinden önce peygamberlerini yalanla­yan ümmetlerin de başlarına elem verici bir azâb gelmiş, Allah Teâlâ onların üzerine azâb ve intikamını indirmiştir. Âyet-i kerîme'deki «bö-lüşenler» kelimesinden maksad; birbirleri arasında yemînleşenlerdir. Yani onlar peygamberleri yalanlama, onlara eziyet etme ve zıd gitme hususunda birbirlerine yeminler etmişlerdir. Nitekim Allah Teâlâ, Sa­lih (a.s.) in kavminin şöyle dediklerini haber verir : «Aralarında Al­lah'a yemîn ederek : Gece biz ona ve ailesine baskın verelim.» (Nemi, 49) Yani onlar, Salih ve ailesini geceleyin öldürme hususunda birbir­lerine yeminler etmişlerdi. Mücâhid, âyetteki kelimesini; anlaştılar, yemînleştiler, şeklinde açıklamıştır. Allah Teâlâ başka âyet­lerde şöyle buyurmaktadır : «Onlar : Ölen kimseyi Allah diriltmez, di­ye olanca güçleriyle yemîn ettiler.» (Nahl, 38), «Siz daha önce de so­nunuzun gelmeyeceğine yemîn etmemiş miydiniz?» (İbrahim, 44), «Bunlar mıydı ki; kendilerini Allah'ın rahmetine erdirmeyeceğine ye­mîn etmiştiniz.» (A'râf, 49). Sanki onlar neyi yalanlamışlarsa hemen onun üzerine yemîn etmişler ve bu sebeple onlara bu isim verilmiştir. Abdurrahmân îbn Zeyd İbn Eşlem der ki: Âyette zikredilen «bölüşen-ler», Salih (a.s.) in onu ve ailesini geceleyin öldürmeye yemîn etmiş olan kavmidir.

Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde Ebu Mûsâ el-Eş'arî'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetine göre; o, şöyle buyurmuştur : Benim ve Allah'ın benimle göndermiş olduğunun misâli şudur: Bir adam kavmine gelir de: Ey kavmim, ben (düşman) ordusunu gözle­rimle gördüm. Muhakkak ben apaçık uyarıcıyım. Kaçın, kaçın ki kur­tulun, der. Kavminden bir grup itaat edip geceleyin yola çıkar, hemen yola koyulurlar da kurtulurlar. Onlardan bir grup da onu yalanlar ve yerlerinde sabahlarlar. Sabahleyin ordu onların üzerine gelir, helak eder ve köklerini kazır. İşte bana itaat edip benim getirdiklerime tâbi olanla, bana isyan edip getirdiğim gerçeği yalanlayanların misâli bu­dur.

Allah Teâlâ : «Onlar ki, Kur'an'ı parçalara ayırmışlardı.» buyurur ki kendilerine indirilen kitabları parçalara bölmüşler; bir kısmına ina­nıp bir kısmını inkâr etmişlerdir. Buhârî der ki: Bize Ya'kûb İbn İb-râhîm... îbn Abbâs'tan rivayet eder ki o, «Onlar ki Kur'an'ı parçalara ayırmışlardı.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Onlar, kitab ehlidir; ki­tabı parçalara ayırmışlar, bir kısmına inanmışlar, bir kısmım inkâr etmişlerdir.(...) Yine Buhârî'nin UbeyduIIah İbn Mûsâ kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, «Tıpkı o bölüşenlere indirdiğimiz gi­bi.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Bir kısmına inandılar, bir kısmım inkâr ettiler. Bunlar; yahûdi ve hıristiyanlardır. İbn Ebu Hâtim'in söylediğine göre; Mücâhid, İlerime, Saîd İbn Cübeyr, Hasan ve Dah-hâk'dan bu görüşün bir benzeri rivayet edilmiştir. Hakem İbn Ebân'ın İkrime'den, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre c, «Onlar ki, Kur'-an'ı parçalara ayırmışlardı.» âyetinde sihrin kasdedildiğini söyler. İk-rime, kelimesinin; Kureyş dilinde «sihir» anlamına geldiğini söyler. Nitekim onlar, sihirbaz için kelimesini kullanırlar. Mücâhid şöyle demiştir : Onu parçalara ayırdılar : Sihirdir dediler, ke­hânettir dediler, öncekilerin masallarıdır dediler. Atâ ise şöyle der : Bazıları sihirbaz, bazıları deli, bazıları kâhindir, dediler. İşte parçala­ra ayıranlar bunlardır. Dahhâk ve başkalarından da bu açıklama ri­vayet edilmiştir.

Muhammed İbn İshâk'ın Muhammed İbn Ebu Muhammed kana­lıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre, Kureyş'ten bir grup Velîd îbn el-Muğîre'nin yanında toplanmışlardı. Velîd, onlar arasında şeref sa­hibi bir kimse idi. Hac mevsimi gelmişti. Onlara : Ey Kureyş toplulu­ğu, muhakkak ki hac mevsimi geldi. Arab heybetleri bu mevsimde sû&e gelecekler. Onlar muhakkak sizin şu arkadaşınızın durumunu işitmiş-lerdir. Onun hakkında bir görüşte birleşin de ayrılığa düşüp birbirini­zi yalanlamayın, birinizin sözü diğerini yalan çıkarmasın, dedi. Onlar : Ey Abd Şems, sen söyle. Bizim için bir görüş ortaya koy biz de onu söyleyelim, dediler. O : Bilakis siz söyleyin ki dinleyeyim, dedi. Onlar : Kâhindir deriz, dediler. O, bir kâhin değildir, dedi. Delidir deriz, dedi­ler. O, bir deli değildir dedi. O, Şâirdir deriz dediler. O, bir şâir değildir dedi. Sihirbazdır deriz, dediler. O, bir sihirbaz değil­dir, dedi. O halde ne diyelim? dediler de, şöyle dedi: Allah'a ye-mîn. olsun ki; onun sözünde bir tatlılık var. Siz, bunlardan hangisini söylerseniz söyleyin, sözünüzün bâtıl olduğu hemen bilinir. Sözlerin söylenmeye en uygunu; o sihirbazdır, demenizdir. Bunu duyunca, onun etrafından dağılırlar, dedi de Allah Teâlâ onlar hakkında : Onlar ki, Kur'an'ı parçalara (sınıflara) ayırmışlardı. Rabbına andolsun ki (onla­ra, Allah'ın elçisi hakkında bunu söyleyen gruba (işte onların topuna mutlaka soracağız;  yapmakta oldukları şeyleri.» âyetini indirdi.

Atıyye el-Avfî'nin İbn Ömer'den rivayetinde o, «Rabbına andolsun ki, onların topuna mutlaka soracağız; yapmakta oldukları şeyleri.» âye­ti hakkında şöyle demiştir : Lâ İlahe İllallah deyip demediklerini so­racağız. Abdürrezzâk'ın es-Sevrî kanalıyla... Mücâhid'den rivayetine göre; o, «Andolsun ki, onların topuna mutlaka soracağız; yapmakta oldukları şeyleri.» âyeti hakkında şeyle demiştir : Lâ İlahe İllallah sö­zünden sorulacaktır. Tirmizî, Ebu Ya'lâ el-Mavsılî, İbn Cerîr ve îbn Ebu Hâtim'in Şerîk eUKâdî kanalıyla... Enes'den, onun Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetinde o, «Rabbına andolsun ki; onların topuna mutlaka, soracağız.» âyeti hakkında şöyle buyurmuştur: La İlahe İl­lallah (sözünden). Hadîsi İbn îdrîs de... Enes'den mevkuf olarak riva­yet etmiştir.

İbn Cerîr der ki: Bize Ahmed... Abdullah İbn Mes'ûd'dan riva­yet eder ki o, şöyle demiştir : Kendinden başka ilâh olmayan (Allah) a yemîn olsun ki, sizin her bireriniz kıyamet günü nasıl ki sizden biri ayın ondördü gecesi ayı sâdece o görüyormuş gibi hisseder ve onunla yalnız kalırsa Allah o kimseyle yalnız kalacak ve : Ey Âdemoğlu, Bana karşı seni ne aldattı? Ey Âdemoğlu bildiklerinle ne amel yaptın? Ey Âdemoğlu peygamberlere ne cevab verdin? buyuracaktır. Ebu Ca'fer'in Rebî'den, onun Ebu'l-Âliye'den rivayetinde o, «Rabbına andolsun ki; onların topuna soracağız; yapmakta oldukları şeyleri.» âyeti hakkın­da şeyle demiştir: Bütün kullar, kıyamet günü iki huydan sorulacak­tır : Yaptıkları ibâdetlerden ve peygamberlere ne cevab verdiklerin­den. İbn Uyeyne : Amelinden ve malından sorulacaksın, demiştir. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... Muâz İbn Cebel'den rivayet etti ki o, şöyle anlatmış : Allah Rasûlü (s.a.) bana şöyle buyurdu : Ey Muâz, muhakkak mü'min kıyamet günü iki gözündeki sürmeye, parmağın-daki basit bir yüzüğe (?) varıncaya kadar bütün amelinden sorulacak­tır. Kıyamet günü, Allah'ın kendisine verdikleri ile başka birisinin sen­den daha mutlu olduğu halde sana kavuşmayayım.

îbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha der ki: Allah Teâlâ önce : «Rabbına andolsun ki; onların topuna mutlaka soracağız; yap­makta oldukları şeyleri.» buyurmuş sonra da : «İşte o gün insana da cinne de günâhından sorulmaya hacet kalmaz.» (Rahman, 39) demiş­tir. Onlara : Şunu şunu yaptınız mı? diye sormayacaktır. Zîrâ O, bun­ları onlardan daha iyi bilmektedir. Fakat: Niçin şunu şunu yaptınız? diye soracaktır.[27]

 

94 — Sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müş riklere aldırış etme.

95  — O alaycılara karşı muhakkak ki Biz, sana ye­teriz.

96  — Onlar ki; Allah'la beraber başka bir tanrı edi­nirler. Onlar yakında bileceklerdir.

97  — Andolsun, onların söylediğinden dolayı kalbi­nin sıkıldığını biliyoruz.

98  — Sen hemen Rabbını hamd ile tesbîh et ve sec­de edenlerden ol.

99  _ Ve sana yakîn gelinceye  kadar Rabbına ibâ­det et.

 

Yakîn Gelinceye Kadar İbâdet

 

Allah Teâlâ, Rasûlü (s.a.) ne kendisiyle gönderdiğini tebliğ etme­sini, enirini yerine getirmesini, müşriklere karşı aşikâre söylenmesini emrediyor. İbn Abbâs, âyetteki ( *ju*| ) kelimesini; yerine getir, in­faz et, şeklinde açıklar. Ondan gelen bir rivayette ise buranın anlamı : Sana emredileni yap, şeklindedir. Mücâhid : O, namazda Kur'an'ı açık­tan, okumaktır, der. Ebu Ubeyde'nin Abdullah İbn Mes'ûd'dan riva­yetle söylediğine göre; Hz. Peygamber (s.a.), «Sana emrolunduğun şeyi açıktan söyle.)) âyeti nazil oluncaya kadar namazı gizlice kılardı. Bu âyet nazil olunca, o va ashabı meydana çıktılar ve namazı aşikâre kıldılar. Allah Teâlâ buyurur ki: «Müşriklere aldırış etme. O alaycı­lara karşı muhakkak ki Biz, sana yeteriz.» Rabbindan sana indirileni tebliğ et ve seni Allah'ın âyetlerinden çevirmek isteyen müşriklere il­tifat etme. «Onlar; sen yumuşak davranasm da, kendileri de yumu­şaklık göstersinler isterler.» (Kalem, 9), Onlardan korkma. Onlara karşı Allah sana yeter ve seni onlardan koruyacaktır. Allah Teâlâ baş­ka bir âyette şöyle buyurur : «Ey peygamber; Rabbından sana indiri­leni tebliğ et. Eğer yapmazsan; O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Al­lah; seni insanlardan korur.» (Mâide, 67).

Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Bize Yahya İbn Muhammed tbn Seken'in... Enes'den rivayetinde o, «O alaycılara karşı muhakkak ki Biz, sana yeteriz. Onlar ki; Allah'la beraber başka bir tanrı edinirler.» âyeti hakkında şöyle dermiş : Allah Rasûlü (s.a.) geçti de bazıları kaş-göz hareketleriyle ona işaret ettiler (onunla alay ettiler.). Cibril geldi —Öyle sanıyorum ki şöyle de demiştir:— Onlara kaş-göz işareti yaptı ve bu onların cesedlerinde bir darbe te'sîri yaptı, bununla öldü­ler.

Muhammed İbn İshâk der ki: Bana Yezîd İbn Rûmân'm Urve İbn Zübeyr'den rivayet ettiği gibi (Allah Rasûlü) ile alay edenlerin eleba­şıları beş kişiydiler. Bunlar, kavimleri içinde yaşlı ve şerefli kimseler­di. Bu kimseler şunlardır : Esed İbn Abdüluzzâ, İbn Kusayy oğulların­dan Esved İbn Muttalib Ebu Zem'a. Bana ulaştığına göre, Allah Ra-sûiü (s.a.) ile alay etmesi ve ona eziyyeti arttığında Allah Rasûlü (s.a.) ona beddua etmiş ve : Ey Allah'ım, gözünü kör et ve çocukları ölü­münü görsünler, demiş. Zühre oğullarından Esved İbn Abd Yağûs İbn Vehb İbn Abd Menâf İbn Zühre. Mahzûm oğullarından Velîd İbn Mu-ğîre İbn Abdullah İbn Ömer İbn Mahzûm. Sehm İbn Amr İbn Hüsays İbn Kâ'b İbn Lüey oğullarından As İbn Vâil İbn Hişâm İbn Süayd İbn Sa'd. Huzâa (kabilesinden) Haris îbn Tulâtıla İbn Amr İbn Haris İbn Abd Amr İbn Milkân. Bunlar kötülükte devam edip Allah Rasûlü (s.a.) ile alayı artırdıklarında Allah Teâlâ, «Onlar yakında bileceklerdir.» âyetine kadar olmak üzere «Sana emrolunduğun şeyi açıkça söyle. Ve müşriklere aldırış etme. O alaycılara karşı muhakkak ki Biz, sana ye­teriz.» âyetlerini indirdi.

İbn İshâk der ki: Bana Yezîd İbn Rûmân'ın Urv3 İbn Zübeyr'den veya başka âlimlerin rivayet ettiğine göre Allah Rasûlü (s.a.) Kâ'be'yi tavaf ederken Cibril ona geldi, dikildi ve Allah Rasûlü (s.a.) de yanı­na durdu. Yanına Esved İbn Muttalib uğradı. (Cibril veya Hz. Pey­gamber) yüzüne yeşil bir yaprak attı da kör oldu. Ona Esved İbn Abd Yağûs uğradı. Onun karnına işaret buyurdu da karnı su topladı (istis-kâ hastalığına tutuldu) ve karnı şişerek öldü. Ona Velîd İbn Muğîre uğradı da ayak topuğunun altındaki bir yaraya işaret buyurdu. Mu­ğîre bundan iki sene önce yaralanmıştı ve elbisesini yerde sürüyerek yürürdü. Huzâa kabilesinden kendisine ok yapan birisine uğramış ve oklarından birisi onun elbisesine takılarak ayağındaki bu yarayı aç­mıştı. Aslında önemli bir yara değildi. İşte bu yarası yeniden nüksetti ve ölümüne sebeb oldu. Ona Âs İbn Vâil uğradı. Onun da ayak aya­sının ortasına işaret buyurdu. Âs merkebi üzerinde Taife doğru yola çıktı. Bir eyle dikeni üzerine çöktü ve bir diken ayağının ayasına bat­tı ve onu öldürdü. Ona Haris İbn Tulâtıla uğradı. Onun da başına işaret buyurdu ve burnundan irin boşanarak öldü. Muhammed îbn İshâk der ki: Bana Muhammed İbn Ebu Muhammed... îbn Abbâs'tan rivayet etti ki o, şöyle demiş : Onların elebaşısı Velîd İbn Muğîre olup, onları toplayan odur. Yukardaki îbn İshâk'ın ifâdelerine benzer şe­kilde Saîd îbn Cübeyr, İkrime, Yezîd ve Urve'den de bu şekilde uzun­ca rivayet edilmiştir. Ancak Saîd; Haris İbn Ğaytala, İkrime ise, Haris İbn Kays, demişlerdir. Zührî der ki: İkisi de doğru söylemiştir. Zîrâ o, Haris İbn Kays olup annesi Ğaytala'dır. Mücâhid, Miksem, Katâde ve bir çoklarından rivayete göre, onlar beş kişiydiler. Şa'bî bunların, yedi kişi olduğunu söyler ki birincisi daha meşhurdur.

Allah Teâlâ'nın «Onlar ki; Allah'la beraber başka bir tanrı edi­nirler. Onlar yakında bileceklerdir.» kavli Allah ile birlikte başka bir ma'bûd tanıyanlar için ağır bir tehdîddir. Allah Teâlâ buyurur ki: «Andolsun, onların söylediğinden dolayı kalbinin sıkıldığını biliyoruz. Sen hemen Rabbmı bamd ile tesbîh et ve secde edenlerden ol.» Ey Muhammed, onların sana eziyetlerinden ötürü içinin daraldığını Biz iyi biliyoruz. Bunlar seni üzmesin ve Allah'ın risâletini tebliğden alı­koymasın. Sen, Allah'a tevekkül et. Muhakkak O, sana yeter ve on­lara karşı sana yardım edicidir. Allah'ı zikirle, hamd ile, teşbihle ve namaz ile, O'na ibâdetle meşgul ol. Burada zikredilen hamd ve teş­bihten maksad; namazdır. Bu sebepledir "ki Allah Teâlâ : «Ve secde edenlerden ol.» buyurmuştur. Nitekim İmâm Ahmed'in Abdurrahmân İbn Mehdî kanalıyla... Nuaym İbn Hemmâr'dan rivayet ettiği bir ha­dîste o, Allah Rasûlü (s.a.) nü şöyle buyururken işitmiş : Allah Teâlâ buyurdu ki: Ey Âdemoğlu günün başında dört rek'attan âciz olma ki günün sonu için sana yeteyim. Hadîsi buna benzer şekilde Ebu Dâvûd da Mekhûl kanalıyla Kesîr İbn Mürre'den rivayet etmiştir. Yine bu sebepledir ki Allah Rasûlü (s.a.), kendisine herhangi bir iş sıkıntı ver­diği zaman namaz kılardı.

Allah Teâlâ : «Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbına ibâdet et.» buyurmuştur. Buhârî'nin ifâdesine göre; Salim, âyetteki «yakîn» i .ölümle tefsir etmiştir. Bu Salim; Salim îbn Abdullah İbn Ömer'dir. Nitekim îbn Cerir'in Muhammed İbn Beşşâr kanalıyla... Salim İbn Abdullah'tan rivayetinde o, «Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbına ibâdet et.» âyetindeki «yakîn» in, ölüm olduğunu söylemiştir. Mücâ­hid, Hasan, Katâde, Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eşlem ve başkaları da böyle söylemişlerdir. Buna delilleri, Allah Teâlâ'nın da haber ver­diği üzere cehennem halkının şöyle demiş olmalarıdır : «Biz, namaz kılanlardan değildik. Yoksulu doyurmazdık. Bâtıla dalanlarla birlikte dalardık. Ve biz din gününü yalanlardık. Sonunda ölüm bize gelip çattı.» (Müddessir, 43-47).

Zührî'nin Hârice İbn Zeyd İbn Sâbit'den, onun Ansâr'dan bir ka­dın olan Ümnıü Alâ'dan rivayet etmiş olduğu sahîh bir hadîse göre; o, Allah Rasûlü (s.a.) Osman İbn Maz'ûn'un cenazesi yanına girdiğinde, olanları şöyle anlatmış : Ben : Ey Ebu Saîd Allah sana rahmet eyle­sin. Benim senin hakkındaki şehâdetim odur ki Allah Teâlâ sana mut­laka ikramda bulunmuştur, dedim. Allah Rasûlü (s.a.) : Allah'ın ona ikramda bulunduğunu nereden biliyorsun? buyurdu. Ben; Ey Allah'ın elçisi, anam babam sana feda olsun, ya kim (e ikram edecek) ? dedim de, şöyle buyurdu : Ona gelince; muhakkak ki ona yakîn (Ölüm) gel­miştir. Muhakkak ben onun için hayır umana

Namaz ve benzeri ibâdetlerin insana, aklı başında olduğu sürece vâcib olduğuna, «Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbına ibâdet et.» âyeti delil getirilir. însan, durumu ölçüşünce ve aklı başında olduğu sürece namazını kılar. Nitekim Buhârî'nin Sahîh'inde İmrân İbn Hu-sayn (r.a.) dan rivayetle sabit olan bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.) : Ayakta durarak namaz kıl. Güç yetiremez isen oturarak, buna da güç yetiremezsen yanın üzere, buyurmuştur. Yakînden maksadın, ma'rifet olduğunu ileri süren mülhidlerin de hatalı olduklarına bu âyet delil getirilir. Onlara göre, bir kimse ma'rifete ulaştığı zaman; ondan teklîf düşer. Muhakkak ki bu; bir küfür, bir sapıklık ve bilgisizliktir. Zîrâ peygamberler ve onların ashabı; insanlar içinde Allah'ı en iyi bilen, Allah'ın haklarını ve sıfatlarını, O'nun müstehak olduğu ta'zîmi en iyi bilen kimselerdi. Bununla birlikte onlar insanların en çok ibâdet edenleri, ölümlerine kadar hayır işlerine en fazla devam edenleridir. O halde burada yakînden maksad, yukarda söylediğimiz gibi ancak ölüm olabilir. Hamd ve minnet Allah'adır. Hidâyet bahşettiği için Allah'a hamdederiz. O'ndan yardım diler ve O*na tevekkül ederiz. Durumların en mükemmeli ve güzeli üzere bizi öldürmesi de elbette O'ndan iste­nilir.[28]



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4373-4376

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4376

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4377-4378

[4] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4378

[5] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4379

[6] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4379-4381

[7] Bekir Karlığa , Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4381-4384

[8] Bekir Karlığa , Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4384-4385

[9] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4385-4389

[10] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4389-4390

[11] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4390-4391

[12] Bekir Karlığa , Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4391

[13] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4392

[14] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4393-4395

[15] Mescid-i Harâm'daki Hatim denilen yerin bir adı da Hicr'dir

[16] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4396-4399

[17] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4400-4401

[18] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4401

[19] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4401-4402

[20] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4402

[21] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4403-4404

[22] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4404-4405

[23] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4406

[24] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4406-4407

[25] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4407-4408

[26] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4409-4411

[27] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4411-4414

[28] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4415-4418

Free Web Hosting