MERYEM SÛRESİ2

Hz. Zekerriyyâ'yi Anış. 2

Ey Yahya Kitâb'a Sanl4

Meryem'i Anış. 5

İbrahim'i Anış. 14

Musa'yı Anış. 16

İsmail'i Anış. 17

İdrîs'i Anış. 18

Sonradan Gelen Nesiller19

Ölümden Sonra Diriliş. 23

Âyetlerimizi İnkâr Edenler27

Rahmanın Huzurunda Müttakîler29

Rahmana Çocuk İsnâd Edenler30

Müttakîlere Müjde. 31


MERYEM SÛRESİ

(Mekke'de nazil olmuştur.)

 

Rahman, Rahim olan Allah'ın Adıyla.

1  — Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd.

2  — Bu; Rabbmın kulu Zekeriyyâ'ya rahmetini anış-tır.

3  — Hani o; Rabbına içinden yalvarmıştı.

4  — Ve  demişti ki: Rabbım; gerçekten  kemiklerim yıprandı, baş yaşlılık aleviyle tutuştu. Rabbım; şimdiye kadar Sana yalvarmakla bir şeyden mahrum olmadım.

5 — Doğrusu ben; kendimden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. Bana katından bir oğul bağışla.

6 — Ki bana ve Ya'kûboğullarına mirasçı olsun. Rab-bım; onu razı olunan kıl.

 

Hz. Zekerriyyâ'yi Anış

 

(Sûrenin başında bulunan) Hurûf-ı Mukattaa hakkında Bakara sûresinin başında bilgi geçmişti. «Bu; Rabbının kulu Zekeriyyâ'ya rah­metini anıştır.» Bu, Allah Teâlâ'nın kulu Zekeriyyâ'ya olan rahmetini bir anmadır. Zekeriyyâ; İsrâiloğulları peygamberlerinden büyük bir peygamberdir. Buhârî'nin Sahihinde belirtildiğine göre o, marangoz idi ve marangozlukla, elinin emeğiyle kazandığını yerdi.

«Hani o; Rabbma içinden yalvarmıştı.» âyeti hakkında müfessir-lerden bazısı şöyle diyor: Yaşlılığı dolayısıyla kendisine ahmak denil­mesin diye duasını gizlemişti. Bu açıklamayı Mâverdî naklediyor. Di­ğerleri ise şöyle diyorlar : O duasını gizlemişti, çünkü Allah'a sevgili idi. Nitekim Katâde, «Hani o; Rabbma içinden yalvarmıştı.» âyeti hak­kında şöyle diyor : Şüphesiz Allah muttaki olan kalbi bilir ve gizli sesi işitir. Seleften birisi şöyle diyor : Ashabı uyumuşken Zekeriyyâ (a.s.) geceleyin kalkar, Rabbma seslenmeye başlayarak gizlice; ey Rabbım, ey Rabbım, ey Rabbım dermiş. Allah Teâlâ da : Buyur, buyur, buyur (ey kulum) diye cevab verirmiş.

«Ve demişti ki: Rabbım; gerçekten kemiklerim yıprandı (güçleri zayıfladı), baş yaşlılık aleviyle tutuştu; Saçlarımın siyahlan içinden beyazları tutuştu, alevlendi.» (...) Burada onun maksadı; zayıflığını, yaşlılığım bunların açık ve gizli (bâtınî) delillerini haber vermektir. «Rabbım; şimdiye kadar Sana yalvarmakla bir şeyden mahrum olma­dım.» Senden alıştığım muamele ancak duama icabet buyurmandır. İstediğim hiç bir şeyde beni geri çevirmedin. «Doğrusu ben; kendim­den sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum.» Kurra'nın çoğunluğu, kelimesinin sonundaki yâ harfini mef'ûl olarak mansûb okumuşlardır. Kisâî'den rivayete gö­re o, yâ harfini sükûnlu okurmuş.(...) Mücâhid, Katâde ve Süddî onun burada, asabesini kasdettiğini söylerler. Ebu Salih ise Kelâle'yi kasdet-tiğini söylemiştir. Mü'minlerin emîri Osman İbn Affân (r.a.) dan riva­yet edildiğine göre; o, fiilini: Kendimden sonraki asabele-rim (erkek akrabalarım) azaldı, anlamında olmak üzere harfi­nin şeddesi ile okurmuş. Bunlardan birinci kırâete göre (f harfinin sükûnu ile olan kırâeti) onun korkusunun açıklaması şöyledir: Onların kendisinden sonra insanlar hakkında kötü tasarrufta bulunmalarından korkmuş ve Allah Teâlâ'dan kendisinden sonra'peygamberliği ve ken­disine vahyedilenle onlann başına geçecek ve kendisinden sonra pey­gamber olacak bir çocuk istemiştir. Onun bu duasına icabet olunmuş­tur. Yoksa o; onların, malına vâris olacaklarından korkmuş değildir. Zîrâ peygamberin, malı hakkında bu ölçüde korkmayacak derecede kadri ve derecesi yüksektir. Öyle bir korku ki asabesinin kendisine vâ­ris olmalarını istemeyecek de onlann dışında mirasına hak kazanacak bir çocuğunun olmasını isteyecek. Bu bir açıklamadır. İkinci açıkla­maya gelince : Hz. Zekeriyyâ (a.s.) nın (çok) mal sahibi olduğu zik-redilmemiştir. Aksine o, el emeği ile kazandığından yiyen bir maran­gozdu. Onun gibisi ise elbette çok mal toplayamaz. Ve özellikle pey­gamberler (a.s.) böyledir. Zîrâ onlar, dünyaya en az rağbet edenler­dir. Üçüncü açıklamaya gelince : Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde vârid olan bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Biz mî-râs bırakmayız; bizim terkettiğimiz ancak bir sadakadır. Tirmizî'de sahîh bir isnâdla rivayet olunduğuna göre :-Biz peygamberler toplulu­ğu mîrâs bırakmayız, buyurulmuştur. Böylece «Bana katından bir oğul bağışla ki bana mirasçı olsun.» kavlinin; peygamberlik mirasına ham-ledümesi kesinleşmiş, ortaya çıkmış oluyor. Bu sebepledir ki o : «Ya*-kûb oğullarına da mîrâsçı olsun.» demiştir. Nitekim Allah Teâlâ : «Ve Süleyman Davud'a peygamberlikte mîrâsçı oldu.» (Nemi, 16) buyur­muştur. Şayet bu mîrasçılık malda olmuş olsaydı, kardeşleri arasın­dan ona bunu tahsis etmezdi ve bunu haber vermenin de zâten büyük bir faydası yoktur. Bilinen ve bütün dinlerle şeriatlarda yerleşmiş olan, çocuğun babasına mîrâsçı olmasıdır. Şayet ortada özel bir' mîrâsçı ol­ma mevcûd olmasaydı bunu haber vermezdi. Bütün bunları sahîh bir hadîste: Biz peygamberler topluluğu mîrâs bırakmayız; bizim bıraktı­ğımız bir sadakadan ibarettir, sözü de anlatıp isbât etmektedir".

Mücâhid, «Ki bana ve Ya'kûb oğullarına mîrâsçı olsun.)) âyeti hak­kında der ki: Onun mîrâsçı olması ilim yönündendir. Zekeriyyâ, Ya'-kûb'un zürriyyetinden idi. Hüşeym'in İsmâîl İbn Ebu Hâlid'den onun da Ebu Salih'ten «Bana ve Ya'kûb oğullarına mîrâsçı olsun.» âyeti hak­kında rivayetinde o, şöyle demiştir: Nasıl ki onun babaları peygamber-' ler idiyse, o da peygamber olacaktır. Abdürrezzâk'm Ma'mer'den, onun Katâde'den, onun da Hasan'dan rivayetine göre; o, Hz. Zekeriyyâ'nm peygamberliğine ve ilmine mîrâsçı olacaktır. Süddî ise şöyle diyor: Be­nim peygamberliğime ve Ya'kûb oğullarının peygamberliğine mîrâsçı olsun. Malik, «Ya'kûb oğullarına mîrâsçı olsun.» âyeti hakkında Zeyd İbn Eslem'den rivayet eder ki o: Onlann peygamberliklerine mirasçı olsun... demiştir. Câbir İbn Nûh ve Yezîd İbn Harun'un İsmâîl İbn Ebu Hâlid'den, onun da Ebu Salih'ten rivayetlerine göre, «Bana ve Ya'kûb oğullarına mîrâsçı olsun.» âyetini o, şöyle anlamıştır: Benim malıma, Ya'kûb oğullarının da peygamberliğine mirasçı olsun. İbn Cerîr tef­sirinde bu görüşü tercih etmiştir. Abdürrezzâk'm Ma'mer'den, onun da. Katâde'den rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Allah Zekerriyyâ'ya rahmet eylesin. («Bana ve Ya'kûb oğullarına mîrâsçı ol­sun...» diye dua ettiği zamanda) onun vârisleri mi yoktu? Allah Teâlâ Lût'a da rahmet eylesin; şüphesiz o, sağlam bir dayanağa sığınmış, ar­kasını vermişti. İbn Cerîr'in Ebu Küreyb kanalıyla... Hasan'dan riva­yetinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Allah kardeşim Zeke-riyyâ'ya rahmet eylesin. «Bana katından bir oğul bağışla. Ki bana ve Ya'kûb oğullarına mîrâsçı olsun.» dediği zaman onun malına mîrâsçı olacak kimse yoktu. Bu mürsel hadîsler sahîh hadîslerle tearuz halin­de değildir (onlarla arasında tezâd yoktur). En doğrusunu Allah bilir. «Rabbım onu razı olunan kıl.» Kendi katında ve yaratıkların ka­tında hoşnûd olunmuş kıl. Dini ve huylarında onu sev ve yaratıkları­na onu sevdir.[1]

 

7 — Ey Zekeriyyâ; sana, Yahya adında bir oğlan müj­deliyoruz. Daha Önce bu adı hiç kimseye vermedik.

 

Bu söz, sanki bir kısmı hazfedilmiş gibidir ki baş kısmı şöyle ola­caktır : Duasında onun isteğine icabet olundu da kendisine : «Ey Ze­keriyyâ; sana, Yahya adında bir oğlan müjdeliyoruz.» Nitekim Allah Teâlâ bir başka âyette şöyle buyurur: «Orada Zekeriyyâ Rabbma duâ etti: Rabbım, bana katından temiz bir şey bahşet. Muhakkak Sen dua­yı işitensin. O, mihrâbda namaz kılarken melekler ona seslendiler : Al-îah sana, kendisinden bir kelimeyi tasdik edici bir efendi, nefsine hâ­kim ve sâlihlerden bir peygamber olmak üzere Yahya'yı müjdeler.» (Âl-i İmrân, 38-39).

«Daha önce bu adı kimseye vermedik.» âyeti hakkında Katâde, îbn Cüreyc ve İbn Zeyd: Ondan önce bu isimle kimse isimlendirilme-miştir, derler ki; İbn Cerîr de bu açıklamayı tercih etmiştir. Allah ona rahmet eylesin. Mücâhid burayı: Daha önce ona bir benzer yaratma­dık, şeklinde anlamıştır. Âyetteki ( L«— ) kelimesinin benzer anla­mına oluşunu Mücâhid sanki: «O halde ona ibâdet et ve bu ibâdetfiı-de sabırlı ol. Sen O'nun adaşı olduğunu bilir misin hiç?» (Meryem, 65) âyetinden almış gibidir. İbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha ise :

Kısır kadınlar ondan önce onun bir benzerini doğurmamıştır, demiştir. Bu da delâlet ediyor ki Zekeriyyâ (a.s.) ran çocuğu olmuyordu. Karısı da hayatının başından beri kısırdı. Bu durum İbrâlıîm (a.s.) ve Sâr-re'nin durumundan farklıdır. Zîrâ onların İshâk ile müjdelendiklerin-de şaşırmaları kısır olduklarından değil yaşlılıklarından dolayıdır. Bu sebepledir ki o: «Ben kocamışken mi bana müjde veriyorsunuz? O hal­de neye dayanarak müjdeliyorsunuz?» (Hıcr, 54) demiştir. Bununla birlikte ondan (İshâk'tan) on üç sene önce onun İsmail adındaki oğlu olmuştur. Hz. İbrahim'in karısı da şöyle demişti: «Vay başıma gelen­ler, ben mi doğuracağım? Ben kocamış biri, şu erim de bir ihtiyar iken. Doğrusu bu, şaşılacak bir şey.», «Dediler ki : Allah'ın işine mi şaşar­sın ey evin hanımı? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizedir. Doğrusu O, Hamîd'dir, Mecîd'dir.»  <Hûd, 72-73).[2]

 

8  — Rabbım; karım kısır ve ben de son derece koca-mışken nasıl oğlum olur ki? dedi.

9  — Öyledir. Rabbın buyurdu ki: Bu, Bana çok ko­laydır. Daha önce sen yokken seni de yaratmıştım.

 

Hz. Zekeriyyâ (a.s.) nın isteğine icabet olunup çocukla müjdelen-diği zaman şaşırmış ve son derece sevinmişti. Bunun peşinden kendi­sinin nasıl çocuğu olacağını, karısı hayatının başından beri kısır ve kendisi de yaşlı iken kendilerinden nasıl çocuk olacağını sordu. Hz. Zekeriyyâ yaşlanmış, kemiklerinin iliği kuruyup zayıflamış ve onda dölleme ve kadınlarla temas kurma gücü kalmamıştı. Mücâhid âyet­teki ( Up ) kelimesini, kemiklerin zayıflaması anlamına alır. İbn Abbâs ve başkaları ise burada yaşlılığın kasdedildiğini söylerler. Âyet­ten açık olarak anlaşılan odur ki bu kelime yaşlılıktan daha husûsî bir anlam taşımaktadır. İbn Cerîr'in Ya'kûb kanalıyla... İbn Abbâs'-tan rivayetine göre o, şöyle demiştir : Sünnetin tamâmını bilmemle birlikte Allah Rasûlü (s.a.) nün öğle ve ikindi namazlarında (Kur'an) okuyup okumadığını bilmiyorum. «Ben de son derece kocamışken...» âyetindeki son kelimeyi veya şeklinde mi okudu­ğunu bilmiyoruz. İbn Abbas'in bu sözünü İmâm Ahmed, Süreye İbn Nu'man'dan; Ebu Dâvûd da Ziyâd Ibn Eyyûb'dan, bu ikisi de Hüseym'-den rivayet etmişlerdir.

Melek, şaşırdığı şeye cevab olarak Hz. Zekeriyyâ'ya dedi ki: «Öy­ledir. Rabbın buyurdu ki: Bu, bana çok kolaydır.» Senden ve bir baş­ka kadından değil de şu eşinden çocuk yaratmak Bana çok kolaydır. Sonra Allah Teâlâ Zekeriyyâ'ya onun sorduğundan daha da garîb ola­nım zikredip şöyle buyurur: «Daha önce sen yokken seni de yaratmış­tım.» Nitekim başka bir âyette şöyle buyrulur: «İnsanın üzerine uzun bir devirden öyle bir zaman geçmiştir ki o, anılmaya değer bir şey bile değildi.» (İnsan, 1).[3]

 

10  — Öyleyse Rabbım bana bir nişan ver, dedi. Se­nin nişanın; birbiri ardı sıra üç gece insanlarla konuşma-mandır, buyurdu.

11  — Bunun üzerine ma'bedden çıkıp kavmine: Sa­bah akşam Allah'ı tesbîh edin, diye işaret etti.

 

Allah Teâlâ Hz. Zekerİyyâ (a.s.) nın şöyle dediğini haber veriyor: Öyleyse Rabbım, bana vaMetmiş olduğun çocuğun meydana geleceği­ne delü ve alâmet olmak üzere, bu gönlüme yerleşsin ve kalbim bana va'dettiğin şeyde mutmain olsun diye bir nişan ver. Nitekim Hz. tb-râhîm: «Rabbım Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster, deyince; inan­mıyor musun? demişti. O da : Hayır öyle değil, ama kalbim iyice mut­main olsun, demişti.» (Bakara, 260). «Senin nişanın; birbiri ardı sıra üç gece (ve gündüz) insanlarla konuşmamandır.» Bir hastalık ve se­bep olmaksızın sen sıhhatli olduğun halde üç gece dilini konuşmadan alıkoymandır, buyurdu. İbn Abbâs, Mücâhid, îkrime, Vehb, Süddî, Ka-tâde ve bir çokları der ki: Bir hastalık olmaksızın dili tutuldu.. Ab-durrahmân İbn Zeyd İbn Eşlem de şöyle demiştir: Okur, tesbîh eder­di. Kavmi ile işaretle olanın dışında konuşamazdı. İbn Abbâs'tan ri­vayetle Avfî âyetteki kelimesinin, «Peşpeşe» anlamında ol­duğunu söyler. Ancak ( i ) kelimesinin izahında İbn Abbâs'tan ve Cumhûr'dan rivayet edilen açıklama daha doğrudur. Nitekim Al­lah Teâlâ, Âl-i îmrân sûresinde şöyle buyurmuştur: «Rabbım; bana bir alâmet ver, dedi. Alâmetin, işaretten başka şekillerle insanlarla ko-nuşmamandır. Bununla beraber Rabbını çok an ve akşam, sabah tes-bîh et.» (Âl-i İmrân, 41). Zeyd İbn Eslem'den rivayetle Mâlik de «Bir­biri ardı sıra üç gece...» kısmını: Dilsiz olmaksızın, şeklinde anlamış­tır. Bu sebepledir ki bu âyet-i kerîme'de de şöyle buyruluyor: Bunun üzerine kendisine çocuğun müjdelenmiş olduğu ma'bedden çıkıp bu üç günde kendisine emredilenlere muvafık olarak, amelleri üzerine bir fazlalık, Allah'ın kendisine vermiş olduklarına bir şükür olarak kav­mine : "Sabah akşam Allah'ı tesbîh edin, diye işaret etti.» Mücâhid, âyetteki «vahy» kelimesinin; işaret etme anlamında olduğunu söyler. Vehb ve Katâde de böyle söylemiştir. Mücâhid'den gelen rivayetlerden birinde ise o; «Kavmine işaret etti.» kısmım şöyle anlıyor: Onlar için yere yazdı. Süddı de böyle söylemiştir.[4]

 

12  — Ey Yahya, Kitâb'a kuvvetle sarıl. Daha çocuk iken ona hikmet verdik.

13  — Katımızdan bir kalb yumuşaklığı ile safiyet ver­dik. O, takva sahibi biriydi.

14  — Anasına ve babasına karşı iyi davranırdı. Baş kaldıran bir zorba değildi.

15  — Selâm olsun ona, doğduğu günde, öleceği gün­de ve dirileceği günde.

 

Ey Yahya Kitâb'a Sanl

 

Sanki tou âyetin de baş kısmı hazfedilmiş olup takdiri şöyle yapı­lacaktır : Hz. Zekeriyyâ'ya müjdelenmiş olan çocuk, yâni Hz. Yah­ya (a.s.) vâr edilmiş ve Allah ona kitabı, aralarında okumakta olduk­ları Tevrat'ı öğretmiş idi. Ö Tevrat ki yahûdîlere, rabbanilere ve âlim­lere onu teslim etmiş olan peygamberler onunla hükmederlerdi. O sı­rada Hz. Yahya'nın yaşı küçüktü. Bunun içindir ki onun zikri yüceltilip anılmış ve hem ona hem de ana babasına bahşedilen nimetlere temas olunmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor : «Ey Yahya, kitaba kuvvetle sarıl.» Kitabı öğren, ona ciddî olarak hırsla, gayretle sarıl. Daha çocuk iken ona hikmet, anlayış, ilim, gayret, azim ve hayırlara yönelme, hayra çalışma verdik ki o henüz yeni yetme bir küçüktü. Ab­dullah İbn Mübarek, Ma'mer'in şöyle dediğini nakleder : Çocuklar Ze-keriyyâ'nın oğlu Yahya'ya : Gidip oynayalım, dediklerinde o : Ben, oy­namak için yaratılmadım, dermiş. Bunun içindir ki Allah Teâlâ : «Da­ha çocuk iken ona hikmet verdik,» âyetini indirmiştir.

«Ona katımızdan kalb yumuşaklığı ile safiyet verdik.» âyetinde-ki kelimesini İbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha; Ona katımızdan bir rahmet verdik, şeklinde açıklar. İkrime, Katâde ve Dahhâk da böyle söylemiş olup Dahhâk : Bizim dışımızda kimsenin güç yetiremeyeceği bir rahmet, fazlalığını getirir. Katâde'nin açıklamasın­da : Kendisiyle Zekeriyyâ'ya rahmet olunan bir rahmet, fazlalığı var­dır. Mücâhid burayı: Rabbından ona bir şefkat, şeklinde açıklar. İk-rime ise : Ona (onun üzerine) bir sevgi, demiştir. İbn Zeyd : Âyetteki Hanân'a gelince; o sevgidir, demiştir. Atâ İbn Ebu Rebâh ise «Ona ka­tımızdan kalb yumuşaklığı verdik.» âyetinde : Katımızdan bir ta'zim verdik, der. İbn Cüreyc'in Amr İbn Dînâr kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetinde o, şöyle demiştir : Allah'a yemin olsun ki Hanân'm ne ol­duğunu bilmiyorum. İbn Cerîr'in îbn Humeyd kanalıyla... Mansûr'dan rivayetinde o, şöyle diyor : Saîd İbn Cübeyr'e «Ona katımızdan bir kalb yumuşaklığı ile safiyet verdik.» âyetini sordum, dedi ki: Bunu İbn Ab-bâs'a sordum da herhangi bir cevab vermedi. Âyetin akışından anlaşıl­dığına göre âyetteki Hanân kelimesi «Daha çocuk iken ona hikmet ver­dik.» kısmına atfedilmiştir. Buna göre anlam şöyle oluyor : Biz ona hikmet, kalb yumuşaklığı, safiyet (temizlik) verdik..Onu kalbi yumu­şak, saf temiz kıldık. Hanân; şefkat ve temayülle birlikte olan sevgi­dir. Nitekim Araplar bu kelimenin türetildiği fiili, şefkat ve sevgi an­lamında kullanmışlardır. Meselâ devenin yavrusuna şefkatini cümlesiyle; kadının kocasına olan sevgisini de cümlesiyle ifâde ederler. Nitekim kadına bu fiilden türetilmiş olarak «hanne» ismi de verilir. Yine bu anlamda olmak üzere «Kişi vatanını özledi» anlamında olmak üzere denilir. Şefkat ve rahmet de bu kelimenin anlamları içindedir.(...) İmâm Ahmed'in Müs-ned'inde Enes (r.a.) ten rivayet edilen bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Kişi cehennemde; Ey Hannân, ey Mennân, diye çağırarak bin sene kalır.(...)

Âyetteki kelimesi,  kelimesi üzerine atfedilmiş olup buradaki zekât kelimesi; her türlü kirden, günâhlardan te­mizlik anlamınadır. Katâde buradaki zekâtın, sâlih amel olduğunu söy­ler. Dahhâk ve îbn Cüreyc ise sâlih ve temiz amel olduğunu söylemiş­lerdir. İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî «Ona safiyet verdik. O, takva sa­hibi biriydi.» âyeti hakkında der ki: Tertemizdi, hiç bir günâh işle­memişti.

Allah Teâlâ : «Anasına ve babasına karşı iyi davranırdı. Baş kal­dıran bir zorba değildi.» buyurur. Onun Rabbma itaati, onlara iyi dav­randığı, sözle, fiille ve yasaklama ile onlara karşı gelmekten sakındığı zikredilmiştir. Bu sebepledir ki : «Baş kaldıran bir zorba değildi.» buy-rulmuştur. Bu güzel vasıfların zikrinden sonra bunlardan dolayı ona bir mükâfat olmak üzere Allah Teâlâ şöyle buyurur : «Selâm olsun ona, doğduğu günde, öleceği günde ve dirileceği günde.» Bu üç durumda da emniyyet içinde olma onundur. Süfyân İbn Uyeyne der ki: Yara­tıklar kendilerini şu üç yerde yapayalnız hissederler : Doğduğu gün; kendisini içinde bulunduğu durumun dışında olarak görür. Öldüğü günde; daha önce görmemiş olduğu bir kavmi görür. Diriltileceği gün­de; kendisini büyük bir mahşerde görür. İşte Allah Teâlâ Zekeriyyâ'-nm oğlu Yahya'ya, bu durumlarda ikramlarda bulunmuş ve selâmeti ona tahsis edip şöyle buyurmuştur : «Selâm olsun ona, doğduğu gün­de, öleceği günde ve dirileceği günde.» Süfyân İbn Uyeyne'nin bu sö­zünü İbn Cerîr, Ahmed İbn Mansûr el-Mervezî'den, o da Sadaka îbn Fadl'dan rivayet etmiştir.

Abdürrezzâk Ma'mer'den, onun Katâde'den «Baş kaldıran bîr zor­ba değildi.» âyeti hakkında rivayetinde şöyle demiştir : îbn Müseyyeb anlatır ve derdi ki: Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu : Zekeriyyâ oğlu Yahya dışında kıyamet günü Allah'a günahsız olarak kavuşan hiç kimse yoktur. Katâde ; O, hiç bir günâh işlememiş ve bir kadınla iliş­kiyi düşünmemiştir bile, der. Bu hadîs mürseldir. Muhammed îbn îs-hâk'ın Yahya İbn Saîd kanalıyla... İbn el-Âs'dan rivayetinde ö, Allah Rasûlü (s.a.) nü şöyle buyururken işitmiş: Zekeriyyâ oğlu Yahya dı­şında bütün Âdemoğullan kıyamet günü günahkâr olarak gelecektir. Bu hadîsi müdelles olarak rivayet eden İbn İshâk'tır. Bu hadîs muan'an olarak da rivayet edilmiş olup en doğrusunu Allah bilir. İmâm Ahmed'-in Affân kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Âdemoğlundan hatâ etmemiş veya hatâyı düşün­memiş hiç kimse yoktur, Ancak Zekeriyyâ oğlu Yahya böyle değildir. Hiç kimseye «Ben Yûnus İbn Mettâ'dan daha hayırlıyım.» demek ya­raşmaz. Bu hadîs de zayıftır. Zîrâ hadîsin râvîleri içinde olan Ali İbn Zeyd İbn Cüd'ân'm münker olarak birçok rivayetleri vardır. En doğ­rusunu Allah bilir. Saîd İbn Ebu Arûbe'nin Katâde'den rivayetine göre Hasan şöyle dermiş : Yahya ve îsâ (a.s.) buluştular da Hz. îsâ, Yah­ya'ya : Benim için mağfiret dile, sen benden daha hayırlısın, dedi. Di­ğeri de ona: Benim için istiğfar et. Sen benden daha hayırlısın, dedi. Hz. îsâ ona : Sen benden daha hayırlısın; ben kendime selâm verdim, sana ise Allah selâm verdi, dedi. Allah'a yemin olsun ki her ikisinin de üstünlüğü bilinir.[5]

 

16  — Kitâb'da Meryem'i de an. Hani o, ailesinden ay­rılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti.

17  — Onlardan gizlenmek için de bir perde germişti. Derken Biz de ona ruhumuzu göndermiştik te, tam bir in­san olarak görünmüştü ona.

18  — Rahman'a sığınırım senden, dedi. Eğer takva sa­hibi isen.

19  — O da: Ben, Rabbının sana tertemiz bir oğul ver­mek için gönderdiği bir elçiden başka bir şey değilim, dedi.

20  — Meryem: Benim nasıl bir oğlum olabilir ki, ba­na hiç bir beşer dokunmamıştır. Ve ben kötü kadın da de­ğilim, dedi.

21  — Bu böyledir, zîrâ Rabbın; bu, Bana kolaydır, onu insanlar için bir âyet ve katımızdan bir rahmet kılacağız, buyuruyor, dedi. Ve iş, olup bitti.

 

Meryem'i Anış

 

Allah Teâlâ Zekeriyyâ (a.s.) nın kıssasını; onun yaşlılığı ve eşinin kısırlığı halinde ondan tertemiz ve mübarek bir çocuk vâr ettiğini zikrettikten sonra Hz. Meryem'in kıssasını; Meryem oğlu Hz. îsâ (a.s.) yi ondan babasız olarak yarattığını zikreder. İki kıssa arasında hem bir münasebet ve hem de bir benzerlik vardır. Bunun içindir ki Allah Te-âlâ her iki kıssayı Âl-i îmrân sûresinde, burada ve Enbiyâ sûresinde zikrederek anlam itibariyle aralarında bir yakınlık olduğu için ve O'-nun dilediğini yapmaya güç yetirici olduğuna, saltanatının büyüklü­ğüne ve gücüne kulları için delâlet etsin diye birlikte zikretmiştir. Şöyle buyurur : «Kitâb'da Meryem'i de an.» O, Hz. Dâvûd (a.s.) un sü­lâlesinden olup İmrân'ın kızı Meryem'dir. İsrâiloğullan içinde tertemiz bir evden (aileden) dir. Allah Teâlâ annesinin onu doğurmasına dâir olan kıssayı Âl-i İmrân sûresinde zikretmiştir ki annesi onu Beyt el-Makdîs'e adamıştı. Onlar, bununla Allah'a yaklaşmayı (Allah'a ibâ­deti) dilerlerdi. «Bunun üzerine Rabbı onu güzel bir kabul ile karşı­ladı. Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi.» (Âl-i tmrân, 37) Böylece Hz. Meryem tsrâiloğullan içinde büyüyüp yetişmiş ve gayreti, iffeti ve bü­yük ibâdeti ile meşhur olmuş, çokça ibâdet eden kadınlardan biri ol­muştur. Kızkardeşi —teyzesi de denilmiştir— nin kocası, İsrâiloğulla-n peygamberi Zekeriyyâ'nın koruması altındaydı. Zekeriyyâ o zaman­da İsrâiloğullannın dinleri konusunda kendisine müracaat ettikleri bü­yükleri idi. Hz. Zekeriyyâ, onda kendisini hayrete düşüren büyük ke­rametler görmüştü. «Zekeriyyâ mihraba her girişinde onun yanında bir yiyecek bulurdu. Ey Meryem, bu sana nereden? derdi. O da : Al­lah tarafından, derdi. Şüphe yok ki Allah; dilediğini hesâbsız nzıklan-dırır.» (Âl-i İmrân, 37). Anlatıldığına göre Hz. Zekeriyyâ, Meryem'in yanında yazın kış meyvaları, kışın da yaz meyvalan bulurmuş. Nite­kim açıklaması daha önce Âl-i İmrân sûresinde geçmişti. Allah Teâlâ Ülü'1-Azm sahibi beş büyük peygamberden biri olan kulu ve elçisi Hz. îsâ (a.s.) yi ondan varetmeyi dilediğinde —Hikmet ve en yüce hüccet Allah'ındır.— «O, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekil­mişti.» Onlardan ayrılmış, uzaklaşmış ve Beyt el-Mukaddes'in doğusuna gitmişti. Süddî bunun; hayız olması dolayısıyla, olduğunu söyler. Bu­nun dışında başka şeyler (sebepler) de söylenmiştir. Ebu Küdeyne'nin Kâbus İbn Ebu Zabyân'dan, onun babasından, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, şöyle demiştir : Beyt'e doğru namaz kılmak ve ora­yı haccetmek kitâb ehline farz kılınmıştı. Onları bundan çeviren ancak Allah Teâlâ'nm (senin Rabbının) : «O, ailesinden ayrılarak doğu ta­rarında bir yere çekilmişti.» buyurmuş olmasıdır. Meryem doğu tara­fında bir yere çıkmıştı da, onlar güneşin doğduğu tarafa doğru namaz kıldılar. İbn Abbâs'm bu açıklamasını İbn Ebu Hatim ve İbn Cerîr riva­yet ederler. Yine İbn Cerîr der ki: Bize İshâk İbn Şâhîn'in... İbn Ab-bâs'tan rivayetinde o, şöyle demiştir: Şüphesiz ben Allah'ın (herhangi bir şeyi) hangi sebeple yarattığını en iyi bilenim. Hıristiyanlar Al­lah Teâlâ'nın : «Hani o, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti.» buyurması sebebiyle doğuyu kıble edinmişlerdi. Onlar, Hz. îsâ'nın doğum yerini kıble edindiler. Katâde «Doğu tarafında bir ye­re çekilmişti.» kavlini onlardan uzak bir yer olarak açıklar. Muham-med İbn İshâk : Testisine su doldurmak üzere gitmişti, der. Nevf el-Bekâlî de : Kendine içinde ibâdet edeceği bir ev edinmişti, der ki en doğrusunu Allah bilir.

«Onlardan gizlenmek için de bir perde germişti.» Onlardan giz­lenmiş, örtünmüş ve Allah Teâlâ da ona Cibril (a.s.) i göndermiş de o, tâm, kâmil bir insan suretinde olarak ona görünmüştü. Mücâhid, Dahhâk, Katâde, İbn Cüreyc, Vehb İbn Münebbih ile Süddî, «Derken Biz de ona ruhumuzu göndermiştik.» âyetinde Cibril (a.s.) in kasd-edildiğini söylerler. Onların bu söyledikleri Kur'an'ın zahirinden de anlatılandır. Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerime'de şöyle buyurmuş­tur: "Onu Ruh el-Emîn indirmiştir. Senin kalbine ki, uyarıcılardan olasın.» (Şuarâ, 193-194). Ebu Cafer er-Râzî'nin Rebî İbn Enes ka­nalıyla... Übeyy İbn Kâ'b'dan rivayetine göre, o, şöyle demiştir: Şüp­hesiz Hz. îsâ (a.s.) nın ruhu, Hz. Âdem zamanında kendilerinden ahto alınan ruhlar cümlesindendir. Ona tâm bir insan suretinde eö-rünen rûh da odur. Yani ona tâm bir insan olarak görünen, aslında Hz. îsâ'nın ruhudur. Hz. Meryem, kendisiyle konuşan ve ağzına giren (bu ruha) hâmile kalmıştır. Bu da son derece garîb ve münker olup sanki İsrâüiyyâttandır.

«Rahmân'a sığınırım senden dedi. Eğer takva sahibi isen.» Melek Hz. Meryem'e, o münferid bir yerde olup kavmi ile arasında bir perde varken bir insan suretinde göründüğünde ondan korkmuş ve onun kendisine dokunmak istediğini sanmıştı. «Rahmân'a sığınırım senden. Eğer takva sahibi isen.» demişti. Yani! Eğer Allah'tan korkuyorsan diyerek ona Allah'ı hatırlatmıştı. Derece derece (kendisi için) en kolay olanıyla bir kötülüğü menetmek meşru' olan şekildir. Hz. Meryem onu öncelikle Allah ile Korkutmuştur. İbn Cerîr der ki: Bana Ebu Küreyb'-in... Ebu VâiTden rivayetine göre— O, Hz. Meryem'in kıssasını zikre­diyor— şöyle demiştir: Şüphesiz ben Hz. Meryem'in «Rahmân'a sığını­rım senden. Eğer takva sahibi isen.» dediğini işittiğim zaman müt-tâkî olan kişinin akıllı olduğunu anladım. Melek : «Ben, Rabbmm gön­derdiği bir elçiden başka bir şey değilim» demişti. Melek ona bir ce­vap olarak, kendisi hakkında ondan meydana gelen korkuyu gider­mek için şöyle demişti: Ben, sandığın gibi değilim. Fakat ben Rabbi-hin bir elçisiyim. Allah beni sana gönderdi. Denilir ki: Hz. Meryem Rahmân'ı andığında, Cibril Allah korkusundan silkinmiş ve aslî hey'etine dönmüştü. O: «Ben, Rabbının sana tertemiz bir oğul vermek için gönderdiği bir elçiden başka bîr şey değilim.» demişti. (...)

Meryem: "Benim nasıl bir oğlum olabilir ki...» dedi. Hz. Meryem buna şaşıp: Benim nasıl bir oğlum olabilir? Benim kocam yokken, benden bir günâh tasavvur dahi olunamazken hangi sıfatla benden bu çocuk var edilecek? demişti. O: «Bana hiç bir beşer dokunmamıştır. Ve ben kötü kadın da değilim...» demişti. Âyetteki ( Uj ) kelime­si; zina eden kadın anlamındadır. Bunun içindir ki hadîste, zina eden kadının mehri yasaklanmıştır.

«Bu böyledir, zîrâ Rabbın : Bu, bana kolaydır, buyuruyor, dedi.» Onun sorduğuna bir cevab olarak melek kendisine şöyle demişti: Şüp­hesiz Allah Teâlâ buyurdu ki; O, senin bir kocan yokken ve senden bir ahlâksızlık da meydana gelmemişken senden bir çocuk var edecektir. Şüphesiz O, dilediğine güç yetiricidir. Bunun içindir ki: Onu «İnsanlar için bir âyet kılacağız.» buyurmuştur. Yani insanlar için onların ya­ratılışlarını çeşit çeşit yapan yaratıcılarının gücüne bir alâmet olsun diye böyle yapacaktır. O Âdem'i erkek ve kadın olmaksızın, Havva'yı kadın olmaksızın erkekten, îsâ dışında kalan zürriyyetini de bir er­kekle bir dişiden yaratmıştır. îsâ'yı ise erkek olmaksızın bir dişiden var etmiştir. Böylece Allah'ın gücünün kemâline, saltanatının büyüklüğü­ne delâlet eden dörtlü taksim tamamlanmış oluyor. O'ndan .başka ve O'nun dışında Rab yoktur.

«Onu insanlar için katımızdan bir rahmet kılacağız.» Bu çocuğu, Allah'tan bir rahmet olarak Allah'a ibâdete ve O'nu birlemeye çağı­racak peygamberlerden bir peygamber kılacağız. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyurur: «Melekler demişti ki: Ey Meryem Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdeliyor. Adı; Meryem Oğlu îsâ Mesih'tir. Dünyada da, âhîrette de şanı yücedir. Allah'a ya­kın kılınanlardandır.» (Âl-iİmrân, 45). O beşikte iken ve yetişkinliğin­de Raibbı olan Allah'a ibâdete çağıracaktır.

İbn Ebu Hâtim'in, babası kanalıyla... Mücâhid'den rivayetinde o, şöyle demiştir : Hz. Meryem (a.s.) dedi ki: Ben yalnız kaldığım zaman îsâ karnımda iken benimle konuşur; insanlarla beraber olduğum za­man da karnımda tesbîh eder ve tekbîr getirirdi.

«Ve iş olup bitti.» kısmının, Cibril'in Meryem'e olan sözlerinin de­vamından olması muhtemeldir. Cibril Meryem'e haber veriyor ki, bu iş Allah Teâlâ'nın ilminde, takdirinde ve dilemesinde olup bitmiş, tak-dîr buyrulmuştur. Bu kısmının Allah Teâlâ'nın elçisi Muhammed (s.a.) e haberi cümlesinden olması da ihtimâl dahilindedir. Allah Te­âlâ bununla Hz. Meryem'in fercine ruhun üfürülmesini kinaye yollu anlatmış oluyor. Nitekim Allah Teâlâ başka âyetlerde şöyle buyur­maktadır: «Mahrem yerini korumuş olan İmrân kızı Meryem'i de an.

Ona ruhumuzdan üflemiştik.» (Tanrım, 12), «Mahrem yerini koruyana da ruhumuzdan üflemiştik.» (Enbiyâ 1) Muhammed îbn îshâk «Ve iş olup bitti.» âyeti hakkında şöyle diyor: Şüphesiz Allah Teâlâ buna azmetmiştir ye bunda hiç bir şüphe yoktur. İbn Cerîr de tefsirinde Bu açıklamayı tercih etmiş olup zâten ondan başkası da nakletmiş değil­dir. En doğrusunu Allah bilir.[6]

 

22  — Nihayet ona gebe kaldı ve bu sebeple uzak bir yere çekildi.

23  — Doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Keski, dedi; bundan evvel öleydim de unutulup gideydim.

 

Allah Teâlâ Hz. Meryem'den haber veriyor ki, Cibril, Allah Teâlâ'-dan kendisine ulaştırılması gerekenleri ulaştırıp söylediğinde o, Allah'­ın takdirine teslim olmuştu. Selef âlimlerinden birçoğu meleğin —ki Cibril (a.s.) dir— o sırada Hz. Meryem'in gömleğinin cebine üfürdüğü-nü, bu üfürmenın inerek onun fercine girdiğini ve böylece Allah'ın iz­niyle çocuğa hâmile kaldığını anlatırlar. Çocuğa hâmile kaldığı zaman üzüntüden sıkılıp bunalmış, insanlara ne söyleyeceğini bilmez hale gel­mişti. Zlrâ o biliyordu ki insanlar, onlara haber vereceği konuda onu doğrulamayacaklardır. Şu kadar var ki Hz. Meryem, sımm sâdece Hz. Zekeriyyâ'nın hanımı olan kızkardeşine ifşa edip anlatmıştı. Hz. Zeke-riyyâ (a.s.), Allah Teâlâ'dan bir çocuk istemiş ve onun bu isteğine ica­bet olunarak eşi hâmile kalmıştı. Hz. Meryem onun yanına girdiğinde kalkmış, onu kucaklamış ey Meryem, benim hâmile olduğumu hisset­tin mi? diye sormuştu Hz. Meryem ona: Peki sen benim hâmile olduğu­mu bildin mi? demiş ve durumunu ona olduğu şekilde aktarmıştı. On­lar îmân ve tasdik ehli idiler. Daha sonra Hz. Zekeriyyâ'nın eşi, Meryem ile karşı karşıya geldiğinde kendi karnındakinin Meryem'in karnında olana secde ettiğini hissetmişti. Yani karnındaki çocuk Hz. Meryem'in karnmdakini ta'zîmle ona teslîmiyyet gösteriyordu. Selamlaşma sırasın­da secde etmek onların dininde meşru' idi. Nitekim Hz. Yûsuf'un ana babası ve kardeşleri Hz. Yûsuf'a secde etmişlerdi. Aynı şekilde Allah Te­âlâ meleklere Hz. Âdem (a.s.) e secde etmelerini emretmişti. Ratobın bü­yüklüğünü ta'zîmde kemâl derecesinde olsun diye bu bizim dinimizde ha­ramdır, îbn Etou Hatim der ki; Bize Ali İbn Hüseyn'in... Mâlik —Allah ona rahmet eylesin— den rivayetinde o, şöyle demiştir : Bana ulaştığına göre Meryem oğlu îsâ ile Zekeriyyâ oğlu Yahya teyze çocuklarıdır. İkİ-sinin de hamilelikleri birlikte olmuştur. Yine bana ulaştığına göre Yah­ya'nın annesi Hz. Meryem'e : Karnımda olanın senin kamındakine sec­de ettiğini görüyorum, demişti. Mâlik der ki: Öyle sanıyorum ki bu, Hz. îsâ (a.s.) nın üstün kılmmasındandır. Zîrâ Allah Teâlâ'nın emriy­di O, Ölüleri diriltir, anadan doğma körleri ve alatenlileri iyileştirirdi. Müfessirler Hz. îsâ (a.s.) nın ana karnında kalış süresinde ihtilâf et­mişlerdir. Cumhûr'dan rivayet edilen meşhur görüşe göre Hz. Meryem, onu dokuz ay karnında taşımıştır. îkrime, bu sürenin sekte ay oldu­ğunu söyleyip: Bu sebepledir ki sekiz aylık doğan çocuk yaşamaz, di­ye ilâve etmiştir. İbn Cüreyc'in Muğîre İbn Osman İbn Abdullah es-Sekafî'den rivayetine göre o, İbn Abbâs'a Meryem'in hamileliğinin so­rulduğunu işitmiş de İbn Abbâs şöyle demiş : Hâmile kalır kalmaz onu doğurmuştur. Bu garîbdir. Sanki o Allah Teâlâ'nın : «Nihayet ona ge­be kaldı ve ,bu sebeple uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi.)) kavlinin zahirini almıştır. İkinci âyetin ba­şında olan fâ harfi her ne kadar ta'kîb ifâde ediyorsa da her şeyin ta'-kîbi kendi ölçüsündedir. Nitekim Allah Teâlâ bir âyette : «Andolsun ki Biz, insanı çamurdan, süzme bir özden yarattık. Sonra da onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi bir kan pıhtısı ha­line getirdik. Derken o kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık. Bir çiğ­nemlik et parçasını kemik olarak yarattık. Kemiklere de et giydir­dik...» (Mü'minûç, 12-14) buyurur ki bu âyette bulunan fâ harfleri de ta'kîb ifâde etmektedir ve bu ta'kîb elbette kendi ölçusüncedir. Bu-hârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde mevcûd bir hadîste: İki sıfat (nite­lik) 'tan her biri arasında kırk gün vardır, buyurulmaktatiır. Allah Te­âlâ başka bir âyette : «Görmedin mi, Allah gökten su indirdi de böy­lece yeryüzü yemyeşil olmaktadır.» (Hacc, 63) buyurur. Âyetin zahi­rinden anlaşıldığına ve.meşhur görüşe göre —Allah'ın her şeye gücü yeter— Hz. Meryem ona diğer kadınların çocuklarına hâmile olduğu gibi hâmile kalmıştır. Hz. Meryem ile 'birlikte onun akrabalarından Beyt el-Makdİs'e hizmet eden ve adı Yûsuf en-Neccâr olan sâlih bir ki­şi vardı. Hz. Meryem'de hamilelik alâmetleri ortaya çıktığında ve Yû­suf en-Neccâr onunla birlikte mescidde iken karnının ağırlık ve bü­yüklüğünü görmüş ve onun bu halini garipsemişti. Sonra Hz. Mer­yem'in ma'sûmiyyetini, temizliğini, dinini ve İbâdetini bildiği için bu düşüncesini zihninden uzaklaştırdı. Fakat daha sonra tekrar bunun ne olduğunu düşündü de Hz. Meryem'in durumu onun zihnini kurcalama­ya devam etti. Bunu zihninden atmaya da gücü yetmedi. Sonunda Hz. Meryem'e : Ey Meryem, ben sana bir şey soracağım ama bana hemen cevab verme, dedi. Hz. Meryem : O. nedir? diye sordu da Yûsuf: Hiç çekirdeksiz ağaç (çekirdek olmaksızın ağaç) olur mu? Hiç tohum­suz ©kdn olur mu? Babasız olarak çocuk olur mu? dedi. Hz. Meryem, onun işaret etmek istediğini anlayarak şöyle cevabladı: Evet olur. «Çe-kirdeKsiz ağaç olur mu, tohumsuz ekin olur mu?» sözüne gelince : Şüphesiz Allah Teâlâ ağaç ve ekinleri ilk yarattığı zaman onları çe­kirdeksiz ve tohumsuz (çekirdek ve tohum olmaksızın) yaratmıştır. «Babasız herhangi bir yaratık olur mu?» soruna gelince : Şüphesiz Al­lah Tealâ Hz. Âdem'i babasız ve anasız (bir anne ve baba olmaksı­zın) yaratmıştır. Yûsuf onun bu sözünü tasdik edip durumunu ken­disine havale etti.

Hz. Meryem, kavminin kendisini şüphe ve itham altında koyacak­larını hissettiğinde, onlardan uzak bir yere; onları göremeyeceği, on­ların da kendisini göremeyeceği bir yere çekildi. Muhammed İbn İs-hâk der ki: Hz. Meryem Hz. İsa'ya hâmile kalıp testisini doldurup döndüğünde kanı (hayzı) kesildi ve hâmile kadının ıbaşına gelen has­talık, aşerme ve rengin değişmesi gibi haller başına geldi, o kadar ki dili yarıldı. Hz. Zekeriyyâ'nm ailesinin yanına gidip geldiği kadar hiç bir ailenin yanına gidip gelmedi. Ve îsrâiloğulları arasında bir çok kö­tü söz yayıldı da onlar: Onun arkadaşı ancak Yûsuf'tur (Bu işi onun­la yapmıştır). Kilisede ondan başka kimse yoktu. İnsanlardan gizlen­miş ve onlarla arasına bir örtü koymuştu. Kimse onu görmüyor, o da'hiç kimseyi görmüyordu, dediler.

«Doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi.» Doğum sancı­sı onu, insanlardan uzaklaşmış olduğu yerdeki bir hurma ağacının al­tına sığınmaya mecbur bıraktı. Bu yerin neresi olduğunda ihtilâf edil­miştir. Süddî: Namaz kılmakta olduğu Beyt el-Makdis mihrabının do­ğusunda bir yerdi, der. Vehb İbn Münebbih de şöyle demiştir : İnsan­lardan kaçarak gitti. Şam ve Mısır ülkesi arasında bir yere geldiğinde doğum sancısı tuttu. Vehb İbn Münebbih'ten gelen rivayetlerden biri şöyledir : Bu (Hz. Meryem'i doğum sancısının tutması), Beyt el-Mak-disten sekiz mil mesafede ve oradaki Beyt el-Lahm adı verilen bir köy­dedir. Ben de derim ki: Neseî'nin Enes'ten, Beyhâkî'nin Şeddâd İbn Evs (r.a.) ten rivayet etmiş oldukları İsrâ hadîsinde daha önce geçti­ği üzere bu hâdise Beyt el-Lahm'da olmuştur. En doğrusunu Allah bi­lir. İnsanların birbirlerinden telakki edip (alıp) rivayet ettikleri meş­hur görüş budur. Hıristiyanlar oranın Beyt el-Lahm olduğunda şüp­he etmezler. İnsanlar herhalde bunu Hıristiyanlardan almış olmalıdır­lar. Şayet sıhhatli ise bu konu hadîste de vârid olmuştur.

Allah Teâlâ : «Keski, dedi; bundan evvel öleydim de unutulup gi-deydim.» âyetinde yine Hz. Meryem'in durumunu haber verir. Burada fitne sırasında ölümü temenni etmenin caiz olduğuna dâir delil vardır. Şüphesiz Hz. Meryem, doğacak bu çocukla imtihan edileceğini ve bir fitneye dûçâr kalacağını bilmişti. Öyle bir çocuk ki Hz. Mer­yem'in bu durumu insanları doğruluğa götürmeyecek ve onlar ken-diSini bu haberinde doğrulamayacaklardır. Her ne kadar onların katın­da daha önceden âbid ve çokça ibâdet eden bir hanım olarak bilinmiş-se de onların zanlarına göre o, bir fahişe durumuna düşecekti. Bu se­bepledir ki: «Keski bu durumdan önce öleydim de unutulup gideydim.» yaratılmamış ve bir şey olmamış olaydım, demiştir. Bu açıklama tbn Afobâs'mdır. Süddî der ki: Doğum sancısı onu yakaladığında insanlar­dan utanarak : İçinde bulunduğum bu üzüntüden; kocasız olarak bu çocuğu doğurma üzüntümden önce keşke ölüp gideydim, atıldığı za­man bir daha aranmayan ve anılmayan, hayızda kullanılan bez par­çaları gibi unutulup gideydim, demişti. Katâde şöyle diyor : Keski unu­tulup gideydim. Bilinmeyen, anılmayan bir şey olaydım ve benim kim olduğum bilinmeyeydi. Rebî* İbn Enes, «Unutulup gideydim.» âye­tinde düşüğün kasdedildiğini söyler. İbn Zeyd de burayı: Asla hiç bir şey olmamış olaydım, şeklinde anlamıştır. Fitne esnasında olanı hâ­riç ölümü temenni etmenin yasaklandığına delâlet eden hadîsleri biz daha önce «Müslüman olarak canımı al ve beni sâlihlere kat.» (Yû­suf, 101) âyetinin tefsirinde vermiştik.[7]

 

24  — Altından  ona  şu  nida geldi : Üzülme  sakın, Rabbın senin ayağının altında bir ırmak akıttı.

25  — Hurma dalım kendine doğru silkele; üstüne ta­ze hurma dökülsün.

26  — Ye, iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan; ben, Rahmân'a oruç adadım. Onun için bugün hiç bir kimseyle konuşmayacağım, de.

 

Bazıları «Alt tarafında olan bir kimse» anlamında olmak üzere burayı şeklinde okumuştur. Diğerleri ise buradaki kelimesini harfi cer olarak okumuşlardır. Altından ona seslenenin kim olduğu ve burada kimin kasdedüdiğinde müfessirler ih­tilâf etmişlerdir. İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî ve .başkaları bunun Cib­ril olduğunu söyler. Buna göre Hz. îsâ, annesi onu kavmine getirince­ye kadar konulmamıştır. Saîd ton Cübeyr, Dahhâk, Amr îbn Mieymûn, Süddî ve Katâde de bu konuşanın melek, Cibril (a.s.) olduğunu söyle­mişlerdir ki Cibril Hz. Meryem'e vâdînin alt tarafından seslenmiştir. Mücâhid ise burada kasdedilenin Meryem oğlu îsâ olduğunu söyler. Abdürrezzâk'ın Ma'mer'den, onun da Katâde'den rivayetine göre Ha­san : O (Hz. Meryem'e seslenen) oğludur, demiştir. Saîd tbn Cübeyr: Allah Teâlâ'nm: «Onu gösterdi, ona işaret etti.» buyurduğunu işit­mez misin? demiştir, tbn Zeyd ile tefsirinde İbn Cerîr bu görüşü ter-cîh etmişlerdir.

«(Ona seslenerek) üzülme sakın, Rabbın senin ayağının altında bir ırmak akıttı.» Süfyân es-Sevrî ve Şu'be'nin Ebu İshâk'tan, onun da Berâ İbn Âzib'den rivayetine göre; âyetteki ( \j** ) kelimesi, kü­çük ırmak anlamınadır. İbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha, bu kelimenin nehir anlamına olduğunu söyler. Amr İbn Meymûn ise ken­disinden su içilen nehir olduğunu söylemiştir. Mücâhid kelimenin Sür-yânice nehir anlamında olduğunu; Saîd İbn Cübeyr Nabat dilinde kü­çük nehir anlamına geldiğini; Dahhâk da Süryânice küçük nehir de­mek olduğunu söylemiştir. Katâde de : O, Hicaz halkının dilinde kü­çük ırmaktır, demiştir. Vehb İbn Müneibbih de, bu kelimenin küçük ır­mak anlamına geldiğini söyler. Süddî, kelimenin nehir anlamına ol­duğunu söylerken tbn Cerîr de bu görüşü tercîh etmiştir. Bu husus­ta merfû1 bir de hadîs vârid olmuştur ki Taberânî'nin Ebu Şuayb el-Harrânî kanalıyla... İbn Ömer'den rivayetinde o, Allah Rasûlü (s.a.) nü şöyle buyururken işitmiş : Allah Teâlâ'nın Hz. Meryem'e : «Rabbın senin ayağının altında bir ırmak akıttı.» âyetinde zikretmiş olduğu ırmak, Allah Teâlâ'nın Hz. Meryem'in kendisinden içmesi için çıkar­mış olduğu bir nehirdir. Bu şekildeki rivâyetiyle bu hadîs gerçekten garîbdir. Hadîsin isnadında geçen Eyyûb tbn Nehîk hakkında Ebu Ha­tim er-Râzî: Zayıftır, demiştir. Ebu Zür'a onun hadîsinin münker ol­duğunu söyler. Ebu'1-Feth el-Ezdî de onun hadîsinin metruk olduğu­nu belirtir.

Diğerleri ise burada ırmakla Hz. îsâ (a.s.) nın kasdedildiğini söy­lemişlerdir. Hasan, Rebî' İbn Enes ve Muhammed îbn Abbâd İbn Ca'-fer böyle söylemişlerdir. Katâde'den gelen iki rivayetten biri ile Ab-durrahmân İbn Zeyd îbn Eslem'in kavli budur. Ancak birinci görüş daha kuvvetlidir. Bunun içindir ki Allah Teâlâ bundan sonra: «Hurma dalını kendine doğru silkele.» Hurma ağacının dallarını kendine doğru çek, buyurmuştur. îbn Abbâs'm söylediğine göre ağaç kuru imiş. Onun meyveli olduğu da söylenmiştir. Mücâhid, onun iyi cins bir hur­ma olduğunu söylerken; Ebu Dâvûd, Nüfey* el-A'mâ'dan rivayetle Sev-rî; ağacın sayhanî hurma (âdî bir hurma) olduğunu söyler. Açıktır ki o bir ağaçtı. Fakat meyve verme zamanı değildi. Bu açıklama Vehb İbn Münebbih'indir. Bu sebeple Allah Teâlâ Hz. Meryem'e yiyecek ve içe­cek ihsan etmiş, ona nimet bahşetmiş ve : Üstüne taze hurma dökül­sün. Ye iç, göoün aydın olsun, gönlün hoş olsun, buyurmuştur. Bu se­beple Amr İbn Meymûn : Lohusa kadınlar için kuru ve taze hurmadan daha hayırlı hiç bir şey yoktur demiş ve sonra bu âyet-i kerîme'yi oku­muştur. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ali İbn Hüseyn'in... Ali İbn Ebu Tâlib'den rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Halanı­za hurma ikram ediniz. Şüphesiz o (hurma ağacı), Hz. Âdem (a.s.) in yaratılmış olduğu çamurdan yaratılmıştır. Kendisinden başka bir ağa­cı aşılayan başka bir ağaç daha yoktur. Allah Rasûlü (s.a.) şöyle bu­yurmuş : Çocuklu kadınlarınıza taze hurma yedirin. Eğer taze hurma yoksa kurusunu yedirin. Allah katında İmrân kızı Meryem'in altına inmiş olduğu ağaçtan daha şerefli başka hiç bir ağaç yoktur. Ebu Ya'-lâ'nm Şeybân'dan rivayet etmiş olduğu bu hadîs te gerçekten mün-kerdir.f...)

«İnsanlardan birini görecek olursan; ben, Rahmân'a'oruç adadım. Onun için bugün hiç bir kimseyle konuşmayacağım, de.» Hz. Meryem'e bu emirden murâd, «Bugün hiç bir kimse ile konuşmayacağım.» kav­line zıd düşmemesi için onun bunu işaretle belirtmesidir. Yoksa kasde-dilen, onun bu sözleri telaffuz etmesi değildir. Enes İbn Mâlik, «Ben, Rahmân'a oruç adadım.» âyetindeki orucun susmak olduğunu söyle­miştir. İbn Abbâs ve Dahhâk da böyle söylemişlerdir. Enes'ten gelen diğer bir rivayette buradaki oruç, susmaktır. Katâde ve başkaları da böyle söylemiştir. Süddî, Katâde ve Abdurraıhmân İbn Zeyd'in açıkça belirttikleri üzere, onlar oruç tuttukları zaman şeriatlarına göre onla­ra yemek ve konuşmak haram olurdu. Ebu îshâk'm Hârise'den riva­yetinde o, şöyle anlatmış : İbn Mes'ûd'un yanındaydım. İki kişi gelip birisi selâm verdi, diğeri selâm vermedi. İbn Mes'ûd selâm vermeyene : Senin durumun nedir? diye sordu. Arkadaşları: Bugün insanlarla ko­nuşmamaya yemîn etti, dediler. Abdullah İbn Mes'ûd: İnsanlarla ko­nuş ve onlara selâm ver. Bunu yapan (sâdece kocasız olarak hâmile kaldığını kimsenin doğrulamayacağını bilen bir kadındır, dedi ve bu­nunla Hz. Meryem (a.s.) i kasdetti. Hz. Meryem bunu sâdece kendisi­ne sorulduğu zaman kendisi için bir Özür olsun diye yapmıştır. îbn Mes'ûd'un bu sözünü İbn Ebu Hatim ve îbn Cerîr rivayet ederler. Abdurrahmân İbn Zeyd şöyle diyor: Hz. îsâ Meryem'e : Üzülme, dediğin­de o : Sen benimle ta-alberken ben kocasız ve bir kimsenin cariyesi de­ğilken nasıl "üzülmeyeyim. İnsanlar katında benim ma'zeretim ne ola­cak ki? Keski, bundan önce öleydim de unutulup gideydim, dedi. Hz. îsâ ona : Konuşmak için ben sana yeterim. «İnsanlardan birini görecek olursan: Ben, Rahmân'a oruç adadım. Onun için bugün hiç -bir kim­seyle konuşmayacağım, de.» dedi. Abdurrahmân İbn Zeyd şöyle de­vam eder : Bütün bunlar, Hz. İsa'nın annesine söylediği sözlerdendir. Vehb de böyle söylemiştir.[8]

 

27  — Derken çocuğu alıp kavmine getirdi. Ey Mer­yem, andolsun ki utanılacak bir şey yaptın, dediler.

28  — Ey Harun'un kızkardeşi; baban kötü birisi de­ğildi, annen de iffetsiz değildi, dediler.

29  — Bunun üzerine o, çocuğu gösterdi: Biz beşikte­ki çocukla nasıl konuşabiliriz? dediler.

30  — Çocuk dedi ki: Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. Bana kitabı verdi ve beni peygamber yaptı.

31  — Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı ve yaşadığım müddetçe namaz kılmamı ve zekât vermemi emretti.

32  — Bir de anneme iyi davranmamı. Ve beni bed­baht bir zorba kılmadı.

33  — Selâm olsun bana; doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım günde, dedi.

 

Allah Teâlâ bu âyetlerde yine Hz. Meryem'den haber veriyor. Ken­disine o gününü oruçlu geçirmesi, insanlardan hiç kimseyle konuşma­ması emrolunmuştu. Onun yerine hüccet konulacak ve, elbette onun işi üstlenilecekti. İşte o zaman Hz. Meryem, Allah Teâlâ'nm emrine, İcaza ve kaderine teslîm olarak çocuğunu almış ve kavmine getirmiş­ti. Onlar Hz. Meryem'i bu halde gördüklerinde onun durumu gözlerin­de büyümüş ve gerçekten garip görerek : «Ey Meryem, andolsun ki utanılacak bir şey yaptın.» demişlerdi. Mücâhid ve Katâde, âyetteki ( . by ti ) ifâdesini; «büyük bir iş» olarak açıklamışlardır. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Nevf el-Bekâlî'den rivayetine göre; o, şöyle anlatmıştır : Kavmi Hz. Meryem'i aramak 'üzere çıktılar. O, pey­gamberlik ve şeref âilesindendi. Ondan hiç bir şey hissetmemişlerdi. Onlar bir inek çobanı görerek : Nitelikleri şöyle şöyle olan bir genç kız gördün mü? diye sordular. Çoban : Hayır, fakat geceleyin ineklerimde şimdiye kadar hiç görmediğim bir şey gördüm, diye cevabladı. Onlar: Ne gördün? diye sordular da çoban şöyle cevabladı: Onların şu vâdî-ye doğru secde ettiklerini gördüm. Abdullah İbn Ziyâd der ki : Sey-yâr'dan ezberlediğime göre o, şöyle demişti: Parlayan bir nûr gördüm. Çobanın kendilerine söylediği tarafa yöneldiler, Meryem onları karşı­ladı. Onları gördüğü zaman oturdu ve oğlunu kucağına aldı. Gelip karşısında dikildiler ve : «Ey Meryem, andolsun ki utanılacak bir şey yaptın, dediler.» Ey Harun'un kızkardeşi, ibâdetlerinde ey Harun'a benzeyen, Baban kötü birisi değildi. Annen de iffetsiz değildi. Sen ter­temiz, doğruluk ibâdet ve zühd ile bilinen bir ailedensin. Bu senden nasıl sâdır oldu? dediler. Ali İbn Ebu Talha ve Süddî şöyle diyor : Ona : «Ey Harun'un kızkardeşi.» denildi. Burada Harun'dan Hz. Musa'nın kardeşi kasdedilmektedir. Zîrâ Hz. Meryem onun neslindendi. Nitekim Temîm kabilesinden olana: Ey Temîm'in kardeşi; Mudar kabilesinden olan birine de: Ey Mudar'ın kardeşi, denilmektedir. Şöyle de denil­miştir : İçlerinde adı Hârûn olan sâlih bir kişiye nisbet edildi, fbâdet-te ve zühdde insanlar ona kıyaslanırdı. İbn Cerîr'in bazılarından nakr lettiğine göre onlar, Hz. Meryem'i içlerindeki günahkâr bir adama ben­zetmişlerdir. O adama da Hârûn denilirdi. İbn Ebu Hatim de bu açık­lamayı Saîd tbn Cübeyr'den nakletmektedir. Bütün bunlardan daha da ıgarîb olanı İbn Ebu Hâtim'in şu rivayetidir: Bize Ali İbn Hüseyn el-Hasencâhî'nin... el-Kurazî'den «Ey Harun'un kız kardeşi...» âyeti hakkında naklettiğine göre; o, şöyje demiştir: O (Hz. Meryem), Hâ-rûn'un ana^baba bir kız kardeşidir. Hz. Musa'nın izini ta'kîb ederek pnları hissetmeksizin onu. (Hz. Musa'yı) uzaktan izleyip gözetleyen Harun'un kardeşi Musa'nın kız kardeşidir. Bu, mahzâ hatadır. Zîrâ Allah Teâlâ kitabında Hz. îsâ'yı peygamberlerden sonra gönderdiğini zikretmektedir. O halde bu, Hz. İsa'nın peygamber olarak gönderil­mekle peygamberlerin sonuncusu olduğuna delâlet eder. Ondan son­ra sâdece Muhammed (s.a.) vardır. Bu sebeple Buhârî'nin Sahîh'inde Ebu Hüreyre (r.a.) den onun da Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetinde o, şöyle buyurmuştur: Ben, insanlardan Meryem Oğlu îsâ'ya en lâyık olanıyım. Şu kadar var ki benimle onun arasında başka bir peygam­ber yoktur. Şayet durum Muhammed İbn Kâ'b el-Kurazî'nin zannet­tiği gibi olsaydı, Hz. Muhammed dışında diğer bütün peygamberler­den geriye kalmış olmaz böylece Hz. Süleyman ve Dâvûd'dan da önce olurdu. Şüphesiz Allah Teâlâ, Hz. Davud'un Hz. Mûsâ (a.s.) dan son­ra olduğunu: «Musa'dan sonra İsrâilöğullarından bir cemaata bakma­dın mı? Hani, onlar peygamberlerine; bize bir hükümdar gönder ki, Allah yolunda savaşalım, dediler...» (Bakara, 246) âyetinde belirtmiş­tir. Allah Teâlâ âyette kıssayı: «Dâvûd da Câlût'u öldürdü.» (Baka­ra, 251) âyetine gelinceye kadar anlatmıştır. Kurazî'yi bu sözü söyle­meye iten sebep; Tevrat'ta Hz. Mûsâ ve İsrâiloğullarının denizden çık­ması, Firavun ve kavminin denizde boğulmasından sonra yer alan hâ­diselerle ilgili Tevrat'taki şu cümlelerdir: «Mûsâ ve Hârûn peygam­berlerin kız kardeşi îmrân kızı Meryem def çalıyor onunla birlikte olan kadınlar da Allah'ı tesbîh edip îsrâiloğullanna verdiği nimetlerden dolayı O'na şükrediyordu.» Kurazî, bu Meryem'in Hz. îsâ'nın annesi olduğuna inanmıştır. Bu; korkunç bir hatâ ve bir gaflettir. Ak­sine o kadın da, Hz. Meryem'in ismini taşımaktadır. Onlar peygam­berlerinin ve sâlihlerinin isimlerini çocuklarına isim olarak verirlerdi. Nitekim İmâm Ahmed'in Abdullah İbn İdrîs kanalıyla... Muğîre İbn Şu'be'den rivayetinde o, şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.) beni Nec-rân'a gönderdi. Sizin «Ey Harun'un kız kardeşi...» diye okumakta ol­duğunuz şey hakkında görüşün nedir? Mûsâ, İsa'dan şu şu kadar ön­ce değil midir? dediler. Döndüm ve bunu Allah Rasûlü (s.a.) ne anlat­tım da şöyle buyurdu : Onlann kendilerinden önceki peygamberler ve sâlihlerin isimlerini (çocuklarına) isim olarak vermekte, olduklarını onlara haber vermedin mi? "Hadîsi Müslim, Tirmizî ve Neseî; Abdullah İbn îdrfe.kanalıyla... Semmâk'dan rivayetle tahrîc etmişlerdir. Tirmi­zî : Hasendir, sahihtir, garîbdir. Sâdece İbn İdrîs'in hadîsinden bilmek­teyiz, der.

İbn Cerîr der ki: Bana Ya'kûb'un... Muhammed İbn Sîrîn'den ri­vayetinde o, şöyle demiştir: Bana haber verildiğine göre Kâ'b : Şüphe­siz Allah Teâlâ'nm «Ey Harun'un kız kardeşi.» âyetinde zikredilen Hâ­rûn, Hz. Musa'nın kardeşi Hârûn değildir, demişti. Hz. Âişe ona: Ya­lan söyledin, dedi. Kâ'b : Ey mü'minlerin annesi, şayet bunu en iyi bi­len ve en doğruyu haber veren Allah Rasûlü (s.a.) söylememiş olsaydi (ben de söylemezdim). Şu kadar var ki ben, ikisi arasında altı yüz sene olduğunu görüyorum, dedi. Hz. Âişe bunun üzerine sustu. Ancak verilen bu tarih şüphelidir. Yine İbn Cerir'in Bişr kanalıyla... Katâ-de'den «Ey Harun'un kız kardeşi; baban kötü birisi değildi, annen de iffetsiz değildi.» âyeti hakkındaki rivayetinde o, şöyle demiştir: Şüp­hesiz o (Hz. Meryem), doğrulukla tanınan bir evden (aileden) idi. O aile hakkında herhangi bir fesâü olduğunu bilmiyorlardı. İnsanlardan onları salâh ile bilenler ve salâh haberini yayıp çoğaltanlar ile onları fesâd ile, bozuklukla tanıyıp bu sözleri çoğaltanlar vardı. Hârûn, aşi­reti içinde sevilen ve ıslâh edici birisiydi. Bu Hârûn, Hz. Musa'nın kar­deşi olan Hârûn değildir. Aksine ondan başka bir Harun'dur. Bize an­latıldığına göre, öldüğü gün cenazesinde İsrâiloğullarından kırk bin kişi varmış ve hepsi de Hârûn adım takıyormuş.

«Bunun üzerine o, çocuğu gösterdi: Biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz? dediler.» Onlar Hz. Meryem'in durumundan şüphelenip onun delilini garip gördüklerinde, ona zina isnadında bulunup 'böyle­ce iftiralarını kustular. Hz. Meryem o gününde oruçlu ve suskun idi. Dolayısıyla sözü oğlu îsâ'ya havale edip onlara kendisine hitâb et­melerini ve onunla konuşmalarını işaret etti. Hz. Meryem'in kendile­rine oyun edip onlarla alay ettiğini sanarak kızgın ve yarı alayla: «Biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz?» dediler. Meymûn İbn Mihrân der ki : Bunun üzerine Meryem, çocuğu gösterdi ve : Onunla konuşun, dedi. Onlar: Yaptığın bu büyük işin üstüne üstelik bir de beşikteki bir çocukla konuşmayı mı emrediyorsun bize? Süddî der ki: Meryem ço­cuğa işaret ettiği zaman kızdılar ve : «Şu çocukla konuşmamızı bize emrettiğindeki bizimle alay etmen, yapmış olduğun zinadan bize da­ha ağır geldi.»

«Biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz?» dediler. Beşiğinde kü­çücük bir sabî iken o nasıl konuşabilir? Çocuk dedi ki: «Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum.» Hz. îsâ'nın konuşmuş olduğu ilk söz Rabbinı ten-zîh etmek, Allah'ı çocuktan münezzeh kılmak ve kendisi için Rabbma kulluğu isbât etmek olmuş, annesine nisbet edilen fuhşu ondan kaldı­rıp uzaklaştırmak üzere : «Bana Kitâb'ı ver*di ve beni peygamber yap­tı.» demiştir. Nevf el-Bekâlî der ki: Onlar (İsrâiloğulları), Hz. îsâ'nın annesine söyledikleri sözü konuştuklarında; îsâ annesinin memesini ağzından çıkarıp sağ yanına yaslanmış ve : «Şüphesiz ben Allah'ın ku­luyum. Bana Kitabı verdi ve beni peygamber yaptı... Selâm olsun ba­na; doğduğum günde...» demiş. Hammâd İbn Seleme'nin Sabit el-Bü-nânî'den rivayetine göre Hz. İsâ : «Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. Ba­na Kitabı verdi ve beni peygamber yaptı...» diyerek işaret parmağını omuzunun üstüne kaldırmış. İkrime, «Bana Kitabı verdi.» âyetini göyIe açıklıyor : Takdir ettikleri içinde O, 'bana kitâb vermeye hükmetmiş­tir. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Enes İbn Mâlik (r.a.) den rivayetinde o, şöyle demiştir: Meryem Oğlu îsâ, annesinin kamında iken İncil'i okumuş ve sağlamca öğrenmişti. İşte Allah Teâla'nın : «Şüp­hesiz ben Allah'ın kuluyum. Bana Kitabı verdi ve beni peygamber yap­tı.» kavli budur. Hadîsin isnadında bulunan Yahya İbn Saîd el-Attâr el-Hımsî'nin hadîsi metruktür.

«Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı.» âyeti hakkında Mü-câhid, Amr îbn Kays ve Sevrî: Beni hayrı öğretici kıldı, demiştir. Mü-câhid'den gelen rivayetlerden birisinde ise buradaki mübarek kılma; onu çok faydalı, fayda verici kılmaktır. İbn Cerîr'in Süleyman İbn Ab-dülcebbâr kanalıyla... Manzum oğulları kölesi Vüheyb İbn el-Verd'den rivayetinde o, şöyle anlatmış : Bir âlim ilim bakımından kendisinden daha üstün diğer bir âlime rastlamış da ona: Allah sana rahmet ey­lesin, benim amelimden ilân olunan nedir, hangisidir? diye sormuş. O : İyilikle emretme ve kötülükten men'etmedir. Şüphesiz bu Allah'ın di­nidir ki, peygamberlerini kullarına bu din ile göndermiştir. Fakîhler AllaJh Teâla'nın : «Nerede olursam olayım beni mübarek kıldı.» âyeti­ni tefsir etmek istediler de «Onun bereketi, mübarek olması nedir?» denildi. Nerede olursa olsun iyilikle emretme ve kötülükten men'etme­dir, diye cevab verdi, demiş.

«Ve yaşadığım müddetçe namaz kılmamı ve zekât vermemi emret­ti.» âyeti, Allah Teâla'nın Hz. Muhammed (s.a.) e şu sözü gibidir : «Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbına ibâdet et.» (Hıcr, 99). Abdurrah-mân îbn Kâsım'ın Mâlik İbn Enes'ten «Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı ve zekât vermemi emretti.» âyeti hakkında rivayetinde o, şöy­le demiştir : Allah Teâla'nın kader ehli için tesbît etmiş olduğu amel­ler cümlesinden olarak Hz. îsâ ölünceye kadar ondan vuku bulacak­ları ona haber vermiştir.

«Bir de anneme iyi davranmamı.» Anneme iyi davranmamı emret­ti. Hz. îsâ burada Allah'a (Rabbına) itâattan sonra annesine iyi dav­ranmayla ilgili emri zikretmiştir. Zîrâ Allah Teâlâ çoğu kere kendisi­ne ibâdet ile ana babaya itaat emrini birlikte getirmektedir. Nitekim şu âyetlerde durum böyledir; «Rabbın, buyurmuştur ki: Kendisinden başkasına ibâdet etmeyesiniz, ana ve babaya iyi davranasınız.» (İsrâ, 23), «Bana ve ana babana şükret. Dönüş ancak Bana'dır.» (Lokman, 14).

«Ve beni bedbaht bir zorba kılmadı.» Beni bir zorba, Allah'a ibâ­det ve İtâattan, anama iyilikten büyüklenerek yüz çeviren birisi kıl­madı ki bu sebeple bedbaht olayım. Süfyân es-Sevrî âyette zikredilen «bedbaht bir zorba» nın devamlı olarak öfkeli olan, çok öfkelenen kimse olduğunu söyler. Seleften birisi: Her kimi ana .babasına isyan eder görecek olursan, onun mutlaka bedbaht bir zorba olduğunu görürsün, demiş, sonra «Bir de anneme iyi davranmamı öğütledi. Ve beni bed­baht bir zorba kılmadı.» âyetini okumuştur. Aynı âlim: Her" kimi me­lekeleri, kâbiliyyetleri kötü olarak görüyorsan mutlaka onun çok övü­nen ve mütekebbir birisi olduğunu görürsün, demiş ve peşinden : «Eli­nizin altında bulunanlara iyilik edin. Allah, kendini beğenip böbürle­nenleri elbette sevmez.» (Nisa, 36) âyetini okumuştur. Katâde der ki: Bize anlatıldığına göre bir kadın, Meryem oğlu (îsâ) nun Allah'ın ken­dilerine güç yetirici kıldığı ve göstermesine izin verdiği mucizeler için­de ölüleri dirilttiğini, anadan doğma kör ve alatenlileri iyileştirdiğini görünce : Seni taşıyan karına, seni emziren memeye müjdeler olsun, demiş. Allah'ın peygamberi îsâ (a.s.) ona cevab olarak : Allah'ın ke­lâmını okuyup ta içindekilere uyan, bedbaht bir zorba olmayan kim­seye de müjdeler olsun, demiş.

Hz. îsâ'nm: «Selâm olsun bana; doğduğum günde, öleceğim gün­de ve diri olarak kaldırılacağım günde.» sözü, kendisinin Allah Teâlâ'-nın bir kulu olduğunu, Allah'ın diğer yaratıkları gibi yaşayan, ölen son­ra da diriltilen bir yaratığı olduğunu isbât sadedindedir. Ancak kulla­rın çoğu kere bedbaht oldukları bu durumlarda selâmet ve kurtuluş O'nundur.[9]

 

34  — İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem Oğ­lu îsâ, hak söze göre budur.

35  — Oğul edinmek Allah'a asla yakışmaz. O, mü­nezzehtir. Bir işin olmasını istedi mi, ona sâdece; ol, der, o da oluverir.

36  — Şüphesiz ki Allah benim de Rabbım, sizin de Rabbınızdır. O'na ibâdet edin. tşte dosdoğru yol budur.

37  — Fırkalar   kendi   aralarında   ihtilâfa   düştüler. Vay o büyük günü görecek kâfirlerin haline.

 

Allah Teâlâ, elçisi Muhammed. (s.a.) e hitaben şöyle buyurur: Sa­na Hz. îsâ'nın haberinden anlatmış olduğumuz bu şeyler, «Hak söze göre budur» ki onlar, bunun hakkında şüpheye düşmüşlerdir. Hz. îsâ'-ya inanan ve onu inkâr edenlerden gerek gerçeği söyleyen ve gerekse bâtılda olanlar ayrılık içindedirler.(...)

Allah Teâlâ Hz. îsâ'yı kulu ve peygamberi olarak yarattığını zik­rettikten sonra kutsal zâtını tenzih ederek şöyle buyurur: Oğul edin­mek Allah'a asla yaraşmaz. Şu bilgisiz, zâlim ve haddi aşanların söy­lemiş olduklarından (söylemekte olduklarından) O münezzehtir, yü­cedir. «Bir işin olmasını istedi mi, ona sâdece; ol, der, o da oluverir.» O; bir şeyin (olmasını) murâd ettiğinde, ona sâdece (olmasını) emre­der de o şey dilediği şekilde oluverir. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurmaktadır : ((Gerçekten Allah katında îsâ'nın duru­mu Âdem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona : Ol, dedi, o da oluverdi. Hak Rabbmdandır. Öyleyse şüphecilerden ol­ma.» (Âl-i tmrân, 59-60).

((Şüphesiz ki Allah benim de Rabbım, sizin de Rabbınızdır. O'na ibâdet edin. îşte doğru yol budur.» Hz. îsâ'nın beşiğinde iken kavmine emrettiklerinden birisi de, Allah'ın onların da kendinin de Rabbı ol­duğunu bildirmesi ve O'na ibâdeti kendilerine emretmesidir. O: «O'na ibâdet edin. İşte dosdoğru yol budur.» Size Allah'tan getirmiş olduğum bu şey dosdoğru, sağlam bir yoldur. O'na uyan olgunluğa ve hidâyete erişir. O'na muhalefet eden de sapıtıp azmıştır, demiştir.

«Fırkalar kendi aralarında ihtilâfa düştüler.» Hz. îsâ'nın durumu­nun beyânından ve halinin açıklığa kavuşmasından sonra dahi kitab ehlinin Hz. îsâ hakkındaki sözleri muhtelif olmuştur. Halbuki Hz. îsâ Allah'ın kulu, elçisi, Meryem'e bırakmış olduğu kelimesi ve zâtından bir ruhtur. Yahudilerin cumhurundan ibaret olan —Allah'ın la'neti onların üzerine olsun— bir grup onun veled-i zina olduğunda karâr kıldılar ve : Onun bu sözü bir sihirdir, dediler. Diğer bir grup: O, Al­lah'ın kelimesinden ibarettir, dediler. Diğer bazıları: O, Allah'ın oğlu­dur, derken bir başkaları: O, üçün üçüncüsüdür, demişlerdir. Diğer­leri ise : Bilakis o, Allah'ın kulu ve elçisidir, demişlerdi 3ci bu; Allah Teâlâ'nın inananları iletmiş olduğu gerçek sözdür. Bu açıklama Amr îbn Meymûn, İbn Cüreyc ve Katâde ile selef âlimlerinden bir çoğun­dan rivayet edilmiştir. Abdürrezzâk'ın Ma'mer'den, onun da Katâde'-den rivayetinde o, «İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem Oğlu îsâ, hak söze göre budur.» âyeti hakkında şöyle demiş : îsrâiloğullan bir araya toplandılar ve içlerinden dört kişi çıkardılar. Her kavim bil­ginini çıkardı da, onlar Hz. îsâ göğe yükseltildiğinde onun durumunu münâkaşa ve münazara ettiler. Onlardan 'birisi: O, Allah'tır. Yeryüzüne inmiş, dirilttiklerini diriltmiş, öldürdükleri öldürmüş sonra da göğe yükselmiştir, dedi. Bunlar Ya'kûbîlerdir. Diğer üçü : Yalan söy­ledin, yanıldın, dediler. Sonra enlardan ikisi üçüncülerine: Onun hak­kında sen konuş, dediler. O : O, Allah'ın oğludur, dedi. Bunlar da Nas-tûrîlerdir. Kalan ikisi bu sözü söyleyene : Yalan söyledin, dedikten son­ra kalan ikiden birisi diğerine : Onun hakkında sen (fikrini) söyle, de­di. O : O, üçün üçüncüsüdür. Allah ilâhtır, o ilâhtır, annesi ilâhtır, de­di. Bunlar Hıristiyanların kralları olan îsrâilîlerdir. Allah'ın la'natleri onların üzerine olsun. Dördüncüleri: Yalan söyledin, aksine o, Allah'ın kulu, elçisi, ruhu ve kelimesidir, dedi. İşte bunlar da müsl umanlardır. Söylemiş oldukları bu sözlerde onlardan her birerinin kendilerine tâbi olanları vardır. Aralarında savaşmışlar ve müsl umanlarına galip gel­mişlerdir. İşte Allah Teâlâ'nın : «İnsanlardan adaleti emredenleri öl­dürenlere; işte onlara elem verici bir azabı müjdele.» (Âl-i İmrân, 21) kavli budur. Katâde der ki: Bunlar Allah Teâlâ'nın : «Fırkalar kendi aralarında ihtilâfa düştüler.)) buyurduklarıdır. Hz. îsâ hakkında ayrı­lığa düşmüşler ve fırkalara ayrılmışlardır. Bu açıklamaya yakın bir açıklama İbn Ebu Hatim tarafından İbn Abbâs, Urve İbn Zübeyr ve diğer bazı ilim ehlinden rivayet olunmuştur. Gerek kitab ehli ve ge­rekse başkalarının tarih bilginlerinden bir çoğunun anlattığına göre Kostantin onları aralarında meşhur olan üç toplantıdan biri olan bü­yük bir konsilde toplamıştı. Onlardan toplanan piskoposların sayısı iki bin yüz yetmişe varıyordu. Meryem Oğlu îsâ- hakkında büyük bir ay­rılığa düştüler. Onlardan büyük çoğunluğu bir söz, yüzü başka bir söz, yetmişi diğer bir söz, ellisi başka bir görüş, yüz altmışı ayrı bir görüş ileri sürdü. Onlardan bir 'görüşte birleşenlerin sayıca en fazla olanı üç yüz seksen kişiydi. Bunlar bir söz üzerine ittifak edip bunda karâr kıldılar. Kral da onların ıgörüşüne meyletti. Zâten kral filozof bir adamdı. Onları öne geçirdi, onlara yardım etti ve onların dışındakile-ri kovdu. Böylece onun için (Kostantin için) Emânet-i Kebîre te'sîs ettiler. Aslında bu, eri büyük ihanetten başka bir şey değildi. Bu görüş için kanun kitapları koydular, onun için birçok şeyi meşru' kıldılar, birçok bld'at uydurdular, Mesih'in dinini tahrif edip değiştirdiler. O zaman da Kostantin bunlar için ülkesinin bütününde, Şam ülkesinde, Cezîra ve Rum ülkelerinde 'büyük kiliseler bina ettirdi. Onun zama­nında kiliselerin sayısı yaklaşık on iki bin kadardı. Kostantin'in an­nesi Heylâne [10] de yahûdî ve Hıristiyanların Mesîh olduğunu sandık­lan haça gerilenin haça gerildiği yerde bir manastır inşâ ettirdi. On­lar, Mesih'in haça gerilmesi konusunda şüphesiz yalan söylemişlerdir. Şüphesiz Allah Teâlâ onu göğe yükseltmiştir.

Allah Teâlâ'nm: «Vay o büyük günü görecek kâfirlerin haline.» kavli Allah'a karşı yalan söyleyen, iftira eden ve O'nun çocuğu oldu­ğunu sananlara karşı şiddetli bir tehdîddir. Fakat Allah Teâlâ onlara kıyamet gününe kadar mühlet vermiş, onlara güç yetireceğine güveni ve bir de hilmi ile onlara bir süre koymuştur. O, kendisine isyan eden­lere karşı azabını hemen vermez. Tam tersine Buhârî ve Müslim'in Sa-hîh'lerinde de belirtildiği üzere: Allah Teâlâ zâlime mühlet verir de, sonunda öyle bir yakalar ki asla kurtulamaz. Sonra Allah Rasûlü (s.a.): «îşte "böyledir. Rabbınm yakalayışı, kasabaların zâlim halkını yakala­dığı zaman. Çünkü O'nun yakalaması hem şiddetli, .hem de acıklıdır.» (Hûd, 102) âyetini okumuşlardır. Yine Buhârî ve Müslim'in Sahîh'le-rinde Allah Rasûlü (s.a.) nden rivayet edilen bir hadîste o, şöyle bu­yurmuştur : İşitmiş olduğu bir eziyete Allah'tan daha fazla sabreden hiç kimse yoktur. O, (kullarına) nzık ve afiyet verip dururken onlar Allah'a oğul isnâd etmektedirler. Allah Teâlâ başka âyet-i kerîme'ler-de : «Nice kasabalar var ki zâlim oldukları halde onlara mühlet ver­miştim. Sonunda onları yakalayıverdim. Dönüş yalnız Bana'dır.» (Hacc, 48), «Zâlimlerin yaptıklarından Allah'ı habersiz sanma. Onları sâde­ce gözlerin dehşetle belireceği bir güne kadar te'hir etmektedir.» (İb-râhîm, 42) buyururken burada da : ((Vay o büyük günü görecek kâ­firlerin haline.» buyurmuştur. Burada kasdedilen o büyük gün, kıya­met günüdür. Sıhhatinde ittifak olunmuş sahih bir hadîste Ubâde İbn Sâmit (r.a.) den rivayet olunduğuna göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Kim tek ve ortağı olmayan Allah'tan başka ilâh olma­dığına, Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna, İsa'nın kulu, el­çisi ve Meryem'e ükâ etmiş olduğu kelimesi, O'ndan bir rûh olduğu­na, cennetin ve cehennemin hâk olduğuna şehâdet ederse; Allah Te­âlâ islemiş olduğu amelleriyle onu cennete koyar.[11]

 

38 — Bize geldikleri gün; neler görüp işitecekler. Ne var ki zâlimler bugün apaçık bir sapıklık içindedirler.

39  — Sen, onları hasret günü ile korkut. O gün, onlar gaflet içinde inanmamakta iken, iş bitirilmiş olur.

40  — Şüphe yok ki bütün yeryüzüne ve üzerinde bu­lunanlara Biz vâris olacağız. Ve onlar, Bize döndürülecek­lerdir.

 

Allah Teâİâ kâfirlerin kıyamet günü en iyi işiten ve en iyi gören kimseler olacaklarını haber verir. Nitekim başka 'bir âyet-i kerîme'de: «Suçluları Rablarının huzurunda başlan Öne eğilmiş olarak : Rafabı-mız, gördük ve dinledik. Artık bizi dünyaya geri çevir de sâlih amel işleyelim. Gerçekten biz kesin olarak inandık, derlerken bir görsen.» (Secde, 12) buyurur ki; onlar, bu sözleri kendilerine hiç bir fayda ver­meyecek zamanda söyleyeceklerdir. Şayet bu, azabı görmeden önce ol­muş olaydı; onlara fayda verici ve onları Allah'ın azabından kurtarıcı olurdu. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır : «Bize gel­dikleri kıyamet gününde neler görüp neler işitecekler. Ne var ki zâ­limler bugün (dünyada) apaçık bir sapıklık içindedirler.» İşitmiyorlar, görmüyorlar ve akılları ermiyor. Halbuki onlardan hidâyete ermeleri istenmektedir de, onlar hidâyete erişememektedirler. Halbuki kendi­lerine hiç bir fayda vermeyecek bir yerde itaat ediciler oluyorlar.

Sen, bütün yaratıkları hasret günü ile korkut, uyar. O gün onlar kendilerinin uyarıldıklarından gaflet içinde inanmamakta, doğrula-mamakta direnirlerken iş bitirilmiş olur ve cennet halkı ile cehennem halkının araları ayrılıp onlardan her bireri ebedî olarak kalacakları yere girerler. İmâm Ahmed der ki: Bize Muhammed İbn Ubeyd'in... Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş­tur : Cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme girdiklerinde; ölüm boz renkli bir koç şeklinde getirilir, cennetle cehennem arasında durdurulur. Ey cennet .-ehli, bunu tanıyor musunuz? denilir. Onlar, baş­larını kaldırıp uzatarak bakarlar ve : Evet, bu ölümdür, derler. Ey ce­hennem halkı, bunu tanıyor musunuz? denilir de, onlar başlarını kal­dırıp boyunlarını uzatarak bakarlar ve : Evet, bu ölümdür, derler. Em-rolunur da o boz renkli koç boğazlanır. Ey cennet ehli, ebediyyet var, ölüm yok. Ey cehennem halkı ebediyyet var, ölüm yok, denilir. Sonra Allah Rasûlü (s.a.) : «Sen, onları hasret günü ile korkut. O gün, onlar gaflet içinde inanmamakta iken, iş bitirilmiş olur.» âyetini okuyup: Dünya ehli, dünya gafleti içindelerken, buyurmuştur. İmâm Ahmed de hadîsi bu şekliyle rivayet etmiştir. Hadîsi Buhârî ve Müslim Sahîh*-lerinde A'meş'den rivayetle tahrîc ederler. Buhârî ve Müslim'in lâfız­ları da buna yakındır. Bu hadîsi yukardakine benzer   şekilde   Hasan İbn Arafe de... Ebu Hüreyre'den merfû' olarak rivayet etmiştir. Hadîs, İbn Mâce'nin ve başkalarının Sünen'lerinde Muhammed İbn Amr ka­nalıyla... Ebu Hüreyre'den rivayetle yukardakine benzer şekilde mev-cûddur. Ayrıca Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde İbn Ömer'den riva­yetle bulunmaktadır. İbn Güreye de hadîsi İbn Abbâs'tan rivayetle yu­kardakine benzer şekilde zikretmiştir. Yine İbn Cüreyc babasından ri­vayet eder ki Ubeyd İbn Umeyr (anlattığı) kıssalar içinde şöyle der­miş : Ölüm sanki bir hayvan gibi (hayvana benzer bir şekilde) getiri­lir ve insanlar bakarken boğazlanır. Süfyân Sevrî'nin Seleme İbn Ku-heyl kanalıyla... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre; o, anlatmış olduğu bir kıssada şöyle demiş : Hiç bir nefis yoktur ki cennette ve ce­hennemde (kendisi için bina olunmuş) bir eve bakıyor olmasın. İşte hasret günü budur. Cehennem ehli îmân etmiş olsalardı, Allah Teâlâ'-nın kendileri için bina etmiş olduğu evi görürlerdi. Onlara : Şayet îmân etmiş ve sâlih amel işlemiş olsaydınız, cennette görmekte oldu­ğunuz şu ev sizin olacaktı, denilir. İşte onları o zaman bir hasret kap­lar. Cennet ehli de cehennemde (kendileri için inşâ olunmuş) evi gö­rür. Ona: Şayet Allah size nimet bahşetmiş olmasaydı... denilir. Süd-dî'nin Ziyâd kanalıyla... İbn Mes'ûd'dan «Sen, onları hasret günü ile korkut. O gün... iş bitirilmiş olur.» âyeti hakkında rivayetine göre o, şöyle demiş : Cennetlikler cennete, cehennemlikler cehenneme girdik­leri zaman, ölüm boz renkli bir koç şeklinde getirilir ve cennetle ce­hennem arasında durdurulur. Sonra bir münâdî: Ey cennet ehli, dün­yada iken insanları öldürmekte olan ölüm işte budur, diye nida eder. İUiyyün cennetleri ehlinden ve cennetin en alt derecesinden hiç kim­se kalmayıp ona bakarlar. Sonra aynı münâdî: Ey cehennemlikler, dünyada iken insanları öldürmekte olan ölüm işte budur, diye nida eder. Diz boyuna kadar azâbda olan ve cehennemin en alt derecesinde olanlardan hiç kimse kalmaksızın ona bakarlar. Sonra cennet ile ce­hennem arasında bu koç boğazlanıp: Ey cennet ehli, ebedler ebediy-yetinde ebedîliktir (ebedîlik var), ey cehennemlikler, bu ebedîlikler ebedîliğinde ebedî kalmadır, denilir. Cennet ehli o kadar sevinirler ki, şayet (orada) sevinçten birisi ölmüş olaydı, mutlaka ölürlerdi. Cehen­nemlikler de Öyle bir iç çekerler ki şayet iç çekmeden ötürü birisi Öl­müş olaydı, onlar da Ölürlerdi. İşte Allah Teâlâ'nın «Sen onları has­ret günü ile korkut. O gün iş bitirilmiş olur.» kavli budur. Ki bu ölü­mün boğazlandığı zamandır. Hadîsi îbn Ebu Hatim tefsirinde rivayet etmiştir. «Sen, onları hasret günü ile korkut.» âyeti hakkında îbn Ab-bâs^tan rivayetle Ali îbn Ebu Talha şöyle diyor : Bu (hasret günü), ki-yâmet gününün isimlerindendir. Allah Teâlâ onu yüceltmiş (büyüt­müş) ve kullarını ondan sakındırmıştır. Abdurrahmân ton Zeyd îbn üsıem de «Sen onları hasret günü ile korkut.» âyeti hakkında : Bu kı­yamet günüdür, demiş ve «Kişinin: Allah'a karşı aşırı gitmemden do­layı vay bana, yazıklar olsun... diyeceği gün gelmezden önce...» (Zü-mer, 56) âyetini okumuştur.

«Şüphe yok ki bütün yeryüzüne ve üzerinde bulunanlara Biz vâ­ris olacağız. Ve onlar, Bize döndürüleceklerdir.» âyetinde Allah Teâlâ, Zâtının yaratıcı, yegâne mâlik ve mutasarrıf olduğunu, bütün yara­tıklarının helak olunup Zâtının bakî kalacağını, yüce ve mukaddes ol­duğunu, hiç kimsenin hükümranlık ve tasarruf iddiasında buluna­mayacağını; aksine bütün yaratıkların Zâtının vâris olacağını, onlar­dan sonra bakî olacağını, onlar hakkında hüküm vereceğini, zerre ağır­lığı veya sivrisinek kanadı ağırlığı herhangi bir şeyle hiç bir nefse zulmedilmeyeceğim (haksızlık yapılmayacağını) haber vermektedir. İbn Ebu Hatim der ki: Hüdbe İbn Hâlid el-Kaysî'nin... Hazm İbn Ebu Hazm el-Kudsî'den rivayetle zikrettiğine göre; o, şöyle demiştir : Ömer İbn Abdülazîz, Küfe hâkimi Abdülhamîd İbn Abdurrahmân'a şöyle yaz­dı : Besmele ve hamdeleden sonra; şüphesiz Allah Teâlâ yaratıkları yarattığı zaman onlar için ölümü yazdı. Onların dönüşünü Zâtına kıl­dı. İlmi ile koruduğu ve yaratmasına meleklerini şâhid tuttuğu dos­doğru kitabından indirdikleri içinde : Şüphesiz ki O, yeryüzüne ve onun üzerinde bulunanlara vâris olacaktır ve onlar, Zâtına dönecek­lerdir, haberi vardır.[12]

 

41  — Kitâb'da İbrahim'i de an. Şüphesiz o, dosdoğru bir peygamberdi.

42  — Hani   babasına demişti ki: Babacığım;   işitme­yen, görmeyen ve sana hiç bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun.

43  — Babacığım; doğrusu sana gelmeyen bir ilim ba­na gelmiştir, öyleyse bana uy da, seni dosdoğru bir yola ileteyim.

44  — Babacığım; şeytâna tapma. Çünkü şeytân, Rah-mân'a başkaldırmıştım

45  — Babacığım; dosdoğru sana Rahmân'ın katından bir azabın gelmesinden  korkuyorum.   Böylece  şeytânın dostu olarak kalırsın.

 

İbrahim'i Anış

 

Allah Teâlâ, peygamberi Muhammed (s.a.) e hitaben şöyle buyu­rur : Kitâb'da İbrahim'i de an ve şu putlara tapman kavmine onun haberini oku. Kendilerinin neslinden geldikleri ve dini üzere olduğu­nu ileri sürdükleri Rahmân'ın dostu İbrahim'in haberinden meydana gelenleri onlara an. O, dosdoğru bir peygamberdi. Babasıyla beraber­ken onu putlara tapınmaktan nasıl men'etmiş ve : «Babacığım; işit­meyen, görmeyen ve sana herhangi bir faydası olmayan ve senden hiç bir zararı gideremeyen şeylere niçin tapıyorsun?» demişti.

«Babacığım; doğrusu sana gelmeyen bir ilim bana gelmiştir..» âye­tinde Hz. İbrahim şöyle diyor : Her ne kadar ben, senin sulbünden isem ve senin oğlun olduğum için beni kendinden küçük görüyorsan da, bil ki mutlaka ben senin bilmediğin, muttali' olmadığın ve henüz sana gelmemiş olan Allah katından bir ilme muttali' olmuşumdur. Öyley­se bana uy da, seni dosdoğru bir yola; arzulanana ulaştmcı ve korku­landan kurtarıcı dosdoğru bir yola ileteyim. Ey babacığım, şeytâna tapma. Şu putlara tapınma konusunda onlara itaat etme. Şüphesiz §eytân buna çağıran, bundan hoşnûd olandır. Nitekim Allah Teâlâ baş­ka âyetlerde şöyle buyurmaktadır: «Ey Âdemoğulları, Ben size : Şey­tâna tapmayın... diye ahdetmedim mi?» (Yâsîn, 60), «Onu bırakıp ta yalnız dişi putlara tapıyorlar. Aslında onlar, inâdçı şeytândan başka­sına tapmıyorlar.» (Nisa, 117).

Çünkü şeytân, Rahmân'a başkaldırmış, Rabbına itâattan büyük-lenerek yüz çevirmiş ve zıd gitmiştir. Böylece (bu sebeple) Allah Te­âlâ onu kovmuş, uzaklaştırmıştır. Ona uyma ki onun basma gelenler senin de başına gelmesin.

«Babacığım; doğrusu sana (emrettiklerime karşı gelmen ve şirk koşman sebebiyle) Rahman katmdan bir azabın gelmesinden korkuyo­rum. Böylece şeytânın dostu olarak kalırsın.» İblîs'ten başka sana dost, bir yarduncı ve imdada gelici de olmaz. Halbuki bunlar  (yardım ve İmdada yetişme) ne ona ne de başkasına aittir. Onların elinde hiç bir şey yoktur. Aksine ona tâbi olman, seni azabın kuşatmasına sebebi­yet verir. Nitekim başka bir âyette de şöyle buyrulur. «Allah'a andol-sun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Şeytan, onlara yaptıklarını güzel gösterdi. Bugün de onların dostu odur. Ve onlar için elîm bir azâb vardır.» (Nahl, 63).[13]

 

46  — Babası dedi ki: Sen, benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Ey İbrâhîm; eğer bundan vazgeçmez­sen andolsun ki seni taşlarım, uzun bir müddet benden ayrıl, git.

47  — İbrahim dedi ki: Selâm olsun sana, senin için Rabbımdan mağfiret dileyeceğim. Zîrâ O, bana karşı çok lutufkârdır.

48  — Sizi ve Allah'tan başka taptıklarınızı  bırakıp çekilirim, Rabbıma yalvarırım.   Rabbıma  yalvarışımdan ötürü mahrum kalmayacağımı umarım.

 

Hz. İbrahim'in babası, oğlu İbrahim'in davetine cevab olarak şöy­le demişti: Sen, benirn tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Ey îbrâ-hîm. Sen eğer onlara ibâdeti istemiyor ve bundan hoşnûd olmuyorsan bile onlara sevmekten ve onları ayıplamaktan vazgeç. Şayet sen bun­dan vazgeçmeyecek olursan bu yaptıklarına karşılık ben de sana sö­ver ve seni ayıplarım. Allah Teâlâ'nın: «Andolsun ki seni taşlarım.» kavli budur. Bu açıklama İbn Abbâs, Süddî, îbn Cüreyc, Dahhâk ve başkalarınındır. «Uzun bir müddet benden ayrıl git.» âyetinde Mücâ-hid, İkrime, Saîd İbn Cübeyr, Muhammed îbn îshâk ve Hasan el-Bas-rî'ye göre uzun bir müddet kaydedilmektedir. Süddî ise, burada ebe-diyyetin kasdedildiğini söyler. Ali İbn Ebu Talha ve Avfî'nin îbn Ab-bâs'tan rivayetlerinde «Uzun bir müddet benden ayni, git.» âyeti hak­kında o, şöyle demiştir: Ben seni cezâlandırmazdan önce sağlam ve selâmette olarak git. Dahhâk, Katâde, Atiyye el-Cedelî, Ebu Mâlik ve başkaları da bu açıklamada bulunmuş olup îbn Cerir de bunu tercih etmiştir. İşte o zaman Hz. îbrâhîm babasına şöyle demişti: «Selâm ol­sun sana.» Nitekim Allah Tsâlâ inananların nitelikleri hakkında şöy­le buyurmaktadır: «Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman; selâm, derler.» (Furkâr., 63), «Ve boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirir­lerdi. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir. Selâm ol­sun size. Biz câhilleri aramayız, derler.» (Kasas, 55).

Hz. İbrahim'in babasına : «Selâm olsun sana.» sözü; benden sana hoşlanmayacağın bir şey ve eziyet ulaşmayacak, anlamındadır. Bu, babalık hürmeti sebebiyledir. «Senin için Rabbımdan mağfiret dileye­ceğim.» Fakat Allah Teâlâ'dan seni hidâyete eriştirmesi ve günâhını bağışlamasını dileyeceğim. «Zîrâ O, bana karşı çok lütuf kârdır.» îbn Abbâs ve başkaları âyetteki kelimesini: Bana karşı latîftir, lutufkârdır, şeklinde açıklamışlardır. Yani beni kendisine ibâdete ve ih-lâsa ulaştırmasında şüphesiz O lutufkârdır, anlamındadır. Mücâhid, Katâde ve başkaları, «Zîrâ O, bana karşı çok lutufkârdır.» âyetini şöy­le açıklıyorlar: Beni, dualarıma icabete alıştırmıştır. Süddî, âyetteki kelimesini: îşine ihtimam gösteren, şeklinde açıklar. Hz. îbrâhîm, uzun bir süre babası için mağfiret dilemiştir. Şam diyarına hicret edip Mescid-1 Harâm'ı bina ettikten ve oğulları İsmail ile İs-hâk (a.s.) doğduktan sonra da: «Rabbımız hesabın görüldüğü günde beni, anamı, babamı ve mü'minleri bağışla.» (İbrahim, 41) âyetinde belirtildiği üzere babası için mağfiret dilemiştir. İslâm'ın başlangıcın­da, müslümanlar da müşriklerden olan aile ve yakınları için mağfiret dilemişlerdir. Bu hususta onlar, «İbrahim'de ve onun beraberinde olan­larda sizin için gerçekten güzel bir örnek vardı. Hani onlar kavimle­rine demişlerdi ki: Biz, sizden ve Allah'ı bırakıp ta taptığınız şeyler­den uzağız. Sizi inkâr ediyoruz. Yalnız Allah'a inanmcaya kadar bi­zimle sizin aranızda ebedî düşmanlık ve öfke başgöstermiştir. Yalnız İbrahim'in babasına : Andolsun ki senin için mağfiret dileyeceğim.» (Mümtahine, 4) âyeti nazil oluncaya kadar îbrâhîm Halil'e uymuşlar­dır. Sonra Allah Teâlâ Hz. İbrahim'in bundan sıyrılmış, dönmüş ol­duğunu beyân buyurmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Cehen­nem ashabı oldukları muhakkak meydana çıfrtıktan sonra, akraba bi­le olsalar, müşrikler için mağfiret dilemek peygambere ve mü'mlnle-re yaraşmaz. İbrahim'in babası İçin mağfiret dilemesi; sâdece ona ver­diği bir vaadden doigyı idi, Ama onun Allah'ın düşmanı olduğu ken­disine belli olunca; ondan uzaklaştı. Muhakkak ki îbrâhîm, çok içli ve halim idi.» (Tevbe, 113-114).

«Sizi ve Allah'tan başka taptıklarınızı bırakıp çekilirim.» Sizden ve tapınagelmekte olduğunuz tanrılarınızdan uzaklaşır, ayrılır, sakı­nırım. «Rabbıma yalvarırım.» Tek ve ortağı olmayan Rabbıma ibâdet ederim. «Rabbıma yalvarışımdan ötürü mahrum kalmayacağımı uma­rım.» âyetin «Mahrum kalmayacağımı umarım.» kısmının başında bu­lunan edat onun kesinlikle mahrum kalmadığına işarettir. Zîrâ Hz. İbrâhîm (a.s.), Muhammed (s.a.) den sonra peygamberlerin efendi­sidir.[14]

 

49  — Onları ve Allah'tan başka taptıklarını bırakıp çekilince; ona tshâk'ı ve Ya'kûb'u bahşettik. Ve her biri­ni peygamber yaptık.

50  — Bunlara   rahmetimizden  lütfettik.   Onlar  için yüce bir doğruluk dili verdik.

 

Hz. İbrâhîm Halil, Allah yolunda babasından ve kavminden ayrıl­dığında, Allah Teâlâ onların yerine kendisine onlardan daha hayırlısı­nı bahşedip ona oğlu îshâk'ı ve tshâk'm oğlu Ya'kûb'u vermiştir. Ni­tekim başka âyetlerde şöyle buyrulur: «Üstelik bir de Ya'kûb'u ver­dik.» (Enbiyâ, 72), «îshâk'm ardından Ya'kûb'u müjdeledik.» (Hûd, 71).

Hz. İshâk'ın, Ya'kûb'un babası olduğunda herhangi Dir ihtilâf yok­tur. Bakara süresindeki «Yoksa Ya'kûb'a ölüm geldiğinde siz orada mıydınız? Hani o, oğullarına: Benden sonra neye ibâdet edeceksiniz? demişti. Onlar da: Senin ilâhına ve ataların İbrahim'in, İsmail'in ve îshâk'ın tek ilâhı olan Allah'a ibâdet edeceğiz... demişlerdi.» (Baka­ra, 133) ayetindeki Kur'an'ın nassı bunu açıkça belirtmektedir. Bunun içindir ki burada sâdece tshâk ve Ya'kûb zikredilmiştir. Yani: Biz onun için, peygamberler olan bir nesil kıldık, bûyrulmuştur. Allah Te­âlâ onun gözlerini hayatında iken onlarla aydın etmiştir. Bu sebeple: «Her birini peygamber yaptık.» Duyurulmuştur, şayet Hz. Ya'kûb'a Hz. İbrâhîm hayatta iken peygamberlik verilmiş olmasaydı, sâdece onun zikriyle yetinilmez ve Allah Teâlâ, oğlu Yûsuf'u da zikrederdi. Zî­râ o da bir peygamberdir. Nitekim sıhhatında ittifak olunan bir hadîste belirtildiğine göre Allah Rasûlti (s.a.) ne insanların en hayırlısı sorulmuştu da şöyle buyurdu : Allah'ın dostu, İbrahim'in oğlu Allah'ın peygamberi İshâk'ın oğlu, Allah'ın peygamberi Ya'kûb'un oğlu Al­lah'ın peygamberi Yûsuf'tur. Hadîsin başka bir rivayetinin lâfzı şöy­ledir : Şüphesiz kerîm oğlu kerîm oğlu kerîm oğlu kerîm; İbrahim'in oğlu îshâk'ın oğlu Ya'kûb'un oğlu Yûsuf'tur.

«Bunlara rahmetimizden lütfettik. Onlara yüce bir doğruluk dili verdik.» Ali İbn Ebu Talha'nm İbn Abbas'tan rivayetine göre burada, güzel övgü kasdedilmektedir. Yani onlar her dilde övülmüşlerdir. Süd-dî ve Mâlik îbn Enes de böyle Söylemişlerdir. İbn Cerîr der ki: Allah Teâlâ : «Onlar için yüce bir doğruluk dili verdik.» buyurmaktadır. Zî-ra bütün dinler (e mensûb olanlar) onlara sena etmekte ve onları öv­mektedirler. Allah'ın salâtı ve selâmı hepsinin üzerine olsun.[15]

 

51  — Kitâb'da Musa'yı ela an. O, ihlâsa erdirilmiş ve gönderilmiş bir peygamberdi.

52  — Ona Tûr'un sağ yanından  seslendik.   Ve. onu gizlice söyleşmek için yaklaştırdık.

53  — Ve rahmetimizden ötürü ona, kardeşi Harun'u da bir peygamber olarak bağışladık.

 

Musa'yı Anış

 

Allah Teâİâ İbrahim Halîl'i anıp ona senada bulunduktan sonra peşinden kelîm (Hz. Mûsâ) i zikreder ve şöyle buyurur : «Kitâb'da Musa'yı da an. O, ihlâsa erdirilmiş bir insandı.» Bazıları; «İbâdette ih-lâs sahibi olmak» anlamında olmak üzere kelimesini lâm harfinin kesresi ile okumuşlardır. Sevrî'nin Abdülazîz İbn Rufey'den, onun da Ebu Lübâbe'den rivayetine göre şöyle demiştir: Havariler (Hz. îsâ'ya) : Ey Allah'ın ruhu, bize Allah için ihlâs sahibi olanı ha­ber ver, demişlerdi. Şöyle cevabladı: Allah için amel eden, insanların kendisini övmesinden hoşlanmayan, bunu sevmeyendir. Diğer bazıları da «seçilmiş» anlamında olmak üzere bu kelimeyi lam harfinin fet-hası ile okumuşlardır. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurur: «Ey MÜsâ; seni insanlar arasından seçtim.»  (A'râf, 144)

«O, gönderilmiş bir peygamberdi.» Böylece onun için iki sıfat bir araya gelmiş oluyor. Şüphesiz o, Ülü'1-Azm beş büyük peygamberden birisidir. Bunlar Hz. Nûh, Hz. İbrâhîm, Hz. Mûsâ, Hz. îsâ ve Hz. Mu-hammed'dir. Allah'ın salâtı ve selâmı, onların ve Allah'ın diğer bütün peygamberlerinin üzerine olsun.

«Ona Tûr'un sağ yanından seslendik.» Hz. Mûsâ parlar olarak gör­düğü ateşten bir kor alma isteği ile ona yöneldiğinde, Tûr dağının sağ yanında vâdînin kenarında onu bulmuştu. İşte orada Allah Teâlâ onunla konuşmuş, gizlice konuşmak için onu kendisine yaklaştırmış­tı, îbn Cerîr der ki: Bize îbn Beşşâr'm... İbn Abbâs'tan rivayetine gö­re; o, «Ve onu gizlice söyleşmek için yaklaştırdık.» âyeti hakkında şöy­le diyor: O kadar yaklaştı ki kalemin cızırtısını işitti. Mücâhid, Ebu Âliye ve başkaları da böyle söylemiş olup, bununla Tevrat'ı yazmak­taki kalemin cızırtılarını kaydetmişlerdir. Süddî, «Ve onu gizlice söy­leşmek için yaklaştırdık.» âyeti hakkında şöyle diyor : Göğe girdirildi de Allah Teâlâ (onunla) konuştu. Bu görüşün bir benzeri Mücâhid'-den de rivayet edilmiştir. Abdürrezzâk'm Ma'mer'den, onun da Katâ-de'den rivayetinde o, «Ve onu gizlice söyleşmek için yaklaştırdık.» âye­ti hakkında : O, doğruluğu ile kurtulmuştur, demiştir. İbn Ebu Hâr tim'in Abdülcebbâr îbn Asım kanalıyla... Amr İbn Mâ'dî-Kerîb'den ri­vayetine göre o, şöyle demiştir : «Hususi bir konuşmada bulunmak üze­re Allah Teâlâ Hz. Musa'yı Tûr-ı Sina'da yaklaştırdığında şöyle bu­yurmuş : Ey Mûsâ, senin için şükreden bir kalb, zikreden bir dil, ha­yırda yardım eden bir eş yaratmişsam senin için hayırdan hiç bir şe­yi gizlememişimdir. Kimden de bunları gizlemişsem, onun için hiç bir hayrı açmamışımdır.   -

«Ve rahmetimizden ötürü ona, kardeşi Harun'u da bir peygamber olarak bağışladık.» Onun isteğine icabet ettik, kardeşi hakkındaki şe-fâatmı kabul ettik Ye, onu bir peygamber kıldık. Allah Teâlâ' başka âyet-i kerîme'lerde şöyle buyurmaktadır: «Kardeşim Harun'un dili be­nimkinden daha düzgündür. Onu benimle beraber yardımcı olarak gönder ki beni tasdik etsin. Çünkü ben, tekzîb etmelerinden endîşe ediyorum.» (Kasas, 34), «Ey Mûsâ, istediğin sana verilmiştir.» (Tâhâ, 36), «Harun'a da elçilik ver. Hem onların bana isnâd ettikleri bir suç var. Korkarım ki beni Öldürürler.» (Şuarâ, 13-14). Bunun için selef­ten birisi şöyle diyor : Hz. Musa'nın kardeşi Hârûn hakkında onun pey­gamber olmasına dâir şefâatından daha büyük olarak dünyada kim­se hakkında bir şefâatta bulunulmamıştır. Allah Teâlânın : «Ve rahmeti­mizden ötürü ona, kardeşi Harun'u da bir peygamber olarak bağışla­dık.» âyeti hakkında İbn Abbas'tan rivayetine göre o, şöyle demiştir:

Hârûn, Hz. Mûsâdan büyüktü fakat O (Allah Teâlâ) böyle murâd bu­yurmuş ve ona (Hz. Mûsâya) peygamberliğini bahsetmiştir. Bu habe­ri İbn Ebu Hatim de Ya'kûb îbn İbrahim'den muallak olarak zikret­miştir.[16]

 

54  — Kitâb'da ismail'i de an. O, va'dine sâdık idi ve katımızdan gönderilmiş bir peygamberdi.

55  — Kavmine namaz kılmalarını, zekât vermelerini emrederdi. Rabbının katında hoşnûdluğa ermişti.

 

İsmail'i Anış

 

Bu, Allah Teâlâ'nın îbrâhîm Halil'in oğlu Hz. ismâîl (a.s.) i öv­mesinden ibarettir. O, bütün Hicaz araplarmın babası olup «Sözünde sâdık idi.» İbn Güreye der ki: Rabbına verdiği her sözü, va'di yerine getirmiştir. Yani adakla hangi ibâdeti üstlenmişse onu yerine getir­miş ve hakkını tam olarak vermiştir. îbn Cerîr der ki: Bana Yûnus'-un... Sehl İbn Ukayl'dan rivayetine göre o, şöyle haber vermiş: Pey­gamber Hz. îsmâîl (a.s.) bir adama, bir yere geleceği va'dinde bulun­muş. O gelmiş fakat adam unutmuş. Hz. İsmâîl orada beklemiş ve ge­celemiş. Nihayet adam ertesi günü gelmiş ve : Buradan hiç ayrılma­dın mı? demiş Hz. îsmâîl; hayır, diye cevab vermiş. Adam ; Şüphesiz ben unuttum, demiş. Hz. îsmâîl de : Sen bana gelinceye kadar elbet­te buradan ayrılacak değildim, demiş. İşte Allah Teâlâ bu sebepledir ki «O, vadine sâdık idi.» buyurmuştur. Süfyân es-Sevrî şöyle diyor: Bana ulaştığına göre; Hz. İsmâîl o yerde bekleyerek tâm bir sene kal­mış ve nihayet o adam kendisine gelmiş. İbn Şevzeb de der ki: Bana ulaştığına göre; Hz. İsmâîl o yeri kendisine ev (mesken) edinmiş. Ebu Davud'un Sünen'inde ve Ebu Bekr Muhammed İbn Ca'fer el-Harâitî-nin «Mekârim'ül-Ahlâk» adlı kitabında İbrahim îbn Tahmân kanalıy­la... Abdullah İbn Ebu Hamza'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: Allah Rasûlü (s.a.) peygamber olarak gönderilmezden önce onunla alış­veriş yaptım. Onun bende bir miktar alacağı kaldı. Bu kalanı kendisine o yerde (bulunduğu yerde) getireceğimi va'dettim. Getireceğim günü ve ertesi gününü unuttum da üçüncü gün ona gittim. O, yerindeydi. Bana: Ey genç, doğrusu beni zor bir durumda bıraktın. Ben burada üç gündenberi seni bekliyorum, dedi. Harâitî'nin rivayetinin lafzı budur. Bu konuda diğer güzel haberler de rivayet etmiştir. Bu haberi İbn Mende Ebu Abdullah da Ma'rifet'üs-Sahâbe adlı kitabında kendi is­nadı ile İbrahim İbn Tahmân'dan, o Büdeyl İbn Meysere'den, o da Abdülkerîm'den rivayet etmiştir. Bazıları şöyle diyor: Ona «O, va'dine sadık idi.» denilmesinin sebebi, ancak onun babasına : «İnşâattan be­ni sabredenlerden bulursun.» (Saffât, 102) demesindendir ki bu va'-dinde sâdık olmuştur. Va'dine sâdık kalma nasıl güzel huylardan (sı­fatlardan) ise aynı şekilde va'dinden dönme de yerilmiş niteliklerdendir. Allah Teâlâ bir âyet-i kerîme'de : «Ey îmân edenler, yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz? Yapmayacağınızı söylemeniz, Allah katında büyük bir gazaba sebep olur.» (Saff, 2-3) buyururken; Allah Rasûlü (s.a.) de : Münafığın alâmeti üçtür : Konuştuğu zaman yalan söyler, bir şey va'dettiğinde sözünden döner, kendisine bir şey emânet olun­duğunda ihanet eder, buyurmuştur. Madem ki bu sıfatlar münafıkla­rın sıfatlandır o halde bunların zıddı olan üzerinde taşımak da ina­nanların sıf atlamadandır. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ, kulu ve elçisi İsmail'e va'dinde sâdık olduğundan dolayı senada bulunmuştur. Allah Rasûlü (s.a.) de aynı şekilde va'dinde sâdık idi. Herhangi bir kimseye bir şey va'detmişse mutlaka bu va'dini yerine getirmiştir. Allah Ra­sûlü (s.a.) kızı Zeyneb'İn eşi olan Ebu'l-Âs İbn Rebî'ye senada bulu nup: Benimle konuştuğu zaman bana doğruyu söyler, bana bir şey va'dettiği zaman bu va'dini yerine getirir, buyurmuştur. Allah Rasû­lü (s.a.) vefat ettiği zaman halîfe Ebubekir es-Sıddîk : Kimin Al­lah Rasûlü (s.a.) nde bir va'di veya bir alacağı varsa bana gelsin ye­rine getireyim, demişti. Câbir İbn Abdullah kendisine gelip : Şüphesiz Allah Rasûlü (s.a.) : Şayet Bahreyn malı (zekâtı) gelirse, sana şöyle ve şöyle ve şöyle vereceğim —bununla avuç dolusunu kasdediyor— de­mişti, dedi. Bahreyn malı geldiği zaman Sıddîk Câbir'e emretti de iki eliyle maldan avuçladı. Sonra Hz. Ebubekir, aldığının sayılmasını em­retti. Bir de gördüler ki beş yüz dirhemdir. Hz. Sıddîk ona, aldığıyla beraber iki mislini de verdi.

Allah Teâlâ : «Ve katımızdan gönderilmiş bir peygamberdi.» bu­yurmaktadır ki; bunda İsmail'in, kardeşi İshâk'tan üstün ve şerefli ol­duğuna delâlet vardır. Zîrâ Allah Teâlâ, Hz. İshâk'ı sâdece peygam­berlikle nitelemiştir. Hz. îsmâîl ise hem peygamberlikle ve hem de ri-saletle nitelenmiştir. Müslim'in Sahîh'inde bulunan bir hadîste Allah Rasûlü (&a.) şöyle buyurmuştur: Şüphesiz Allah Teâlâ, İbrâhîm evlâ­dından İsmail'i seçmiştir... Ve râvî hadîsin devamını da zikretmiştir. Bu hadîs de bizim söylediğimizin doğruluğuna (sıhhatına) delâlet et­mektedir.

«Kavmine namaz kılmalarını, zekât vermelerini emrederdi. Rab-bınin katında hoşnûdluğa ermişti.» âyeti de aynı şekilde güzel bir öv­gü ve övülmüş bir sıfattır. Onu dosdoğru huylarla övmedir. Zîra o, Rabbına itâatta devamlı olduğu gibi ailesine de Allah'a itâatta devam­lı olmalarını emrederdi. Nitekim Allah Teâlâ Rasûlüne şöyle buyur­maktadır : «Ehline namaz kılmalarını emret. Kendin de onda devamlı ol. Biz senden nzık istemiyoruz. Sana Biz rızık veririz, akıbet takvaya erenlerindir.» (Tâhâ, 132). Başka bir âyet-i kerîme'de ise şöyle buyru-lur: «Ey îmân edenler; kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insan­lar ve taşlar olan ateşten koruyun, onun üzerinde iri gövdeli, haşîn tabiatlı melekler vardır.» (Tahrîm, 6). Yani onlara iyiliği emredip on­ları kötülükten men'edin. Onlan başı boş bırakmayın ki kıyamet gü­nü onları ateş yemesin. Ebu Hüreyre'den rivayetle gelen bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurur: Allah bir kimseye rahmet eylesin ki, geceleyin kalkar ve namaz kılar, eşini de uyandırır. Eğer o kalk­mak istemezse eşinin yüzüne su serper. Allah bir kadına da rahmet eylesin ki geceleyin kalkıp namaz kılar ve eşini de uyandırır. Eşi kalk­mak istemezse onun yüzüne su serper. Hadîsi Ebu Dâvûd ve tbn Mâce tahrîc etmişlerdir. Ebu Saîd el-Hudrî ve Ebu Hüreyre (r.a.) den, onla­rın da Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetlerine göre şöyle buyurmuş : Kişi geceleyin uyanır, eşini. de uyandırır ve birlikte iki rek'at namaz kılarlarsa, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve Allah'ı çokça zikreden kadınlardan yazılırlar. Hadîsi Ebu Dâvûd, Neseî ve İbn Mâce rivayet et­miş olup hadîsin lafzı îbn Mâce'nindir.[17]

 

56  — Kitâb'da İdrîs'i de an. O, dosdoğru bir peygam­berdi.

57  — Onu yüce bir yere yükselttik.

 

İdrîs'i Anış

 

Bu, Hz. İdrîs (a.s.) i övgüyle anmadır. Zîrâ, o dosdoğru bir pey­gamberdi ve Allah Teâlâ onu yüce bir yere yükseltmişti. Daha önce geçen sahîh bir hadîste belirtildiğine göre Allah Rasûlü (s.a.), Hz. İd­rîs dördüncü kat gökte iken îsrâ gecesi ona uğramıştı. îbn Cerîr bu­rada gerçekten garîb bir eser (haber) rivayet eder ve der ki: Bana Yûnus tbn Abd'ül-A'l&'nın... Hilâl îbn Yes&ftan rivayetinde o, şöyle anlatmış : İbn Abbas, ben yanında iken Kâ'b'a sorup : Allah Teâlâ'nın İdrîs hakkında «Onu yüce bir yere yükselttik.» kavli nedir? diye sor­muştu. Kâ'b şöyle cevabladı: Allah Teâlâ îdrîs'e : Senin dereceni her gün bütün Âdemoğu Harının ölçüşünce yükselteceğim, diye vahyetmiş-ti. Hz. îdrîs amelinin daha çok olmasını İstedi. Onun meleklerden bir dostu vardı. Kendisine geldi de Hz. İdrîs : Allah Teâlâ bana şöyle şöy­le vahyetti. Benim için Ölüm meleği ile konuş da benim ölümümü ge­ciktirsin. Tâ ki amelim artsın, dedi. Dostu olan melek, onu kanatları­nın üstüne bindirdi ve göğe yükseltti. Dördüncü kat gökte iken inmek­te olan ölüm meleği ile karşılaştılar. Dostu olan melek, İdrîs'in hak­kında konuştuğu meseleyi ölüm meleği ile konuştu. Ölüm meleği: îd­rîs nerede? diye sordu da o melek: îşte şu sırtımdadır, diye cevabladı. Ölüm meleği şöyle dedi: Garip; ben gönderildim ve bana : İdrîs'in ru­hunu dördüncü kat gökte al, denildi. Ben kendi kendime : O yeryü­zünde iken ben onun ruhunu dördüncü kat gökte nasıl alırım? diye ko­nuşmaya başladım. Ve ölüm meleği İdrîs'in ruhunu orada kabzetti. îş­te Allah Teâlâ'nın : «Onu yüce bir yere yükselttik.» kavli budur. Bu, Kâ'b el-Ahbâr'ın İsrâiliyydttan olan haberlerindendir. Bir kısmında münkerlik de vardır. En doğrusunu Allah bilir. Hadîsi İbn Ebu Hatim de başka bir kanaldan olmak üzere İbn Abbâs'tan rivayet eder ki; o Kâ'b'a sormuş... Ve İbn Ebu Hatim yukardakine benzer şekilde habe­ri zikreder. Şu kadar var ki Hz. îdrîs, dostu olan o meleğe : Benim için ona —ölüm meleğini kasdediyor— ecelimden ne kadar kaldığını sorar mısın? Böylece amelimi arttırırım, diye sormuş. Ve râvî hadîsin kalan kısmını da zikretmiştir. Onda şu kısım da vardır: O melek, ölüm me­leğine onun ecelinden kalanı sorduğu zaman ölüm meleği: Bakınca-ya kadar bilmiyorum, demiş, sonra bakıp : Sen bana öyle bir adamı sordun ki ömründen sâdece göz açıp kapayacak kadarı kalmış, demiş. Hz. îdris'in dostu olan melek kanadının altından Îdrîs'e bakmış ki ken­disi hissetmeksizin onun ruhu kabzolunmuş. Yine îbn Ebu Hâtim'in başka bir kanaldan olmak üzere îbn Abbâs'tan rivayetine göre Hz. îd­rîs terzi imiş. Her iğne saplayışında «Sübhanallah» dermiş. Akşamla­dığı zaman yeryüzünde ameli ondan daha üstün hiç kimse olmazmış. Ve îbn Mâce hadîsin kalanını yukardaki gibi veya onun bir benzeri şekilde rivayetle zikretmiştir.

îbn Ebu Necîh, «Onu yüce bir yere yükselttik.)) âyeti hakkında Mücâhid'den rivayet eder ki o, şöyle demiş : Hz. İdrîs, Hz. îsâ'nın yü­celtildiği gibi ölmeksizin (göğe) yükseltilmiştir. Süfyân'ın Mansûr'-dan, onun da Mücâhid'den rivayetinde «dördüncü kat gök» açıklama­sı vardır. Avfî'nin îbn Abbâs'tan rivayetinde o, «Onu yüce bir yere yükselttik.» âyeti hakkında şöyle demiş : Altıncı kat göğe yükseltildi de orada öldü. Dahhâk İbn Müzâhim de böyle söylemiştir. Hasan ve başkaları ise «Onu yüce bir yere yükselttik.» âyetinde cennetin kasde-dildiğini söylerler.[18]

 

58 — İşte bunlar; Allah'ın kendilerine nimetler ver­diği peygamberlerden, Âdem'in soyundan, Nûh ile bera­ber taşıdıklarımızdan ve tbrâhîm ile İsrail'in neslinden, hidâyete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Rah-mân'ın âyetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak sec­deye kapanırlardı.

 

Allah Teâlâ buyuruyor ki: İşte bu peygamberler - kasdedilenler sâ­dece bu sûrede zikredilenler olmayıp aksine peygamberler cinsidir. Bazı­larının şahıs olarak zikredilmesiyle cinsi kasdedilmiştir - «ki bunlar Al­lah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden Âdem'in soyun­dan...» kimselerdendir. Süddî ve İbn Cerîr -Allah onlara rahmet eylesin-şöyle diyorlar : Âdem'in zürriyetinden kasdedilen İdrîs'dir. Hz. Nûh ile beraber gemide taşınanların zürriyeti ile kasdedilen İbrahim'dir. Hz. İbrahim'in zürriyyetinden kasdedilen İshâk, Ya'kûb ve İsmail'dir. İs-râîl zürriyyetinden kasdedilenler ise Hz. Mûsâ, Hz. Hârûn, Hz. Zeka-riyyâ, Hz. Yahya, ve Hz. Meryem Oğlu Hz. İsa'dır. İbn Cerîr der ki: «Her ne kadar onların tamâmını Âdem toplamakta ise de bu sebeple onların neseblerini ayırmıştır. Zîrâ onların içinde Hz. Nûh.ile birlikte gemide taşınanların evlâdından olmayanlar vardır ki, bu da îdrîs'dir. Zîrâ o, Nuh'un dedesidir. Ben de derim ki: İdrîs'in Hz. Nûh (a.s.) un nesebinin başında olması kuvvetli olan görüştür. İsrâ hadîsinden alı­narak onun, İsrâiloğullan peygamberlerinden olduğu da söylenmiştir. Zîrâ îsrâ gecesinde Hz. Peygamber (s.a.) e selâmında: Merhaba sâlih peygamber, sâlih kardeş, demiş; Hz. Âdem, ve Hz. İbrahim'in söyledik­leri gibi «sâlih evlâd» dememiştir. îbn Ebu Hâtim'in Yûnus kanalıy­la... Abdullah îbn Muhammed'den rivayetine göre Hz. İdrîs, Hz. Nûh'-dan öncedir. Allah Teâlâ onu kavmine göndermiş, onlara «Allah'tan başka ilâh yoktur.» demelerini, dilediklerini yapmalarını, emretmiş; onlar bundan yüz çevirmişler de Allah Teâlâ onları helak buyurmuş.

Bu âyette peygamberlerin cinsinin kasdedildiğini güçlendiren deliller­den birisi de bunun En'âm süresindeki şu âyet gibi oluşudur : «İşte bu, bizim huccetimizdir. Onu kavmine karşı İbrahim'e verdik. Dilediği­mizi derecelerle yükseltiriz. Ve muhakkak ki Rabbın, Hakîm, Alîm'dir. Ve Biz, ona îshâk'ı ve Ya'kûb'u ihsan ettik. Daha önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyûb'u, Yûsuf'u, Musa'yı ve Hâ-rûn'u hidâyete erdirdik. İşte böyle mükâfatlandırırız ihsan edenleri. Zekeriyyâ'yı, Yahya'yı, îsâ'yı ve İlyâs'ı da. Hepsi sâlihlerdendi. İsma­il'i el-Yesa'ı, Yûnus'u, Lût'u da. Her birini âlemlerden üstün kıldık. Onların babalarından, zürriyyetlerinden, kardeşlerinden kimini de. On* lan seçtik ve onları dosdoğru bir yola ilettik... İşte bunlar; Allah'ın hi­dâyet ettikleridir. Öyleyse sen de onların hidâyetine uy. De ki: Ben buna karşı sizden hiç bir ücret istemem. Bu, ancak âlemler için bir öğüttür.» (En'âm, 83-87,90). Allah Teaiâ başka bir âyet-i kerîme'de ise: «Onların kimini sana anlattık, kimini anlatmadık.» (Ğâîir, 78) buyurmaktadır. Buhârî'nin Sahîh'inde Mücâhid'den rivayet edildiği­ne göre o İbn Abbâs'a : Sâd sûresinde secde var mı? diye sormuş, İbn Abbâs evet deyip: «İşte bunlar; Allah'ın hidâyet ettikleridir. Öyleyse sen de onların hidâyetine uy.» (En'âm, 90) âyetini okumuş ve sizin peygamberiniz de kendilerine uyulmakla emrolunanlardandır, demiş. Ve İbn Abbâs Davud'u kasdederek : O da onlardandır, demiştir. Allah Teâlâ bu âyet-i kerîme'de şöyle buyurur : «Rahmân'ın âyetleri onlara okunduğu zaman secdeye kapanırlardı.» Allah'ın hüccetlerini, delille­rini ve burhanlarını içeren kelâmını işittikleri zaman Rabları için bo­yun eğerek, içinde bulundukları büyük nimetlere şükür ve hamdede-

rek secdeye kapanırlardı. Âyet-i kerîme'deki kelimesi, ağ­layan anlamındaki kelimesinin çoğuludur. Bunun için âlim­ler, onlara ve onların durumlarına, derecelerine ittibâen bu âyette ti­lâvet secdesinin meşru1 olduğunda icmâ' etmişlerdir. Süfyân es-Sevrî'-nin A'meş'den onun- İbrahim'den, onun da Ebu Ma'mer'den rivayetin­de o, şöyle demiştir: Ömer İbn Hattâb (r.a.) Meryem sûresini okudu, secde etti ve : Bu; secdedir, ağlama nerede? dedi. Bu haberi İbn Ebu Hatim ve İbn Ceıir de rivayet etmişlerse de îbn Cerîr'in isnâd zinci­rinden gördüğüm kadarıyla Ebu Ma'mer düşmüşdür. En doğrusunu Allah bilir.[19]

 

59  — Ama onların ardından namazı bırakan, şehvet­lerine uyan bir nesil geldi. Onlar bu azgınlıklarının kar­şılığını göreceklerdir.

60  — Ancak tevbe edip imân ederek salih amel işle­yenler müstesnadır. Onlar, hiç bir haksızlığa uğratılma­dan cennete girerler.

 

Sonradan Gelen Nesiller

 

Allah Teâlâ önce mes'ûd kimseleri zikreder. Bunlar peygamber­ler ile onlara tâbi olan, Allah'ın hadlerini ve emirlerini yerine getiren, Allah'ın farzlarını edâ eden ve Allah'ın yasakladıklarını terk eden kim­selerdir. İşte Allah Teâlâ bunlardan sonra onların ardından namazı bırakan bir nesil geldiğini zikreder. Onlar namazı terkettiklerine göre, onun dışındaki vâcibleri elbette daha çok zayi' edip terkedeceklerdir. Zîrâ namaz dinin direği, kulların amellerinin en hayırlısıdır. Bu du­rumda onlar; dünya şehvetlerine ve lezzetlerine yönelecekler, dünya hayatından hoşnûd olup onunla mutmain olacaklardır. İşte bunlar, bu azgınlıklarının cezasını kıyamet gününde göreceklerdir. Burada na­mazı zayi' etmekten maksadın ne olduğunda ihtilâf edilmiştir. Bazıları namazın zayi' edilmesinden onun bütünüyle terkedilmesinin kasdedil-diğini söylemişlerdir. Muhammed îbn Kâ'b el-Kurazî, İbn Zeyd tbn Eş­lem ve Süddî böyle söylemiş olup, îbn Cerîr bu görüşü tercih eder. Bu sebeple selef ve halef âlimleriyle imamlardan —ki İmâm Ahmedden rivayet edilen meşhur görüş ile Şafiî'den rivayet edilen bir kavil bun­lardandır— bazıları namazı terk edenin tekfir edileceğine zâhib olmuş­lardır. Bunda delilleri: Kul ile şirk arasında namazı terk etme var­dır, hadîsidir. Bu görüşte olanların diğer bir delilleri ise : Bizimle on­ların arasındaki ahid namazdır. Kim onu (inkârla) terk ederse küfre düşmüş olur, hadîsidir. Elbette burası bu meselenin genişçe anlatıla­cağı bir yeı değildir. Evzaî'nin Mûsâ îbn Süleyman'dan, onun da Ka­sım îbn Muhaymira'dan «Ama onların ardından namazı bırakan bir nesil geldi.» âyeti hakkında rivayetine göre o, şöyle demiş : Onlar sâ­dece namazın vakitlerini bırakmışlardır (namaz vakitlerine riâyet et­memişlerdir.) şayet namazı terk olsaydı, bu küfür olurdu. Vekî'nin Mes'ûdî kanalıyla... İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre ona : Şüphesiz Al­lah Teâlâ Kur'an'da namazı çok zikrediyor. O : «Ki onlar kıldıkları na­mazdan gafildirler.» (Mâûn, 5), «Onlar ki namazlarında dâimdirler.», «Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler.» (Meâric, 23, 34) buyur­maktadır, denilmişti.  İbn Mes'ûd ; Burada kasdedilen;  namazları vakltlerlnde eda etmek, vakitlerine riayet etmektir, dedi. Biz bunun na­mazı terk etmekle ilgili olduğunu sanıyorduk, dediler de; bu küfürdür, dedi. Mesrûk der ki: Beş vakit namazı kim muhafaza etmez (devamlı kılmaz) ise gafillerden yazılır. Onlarda İfrata gitmede ise helak olma vardır. Onlardaki ifrat; onları vakitlerinde eda etmemek, bırakmaktır. Evzaî'nin İbrahim İbn Yezîd'den rivayetine göre Ömer İbn Abdülazîz «Ama onların ardından namazı bırakan, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. Onlar bu azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir.» âyetini oku­nup sonra şöyle dedi: Onların namazı bırakmaları namazı terk etme değildir. Fakat onlar, vakitlere riâyet etmemişlerdir, tbn Ebu Necîh'in Mücâhid'den rivayetine göre o, «Ama onların ardından namazı bıra­kan, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. Onlar bu azgınlıklarının karşı­lığını göreceklerdir.» âyetini okuyup sonra şöyle dedi: Onların nama­zı bırakmaları namazı terk etme değildir. Fakat onlar, vakitlere riâyet etmemişlerdir. îbn Ebu Necîh'in Mücâhid'den rivayetine göre o, «Ama onların ardından namazı bırakan, şehvetlerine uyan bir nesil geldi...» âyeti hakkında şöyle demiştir: Kıyamet kopacağı sırada ve Muham-med ümmetinin sâlihleri gittiği esnada kalanlar sokaklarda birbirleri­nin üzerine aşacaklardır. İbn Güreye de bu açıklamanın bir ben­zerini Mücâhid'den rivayet eder. Câbir el-Cufî'nin Mücâhid, İkrime ve Atâ İbn Ebu Rebâh'tan rivayetine göre onlar, bu ümmetten olup âhir zamanlarda olanları kasdedilmektedir. îbn Cerîr'in İbn Haris ka­nalıyla... Mücâhid'den rivayetine göre o: «Ama onların ardından na­mazı bırakan, şehvetlerine uyan bir nesil geldi.» âyeti hakkında şöyle demiştir: «Onlar bu ümmet içindedirler. Hayvanların ve eşeklerin yol­larda birbirleri üzerine aştıkları gibi birbirlerinin üzerine binecekler­dir. Gökte Allah'tan korkmayacaklar, yeryüzünde insanlardan utan­mayacaklar. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ahmed İbn Sinan el-Vâsıti'-nin... Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayetine göre; o, şöyle dermiş: Allah Rasülü (s.a.) nü şöyle buyururken İşittim: Altmış sene sonra öyle bir nesil gelecek ki, onlar namazı bırakıp şehvetlerine uyacaklar ve bu az­gınlıklarının cezasını görecekler. Sonra öyle bir nesil gelecek ki onlar Kur'an'ı okuyacaklar ve fakat Kur'an hançerelerinden aşağıya geçme­yecek. Kur'an'ı üç kişi okuyacak : Mü'min, münafık ve günahkâr. Be-şîr der ki: Velîd'e; bu üç grup kimlerdir? diye sordum da şöyle dedi: Mü'min ona inanandır. Münafık onu inkâr edendir. Günahkâr ise onun­la yiyen (onunla, onun sayesinde karnını doyuran) dır. İmâm Ahmed de bu hadîsi Ebu Abdurrahmân el-Mukrî'den rivayet etmiştir. Yine Ebu Hâtim'in babası kanalıyla.,. Ebu Rical'den rivayetine göre Hz. Âişe, Suffe ehline sadaka gönderir ve : Bundan Berberi erkek ve kadınlara vermeyiniz. Allah Rasûlü  (s.a.) nü şöyle buyururken işittim: Onlar Allah Teâlâ'nın haklarında «Ama onların ardından namazı bırakan bir nesil geldi.» buyurmuş olduğu bir nesildir, dermiş. Bu da garîb bir ha­dîstir. Yine İbn Ebu Hatim der ki: Bana babam'ın... Muhammed îbn Kâ'b el-Kurazî'den rivayetine göre; o, «Ama onların ardından namazı bırakan bir nesil geldi.» âyeti hakkında şöyle dermiş: Onlar batılılar­dır. Mülk sahibi olanların en kötüleri oldukları halde mülke sâhib ola­caklardır. Kâ'b el-Ahbar: Allah'a yemîn ederim ki ben, münafıkların niteliklerini Allah Teâlâ'nın kitabında şöyle bulmaktayım : Çok içki içen, namazları çokça terk eden, topuklarla çok oynayan, yatsı namaz­larını kılma yerine uyuyarak onu çokça terk eden, sabah namazların­da çok kusurlu olan, cemâati terk eden. Sonra Kâ'b, «Ama onların ar­dından namazı bırakan, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. Onlar, bu azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir...» âyetini okumuştur. Hasan el-Basrî ise şöyle diyor : Onlar mescidleri boş bırakıp işlerine güçleri­ne, arazîlerine sarılırlar.. Ebu'l-Eşheb el-Utâridî der ki: Allah Teâlâ Hz. Davud'a şöyle vahyetti: Ey Dâvûd, ashabını çok sevdikleri şeyleri yemekten sakındır ve korkut. Şüphesiz kalbleri dünya şehvetlerine bağlı olanların akılları Benden men'edilmişlerdir. Kullarımdan bir ku­la şehvetlerinden herhangi birisini tercih ettikleri zaman yapacakları­mın Bana en kolay geleni, ona Bana itaati haram kılmam, onu bun­dan mahrum etmemdir. İmâm Ahmed'in Zeyd İbn Hubâb kanalıyla... Ukbe İbn Âmir'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyur­muştur : Ümmetim için iki şeyden korkuyorum : Kur'an ve süt. Süte gelince; onlar ekini bol yerlere, köylere giderler, şehvetlere uyarlar ve namazlarını terk ederler. Kur'an'a gelince; onu münafıklar Öğrenir de İnananlarla bununla mücâdele ve münâkaşa ederler. İmâm Ahmed, hadîsi Hasan İbn Mûsâ kanalıyla... Ukbe'den merfû' olarak yukarda-kine benzer şekilde rivayet etmiş olup hadîsi rivayette İmâm Ahmed tek kalmıştır.

«Onlar, bu-azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir.» Ali İbn Ebu Talha'nın İbn Abbâs'tan rivayetine göre; bu karşılık, hüsrandır. Ka-tâde ise karşılığın kötülük olduğunu söyler. Süfyân es-Sevri Şu'be ve Muhammed İbn İshâk'ın Ebu tshâk es-SübeyTden, onun Ebu Ubey-de'den, onun da Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre, âyetteki kelimesi; cehennemde bir vadinin adı olup çok derindir ve tadı" da çirkindir. A'meş'in Ziyâd'dan, onun da Ebu İyâz'dan «Onlar bu azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir.» âyeti hakkında rivaye­tinde şöyle demiş : O, cehennemde kan ve irinden bir vadidir. İmâm Ebu Cft'fer İbn Cerîr der ki: Bana Abbâs İbn Ebu Tâlib'in... Lokman İbn Âmir el-Huzâî'den rivayetinde o, şöyle anlatmış : Ebu Ümâme Su-dayy İbn Aclân el-Bâhilî'ye geldim ve : Bana Allah Rasûlü (s.a.) nden işitmiş olduğun bir hadîs rivayet et, dedim. Yemek istedi, sonra şöyle dedi: Allah Rasûlü (s.a.) buyurdu ki: Şayet on ukkıye ağırlığında bir kaya cehennemin kenarından atılmış olsaydı, elli senede dibine ula­şamazdı. Sonra da Ğayy ve Esâm'a ulaşırdı. Ben : Ğayy ve Esâm nedir? dedim de şöyle dedi: Cehennemin en altında iki kuyudur. Orada ce­hennem ehlinin kan ve irinleri akar. Allah Teâlâ'nın kitabında: «Ama onların ardından namazı bırakan, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. Onlar, bu azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir.» âyeti ile Furkân Süresindeki: «Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa cezaya çarpar.» (Furkân, 68) âyetlerinde zikredilen iki cezalandırılma yeri bunlardır. Bu, garîb bir hadîs olup Allah Rasûlüne ulaştırılması ise münkerdir.

«Ancak tevbe edip sâlih ameller işleyenler müstesnadır.» Namazı bırakma ve şehvetlere uymaktan vazgeçenler bu hüküm dışındadır. Şüphesiz Allah Teâlâ o kimselerin tevbesini kabul buyuracak, akıbet­lerini güzel yapacak ve onları Naîm cennetlerine vâris olanlardan kı­lacaktır. Bu sebeple : «Onlar, hiç bir haksızlığa uğratılmadan cennete girerler.» buyurmuştur. Zîrâ tevbe, kendinden öncekileri kapatır. Di­ğer bir hadîste: Günâhtan tevbe eden hiç günâhı olmayan gibidir, buyrulur. Bu sebeple tevbe edenlerin işlemiş oldukları amellerden hiç bir şey eksiltilmeyecek, daha önce işlemiş olduklarının karşılığı verile­rek tevbeden sonra işlemiş olduklarından hiç bir şey eksiltilmeyecektir. Zîrâ Kerîm olan Allah'ın keremi ve Halîm olan Allah'ın hilmi ile bun­lar (tevbeden Önce işlemiş oldukları günâhlar) yok sayılmıştır. Allah Teâlâ'nın «Ancak tevbe edip îmân ederek sâlih amel işleyenler müs­tesnadır.» âyetindeki istisna Furkân Süresindeki şu âyetteki istisna gibidir: «Onlar ki, Allah ile beraber başfca bir tanrıya tapmazlar. Al­lah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa, cezaya çarpar. Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada alçaltılarak temelli bırakılır. Ancak tevbe eden, İnanıp sâlih amel işleyenlerin; AUah işte onların, kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah Gafur, Rahîm olandır.» (Furkân, 68-70).[20]

 

61 — Rahmân'ın  kullarına gıyaben  va'dettiği  Adn cennetlerine. Şüphesiz O'nun sözü yerini bulacaktır.

62  — Orada boş sözler değil, sâdece; selâm, sözü işi­tirler ve sabah-akşam rızıklarını hazır bulurlar.

63  — îşte bu cennetlere; kullarımızdan takva sahih­lerini mirasçı kılacağız.

 

«Rahmân'ın kullarına gıyaben va'dettiği ve onların da görmedik­leri halde yakîn ve îmânlarının kuvveti ile îmân etmiş oldukları Adn (devamlı ikâmet edilecek) cennetlerine günâhlarından tevbe edenler gireceklerdir. Şüphesiz O'nun sözü yerini bulacaktır.» âyeti bunun mey­dana gelmesini, sabit olduğunu ve istikrârını te'kîd makâmındadır. Şüphesiz Allah Teâlâ va'dinden dönmez ve va'dini değiştirmez. Nite­kim şu âyette de buna işaret edilmektedir: «Allah'ın va'di yerini bul­muştur.» (Müzzemmil, 18). Buradaki kelimesi: Kullar mut­laka oraya varacaklardır, anlamındadır. (...)

«Orada boş sözler işitmezler. Bunlar bazan dünyada bulunabilir ama cennetlerde düşük, değersiz ve anlamsız söz yoktur.» Sâdece «Se­lâm sözü işitirler.» kısmı yukardaki cümleden istisnâ-i munkatî ile is­tisna edilmiştir. Şu âyette de istisna aynı durumdadır: «Orada boş bir lâf, günâha sokacak bir şey işitmezler. Yalnız selâma karşılık selâm işitirler.» (Vakıa, 25-26).

«Ve sabah-akşam rızıklarını hazır bulurlar.» Sabah ve akşam va­kitleri gibi zamanlarda nzıklannı hazır bulacaklardır. Fakat onlar bir­birini ta'kîb eden vakitler içindedirler. Bu vakitlerin geçişini aydınlık ve nurlarla bilip tanırlar. Nitekim İmâm Ahmed şöyle diyor: Bize Ab-dürrezzâk'ın... Ebu Hüreyre'den rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: Cennete ilk girecek zümrenin suretleri ayın ondördüncü ge-cesindeki ayın sureti gibidir. Orada tükürmeyecekler, sümkürmeyecek-ler ve büyük abdest bozmayacaklardır. Onların kaplan ve tarakları al-tm ve gümüş, buhurdanlıkları buhur (öd) kokusu, terleri misktir. On­lardan her birinin iki eşi vardır. Bu eşlerin baldırlarının kemikleri (şef­faflığından) ve güzelliğinden etlerinin arkasından görülür. Araların­da zıdlık, düşmanlık yoktur. Kalbleri bir tek kalb üzeredir. «Sabah-akşam Allah'ı tesbîh ederler.» Hadîsi Buhârî ve Müslim Sahîh'lerinde Ma'mer kanalıyla tahrîc etmişlerdir. îmâm Ahmed'in Ya'kûb kanalıy­la... İbn Abbâs'tan rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş­tur : Şehîdler cennetin kapısında pırıl pml parıldayan bir nehirde ye­şil bir kubbe içindedirler. Sabah-akşam rızıkları onlara cennetten çı­karılır. Hadîsi bu kanaldan sâdece İmâm Ahmed rivayet etmiştir. Dah-hâk'm İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, «Ve sabah-akşam rızıklarmı hazır bulurlar.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Gece ve gündüz ölçü­lerine göre sabah-akşam nzıklannı hazır bulurlar. İbn Cerîr der ki:

Bize Ali İbn Sehm'in Velîd İbn Müslim'den rivayetinde o, şöyle di-' yor : Züheyr İbn Muhammed'e : «Sabah akşam rızıklarını hazır bulur­lar.» âyetini sordum, şöyle dedi: Cennette gece yoktur. Onlar ebedî bir nûr içindedirler. Onlar için gece ve gündüzün ölçüsü vardır. Ge­benin miktarını, örtülerin salıverilmesinden ve kapıların kapatılma-jmdan anlarlar. Gündüzün miktarını da örtülerin kaldırılıp kapıların açılmasından bilirler. Bu isnâd ile Velîd İbn Müslim'den, onun Hu-leyd'den, onun da Hasan el-Basrî'den rivayetinde cennetin kapıları da zikredilmiş olup şöyle deniliyor : Öyle kapılar ki içinden dışı görünür. Onlara hafîf bir sesle : Açılın, kapanın, denilir de öylece yaparlar. Ka-tâde : «Ve sabah-akşam rızıklarını hazır bulurlar.» âyeti hakkında şöy­le diyor : Orada iki zaman vardır, sabah ve akşam. Orada gece ve gün­düz yoktur. Orada sâdece aydınlık ve nûr vardır. Mücâhid de şöyle de­miştir : Sabah ve akşam yoktur. Sâdece dünyada iken alışmış oldukla­rı ve iştahlarının çektiği zamanlarda onlara rızıkları getirilir. Hasan, Katâde ve başkaları şöyle demiş : Araplar arasında nimet içinde olan kimse, sabah ve akşam yemeği yiyen idi. (Sabah ve akşam yemeği yi­yen kimse nimet içinde sayılırdı.) İşte Kur'an da onların içinde bulun­dukları hâle mutabık olarak indirilmiştir. Allah Teâlâ: «Ve sabah-ak-şam rızıklarını hazır bulurlar.» buyurmuştur. İbn Mehdî'nin Hammâd İbn Zeyd'den, onun Hişâm'dan, onun da Hasan'dan rivayetinde o, «Ve sabah-akşam rızıklarını hazır bulurlar.» âyeti hakkında şöyle demiş : Sabah akşamın hemen peşinden, akşam da sabahın hemen peşinden gelir. Orada gece yoktur. İbn Ebu Hâtim'in Ali İbn Htiseyn kanalıy­la... Ebu Hüreyre'den, onun da Hz. Peygamber (s.a) den rivayetinde şöyle buyurmuş : Cennet sabahlarından hiç bir sabah yoktur ki —bü­tün cennet, sabah vakitlerinden ibarettir— o sabahta Allah'ın dostu­na hurilerden bir eş zifaf olunmasın. Onların yaratılışça en aşağı mer­tebede olanı za'ferândandır. Ebu Muhammed hadîsin münker olduğu­nu söyler.

«İşte bu cennetlere; kullarımızdan takva sahiplerini mîrâsçı kıla­cağız.» Bu yüce sıfatlarla nitelemiş olduğumuz cennetlere Allah'tan sa­kınan kullarımızı mîrâsçı kılacağız. Onlar darlıkta ve bollukta Allah'a itaat eden, öfkelerini yenen ve insanları affeden kimselerdir. Nitekim Mü'minûn sûresinin başında şöyle buyruluyor: «Mü'minler gerçekten felah bulmuşlardır. Ki onlar; namazlarında huşu' içindedirler... İşte onlar vâris olanlardır. Onlar ki Firdevs'e vâris olacaklardır. Ve orada ebedî kalıcıdırlar.» (Mü'minûn, 1-11).[21]

 

64  — Biz, ancak Rabbının emri ile ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bu ikisi arasındaki her şey, O'nundur. Ve Rabbın unutkan değildir.

65  — O; göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanla­rın Rabbıdır. O halde O'na ibâdet et ve bu ibâdetinde de­vamlı ol. Sen, O'nun adaşı olduğunu bilir misin?

 

İmâm Ahmed'İn Ebu Ya'lâ ve Vekî' kanalıyla... İbn Abbâs'tan ri­vayetinde Allah Rasûlü (s.a.) Cibril'e : Bizi, ziyaret etmekte olduğun­dan daha çok ziyaret etmeni engelleyen nedir? diye sormuştu. Bunun üzerine : «Biz, ancak Rabbının emri ile ineriz...» âyeti nazil oldu. Ha­dîsi sâdece Buhâri tahrîc etmiş olup, bunu bu âyetin tefsirinde Ebu Nuaym'dan, o da Ömer İbn Zerr'den rivayet etmiştir. Ayrıca İbn Ebu Hatim ve îbn Cerîr de hadîsi Ömer İbn Zerr kanalıyla rivayet etmiş­lerdir. Bu ikisinin rivayetinde hadîsin sonunda şu fazlalık vardır : Bu, Muhammed (s.a.) e cevap olmuştur. İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî der ki: Cibril, Allah Rasûlü (s.a.) ne gelmedi de Allah Rasûlü (s.a.) buna çok üzülüp hüzünlendi. Cibril gelerek : Ey Muhammed, Biz, ancak Rabbı­nın emri ile ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bu ikisi arasındaki her şey O'nundur. Ve Rabbın unutkan değildir, dedi. Mücâhid der ki : Cibril Muhammed (s.a.) e on iki gece gelmedi, (müşrikler) : Muhammed terk edildi, dediler. Cibril Allah Rasûiüne gelince : Ey Cibril, bana gel­mekte geciktin. O kadar ki müşrikle? birçok zannda bulundular, dedi, de, «Biz, ancak Rabbının emri ile ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bu­nun arasındaki her şey O'nundur. Ve Rabbın unutkan değildir.» âye­ti nazil oldu. Bu âyet, Duhâ süresindeki âyet gibidir. Dahhâk İbn Mü-zâhim, Katâde, Süddî ve bir çoklarının söylediklerine göre bu âyet Cibril'in gelmemesi hakkında nazil olmuştur. Hakem İbn Ebân'ın İk-rîme'den rivayetinde o, şöyle demiş : Cibril Allah Rasûlü (s.a.) ne kırk gün gelmedi, sonra indi. Hz. Peygamber (s.a.) ona : İnmedin de so­nunda seni özledim, dedi. Cibril de kendisine : Bilakis ben seni daha çok özlemişimdir, diye cevab verdi. Bunun üzerine Cibril'e : Ona : «Biz, ancak Rabbının emri ile ineriz..." de, diye vahyolundu. Hadîsi tbn Ebu Hatim —Allah ona rahmet eylesin — rivayet etmiş olup garîbdir. îbn Ebu Hâtim'in Ahmed İbn Sinan kanalıyla... Mücâhid'den rivayetin­de o, şöyle anlatmış : Elçiler Hz. Peygamber (s.a.) e gecikti. Cibril ken­disine geldiğinde ona : Ey Cibril, seni gelmekten alıkoyan nedir? di­ye sordu. Cibril, ona şu cevabı verdi: Siz tırnaklarınızı kesmez, bıyık­larınızı kısaltmaz ve misvâklanmaz iken biz size nasıl gelelim? Sonra Mücâhid sonuna kadar olmak üzere: «Biz, ancak Rabbınm emri ile İneriz...» âyetini okudu. Taberânî der ki: Bize Ebu Âmir en-Nahvîf-nin... İbn Abbâs'tan onun da Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetine gö­re Cibril ona gelmekte gecikmişti. Hz. Peygamber bunu Cibril'e anlattı da : Siz dişlerinizi misvâklamaz, tırnaklarınızı kesmez, bıyıklarınızı kı­saltmaz ve parmaklarınızın boğumlarının iç taraflarında kalan kısım­larını temizlemezken biz (size) nasıl geliriz? dedi. İmâm Ahmed de hadisi Ebu'l-Yenımân'dan, o tsmâîl İbn Ayyâş'dan yukardakine ben­zer şekilde rivayet etmiştir. İmâm Ahmed'in Seyyar kanalıyla... Üm-mü Seleme'den rivayetine göre o, şöyle demiş : Allah Rasûlü (s.a.) ba­na : Oturma yerini bizim için düzelt. Zîrâ melek yeryüzüne inecek, bu­yurdu. Melek oraya hiç inmedi.

«Önümüzde, arkamızda ve bunun arasındaki her şey O'nundur.» Burada «Önümüzdeki» lerden maksad dünya işleri; «Arkamızdaki» lerden maksad da âhiret işleridir, denilmiştir. «Bu ikisi arasındaki» ise iki nefha arasındakilerdir. Bu açıklama; Ebu'l-Âtiye, îkrîme, Mücâhid, kendilerinden gelen rivayetlerinden birinde Saîd İbn Cübeyr ve Katâ-de, Süddî ve Rebî' İbn Enes'indir. «Önümüzdekiler» in ilerde başımıza gelecek âhiret işleri, «Arkamızdakiler» in geçen dünya işleri, «Bu iki­si arasındaki» de dünya ile âhiret arasındakiler olduğu da söylen­miştir. Bu açıklamanın bir benzeri îbn Abbâs, Saîd İbn Cübeyr, Dah-hâk, Katâde, İbn Cüreyc ve Sevrî'den de rivayet edilmiş olup, îbn Ce-rîr de bu açıklamayı tercih etmiştir. En doğrusunu Allah bilir. Mücâ-hid'in söylediğine göre «Ve Rabbm unutkan değildir..» âyetinin anla­mı : Rabbın seni unutmadı, şeklindedir. Mücâhid'den rivayetle daha önce geçtiği üzere bu âyet-i kerîme, Allah Teâlâ'nın «Andolsun, kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye ki, Rabbın ne seni terketti, ne de danldı.» (Duhâ, 1-3) âyetleri gibidir. İbn Ebu Hatim derki: Bize Ye-zîd İbn Muhammed İbn Abdüssamed ed-Dimaşkî'nin... Ebu Derdâ'dan —Ebu Derdâ hadîsi .merfû' olarak rivayet ediyor— rivayetinde şöyle buyruimuş : Allah Teâlâ'nın kitabında helâl kıldığı helâldir. Haram kıldığı şey de haramdır. Bir şeyin hükmünü beyân buyurmamışsa bu, O'nun bağışıdır. Allah'tan O'nun bağışını kabul edin. Şüphesiz Allah, herhangi bir şeyi unutacak değildi. Sonra da Ebu Derdâ, «Ve Rabbm unutkan değildir.» âyetini okumuş.

«O; göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbıdır.» Bun­ları yaratan, idare eden, onlara hâkim olan, hükmünü değiştirip ge­ciktirecek kimsenin olmadığı yegâne tasarruf sahibidir. «O halde O'na ibâdet et ve bu ibâdetinde devamlı ol. Sen O'nun adaşı olduğunu bilir misin.» Ali İbn Ebu Talha'nın İbn Abbâs'tan rivayetinde o, şöyle de­miş : «Sen O'nun adaşı olduğunu bilir misin hiç?» Mücâhid, Saîd İbn Cübeyr, Katâde, îbn Cüreyc ve başkaları da böyle söylemiştir. îbn Abbâs'tan rivayetle îkrime ise şöyle diyor: Allah Teâlâ'dan başka «Rah­man» diye isimlendirilen hiç kimse yoktur. O yücedir, ismi kutsaldır.[22]

 

66  — însan der ki: Ben öldüğümde mi diriltileceğim?

67  — İnsan hiç düşünmez mi ki; kendisi önceden bir şey değilken Biz yarattık onu.

68  — Rabbına andolsun ki; Biz onları da, şeytânları da beraber mutlaka hasredeceğiz. Sonra cehennemin ya­nında diz çöktürerek hazır bulunduracağız.

69  — Sonra her toplumdan Rahmân'a karşı en çok başkaldıranları ortaya koyacağız.

70  — Cehenneme en çok lâyık olanları elbette Biz, bi­liriz.

 

Ölümden Sonra Diriliş

 

Allah Teâlâ insanın, ölümünden sonra tekrar diriltilmesine şaşıp bunu uzak gördüğünü haber verir. Nitekim başka âyetlerde de şöyle buyurmaktadır. «Şaşacaksan onların: Biz toprak olunca yeniden mi yaratılacağız? demelerine şaşmak gerekir.» (Ra'd, 5), «însan, gerçek­ten kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir düşman kesilmektedir. Kendi yaratılışım unutarak Bize bir misâl getirdi. Çürümüşken kemikleri diriltecek kimdir? dedi. De ki: Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı en iyi bilendir.» (Yâsîn, 77-79). Burada ise şöyle buyuruyor : «însan der ki: Ben Öldü­ğümde mi diriltileceğim? însan hiç düşünmez mi ki; kendisi Önceden bir şey değilken Biz yarattık onu.» Allah Teâlâ burada (yaratıkları) diriltmeye, onları ilk yaratışını delil getirir. Yani Allah Teâlâ insanı bir şey değilken yaratmıştır. O bir şey olduktan sonra onu tekrar mı diriltemeyecek? Nitekim başka bir âyette şöyle buyrulur: «önce ya­ratan sonra onu tekrar eden O'dur. Bu, O'nun için daha kolaydır.» (Rûm, ?7). Sahîh bir hadîste belirtildiğine göre Allah Teâlâ şöyle bu­yuruyor : Beni yalanlama hakkı yok iken âdemoğlu " Beni yalanladı. Bana eziyet vermeye hakkı yok iken âdemoğlu Bana eziyet verdi. Onun beni yalanlaması: Başladığı gibi beni tekrar diriltemeyecektir, deme-sidir. Yaratmanın ilki elbette Bana sonrakinden daha kolay değildir. Bana eziyet vermesine gelince; Ben Ehad, Samed, doğmamış, doğrul­mamış, hiç kimsenin dengi olmadığı (Allah) iken onun, Benim çocu­ğum olduğunu söylemesidir.

«Rabbına andolsun ki; Biz onları da, şeytânları da beraber hasre­deceğiz.» âyetinde Rab Teâlâ yüce nefsine yemîn ediyor ki, onların to­punu ve Allah'ın dışında tapmagelmekte oldukları şeytânlarını birlik­te haşredecektir. «Sonra cehennemin yanında diz çöktürerek hazır bu­lunduracağız.» İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî kelimesini; «oturtarak, oturur halde» şeklinde açıklar. Buna göre bu âyet, Allah Teâlâ'nm : «Her ümmeti dizüstü çökmüş görürsün.» (Câsiye, 28) âye­ti gibidir. («Sonra cehennemin yanında diz çöktürerek hazır bulundu­racağız.» âyeti hakkında Süddî: Yani dikilir halde hazır bulunduraca­ğız, demiştir. Mürra kanalıyla İbn Mes'ûd'dan da bu açıklamanın ben­zeri rivayet edilmiştir. Mücâhid'in söylediğine göre; «Sonra her top­lumdan Rahmân'a en çok baş kaldıranları ortaya koyacağız.» âyetin-deki toplumdan, her bir ümmet kasdedilmektedir. Sevrî'nin Ali İbn Akmer'den, onun Ebu Ahvas'tan, onun da tbn Mes'ûd'dan rivayetinde o, şöyle demiştir: Birbiri üzerine hapsedilip tutulacaklar ve sonunda sayı tamamlanınca (Rab Teâlâ) onların topuna birden gelip, cürüm yönüyle en büyük olanlarından başlayacaktır. İşte Allah Teâlâ'nın: ((Sonra her toplumdan Rahmân'a karşı en çok baş kaldıranları ortaya koyacağız.» kavli budur. «Sonra her toplumdan Rahmân'a karşı en çok baş kaldıranları ortaya koyacağız.» âyeti hakkında Katâde şöyle bir açıklama getirir: Sonra her din ehlinden onların kötülükte idare­cileri ve ileri gelenlerini çıkarıp ayıracağız. İbn Cüreyc ile Seleften bir çokları da böyle söylemiş olup bu, Allah Teâlâ'nm şu kavli gibidir: «Nihayet hepsi birbiri ardından orada toplanınca, sonrakiler öncekiler için derler ki: Rabbımız, işte bizi bunlar saptırdı. Onun için bunlara ateşten katmerli azâb ver. Buyurur ki: Hepiniz için katmerlidir. Ne var ki bilmezsiniz. Öncekiler de sonrakilere : Sizin bizden bir üstün­lüğünüz yoktur. Öyleyse ne kazandıysanız karşılığı olan azabı tadın, dediler.» (A'râf, 38-39).

Sonra «Cehenneme en çok lâyık olanları elbette Biz biliriz.» âyeti burada haberin haber üzerine atfı kabîlindendir. Kasdedilen; Allah Teâlâ'nın, kullarından cehennem ateşine atılıp orada ebedî kalmayı hak edenle hakkında azabın kat kat kılınmasına müstehak olanı en iyi bilen olduğudur. Nitekim daha önce gecen bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyrulmaktaydı: «Hepiniz için katmerlidir. Ne var ki bilmezsi­niz.» (A'râf, 38).[23]

 

71  — Sizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, Rabbının yapmayı üzerine aldığı kesin bir hükümdür.

72  — Sonra Biz, takvaya erenleri kurtaracağız. Zâ­limleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.

 

İmam Ahmed der ki: Bize Süleyman îbn Harb'ın... Ebu Sümey-ye'den rivayetinde o, şöyle anlatıyor : (Cehenneme) uğrama konusun­da ihtilâfa düştük. Bir kısmımız: İnanan oraya girmeyecektir, derken; bazıları da : Topu oraya girecek, sonra Allah Teâlâ takvaya erenleri kurtaracak, dediler. Câbir îbn Abdullah'a kavuşup ona : Cehenneme uğrama konusunda ihtilâfa düştük, dedim. Topu birden oraya vara­caktır (girecektir), dedi. —hâvilerden Süleyman, bir keresinde : Topu birden oraya girecektir, demiştir.— Ve iki parmağını kulaklarına doğ­ru götürüp : Susunuz; eğer Allah Rasûlü (s.a.) nün şöyle buyurduğu­nu işitmemiş olaydım (elbette bunu söylemezdim) : Hiç bir iyi ve kötü kalmaksızın herkes oraya girecektir. Ancak mü'mine soğuk ve selâ­met yeri olacaktır. Nitekim Hz. İbrahim (a.s.) e de öyle olmuştu. O kadar ki onların soğukluğundan cehennem feryâd edecektir. Sonra: Allah Teâlâ takvaya erenleri kurtarıp zâlimleri orada diz çökmüş ola­rak bırakacaktır, diye ekledi. Hadîs garîb olup tahrîc etmemişlerdir. Hasan İbn Arafe'nin Mervân İbn Muâviye kanalıyla... Hâlid İbn Ma*-dân'dan rivayetinde o, şöyle demiş : Cennetlikler cennete girdikten son­ra : Rabbımız bize cehenneme uğramayı va'detmemiş miydi? diyecek­ler de, şöyle buyuracak: Siz o sönük iken uğradınız. Abdürrezzâk'ın îbn Uyeyne kanalıyla... Kays îbn Ebu Hâzim'den rivayetinde o, şöyle anlatmış: Abdullah İbn Revâha başını eşinin kucağına koymuş ve ağ­lamıştı. Eşi de ağladı. Abdullah : Seni ağlatan nedir? diye sordu da hanınu şöyle dedi: Senin ağladığını görüp ben de ağladım. Abdullah de­di ki: Ben Allah Teâlâ'nın: «Sizden oraya gitmeyecek hiç kimse yok­tur.» kavlini hatırladım. Bilmiyorum; orada kurtulacak mıyım, yoksa kurtulmayacak mıyım? Başka bir rivayette Abdullah İbn Revâha'mn o sırada hasta olduğu kaydedilmektedir. İbn Cerîr'in Ebu Küreyb ka­nalıyla... Ebu İshâk'tan rivayetinde Ebu Meysere, yatağına girdiği za­man : Keşke annem beni doğurmamış olaydı, der sonra ağlarmış. Ey Ebu Meysere, seni ağlatan nedir? denilmiş de şöyle cevablamış: Bizim oraya (cehenneme) mutlaka uğrayacağımız bize haber verildi ama oradan çıkacağımız bize haber verilmedi. Abdullah İbn Mübârek'in Ha­san el-Basrî'den rivayetine göre; o, şöyle anlatmış : Bir adam kardeşi­ne : Senin ateşe gireceğin (haberi) sana geldi mi? demişti. Kardeşi; evet, dedi. Oradan çıkacağın haberi sana geldi mi? diye sordu, kardeşi; hayır, dedi. O halde bu gülüş niçin? diye sordu. Bir daha da Allah'a kavuşuncaya kadar güler halde görülmedi. Yine Abdürrezzâk'ın İbn Uyeyne kanalıyla... îbn Abbâs'm Nâfi' İbn Ezrâk ile münâkaşasını işiten birisinden rivayetine göre îbn Abbâs: (Cehenneme) uğrama, girme değil midir? dedi. Nâfi'; hayır, diye cevabladı. İbn Abbâs : «Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız, şüphesiz ki cehennem odunusunuz. Oraya gireceksiniz.» (Enbiyâ, 98) âyetini okudu. Bu girmek midir, yok­sa değil midir? «O, kıyamet gününde kavmine öncülük eder ve onları ateşe götürür.» (Hûd, 98) Bu girmek midir, yoksa değil midir? Bana ve sana gelince; biz oraya gireceğiz. Oradan çıkıp çıkmayacağımıza bak. Senin yalanlamanla Allah'ın seni oradan çıkaracağını sanmıyo­rum, dedi. Bunun üzerine Nâfi' güldü. İbn Cüreyc'in Atâ'dan rivaye­tine göre Ebu Râşid el-Harûrî —ki bu zât Nâfi' îbn Ezrâk'dır—: «Ce­hennemin uğultusunu duymazlar.» (Enbiyâ, 102) dedi. İbn Abbâs : Yazıklar olsun sana, sen mecnûn musun? Allah Teâlâ'nın: «O, kıya­met gününde kavmine öncülük eder ve onları ateşe götürür.» (Hûd, 98), «Mücrimleri de suya götürür gibi cehenneme süreriz.)) (Meryem, 86), «Sizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur.» âyetleri nerede kal­dı? Allah'a yemîn olsun ki geçenlerin duası şöyle idi: Ey Allah'ım, be­ni ateşten salimen çıkar ve beni kazançlı olarak cennete girdir. İbn Ce­rîr'in Muhammed İbn Ubeyd el-Muhâribî kanalıyla... Mücâhid'den ri­vayetinde o, şöyle anlatmış : İbn Abbâs'ın yanındaydım. Ona Ebu Râ­şid denilen birisi geldi —O Nâfi' İbn Erzâk'tır— ve İbn Abbâs'a : Ey İbn Abbâs, Allah Teâlâ'nın : «Sizden oraya gitmeyecek hiç kimse yok­tur. Bu, Rabbının yapmayı üzerine aldığı kesin bir hükümdür.» âyeti hakkında ne dersin? dedi. İbn Abbâs şöyle cevabladı: Ey Ebu Râşid, ben ve sen oraya gireceğiz. Bak bakalım oradan çıkacak mıyız, yoksa çıkmayacak mıyız? Ebu Dâvûd et-Tayâlisî'nin Şu'be'den, onun Abdullah îbn Sâib'den, onun da İbn Abbas'ı' ccSizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur.» âyetini okurken işiten birisinden rivayete göre, burada kâfirler kasdedilmektedir. Aynı şekilde Ömer îbn Velîd de İkrime'nin, âyeti «Sizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur.» şeklinde okuduğunu ve şöyle dediğini rivayet eder : Bunlar zâlimlerdir. Biz böylece okurduk, îkrime'nin bu açıklamasını İbn Ebu Hatim ve Îbn Cerîr rivayet eder. Avffnin «Sizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, Rabbının yap. mayı üzerine aldığı kesin bir hükümdür.» âyeti hakkında İbn Abbas*-tan rivayetinde, burada hem iyiler hem de günahkârlar kasdedilmek­tedir. Allah Teâlâ'nın Firavun için : «O, kıyamet gününde kavmine öncülük eder ve onları ateşe götürür. Ne kötü yerdir onların gittikleri yer.» (Hûd, 98) ve «Mücrimleri de suya götürür gibi cehenneme süre­riz.» (Meryem, 86) buyurduğunu işitmez misin? Ateşe gitme, (oraya) girme olarak isimlendirilmiştir. Yoksa bu kelimede oradan çıkma an­lamı yoktur. İmâm Ahmed'in Abdurrahmân kanalıyla... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) «Sizden oraya gitme­yecek hiç kimse yoktur.» âyeti hakkında şöyle buyurmuştur: Bütün insanlar ateşe uğrayacaktır. Sonra onlar, amelleri ile oradan çıkacak­lardır. Hadîsi Tirmizî de Abd İbn Humeyd kanalıyla... Süddî'-den riva­yet etmiştir. Ayrıca Tirmizî, hadîsi Şu'be kanalıyla... İbn Mes'ûd'dan mevkuf olarak da rivayet eder. Bu hadîs burada merfû' olarak bu şe­kilde vâki' olmuştur. Ayrıca Esbât'ın Süddî'den, onun Mürre'den, onun da Abdullah îbn Mes'ûd'dan rivayetinde o, şöyle demiştir: Bütün in­sanlar Sırât'a uğrayacaktır. Onların Sırât'a uğramaları, ateşin çevre­sinde dikilmeleridir. Sonra Sırât'tan amelleri ile geçip çıkacaklardır. Onlardan şimşek gibi geçenleri, rüzgâr gibi geçenleri, kuş gibi geçen­leri, en cins at gibi geçenleri, en iyi cins deve gibi geçenleri, insanın koşması gibi geçenleri vardır. Onların geçmekte en sonuncuları, iki ayağının iki parmaklarının önünde bir nûr olan kişidir. Onunla Sırât'ı gözleyerek geçer. Sırat kaygandır. Üzerinde geven dikeni' gibi dikenler vardır. İki tarafında yanlarında ateşten kancalar olan, melekler var­dır. Bu kancalarla insanları ansızın yakalayıverirler... Ve râvî hadîsin tamâmını zikretti. Hadîs îbn Ebu Hatim tarafından da rivayet edil­miştir. İbn Cerîr der ki: Bize Hallâd İbn Eslem'in... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetinde o: «Sizden oraya gitmeyecek hiç kimse yok­tur.» âyeti hakkında şöyle demiş : Sırat, cehennem üzerinde kılıcın keskin tarafı gibidir. Birinci tabaka şimşek gibi, ikincisi rüzgâr gibi, üçüncüsü en cins atlar gibi, dördüncüsü en cins hayvanlar gibi geçer. Sonra (diğerleri) geçerken melekler: Ey Allah'ım kurtar, kurtar, der­ler. Bu hadîsin Buhârî ile Müslim'in Sahîh'lerinde ve başka eserlerde Enes, Ebu Saîd, Ebu Hüreyre, Câbir ve başka sahâbîlerden rivayetle şâhidleri vardır.

îbn Cerîr der ki: Bana Ya'kûb'un... Ğuneym İbn Kays'dan riva­yetine göre; «cehenneme uğrama» zikredilmiş de, Kâ'b şöyle demiş: Cehennem insanlar için tutulur (teskin edilir) da sanki donmuş bir yağın yüzü gibi olur. Nihayet iyisi ile günahkârı ile bütün yaratıkların ayakları onun üzerine basınca bir münâdî ona: Ashabını tut, benim ashabımı bırak, diye nida eder. Cehenneme ehil olan herkesi batırır. Şüphesiz o, cehenneme ehil olanları kişinin çocuğunu bilmesinden da­ha iyi bilir. İnananlar ise elbiseleri ıslanmış olarak çıkarlar. Kâ'b şöy­le devam eder: Cehennemin koruyucularından bir koruyucunun iki omuzu arası bir senelik yoldur. Onlardan her birerinin elinde çatal bir direk vardır. Bu direği öyle bir sallar ki bununla yedi yüzbin kişi ate­şe yıkılır.

îmam Ahmed der ki: Bize Ebu Muâviye'nin... Hz. Hafsa'dan ri­vayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) : Şayet Allah dilerse Bedir ve Hu-deybiye'de bulunmuş hiç kimsenin ateşe girmeyeceğini umuyorum, bu­yurmuştur. Hz. Hafsa der ki: Ben; Allah Teâlâ: «Sizden oraya gitme­yecek hiç kimse yoktur.» buyurmuyor mu? dedim de, şöyle buyurdu­ğunu işittim: «Sonra Biz, takvaya erenleri kurtaracağız. Zâlimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.» Yine İmâm Ahmed'in îbn îdrîs kanalıyla... Zeyd İbn Hârise'nin hanımından rivayetine göre o, şöyle anlatmış: Allah Rasûlü (s.a,) Hz. Hafsa'nın evindeydi. Bedir ve Hudeybiye'de bulunan hiç kimse ateşe girmeyecek, buyurdu. Hz. Haf-sa; Allah Teâlâ : «Sizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur,» buyur­muyor mu? diye sordu da Allah Rasûlü (s.a.) : «Sonra Biz, takvaya erenleri kurtaracağız.» buyurdu. Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde Zührî kanalıyla... Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayetlerine göre Allah Ra­sûlü (s.a.) şöyle buyurmuş : Müslümanlardan bir kimsenin üç çocuğu ölürse son derece az olanın dışında ateş ona dokunmayacaktır. Abdür-rezzâk'm Ma'mer kanalıyla... Ebu Hüreyre'den rivayetinde Hz. Pey­gamber (s.a.) şöyle buyurmuş : Kimin üç çocuğu ölürse son derece az olanın dışında ateş ona dokunmaz. Bununla Allah Rasûlü ona (cehen­neme) uğramayı kasdedmiştir. Ebu Dâvûd et-Tayâlisî'nin Zem'a ka­nalıyla... Ebu Hüreyre'den rivayetinde o, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle bu­yururken işitmiş : Bir müslümanm üç çocuğu ölürse son derece az ola­nın dışında ateş ona dokunmaz. Zührî der ki: Allah Rasûlü sanki bununla «Sizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, Rabbınm yapmayı üzerine aldığı kesin bir hükümdür.» âyetini kasdetmektedir. tbn Cerîr'm îmrân İbn Bekkâr kanalıyla... Ebu Hüreyre'den rivayetin­de o, şöyle anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) ashabından sıtmaya tutulmuş birini ziyaret etmek üzere çıkmıştı. Ben de yanındaydım. Sonra şöyle buyurdu : Şüphesiz ki Allah Teâlâ: Bu (sıtma humması, hara­reti) âhiretteki ateşten nasibi olsun diye inanan kuluma musallat et­tiğim ateşimdir, buyurur. Hadîs garîb olup bu kanaldan tahrîc etme­mişlerdir. Yine İbn Cerîr'in Ebu Küreyb kanalıyla... Mücâhid'den riva­yetinde o: Humma her mü'minin ateşten payıdır, demiş sonra da: «Sizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur.» âyetini okumuştur. İmâm Ahmed der ki: Bize Hasan'ın... Muâz İbn Enes el-Cühenî'den, onun da Allah Rasûlü (s.a.) nden rivayetinde şöyle buyurmuş : Kim, sonu­na kadar on kere «De ki: O, Allah tektir...» sûresini (Ihlâs Sûresi) okursa; Allah Teâlâ onun için cennette bir köşk inşâ eder. Ömer : Ey Allah'ın elçisi, o halde bu sûreyi çokça okuyalım, dedi de Allah Rasû­lü (s.a.) şöyle buyurdu : Allah Teâlâ en çok ve en temizdir. Allah Ra­sûlü (s.a.) buyurdu ki: Kim, Allah yolunda bin âyet okursa; kıyamet günü peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihlerle birlikte yazılır. Al­lah dilerse bunlar ne güzel arkadaştırlar. Kim de Allah yolunda müs-lümanların arkasını bir sultanın ücreti ile değil de nafile olarak (üc­retsiz olarak) korursa, son derece az olanın dışında iki gözüyle ateşi görmez. Allah Teâlâ : «Sizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur.» bu­yurmuştur. Şüphesiz Allah yolunda zikir ve nafaka yedi yüz kat katla­nır. Diğer bir rivayette de: Yedi yüz bin kat katlanır, buyurulmuştur. Ebu Davud'un Ebu Tâhir kanalıyla... SehTden, onun babasından, onun da Allah Rasûlü (s.a.) nden rivayetine göre, Namaz, oruç ve zikir Al­lah yolunda harcama üzerine yedi yüz kat katlanır (bunların sevabı Allah yolunda harcamanın yedi yüz katıdır). Abdürrezzâk'ın Ma'mer'-den, onun da Katâde'den rivayetine göre o, «(Sizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur.» âyeti hakkında: Bu, onun üzerinden geçmektir, de­miştir. «Sizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur.» âyeti hakkında Abdurrahmân îbn Eşlem de şöyle diyor; Müslümanların uğraması, onun üzerindeki köprüden geçmeleridir. Müşriklerin uğraması ise ona girmeleridir. Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyuruyor : O gün ayağı kayan erkek ve kadınlar pek çoktur. O gün köprüyü iki saf melek kuşatmıştır. Onların duaları: Ey Allah, kurtar, kurtar, şeklindedir. Süddî'nin Mür-re'den, onun da İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre; o, «Bu, Rabbının yap­mayı üzerine aldığı kesin bir hükümdür.» âyeti hakkında şöyle diyor: Bu, Rabbının üzerine aldığı kesinleşmiş bir yemindir. Mücâhid de âyet­teki kelimesini; kazadır, şeklinde açıklar. İbn Cüreyc de böy­le söylemiştir.

«Sonra Biz, takvaya erenleri kurtaracağız.» Bütün yaratıklar ateş üzerinden geçip kâfirler ve günâhları ölçüsünde günahkâr âsîlerden ona düşenler düştükten sonra Allah Teâlâ amelleri ölçüsünde inanmış ve takvaya ermiş kimseleri oradan kurtaracaktır. Onların Sırat üze­rinden geçmeleri ve hızları dünyada yapmış oldukları amelleri ölçü-süncedir. Sonra (Bu geçenler) inananlardan büyük günâh sâhibleri hakkında şefaat edeceklerdir. Melekler, peygamberler ve inananlar şe­faat edecekler de yüzleri —ki secde yerleridir— dışında ateş tarafından yenilmiş birçok kimseyi çıkaracaklardır. Onların bu kimseleri ateşten çıkarmaları, kalblerindeki îmânları ölçüsüncedir. Önce kalbinde îmân­dan bir dînâr ağırlığı olan kimleri çıkaracaklar, sonra onları ta'kîb eden­leri sonra onları ta'kîb edenleri, sonra da onların peşinden gelenleri çı­karacaklardır. Nihayet kalbinde îmândan en aşağı, en aşağı, en aşağı zer­re ağırlığı olanı çıkaracaklardır. Daha sonra Allah Teâlâ, hiç bir hayır işlememiş dahî olsa ömründe bir gün «Allah'tan başka ilâh yoktur.» di­yenleri de ateşten çıkaracak, orada devamlı kalması vâcib olanlar dışın-tia ateşte kimse kalmayacak. Nitekim bu hususta Allah Rasûlü (s.a.) nden rivayet edilen sahîh hadîsler mevcûddur. Bu sebeple Allah Teâlâ : «Sonra Biz, takvaya erenleri kurtaracağız. Zâlimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.» buyurmuştur.[24]

 

73  — Âyetlerimiz kendilerine açıkça  okunduğu   za­man; küfreden o adamlar mü'minlere : Bu iki takım insa­nın hangisinin makamı daha iyi ve yeri daha güzeldir? derler.

74  — Onlardan önce nice nesilleri yok ettik ki, var­lıkça ve gösterişçe bunlardan çok daha üstündüler.

 

Allah Teâlâ haber veriyor ki Allah'ın; delâleti açık, hüccet ve bür-hânlığı son derece ayân-beyân âyetleri kâfirlere açıkça okunduğu za­man onlar, bundan yüz çevirip inananlara karşı öğünüp içinde bulun­dukları bâtıl dinin sıhhatına onların durumlarını delil getirerek der­ler ki : «Bu iki takım insanın hangisinin makamı daha iyi ve yeri da­ha güzeldir?» Yani bu iki takımdan kimin evleri daha güzel, mahalle­leri daha yüksek ve sohbet meclisleri daha güzeldir? Âyette geçen kelimesi, erkeklerin konuşmak için toplandıkları yerdir. Ya­ni onların sohbet meclisleri daha ma'mûr, gelip gideni daha çoktur.

Bununla şöyle demek istiyorlar : Bu derecede olduğumuz halde nasıl olur da biz bâtılda; onlar ise Erkam İbn Ebu el-Erkam ve benzeri ma­hallelerde gizleniyor oldukları halde hak üzere olurlar? Nitekim Allah Teâlâ, onlardan haber vererek şöyle buyurur : «O küfredenler inanan­lar için : Bu iş, bir hayır olsaydı onlar bunda bizi geçemezlerdi, dedi­ler.» (Ahkâf, 11), Nuh'un kavmi de şöyle demişti: «Sana mı inanaca­ğız? Halbuki sana uyanlar en rezîl kimselerdir.» (Şuarâ, 111). Allah Teâlâ ise şöyle buyurur : «Biz, böylece onların bir kısmını bir kısmıyla denedik ki: Aramızdan Allah bunlara mı lütfetti? desinler. Allah, şük-redenleri daha iyi bilen değil midir?» (En'âm, 53). Bu sebeple Allah Teâlâ, onların şüphelerine bir red makamında olmak üzere şöyle bu­yurmaktadır : «Onlardan önce nice nesilleri yok ettik.» Yalanlayan ne­sil ve ümmetlerden nicelerini küfürleri sebebiyle helak etmişizdir. On­lar varlıkça ve gösterişçe, mal, şekil ve görünüşleri ile bunlardan çok daha üstün, çok daha güzeldiler. A'meş'in Ebu Zabyân'dan, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre; İbn Abbâs âyetteki kelime­sini ev ile, kelimesini meclis ile, kelimesini eş­ya ile, kelimesini de görünüşle tefsir etmiştir. İbn Abbâs'­tan rivayetle Avfî ise şöyle diyor : Makam, meskendir. Nediyy; meclis, nimet ve içinde oldukları güzelliktir. Bu, Allah Teâlâ'nm kendilerini helak ettiği zamanda Firavun kavmi hakkında buyurdukları gibidir. Allah Teâlâ onların durumunu Kur'an'da şöyle nakleder : «Onlar nice nice bağlan, pınarları bırakmışlardı.» (Duhân, 25); Makam; mesken ve nimet, Nediyy ise toplanageldikleri toplantı ve meclistir. Allah Te­âlâ Lût kavminin durumu hakkında elçisine anlattıkları içinde : «Ve toplantılarınızda fena şeyler yapmıyor musun?» (Ankebût, 29) buyu­rur ki; araplar, meclise nâdî ismi verir. Katâde şöyle diyor : Muham-med (s.a.) in ashabının yaşantılarmdaki zorluğu ve benizlerindeki sol­gunluğu gördükleri zaman şirk ehli işitmekte olduğunuz şu sözlerle onların karşılarına çıktılar : «Bu iki takım insanın hangisinin makamı daha iyi ve yeri daha güzeldir.» Mücâhid ve Dahhâk da böyle söylemiş­lerdir. Kimileri âyetteki «esâs» kelimesinin mal anlamına geldiğini, kimileri eşya anlamına geldiğim, kimileri de elbise anlamına geldiğini söylemiştir. Âyetin son kelimesi olan kelimesinin ise görü­nüş anlamında olduğu söylenmiştir. Nitekim İfcn Abbâs, Mücâhid ve bir çokları böyle söylüyor. Hasan el-Basrî ise, burada suretlerin kasde-dildiğini söyler. Mâlik de burayı : Mal yönünden daha çok, suretler yö­nünden daha güzel, diye açıklar. Bu açıklamaların hepsi birbirine ya­kın ve doğrudur.[25]

 

75 — De ki: Rahman, sapıklıkta olanın günlerinin uzunluğunu uzattıkça uzatır. Nihayet tehdîd edildikleri azabı veya kıyamet gününü gördükleri zaman; kimin ye­rinin daha kötü ve taraftarlarının daha güçsüz olduğunu bileceklerdir.

 

Allah Teâlâ buyurur ki: Ey Muhammed, Rablarına şirk koşan, kendilerinin hak üzere, sizin de bâtıl üzere olduğunuzu ileri süren şu müşriklere söyle: Rahman, sizden ve bizden sapıklıkta olanın günle­rinin uzunluğunu uzattıkça uzatır. Süresi bitip Rabbına kavuşuncaya kadar içinde bulunduğu durumda Rahman ona mühlet verir. Nihayet tehdîd edildikleri ve başlarına gelecek kıyamet gününü gördükleri za­man, delil getirmiş oldukları makamın hayırlılığı ve yerin güzelliği mu­kabilinde kimin yerinin daha kötü ve taraftarlarının daha güçsüz ol­duğunu bileceklerdir.

«Günlerinin uzunluğunu uzattıkça uzatır.» âyeti hakkında Mücâ-hid: Allah Teâlâ onu azgınlığı içinde bırakır, demiştir. Ebu Ca'fer İbn Cerîr —Allah ona rahmet eylesin— de böyle anlatmıştır. Bu, içinde bu­lundukları durumda hidâyet üzere olduklarını sanan müşriklerle kar­şılıklı la'netleşmedir. Nitekim Allah Teâlâ, «De ki: Ey Yahudiler, tüm insanları bir yana bırakarak yalnız kendinizin mi Allah'ın dostları ol­duğunuzu iddia ediyorsunuz? öyleyse bunda samimî iseniz ölümü te-mennî edin.» (Cum'a, 6) âyetinde yahûdîlerle la'netleşmeyi zikretmiş­tir. Yani bizden ve sizden bâtıl üzere olanın ölümüne duâ edelim. Şa­yet siz hak üzere olduğunuzu ileri sürüyorsanız bu duâ size zarar ver­meyecektir. Ve yahûdîler bundan imtina' edip vazgeçmişlerdir. Bunun genişçe açıklaması daha önce Bakara suresinde geçmişti. Hanıd, Al­lah'a mahsûstur. Ayrıca küfür üzere ısrar edip; Hz. îsâ'nın, Allah'ın cğlu olduğu iddialarında aşırı gitmekte devam ettiklerinde Hıristiyan-larla olan la'netleşme Âl-i îmrân sûresinde zikredilmektedir. Allah Te­âlâ Hz. îsâ'nın kulluğu ile onun Hz. Âdem gibi yaratılmış olduğuna de­lâlet eden hüccet ve burhanlarını zikrettikten sonra şöyle buyurur : «Sana ilim geldikten sonra; kim seninle tartışırsa de ki: Gelin oğulla­rımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kenelinizi çağıralım. Sonra la'netleşelim. Allah'ın la'netinin yalancıların üs­tüne olmasını dileyelim.» (Âl-i İmrân, 61). Hıristiyanlar aa bundan imtina' etmişlerdir.[26]

 

76 — Allah, hidâyete erenlerin hidâyetini artırır. Ba­kî kalacak sâlih ameller; Rabbının katında hem sevâb ola­rak daha hayırlı, hem de netice olarak daha hayırlıdır.

 

Allah Teâlâ sapıklıkta olanların, içinde bulundukları durumdan medet ummalarını ve üzerinde bulundukları hallerinin (sapıklıkları­nın) arttığını zikrettikten sonra hidâyete erenlerin hidâyetlerinin art­tığını haber verir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyurulur : «Bir sûre indirilince onlardan kimi: Bu, hanginizin îmânını artırdı? der. îmân etmiş olanlara gelince; onların îmânını artırmıştır. Ve on­lar, birbirleriyle müjdeleşirler. Kalelerinde hastalık bulunanların ise, murdarlıklarına murdarlık katmıştır. Ve kâfir olarak ölmüşlerdir.» (Tevbe, 124-125). «Bakî kalacak sâlih ameller» in açıklaması daha ön­ce geçmişti. Bununla ilgili hadîsler de Kehf sûresinde verilmişti. «Bakî kalacak sâlih ameller; Rabbmın katında hem sevâb, mükâfat olarak daha hayırlı, hem de netîce olarak (ve sahibine faydalı olması yönüy­le) daha hayırlıdır.» Abdürrezzâk'ın Ömer İbn Râşid kanalıyla... Ebu Seleme îbn Abdurrahmân'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor : Al­lah Rasûlü (s.a.) bir gün oturdu, kuru bir dal aldı. Bir yaprağı düşür­dü sonra şöyle buyurdu : Şüphesiz «Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah en yücedir. Hamd, Allah'a mahsustur. Allah'ı tesbîh ederim.» sözleri; rüzgânn şu ağaçtan yaprağı düşürmesi gibi hatâları düşürür. Ey Ebu Derdâ, seninle aralarına engel konulmazdan önce bunlara yapış. Bun­lar; bakî kalacak sâlih amellerdir. Bunlar; cennet hazînelerindendir. Râvî Ebu Seleme der ki: Bu hadîs anıldığı zaman Ebu Derdâ : Mutla­ka Allah'ı tehlîl edeceğim, Allah'ı ululayacağım, Allah'ı tesbîh edece­ğim, o kadar ki beni gören bir bilgisiz benim deli olduğumu sanır. Gö­rünüşü ile bu hadîs mürseldir. Fakat bazan Ebu Seleme rivayeti ile Ebu Derdâ'dan nakledilmektedir ki, en doğrusunu Allah bilir. Hadîs İbn Mâce'nin Sünen'inde Ebu Muâviye kanalıyla... Ebu Derdâ'dan riva­yetle bu şekilde mevcûd olup râvî hadîsi yukardakine benzer şekilde zikretmiştir.[27]

 

77  — Âyetlerimizi inkâr eden; bana elbette mal ve ço­cuk verilecektir, diyeni gördün mü?

78  — O, görülmeyeni mi biliyor, yoksa Rahman ka­tından bir söz mü almış?

79  — Hayır, onun söylediğini yazacağız ve azabını uzattıkça uzatacağız.

80  — Onun söylemekte olduğuna Biz, mirasçı olaca­ğız. Kendisi Bize tek olarak gelecektir.

 

Âyetlerimizi İnkâr Edenler

 

İmâm Ahmed der ki: Bize Ebu Muâviye'nin... Habbâb İbn Eret'-den rivayetinde o, şöyle anlatıyor : Ben demirci idim. Âs İbn Vâil'in ba­na borcu vardı. Ödemesini istemek üzere ona vardım. Hayır, Allah'a yemin ederim ki Muhammed'i inkâr etmedikçe sana borcumu ödeme­yeceğim, dedi. Ben: Hayır, Allah'a yemîn ederim ki; sen ölüp de ye­niden diriltilinceye kadar Muhammed (s.a.) i inkâr etmeyeceğim, de­dim. Ben öldüğüm, sonra dirütildiğim zaman sen bana geldiğinde, ora­da benim mal ve çocuklarım olacak, ben de sana veririm, dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Kendisi Bize tek olarak gelecektir.» kısmına ge­linceye kadar: «Âyetlerimizi inkâr eden; bana elbette mal ve çocuk verilecektir, diyeni gördün mü?» âyetlerini indirdi. Hadîsi Buhârî ve Müslim ile başkaları değişik şekillerde A'meş'den rivayetle tahrîc et­mişlerdir. Buhârî'nin lafzında şu kısım da vardır : Ben Mekke'de de­mirci idim. Âs îbn Vâil'e bir kılıç yaptım ve borcunu ödemesini iste­mek üzere ona geldim. Ve râvî hadîsin devamını zikretti de, şöyle dedi: «Yoksa Rahman katından bir söz (bir güvence) mü almış?» Abdürrez-zâk'ın Sevrî kanalıyla... Mesrûk'dan rivayetinde Habbâb İbn Eret şöy­le anlatmış : Ben, Mekke'de demirci idim. Âs îbn Vâİl için iş yapıyor­dum. Bana borcu birikti. Alacağımı istemek üzere ona vardım. Bana: Muhammed'i inkâr etmedikçe sana borcumu ödemeyeceğim, dedi. Ben de: Sen Ölüp sonra diriltilinceye kadar Muhammedi asla inkâr etme­yeceğim, dedim. Ben diriltildiğim zaman benim mal ve çocuklarım olacaktır, dedi. Bunu Allah Rasûlü (s.a.) ne anlattım da, Allah Teâlâ : ^Kendisi Bize tek olarak gelecektir.» kısmına gelinceye kadar «Âyetle­rimizi inkâr eden; bana elbette mal ve çocuk verilecektir, diyeni gör­dün mü?» âyetlerini indirdi. İfan Abbâs'tan rivayetle Avfî şöyle anla­tır : Allah Rasûlü (s.a.) nün ashabından bazıları Âs İbn Vâil es-Seh-mfden borç istiyor ve haklarını ondan almak üzere ona geliyorlardı da: Siz cennette altın, gümüş, ipek ve bütün meyvelerden olacağını sanmıyor musunuz? diyordu. Onlar: Evet, öyle sanıyoruz, dediler de o: Buluşma yerimiz âhiret olsun (âhirette buluşalım). Allah'a yemîn olsun ki (orada) bana mutlaka mal ve çocuk verilecek, sizin getirmiş olduğunuz kitabın bir misli bana mutlaka verilecek, dedi. Allah Teâlâ da Kur'an'da ona misâl verip : «Kendisi Bize tek olarak gelecektir.» kısmına gelinceye kadar «Âyetlerimizi inkâr edeni gördün mü?» âyet­lerini indiçdi. Mücâhid, Katâde ve başkaları da âyetin Âs İbn Vâil hak­kında nazil olduğunu söylemişlerdir. «Bana elbette mal ve çocuk ve­rilecektir.» âyetindeki kelimesini; bazıları vav harfinin fet-hası ile, diğerleri de zammesi ile okumuşlardır ki aynı anlamdadır. Vav harfinin zammesi ile olanın çoğul olduğu da söylenmiştir. Fethası ile tekildir ki bu, Kays lehçesindedir. En doğrusunu Allah bilir.(...)

«O, görülmeyeni mi biliyor?» âyeti «Kıyamet günü bana elbette mal ve çocuk verilecek.» diyeni inkârdır. Yani : Âhirette onun ne­yi olacağını biliyor mu ki buna yemîn etti? Yoksa Rahman katından Allah'ın kendisine bunları vereceğine dâir bir söz mü almış? Daha ön­ce geçen Buhârî hadîsinde âyetteki ( Îo^p ) kelimesinin söz, güven­ce anlamına geldiği geçmişti. «O, görülmeyeni mi biliyor, yoksa Rah­man katından bir söz mü almış?» âyeti hakkında Dahhâk, İbn Ab-bas'm şöyle dediğini nakleder : (Bu söz) Allah'tan başka ilâh yoktur sözüdür, (bunu mu söylemiş ki) onunla umuyor? Muhammed İbn Kâ1? el-Kurazî âyetteki ahdin; Allah'tan başka ilâh olmadığına dâir şehâ-det olduğunu söylemiş, sonra da «Yoksa Rahman katından bir söz mü almış?» âyetini okumuştur.

Âyetin başında bulunan kelimesi; kendinden önceki kıs­mı men'etme, kendinden sonrakini ise te'kîd ve güçlendirme içindir. Hayır, onun istediğini, kendi nefsi için temenni etmiş olduğu şey hak­kındaki hükmünü ve Yüce Allah'ı inkârını yazacağız. Âhiret yurdunda söylediği bu söze ve dünyadaki küfrüne karşılık olarak azabını uzat­tıkça uzatacağız. Söyledikleri ve kendine verileceğini sandığı mal ve çocuğu ondan söküp alacağız da bunlar Bize kalacaktır. Dünyada kendişinin olanlara ilâveten âhiret yurdunda kendisine mal ve çocuk ve­rileceğine dâir söylediğinin aksine dünyada iken kendisinin olan şey­ler de âhirette kendinden soyulup alınacaktır. Bu sebeple Allah Teâlâ : «(Mal ve çocuktan ayrılmış olarak) kendisi Bize tek olarak gelecektir.» buyurmuştur. Ali İbn Ebu Talha'nın rivayetine göre İbn Abbâs, «Onun söylemekte olduğuna Biz, mirasçı olacağız.» âyetini: Biz ona vâris ola­cağız, şeklinde açıklar. Mücâhid de: Söylediği mal ve çocuk bize ka­lacaktır, açıklamasını getirir ki bu, Âs İbn Vâil'in söylediğidir. Abdür-rezzâk'm Ma'mer'den, onun da Katâde'den rivayetinde o, âyeti: Ya­nındaki şeyler bize kalacaktır, şeklinde anlamıştır. Bu Allah Teâlâ'nın : «Bana elbette mal ve çocuk verilecektir.» diye buyurduğudur. Burası îbn Mes'ûd'un kırâetinde: Yanındakilere vâris olacağız, yanındakiler Bize kalacaktır, anlamında olmak üzere şeklinde­dir. Katâde, «Kendisi Bize tek olarak gelecektir.» âyetini: Malı ve ço­cuğu olmaksızın, şeklinde açıklar. Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eşlem de âyeti şöyle açıklar : Söyledikleri, dünyadan topladıkları ve orada iş­ledikleri şeyler Bize kalacaktır ve kendisi söylemiş olduğu bu şeylerden ayrılmış halde Bize tek olarak gelecektir. Ondan ne az, ne de çok hiç bir şey onun peşinden gelmeyecektir.[28]

 

81  — Onlar, kendilerine güç kazandırsın diye Allah'ı bırakarak ilâhlar edindiler.

82  — Hayır, onlar kendilerinin ibâdetlerini inkâr ede­cekler ve aleyhlerine döneceklerdir.

83  — Bilmiyor musun ki, kâfirlerin üzerine; onları kışkırtan şeytânlar gönderdik.

84  — Şu halde sen, onlara karşı acele etme. Biz, on­ların günlerini saydıkça sayıyoruz.

 

Allah Teâlâ, Rablarına şirk koşan müşriklerin kendileriyle güç ka­zanmak ve kendilerinden yardım ummak üzere Allah'ın dışında tanrılar edindiklerini haber verir. Sonra durumun onların yandığı gibi ol­madığını, göz diktiklerinin ve arzuladıklarının meydana gelmeyeceği­ni haber vererek şöyle buyurur : Hayır, kıyamet günü putlar kendileri­nin ibâdetlerini inkâr edecekler ve onların zannettiklerinin tersine aleyhlerine döneceklerdir. Nitekim başka bir âyette şöyle buyurulur : «Allah'ı bırakıp ta kıyamet gününe kadar cevab veremeyecek olana, kendilerine yapılan dualardan habersiz bulunan şeylere tapandan da­ha sapık kim olabilir? İnsanlar bir araya getirildikleri zaman bunlar, onlara düşman kesilirler ve onların tapınmalarını inkâr ederler.» (Ah-kâf, 5-6). Süddî der ki: Hayır, onlar (putlar) kendilerine tapmanla-rm ibâdetlerini inkâr edecekler ve bu putlardan umduklarının tersi­ne onlar aleyhlerine döneceklerdir. İbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha, kelimesini;1 aleyhlerine dönecek yardımcılar, olarak açıklar. Mücâhid de şöyle der : Onlara karşı onlarla mücâdele edip ya­lanlayacak yardımcılar olacaklardır. İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî, âyet­teki  kelimesini; arkadaşlar ve yakınlar, olarak açıklar. Katâde : Birbirlerine la'net edecek ve birbirlerini inkâr edecek ateşteki ar­kadaşlar, der. Süddî bu kelimeyi: Hasımlıkta, düşmanlıkta sert hasım­lar, olarak açıklar. Dahhâk da bu kelimeyi; düşmanlar, anlamına al­mıştır. İbn Zeyd bu kelimenin; belâ, anlamında olduğunu söylerken İk-rime; hasret anlamına almıştır.

«Bilmiyor musun ki, kâfirlerin üzerine; onları kışkırtan şeytânlar gönderdik.» İbn Abbâs'tan rivayetle Ali İbn Ebu Talha : Onları azdı­rıp yoldan çıkaracak şeytânlar gönderdik, açıklamasını getirir. Yine îbn Abbâs'tan rivayetle Avfî de : Onları Muhammed ve ashabı üzerine kışkırtmak üzere, ilâvesini getirir. Mücâhid, âyetteki kıs­mını; günâhlara çağıran; Katâde : Allah'a isyan olan şeylere sürükle­yen; Süfyân es-Sevrî: Onları teşvik edip acele ettiren; Süddî ise : Azdı­ran, şeklinde açıklamışlardır. Abdurrahmân İbn Zeyd buranın; «Rah-mân'ı anmaya göz yumana yanından ayrılmayacak bir şeytânı arka­daş veririz.» (Zuhruf, 36) âyeti gibi olduğunu söyler.

«Şu halde sen, onlara karşı acele etme. Biz, onların günlerini say­dıkça sayıyoruz.» Ey Muhammed, sen bunların başına azâbm gelmesin­de acele etme. Biz, onların günlerini saydıkça sayıyoruz. Onları sayılı ve mazbut bir süreye kadar geciktirmekteyiz. Onlar, hiç şüphesiz Al­lah'ın azabına ve cezalandırmasına uğrayacaklardır. «Zalimlerin yap­tıklarından Allah'ı gafil sanma. Onları sâdece gözlerin dehşetle belere-ceği bir güne kadar te'hîr etmektedir.» (îbrâhîm, 42), «Biz, onlara sırf günâhları çoğalsın diye mühlet veriyoruz.» (Âl-i İmrân, 178), «Onları az bir süre geçindirir, sonra da ağır bir azaba sürükleriz.»  (Lokman, 24), «Yaşayın bakalım; varacağınız yer, şüphesiz ateş olacaktır, de.» (İbrahim, 30). Süddî der ki: Biz onların yıllarını, aylarını, günlerini ve saatlannı saydıkça sayıyoruz. Ali İbn Ebu Talha'nın İbn Abbâs'tan ri­vayetinde o, «Biz, onların günlerini saydıkça sayıyoruz.» âyetinde : Biz, dünyada onların nefeslerini saymaktayız, demiştir.[29]

 

85  — Müttakîleri o gün Rahmân'ın huzurunda, O'na gelmiş konuklar olarak toplarız.

86  — Mücrimleri de suya götürür gibi cehenneme sü­reriz.

87  — Rahmân'ın katında, ahid almış olanlardan baş­kası asla şefâatta bulunamayacaktır.

 

Rahmanın Huzurunda Müttakîler

 

Allah Teâlâ dünya yurdunda Allah'tan korkan, elçilerine tabi olup onların kendilerine haber verdiklerini doğrulayan, emrettiklerine itaat edip men'ettiklerinden vazgeçen takvaya ermiş dostlarını kıyamet gü­nü kendisine gelen konuklar olarak hasredeceğini haber veriyor Âyet­teki kelimesi; binitli olarak gelenler, anlamındadır. Onlar âhiret yurdu binitlerinden nurdan, soylu atlara binmiş olarak kendisi­ne varılanların en hayırlısına, O'nun şeref ve hoşnûdluk yurduna gele­ceklerdir. Elçilerini yalanlayan ve onlara zıd giden mücrimlere gelin­ce; onlar susamış halde suya götürülür gibi kabaca ve sert bir şekilde ateşe sürükleneceklerdir. Ata, İbn Abbâs, Mücâhid, Hasan, Katâde ve bir çokları onların susamış halde ateşe sürüleceklerini belirtmişlerdir, îşte orada": «Bu iki takım insanın hangisinin makamı daha iyi ve ye­ri daha 'güzeldir?» denilecektir. îbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Saîd el-Eşecc'in... İbn Merzûk'dan rivayetinde o: «Müttakîleri o gün Rah­mân'ın huzurunda, O'na gelmiş konuklar olarak toplarız.» âyeti hak­kında şöyle demiştir: Mü'min kabrinden çıkışı sırasında onu daha ön­ce gördüğü suretlerin en güzeli ve kokuların en hoşu ile birisi karşılar. Mü'min : Sen kimsin? diye sorar. O : Beni tanımıyor musun? der. Mü'­min : Hayır, şu kadar var ki Allah senin kokunu hoş ve yüzünü güzel kılmış, der. O kimse : Ben, senin sâlih amelinim. Aynı şekilde sen dünyada iken ameli güzel ve hoş idin. Dünyada ben uzun süre sana bin­dim, haydi gel bana bin, der. Mü'min ona biner. İşte Allah Teâlâ'nın: «Müttakîleri o gün Rahmân'ın huzurunda, O'na gelmiş konuklar ola­rak toplarız.» kavli budur. İbn Abbâs'tan rivayetle Ali îbn Ebu Talha «Müttakîleri o gün Rahmân'ın huzurunda, O'na gelmiş konuklar ola­rak toplarız.» âyetindeki kelimesini: Binitliler olarak, şeklin­de açıklar. İbn Cerîr'in İbn Müsennâ kanalıkla... Ebu Hüreyre'den ri-vâyetinde bu âyet-i kerîme hakkında o : Develer üzerinde, demiştir. İbn Cüreyc; onların soylu atlar üzerinde olacaklarını söylerken, Sevrî de; develere binmiş olarak geleceklerini belirtir. Katâde «Müttakîleri o gün Rahmân'ın huzurunda, O'na gelmiş konuklar olarak toplarız.» âyetinde: (Onlan) cennete (toplarız), şeklinde açıklar. İmâm Ah-med'in oğlu Abdullah babasının Müsned'inde der ki: Bize Süveyd İbn Saîd'üı... Nu'mân İbn Sa'd'dan rivayetinde o, şöyle anlatmış : Hz. Ali (r.a.) nin yanında oturuyorduk. «Müttakîleri o gün Rahmân'ın huzu­runda, O'na gelmiş konuklar olarak toplarız.» âyetini okudu ve şöyle dedi: Allah'a yemîn olsun ki onlar ayakları üzerinde haşrolmayacak-Iardır. Elçiler hey'eti ayakları üzerinde (yaya olarak) haşrolunmaz. Fakat öyle develer üzerinde olacaklar ki, yaratıklar onun bir benze­rini görmemişlerdir. O develerin eğerleri altındandır. Onların üzerine binecekler tâ ki cennet kapılarını çalıncaya kadar. İbn Ebu Hatim ve îbn Cerîr de hadîsi Abdurrahmân îbn İshâk el-Medenî kanalıyla rivâ-yet etmişlerdir ki onda şu fazlalık vardır: O develerin üzerinde altın­dan eğerler vardır. Kayışları zeberceddir. Hadîsin kalan kısmı yukar-dakinin aynıdır. Burada İbn Ebu Hatim, gerçekten garîb ve merfû' bir hadîs rivayet eder ve der ki: Bize babam'ın... Ebu Muâz el-Basri'-den rivayetinde ot şöyle anlatmıştır: Bir gün Hz. Ali: «Müttakîleri o gün Rahmân'ın huzurunda, O'na gelmiş konuklar olarak toplarız.» âyetini okuyup: Ey Allah'ın elçisi, ben elçilerin binitli olacağını sanı­yorum, dedi de Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu : Nefsim kudret elin­de olan (Allah) a yemîn ederim ki; onlar, kabirlerinden çıktıklarında onlan kanatlan olan beyaz develer karşılayacak —veya onlara kanatlı beyaz develer getirilecek— develerin üzerinde altın eğer vardır. Na-linlerinin kayışı (bağı) nurdandır. Her bir adımda göz alabildiğince parlar. Onlar, kökünden iki kaynak çıkan bir ağaca ulaşırlar. Birisin­den içerler, böylece içlerindeki pislikler yıkanır. Diğerinden yıkanırlar da bundan sonra bir daha asla derileri pislenmez, saçları dağınık ve pis olmaz. Onlann üzerine güzel nimetler akıtılır. Cennet, kapısına ula­şırlar. Bir de görürler ki altın kanatlan üzerinde kırmızı yakuttan bir halka var. Kapı kanadı üzerindeki halkayı çalarlar. Ondan çıkan ses, her bir hûrîye, eşinin gelmekte olduğunu ulaştırır. Hûrî hizmetçisini gönderir de gelen mü'mine cennetin kapısını açar. Mü'min kişi o hiz­metçiyi görünce, onun için secdeye kapanır. Hizmetçi: Kaldır başım, ben sâdece senin hiznıetçinim, senin emrine görevlendirildim, der. Mü'­min kişi ona tâbi olup peşine düşer. Huriler heyecanla, acele ile koşu­şurlar, înci ve yakut çadırlardan çıkıp gelir, onu kucaklar sonra: Sen benim sevgüimsin, ben de senin sevgilinim. Ben ölmeyecek ebedîyim. Ben eskimeyecek nimetim, ben asla kızmayacak hoşnûd olanım. Ben ayrılmayacak (gitmeyecek) olan kalıcıyım, der. Öyle bir eve girer ki tabanından tavanına olan mesafe yüz bin kulaçtır. San, kırmızı ve ye­şil yollu inci taşlardan yapılmıştır. Bu yollardan hiç biri diğerine ben­zemez. Evde yetmiş taht, her bir taht üzerinde yetmiş örtü, her bir ör­tü üzerinde yetmiş eş, her bir eşin üzerinde yetmiş hülle vardır. Bal­dırlarının içi hüllelerin arkasından görülür. Onunla temasını sizin şu gecelerinizden bir gece süresince tamamlayıp geçirir. Altlarından ne­hirler akar : Tadı ve rengi bozulmayan su nehirleri —bulanma olma­yan sâf su nehirleri— bir hayvanın memelerinden çıkmamış, tadı de­ğişmemiş süt nehirleri, insanların ayaklarıyla sıkmamış oldukları, içenlere lezzet veren içki nehirleri, arıların karınlarından çıkmamış sâf bal nehirleri. Meyveleri tatlı bulur da dilerse ayakta, dilerse oturarak ve dilerse yaslanarak onlardan yer. Sonra Allah Rasûlü (s.a.) : «Mey­ve ağaçlarının gölgeleri üzerine sarkıtılmış, meyveleri de aşağı eğdiril-miştir.» (İnşân,. 1.4) âyet-i kerîme'sini okuyup şöyle devam etti: Ye­mek arzuladığında ona beyaz —bazı kere yeşil de demiştir— bir kuş gelir. Kanatlarını kaldırır ve mü'min kişi hangi çeşitten istiyorsa onu is­tediği yerden yer, sonra kuş uçup gider. Melek (onun) yanına girer ve : «Selâm sana; işte o cennet ki, işlediklerinize karşılık size mîrâs kılın­dı.» (Zuhruf, 72) der. Hurinin kıllarından bir kıl şayet yeryüzü halkı­na düşmüş olsaydı, güneşi öyle bir aydınlatırdı ki güneş onun yanın­da nûr içinde bir siyahlık gibi kalırdı. Hadîs.bu şekilde merfû' olarak rivayet edilmiştir. el-Mukaddimât'ta bize bu hadîs Hz. Ali (r;a.) nin sözü olarak yukardakine benzer şekilde rivayet edildi ki bu daha doğ­ru gibi görünmektedir. En doğrusunu Allah bilir.

«Mücrimleri de suya götürür gibi (susamış halde) cehenneme sü­reriz.» İnananların birbirlerine şefaat etmeleri yanında mücrimler için şefaat edecek hiç kimse yoktur. Nitekim Allah Teâlâ onlardan haber vererek başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyurur: «Şimdi bize şefaat eden kimse yoktur. Ve sıcak bir dostumuz da yoktur.» (Şuarâ, 100-101).

«Rahmân'm katında ahid almış olanlardan başkası asla şefâatta bulunamayacaktır.» âyetindeki istisna, istisnâ-i munkatı'dır. Yani: Fakat Rahmân'ın katında bir ahid edinmiş olanlar (şefâatta buluna­bilecektir) . Bu ahid de Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet etmek ve onun hakkını (şehâdetin hakkını) yerine getirmektir. Ali İbn Ebu Talha'nın İbn Abbâs'tan rivayetinde o, «Rahmân'ın katında ahid almış olanlardan başkası...» âyeti hakkında şöyle demiştir: Ahid; Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet etmek, güç ve kudretin ancak Allah'ın olduğunu ikrarla ancak Allah'tan ummaktır. İbn Ebu Hâtim'in Osman îbn Hâlid el-Vasıtî kanalıyla... Esved îbn Yezîd'den rivayetine göre Ab­dullah İbn Mes'ûd: «Rahmân'm katında ahid almış olanlardan başka­sı...» âyetini okumuş, sonra şöyle demiş : Allah katında bir ahid edin­mişlerdir. Şüphesiz Allah Teâlâ kıyamet günü: Kimin Allah katında bir ahdi varsa ortaya koysun, buyuracaktır. Onlar: Ey Ebu Abdurrah-man, bize öğretsen, dediler de şöyle dedi: Ey Allah'ım, gökleri ve ye­ri yaratan, gaybı ve mevcûd olanı bilen; bu dünya hayatında ben Sa­na söz veriyorum ki eğer beni kendi amelime havale edersen bu ancak beni kötülüğe yaklaştırıp hayırdan uzaklaştırır. Ben ancak Senin Rah­metine güveniyorum. Benim için katından kıyamet gününe ulaştıra­cağın bir ahid kıl. Sen asla sözünden caymazsın, deyin.

Mes'ûdî der ki: Bana Zekeriyyâ'nın... İbn Mes'ûd'dan naklettiği­ne göre; o, bu duaya şunları da eklermiş: Korkarak, Sana sığınarak, Senden bağışlanma dileyerek, korkup (sevabını) isteyerek... Sonra İbn Ebu Hatim bu haberi başka bir kanaldan ve yukardakine benzer şe­kilde Mes'ûdî'den rivayet etmiştir.[30]

 

88  — Bir kısım kimseler: Rahman çocuk edindi, de­diler.

89  —Andolsun ki, ortaya çok kötü bir şey attınız.

90  — Neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak ve dağlar göçecekti;

91  — Rahmân'a çocuk isnâd etmelerinden ötürü.

92  — Oysa Rahmân'a çocuk edinmek yaraşmaz.

93  — Çünkü göklerde ve yerlerde olan her şey, Rah-mân'a kul olarak gelecektir.

94  — Andolsun kif ilmi onları kuşatmış ve teker te­ker saymıştır.

95  — Hepsi kıyamet günü O'na tek olarak gelecektir.

 

Rahmana Çocuk İsnâd Edenler

 

Allah Teâlâ bu şerefli sûrede Hz. îsâ (a.s.) nın kulluğunu ve onu Meryem'den babasız olarak yarattığını anlattıktan sonra, Allah için çocuk iddia edenleri inkâr makamına geçer. Allah Teâlâ mukaddestir ve bundan son derece uzaktır, münezzehtir. Şöyle buyurur: «Bir kısım kimseler : Rahman çocuk edindi, dediler. Andolsun ki (bu sözünüzde) ortaya çok kötü bir şey attınız.» İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde ve Mâlik âyetteki kelimesini;  büyük, kelimesiyle açıklamışlardır.

«Neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak ve dağlar göçecek-ti; Rahmân'a çocuk isnâd etmelerinden ötürü.» Âdemoğullannın gü­nahkârlarından bu sözü işitmeleri sırasında Rabbı ta'zîm ve iclâl se­bebiyle az kaldı böyle olacaktı. Zîrâ onlar Allah'ı birleme üzere te'sîs edilmiş yaratıklardır. O'ndan başka ilâh yoktur. O'nıin ortağı, benze­ri, çocuğu, arkadaşı ve dengi yoktur, şeklinde bir tevhîd üzere yaratıl­mışlardır. Bilakis O  (Allah), Ahad ve Samed olandır.

«Her şeyde O'nun "bir" (Vâhid) olduğuna delâlet eden bir alâmet vardır.»

İbn Cerîr der ki: Bana Ali'nin... Ibn Abbâs'tan rivayetinde o, «Ne­redeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar göçecekti; Rah­mân'a çocuk isnâd etmelerinden ötürü.» âyeti hakkında şöyle demiş­tir : Gökler, yer ve dağlar ile insanlarla cinler dışında bütün yaratık­ları şirkten korktu. Az kaldı Allah'ın azametinden yerlerinden ayrıla­caklardı (göçüp çökeceklerdi). Nasıl ki Allah'a ortak koşmayla bera­ber bir müşriğin iyiliği fayda vermiyorsa, aynı şekilde Allah Teâlâ'mn Allah'ı birleyenlerin günâhını bağışlayacağını umarız. Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Ölülerinize; Allah'tan başka ilâh olmadığı, şehâdetini telkin edin. Kim, ölümü sırasında bunu söylerse; cennet onun için vâcib olur. Onlar : Ey Allah'ın elçisi, bir kimse bu cümleyi sağlığında söylerse? dediler de : Bu, daha çok vâcib kılar, daha çok vâ­cib kılar, buyurup şöyle devam etti: Nefsim kudret elinde olan (Al­lah) a yemîn ederim ki gökler, yerler, onlardakiler, ikisi arasındakiler ve altındakiler getirilip terazinin bir kefesine konulmuş olsalar; diğer kefeye de Allah'tan başka ilâh olmadığına dâir şehâdet konulmuş olsaydı, bu diğerlerine ağır basardı. Hadîsi İbn Cerîr böyle rivayet edi­yor. (Daha önce geçen ve üzerinde Allah'tan başka İlâh olmadığına dâ­ir şehâdet bulunan) «etiket hadîsi» de buna şehâdet etmektedir. En doğrusunu Allah bilir.

Dahhâk, «Neredeyse gökler parçalanacak...» âyetinde ; Allah'ın aza­meti korkusuyla neredeyse gökler parçalanacak, der. Abdurrahmân îbn Zeyd İbn Eşlem ise bu parçalanmanın Allah için öfkeden olacağı­nı söyler. İbn Abbâs «Dağlar göçecekti.» âyetini: Dağlar yıkılacaktı, şeklinde anlamıştır. Saîd îbn Cübeyr de burada : Peşpeşe birbiri üzeri­ne kırılıp göçecekti, demiştir.

İbn Ebu Hâtim'in Muhammed İbn Abdullah îbn Süveyd el-Mak-burî kanalıyla... Abdullah (İbn Mes'ûd) dan rivayetinde o, şöyle de­miştir : Şüphesiz dağ, (başka bir) dağa ismiyle çağırıp : Şy filânca, bu­gün sana Allah'ı zikreden biri uğradı mı? diye sorar. Sorulan evet, der ve sevinip ferahlar. —Râvî Avn der ki: Şüphesiz gökler ve dağlar hay­rı daha çok işitirler. Söylendiği zaman bâtılı ve yalanı işitir de başka­sını hiç İşitmezler mi?— Sonra Abdullah: «Neredeyse gökler parala­nacak, yer yarılacak ve dağlar göçecekti; Rahmân'a çocuk isnâd etme­lerinden ötürü.» âyetlerini okumuştur. Yine İbn Ebu Hâtim'in Münzir İbn Şâzân kanalıyla... Ğâlib İbn Acred'den rivayetine göre; Minâ mes­cidinde Şam ahâlîsinden birisi ona rivayet edip şöyle demiş: Bana ulaştığına göre Allah Teâlâ yeryüzünü ve ondaki ağaçları yarattığın­da, yeryüzünde Âdemoğullarının gelip de bir fayda bulamadıkları hiç bir ağaç yokmuş. Âdemoğullarından günahkârlar, şu büyük kelimeyi; «Rahman çocuk edindi.» sözlerini konuşuncaya kadar yeryüzü ve ağaç­ları bu şekilde devam etmiş. Onlar bu kelimeyi konuştuklarında yer­yüzü ürpermiş ve ağaçlar dikenli olmuşlar. Kâ'b el-Ahbâr der ki: On­lar bu sözlerini söylediklerinde melekler öfkelenmiş, cehennem alev­lenmiştir. İmâm Ahmed'in Ebu Muâviye kanalıyla... Ebu Mûsâ (r.a.) dan rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : İşittiği ezaya Allah'tan daha çok sabreden hiç kimse yoktur: O'na şirk koşulup O'-nun çocuğu olduğu ileri sürülüyor da O, onlara afiyet veriyor, onları koruyor ve rızıklandınyor. Hadîsi Buhârî ve Müslim Sahîh'lerinde tah-rîc etmişlerdir. Bu rivayetlerden birinin lafzı şöyledir: Onlar, Allah kendilerini rızıklandırıp afiyet verip dururken O'nun çocuğu olduğu ileri sürüyorlar.

«Oysa Rahmân'a çocuk edinmek yaraşmaz.» Bu, O'nun celâl ve azametinden ötürü O'na yaraşmaz. Zîrâ yaratıklarından O'na denk olan yoktur. Bütün yaratıklar O'nun kullarıdır. Bu sebeple şöyle bu­yurur : «Çünkü göklerde ve yerlerde olan her şey Rahmân'a mutlaka kul olarak gelecektir. Andolsun ki, ilmi onları kuşatmış, ve teker teker saymıştır.» Erkeği, dişisi, küçük ve büyüğü ile yarattığından kıyamet gününe kadar onların sayısını en iyi bilendir. «Hepsi kıyamet günü O'na tek olarak gelecektir.» O'nun herhangi bir yardımcısı, tek ve or­tağı olmayan Allah'tan başka koruyup esirgeyicisi yoktur. Yaratıkla­rı hakkında dilediği ile hükmedecektir. Zerre ağırlığı haksızlık etme­yen Adü'dir O. Elbette hiç kimseye haksızlık yapmaz.[31]

 

96  — Muhakkak ki îmân edip sâlih amel işleyenleri, Rahman sevgili kılacaktır.

97  — işte Biz, bunu   müttakîlere   müjdeleyesin   ve inâdçı bir kavmi uyarasın diye senin dilinle indirerek ko­laylaştırdık.

98  — Onlardan önce nice nesilleri yok ettik. Şimdi on­lardan hiç bir varlık emaresi hissediyor veya bir ses işi­tiyor musun?

 

Müttakîlere Müjde

 

Allah Teâlâ, şerîat-ı Muhammediye'ye uygunluğu ile Allah'ı hoş-nûd eden sâlih amelleri işleyen inanan kullan için sâlih kullarının kalb-lerinde onlar için bir sevgi yaratacağını haber veriyor. Bu, şüphesiz olacak ve kaçınılmaz (zarurî) bir durumdur. Bu; Allah Rasûlü (s.a.) nden değişik şekillerde rivayet olunan sahîh hadîslerde belirtilmiştir. İmâm Ahmed der ki: Bize Affân'm... Ebu Hüreyre'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetinde o, şöyle buyurmuş: Şüphesiz Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cibril'i çağırır ve: Ey Cibrîl, Ben filanı seviyorum, sen de onu sev, buyurur. Cibrîl onu sever. Sonra Cibrîl, gök ehli için de nida edip : Şüphesiz Allah filânı seviyor, der. Gök ehli onu sever. Sonra onu Allah yeryüzünde sevgili kılar. Allah Teâlâ bir ku­la da buğzettiği zaman Cibril'i çağırır ve: Ey Cibrîl, Ben filancaya buğzediyorum, sen de ona buğzet, buyurur. Bunun üzerine Cibrîl de ona buğzeder sonra gök ehli için de : Şüphesiz Allah Teâlâ filâna buğz-ediyor, siz de ona buğzedin, diye nida eder ve gök ehli ona buğzeder-ler. Sonra onun için yeryüzünde öfke, kin ve düşmanlık konulur. Hadîsi Müslim, Süheyl kanalıyla; İmâm Ahmed ve Buhârî de İfan Cüreye kanalıyla... Ebu Hüreyre'den, o da Hz. Peygamber (s.a.) den yukan-dakine benzer şekilde rivayet etmişlerdir. İmâm Ahmed der ki: Bize Muhammed tbn Bekr'in... Sevbân'dan, onun da Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetinde şöyle buyurmuş : Muhakkak kul Allah'ın hoşnûdluğu-nu arar da bu durumda devam ederse, Allah Teâlâ Cibril'e : Şüphesiz filan kulum Beni hoşnûd etmek istiyor. Muhakkak ki [rahme­tim onun üzerinedir, buyurur. Cibril: Allah'ın rahmeti filan üzerine­dir, der. Bunu hamele-i Arş (Arş'ı taşıyan melekler) ve onların çev­resinde olanlar da söylerler. Nihayet yedi gök ehli bu sözü söyler, son­ra (bu söz) yeryüzüne iner. Hadîs garîb olup bu şekliyle tahrîc etme­mişlerdir. Yine îmâm Ahmed'in Esved İbn Âmir kanalıyla... Ebu Ümâ-me'den rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Şüphesiz sevgi Allah'tan, şöhret (bu sevginin yayılması) göktendir. Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cibril (a.s.) e: Şüphesiz Ben filanı seviyorum, buyurur. Cibril: Muhakkak Rabbımız filanı seviyor, siz de onu sevin, diye nida eder. —Öyle sanıyorum ki Râvî Şerîk : Onun için yeryüzüne sevgi iner, de demiştir.— Bir kula da buğzettiği zaman Cibril'e: Ben filana buğzediyorum, buyurur, Cibril de ona buğzeder ve : Rabbınız fi­lana buğzediyor, siz de ona buğzedin, diye nida eder. Öyle sanıyorum ki Şerîk şöyle dedi: Onun için yeryüzünde kin, öfke ve düşmanlık akı­tılır. Hadîs garîb olup tahrîc etmemişlerdir. îbn Ebu Hatim der ki: Bize babam'ın... Ebu Hüreyre'den rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.), şöyle buyurmuştur : Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cibril'e : Mu­hakkak Ben filanı sevdim, sen de onu sev, diye nida eder. Cibril de gökte nida eder, sonra onun için yeryüzü halkına sevgi indirir. İşte Allah Teâlâ'nm: «Muhakkak ki îmân edip sâlih amel işleyenleri; Rah­man sevgili kılacaktır.» kavli budur. Hadîsi Müslim ve Tirmizî Ku-teybe'den, o da Derâverdî'den rivayet etmiş olup Tirmizî hadîsin ha-sen, sahîh olduğunu söyler.

Mücâhid'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, «Muhakkak ki Rah­man onlar için bir sevgili kılacaktır.» âyeti hakkında : Dünyada insan­lar arasında onlar için bir sevgi kılacaktır, demiştir. Yine İbn Abbâs'­tan rivayetle Saîd İbn Cübeyr şöyle diyor : Onları sever ve inanan kul­larına onları sevdirir. Mücâhid, Dahhâk ve başkaları da böyle söyle­miştir. Yine İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî: Dünyada müslümanlarca se­vilme, güzel bir rızık ve doğru bir din, der. Katâde, «Muhakkak ki îmân edip sâlih amel işleyenleri; Rahman sevgili kılacaktır.» âyeti hakkın­da şöyle diyor: Evet, Allah'a yemîn olsun ki îmân ehlinin kalbJerinde onlar için bir sevgi yaratacaktır. Bize anlatıldığına göre Herîm İbn Hayyân şöyle dermiş: Bir kul, kalbi ile Allah'a yöneldiği zaman Allah Teâlâ inananların ^kalbleriyle ona yönelir de sonunda ona inananların sevgi ve rahmetini bahşeder. Katâde'nin naklettiğine göre Osman îbn Affân (r.a.) şöyle dermiş : Bir kul, hayır olsun şer olsun bir amel işle­diğinde, Allah Teâlâ onun amelinin elbisesini ona giydirir. İbn Ebu Hatim —Allah ona rahmet eylesin— der ki: Bize Ahmed İbn Sinan'­ın... Hasan el-Basrî —Allah ona rahmet eylesin— den rivayetinde o, şöyle demiştir : Bir adam : Allah'a yemîn olsun ki Allah'a öyle bir ibâ­detle ibâdet edeceğim ki onda Allah'ı zikredeceğim, demişti. Hangi na­maz vakti olsa o, dikilmiş namaz kılar olarak görülüyordu. Mescide ilk giren ve son çıkan idi. Ona ta'zîmde bulunulmuyordu. Bu şekilde yedi ay kaldı. Her hangi bir kavme uğrasa : Şu mürâîye (gösteriş için ibâ­det edene) bakın, diyorlardı. Kendi kendine : Öyle görüyorum ki ben hâlâ kötü olarak anılıyorum. Amelimin hepsini Allah için kılacağım, dedi, niyyetini tashihten başka herhangi bir ilâve yapmadı, daha ön­ce yapagelmekte olduğu ameli fazlalaştırmadı. Bundan sonra hangi kavme uğrasa : Şimdi filana Allah Rahmet eylesin, diyorlardı. Ve Ha­san : «Muhakkak ki, îmân edip sâlih amel işleyenleri Rahman sevgili kılacaktır.» âyetini okudu.

İbn Cerîr bu âyetin, Abdurrahmân İbn Avf m hicreti hakkında na­zil olduğuna dâir bir haber rivayet ederse de bu hatâdır. Zîrâ bu sû­renin tamâmı Mekke'de nazil olmuş ve hicretten sonra bundan herhan­gi bir âyet nazil olmamıştır. Bu haberin zâten isnadı da sıhhatli de­ğildir. En doğrusunu Allah bilir.

İşte Biz, bunu (Kur'an'ı) müttakîlere; Allah'a icabet eden ve doğ­rulayanlara müjdeleyesin ve inâdçı; kalbleri; eğri, hakdan bâtıla meyl­etmiş bir kavmi uyarasın diye senin mükemmel, fasîh, apaçık Arapça olan dilinle indirerek kolaylaştırdık. Mücâhid'den rivayetle İbn Ebu Necîh «İnâdçı bir kavm» i; doğru yolda olmayanlarla açıklar. Sevrî'nin İsmâîl es-Süddî'den, onun da Ebu Salih'ten rivayetine göre kelimeleri; haktan meyledip sapan kavim, anlammadır. Hasan el-Basrî bunların sağır olduklarını söylerken, bir başkası «Kalblerinin kulakları sağır olanlar.» demiştir. Katâde, burada Kureyş'in kasdedil-diğini söyler. îbn Abbâs'tan rivayetle Avfî, burada günahkârların kas-dedildiğini söyler. Leys İbn Ebu Süleym, Mücâhid'den aynı görüşü nak­leder, îbn Zeyd : kelimesi; çok zulmeden, anlammadır, de­miş ve Allah Teâlâ'nın : «Halbuki O, düşmanların en yamanıdır.» (Ba­kara, 204) âyetini okumuştur. Onlardan Önce Allah'ın âyetlerini inkâr eden ve elçilerini yalanlayan nice nesilleri, ümmetleri yok ettik. Şimdi onlardan hiç bir varlık emaresi hissediyor, onlardan herhangi birisini görüyor veya onlara âit bir ses işitiyor musun? İbn Abbâs Ebu'l-Âliye, İkrime, Hasan el-Basrî, Saîd İbn Cübeyr, Dahhâk ve İbn Zeyd, âyette­ki kelimesini; ses ile tefsir etmişlerdir. Hasan ve Katâde ise şöyle diyor : Sen, herhangi bir göz görüyor veya bir ses işitiyor musun? Arap dilinde aslında gizli ses anlamınadır.(...)

Meryem sûresi tefsirinin sonudur. Hamd ve minnet Allah'adır. în-şâallah bunu Tâhâ sûresinin tefsiri ta'kîb edecektir. Hamd Allah'a mah­sûstur.[32]

 

 



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5116-5118

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5118-5119

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5119-5120

[4] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5120-5121

[5] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5121-5124

[6] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5124-5128

[7] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5128-5131

[8] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5131-5134

[9] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5135-5139

[10] Bu, Helen olmalıdır.

[11] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5140-5142

[12] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5143-5145

[13] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5146-5147

[14] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5147-5149

[15] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5149-5150

[16] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5130-5152

[17] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5152-5154

[18] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5154-5156

[19] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5156-5157

[20] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5158-5161

[21] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5162-5163

[22] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5164-5166

[23] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5166-5168

[24] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5168-5173

[25] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5173-5174

[26] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5175-5176

[27] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5176

[28] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5177-5179

[29] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5179-5181

[30] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5181-5184

[31] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5185-5187

[32] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5187-5190

Free Web Hosting