LOKMAN SÛRESİ2

Hikmet Dolu Kitab. 2

İzâhı3

Hz. Lokman’a Verilen Hikmet4

Lokman Hekimin Oğluna Tavsiyesi5

Şöhretten  Kaçmak ve Tevazu. 7

Şöhret Konusunda Vârid Olan  Haberler8

Güzel Ahlâk. 9

Kibrin Kötülüğü. 10

Böbürlenip Kendini Beğenmek. 10


LOKMAN SÛRESİ

(Sûre Mekke'de nazil olmuştur.)

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla.

1  — Elif, Lam, Mim.

2  — Bunlar hikmet dolu kitabın âyetleridir.

3 — Ki o, iyi davranan kimseler için hidâyet ve rahmet­tir.

4  — Onlar ki namaz kılarlar, zekât verirler  ve  onlar âhirete de yakînen inanırlar.

5 — İşte onlar Rablarmdan bir hidâyet üzerindedirler. Ve işte onlar felaha erenlerin tâ kendileridir.

 

Hikmet Dolu Kitab

 

Bu sûrenin baş kısmıyla ilgili olan açıklamalar genel olarak Baka­ra sûresinin başında geçmişti. Bunu şöyle özetleyebiliriz: Allah Teâlâ bu Kur'ân'ı iyi davrananlar için bir hidâyet, bir şifâ ve rahmet kılmış­tır. Onlar şeriata uyan güzel ameller işlemişler, farzlarına ve vakitleri­ne riâyetle farz namazları, bunların peşinden gelen müekked ve ğayr-ı müekked sünnetleri, nafileleri kılmışlar, üzerlerine farz kılınmış olan zekâtı müstehak olanlara vermişler, akrabaları ile sıla-i rahmde bulun­muşlar ve âhiret yurdundaki cezalandırma ve mükâfata kesin olarak inanmışlardır. Onlar bu davranışlarının sevabını Allah'tan beklerler. Bunlarla gösteriş yapmazlar. İnsanlardan bir karşılık ve teşekkür de beklemezler. İşte kim bunları yaparsa o Allah Teâlâ'nın haklarında: «İşte onlar; Rablarmdan bir hidâyet (bir basiret, bir delil ve apaçık bir yol) üzerindedirler. Ve işte onlar (dünyada ve âhirette) felaha erenle­rin tâ kendileridir.» buyurduğu kimselerdendir.[1]

 

6  — İnsanlar arasında bilgisizce Allah yolundan sap­tırmak için gerçeği boş sözlerle değişenler ve Allah yolu­nu alaya alanlar vardır. İşte horlayıcı azâb onlar içindir.

7 — Âyetlerimiz ona okunduğu zaman   kulaklarında ağırlık var dâ işitmiyormuş gibi büyüklük taslayarak sırt çevirir. İşte ona çok acıklı bir azabı müjdele.

 

Allah Teâlâ «Allah sözün en güzelini ahenkli, ikişerli bir kitab ha-Unde indirmiştir. Rablarmdan korkanların O'ndan derileri ürperir. Son­ra Allah'ı anmakla hem derileri, hem de kalbleri sükûn bulur. Bu, Al­lah'ın hidâyet rehberidir. Onunla istediğini doğru yola eriştirir. Allah kimide saptırırsa, bir daha ona yol gösteren bulunmaz.» (Zümer, 23) âyetinde de olduğu gibi Allah'ın kitabı ile hidâyete ulaşan, onu işit­mekle, dinlemekle ondan istifâde eden mutlu kişilerin durumunu zik­rettikten sonra bunun peşinden Allah kelâmını işitmekle beraber ondan faydalanmaktan yüz çeviren, çalgı âletleri ve çeşitli nağmelerle şarkı ve türküler dinlemeye yönelen mutsuz kişilerin durumunu zik­reder. Nitekim İbn Mes'ûd, «İnsanlar arasında gerçeği boş sözlerle de­ğişenler vardır.» âyeti hakkında şöyle demiştir: Allah'a yemin olsun ki bu şarkıdır. İbn Cerîr der ki: Bize Yûnus İbn Abd'ül-A'lâ'nın... Abdul­lah İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre ona «İnsanlar arasında bilgisizce Allah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlerle değişenler vardır.» âyeti sorulmuş da şöyle demiş: Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemîn olsun ki bu (boş sözler) şarkıdır. İbn Mes'ûd bu sözünü üç kere tekrarlamıştır. Yine İbn Cerîr'in Amr İbn Ali kanalıyla... Ebu Sahbâ'-dan rivayetine göre o îbn Mes'ûd'a «İnsanlar arasında gerçeği boş söz­lerle değişenler vardır.» âyetim sormuş da İbn Mes'ûd: Bu; şarkıdır, diye cevab vermiş. İbn Abbâs, Câbir, İkrime, Saîd İbn Cübeyr, Mücâ-hid, Mekhûl, Amr İbn Şuayb ve Ali İbn Bezime (veya Buzeyme) de böy­le söylemiştir. Hasan el-Basrî der ki: «insanlar arasında bilgisizce Al­lah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlerle değişenler vardır.» âyeti, şarkı ve çalgı aletleri hakkında nazil olmuştur. «İnsanlar arasın­da bilgisizce Allah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlerle deği­şenler vardır.» âyeti hakkında Katâde der ki: Vallahi her halde o, bu değişim için herhangi bir mal harcayacak değildir. Fakat onun satın alınması onu sevmesidir. Kişinin bâtıl sözü hak söze, zarar vereni fayda verene tercih etmesi sapıklık olarak ona yeter.

«Gerçeği boş sözlerle değişenler vardır.» âyeti ile şarkıcı cariyelerin satın alınmasının kasdedildiği de söylenmiştir. îbn Ebu Hatim der ki: Bize Muhammed İbn İsmail'in... Ebu Ümâme'den, onun da Hz. Pey­gamber (s.a.)den rivayetinde o, şöyle buyurmuş: Şarkıcı kadınların sa­tılması ve satın alınması helâl değildir. Onların bedelleri (satılmaları karşılığında verilen bedelleri) de haramdır. Allah Teâlâ onlar hakkın­da bana: «İnsanlar arasında gerçeği boş sözlerle değişenler vardır.» âye­tini indirdi. Tirmizî ve İbn Cerîr de hadisi Ubeydullah İbn Zahr kana­lıyla yukardakine bşnz^r şekilde rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadîsin garîb olduğunu söyleyerek hadîsin isnadında bulunan Ali îbn Yezîd'in zayıf görüldüğünü ekler. Ben de derim ki: Hadîsin isnâdındaki Ali, onun şeyhi ve ondan rivayet edenler zayıftırlar. En doğrusunu Allah büîr.

Dahhâk «İnsanlar arasında gerçeği boş sözlerle değişenler vardır.» âyetinde şirkin kasdedildiğini söylemiştir. Abdurrahmân İbn Zeyd îbn Eşlem de böyle söylüyor. İbn Cerîr ise bunun, Allah'ın âyetlerinden ve Allah'ın yoluna uymaktan alıkoyan her söz olduğu görüşünü tercih et­mektedir. Allah Teâlâ: «Allah yolundan saptırmak için...» buyurmak­tadır ki bunu yapan sâdece İslâm ve müslümanlara muhalefet olsun diye yapmaktadır. «Ve Allah yolunu alaya alanlar vardır.» Mücâhid: Allah'ın yolunu eğlence edinen ve onunla alay edenler vardır, derken, Katâde şöyle diyor: Burası: Allah'ın âyetlerini eğlence ve alay edinenler vardır, anlamınadır. Burada Mücâhid'in açıklaması daha evlâdır.

«İşte horlayıcı azâb onlar içindir.» Nasıl ki onlar Allah'ın âyetlerini ve yolunu hafife almış, küçük görmüşlerse aynı şekilde kıyamet günü onlar devamlı azâb içinde alçaltılırlar.

«Âyetlerimiz ona okunduğu zaman kulaklarında ağırlık var da işit-miyorjnuş gibi büyüklük taslayarak sırt çevirir.» Eğlenceye, boş söze, oyuna yönelen kimse kendisine Kur'ân âyetleri okunduğu zaman arka­sını dönüp yüz çevirir ve sanki işitmiyormuş gibi kulaklarında sağırlık' olmadığı halde sağır kesilirler. Çünkü kendisi için onda bir fayda gör­mediğinden onu işitmek kendisine eziyyet verir. Ondan istifâde edeme­yeceği gibi zâten buna ihtiyâcı da yoktur. «Allah'ın kitabını ve âyet­lerini işitmek ona nasıl acı veriyorsa aynı şekilde ona (kıyamet gü­nündeki) çok acıklı bir azabı da müjdele.»[2]

 

8 — İmân edip sâlih  amel  işleyenlere   muhakkak  ki Nâîm cennetleri vardır.

9  — Orada devamlı kalırlar. Bu, Allah'ın hak va'didir. Ve O Azîz'dir, Hakîm'dir.

 

Allah Teâlâ burada Allah'a îmân eden, elçilerini doğrulayan, Al­lah'ın şeriatına uygun sâlih ameller işleyen mutlu kişilerin âhiret yur­dunda varacakları yeri zikretmektedir. «Muhakkak onlara Naîm cen­netleri vardır.». Onlar orada yiyecek, içecek, giyecek, mesken, binitler, kadınlar ve güzelliklerden; hiç kimsenin aklına gelmeyecek şeyleri duy­maktan ibaret olan lezzetli ve sürür verici "çeşitli şeylerle nimet içinde olacaklardır. Onlar bu durumda devamlı kalacaklar, oradan ayrılma­yacaklar ve oradan ayrılmak da istemeyeceklerdir. «Bu Allah'ın hak va'didir.» Mutlaka meydana gelecektir. Çünkü bu, Allah'ın va'didir ve Allah asla va'dinden dönmez. Zîrâ O Mennân'dır, Kerîm'dir, dilediğini işleyendir, her şeye kadirdir. «Ve O, (her şeyi kahr u galebesi altına almış olan) Azîz'dir (ve her şey O'na boyun eğmiştir. Kur'ân'ı inananlar için bir hidâyet kılan ve sözlerinde, fiillerinde) Hakîm (olan)dir.» De ki: Bu, îmân edenlere hidâyet ve şifâdır. îmân etmemiş olanların ise ku­laklarında ağırlık vardır. Ve bu; onlara kapalıdır.» (Fussüet, 44), «Kur'ân'da mü'minler için rahmet ve şifâ olanı indiririz. Zâlimler için ise ancak hüsranı artırır.»   (tsrâ, 82).[3]

 

10 — Gökleri, gördüğünüz gibi direksiz olarak yarat­mış, sizi sarsar diye yere ağır baskılar koymuş, orada her türlü canlıyı yaymıştır. Biz gökten su indirip orada her sı­nıf güzel bitkiler yetiştirmişizdir.

11  — İşte bu, Allah'ın yaratışıdır.   Gösterin   bakalım bana O'ndan başkalarının ne yarattığım? Hayır, zâlimler apaçık bir sapıklık içindedirler.

 

Allah Teâlâ gökleri, yeryüzünü, ve bu ikisinin arasmdakileri ya­ratmadaki yüce kudretini beyân ediyor ve şöyle buyuruyor: «Gökleri, gördüğünüz gibi direksiz olarak yaratmıştır.» Hasan ve Katâde: Gök­lerin görünen ve görünmeyen hiç bir direği yoktur, derler. İbn Abbâs, îkrime ve Mücâhid ise göklerin bizim görmediğimiz direği olduğu gö­rüşündedirler. Bu konunun anlatımı daha önce burada tekrânna ge­rek bırakmayacak şekilde Ra'd sûresinin başında geçmişti.

«Sizi sarsar diye yere ağır baskılar koymuşuzdur.» âyetinde dağ­lar kasdedilmektedir. Suyun üzerindeki yeryüzü, halkını sarsmasın di­ye yeryüzünü ağırlaştıran ve sâbitleştiren dağlar konulmuştur. Bu se­bepledir ki Allah Teâlâ: «Sizi sarsmasın diye...» buyurmuştur. '

«Orada her türlü canlıyı yaymıştır.» Orada şekilleri ve.renklerinin sayısını ancak onları yaratanın bilebileceği her sınıf hayvanı yaratmış­tır.

Allah Teâlâ yegâne yaratıcı olduğunu anlattıktan sonra «Biz gök­ten su indirip orada her sınıf güzel bitkiler yetiştirmişizdir.» âyeti ile yegâne nzık verici olduğuna işaret etmektedir. Şa'bî der ki: İnsanlar da yeryüzünün bitkilerindendir. (onlardan) Cennete giren şerefli ve gü­zel, cehenneme girenler ise rezîl ve rûsvâydırlar.

«İşte bu, Allah'ın yaratışıdır.» Allah Teâlâ'nın burada anmış oldu­ğu gökleri, yeryüzünü ve bu ikisi arasmdakileri yaratması ancak tek ve ortağı olmayan Allah'ın fiili, yaratması ve takdiri ile olmuştur. Bu sebepledir ki: Gösterin bakalım bana O'ndan başka tapındığınız ve duâ ettiğiniz putlar ve ona denk koştuklarınızın neler yarattığını? Hayır, Allah ile beraber bir başkasına tapman ve Allah'a ortak koşan zâlimler apaçık bir sapıklık, bilgisizlik ve körlük içindedirler, buyurmuştur.[4]

 

İzâhı

 

12 — Andolsun ki Biz, Allah'a şükret diye Lokmân'a hikmeti verdik. Kim şükrederse ,ancak kendisi için şükret­miş olur. Kim de küfrederse muhakkak ki Allah Ğanî'dir, Hamîd'dir.

 

Hz. Lokman’a Verilen Hikmet

 

Selef âlimleri, Lokman (a.s.)ın bir peygamber mi yoksa peygamber olmayıp sâlih bir kul mu olduğu konusunda iki görüşe ayrılmışlardır. Çoğunluk ikinci görüşe yani onun peygamber değil de sâlih bir kul ol­duğu görüşüne sahiptirler. Süfyân Sevrî'nin Eş'as'dan, onun İkrime'-den, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre o: Lokman; Habeş'li maran­goz bir köle idi, demiştir. Abdullah İbn Zübeyr'den naklen Katâde der ki: Câbir İbn Abdullah'a: Lokmân'ın durumu hakkında size ulaşan ne­dir? diye sordum, şöyle dedi: Kısa boylu, kalkık ve yassı burunlu Su-dan'lı bir kabileye mensûb birisiydi. Yahya ibn Saîd el-Ansârî'nin Saîd İbn Müseyyeb'den rivayetinde o, şöyle demiş: Lokman Mısır Sudan'ın­dan idi. Dudaklarının kenarı deve dudaklarının kenarı gibi iriydi. Al­lah ona hikmeti vermiş, peygamberlik vermemiştir. Evzâî —Allah ona rahmet eylesin— der ki: Abdurrahmân İbn Harmele bana rivayet edip şöyle dedi: Esved, bir soru sormak üzere Saîd İbn Müseyyeb'e gelmişti. Saîd İbn Müseyyeb ona şöyle dedi: Siyah (derili) olduğun için üzülme. İnsanların en hayırlılarından üçü Sudan'dandır: Bilâl, Ömer İbn Hat-tâb'ın kölesi Mehcâ ve Lokman el-Hakîm. Lokman; siyahı, Sudan'lı Nûba kabilesinden, dudaklarının kenarı deve dudaklarının kenarı gibi iri olan birisiydi.

İbn Cerîr der ki: Bize İbn Vekî'nin... Hâlid er-Rabaî'den rivayetin­de o, şöyle anlatmış: Lokman, Habeş'li marangoz bir köleydi. Efendisi ona: Bize şu koyunu kes, demişti. Lokman o koyunu (oğlağı) kestiğin­de efendisi: Ondaki en temiz ve hoş iki parçayı çıkar, dedi. Lokman dilini ve kalbini çıkardı. Allah'ın dilediği kadar bir zaman geçtikten sonra efendisi: Bize şu oğlağı kes, diye emretti. Lokman oğlağı kesti­ğinde: Ondaki en pis ve murdar iki parçayı çıkar, dedi. Lokman yine dilini ve kalbini çıkardı. Efendisi ona: Ondaki en temiz ve hoş iki par­çayı çıkarmanı emrettiğimde sen bu ikisini çıkardın. Ondaki en pis ve iğrenç iki parçayı çıksirmanı emrettiğimde de yine bu ikisini çıkardın, dedi. Lokman: Temiz ve hoş oldukları zaman bu ikisinden daha temiz; pis oldukları zamanda da bu ikisinden daha pis hiç bir şey yoktur, dedi.

Şu'be'nin Hakem'den, onun da Mücâhid'den rivayetine göre Lok­man, sâlih bir köle olup peygamber değildi. A'meş'in naklettiğine göre Mücâhid şöyle demiştir: Lokman siyahı, dudakları büyük, iki ayağı yay­van bir köle idi. Hakkâm İbn Selm'in Saîd ez-Zübeydî'den, onun da Mü­câhid'den rivayetine göre Lokman el-Hakîm Habeş'li, dudakları büyük (ve kalın), ayakları yassı ve enli bir köle olup İsrâiloğullarının kadısı idi. Bir başkası da onun Hz. Dâvûd (a.s.) zamanında İsrâiloğulları üze­rine kadı olduğunu söyler.

İbn Cerîr der ki: Bize İbn Humeyd'in... Amr İbn Kays'tan rivaye­tine göre; o, şöyle demiştir: Lokman (a.s.) siyahı, dudakları kalın, ayak­lan enli ve yassı bir köle idi. O, insanların meclisinde rivayette bulunup onlarla konuşurken birisi geldi ve ona: Sen, benimle beraber falan fa­lan yerde koyun otlatan değil misin? dedi. Lokman; evet, diye cevapladı, o adam: Seni gördüğüm bu duruma sevkeden nedir? diye sordu da Lok­man: Doğru söz ve beni ilgilendirmeyen şeyi söylemeyerek susmak, di­ye cevabladı. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Zür'a'nın... Abdurrahmân İbn Yezîd İbn Câbir'den rivayetinde o, şöyle demiş: Şüphesiz Allah, Lokman el-Hakîm'i hikmeti ile yüceltmiştir. Bundan önce onu tanıyan birisi onu görmüş ve: Sen dün çobanlık yapan filân oğullarının kölesi değil miydin? diye sormuştu. Lokman: Evet oydum, dedi. Adam: Seni, gördüğüm bu duruma ulaştıran nedir? diye sordu da Lokman şöyle ce-vabladı: Allah'ın takdiri, emâneti yerine getirme, doğru söz ve beni il­gilendirmeyen şeyi terk etmem.

Bu haberlerin bazısında onun peygamber olmadığı belirtilirken ba­zılarında da peygamber olmadığı îmâ olunmaktadır. Zîrâ köle olması, onun peygamber olmasını engellemektedir, çünkü peygamberler ancak kavimlerinin soy-sop sahibi olanları içinden gönderilmekteydi. Bu se­bepledir ki Selefin cumhuru, onun peygamber olmadığı görüşündedir. Şayet kendisine varan sened sahih ise, İkrime'den onun peygamber ol­duğu nakledilmektedir. Bunu İbn Cerîr ve İbn Ebu Hatim Vekî' kana­lıyla İkrime'den rivayet ediyorlar ki o: Lokman peygamberdi, demiştir. Haberin isnadında bulunan Câbir, Câbir İbn Yezîd el-Cu'fî olup zayıf bir râvîdir. En doğrusunu Allah bilir.

Abdullah İbn Vehb der ki: Bana Abdullah İbn Ayyaş el-Katbânî'-nin Gufra'nın kölesi Ömer'den rivayetinde o, şöyle anlatmış: Birisi Lok­man el-Hâkim'in huzurunda durdu ve: Sen Hashâs oğulları kölesi Lok­man mısın diye sordu. Lokman; evet, diye cevâb verdi. Adam: Sen ko­yun çobanı mısın? diye sordu. Lokmân'm buna da cevâbı evet oldu. Adam: Sen siyahi değil misin? diye sordu. Lokman: Benim siyahlığım açıktır, ama durumumdan seni şaşkınlığa sevkeden nedir? diye sordu. Adam: İnsanların senin halına basması ve kapma doluşarak senin sö­züne razı olmalarıdır, dedi. Lokman: Ey kardeşim oğlu, sana söyleyece­ğime kulak verirsen sen de böyle olursun deyip şöyle ilâve etti: Gözü­mü haramdan muhafaza etmem, dilimi tutmam, yemede iffetli ve ölçü­lü olmam, namusumu korumam, doğruyu söylemem, ahdime vefa et­mem, müsâfirime ikramda bulunmam, komşumu korumam ve beni il­gilendirmeyen şeyleri terk etmemden; işte beni gördüğün duruma ge­tiren bunlardır.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Ebu Derdâ (r.a.)dan riva­yetine göre bir gün Lokman el-Hakîm anılmış da o, şöyle demiş: Ona (başkalarına verilmiş olan) evlât, mal, soy-sop ve huylar verilmemişti. Fakat o güçlü kuvvetli, çok susan, uzun uzun tefekkür eden, derin ba­kışlı bir adamdı. Gündüzleri hiç bir şekilde uyumazdı. Onun tükürdü­ğünü, burnunu temizlediğini, küçük ve büyük abdest bozduğunu, gus­lettiğini, abesle meşgul olduğunu ve güldüğünü gören hiç kimse yoktur. Bir başkasının tekrarlamasını istediği ve söylemiş olduğu hikmet dışın­da konuşmuş olduğu bir sözü tekrar etmezdi. Evlenmiş, çocukları ol­muş, çocukları ölmüş de onlara ağlamamış. Bakmak, düşünmek ve ib­ret almak için sultan ve hâkimlere gidermiş. İşte ona verilenler bu yüz­den verilmiştir. İbn Ebu Hatim burada Katâde'den rivayetle garîb bir ha­ber zikreder ve der ki: Allah Teâlâ Lokman el-Hakîm'i peygamberlikle hikmet arasında muhayyer bırakmış da o, hikmeti peygamberliğe ter-cîh etmiş. O uykuda iken Cibril gelmiş ve hikmeti onun üzerine serp­miş de hikmet söylemeye başlamış. Saîd der ki: Katâdenin şöyle dedi­ğini işittim: Lokmân'a: Rabbın seni muhayyer bırakmışken nasıl oldu da hikmeti peygamberliğe tercih ettin? denilmişti. Şöyle dedi: Şayet bana peygamberlikle birlikte önemli bir iş verilmiş olsaydı ondan kur­tulmayı umar, bununla beraber yerine getirmek de isterdim. Fakat beni muhayyer bıraktı. Ben de peygamberliği eda etmekte güçsüz ka­lacağımdan korktum. Dolayısıyla hikmet, bana daha sevimli geldi. Bu haber Saîd İbn Beşîr'den gelmektedir. Bu zât ise zayıf olup onun yüzün­den bu haber hakkında ileri geri konuşulmuştur. En doğrusunu Allah bilir.

Saîd İbn Ebu Arûbe'nin Katâde'den «Andolsun ki biz Lokmân'a hikmeti verdik.» âyeti hakkında rivayetine göre o, şöyle demiş: Bu (hik­met) , İslâm hakkındaki anlayış ve bilgidir. O peygamber değildi ve ona vahyolunmamıştı.

«Andolsun ki Biz, (Allah'ın vermiş olduğu, zamanın halkı ve hem­cinslerinden Lokmân'ın dışındakilere değil de ona tahsis etmiş olduğu­muz fazilet ve üstünlük sebebiyle) Allah'a şükret diyerek Lokmân'a hikmeti; (anlayış, ilmi ve tâbiri) verdik. Kim şükrederse, ancak ken­disi için şükretmiş olıir. (Bunun faydası ve sevabı ancak şükredenlere döner.)» Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de: «Kim de sâlih amel işlerse kendisi için rahat bir yer hazırlamış olur.» (Rûm, 44) bu­yurmaktadır. «Kim de küfrederse (nankörlük ederse) muhakkak ki Al­lah (kullarından) müstağnidir.» Bütün yeryüzü halkı toptan nankör­lük etmiş olsaydı bu O'na bir zarar vermezdi. Zîrâ O, zâtının dışında-kilerden müstağnidir. Allah'tan başka ilâh yoktur ve biz ancak O'na ibâdet ederiz.[5]

 

13 — Hani Lokman oğluna öğüt  vererek  demişti  ki: Oğulcuğum, Allah'a şirk koşma, doğrusu şirk büyük bir zulümdür.

14  — Biz insana, ana ve babasına   iyi   davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu zorluk üstüne zorlukla taşımıştı. Sütten ayrılması da iki yıl sürmüştür. Bana ve ana-baba-na şükret. Dönüş ancak Bana'dır.

15  — Şayet onlar seni körü körüne Bana şirk koşman için zorlarlarsa onlara itaat etme ve dünya işlerinde on­larla iyi geçin. Bana dönenlerin yoluna uy. Sonra dönüşü­nüz yine Bana'dır. O zaman Ben size yaptıklarınızı bildiri­rim.

 

Lokman Hekimin Oğluna Tavsiyesi

 

Allah Teâlâ burada Lokmân'ın oğluna vasiyyetini haber veriyor. O, Lokman İbn Anka İbn Sedon'dur. Oğlunun ismi ise Süheylî'nin rivayet ettiği bir görüşe göre Sârân'dır. Allah Teâlâ onu güzel bir zikir ile an-mıştır. Ona hikmet vermişti. Lokman da kendisine insanların en se­vimlisi olan ve eri çok şefkat duyacağı oğluna vasiyette bulunmaktadır. Elbette o, oğluna bildiklerinin en üstününü yermeye lâyıktır. Bu sebep­ledir ki önce yegâne Allah'a ibâdet etmesini ve O'na hiç bir şeyle şirk koşmamasını tavsiye etmiş, sonra da onu sakındırarak: «Doğrusu şirk büyük bir zulümdür. (Zulümlerin en büyüğüdür.)» demiştir. Buhârî'-nin Kuteybe kanalıyla... Abdullah- (İbn Mes'ûd)dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: «îmân edenler, imânlarını zulüm ile bulaştırmayan-lar...» (En'âm, 82) âyeti nazil olduğunda bu, Allah Rasûlü (s.a.)nün ashabına çok ağır geldi de onlar: Hangimiz îmânım 2ulümle karıştır­maz ki? dediler. Allah Rasûlü (s.a.): Bu, sizin söylediğiniz gibi değildir. Lokmân'm: «Oğulcuğum, Allah'a şirk koşma, doğrusu şirk büyük bir zulümdür.» dediğini işitmiyor musunuz? buyurdu. Hadîsi Müslim, A'meş kanalıyla rivayet etmiştir.

Sonra Lokman oğluna, yegâne Allah'a ibâdet etmesi tavsiyesiyle beraber ana-babaya iyilik etmesi tavsiyesinde de bulunur. Nitekim baş­ka bir âyet-i kerime'de: «Rabbın buyurmuştur ki: Kendisinden başka­sına ibâdet etmeyesiniz, ana ve babaya iyi davranasınız.» (İsrâ, 23) buyrulmaktadır. Çok yerde Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de ikisini bir­likte zikretmektedir. Bu cümleden olarak burada da şöyle buyurur: «Biz insana, ana ve babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı.» Mücâhid bu­radaki güçsüzlüğü: Çocuğun zayıflığının meşekkati, olarak açıklar. Katâde ise güçsüzlükten güçsüzlüğe uğramayı; zorluktan zorluğa uğ­rayarak, şeklinde açıklamıştır. Atâ el-Horasânî ise burayı; güçsüzlük­ten güçsüzlüğe uğrayarak, şeklinde açıklar.

«Sütten ayrılması da iki yıl sürmüştür.» Doğumundan sonra terbi­yesi ve süt emzirilmesi iki yılda olmuştur. Nitekim başka bir âyet-i ke-rîme'de şöyle buyrulur: «Anneler çocuklarını tamâm iki yıl emzirirler. Bu, emzirmeyi tamamlamak isteyen içindir.» (Bakara, 233). İbn Abbâs ve onun dışındaki bazı imâmiar bu âyet-i kerîme'den hamilelik süresi­nin, en azının altı ay olduğu neticesini çıkarmışlardır. Zîrâ Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de: «Taşınması (hamileliği) ve sütten kesilmesi otuz aydır.» (Ahkâf, 15) buyurmaktadır. Allah Teâlâ'nın burada anne­nin çocuğunu terbiyesini, yorgunluğunu, gece ve gündüz uykusuz ka­larak katlandığı meşakkati zikretmesi sırf annesinin çocuğa geçen iyi­liklerini hatırlatmak içindir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de: «Rab-bım, o ikisi beni küçükken yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et.» (İsrâ, 24). buyrulurken burada da şöyle buyurmaktadır: «Bana ve ana-babana şükret. Dönüş ancak Bana'dır. (Bu sebeple seni en bol mü­kâfatla mükâfatlandıracağım.)» İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Zür'a'-nın... Saîd İbn Vehb'den rivayetinde o, şöyle anlatmış: Hz. Peygamber (s.a.)in göndermiş Olduğu Muâz İbn Cebel bize geldi. Kalkıp Allah'a hamd ü senada bulunduktan sonra şöyle dedi: Şüphesiz ben Allah Ra-sûlünün size gönderdiği elçisiyim. Allah'a ibâdet edin ve O'na hiç bir şeyle ortak koşmayın. Bana itaat edin ki sizden hiç bir hayrı esirge­meyeyim. Şüphesiz varışınız Allah'adır; ya cennete veya cehenneme­dir. Orada ayrılma yok kalma var. Ölüm yok ebediyyet var.

«Şayet onlar seni körü körüne Bana şirk koşman için zorlarlarsa onlara itaat etme.» Onlar senin, kendilerinin dinine tâbi olmana arzu edip bu konuda hırs gösterirlerse sakın bunu kabul etme. Ama bu davra­nışın seni, onlara dünyada iken iyilik yapmaktan alıkoymasın. «Bana dönen (inanan) lerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz yine Bana'dır. O za-, man Ben size yaptıklarınızı bildiririm.» Taberânî, İşret adlı kitabında der ki: Bize Ebu Abdurrahman, Abdullah İbn Ahmed İbn Hanbel'in... Sa'd İbn Mâlik'den rivayetine göre o: «Şayet onlar seni körü körüne Bana şirk koşman İçin zorlarlarsa onlara itaat etme...» âyeti benim hakkımda nazil oldu, dedikten sonra şöyle anlatmış: Ben anneme iyi­lik eden birisiydim, Müslüman olduğum zaman annem: Ey Sa'd, senin uydurduğunu gördüğüm bu şey de nedir? Ya sen bu dinini bırakacak­sın ya da ölünceye kadar yemeyeceğim, içmeyeceğim de benim yüzüm­den seni ayıplayıp; ey annesinin katili, diyecekler, dedi. Ben: Ey anne­ciğim yapma, şüphesiz ben şu dinimi hiç bir şey için bırakacak deği­lim, dedim. Bir gün ve gece geçti hiç bir şey yemedi. Izdırap içinde sa­bahladı. Diğer bir gündüz ve gece daha kaldı ve hiç bir şey yemedi-Izdırabı şiddetlenmiş olarak sabahladı. Ben bu durumu görünce: Ey anneciğim, biliyorsun, Allah'a yemîn ederim ki senin yüz nefesin olsa (yüz canın olsa) ve birer birer çıksa ben yine de bu dinimi hiç bir şey için bırakacak değilim. Dilersen ye, dilersen yeme, dedim. Bunun üze­rine o da yedi.[6]

 

16  — Oğulcuğum, işlediğin şey bir hardal tanesi kadar da olsa, bir kayanın içinde veya göklerde, yahut yerin de­rinliklerinde de bulunsa, Allah onu getirir  (ortaya çıka­rır) . Muhakkak ki Allah Latîf'dir, Habîr'dir.

17  — Oğulcuğum, namaz kıl, iyiliği emret,   kötülüğü önle. Başına gelene sabret. Doğrusu bunlar   azmedilmeye değer şeylerdir.

18 — İnsanları küçümseyip yüz çevirme. Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Allah kendini beğenip böbürleneni şüphesiz ki hiç sevmez.

19 — Yürüyüşünde tabiî ol, sesini kıs. Şüphesiz ki ses­lerin en çirkini eşeklerin sesidir.

 

Bunlar insanların bağlanıp uymaları için Allah Teâlâ'nm Lokman Hakîm'in dilinden nakletmiş olduğu faydalı öğütlerdir. Buyurur ki: Oğulcuğum, işlediğin şey bir hardal tanesi kadar da olsa; bir hardal tanesi ağırlığı kadar da olsa bir hatâ veya zulmü Allah getirip ortaya çıkarır. Adalet terazilerinin konulduğu zamanda kıyamet günü Allah Teâlâ onları hazır eder de onların karşılığını verir. Hayır ise karşılığı da hayır, şer ise karşılığı da şer olacaktır. Nitekim başka âyetlerde de Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Biz kıyamet günü adalet terazileri kurarız. Hiç bir kimse hiç bir şeyle haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar bile olsa yapılanı ortaya koyarız. Hesâb görenler olarak da Biz yeteriz.» (Enbiyâ, 47), «Kim zerre kadar hayır yapmışsa, onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.» (Zilzâl, 7,8). Şayet o (hardal ta­nesi kadar olan) zerre, sert bir kayanın içinde gizlenip korunmuş veya gökler ve yeryüzünün kıyı ve köşelerine giderek kaybolmuş dahi olsa şüphesiz Allah onu getirirdi. Zîrâ hiç bir gizli şey ve göklerle yeryüzün­de zerre ağırlığı hiç bir şey O'na gizli kalmaz. Bu sebepledir ki O: «Mu­hakkak ki Allah Latiftir, (ilmi latif olandır. Ne kadar ince, latîf ve za­yıf da olsa eşya O'na gizli kalmaz.) Habîr'dir. (Kapkara gecede bir ka­rıncanın kımıldanmasından dahi haberdârdır.)» buyurmuştur.

Bazıları «Bir kayanın içinde bulunsa...» âyetindeki kaya ile, ye­dinci kat yerin altındaki bir kayanın kasdedildiğini zannetmişlerdir. Süddî bu görüşü kendi isnadı ile —şayet sahih ise— İbn Abbâs, İbn Mes'ûd ve sahabeden bir cemaattan rivayetle zikreder. Bu Atıyye el-Avfî, Ebu Mâlik, Sevrî, Minhâl İbn Arar ve başkalarından da rivayet edilmiştir. En doğrusunu Allah bilir ama bu sanki doğrulanmayacak ve yalanlanmayacak olan îsrâiliyyât'tan alınmış gibidir. Âyetin zahirin­den anlaşıldığına göre —En doğrusunu Allah bilir— burada kasdedilen şudur; Şüphesiz ki o iane, ne kadar küçük olursa olsun bir kayanın için­de dahi bulunmuş olsa Allah latîf ilmi ile onu açığa çıkaracaktır. Nite­kim İmâm Ahmed der ki: Bize Hasan İbn Musa'nın... Ebu Saîd el- Hudrî (r.a.)den, onun da Allah Rasûlü (s.a.)nden rivayetinde şöyle buyur­muştur: Sizden birisi kapısı ve deliği olmayan sert bir kaya içinde bir amel işlemiş olsaydı, ameli ne olursa olsun şüphesiz dışarı çıkar, insan­lara ayan olurdu.

«Oğulcuğum (hadlerine, farzlarına ve vakitlerine riâyet ederek) namaz kıl. (Güç ve kuvvetin ölçüşünce) iyiliği emret, kötülüğü önle. Ba­şına gelene sabret.» Sanki Lokman, iyiliği emredip kötülükten men'e-den kimsenin mutlaka insanlar tarafından eziyyete dûçâr kalacağım bilmiş de oğluna sabretmesini emretmiştir.

«Doğrusu bunlar azmedilmeye değer şeylerdir. (Şüphesiz insanla­rın eziyetlerine sabretmek azmedilmeye değer şeylerdendir.) İnsanları küçümseyip yüz çevirme.» Burada Lokman şöyle demektedir: Sen in­sanlarla konuştuğun veya onlar seninle konuştukları zaman onları kü­çük görerek veya onlara karşı büyüklenerek yüz çevirme. Aksine onlara karşı yumuşak, halîm davran ve onlara karşı güler yüzlü ol. Nitekim bir hadîste şöyle buyrulur: «(Hiç bir iyiliği küçük görme...) kardeşini gü­ler yüzle karşılaman ve onunla güler yüzle konuşman da iyiliktendir. Elbiseni yerde sürümekten sakın. Çünkü bu kibirdir. Allah ise kibri sevmez.»

Ali îbn Ebu Talha'nın İbn Abbâs'tan rivayetine göre, «İnsanları küçümseyip yüz çevirme.» âyetinde şöyle buyruluyor: Büyüklenip te Al­lah'ın kullarını küçük görme. Onlar seninle konuştukları zaman yüzü­nü onlardan çevirme. Avfî ve İkrime de bu açıklamayı îbn Abbâs'tan ri­vayet ediyorlar. Zeyd İbn Eslem'den rivayetle Mâlik de, «İnsanları kü­çümseyip yüz çevirme.» âyetini: Yüzünü onlardan başka tarafa çevir­miş olarak konuşma, şeklinde anlamıştır. Bu; Mücâhid, İkrime, Yezîd İbn el-Asamm, Ebu Cevza, Saîd İbn Cübeyr, Dahhâk, İbn Zeyd ve baş­kalarından da rivayet edilmiştir. İbrahim Nehaî bununla ağzı eğerek ve avurtları doldurarak konuşmanın kasdedildiğini söylemişse de doğru olan birinci açıklamadır. İbn Cerîr der ki: ( ^^aJl ) kelimesinin aslı, develerin boyunlarına veya başlarına musallat olan bir hastalıktır. Bu hastalık neticesinde develerin boyunları başlarını taşıyamayarak eğilir, bükülür. İşte büyüklenen ve kibirli insan buna benzetilmiştir. (...)

«Yeryüzünde böbürlenerek (büyüklenerek, zalimane ve inatçıların yürüdüğü gibi) yürüme. (Böyle yapma ki Allah'ı öfkelendirmeyesin. Zira) Allah kendini beğenip (başkalarına karşı) böbürleneni şüphesiz ki hiç sevmez.» Başka bir âyet-i kerîme'de: «Yeryüzünde kibirlenerek yürüme. Şüphesiz ki, sen ne yeri yarabilirsin, ne de boyca dağlara ulaşa­bilirsin.» (İsrâ, 37) Duyurulmuştur ki, bu konudaki bilgi yerinde geç­mişti. Hafız Ebu: Kasım et-Taberanî der ki: Bize Muhammed İbn Abdul­lah el-Hadramî'nin... Sabit İbn Kays İbn Şemmâs'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: Allah Rasûlü (s.a.)nün yanında kibirden bahsedil­mişti. Bu konuda oldukça sert ifâdelerden sonra: «Allah, kendini beğe­nip böbürleneni şüphesiz ki hiç sevmez.» buyurdu. O topluluktan birisi kalkıp: Ey Allah'ın elçisi, ben elbisemi yıkanm da onun beyazlığı ho­şuma gider. Ayakkabımın bağı, kamçımın sapı hoşuma gider, dedi. Al­lah Rasûlü: Bu, kibir değildir. Kibir ancak senin hakkı tanımaman ve insanları hor görmendir, buyurdu. Taberanî hadîsi başka bir kanaldan aynı şekilde rivayet etmiş olup bu rivayette uzunca bir kıssa, sâbit'in ölüm yeri ve ölümünden sonraki vasiyyeti de anlatılmaktadır.

«Yürüyüşünde tabîî ol.* Ne iyice yavaş, ne de aşırı derecede sür'atli olmamak üzere orta halli yürü. Yürümen orta halli ve ikisi arasında olsun. ((Sesini kıs. (Sözünde mübalağa etme ve fayda olmayacak şeyler­de sesini yükseltme.)» «Şüphesiz ki seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.» Mücâhid ve birçokları şöyle diyor: Şüphesiz seslerin en çirkini eşek se­sidir. Yani sesini yükselten, sonuç olarak bu haliyle eşeklere benzetil­miştir. Ayrıca o, Allah katında buğza uğramıştır. Buradaki eşeklere benzetilme, elbette bunun haram kılınmasını ve son derecede kötülen-meşini de gerektirir. Zîrâ Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Bizim için kötü örnek yoktur: Hibesinden dönen, önce kusup ta sonra kustu­ğuna dönüp (yiyen) köpek gibidir. Bu âyetin tefsirinde Neseî der ki: Bize Kuteybe İbn Saîd'in... Ebu Hüreyre'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.)den rivayetinde şöyle buyurmuş: Horozun öttüğünü işittiğimiz za­man Allah'tan onun fazlını dileyiniz. Eşeğin anırmasını işittiğiniz za­man ise şeytândan Allah'a sığınınız. Zîrâ o mutlaka şeytânı görmüştür. İbn Mâce dışında, kalan muhaddisler bu hadîsi muhtelif kanallardan olmak üzere Cafer İbn Rabîa'dan rivayetle tahrîc etmişlerdir. Bu ha­dîsin rivayetlerinin bazısında «geceleyin» kaydı da vardır. En doğrusu­nu Allah bilir.

Bunlar gerçekten faydalı öğütler olup Lokman Hakîm'den nakle­dilen Kur'an kıssalarındandır. Ondan birçok hikmetler ve öğütler riva­yet edilmiştir. Misâl olarak bunlardan bazılarını zikredelim:

İmâm Ahmed der ki: Bize Ali İbn İshâk'ın... İbn Ömer (r.a.)den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) haber verip şöyle buyurmuş: Lok­man el-Hakîm şöyle dermiş: Şüphesiz Allah bir şeyi emânet olarak ver­diğinde onu korur. İbn Ebu Hâtim'in Ebu Saîd el-Eşecc kanalıyla... Ebu Mûsâ el-Eş'arî'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyur­muş: Oğluna öğüt verirken Lokman şöyle demiş. Oğulcuğum, elbisene bürünüp sarınmaktan sakın. Zîrâ o geceleyin korkutucu, gündüzün ise zelîl kılıcıdır. Yine İbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... es-Seriyy İbn Yahya'dan rivayetinde o, şöyle demiştir: Lokman oğluna: Oğulcuğum, şüphesiz hikmet yoksulları kralların meclislerine oturtur, demişti. Yine İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Avn îbn Abdullah'tan rivayetin­de o, şöyle anlatıyor: Lokman oğluna dedi ki: Oğulcuğum, bir kavmin toplandığı yere geldiğin zaman, onlara İslâm'ın okunu at —yani onlara selâm ver— sonra bir köşeye otur ve onları konuşur görmedikçe konuş­ma. Şayet Allah'ın zikrine dalarlarsa sen de onlara katıl. Ama başka bir söze dalacak olurlarsa onların yanından çıkıp başka bir yere git. İbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... Hafs İbn Ömer (r.a.)den rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: Lokman yanına bir hardal torbası koydu, ve oğ­luna öğüt vermeye başladı. Her bir öğütte bir hardal tanesi çıkarıyordu. Nihayet hardallar tükendi ve: Oğulcuğum, sana o kadar öğüt verdim ki şayet bu öğütler bir dağa verilseydi dağ yarılırdı, dedi. Oğlu gerçekten bu öğütleri aldı. Ebu Kasım et-Taberânî der ki: Bize Yahya İbn Abdül-bâkî'nin: İbn Abbâs'tan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle bu­yurmuştur: Siyahilere sahib olunuz. Şüphesiz ki onlardan üçü, cennet ehlinin efendilerindendir: Bunlar Lokman el-Hakîm, Necâşî ve müezzin Bilâl'dir. Ebu Kasım et-Taberânî, Allah Rasûlü'nün Sudan ile Habeşis­tan'ı kasdettiğini söyler.[7]

 

Şöhretten  Kaçmak ve Tevazu

 

Bu konu Lokman (a.s.)ın oğluna verdiği öğütlerle ilgilidir ki Ha­fız Ebu Bekr tbn Ebu Dünyâ bu konuda başlı başına bir kitab te'lîf et­miştir. Biz ondan bazılarını zikretmek  istiyoruz:

İbn Ebu Dünyâ der ki: Bize İbrâhîm İbn Münzir'in... Enes İbn Mâ-lik'den rivayetine göre o, Allah Rasûlü (s.a.)nü şöyle buyururken işit­miş: Nice saçı-başı dağınık, iki eski elbiseye bürünmüş kimseler vardır ki insanların kapılarından uzaklaştırılırlar. Halbuki Allah'a yemîn et­miş olsa Allah onu yemininde doğru çıkarırdı. İbn Ebu Dünyâ hadîsi ay­rıca Ca'fer İbn Süleyman kanalıyla... Enes'ten, o da Hz. Peygamber (s.a.) den rivayetle zikretmiştir. Bu rivayette şu fazlalık vardır: Berâ îbn  Mâlik onlardandır.

Ebu Bekr İbn Sehl et-Temîmî der ki: Bize İbn Ebu Meryem'in... Hz. Ömer (r.a.)den rivayetine göre; o, (bir gün) mescide girdiğinde Muâz İbn Cebel'in Allah Rasûlü (s.a.)nün kabri yanında ağladığım gö­rerek: Seni ağlatan nedir ey Mûâz? diye sormuş. Mûâz demiş ki: Allah Rasûlü (s.a.)nden işitmiş olduğum bir hadîstir. O'nun şöyle buyurdu­ğunu işittim: Muhakkak ki az bir riya şirktir. Şüphesiz Allah kendini insanlardan müstağni görerek gizlenen müttakîleri sever. Onlar kaybol­dukları zaman aranmazlar. Hazır bulundukları zaman da tanınmazlar. Onların kalbleri hidâyet ışıklarıdır (lâmbalarıdır). Her bir karanlık yer­den kurtulurlar.

Yine Ebu Bekr İbn Sehl'in Velîd İbn Şücâ kanalıyla... Abdullah İbn Mes'ûd (r.a.)dan, onun da Hz. Peygamber (s.a.)den rivayetinde efen­dimiz şöyle buyurmuş: Nice eski püskü iki elbisesi olan, ilgilenilmeye değmez kimseler vardır ki Allah'a yemîn etmiş olsa Allah onu yeminin­de doğru çıkarır. Allah'ım, Senden cenneti istiyorum demiş olsaydı, dün­yada ona hiç bir şey vermediği halde ona cenneti verirdi. Yine Ebu Bekr îbn Sehl der ki: Bize İshâk İbn İbrahim'in... Salim îbn Ebu Ca'd'dan rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: Ümmetimden Öyle kim­seler vardır ki sizden birisinin kapısına gelerek bir dînâr veya bir dir­hem veya bir kuruş istese ona verilmez. Şayet Allah'tan cenneti istemiş olsaydı Allah ona cenneti verirdi. Ama dünyayı istemiş olsaydı onu da kendisine vermezdi. Değersiz olduğu için de onu bundan alı koymazdı. Onlar eski püskü iki elbiseye sahip olup ilgilenilmeye bile değ­mezler. Halbuki Allah'a yemîn etmiş olsaydı Allah onu yemininde doğru çıkarırdı. Hadîs bu kanaldan rivayetinde mürseldir. Yine Ebu Bekr İbn Sehl der ki: Bize İshâk İbn İbrahim'in... Ebu Hüreyre'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş; Saçi-başı dağınık, tozlu, elbi­seleri eski, kendileriyle ilgilenilmeyen, emirlerin yanına girmek için izin istediklerinde kendilerine izin verilmeyen, evlenmek için kadınlara tâ-lib olduklarında evlendirilmeyen, bir şey söyledikleri zaman dinlenil­meyen, ihtiyâçları içlerinde dolanıp duran fakat dışarı çıkmayan bir takım kimseler vardır ki bunlar cennetin hükümdarlarmdandır. Şayet kıyamet günü onların nuru insanlar arasında bölüştürülmüş olsaydı hepsine yeterdi.   (...)

Yine Ebu Bekr İbn Sehl'in Ubeydullah İbn Zahr kanalıyla... Ebu Ümâme'den merfû' olarak rivayetine göre Allah Teâlâ şöyle buyurmuş: Katımdaki dostlarımın en fazla gıbta edileni bir mü'mindir ki malı azdır, namazdan nasibini almıştır, Rabbına güzelce ibâdet etmiş ve gizlice O'na itaat etmiştir. İnsanlar arasında gizli kalmıştır. Parmaklar­la ona işaret edilmez (şâm şöhreti yoktur), eğer buna sabrederse —Al­lah Rasûlü bundan sonra söyleyeceklerinin önemine işaret etmek üzere elini sallayarak şöyle devam ettiler— ölümü çabuklaştırılır, mîrâsı ve ağlayanları az olur. Abdullah İbn Amr'dan rivayete göre o, şöyle de­miş: Allah'ın kullarının Allah'a en sevgilisi garîblerdir. Garıbler kimdir? denildi de, Abdullah şöyle cevab verdi: Onlar dinlerini fitne­lerden kaçırıp koruyanlardır ki, kıyamet günü Meryem Oğlu İsa'nın ya­nında toplanacaklardır. Fudayl İbn İyâz der ki: Bana ulaştığına göre Allah Teâlâ kıyamet günü kula: Sana nimet vermedim mi, sana ver­medim mi? Seni örtüp gizlemedim mi... Senin adını şanını anılmaz kıl­madım mı? buyuracaktır. Fudayl der ki: Şayet tanmmamazlık edebili­yorsan bunu yap. Sana düşen övülmemendir. Sana düşen insanlar ka­tında hoşlanılmayan1 fakat Allah katında hoşlanılan kimse olmandır. İbn Muhayrîz şöyle dermiş: Allah'ım, Senden şöhret bulmamış bir anı isterim. Halil İbn Ahmed de şöyle dermiş: Allah'ım, beni katında yara­tıklarının en üstünlerinden, kendi nefsimde yaratıklarının en düşüğün­den, insanlar katında da yaratıklarının orta halli olanlarından kıl.[8]

 

Şöhret Konusunda Vârid Olan  Haberler

 

İbn Ebu Dünyâ der ki: Bize Ahmed İbn îsâ el-Mısrî'nin... Enes'ten, onun da Allah Rasûlü (s.a.)nden rivayetine göre o, şöyle buyurmuş: Allah'ın korudukları müstesna olmak üzere dini veya dünyası konusunda kişiyi insanların parmaklarıyla göstermeleri kötülük olarak ye­ter. Şüphesiz Allah sizin suretlerinize bakmaz, fakat O, sizin kalblerini-ze ve amellerinize bakar. Hadîsin bir benzeri İshâk İbn Behlûl kana­lıyla... Câbir İbn Abdullah'tan merfu' olarak rivayet edilmiştir. Hadî­sin bir benzeri Hasan (el-Basrî) dan mürsel olarak rivayet edilir. Ha-san'a: Ama sende parmaklarla gösteriliyorsun, denilmiş de şöyle cevab vermiş: Burada kasdedilen; kişinin bid'ati yüzünden dininde, günah­kârlığı yüzünden dünyasında parmakla gösterilmesidir, Hz. Ali (r.a.) den rivayete göre o, şöyle demiş: Meşhur olman için başlama, anılmak için şahsım yükseltme. Öğren ve gizle. Sus ki selâmete eresin. Böyle ya­parsan iyileri sevindirmiş, günahkârları da öfkelendirmiş olursun. İb-râhîm İbn Edhem —Allah ona rahmet eylesin— der ki: Şöhreti seven kimse Allah'ın ihlâslı kulu değildir. Eyyûb der ki: Kul ancak yerinin hissedilmemesi kendisini sevindirdiği takdirde Allah'ın sâdık kuludur. Muhammed İbn Alâ şöyle demiş: Allah'ı seven, insanların kendisini ta­nımamasını da sever. Semmâk îbn Seleme de şöyle diyor: Dostlarının çok olmasından sakın. Ebân İbn Osman der ki: Dininin selâmette olmasını sevip istiyorsan tanıdıklarını azalt. Ebu Âliye, yanında üç kişiden faz­lası oturursa yanlarından kalkıp onları terk edermiş. Bize Ali İbn el-Ca'd'ın... Ebu Recâ'dan rivayetinde o, şöyle demiş: Talha kendisiyle be­raber yürüyen bir topluluk gördü de: Bunlar tamah (tamahkâr) sinek­leri ve ateş kelebekleridir. İbn İdrîs'in Hârûn İbn Antere'den, onun da Selîm İbn Hanzala'dan rivayetinde o, şöyle demiş: Biz babamın çevre­sinde iken birden Ömer İbn Hattâb kamçısı ile üzerine yürüyüp; Şüp­hesiz (bu durum) uyan kimse için bir zillet, uyulan kimse için de bir fitnedir. İbn Avn'ın Hasan'dan rivayetine göre (bir gün) İbn Mes'ûd çıktığında birtakım kimseler peşinden gelmişler de İbn Mes'ûd: Allah'a yemîn ederim ki kapımı neyin üzerine örttüğümü bilmiş olsaydınız siz­den iki kişi bile benim peşimden gelmezdi, demiş. Hammâd İbn Zeyd der ki: Yanımızda Eyyûb varken bir meclise uğradığımızda onun selâ­mına o mecliste oturanlar kuvvetli bir selâmla karşılık vermişlerdi. Bu onu hüzünlendirdi. Abdürrezzâk'ın Ma'mer'den rivayetine göre Eyyûb gömleğini uzatırmış, ona bu konu sorulduğunda: Eskilerde şöhret göm­leğin uzatılması şeklindeydi. Bugün ise, gömleği sıvamak ve kısa tut­mak şeklindedir, diye cevab vermiş. Bir keresinde Hz. Peygamber (s.a.) in nalinleri gibi iki nalin yaptırmış ve birkaç gün giydikten sonra çı­karmış ve insanlann onu giydiklerini görmedim, demiş. İbrahim Nehaî der ki: Fakîhler içinde meşhur olan ve beyinsizlerin seni küçük görecek­leri elbiseleri giyme. Sevrî şöyle diyor: Onlar meşhur olup tanınacak­ları ve insanların göz dikerek kendilerine bakacaklan güzel elbise giy­mekten hoşlanmazlardı. Aynı şekilde hakarete uğrayacakları ve dinleri­ni zillete düşürecek kötü elbise giymekten de sakınırlardı. Bize Hâlid İbn Hıdâş'ın Hammâd'dan, onun da Ziyadî'nin arkadaşı Ebu Hasene'-den rivayetine göre o, şöyle demiş: Biz Ebu Kılâbe'nin yanındaydık. Üzerinde çuldan elbiseler olan birisi yanına girdi. Ebu Kılâbe: Şu anı­ran eşekten uzak durunuz, dedi. Hasan —Allah ona rahmet eylesin— der ki: Öyle bir kavim vardır ki kibir kalblerinde, tevazu' da elbiselerin-dedir. Çuldan elbise giyen bu elbisesiyle yünlü, ipekli elbise giyenden daha büyüktür. Ne oluyor da birbirlerini görmezden geliyorlar. Bazı ha­berlerde vârid olduğuna göre Hz. Mûsâ (a.s.), İsrâiloğullarına şöyle de­miş: Size ne oluyor ki kalbleriniz kurt kalbleri ve üzerinizde ruhban el­biseleri olduğu halde bana geliyorsunuz? Kralların elbiselerini giyin. Allah korkusuyla kalblerinizi yumuşatın.[9]

 

Güzel Ahlâk

 

Ebu Teyyâh'ın Enes (r.a.)ten rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) insanların ahlakça en güzeli imiş. Atâ'dan, onun da İbn Ömer'den ri­vayetinde ey Allah'ın elçisi, mü'minlerin hangisi en üstündür? denilmiş de Allah Rasûlü (s.a.): Ahlakça en güzelleri, buyurmuş. Nûh İbn Ab-bâd kanalıyla... Enes'ten merfû' olarak rivayete göre şöyle buyurulu-yor: Kul ibâdeti az olduğu halde güzel ahlâkı ile âhiret derecelerine ve şerefli mevkilere ulaşır. Âbid olduğu halde kötü huyları ile cehennemin en alt derecelerine varır. Sinan İbn Hârûn kanalıyla... Enes'den mer­fû' olarak rivayete göre şöyle buyruluyor: Güzel ahlâk, dünya ve âhi­ret hayırlarını toplayıp götürmüştür. Muttalib'den, onun da Âişe'den merfû' olarak rivayetinde buyrulur ki: Şüphesiz kul, güzel ahlâkı ile geceyi ibâdetle, gündüzü oruçla geçirenin derecesine ulaşır.

İbn Ebu Dünyâ der ki: Bana Ebu Müslim Abdurrahmân İbn Yû-nus'un... Ebu Hüreyre (r.a.)den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.)ne insanları en çok neyin cennete koyacağı sorulmuştu. Allah korkusu ve güzel ahlâk, buyurdu. İnsanları en çok cehenneme neyin sokacağı so­ruldu da: İki boşluk kf; ağız ve ut yeridir, buyurdu. Üsâme İbn Şerîk an­latıyor: Allah Rasûlü (s.a.)nün yanındaydım. Her yerden bedeviler ona geldiler ve: Ey Allah'ın elçisi, insana verilenlerin en hayırlısı nedir? de­diler. Güzel ahlâktır, buyurdu. Ya'lâ İbn Semmâk'in Ümmü Derdâ'dan, onun da Ebu Derdâ'dan —Ebu Derdâ hadîsi Allah Rasûlüne ulaştırı­yor— rivayetinde şöyle buyurmuş: Mizanda güzel ahlâktan daha ağır hiç bir şey yoktur. Ata da hadîsi Ümmü Derdâ'dan rivayet etmiştir. Mesrûk'dan, onun da Abdullah İbn Amr'dan merfû' olarak rivayetine göre şöyle buyurmuş: Sizin ahlâk yönüyle en güzel olanlarınız en hayır-lılarınızdandır. Abdullah İbn Ebu Bedr kanalıyla... Hasan İbn Ali'den rivayette Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: Allah Teâlâ, Allah yolunda cihâd edene verdiği gibi güzel ahlâkından dolayı da kuluna sevâb verir ki ecri sabah akşam ona gelir. Mekhûl'den, onun da Ebu Sa'lebe'-den merfû' olarak rivayetinde şöyle buyruluyor: Meclisimde bana en ya­kınınız ve bana en sevgili olanınız ahlâkı en güzel olanınızdır. Cennet­te makamı bana en uzak ve bana en sevimsiz olanınız ise ahlâkı kötü olanlarınız, boş boğazlık eden, avurtlarını doldurarak, ağzını eğerek ve karşısındakileri küçümseyerek konuşanmızdır.

Ebu Üveys kanalıyla... Câbir'den merfû' olarak rivayette şöyle buy­ruluyor: Size îmânı en kâmil olanınızı haber vereyim mi? Onlar sizin ahlâkı en güzel olanlarınız, mütevâzî' olup insanlarla ülfet eden ve ken­disiyle ülfet edilenlerinizdir. Leys'in Yezîd İbn Abdullah İbn Üsâme'den, onun da Berk Ebu Furât'dan rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.) şöyle bu­yurmuş: Allah Teâlâ kişinin yaratılış ve huylarını, ateş yesin diye gü-zelleştirmez. Abdullah İbn Ğâlib'in Ebu Saîd'den merfû' olarak riva­yetinde şöyle buyrulur: İki huy vardır ki bir mü'minde toplanmaz : Cimrilik ve kötü ahlâk. Meymûn İbn Mihrân'ın Allah Rasûlü (s.a.)nden rivayetinde şöyle buyrulur: Allah katında kötü ahlâktan daha büyük bir günâh yoktur. Zîrâ kötü ahlâk sahibi bir günâhtan çıkmadan öte­kine düşer.

İbn el-Ca'd kanalıyla... Kureyş'den birisinden rivayet edildiğine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: Allah katında kötü ahlâktan daha büyük bir günâh yoktur. Şüphesiz güzel ahlâk, güneşin buzu erit­tiği gibi günâhları eritir. Kötü ahlâk ise sirkenin balı bozduğu gibi ame­li ifsâd edip bozar. Abdullah İbn İdrîs'in, babası kanalıyla... Ebu Hü-reyre'den merfû' olarak rivayetinde şöyle buyruluyor: Şüphesiz siz in­sanları mallarınızla elde edemezsiniz. Fakat sizin güler yüzünüz ve gü­zel ahlâkınız sizin yerinize onları elde eder. Muhammed .İbn Şîrîn der ki: Güzel ahlâk dine  yardımcıdır.[10]

 

Kibrin Kötülüğü

 

Alkame'nin İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre -İbn Mes'ûd hadîsi mer­fû' olarak rivayet ediyor- şöyle buyrulmuş: Kalbinde tane ağırlığı kibir olan kimse cennete giremez. Kalbinde tane ağırlığı imân olan kimse de ateşe girmez. İbrâhîm İbn Ebu Able'nin Ebu Seleme'den, onun da Ab­dullah İbn Amr'den merfû' olarak rivayetinde şöyle buyruluyor: Kimin kalbinde zerre ağırlığı kibir varsa Allah Teâlâ onu yüzüstü cehenneme atar. İshâk İbn İsnıâü kanalıyla... İyâz İbn Seleme'den, onun da baba­sından merfû' olarak rivayetinde buyrulur ki: Kişi kendini beğenmeye o kadar devam eder ki sonunda Allah katında zorbalardan yazılır ve zorbalara isabet eden azâb onun da başına gelir. Mâlik İbn Dînâr der ki: Hz. Davud'un oğlu Süleyman (s.a.) bir gün iki yüz bin insan, iki yüz bin cinnî ile birlikte halıya bindi. O kadar yükseltildi ki sonunda gökteki meleklerin teşbihini işitti. Sonra onu aşağı indirmeye başladı­lar da sonunda ayakları deniz suyuna temas etti. Şöyle bir ses işittiler: Şayet arkadaşınızın kalbinde zerre ağırlığı bir kibir olmuş olsaydı yük­seltildiğinden daha alçağa düşürülürdü. Ebu Hayseme kanalıyla... Enes'ten rivayetinde o, şöyle demiş: Ebubekir bir hutbesinde bize insa­nın yaratılışının başlangıcını zikretti de, bizden birisi kendini pis görür oldu. Ebubekir iki kere: O (insan) sidik yolundan çıkmıştır, dedi. Şâ'bî: Kim iki kişiyi öldürürse şöphesiz o zorbadır, demiş sonra da: «Dün bir cana kıydığın gibi bana da mı kıymak istiyorsun? Sen ancak yeryüzün­de bir zorba olmayı istiyorsun...» (Kasas, 19) âyetini okumuş. Hasan der ki: Âdemoğluna şaşılır: Günde iki kere eliyle pisliğini yıkar, sonra da büyüklenip göklerin Cebbâr'ına karşı çıkmaya kalkar. Bize Hâüd İbn Hıdâş'ın... Dahhâk İbn Süfyân'dan rivayetine göre; o, hadîsi zikre­dip şöyle demiş: Dünyaya Âdemoğlundan çıkan (pislik) misâl olarak verilmiştir. Hasan'ın Yahya'dan, onun da Übeyy'den rivayetinde o, şöy­le diyor: Şüphesiz Âdemoğlunun yediği; içine ne kadar baharat koysa, tuz katsa ve güzelleştirse de dünyaya misâl olarak verilmiştir. Hz. Ali (r.a.)nin evlâdından Muhammed İbn Hüseyn İbn Ali der ki: Kişinin kalbine kibirden bir şey girmişse, onun kalbine giren kibir ölçüşünce aklı eksilmiştir. Yûnus İbn Ubeyd der ki: Secde ile beraber kibir, tevhîd ile beraber münafıklık yoktur. Ömer İbn Abdülazîz henüz halife olma­mışken böbürlenerek yürüdüğünü gören Tâvûs onun bir yanına par­mağıyla vurarak; bu yürüyüş, karnında pislik olanın âdeti değildir, de­miş. Ömer İbn Abdülazîz sanki ondan özür dilercesine şöyle cevaplamış: Ey amcacığım, bu yürüyüşü öğrenmem için her bir uzvuma o kadar vuruldu ki sonunda bu yürüyüşü öğrendim. Ebu Bekr İbn Ebu Dünyâ der ki: Ümeyye oğulları bu yürüyüşü öğreninceye kadar çocuklarını döverlermiş.[11]

 

Böbürlenip Kendini Beğenmek

 

İbn Ebu Leylâ'dan, onun İbn Büreyde'den, onun da babasından merfû' olarak rivayetinde şöyle buyrulur: Kim böbürlenerek elbisesini yerde sürürse Allah Teâlâ ona rahmet nazarıyla bakmaz. Hadîs İshâk İbn İsmâîl tarafından Süfyân kanalıyla... İbn Ömer'den merfû' olarak rivayet edilmiştir. Muhammed îbn Bekkâr kanalıyla... Ebu Hüreyre'-den merfû' olarak rivayete göre şöyle buyrulur: Allah Teâlâ kıyamet günü elbisesini yerde sürüyen kimseye rahmet nazarıyla bakmaz. Aynı isnâd ile rivayet edilen başka bir hadîste de şöyle buyrulur: Bir adam

 (Kârûn kasdediliyor olmalıdır) iki elbisesi içinde salına salma yürür­ken kendini beğenmişti de, Allah Teâlâ onu yerin altına geçirmişti. O yeraltında kıyamet gününe kadar inmeye devam etmektedir. Bu ha­dîsi sonuna kadar Zührî de Sâlim'den, o ise babasından rivayet ediyor.[12]

 

20  — Görmez misiniz ki Allah  göklerde   olanları   da, yerde olanları da size müsahhar kılmıştır.   Gizli   ve açık olarak nimetlerini size bolca vermiştir. İnsanlar arasında hiç bir bilgisi olmadan, hiç bir rehberi ve aydınlatıcı ki­tabı yokken Allah hakkında tartışanlar vardır.

21  — Onlara.- Allah'ın indirdiklerine uyun,   denilince: Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola (dine) uyarız, derler. Ya şeytân onları yalımlı   azaba   çağırıyor idiyse?

 

Allah Teâlâ kullarına dünyada ve âhirette bahşetmiş olduğu ni­metlerine işaret buyuruyor. Allah Teâlâ gündüz ve gecelerinde ışıkların­dan istifâde ettikleri yıldızlarıyla, orada yaratmış olduğu bulutlar, yağ­murlar, kar ve dolusuyla göklerde olanları onların buyruğuna vermiştir. Gökleri onlar için korunmuş bir tavan yapmıştır. Onları yeryüzünde yer­leştirmiş, onlar İçin nehirler, ağaçlar, ekinler ve meyveler -yaratmıştır. Onlara peygamberler göndermek, kitablar inzal etmek ve şüphelerini gidermek suretiyle açık ve gizli nimetlerini bahsetmiştir. Bununla be­raber bütün insanlar îmân etmiş değildir. Aksine onlardan Allah hak­kında, Allah'ın birliği ve O'nun peygamberler göndermesi konusunda tartışanlar vardır. Onların bu konudaki tartışmaları bir bilgiye, sıhhatli bir delile, sıhhatli olarak nakledilmiş bir kitaba dayanmamaktadır. Bu sebepledir ki: «İnsanlar arasında hiç bir bilgisi olmadan, hiç bir rehberi ve aydınlatıcı (apaçık) kitabı yokken Allah hakkında tartışanlar var­dır. Allah'ı birleme konusunda bu tartışanlara: Allah'ın peygamberine indirmiş olduğu tertemiz şeriat ve kanunlara uyun, denilince: Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz  (dine)  uyarız, derler. Onların eski atalarına uymaktan başka hiç bir delilleri yoktur.» buyurur. Yine aynı sebeple: «Peki, ya ataları bir şey düşünmeyen, doğruyu bulamayan kim­seler olsa da mı?» (Bakara, 170) buyurmuştur. Ey babalarının yaptık­larını delil getirenler; ne dersiniz, ya onlar sapıklık üzere idiyseler ve siz de onların içinde oldukları bu durumda onların halefleri iseniz?... Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: «Ya şeytân onları yalımlı azaba çağırıyor idiyse?» buyurmuştur.[13]

 

22  — Kim, ihsan ederek kendini Allah'a teslim ederse, muhakkak ki o, en sağlam kulpa sarılmıştır. Ve işlerin âki-beti Allah'a aittir.

23  — Kim de küfrederse onun küfrü    seni   üzmesin. Onların dönüşü Bize'dir. O zaman yaptıklarını onlara bil­diririz. Şüphesiz ki Allah, göğüslerin   özünü   gerçekten bilendir.

24  — Onları az bir süre geçindirir, sonra da katı bir azaba sürükleriz.

 

Allah Teâlâ, kendini Allah'a teslim eden, O'na ihlâs ile amel eden, emrine boyun eğip şerîatine tâbi olan kimseden haber veriyor. Bu se­beple o: (Kendisine emredilene uymak ve yasaklananı terketmek sure­tiyle amelinde ihsâirsâhibi olarak) kendini Allah'a teslim ederse, mu­hakkak ki o, en sağlam bir kulpa sarılmış; (kendisine azâb etmeyece­ğine dâir Allah'tan sağlam bir söz almıştır.) İşlerin sonucu Allah'a aittir.» buyurmuştur. «Kim de küfrederse onun küfrü seni üzmesin.» Ey Muhammed, Allah'ı ve senin getirdiklerini inkâr etmelerinden do­layı onlara üzülme. Şüphesiz onlar hakkında Allah'ın takdiri geçerlidir. Onların dönüşü Allah'adır. O zaman yaptıklarını onlara bildirecek ve yaptıklarından dolayı onlan cezalandıracaktır. «Şüphesiz ki Allah, gö­ğüslerin özünü gerçekten bilendir.» Zîrâ hiç bir gizli şey O'na gizli kal­maz. «Onları (dünyada) az bir süre geçindirir,   sonra   da    (nefislere) ağır (gelecek müthiş ve feci) bir azaba sürükleriz.» Başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyrulur: «Allah'a karşı yalan uyduranlar hiç şüp­hesiz felah bulmayacaklardır. Onlara dünyada bir müddet faydalanma vardır. Sonunda dönüşleri Bize'dir. Biz de küfürlerinden dolayı kendi­lerine en şiddetli azabı tattıracağız.» (Yûnus, 69-70).[14]

 

25  — Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan muhakkak: Allah, derler. De ki: Hamd Allah'a mahsustur. Hayır onların çoğu bilmezler.

26  — Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Muhakkak ki Allah'tır O Ganî ve Hamid.

 

Allah Teâlâ, müşriklerin Allah'ın tek ve ortağı olmaksızın göklerin ve yerin yaratıcısı olduğunu bildiklerini haber veriyor. Bununla bir­likte onlar Allah'ın yarattığı ve mülkü olduğunu itiraf ettikleri ortak­lara tapınmaktadırlar. Bu sebepledir ki şöyle buyurur: «Andolsun ki on­lara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan: Allah, derler. De ki: (Ma­dem ki bu itirafınızla aleyhinize hüccet konulmuştur, bu durumda) hamd Allah'a mahsûstur. Hayır onların çoğu bilmezler. Göklerde ve yerde olanlar Allah'ın (yaratığı ve O'nun mülkü) dır. Muhakkak ki Al­lah, O Ganî (zâtı dışındaki her şeyden müstağnidir, her şey Ö'na muh­taç) dir. (Bütün yaratıklarında O hamdedilen) Hamîd'dir.» Yaratıp meşru' kıldıklarından dolayı göklerde ve yerde hamd O'nadır. Bütün işlerde Övülmüş olan O'dur.[15]

 

27 — Eğer yeryüzündeki ağaçların  hepsi kalem olsa, deniz de, arkasından yedi deniz daha kendisine yardım ederek mürekkep olsa, yine de Allah'ın kelimeleri tüken­mez. Muhakkak ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.

 

28 — Sizin yaratılmanız da, yeniden diriltilmeniz de bir tek kişininki gibidir. Şüphesiz ki Allah Semî'dir, Ba-

sîr'dir.

 

Allah Teâlâ burada azameti, kibriyâsı, celâli, güzel isimleri, yüce sıfatlan, hiç bir beşerin künhüne ve sayılarına muttali' olamadığı, hiç kimsenin ihata edemediği tam ve mükemmel olan sözlerinden haber veriyor. Nitekim Rasûllerin sonuncusu ve beşerin efendisi şöyle buyur­muş: Sana gereği gibi övgüde bulunamıyorum. Sen şüphesiz zâtına se­nada bulunduğun gibisin. Allah Teâlâ: «Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, deniz de, arkasından yedi deniz daha kendisine yardım ede­rek mürekkep olsa yine de Allah'ın kelimeleri tükenmezdi.» buyurur ki şayet yeryüzü ağaçlarının hepsi kalem, denizler mürekkep yapılsa ve onunla beraber yedi deniz daha imdada çağrılsa ve bunlarla Allah'ın azametine, sıfatlarına ve celâline delâlet eden Allah'ın kelimeleri yazıl­saydı; kalemler kırılıp tükenir, denizlerin suyu biterdi. Onların kat kat benzerleri imdada gelmiş bile olsalar. Burada yedi sayısının zikredil­mesi mübalâğa içindir. Yoksa denizleri yedi ile kayıdlamak kasdedilme-miştir. Doğrulanmayan ve yalanlanmayan türden olan İsrâiliyât'a da­yanan birisinin söylediği gibi ortada âlemi kuşatan yedi deniz mevcûd değildir. Burada bu kasdedilmemektedir. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de: «De ki: Rabbımın sözlerini yazmak için denizler mü­rekkep olsa ve bir o kadarını da katsak, daha Rabbımın sözleri tüken­meden denizler tükenirdi.» (Kehf, 109) buyurur ki, burada zikredilen «bir misli» ifadesi ile bir tek misli kasdedilmemektedir. Aksine önce bir misli, sonra bir misli daha, sonra bir misli daha olmak üzere devam ede-gelmektedir. Zîrâ Allah'ın âyetleri ve kelimeleri elbette sayılamaz. Ha­san el-Basrî der ki: Şayet yeryüzünün ağaçlan kalem, denizleri mürek­kep yapılmış olsaydı ve Allah Teâlâ da: Şu benim emrimdendir, şu be­nim emrimdendir... buyurmuş olsaydı, denizlerdekiler biter ve kalem­ler kırılıp tükenirdi. Katâde der ki: Müşrikler: Bu söz çok geçmez bi­ter, demişlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Şayet yeryüzündeki ağaç­lar kalem olsa, deniz de, arkasından yedi deniz daha kendisine yardım ederek mürekkep olsa...» buyurdu. Şayet yeryüzü ağaçlan kalem ve denizlerle beraber yedi deniz daha olsaydı Rabbımın hârikalan, hik­meti, yaratıkları ve ilmi bitmezdi. Rebî' İbn Enes der ki: Bütün kulla­rın ilminin misâli Allah'ın ilmine göre bütün denizlerin suyuna göre bir damla gibidir. Allah Teâlâ bu konuda: «Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa:..» âyetini indirmiştir. Bu âyet-i kerîme'de şöyle buyrulu-yor; Şayet şu denizler Allah'ın kelimelerinin yazılması için mürekkep, bütün ağaçlar da kalem olmuş olsaydı; kalemler kırılıp tükenir, deniz­lerin Şüyu biter ve yine de hiç bir şeyin bitiremeyeceği Allah'ın kelime­leri kalırdı. Zîrâ hiç kimse onların ölçüsünü takdir edemez. Hiç kimse gerektiği "şekilde O'na senada bulunamaz. Sonunda zâtına senada bu­lunan yine Rab Teâlâ olur. Şüphesiz Rabbımız kendi buyurduğu gibi ve bizim söylediklerimizin fevkindedir.

Bu âyet-i kerîme'nin yahûdîlere cevab olarak nazil olduğu rivayet edilir. İbn İshâk der ki: Bana İbn Ebu Muhammed'in... İbn Abbâs'tan rivayetine göre yahûdî hahamlan Medine'de Allah Rasûlü (s.a.)ne: Ey Muhanımed, «Size ilimden ancak çok az bir şey verilmiştir.» sözünle sen bizi mi, yoksa kavmini mi kasdediyorsun? demişlerdi. Allah Rasûlü (s.a.): Asla, buyurdu. Onlar: Sana gelenler içinde bize her bir şeyin açık­lamasını ihtiva eden Tevrat'ın verildiğini okumuyor musun? dediler de, Allah Rasûlü (s.a.): Şüphesiz bu, Allah'ın ilmine göre azdır. Sizin sahib olduğunuz ilim size yetecek miktardadır, buyurdu. Allah Teâlâ da Hz. Peygambere onlann sordukları konuda: «Şayet yeryüzündeki ağaçlar ka­lem olsa...» âyetini indirdi. îkrime ve Ata İbn Yesâr'dan da bu şekilde rivayet edilmiştir. Bu, âyetin Mekke'de değil de Medine'de nazil olmuş bulunmasını gerektirir. Meşhur olan ise âyetin Mekke'de nazil olduğu­dur. En doğrusunu Allah bilir.

«Muhakkak ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.» Her şeyi kahr u galebesi altına almış olan Azîz'dir. Dilediğine engel olacak, muhalefet edecek ve hükmünü geciktirebilecek hiç bir şey yoktur. Yaratmasında, emrin­de, sözlerinde, fiillerinde, kanun koymasında ve bütün durumlarında hikmet sahibidir.

«Sizin yaratılmanız da, yeniden diriltilmeniz de bir tek kişininki gibidir.» Allah'ın kudretine göre bütün insanların yaratılması ve kıya­met gününde yeniden diriltilmeleri bir tek kişinin yaratılması gibidir. Bütün bunlar'AJlah'a kolaydır. «O'nun emri, bir şeyi murâd ettiği za­man, sâdece ona: ol, demektir. O da oluverir.» (Yâ-Sîn, 82), «Ve Bizim emrimiz birdir, bir göz kırpması gibidir.» (Kamer, 50). Bir şeye ancak bir kere emreder. O şey de emrin tekrarına ve te'kîdine gerek kalma­dan oluverir. «Doğrusu O, bir tek çığlıktır. Ki, o zaman hepsi toprağın yüzüne dökülecektir.»   (Nâziât, 13, 14).

«Şüphesiz, ki Allah Semî'dir, Basîr'dir.» Nasıl ki bir tek kişiyi işit­mesi ve görmesi gibi onların hepsinin sözlerini en iyi işiten ve amelle­rini görendir; aynı şekilde onlara güç yetirmesi de bir tek kişiye güç yetirmesi gibidir. Bu sebepledir ki: «Sizin yaratılmanız da, yeniden di­riltilmeniz de bir tek kişininki gibidir...» buyurmuştur.[16]

 

29  — Görmez misin ki, Allah geceyi gündüze, gündü­zü de geceye katar. Güneşi ve ayı buyruk altında tutar. Her birisi belirli bir süreye kadar akıp gider. Muhakkak ki Allah yaptıklarınızdan haberdârdır.

30 — Bu, Allah'ın; hakkın kendisi ve O'ndan başka tap­tıklarının da bâtıl olmasındandır. Doğrusu Allah çok yü­cedir, çok büyüktür.

 

Allah Teâlâ, Geceyi gündüze kattığını haber veriyor. Geceden ala­rak gündüze katar da gündüz uzayıp gece kısalır. Bu, yazın olur. Gün­düzler iyice uzadıktan sonra kısalmaya başlar, daha sonra gece uzayıp gündüzler kısalır. Bu da kışın olur. «Güneşi ve ayı buyruk altında tu­tar. Her birisi belirli bir süreye kadar akıp gider.» Güneşin ve ayın mahdûd bir hedefe doğru akıp gittiği de, kıyamet gününe doğru akıp gittiği de söylenmiştir. Her iki anlam da sahihtir. Bunlardan birinci açıklamaya Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde Ebu Zerr (r.a.)den ri­vayet edilen bir hadîs delil getirilir. Bu hadîse göre Allah Rasûlü (s.a.): Ey Ebu Zerr, şu güneşin nereye gittiğini biliyor musun? diye sormuş­tu. Ben: Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dedim. Şüphesiz o gidip Arş'ın altında secdeye kapanır. Sonra Rabbından (doğmak üzere dönüşü için) izin ister. Çok yakındır ki ona: Geldiğin yere dön, denilecektir, buyur­du. İbn Ebu Hatim 4er ki: Bize babamın... İbn Abbâs'tan rivayetine göre o, şöyle demiş: Güneş su çarkı gibidir. Gündüzün gökte yörünge­sinde akar gider. Battığı zamanda ise geceleyin yine yörüngesinde ve yerin altında yürümesine devam eder. Nihayet doğduğu yerden yeni­den doğar. Ay da böyledir. Bu haberin isnadı sahihtir.

«Muhakkak ki Allah yaptıklarınızdan haberdârdır.)) âyeti, «Bilmez misin ki, Allah gökte ve yerde olanı bilir.» (Hacc, 70) âyeti gibidir ki, Allah Teâlâ her şeyi en iyi bilen yaratıcıdır. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyrulur: «Allah yedi göğü ve yerden de bir o kadarım yaratmış olandır. Allah'ın buyruğu bunlar arasında iner durur. Ki, Al­lah'ın her şeye kadir olduğunu ve Allah'ın gerçekten her şeyi ilmiyle kuşatmış olduğunu bilesiniz.»   (Talâk, 12).

«Bu, Allah'ın; hakkın kendisi ve (insanların) O'ndan başka tap­tıklarının da bâtıl olmasındandır.» Allah Teâlâ âyetlerini size açıkça bil­diriyor ki bunlarla O'nun hak, mevcûd olan yegâne gerçek ve hakikî ilâh olduğunu, O'nun dışındakilerin ise bâtıl olduğunu anlayabilesiniz. Şüphesiz O, dışındaki her şeyden müstağnidir. Her şey O'na muhtaçtır. Zîrâ göklerde ve yerde olanların hepsi O'nun yaratığı ve kullarıdır. On­lardan hiç birisi O'nun izni olmaksızın bir zerreyi bile hareket ettire-remezler. Şayet bütün yeryüzü halkı bir sineği yaratmak için bir araya gelmiş olsalardı bile bundan âciz kalırlardı. Bu sebepledir ki şöyle bu­yurmuştur: «Bu, Allah'ın; hakkın kendisi ve (insanların) O'ndan baş­ka taptıklarının da bâtıl olmasındandır. Doğrusu Allah (kendisinden daha yücesi olmayan) çok yüce, (her şeyin en büyüğü olan) büyüktür.» Her şey ona nisbetle küçük ve O'na boyun eğmiştir.[17]

 

31  — Görmez misin ki, gemiler denizde Allah'ın nime-tiyle akıp gider. Böylece size âyetlerini gösterir. Bunlarda pek sabırlı ve çok şükreden kimseler için âyetler vardır.

32 — Onları dağlar gibi dalgalar sardığı   vakit   dini yalnız Allah'a tahsis derek O'na yalvarırlar. Onları karaya çıkararak kurtardığı zaman da, içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Âyetlerimizi gaddar ve nankör olanın dışında başkası bilerek inkâr etmez.

 

Allah Teâlâ gemiler O'nun emri, lütfü ve müsahhar kılması ile denizlerde akıp gitsinler diye denizi bu işe müsahhar kıldığını haber veriyor. Şayet suda gemileri kaldıracak bir güç yaratmamış olsaydı; el­bette gemiler suda akıp gidemezdi. Bu sebepledir ki: «Böylece size kud­retinin âyetlerini, alametlerini gösterir. Bunlarda sıkıntı hallerinde çok sabırlı ve bolluk halinde çok şükreden kimseler için âyetler vardır.» buyurmuştur.

«Onları dağlar (ve bulutlar) gibi dalgalar sardığı vakit, dini yalnız Allah'a tahsis ederek O'na yalvarırlar.» âyeti şu âyet-i kerîme'ler gibi­dir: «Denizde size bir sıkıntı dokununca yalvardıklannızm hepsi kaybolur. Ancak Allah kalır.» (Isrâ, 67), «Gemiye bindiklerinde dini yalnız Allah'a tahsis ederek O'na yalvarırlar.»  (Ankebût, 65).

«Onları karaya çıkararak kurtardığı zaman da, içlerinden bir kıs­mı orta yolu tutar.» Mücâhid burada orta yolu tutan, anlamındaki kelimesinin kâfir anlamına da geldiğini söyler. Sanki bu­rada Mücâhid kelimeyi kâfir eden şeklinde açıklamıştır. Nitekim Allah Teâlâ bu anlamda olmak üzere başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyu­rur: «Ama onları karaya çıkararak kurtarınca hemen Allah'a eş koşar­lar.» (Ankebût, 65). İbn Zeyd ise burada bu kelime ile amelinde orta yolu tutanın kasdedildiğini söyler. «Onlardan kimi nefsine zulmedici-dir, kimi de orta yolu tutar. Kimi ise Allah'ın izniyle iyiliklere koşan­dır.» (Fâtır, 32) âyetinde de İbn Zeyd'in söylemiş olduğu bu açıklama kasdedilmektedir. Bu âyette orta yolu tutan, anlamındaki kelime ile amelde orta yolu tutan kasdedilmektedir. Burada da aynı şeyin kasde-dilmiş olması muhtemeldir. Denizde gözalıcı âyetler, muazzam ve kor­kutucu durumlar gördükten sonra kendisine kurtuluş bahşettiği kişi­nin bunun karşılığında daha fazla amelde bulunması ve ibâdete devam ederek hayırlara koşması gerekirdi. Halbuki bundan sonra da orta yolu tutan kusurlu olur. En doğrusunu Allah bilir.

«Ayetlerimizi gaddar ve nankör olanın dışında başkası bilerek inkâr etmez.» Âyetteki kelimesi gaddar anlamındadır. Mücâhid, Hasan, Katâde ve Mâlik'in Zeyd İbn Eslem'den rivayetlerine göre o; ne zaman bir ahidde bulunsa, birisi ile ahidleşse ahdini bozan kimsedir. Bu kelime, gadrin ve haksızlığın en üst derecesi anlamına gelmektedir, demiştir. (...) «Âyetlerimizi gaddar ve nankör olanın, (ni­metleri inkâr ederek şükretmeyenin, unutmuş^ görünerek hiç hatırlama­yanın)  dışında başkası bilerek  inkâr etmez.»[18]

 

33 — Ey insanlar, Rabbımzdan korkun. Babanın oğlu­na, oğulun babasına hiç bir şey ödemeyeceği günden çeki­nin. Allah'ın va'di şüphesiz haktır. Öyle ise, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Aldatıcı şeytân sizi Allah'ın bağış­lamasına güvendirerek yoldan çıkarmasın.

 

Allah Teâlâ insanları kıyamet günü ile uyarıp babanın oğluna, oğulun babasına hiç bir şey ödemeyeceği kıyamet gününden korkmalarım, Allah'tan korkarak sakınmalarını emrediyor. O günde şayet baba oğ­lunu, kendini feda ederek kurtarmak istese bu ondan kabul edilmeye­cektir. Aynı şekilde çocuk babası yerine kendisini feda etmek istemiş olsaydı bu da kabul edilmezdi. Sonra Allah Teâlâ onlara Öğüt vermeye başlayarak şöyle buyurur: «Öyle ise dünya hayatı sizi sakın aldatma­sın.» Orada mutmain ve huzur içinde olmanız, size âhiret yurdunu unutturmasın. Aldatıcı şeytân sizi yoldan çıkarmasın. İbn Abbâs, Mücâ-hid, Dahhâk ve Katâde âyetteki kelimesini, şeytân ile tefsir etmişlerdir. Zîrâ o, Âdemoğlunu aldatır, ona ümit verir, vaadlerde bu­lunur. Halbuki bunların hiç birisi onun elinde değildir. Aksine Allah Teâlâ'nm buyurduğu üzere: «Şeytân onlara va'dediyor, kuruntulara düşürüyor. Şeytân'ın kendilerine va'dettikleri aldatmaktan başka bir şey değildir.»   (Nisa,   120).

Vehb İbn Münebbih'in anlattığına göre Üzeyr (a.s.) şöyle demiş: Kavmimin musibete uğradığını gördüğümde üzüntüm arttı, kederim çoğaldı ve uykumu kaybettim. Rabbıma tazarrûda bulunarak namaz kıldım, oruç tuttum. Ben bu durumda tazarrûda bulunup ağlarken bana melek geldi. Ben meleğe: Bana haber ver; tasdik edenlerin ruh­ları, zâlimlere, babalar oğullarına şefâatta bulunacaklar mı? dedim. Melek şöyle cevab verdi; Şüphesiz kıyamet gününde apaçık Ur haki-miyyet ve hükümlerin ayrılması vardır. Orada hiç bir ruhsat yoktur. Rahmân'ın izin vermesi dışında orada hiç kimse konuşmayacaktır. Orada bir baba çocuğu yüzünden, bir çocuk babası yüzünden, kardeş kardeşi yüzünden, bir köle efendisi yüzünden muâhaze olunmayacaktır. Hiç kimse bir başkası ile meşgul olmayacak, bir başkasının üzüntüsü ile üzülmeyecek, kimse kimseye acımayacaktır. Herkes kendisi için kor­kacaktır. Bir insan başka bir İnsan yüzünden yakalanıp azaba dûçâr edilmeyecektir. Herkes kendi üzüntüsüyle meşgul olup yüksek sesle ağ­layacak, kendi günâhını yüklenecek, onunla beraber günâhını bir baş­kası yüklenip taşımayacaktır. Vehb İbn Münebbih'in bu anlattıklarını İbn Ebu Hatim rivayet ediyor.[19]

 

34 — Kıyamet saatinin bilgisi şüphesiz ki Allah katın-eladır, yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiç bir nefis nerede öleceğini de bilmez. Şüphesiz ki Allah Alîm'dir, Ha­bîr'dir.

 

Bunlar Allah'ın ilmini zâtına sakladığı bilinmezliklerin anahtar­larıdır. Bunları hiç kimse bilmez. Ancak Allah Teâlâ'nm bunları bildir­mesinden sonra olanlar müstesnadır. Kıyametin saatini ne Rasûl olan bir peygamber ne de Mukarrabûn meleklerden birisi bile'mezler. «Onun vaktini kendisinden başkası belirtemez.» (A'râf, 187). Yağmurun indi­rilmesini de yine ancak Allah bilir. Fakat Allah Teâlâ yağmurun indi­rilmesini emrettiği vakit bunu görevli olan melekler ve Allah Teâlâ'nın yaratıklarından diledikleri bilirler. Rahimlerde olanlardan Allah Teâlâ-nın yaratmayı murâd buyurduğunun ne olduğunu O'nun dışında kim­se bilemez. Fakat onun erkek veya dişi, mutlu veya mutsuz olmasını, Allah Teâlâ emrettiği zaman bununla görevli melekler ve Allah Teâlâ'­nın yaratıklarından dilemiş oldukları bunu bilirler. Dünyası ve âhireti hususunda hiç bir nefis yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiç bir nefis nerede öleceğini de bilmez. Kendi ülkesinde mi yoksa Allah'ın ülkele­rinden bir başkasında mı ölecek bu hususta hiç kimsenin bilgisi yok­tur. Bu, Allah Teâlâ'nm: «Gaybm anahtarları O'nun katındadır. O'ndan başka kimse bilmez.» (En'âm, 59) âyetine benzemektedir.

Sünnette (hadîslerde) bu beş şeye «bilinmezliklerin anahtarları» adı verilmiştir. İmâm Ahmed der ki: Bize Zeyd İbn Habbâb (veya el-Hubâb)ın... Ebu Büreyde'den rivayetine göre o, Allah Rasûlü (s.a.)nü şöyle buyururken işitmiş: Beş şey vardır ki, bunları Allah Teâlâ'dan başka kimse bilmez. «Kıyamet saatinin bilgisi şüphesiz ki Allah katın­dadır, yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir. Kimse yarın ne ka­zanacağım bilmez ve hiç bir nefis nerede öleceğini de bilmez. Şüphesiz ki Allah Alîm'dir, Habîr'dir.» Hadîsin isnadı sahîh olmakla birlikte tah-rîc etmemişlerdir. İmâm Ahmed'in Vekî' kanalıyla... îbn Ömer'den ri­vayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: Bilinmezliklerin anahtarları beştir ki bunları ancak Allah bilir: «Kıyamet saatinin bil­gisi şüphesiz ki AllahTsatındadır, yağmuru O indirir, rahimlerde buluna­nı O bilir. Kimse yann ne kazanacağını bilmez. Ve hiç bir nefis nerede öleceğini de bilmez. Şüphesiz ki Allah Alîm'dir, Habîr'dir.» Hadîsi sâ­dece Buhârî tahrîc etmiş olup bunu Sahîh'inin istiskâ bölümünde Mu-hammed İbn Yûsuf kanalıyla Süfyân İbn Saîd es-Sevrî'den rivayet et­miştir. (Sahîh'inin) tefsir bölümünde de başka bir kanaldan hadîsi şöyle rivayet eder: Bize Yahya İbn Süleyman'ın... Abdullah İbn Ömer'­den rivayetine göre Allah Rasûlü: Bilinmezliklerin anahtarları beştir, buyurmuş sonra da: «Kıyamet saatinin bilgisi .şüphesiz ki Allah katın­dadır, yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir...» âyetini oku­muştur. Hadîsi yine sâdece Buhârî tahrîc etmiştir.

Allah Rasûlü (s.a.) bir gün insanların yanına çıkmışken yürüye­rek bir adanı geldi ve: Ey Allah'ın Rasûlü, îmân nedir? diye sordu: îmân; Allah'a, meleklerine, rasûllerine, O'na kavuşmaya, son diriltilişe îmân etmendir, buyurdu. Ey Allah'ın Rasûlü, İslâm nedir? diye sordu da Allah Rasûlü: İslâm; Allah'a ibâdet etmen ve O'na hiç bir şeyi or­tak koşmaman, namazı kılman, farz olan zekâtı vermen, Ramazân oru­cunu tutmandır, buyurdu. Ey Allah'ın Rasûlü, ihsan nedir? diye sordu. Hz. Peygamber: İhsan; sanki sen Allah'ı görüyormuşsun gibi O'na ibâ­det etmendir. Şayet sen O'nu görmüyorsan O mutlaka seni görmekte­dir, buyurdu. Adam: Ey Allah'ın Rasûlü, kıyamet ne zamandır? diye sor­du. Hz. Peygamber buyurdu ki: Sorulan kişi sorandan daha bilgili değil­dir. Fakat sana onun şartların (alâmetlerini)dan haber vereceğim: Câ­riye efendisini doğurduğu zaman işte bu onun şartlarındandır (alâmet-lerindendir). Yalınayak ve çıplakların, insanların reisleri olduğu za­man işte bu da onun alâmetlerindendir. Beş şey vardır ki onları ancak Allah bilir: Kıyamet saatinin bilgisi şüphesiz ki Allah katındadır. Yağ­muru O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Adam sonra dönüp gitti. Al­lah Rasûlü: Onu bana geri getiriniz buyurdu. Onu geri getirmek üzere aradılar da hiç bir şey bulamadılar. Hz. Peygamber: Bu Cibril'dir. İn-sanlara dinlerini öğretmek -üzere gelmişti, buyurdu. Buhârî hadîsi ay­rıca (Sahihinin) îmân bölümünde; Müslim ise muhtelif kanallardan olmak üzere Ebu Hayyân'dan rivayet etmişlerdir. Biz bu hadîs hak­kında Buhârî Şerhi'nin başında bilgi vermiş ve yine orada bu konudaki mü'minlerin emîri Ömer İbn Hattâb'ın hadîsini de uzunca zikretmiştik. Bu hadîs Müslim'in, rivayetinde tek kaldığı hadîslerdendir.

İmâm Ahmed der ki: Bize Ebu Nadr'ın... Abdullah İbn Abbâs (r.a.) tan rivayetinde o, şöyle anlatmış: Allah Rasûlü (s.a.) (her zaman ki) oturma yerine oturmuşken Cibril geldi, Allah Rasûlü (s.a.)nün dizleri­ne ellerini koyarak önüne oturdu ve: Ey Allah'ın elçisi, bana İslâm'ın ne olduğunu haber ver, dedi. Allah Rasûlü (s.a.): İslâm; yönünü Al­lah'a teslîm etmen, tek ve ortağı olmaksızın Allah'tan başka ilâh ol­madığına, Muhammedin O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmen­dir, buyurdu. Cibril: Bunu yaptığım takdirde müslüman oldum mu? diye sordu da, Hz. Peygamber: Bunu yaptığın takdirde sen şüphesiz müslüman oldun, buyurdu. Ey Allah'ın elçisi, bana îmânın ne olduğu­nu haber ver, deyince, Allah Rasûlü şöyle cevab verdi: îmân; Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere, ölüme, ölümden son­raki hayata, cennete ve cehenneme, hesâb ve mizana, hayrı ve şerri ile bütün kadere îmân etmendir. Cibril: Böyle yaptığım takdirde îmân et­miş olur muyum? diye sordu da Hz. Peygamber: Bunu yaptığın tak­dirde sen şüphesiz îmân etmişsindir, buyurdu. Cibril: Ey Allah'ın elçisi, bana ihsanın ne olduğunu haber ver, dedi. Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: İhsan; sanki Allah'ı görüyormuşsun gibi Allah için amel etmen­dir. Şayet sen O'nu görmüyorsan şüphesiz O seni görüyor. Cibril: Ey Allah'ın elçisi, bana kıyametin ne zaman kopacağım haber ver, dedi. Allah Rasûlü (s.a.): Sübhanallah, beş şey vardır ki onlan ancak O (Al­lah) bilir: Kıyamet saatinin bilgisi şüphesiz ki Allah katandadır. Yağ­muru O indirir. Rahimlerde bulunanı O bilir. Kimse yarın ne kazana­cağını bilmez ve hiç bir nefis nerede öleceğini de bilmez. Şüphesiz ki Allah Alîm'dir, Habîr'dir, buyurup şöyle devam etti: Fakat dilersen onun başlangıcındaki alâmetlerini sana haber vereyim. Cibril: Evet, ey Allah'ın elçisi, bana haber ver, dedi. Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: Cariyenin efendisini doğurduğunu gördüğün zaman, davar güden ço­banların binalar yapmada yarıştıklarını gördüğün zaman, yalınayak karnı aç yoksulların insanların efendileri olduğunu gördüğün zaman işte bunlar kıyametin alâmet ve şartlarındandır. Cibril: Ey Allah'ın el­çisi, yalınayak, karnı aç ve yoksul koyun sahipleri kimlerdir? diye sordu da efendimiz: Araplardır, buyurdu. Bu ğarîb bir hadîs olup tahrîc et­memişlerdir. İmâm Ahmed'in Muhammed İbn Ca'fer kanalıyla... Amir oğullarından bir adamdan rivayetine göre o, Hz. Peygamber (s.a.) in yanına girmek için izin isteyerek: Gireyim mi? demişti Hz. Peygamber (s.a.) hizmetçisine: Şu adamın yanına çık, o güzel izin istemeyi bilmi­yor, ona söyle de: Selâm üzerinize olsun, gireyim mi? desin, buyurdu. Ben, Allah Rasûlü'nün böyle söylediğini işitip: Selâm üzerinize olsun, gireyim mi? dedim. Bana izin verildi ve girdim. Bize getirdiğin nedir? diye sordum. Ben size ancak hayır getirdim, yalnız ve ortağı olmaksı­zın Allah'a ibâdet etmenizi, Lât ve Uzzâ'yı bırakmanızı, gece ve gündüz­de beş vakit namaz kılmanızı, senede bir ay oruç tutmanızı, Beytullah'ı haccetmenizi, zenginlerinizin malından zekât alıp fakirlerinize verme­nizi getirdim, buyurdu. İlimden senin bilmediğin herhangi bir şey kal­dı mı? sorusuna Allah Rasûlü şöyle cevab verdi: Şüphesiz ki hayrı Al­lah bilir. İlimden öyle bir kısım vardır ki, onu ancak Allah Teâlâ bilir ve bunlar beştir; Kıyamet saatinin bilgisi şüphesiz ki Allah katandadır, yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir. Kimse yarın ne kaza­nacağını bilmez. Ve hiç bir nefis nerede öleceğini de bilmez. Şüphesiz ki Allah Alîm'dir, Hâbir'dir. Hadîsin isnadı sahîh'tir. Mücâhid'den riva­yetle İbn Ebu Necîh şöyle anlatır: Çöl halkından bir adam gelip: Be­nim karım hâmiledir. Bana ne doğuracağını haber ver. Bizim ülkemiz kuraktır. Bana yağmurun ne zaman yağacağını haber ver. Ben ne za­man doğduğumu biliyorum, bana ne zaman öleceğimi haber ver, dedi de, Allah Teâlâ: «Şüphesiz ki Allah Alîm'dir, Habîr'dir;» kısmına gelin­ceye kadar «Kıyamet saatinin bilgisi şüphesiz ki Allah katındadır...» âyetini indirdi. Mücâhid der ki: Bunlar; Allah Teâlâ'nın: «Gaybın anah-tahları O'nun katındadır. O'ndan başka kimse bilmez. Karada ve denizde olanı da O bilir...» (En'âm, 59) buyurduğu bilinmezliklerin anah­tarlarıdır. Hadîsi İbn Ebu Hatim ve İbn Cerîr rivayet etmişlerdir. Şa'-bî'nin Mesrûk'dan, onun da Hz. Âişe (r.a.)den rivayetine göre o: Her kim sana yarın ne olacağını bildiğini söylerse mutlaka yalan söylemiş­tir deyip sonra da: «Kimse yarın ne kazanacağını bilmez.» âyetini oku­muş.

«Ve hiç bir nefis nerede öleceğini de bilmez.» Katâde der ki: Bun­lar Allah' Teâlâ'nın kendi zâtı için seçip ayırdığı şeylerdir. Bunlara ne Mukarrabûn meleklerden bir meleği ne de rasûllerden bir peygamberi muttali' kılmamıştır. «Kıyamet saatinin bilgisi şüphesiz ki Allah katın-dadır.» İnsanlardan hiç kimse kıyametin ne zaman; hangi sene veya hangi ay veya hangi gece, veya hangi gündüz kopacağını bilmez. «Yağ­muru O indirir.» Yağmurun gece mi, yoksa gündüz mü, ne zaman ine­ceğini hiç kimse bilemez. «Rahimlerde bulunanı O bilir.» Rahimlerde olanın erkek mi, dişi mi, kırmızı derili mi, yoksa siyah derili mi. veya ne olduğunu hiç kimse bilemez. «Kimse yarın ne kazanacağım, (hayır mı, yoksa şer mi) kazanacağını bilmez.» Âdemoğlu ne zaman öleceğini de bilemez. Belki yarın ölecektir, belki yarın bir musibete dûçâr kala­caktır.

«Ve hiç bir nefis nerede öleceğini de bilmez.» İnsanlardan hiç kim­se ölüp defnedileceği yerin deniz de mi, karada mı, yoksa bir ovada ve­ya bir dağda mı olacağım bilemez. Bir hadîste şöyle Duyurulur; Allah Teâlâ bir kulun ruhunu bir yerde kabzetmeyi murâd ettiği zaman onun için orada bir ihtiyâç yaratır. Hafız Ebu Kasım et-Taberânî el-Mu'cem' ul-Kebîr'inin Üsame İbn Zeyd'in Müsned'inde der ki: Bize İshâk İbn İbrahim'in... Üsâme İbn Zeyd'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: Allah Teâlâ bir kulun bir yerde Ölümünü takdir buyur-muşsa onun için orada bir ihtiyâç halkeder. Abdullah İbn İmâm Ah-med der ki: Bize Ebu Bekr İbn Ebu Şeybe'nin... Matar İbn Ukâmis'ten rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: Allah Teâlâ bir kulun bir yerde ölmesini takdir buyurduğu zaman, onun için orada bir ihtiyâç halkeder. Hadîsi Tirmizî de Kader bahsinde Süfyân es-Sevrî ka­nalıyla rivayetten sonra şöyle diyor: Hasendir, garîbdir. Matar'm Hz. Peygamber (s.a.) den bu hadîs dışında başka bir hadîsi bilinmiyor. Ay­rıca hadîsi EbuDâvûd da mürsel hadîsler arasında rivayet etmiştir. En doğrusunu Allah bilir. İmâm Ahmed der ki: Bize İsmail'in... Ebu Azze'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: Allah Te­âlâ bir kulun ruhunu bir yerde kabzetmeyi murâd buyurduğunda onun için orada bir ihtiyâç halkeder. Bu Ebu Azze, Yesâr İbn Abdullah olup ona İbn Abdi'l-Hüzelî de denir. Hadîsi ayrıca Tirmizî de İsmâîl İbn İbrâ-hîm —ki bu zât îbn Ubeyye'dir— kanalıyla tahrîc etmiş ve sahihtir, de­miştir. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ahmed İbn Isâm el-Isfahânî'nin...

Ebu Azze el-Hüzelî'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.): Allah Teâlâ bir kulun bir yerde ruhunu kabzetmeyi murâd ettiğinde, onun için ora­da bir ihtiyâç halkeder de kul kendini tutamayıp oraya gider, buyurup sonra da: «Kıyamet saatinin bilgisi şüphesiz ki Allah katındadır. Yağ­muru O indirir. Rahimlerde bulunanı O bilir. Kimse yarın ne kazanaca­ğını bilmez. Ve hiç bir nefis nerede öleceğini de bilmez. Şüphesiz ki Allah Alîm'dir, Habîr'dir.» âyetini okumuş. Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Bize Ahmed İbn Sabit el-Cahderî ve Muhammed İbn Yahya el-Kutâî'nin... Abdullah (İbn Mes'ûd) dan rivayet­lerine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: Allah Teâlâ bir kulun bir yerde ruhunu kabzetmeyi murâd ettiği zaman onun için orada bir ihtiyâç halkeder. Hadîsi rivayetten sonra Bezzâr der ki: Bu hadîsi Ömer İbn Ali el-Mukaddemî'den başka merfû' olarak rivayet eden başka biri­sini  bilmiyoruz.  (...)

İbn Mâce'nin Ahmed İbn Sabit ve Ömer İbn Şebbe'den, bu ikisinin de Ömer İbn Ali'den merfû' olarak rivayetlerine göre şöyle buyruluyor: Sizden birinin eceli bir yerde olduğu zaman bir ihtiyâcı onu oraya gö­türür. Eceli sonuna ulaştığı zamanda ise Allah Teâlâ o kulun ruhunu kabzeder. Yeryüzü kıyamet günü şöyle der: Rabbım, işte bu bana tevdî' etmiş olduğun emânettir. Taberânî der ki: Bize İshâk İbn İbrahim'in... Üsâme'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: Allah Teâlâ bir kulun bir yerde ölümünü takdir buyurmuşsa mutlaka onun için orada bir ihtiyâç halketmiştir. Oraya gider ve orada ölür.[20]

 



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6394

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6394-6396

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6396-6397

[4] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6397-6398

[5] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6401-6403

[6] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6404-6406

[7] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6407-6410

[8] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6410-6411

[9] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6411-6413

[10] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6413-6414

[11] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6414-6415

[12] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6415-6416

[13] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6416-6417

[14] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6417-6418

[15] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6418

[16] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6419-6420

[17] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6421-6422

[18] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6422-6423

[19] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6423-6424

[20] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6425-6430

Free Web Hosting