ŞÛRA SÜRESÎ2

İzahı4

İzahı13


ŞÛRA SÜRESÎ

(Mekke'de nazil olmuştur.)

 

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

1   - Hâ, Mîm.

2  — Ayn, Sîn, Kâf.

3  — Azîz, Hakîm olan Allah sana da, senden öncekile­re de işte böyle vahyeder.

4  — Göklerde olanlar da, yerde planlar da O'nundur. O, Aliyy'dir, Azîm'dir. .

5  — Nerede ise gökler tepelerinden çatlayacaklar. Me­lekler de Rablarını hamd ile tçsbîh ediyorlar; yeryüzünde bulunanlar için O'ndan bağışlanma diliyorlar. İyi bilin ki Allah, muhakkak Gafur, Rahîm olandır,

6 - O'ndan başka velîler edinenlere gelince; Allak onların üzerinde dâima gözetleyişidir. Sen onların üzerinde vekil değilsin.

 

Sûrelerin başındaki hurûf-u mukattaa hakkındaki bilgi daha önce geçmişti. Ancak İbn Cerîr, burada hem garîb hem de münker .bir haber rivayet eder ve der ki: Bize Ahmed İbn Züheyr'in... Ertât İbn Münzir'-den rivayetine göre o, şöyle anlatıyor: Birisi İbn Abbâs'a gelip —İbn Ab-bâs'ın yanında Huzeyfe İbn Yemmân da vardı—: Bana Allah Teâlâ'mn «Hâ, Mîm. Ayn, Sîn, Kâf.» kavlinin tefsirini haber ver, demişti. İbn Abbâs başını önüne eğip o kişiden yüzünü çevirdi. Adam sözünü tekrar­ladı, İbn Abbâs, ondan yüz çevirip hiç bir cevab vermedi ve sözünden hoşlanmadı. Adam üçüncü kere tekrarladığında da bir cevab alamadı. Huzeyfe: Ben sana bunları haber vereyim, onun niçin hoşlanmadığını anladım, deyip şöyle devam etti: Bu âyetler onun ailesinden Abdullah denilen —veya Abdullah— birisi hakkında nazil oldu. Doğu nehirlerin­den bir nehrin yanma inmişti. Orada iki şehir inşâ olunmuştu ve nehir iki şehri birbirinden ayırıyordu. Allah Teâlâ onların hükümranlıkları­nın zevaline, devlet ve sürelerinin kesilmesine izin verdiği zaman on­lardan birisinin üzerine bir ateş gönderdi de o şehir yanmış kapkara bir kömür gibi oldu. Sanki orada hiç bir şey yoktu. Diğer şehir ise onun nasıl yok olduğuna şaşırarak sabahı etti. Zîrâ kendisi o gün bembeyaz bir durumdaydı. Nihayet orada her bir inâdçı zorba birikip bir araya geldi de, Allah Teâlâ hem o şehri ve hem de o şehirdekileri yerin dibine batırdı. İşte Allah Teâlâ'mn: «Hâ, Mîm. Ayn, Sin, Kâf.» âyetlerinin an­lamı budur. Yani Hâ bunun Allah Teâlâ'mn bir azimeti, bir hikmeti ve kazası olduğuna, * Ayn adaletine, Sîn bunun mutlaka olacağına, Kâf ise iki şehir hakkında bu olayın meydana geldiğine delâlet eder.

Bundan daha da garibi Ebu Ya'lâ el-Mavsîlî'nin İbn Abbâs'ın Müs-ned'inin ikinci kısmında Ebu Zerr'den, o da Hz. Peygamber (s.a.)den şeklinde bir isnâd ile rivayet etmiş olduğu hadîstir. Fakat bu hadîsin de isnadı gerçekten zayıf ve kopuktur. Hafız Ebu Ya'lâ der ki: Bize Ebu Tâlib Abdülcebbâr İbn Âsım'ın... Ebu Muâviye'den rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: Ömer İbn Hattâb minbere çıkıp: İçinizde Allah Rasûlü (s.a.)nün «Hâ, Mîm. Ayn, Sîn, Kâf.» âyetlerini tefsir ettiğini işiten kim­se var mı? diye sormuştu. İbn Abbâs yerinden sıçrayıp: Ben, dedi ve şöyle devam etti: «Hâ, Mîm» Allah'ın isimlerinden bir isimdir. Hz. Ömer: Ya Ayn harfi? diye sordu da İbn Abbâs: Bedir günü arkalarını dönüp kaçanlar o günün azabını görmüşlerdir, anlamınadır, dedi. Hz. Ömer'­in: Ya Sîn harfi? sorusuna da İbn Abbâs: Zulmedenler hangi çevrilişle çevrileceklerini bileceklerdir, anlammadır, dedi. Hz. Ömer: Ya Kâf har­fi? dedi de İbn Abbâs sustu. Ebu Zerr kalkıp İbn Abbâs'ın söylediği şekilde bu harfi açıkladı ve: Kâf; gökten insanları kaplayacak bir mu­sibettir, dedi.

«(İntikamında) Âzız, (söz ve fiillerinde) Hakîm olan Allah sana da, senden Öncekilere de işte böyle vahyeder.» Nasıl ki sana bu Kur'ân'ı indirmişse aynı şekilde senden önceki peygamberlere de kitabları ve sahîfeleri indirmiştir. İmâm Mâlik —Allah ona rahmet eylesin—in Hi-şâm İbn ürve kanalıyla... Hz. Âişe'den rivayetine göre Haris İbn Hi-şâm Allah Rasûlü (s.a.)ne: Ey Allah'ın elçisi, sana vahiy nasıl geliyor? diye sormuş da, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: Bazan vahiy bana bir çan sesi gibi gelir. Bu bana en zor ve şiddetli olanıdır. Benden ay­rıldığında vahyi ezberlemiş olurum. Bazan da melek bana bir adam şeklinde gelir, benimle konuşur, söylediğini ezberlerim. Hz. Âişe der ki: Son derece soğuk bir günde Allah Rasûlü (s.a.)ne vahyin indiğini gör­düm. Vahiy getiren ondan ayrıldığında alnı ter içinde kalmıştı. Hadîsi Buhârî ve Müslim Sahihlerinde tahrîc etmişlerdir. Hadîsin/lafzı Buhâ-rî'nindir. Taberânî'nin Abdullah İbn İmâm Ahmed kanalıyla... Haris İbn Hişâm'dan rivayetine göre o, Allah Rasûlü (s.a.)ne: Sana vahiy na­sıl iniyor? diye sormuştu. Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: Bir çan se­si gibi. Benden ayrıldığında, onun söylediğini ezberlemiş olurdum. Bu bana en ağır olanıdır. Bazan da bana melek gelir, karşımda (insan şek­line girmiş olarak) durur, benimle konuşur, söylediğini ezberlerim. İmâm Ahmed der ki: Bize Kuteybe'nin... Abdullah İbn Amr'dan riva­yetine göre; o, şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.)ne: Ey Allah'ın elçi­si, vahyi hisseder misin? diye sormuştum. Allah Rasûlü (s.a.) şöyle bu­yurdu: Çan sesleri işitirim, hemen o anda susarım. Bana kaç kere vahiy gelmişse, ruhumun kabzolunacağını sanmışımdır. Hadîsi sadece İmâm Ahmed rivayet etmiştir. Biz, vahyin Allah Rasûlü (s.a.)ne geliş keyfiy-yetini Buhârî Şerhi'nin başında burada tekrarına gerek bırakmayacak şekilde anlatmıştık. Hamd ve minnet Allah'ındır.

«Göklerde olanlar da, yerde olanlar da O'nundur.» Hepsi O'nun ku­lu ve mülküdür. Hepsi O'nun kahr u galebesi ve tasarrufu altındadır. «O, Aliyy'dir, Azîm'dir.» «Yücele-rin yücesidir O.» (Ra'd, 9), «Ve O, Aliyy'dir, Kebîr'dir.»  (Sebe*, 23). Bu husustaki âyetler pek çoktur.

«Nerede ise gökler tepelerinden çatlayacaklar.» İbn Abbâs, Dahhâk, Katâde, Süddî ve Kâ'b el-Ahbâr göklerin, Allah'ın azametinin korku­sundan neredeyse çatlayacak hale geleceklerini söylemişlerdir. «Melek­ler de Rablarını hamd ile tesbîh ediyorlar; Yeryüzünde bulunanlar için O'ndan bağışlanma diliyorlar.» «Arş'ı taşıyanlar ve çevresinde bulu­nanlar Rablarını hamd ile tesbîh ederler. O'na inanırlar ve mü'minlerin yarlığanmasını isterler. Rabbımız, ilim ve rahmetle herşeyi kuşattın derler.» (Ğâfir, 7) «İyi bilin ki Allah, muhakkak Gafur, Rahîm olandır.» âyeti Allah Teâlâ'nm Gafur, Rahîm olduğunu bildirmesi yananda Allah'ı ta'zîmdir.

«O'ndan başka velîler edinen (müşrik) lere gelince; Allah, onların üzerinde dâima gözetleyicidir.» Onların amellerine şâhiddir. Amellerini saymaktadır ve bu yüzden onları en büyük ceza ile cezalandıracaktır. Sen onlann üzerinde vekîl değilsin.» Sen, yalnızca bir uyarıcısın. Her şeye vekîl olan ise;  Allah'tır.[1]

 

7  — Şehirlerin anasını ve onun çevresinde bulunanla­rı uyarman ve hakkında hiç bir şüphe bulunmayan o top­lanma  günüyle korkutman için,   sana böyle Arapça bir Kur'ân vahyettik. Bir fırka   cennette, bir fırka da çılgın alevli cehennemdedir.

8  — Şayet Allah dileseydi, hepsini tek bir ümmet ya­pardı. Ama O, dilediğini rahmetine sokar. Zâlimler için ne bir velî vardır ne de bir yardımcı.

 

Allah Teâlâ bu âyet-i kerîmelerde buyurur ki: Şehirlerin anası olan Mekke'yi ve onun çevresinde bulunan Doğu ve Batıda diğer ülkeleri ve halklarını uyarman için sana böyle Arapça okunan apaçık bir kitâb vahyettik. Mekke'ye «Ümmü'1-Kurâ» adı verilmesi, konuyla ilgili yer­lerde zikrolunan birçok delile dayanılarak diğer ülkelerin en şereflisi olmasındandır. Bu delillerin en vecîz olanlarından birisi şudur:

İmâm Ahmed der ki: Bize Ebu'l-Yemân'ın... Abdullah İbn Adiyy İbn Hamrâ'dan rivayetine göre; o, Allah Rasûlü (s.a.)nü Mekke çarşı­sında Hazvera [2] denilen yerde dururken şöyle buyurduğunu işitmiş; Allah'a yemîn ederim ki, şüphesiz sen Allah'ın arzının en hayırlısı ve Allah'ın arzının Allah'a en sevimli olanısın. Şayet senden zorla çıkarılmış olmasaydım ben kendiliğimden çıkmazdım. Tirmizî, Neseî ve İbn Mâce'nin Zührî kanalıyla bu hadîsi rivayetleri de böyledir. Tirmizî ha­dîsin hasen, sahîh olduğunu söyler. «Toplanma günüyle korkutman için...» âyetinde kasdedilen gün, kıyamet günü olup Allah Teâlâ ilkle­ri ve sonları bir yerde toplayacaktır. O gün hakkmda ve meydana gele­ceğinde hiç bir şüphe yoktur ve o mutlaka meydana gelecektir.

«Bir fırka cennette, bir fırka da çılgın alevli cehennemdedir.» âye­ti Allah Teâlâ'nın: «Sizi toplama gününde biraraya getirdiği gün, işte o, kimin aldandığının ortaya çıkacağı gündür.» Ki cennetlikler, cehen­nemliklerin aldandığını açıkça görsünler. (Teğâbün, 9) Ve «O gün; bü­tün insanların toplanacağı gündür ve o, görülecek gündür. Biz o günü, ancak belirli bir süreye kadar erteleriz. O gün gelince; Allah'ın izni ol­madan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyar­dır.»  (Hûd, 103, 104, 105)  kavilleri gibidir.

İmâm Ahmed der ki: Bize Hâşim İbn Kâsım'ın... Abdullah"İbn Amr (r.a.)dan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.>-, elinde iki kitab olduğu halde yanımıza çıktı ve: Bu iki kitabın ne oldu­ğunu biliyor musunuz? diye sordu. Biz: Şayet bize onun ne olduğunu haber vermez isen bilmiyoruz ey Allah'ın Rasûlü, dedik. Sağ elindeki İçin: Bu, âlemlerin Rabbından bir kitabdır ki, içinde cennetliklerin, babalarının, kabilelerinin adları vardır. Sonra sonunculanna varınca­ya kadar toplanmıştır ki onlar arttırılmaz ve ebediyyen onlardan hiç bi­risi eksiltilmez, buyurdu. Sol elindeki için ise: Bu kitab da cehennemlik­lerin isimlerinin, babalarının ve kabilelerinin isimlerinin yazılı olduğu kitabdır. Sonuncularına varıncaya kadar burada toplanmışlardır ki, on­lar arttırılmaz ve ebediyyen onlardan eksiltilmez, buyurdu. Allah Rasûlü (s.a.)nün ashabı: Mâdeni ki bu iş bitirilmiştir o halde niçin amel ede­ceğiz? diye sordular, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: Doğru olun ve doğruluğa yaklaşmaya çalışın. Şüphesiz cennetlik olan kişi, hangi ame­li işlemiş olursa olsun ameli cennetliklerin ameli ile hitâma erer. Cehen­nemlik olan biri, hangi ameli işlemiş olursa olsun cehennem ameli ile noktalanır, buyurup eline işaret etti ve elini kapadı. Sonra: Rabbırûz kullan ile ilgili işi bitirmiştir, buyurdu. Sağ eline işaret etti, bu elini salladı ve: Bir fırka cennettedir, buyurdu. Sol elini salladı ve: Bir fırka da cehennemdedir, buyurdu. Tirmizî ve Neseî, hadîsi Kuteybe kanalıy­la... Abdullah İbn Amr'dan yukardaki gibi rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadîsin hasen, sahîh, garîb olduğunu söyler. Beğavî de tefsirinde ha­dîsi Bişr îbn Bekr kanalıyla... Abdullah İbn Amr'dan, o da Hz. Peygam­ber (s.a.)den şeklindedir isnâd ile yukardakine benzer şekilde vermiş­tir. Onda birtakım fazlalıklar vardır ki; sonra Allah Rasûlü (s.a.) bir fırka cennette, birfırltö da cehennemdedir ve bu, Allah Teâlâ'nın adâ-etindendir, buyurmuştur. Hadîsi İbn Ebu Hatim de babası kanalıyla...

Leys'den rivayetle zikreder. İbn Cerîr ise Yûnus kanalıyla... Sahâbe'-den birisinden rivayetle hadîsi zikretmiştir. Yine İbn Cerîr'in Yûnus kanalıyla... Abdullah İbn Amr'dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Doğrusu Allah Hz. Âdem'i yarattığında onu bir torbayı silkeler gibi sil­keleyerek bütün zürriyetini ondan çıkardı. Onlar kurtçuklar misâli çık­tılar. Onlardan iki avuç alıp: Mutlu ve mutsuz, buyurdu. Sonra onları attı, sonra tekrar iki avuç alarak: Bir fırka cennette, bir fırka da ce­hennemdedir, buyurdu. Hadîsin bu şekilde mevkuf olarak rivayeti doğ­ruya daha yakındır. En doğrusunu Allah bilir.

İmâm Ahmed —Allah ona rahmet eylesin— der ki: Bize Abdüssa-med'in... Ebu Nadra'dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.)nün asha­bından Ebu Abdullah adındaki birinin yanına arkadaşları geçmiş olsun ziyaretine gelmişlerdi. O ağlıyordu. Seni ağlatari nedir? Allah Rasûlü (s.a.) sana: Bıyığını kısalt, sonra bana kavuşuncaya kadar o şekilde muhafaza et, buyurmadı mı? dediler de, o: Evet, Allah Rasûlü böyle bu­yurdu, deyip şöyle devam etti: Fakat ben Allah Rasûlü (s.a.)nü: Şüphe­siz Allah sağ eliyle bir avuç, diğer eliyle de bir avuç avuçlayıp: Şunlar şunun (cenneti kasdediyor) içindir, şunlar da şunun (cehennemi kasd-ediyor) içindir ve aldırmam, buyurduğunu da işittim. Ben bilmiyorum ki bu iki avuçtan hangisindeyim. Kader hakkındaki hadîsler sahihler­de, sünenlerde ve müsnedlerde gerçekten pek çoktur. Hz. Ali, İbn Mes'-ûd, Hz. Âişe ve kalabalık bir cemaatın hadîsleri bu cümledendir.

Şayet Allah dileseydi hepsini ya hidâyet üzere, veya sapıklık üze­re tek bir ümmet yapardı. Fakat Allah Teâlâ onları birbirlerinden fark­lı derecelerde kılmış; dilediklerini hakka iletmiş, dilediklerini de sapık­lıkta bırakmıştır. Bu husustaki hikmet ve en yüce hüccet, O'nundur. Ama O, dilediğini rahmetine sokar, zâlimlerin ise hiç bir dostu ve yar­dımcıları yoktur. İbn Cerîr der ki: Bana Yûnus'un... İbn Huceyre'den rivayetine göre ona Hz. Mûsâ (a.s.)nın şöyle dediği ulaşmış: Ey Rab-bım, şu yaratıklarını yarattın. Onlardan bir fırkayı cennette, diğer bir fırkayı cehennemde kıldın. Onlardan hepsini cennete koyaydın ya. Al­lah Teâlâ: Ey Mûsâ, kolunu kaldır, buyurmuş, da Hz. Mûsâ kolunu kal­dırmış ve: Kaldırdım, demiş. Allah Teâlâ: Kaldır, buyurmuş ve Hz. Mû­sâ da kolunu tamamen yukarı kaldırmış ve: Ey Rabbım, kaldırdım, de­miş. Allah Teâlâ yine: Kaldır, buyurmuş. Hz. Mûsâ: İçinde hayır bulun­mayandan başka kolumu kaldırdım, demiş. Allah Teâlâ bunun üzeri­ne: İşte bütün yaratıklarımı bu şekilde cennete koyarım. Kendilerinde hiç bir hayır olmayanlar müstesna, buyurmuş.[3]

 

İzahı

 

 

9 — Yoksa O'ndan başka velîler mi edindiler? İşte Al­lah, O'dur velî. Ölüleri O diriltir. Ve O, her şeye kadirdir.

10  — İhtilâfa düştüğünüz herhangi bir şeyde   hüküm Allah'ındır. İşte Rabbım Allah budur. Ben, O'na tevekkül ettim ve yalnız O'na yöneldim.

11  — Göklerin ve yerin yaratanı, size kendinizden eş­ler yarattı. Davarlardan da çiftler. Bu suretle çoğalmanızı sağlıyor. O'nun benzeri hiç bir şey yoktur. Ve O, Semî'dir, Basîr'dir.

12 — Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur. Diledi­ğinin rızkını genişletir ve kısar. Muhakkak ki O, her şeyi bilendir.

 

Allah Teâlâ, zâtı dışında ilâhlar edinen müşrikleri reddederek ibâ­detin gerekli olduğu gerçek dostun sadece kendisi olduğunu haber ve­rir. Şüphesiz O, ölüleri diriltmeye kadirdir ve O'nun her şeye gücü ye­ter.

«İhtilâfa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm Allah'ındır.» İş­lerden hangisinde ihtilâfa düşmüş olursanız olun elbette onun hakkın­daki hüküm Allah'a aittir. Kitabı, peygamberinin sünneti ile onda ye­gâne Hâkim O'dur.» «Eğer bir şeyde çekişirseniz onun hallini Allah'a ve rasûlüne bırakın.» (Nisa, 59). «İşte (her şey hakkında yegâne Hâ­kim olan) Rabbım Allah budur. Ben O'na tevekkül ettim ve (bütün iş­lerimde) yalnız O'na yöneldim.» «Göklerin ve yerin (ve ikisinin arasm-dakilerin) yaratanı, size kendi (cinsi) nizden, (kendi şeklinizde tarafın­dan bir nimet ve lütuf olarak) eşler yarattı.» Kendi cinsinizden erkekler ve dişiler halketti. «Davarlardan da çiftler» sizin için sekiz çift ya­rattı. «Bu suretle çoğalmanızı sağlıyor.-) Bu nitelikteki yaratılmanızda sizi bir yaratmadan sonra diğer bir yaratma, bir nesilden sonra diğer oir nesil olmak üzere insanlardan ve hayvanlardan dişiler ve erkekler olarak yaratmaya devam etmektedir. Beğavî —Allah ona rahmet ey­lesin— «Bu suretle çoğalmanızı sağlıyor.» kısmına: Sizi rahimlerde ya­ratmaktadır, ilâvesini getirir. Bu yaratmanın karınlarda olduğu da söylenmiştir. Bu şekildeki bir yaratma ile çoğalmanızı sağlıyor, şeklin­de bir açıklama da getirilmiştir. Mücâhid ise bu çoğalmanın, insanlar ve hayvanlarda nesil be nesil devam ettirildiği ifâdesini ilâve eder.

«Onun (bütün bu çiftleri yaratanın) benzeri hiç bir şey yoktur.» Zîrâ O, hiç bir benzeri olmayan Ferd, Samed'dir. «Ve O, Semî'dir, Ba-sîr'dir.»

«Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur.» âyetinin tefsiri daha ön­ce Zümer sûresinde geçmişti. Özet olarak söylemek gerekirse O, bütün bunlarda (göklerde ve yerde) yegâne tasarruf sahibi Hâkim'dir. «Dile­diğinin rızkını genişletir, (dilediğine rızkı genişletir) ve (dilediğine de) lasar. Hikmet ve en mükemmel adalet O'nundur. «Muhakkak ki O, her şeyi bilendir.»[4]

 

13  — Dine bağlı kaim ve onda tefrikaya düşmeyin, di­ye dinden Nuh'a buyurduğunu, size de teşri' buyurdu. Sa­na vahyettiğimizi ve İbrahim'e, Musa'ya, îsâ'ya buyurdu­ğumuzu. Kendilerini   çağırdığın bu şey; müşriklere   ağır geldi. Allah, dilediğini kendisine seçer. Kendisine yöneleni de hidâyete iletir.

14 — Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra araların­daki ihtiras .yüzünden ayrılığa düştüler. Şayet belirli bir süre için Rabbından bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında hüküm verilirdi. Onlardan sonra kitaba vâris kılınanlar da ondan mutlak bir şüphe ve tereddüd içindedirler.

 

Allah Teâlâ bu ümmete: «Dinden Nuh'a buyurduğunu'size de teş­ri* buyurdu.» buyurarak Hz. Âdem'den sonra rasûllerin ilki Hz. Nûh (as.) ve sonuncuları Hz. Muhammed (s.a.)i zikredip sonra da bunlar arasındaki Ulü'1-Azm peygamberlerden Hz. İbrahim, Hz. Mûsâ ve Hz. Meryem Oğlu îsâ'yı anar. Bu âyet-i kerîme, beş büyük peygamberin zik­rini içine almaktadır. Ahzâb süresindeki: «Hani: Biz, peygamberlerden söz almıştık. Senden de, Nuh'tan da, ibrahim'den de, Musa'dan da, Meryem Oğlu îsâ'dan da.» (Ahzâb, 7) âyeti de aynıdır. Bütün peygam­berlerin getirmiş olduğu din ise, tek ve ortağı olmayan Allah'a ibâdet­tir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de: «Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: Benden başka tanrı yoktur. Bana kulluk edin, diye vah-yetmişizdir.» (Enbiyâ, 25) buyrulurken, bir hadîste de: Biz peygamber­ler topluluğu baba bir, ana ayrı kardeşleriz. Dinimiz birdir, buyurul-maktadır. Yani her ne kadar şerîatleri ve metodlan farklı da olsa onlar arasındaki müşterek olan,kısım tek ve ortağı olmayan Allah'a ibâdettir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de: «Sizden her biriniz için bir yol, bir şeriat kıldık.» (Mâide, 48) buyrulurken Allah Teâlâ burada da şöyle buyurmaktadır : «Dine bağlı kalın ve onda tefrikaya düşmeyin.» Allah Teâlâ bütün peygamberlere toplanmayı, birleşmeyi, ünsiyyeti, cemâati tavsiye buyurmuş ve onları parçalanmaktan, ihtilâftan men'etmiştir.

«(Ey Muhammed), kendilerini çağırdığın bu şey; (tevhîd) müşrik-1 lere ağır geldi (de onlar inkâr ettiler). Allah, dilediğini kendisine seçer. Kendisine yöneleni de hidâyete iletir.» Müstehak olana hidâyeti takdir buyuran, sapıklığı olgunluk yoluna tercih edene de sapıklığı yazan O'dur. «Onlar, kendilerine.ilim geldikten sonra aralarındaki ihtiras yü­zünden ayrılığa düştüler.» Onlara gerçeğin ulaşmasından ve aleyhlerin­de hüccetin konulmasından sonra hakka karşı muhalefetleri ve kendile­rini bu muhalefete iten, ancak onlann azgınlığı, inâdları ve zıdlaşma-landır. «Şayet belirli bir süre için Rabbından bir söz geçmiş olmasaydı (kulların hesabının âhiret gününde görülmek üzere geciktirilmesine dâ­ir Allah'ın geçmiş sözü bulunmasaydı); aralarında hüküm verilir (ve onlara dünyada iken çabucak azâb edilirler) di. Onlardan (gerçeği ya­lanlayan o ilk nesilden) sonra kitaba vâris kılınanlar da ondan mut­lak bir şüphe ve tereddüd içindedirler.» Onlar, kendi işleri hakkında ke­sin bilgiye sahip değillerdir. Onlar delilsiz, bürhânsız olarak seleflerinin ve babalarının taklitçileridir. Onlar işlerinde bir şaşkınlık, tereddüt ve der|n bir ayrılık içindedirler.[5]

 

15 — Şu halde sen bunun için davet et ve emrolundu-ğun şekilde dosdoğru bir istikâmet tuttur. Onların heves­lerine uyma. Ve de ki: Ben Allah'ın indirdiği kitaba inan­dım ve aranızda adalet etmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbımız, sizin de Rabbınızdır. Bizim işlediklerimiz bi­ze, sizin işledikleriniz sizedir. Bizimle sizin aranızda tartı­şılacak hiç bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar ve dönüş de O'nadır.

 

Bu âyet-i kerîme on müstakil hükmü içermektedir ki bunlardan her bireri bir öncekinden ayrıdır ve başlı başına bir hükümdür. Bu âyet-i kerîme'nin Ayet el-Kürsî dışında bir benzeri olmadığını söylerler. Zîrâ Ayet el-Kürsî de bu âyet-i kerîme gibi on ayrı bölümü içermektedir.

«Şu halde sen bunun için davet et.» Senden önceki şeriat sahibi Ulü'1-Azm ve diğer peygamberler gibi şeriatlarına tâbi olunan büyük şeriat sahipleri peygamberlere tavsiye etmiş olduğumuz ve sana da vah-yetmiş olduğumuz dine çağır. İnsanlan O'na davet et.

«Ve emrolunduğun şekilde dosdoğru bir istikâmet tuttur.» Sen ve sana tâbi olanlar, Allah'ın emrettiği şekilde Allah'a ibâdet üzere dos­doğru olun.

«(İhtilâf edip, uydurmuş oldukları hususlarda ve putlara tapınma­larında müşriklere ve) bnlann heveslerine uyma.»

«Ve de ki: Ben Allah'ın indirdiği kitaba inandım.» Gökten peygam­berlere indirilmiş kitâbların hepsini tasdik ettim. Onlardan hiç birini diğerinden ayırmayız.

«(Allah'ın bana emrettiği şekilde aranızda vereceğim hükümlerim­de)  adalet etmekle emrolundum.»

«Allah bizim de Rabbımız, sizin de Rabbınızdır.» O, yegâne ma'-bûd'dur ve O'ndan başka ilâh yoktur. Biz bunu kendi isteğimizle ikrar ediyoruz. Her ne kadar siz kendi irâde ve ihtiyarınızla bunu yapmıyor­sanız bile âlemlerde olanlar kendi istekleriyle ve ihtiyarları ile O'na secde etmektedirler.

«Bizim işlediğimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir.» Bizler sizden uzak ve ayrıyız. «Şayet seni yalanlarlarsa: Benim yaptığım bana, sizin yaptığınız sizedir. Siz, benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yap­tığınızdan uzağım, de.»  (Yûnus, 41).

«Bizimle sizin aranızda tartışılacak hiç bir şey yoktur.» Mücâhid âyetteki «huccet»i, husumet ve tartışma ile tefsir ediyor. Süddî de der ki: Bu, kılıç âyetinin nüzulünden öncedir. Süddî'nin bu açıklaması doğ­rudur. Zîrâ bu âyet-i kerîme Mekke'de nazil olmuştur. Kılıç âyeti ise hicretten sonradır.

Allah (kıyamet günü) hepimizi bir araya toplar. «De ki: Rabbımız, aramızı birleştirir, sonra da aramızda hak ile hükmeder. Fettan, Alîm O'dur.»   (Sebe1, 26).

«(Hesâb günü) dönüş de O'nadır.»[6]

 

16  — Kabul ettikten sonra Allah'ın dini hakkında tar­tışmaya girişenlerin delilleri Rabları katında boştur. On­ların üzerine hem bir gazab, hem de şiddetli bir azâb var­dır.

17  — Allah O'dur ki, kitabı ve mizanı hak ile indirmiş­tir. Ne bilirsin, belki de o saat yakındır.

18 — Buna inanmayanlar onun çabucak gelmesini is­terler, îmân edenler ise, ondan korku ile titrerler ve onun hak olduğunu bilirler. İyi bilin ki kıyamet günü hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler.

 

Allah Teâlâ, îmân edenleri, Allah'ın yolundan çevirenleri tehdîdle buyuruyor ki: «Kabul ettikten sonra Allah'ın dini hakkında tartışma­ya girişenlerin; (Allah'a ve Rasûlüne icabet etmiş mü'minlerle onları girmiş oldukları hidâyet yolundan çevirmek üzere tartışanların) delilleri Rabları katında boştur, (bâtıldır). Onların üzerine hem (Allah'­tan) bir gazab, hem de (kıyamet günü) şiddetli bir azâb vardır.» îbn Abbâs ve Mücâhid derler ki: İnananların Allah ve Rasûlüne icabet et­melerinden sonra müşrikler, onları hidâyetten çevirmek için mücâdele ettiler ve onların yeniden câhiliyyete dönmelerini arzuladılar.

Katâde der ki; Bunlar yahûdî ve hıristiyanlardır. İnananlara: Bi­zim dinimiz sizin dininizden daha hayırlıdır. Bizim peygamberimiz si­zinkinden öncedir ve biz sizlerden daha hayırlıyız, Allah'a daha lâyığız dediler ki, elbette onlar bu hususta yalan söylemişlerdir.

«Allah O'dur ki, kitabı hak ile indirmiştir.» âyetinde, Allah katın­dan peygamberlere indirilen kitablar kasdedilmektedir. Yine âyette zikredilen mizan ise adalet ve insâfdır. Bu açıklama Mücâhid ve Katâ-de'nin olup buna göre âyet-i kerîme, Allah Teâlâ'nın şu kavillerine ben­zemektedir: «Andolsun ki Biz, peygamberlerimizi apaçık delillerle gön­derdik ve insanların doğru hareket etmeleri için kitâb ve ölçü indirdik.» (Hadîd, 25), «Göğü yükseltmiş, tartıyı koymuştur. Artık tartıda tecâ­vüz etmeyin. Tartıyı doğru yapın, tartıyı eksik tutmayın.» (Rahman, 7-9).

«Ne bilirsin, belki de o saat (kıyamet) yakındır.» âyeti hem âhiret için amele teşviki, hem ondan korkutmayı ve hem de dünyaya karşı zâhid davranmaya teşviki içermektedir. «Buna inanmayanlar onun ça­bucak gelmesini isterler.» ve: «Doğru sözlüler iseniz, bu vaad ne zaman­dır?» (Sebe1, 29) derler ki, onların böyle demeleri, kıyameti yalanlama­ları, uzak görmeleri, küfür ve inâdları yüzündendir. «îmân edenler ise, ondan (meydana gelmesinden) korku ile titrerler ve onun hak olduğu­nu (mutlaka meydana geleceğini) bilirler. (Onlar kıyamete hazırlıklı­dırlar ve onun için amel edenlerdir.)» Sahîh'lerde, hasen hadîs mecmu­alarında, Sünen ve Müsned'lerde tevatür derecesine ulaşan kanallardan rivayet edilen bir hadîsin bir kısmına göre Allah Rasûlü (s.a.) seferle­rinden birinde iken birisi yüksek bir sesle nida edip: Ey Muhammed, di­ye seslenmiş, Hz. Peygamber onun sesine benzer bir sesle: Buyur, de­mişti. Adam: Kıyamet ne zamandır? diye sordu. Allah Rasûlü (s.a.): Yazıklar olsun sana. O, mutlaka meydana gelecektir. Onun için ne ha­zırlık yaptın? buyurdu. Adam: Allah ve Rasûlünün sevgisi, diye cevab verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: Sen sevdiğinle berabersin, buyur­du. Hadîsteki «Kişi sevdiği ile beraberdir.» kısmı, hiç şüphesiz tevatür derecesindedir. Allah Rasûlü (s.a.) o kimseye kıyametin vaktini bildir­memiş, sadece onun için hazırlık yapmasını emretmekle yetinmiştir.

«İyi bilin ki kıyamet günü hakkında tartışanlar, (meydana gelme­si konusunda tartışarak meydana geleceğini kabul etmeyenler), derin bir sapıklık (apaçık bir bilgisizlik içindedirler. Zîrâ gökleri ve yeri yaratan elbette ölüleri diriltmeye de kadirdir. İlkin yaratıp sonra onu iade eden O'dur. Bu, O'nun için pek kolaydır.» (Rûm, 27).[7]

 

19  — Allah, kullarına çok lütufkârdır. Dilediğini nzık-landırır. O'dur Kavi, Azîz.

20  — Kim, âhiret ekinini isterse onun ekinini arttırırız. Kim de dünya ekinini isterse ona da bundan veririz. An­cak onun âhirette bir nasibi yoktur.

21  — Yoksa Allah'ın izin vermediği bir şeyi, dinde on­lara şeriat kılacak ortaklan mı var? Şayet kesin söz bulun­mayacak olsaydı aralarında derhal hüküm verilirdi. Doğ­rusu zâlimlere elîm bir azâb vardır.

22  - Göreceksin ki; zâlimler yaptıkları şeyler başları­na gelirken korkudan titrerler. İmân edip sâlih amel işle­yenler ise cennet bahçelerindedirler. Rablannın   katında onlara diledikleri vardır. İşte bu; büyük lutfun kendisidir.

Allah Teâlâ, yaratıklarına olan lutfunu haber veriyor. Hiç kimseyi unutmaksızın sonuncularına varıncaya kadar onlan rızıklandırmakta-dır. İyi ve günahkâr onun rızıklandırmasmda eşittir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de de: «Yeryüzünde yürüyen hiç bir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a âit olmasın. Onların durup dinlenecek ve saklanacak yerlerini de O bilir. Hepsi apaçık kitâbdadır.» (Hûd, 6) buyurmaktadır ki bunun benzerleri pek çoktur. «Dilediğini rızıklandırır.» Dilediğine rızkı geniş­letir. «O'dur Kavı (kuvvetli olan da), Azîz (olan da).» O'nu hiç bir şey âciz bırakamaz. «Kim, âhiret ekinini (âhiret amelini) isterse; onun ekinini arttırırız.» Onu güçlendirir, yaptığı işte ona yardımcı olur, geliş­mesini ve çoğalmasını artırırız. Bir iyiliği on katından yedi yüz katına, Allah'ın dilediği kadar katlara yükselterek mükâfatlandırırız. Kim de dünya ekinini isterse; kimin çalışması dünyadan bir şey elde etmek için olursa ve kimin âhiret için hiç bir düşüncesi olmazsa ona da bundan veririz. Allah Teâlâ onu âhiretten mahrum eder. Şayet dilerse ona dün­yayı verir, dilemez ise o kişi ne dünyayı, ne de âhireti kazanabilir. Bu şekilde ve bu niyyetle çalışan kimse ancak dünyada ve âhirette kazanç­sız Dir alış-veriş yapmış olur. «Kim de dünya ekinini isterse, ona da bun­dan veririz.» âyet-i kerîme'si İsrâ süresindeki: «Kim geçici dünyayı is­terse, onun için oradan dilediğimiz kadar, dilediğimiz kimseye hemen veririz. Sonra onun için cehennemi hazırlarız. Kötülenmiş ve kovulmuş olarak oraya girer. Kim de âhireti isterse ve onun için inanmış olarak gerekli çabayı gösterirse; işte onların sa'yi şükre değerdir. Her birine, bunlara da, onlara da Rabbınm nimetinden ulaştırırız. Rabbmın nimeti engellenmiş değildir. Bak, nasıl onları birbirlerine üs^tin kıldık? Elbette ki âhiret; dereceler bakımından da büyüktür, üstünlük bakımından da.» (İsrâ, 18-21) âyeti ile kayıtlanmıştır. Sevrî'nin Muğîre kanalıyla... Ubeyy .İbn Kâ'b'dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Bu ümmet yücelme, yardım, yeryüzünü ele geçirme ile müjdelenmiş tir. Onlardan her kim âhiret amelini dünya için işlerse, onun âhirette hiç bir nasibi yoktur.

«Yoksa Allah'ın, izin vermediği bir şeyi, dinden, onlara şerîât kı­lacak ortakları mı var?» Onlar Allah'ın kanun, olarak koymuş olduğu dosdoğru dine uymamakta; aksine insanlardan ve cinlerden şeytân­ların onlara meşru' kıldıklarına uymaktadırlar. İnsanlardan ve cinler­den şeytânları, onlara beş defa doğurmuş (beşincisi dişi olan) deveyi, adak devesini, on batın doğurmuş veya yedi batın ikiz doğurmuş de­veyi, on batın dölleyen erkek deveyi haram kılmış, ölüyü, kanı, kumarı ve benzeri sapıklıkları, bâtıl bilgisizlikleri helâl kılmıştır. Onlar helâl kılmayı, haram kılmayı, bâtıl ibâdetleri ve bozuk sözleri câhiliyyet dö­nemlerinde uydurmuşlardı. Sahîh bir hadîste sabit olduğu üzere Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Amr İbn Lühayy İbn Kamea'yı ce­hennemde bağırsağını sürüklerken gördüm. Çünkü adak devesini haram sayma âdetini koyanların ilki odur. Bu adam Huzâa hâkimlerinden bi­risiydi. Bu işleri yapanların ilki odur. Kureyş'i putlara tapınmaya sevk-eden de o idi. Allah ona la'net etsin ve onun yüzünü çirkinleştirsin. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Şayet kesin söz bulunmayacak olsaydı (âhiret gününe bırakılmalarına dâir söz geçmemiş olsaydı); elbette aralarında derhal hüküm verilir (çabucak azâblandırılırlar) idi. Doğrusu zâlimlere (cehennemde şiddetli ve) elim bir azâb vardır (ve orası ne kötü varılacak yerdir, kıyamet arsalarında) göreceksin ki, zâlimler, yaptıkları şeyler başlarına gelirken korkudan titrerler.» Onla­rın korktukları şey mutlaka başlarına gelecektir. Allah'a dönecekleri günde onlar bu korku içindedirler. «îmân edip sâlih amel işleyenler ise cennet bahçelerindedirler. Rablarının katında onlara diledikleri var­dır.» Bunlar nerede, diğerleri nerede: Birincileri kıyamet arsalarında zulümleri sebebiyle müstehak oldukları zillet, horluk ve korku içinde­ler; diğerleri cennet bahçelerinde, diledikleri yiyecekler, içecekler, gi­yecekler, meskenler, manzaralar, eşler ve hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği, hiç bir beşer kalbine gelmeyen lezzetler içinde­dirler. Hasan İbn Arafe der ki: Bize Ömer İbn Abdurrahmân'ın... Ebu Taybe'den rivayetine göre o, şöyle demiştir: Cennetliklerden herhangi bir şey içmek üzere toplananların üzerine bir bulut gelip onları gölge­lendirir ve: Size ne yağdırayım? diye sorar. O topluluktan herhangi bi­risi ne isterse hemen onlara yağdırır. Hattâ onlardan birisi: Bize taze­ler, genç kızlar yağdır, bile diyecektir. Bu haberi İbn Cerîr de Hasan İbn Arafe'den rivayet etmiştir. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: «İşte bu; büyük lutfun (en büyük kazancın, umûmî şümullü ve herkesi içine ala­cak tastamam nimetin) kendisidir» buyurmuştur.[8]

 

23  — İşte Allah'ın îmân edip sâlih ameller işleyen kul­larına müjdelediği budur. De ki: Ben, sizden buna karşılık; akrabalıkta sevgiden başka bir ücret istemem. Kim bir iyi­lik kazanırsa, Biz onun iyiliğini arttırırız. Muhakkak ki Al­lah Gafûr'dur, Şekûr'dur.

24  — Yoksa onlar,   Allah'a karşı yalan   uydurdu mu derler? Allah; dilerse senin kalbini   mühürler, bâtılı yok eder, sözleriyle hakkı yerine getirir. Muhakkak ki O, gö­ğüslerin özünü bilendir.

 

Allah Teâlâ inanan ve sâlih ameller işleyen kullan için cennet bah­çelerini zikrettikten sonra: «İşte Allah'ın îmân edip sâlih ameller işle­yen kullarına müjdelediği budur.» buyurmaktadır ki, şüphesiz bunlar Allah'ın müjdesi ile mutlaka meydana gelip gerçekleşecektir.

«De ki: Ben, sizden buna karşılık; akrabalıkta sevgiden başka bir ücret istemem.» âyetinde şöyle buyruluyor: Ey Muhammed, Kureyş kâ­firlerinden şu müşriklere de ki: Size olan şu tebliğ ve nasihatime karşı­lık sizden bana vereceğiniz bir mal istemiyorum. Sizden tek istediğim, kötülüğünüzü benden uzak tutmanız, Rabbımın risâletini tebliğ etme­me müsâade etmenizdir. Şayet bana yardım etmiyorsanız, hiç olmaz­sa aramızdaki akrabalık bağına saygı göstererek bana eziyet etmeyin. Buhârî der ki: Bize Muhammed İbn Beşşâr'm... Tâvûs'tan rivayetine göre İbn Abbâs'a: «Ben, sizden buna karşılık; akrabalıkta sevgiden baş­ka bir ücret istemem.» âyeti sorulmuştu. Saîd İbn Cübeyr: Muhammed ailesinin akrabalığı, diye cevab verdi. İbn Abbâs dedi ki: Acele ettin. Kureyş kabilesinden hiç bir aile yoktur ki Hz. Peygamber ile akrabalığı olmasın. Âyette kasdedilen mânâ şudur: Ben sizden buna karşılık; ara­mızdaki akrabalığa saygı göstermenizden, sıla-i rahmde bulunmanız­dan başka bir ücret istemem. Haberi sadece Buhârî rivayet etmiştir. İmâm Ahmed de Yahya el-Kattân kanalıyla Şu'be'den bu haberi riva­yet ediyor. Âmir eş-Şâ'bî, Dahhâk, Ali İbn Ebu Talha, Avfî, Yûsuf İbn Mihrân ve birçokları da İbn Abbâs'tan bu şekilde rivayet ediyorlar. Mücâhid, İkrime, Katâde, Süddî, Ebu Mâlik, Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eşlem ve başkaları da böyle söylemişlerdir.

Hafız Ebu Kasım et-Taberânî der ki: Bize Hâşim İbn Yezîd'in... İbn Abbâs'tan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) onlara şöyle demişti: Ben sizden buna karşılık; size akrabalığım dolayısıyla beni sevmeniz ve aramızdaki akrabalığı muhafaza etmenizden başka bir ücret istemem. İmâm Ahmed'in Hasan İbn Mûsâ kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre, Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştu: Size getirmiş olduğum hidâyet ve apaçık delillere mukabil Allah'ı sevmeniz ve O'na itâatla yaklaşmanızdan başka bir şey istemem. Katâde de Hasan el-Basrî'den bunun bir benzerini rivayet etmiştir. Bu, âyetin ikinci bir tefsiri ma­hiyetindedir. Buna göre âyeti şöyle anlamak gerekir: Sizden buna kar­şılık, sizi Allah'a yaklaştıracak tâatlarda bulunmanızdan başka bir üc­ret istemem.

Buhârî ve başkalarının Saîd İbn Cübeyr'den rivayet etmiş olduk­ları üçüncü bir açıklama anlam olarak şöyledir: Ben sizden buna karşılık; beni akrabalarım içinde sevmenizden, onlara iyilik etmenizden başka bir ücret istemem. Süddî'nin Ebu Deylem'den rivayetine göre o, şöyle anlatıyor: Hz. Hüseyn'in oğlu Ali, esir olarak getirilip Şam'da yük­sek bir yere çıkarılmıştı. Şam'lılardan birisi kalkıp: Sizi katleden, kö­künüzü kurutan ve fitnenin iki boynuzunu kıran Allah'a hamdolsun, dedi. Hz. Hüseyn'in oğlu Ali: Sen Kur'ân okudun mu? diye sordu. Adam: Evet, diye cevabladı. Âl-i Hâmim'i okudun mu? sorusuna da adam: Kur'ân'ı okudum fakat Âl-i Hamîm'i okumadım, diye cevab ver­di. Ali İbn Hüseyn: «De ki: Ben, sizden buna karşılık; akrabalıkta sev­giden başka bir ücret istemem.» âyetini okumadın mı? diye sordu, adam: Onlar siz misiniz? dedi de Ali İbn Hüseyn; evet, diye cevabladı. Ebu İs-hâk Sübey'î der ki: Amr İbn Şuayb'a: «De ki: Ben, sizden buna karşılık akrabalıkta sevgiden başka bir ücret istemem.» âyetini sormuştum. Hz. Peygamber (s.a.)in akrabalığı diye cevabladı. Her iki haberi de İbn Ce-rîr rivayet ediyor. Sonra İbn Cerîr der ki: Bize Ebu Küreyb'in... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Ansâr şöyle şöyle yaptık diyerek sanki övündüler. İbn Abbâs da —Veya Abbâs (bu şüphe râvî Abdüsselâm'indir)—: Bizim size karşı üstünlüğümüz vardır, dedi. Bu söz, Hz. Peygamber (s.a.)e ulaşınca onlar meclislerinde iken Rasûlullah yan­larına gelip: Ey ansâr topluluğu, sizler zeliller iken Allah benimle sizi azîz kılmadı mı? buyurdu. Onlar: Evet ey Allah'ın elçisi, dediler. Siz sapıtmışlar iken Allah sizi benimle hidâyete ulaştırmadı mı? buyurdu, onlar: Evet, ey Allah'ın elçisi, diye cevabladılar. Hz. Peygamber: Bana cevab vermeyecek misiniz? buyurdu da onlar: Ey Allah'ın elçisi, ne di­yelim? dediler. Hz. Peygamber: Sizler: Seni kavmin çıkardı da biz sı­ğındırmadık mı? Seni yalanladılar da biz doğrulamadık mı? Seni yalnız bıraktılar da biz sana yardım etmedik mi? demiyor musunuz? buyurdu. O kadar söylemeye devam etti ki dizleri üzerine gelip: Mallarımız ve elimizde olan her şey Allah ve Rasûlünündür, dediler. Bunun üzerine : «De ki: Ben, sizden buna karşılık; akrabalıkta sevgiden başka bir ücret istemem.» âyeti nazil oldu. İbn Ebu Hatim de Ali İbn Hüseyn kanalıy­la... Yezîd İbn Ebu Ziyâd'dan —ki bu râvî zayıftır— kendi isnadı ile yukardaki hadîsi veya buna yakın olanını rivayet etmiştir. Buhârî ve Müslim'in Huneyn ganimetleri kısmında yukardakine benzer bir hadîs vardır. Ancak orada, âyetin nüzulü zikredilmemektedir. Aslında âyetin Medine'de nazil olduğunu söylemek biraz şüphelidir. Zîrâ sûre Mekke'de nazil olmuştur ve bu âyet-i kerîme ile hadîsin sevkedilişi arasında bir münâsebet görülmemektedir. En doğrusunu Allah bilir.

İbn Ebu Hâtim'in Ali İbn Hüseyn kanalıyla... İbn Abbâs'tan riva­yetine göre; o, şöyle demiştir: «De ki: Ben, sizden buna karşılık; akra­balıkta sevgiden başka bir ücret istemem.» âyeti nazil olduğunda: Ey Allah'ın elçisi, Allah'ın sevilmelerini emrettikleri kimlerdir? dediler de,

Hz. Peygamber: Fâtıma ve çocuğu, buyurdu. Bu hadîsin isnadı zayıftır ve isnadında bilinmeyen bir râvî vardır. Ayrıca Hadîs yalan haberler uyduran şîî bir şeyhden rivayet edilmektedir ki o, Hüseyn el-Aşkar olup burada onun haberi kabule şâyân değildir. Bu âyetin Medine'de nazil olduğunu söylemek ise zâten uzak bir ihtimâldir. Çünkü âyet Mekke'de nazil olmuştur ve o zamanda Fâtıma'mn hiç bir çocuğu yoktu. Zîrâ Hz. Ali ile evlenmesi hicretin ikinci senesinde Bedir harbinden sonradır. Bu âyetin tefsirinde doğru olan; bu ümmetin en bilgini, Kur'ân'm tercü­manı Abdullah İbn Abbâs'ın açıklaması olup İbn Abbâs'm bu açıklama­sını Buhârî rivayet etmektedir. Ayrıca Ehl-i Beyt'in vasileri, onlara iyi­likle emir, hürmet ve ikramda bulunma da elbette inkâr edilecek değil­dir. Zira onlar tertemiz bir zürriyyetten, övünme, haseb ve neseb yö­nüyle yeryüzünde'ki en şerefli ailedendirler. Özellikte apaçık ve sahîh sünnet-i nebeviyye'ye tâbi oldukları takdirde. Nitekim onların selefi Abbâs ve oğulları, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'i ile zürriyeti böyledir. Allah cümlesinden razı olsun. Sahîh bir hadîste belirtildiğine göre; Allah Ra-sûlü (s.a.) bir hutbesinde şöyle buyurmuştur: Sizin aranızda iki şey bırakıyorum ki; bunlar Allah'ın kitabı, neslim ve yakın akrabâlarımdır. Havz-ı Kevser'ime gelinceye kadar bu ikisi birbirinden asla ayrılma­yacaklardır.

İmâm Ahmed'in Yezîd İbn Hârûn kanalıyla... Abbâs İbn Abdül-muttalib'den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Ey Allah'ın elçisi, Ku-reyş birbirleriyle karşılaştığı zaman birbirlerini güler yüzle karşılıyor­lar. Bizimle karşılaştıkları zaman ise, bizim bilmediğimiz bir yüzle bizi karşılıyorlar, dedim. Hz. Peygamber (s.a.) son derece öfkelendi ve şöy­le buyurdu: Nefsim kudret elinde olan (Allah)a yemin ederim ki, sizi Allah ve Rasûlü için sevmedikçe kişinin kalbine îmân girmez. İmâm Ahmed der ki: Bize Cerîr'in... Abdülmuttalib İbn Rabîa'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Abbâs Allah Rasûlü (s.a.) nün yanına girdi ve: Biz dışarı çıktığımızda Kureyş'in kendi aralarında konuştuklarım gö­rüyoruz. Bizi gördükleri zaman susuyorlar, dedi. Allah Rasûlü (s.a.) öfkelendi ve alın damarları şişti de: Allah'a yemîn ederim ki, sizi Allah için ve akrabalarım olduğunuzdan dolayı sevmedikçe kişinin kalbine îmân girmez, buyurdu.

Buhârî der ki: Bize Abdullah İbn Abdülvehhâb'ın... İbn Ömer'den, onun da Hz. Ebubekir es-Sıddîk —Allah ondan hoşnûd olsun— dan ri­vayetine göre o, şöyle demiştir: Muhammed (s.a.)in ailesini gözetiniz. Sahîh bir haberde rivayet olunduğuna göre Ebubekir es-Sıddîk Hz. Ali (r.a.)ye şöyle demiştir: Allah'a yemîn ederim ki, Allah Rasûlü (s.a.)nün akrabalığı bana, kendi akrabalarıma sıla-i rahm'de bulunmamdan da­ha sevimlidir. Ömer İbn Hattâb da Hz. Abbâs'a şöyle demiş: Sen müslüman olduğun günde senin müslümanlığm, —şayet müslüman olsay­dı— babam Hattâb'ın müslüman oluşundan daha sevimli gelirdi. Zî-râ senin müslüman olman, Allah Rasûlüne Hattâb'ın İslâm'a girme­sinden daha sevimlidir. Hz. Ebubekir ve Ömer'in bu anlayışı herkesin sahip olması gereken bir durumdur. Bu sebepledir ki o ikisi, peygam­berler ve rasûllerden sonra diğer bütün sahabeden de inananların en üstünleri, en faziletlileri idiler.

İmâm Ahmed —Allah ona rahmet eylesin— der ki: Bize İsmâîl îbn İbrahim'in... Yezîd İbn Hayyân'dan rivayetine göre; o, şöyle anla­tıyor: Ben, Hüseyn İbn Meysere ve Ömer İbn Müslim, Zeyd İbn Er-kam'a gittik. Yanma oturduğumuzda Hüseyn ona: Ey Zeyd, çok hayra kavuştun; Allah, Rasûlü (s.a.)nü gördün, hadîsini işittin, onunla be­raber cihâd ettin, onunla beraber namaz kıldın. Ey Zeyd, şüphesiz sen çok hayırlar gördün. Ey Zeyd, bize Allah Rasûlü (s.a.)nden işittiğini rivayet et, dedi de Zeyd İbn Erkam şöyle dedi: Ey kardeşim oğlu, val­lahi yaşım ilerledi, zamanım geçti. Allah Rasûlü (s.a.)nden ezberlemiş olduğum bazı şeyleri unuttum. Size ne rivayet edersem kabul edin, ne­yi rivayet etmiyorsam o konuda beni zorlamayın, deyip şöyle devam etti: Allah Rasûlü (s.a.) bir gün, Mekke ile Medine arasındaki Humma adı verilen bir suyun kenarında bize hutbe okudu. Allah'a hamd ü se­nada bulundu, bize nasihat etti, sonra şöyle buyurdu: Ey insanlar, uya­nık olunuz; nihayet ben de bir insanım. Olur ki artık Rabbımın elçisi bana gelir ve ben ona icabet ederim. Ancak aranızda iki şey bırakıyo­rum: Birincisi Allah'ın kitabıdır. Onda hidâyet ve nûr vardır. Allah'ın kitabını alın ve ona sımsıkı sanlın. Allah Rasûlü, Allah'ın kitabına teş-vîk buyurdu ve şöyle devam etti: Size bir de Ehl-i Beyt'imi bırakıyo­rum. Ehl-i Beyt'im hakkında size Allah'ı hatırlatırım. Ehl-i Beyt'im hakkında size Allah'ı hatırlatırım. Husayn, Zeyd İbn Erkam'a: Hz. Pey-gamber'in Ehl-i Beyt'i kimdir ey Zeyd? Ailesinden onun hanımları değil mi? dedi de Zeyd: Şüphesiz efendimizin hanımları Ehl-i Beyt'indendir. Fakat Hz. Peygamberin Ehl-i Beyt'i, ondan sonra zekâtın kendilerine ha­ram olduğu kimselerdir, dedi. Husayn: Onlar kimlerdir? diye sordu da Zeyd: Onlar; Ali'nin ailesi, Akîl'in ailesi, Ca'fer'in ailesi ve Abbâs'ın âile-sidir, dedi. Husayn: Bunların hepsine zekât haram mıV diye sordu da, Zeyd bu soruyu evet diye cevabladı. Hadîsi Müslim ve Neseî de muhte­lif kanallardan olmak üzere Yezîd İbn Hayyân'dan rivayet etmişlerdir.

Ebu îsâ et-Tirmizî der ki: Bize Ali İbn Münzir'in... Zeyd îbn Er-kam'dan rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Size öyle şeyler bırakıyorum ki, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece benden sonra asla sapıklığa düşmezsiniz. Onlardan birisi diğerinden daha bü­yüktür: Allah'ın kitabı, gökten yeryüzüne uzatılmış iptir. Diğeri de ak­rabalarım yani Ehl-i Beyt'imdir. Bu ikisi Havz-ı Kevser'e gelinceye kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Bakın bakalım onlar hak­kında bana nasıl halefler olacaksınız? Hadisi rivayette Tirmizî tek kal­mış ve; hasen, garîb bir hadîstir, demiştir. Yine Tirmizî'nin Nasr İbn Abdurrahmân kanalıyla... Câbir İbn Abdullah'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: Allah Rasûlü (s.a.)nü hacc esnasında Arefe günü Kas-vâ adındaki devesi üzerinde hutbe okurken gördüm ve işittim ki şöyle buyuruyor: Ey insanlar, size öyle bir şey bıraktım ki ona sarıldığınız sürece asla sapıklığa düşmezsiniz: Allah'ın kitabı ve ailem, Ehl-i Beyt'-im. Bu hadîsi de sadece Tirmizî rivayet etmiş ve; hasendir, garîbdir, de­miştir. Bu konuda Ebu Zerr, Ebu Saîd, Zeyd İbn Erkam ve Huzeyfe İbn Esîd'in de hadîsleri vardır. Yine Tirmizî'nin Ebu Dâvûd Süleyman İbn Eş'as kanalıyla... Abdullah İbn Abbâs'tan rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Sizi nimetleri ile beslediği için Allah'ı seviniz. Allah'ı sevdiğiniz için beni seviniz. Beni sevmenizle de ailemi, Ehl-i Beyt'imi seviniz. Sonra Tirmizî der ki: Hadîs hasendir, garîbdir, sadece bu kanaldan rivayetini bilmekteyiz. Biz, bu konudaki diğer ha­dîsleri «Ey Ehl-i Beyt, Allah muhakkak ki sizden eksikliği gidermek ve sizi tertemiz temizlemek ister.» (Ahzâb, 33) âyetinin tefsirinde bura­da tekrarına gerek bırakmayacak bir şekilde serdetmiştik. Hamd ve minnet Allah'adır.

Hafız Ebu Ya'lâ der ki: Bize Süveyd İbn Saîd'in... Haneş'den riva­yetine göre; o, şöyle anlatıyor: Ebu Zerr'i Kâ'be'nin halkasına yapış­mış şöyle derken işittim: Ey insanlar, beni tanıyan tanır, beni tanıma­yan bilsin ki ben Ebu Zerr'im. Allah Rasûlü (s.a.)nü şöyle buyururken işittim: Sizin içinizde benim Ehl-i Beyt'imin misâli, Nuh'un gemisi mi­sâlidir. Kim ona girerse kurtulur. Kim de onlardan geri kalırsa he­lak olmuştur. Hadis bu isnâd ile rivayetinde zayıftır.

«Kim bir iyilik kazanır (güzel amelde bulunur) sa, Biz onun iyiliği­ni (ecir ve sevabını) arttırırız.» âyet-i kerîme'si Allah Teâlâ'nın şu kav­li gibidir: «Allah; şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz. Zerre kadar iyilik yapılsa onu kat kat arttırır. Ve kendi katından büyük bir mükâ­fat verir.» (Nisa, 40) Seleften birisi der ki: İyilikten sonra işlenen iyi­lik onun sevabından; kötülükten sonra işlenen kötülük de kötülüğün cezâsındandır.

«Muhakkak ki Allah Gafûr'dur, Şekûr'dur.» Birçok kötülükleri ba­ğışlar, az olan iyilikleri arttırır, çoğaltır. Kötülükleri örtüp bağışlar, iyi­likleri kat kat arttırır ve şükre lâyık kılar.

«Yoksa onlar, Allah'a karşı yalan uydurdu mu derler?» Şayet şu bilgisizlerin zannettiği gibi Allah'a karşı yalan uydurarak iftira etmiş olsaydın, şüphesiz Allah dilerse senin kalbini mühürleyip vermiş ol­duğu Kur'ân'ı senden geri alırdı. Nitekim Allah Teâlâ, başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyurur: «Eğer o, bize karşı ona bazı sözler katmış olsaydı, elbette Biz onu kuvvetle yakalardık. Sonra da onun şah da­marını koparırdık. Hiç biriniz de onu koruyamazdınız.» (Hakka, 44-47). Şüphesiz Biz, ondan en şiddetli bir şekilde intikam alırdık ve insanlar­dan hiç birisi bunu engellemeye güç yetiremezdi.

«Allah; bâtılı yok eder, sözleriyle (hüccet ve bürhânlarıyla) hakkı yerine getirir (gerçekleştirir, beyân eder ve açıklar). Muhakkak ki O, göğüslerin Özünü (gönüllerin gizlediklerini ve yaratıklarının kalblerinde mevcûd olan şeyleri hakkıyla) bilendir.»[9]

 

25 — O, kullarından   tevbeyi kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.

26  — İmân edip sâlih ameller işleyenlerin duasını ka­bul buyurur ve onlara lutfundan arttırır. Kâfirlere gelince; onlar için şiddetli bir azâb vardır.

27  — Şayet Allah kulları için rızkı geniş tutsaydı, yer­yüzünde azgınlık ederlerdi. Fakat O, dilediği ölçüde indirir. Muhakkak ki O, kulları için Habîr'dir, Basîr'dir.

28  — O'dur ki  ümitlerini   kestikten   sonra  yağmuru indirir ve rahmetini yayar. O, Velî'dir, Hamid'dir.

 

Allah Teâlâ, tevbe edip zâtına yöneldiklerinde kullarının tevbeleri-ni kabul buyuracağını haber veriyor. Keremi, hilnii ile onları affedip bağışlar, günâhlannı örtüp yarlığar. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyrulur: «Kim bir kötülük yapar veya nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse; Allah'ın Gafur ve Rahîm olduğunu görür.» (Nisa, 110). Müslim'in —Allah ona rahmet eylesin— Sahîh'in-deki bir hadîs şöyledir: Bize Muhammed İbn Sabah ve Züheyr îbn Harb'-ın... Enes İbn Mâlik'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Allah Teâlâ, kulu zâtına tevbe ettiği zaman o kadar çok sevinir ki sizden birisi çorak bir arazîde üzerinde yiyecek ve içeceği olan biniti bağından kurtulup kaybolmuş, ondan ümidini kesmiş bir halde bir ağacın altına gelip gölgesine uzanmış, binitinden ümidini bütünüy­le kesmişken birden binitini yanında dikilir gördüğü zamanda onun yu­larına yapışıp: Ey Allah'ım, sen kulumsun, ben de senin rabbınım, diye sevincinin şiddetinden hatâ etmesi durumundaki sevincinden Allah'ın kulu kendine tevbe ettiğindeki sevinci çok daha fazladır. Bu hadîs Ab­dullah İbn Mes'ûd'dan yukardakine benzer bir rivayetle Müslim'in Sa-hîh'inde de mevcûddur. Abdürrezzâk'ın Ma'mer kanalıyla «O, kulla­rından tevbeyi kabul edendir.» âyeti hakkında Ebu Hüreyre'den riva­yetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Allah'ın kulunun tevbesine sevinmesi, susuzluktan ölmekten korktuğu bir yerde yitiğini bulan sizden birinin" sevincinden daha şiddetlidir. Hemmâm İbn Haris der ki: Bir kadınla zina edip sonra onunla evlenen bir adamın duru­munu İbn Mesûd'a sormuşlardı. İbn Mes'ûd: Bunda bir beis yok, deyip «O, kullarından tevbeyi kabul edendir.» âyetini okudu. Bu haberi İbn Cerîr ve İbn Ebu Hatim, Şerîk el-Kâzî kanalıyla... Hemmâm'dan riva­yetle zikretmişlerdir.

«O, kötülükleri bağışlayan, (gelecekte tevbeyi kabul buyurup geç­miş günâhları affeden) ve yaptıklarınızı bilendir.» Sizin yaptığınız ve söylediğiniz her şeyi bilir. Bununla beraber zâtına tevbe edenin tevbesi-ni kabul buyurur. «îmân edip sâlih ameller işleyenlerin duasını kabul buyurur.» Süddî Allah Teâlâ'nın sadece sâlfh ameller işleyenlerin du­asına icabet buyuracığını söylemiştir. İbn Cerîr de böyle söylüyor. Bu­na göre anlam şöyle olacaktır: Allah Teâlâ onlann, dostlarının ve kar­deşlerinin dualarına icabet eder. İbn Cerîr bu açıklamasını nahiv âlim­lerinin bazılarından nakletmektedir. Buna göre İbn Cerîr bu âyet-i ke­rîmeyi «Nihayet Rabları onlara icabet etti.» (Al-i İmrân, 195) âyeti gi­bi kabul etmiştir. Yine İbn Cerîr ve İbn Ebu Hâtim'in A'meş kanalıy­la... Seleme İbn Şebra'dan rivayetlerine göre; o, şöyle demiştir: Muâz, Şam'da bize hutbe okuyup dedi ki: Sizler inananlarsınız ve sizler cennet­liksiniz. Allah'a yemîn ederim ki ben, Allah'ın sizin esîr etmiş olduğu­nuz İran'lı ve Rumları da cennete koyacağını umuyorum. Zîrâ onlar­dan birisi güzel bir amel işlediğinde; (sizin onları esir edip müslüman olmalarına sebep olduğunuzdan dolayı) Allah sana rahmet eylesin ne güzel yaptın, Allah seni mübarek kılsın ne güzel ettin, der. Sonra Mu­âz: «îmân edip sâlih ameller işleyenlerin duasını kabul buyurur ve on­lara lutfundan arttırır.» âyetini okumuştur. İbn Cerîr arap dil bilginle­rinden birisinden nakleder ki; o, «îmân edip sâlih ameller işleyenlerin duasını kabul buyurur.» âyet-i kerîme'sini «Onlar ki; sözü dinlerler de en güzeline uyarlar. İşte bunlar; Allah'ın kendilerini hidâyete eriştirdiği kimselerdir.» (Zümer, 18) âyeti gibi kabul edermiş. Yani gerçeğe ica­bet ederek ona tâbi olanlar onlardır. Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyet-İ kerîme'de de: «Ancak dinleyenler icabet ederler. Ölülere gelince; onları Allah diriltir...» (En'âm, 36) buyurmaktadır. Ancak «Ve onlara lutfundan arttırır.» kısmının da delaletiyle birinci açıklama daha kuv­vetli görünmektedir. Yani onların dualarına icabet edecek ve bundan daha fazlasını onlara arttıracaktır. Bu sebepledir ki İbn Ebu Hatim şöy­le diyor: Bize Ali İbn Hüseyn'in... Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) «Ve onlara lutfundan arttırır.» âyeti hakkında şöyle buyurmuştur: Şefaat, dünyada kendilerine iyilik yapılmış olanlar­dan cehenneme gidecek olanlar içindir. Katâde'nin «îmân edip sâlih ameller işleyenlerin duasını kabul buyurur» âyeti hakkında rivayetine göre, İbrahim en-Nehaî şöyle demiştir: Onlar, kardeşleri hakkında şe­faat edeceklerdir. «Ve onlara lutfundan arttırır.» âyetine göre onlar kardeşlerinin kardeşleri hakkında da şefaat edeceklerdir.

Allah Teâlâ: «Kâfirlere gelince; onlar için şiddetli bir azâb var­dır.» buyuruyor ki, mü'minleri ve nail olacakları bol bol sevabı zikret­tikten sonra, kâfirlere geçiyor, Allah'a dönecekleri ve hesaba çekilecek­leri kıyamet günü Allah katında uğrayacakları şiddetli, çetin ve elem verici azabı zikrediyor.

«Şayet Allah kulları için rızkı geniş tutsaydı, (ihtiyâçlarından faz­la olarak onlara rızık bahşetseydi, bu onları, şımararak birbirlerine kar­şı haksızlık ve azgınlığa sevkeder) yeryüzünde azgınlık ederlerdi.» Katâde'nin naklettiğine göre: Hayatın en hayırlısı, seni oyalayıp az-dırmayandır, denilirmiş. Yine Katâde'nin zikrettiği bir hadîs-i şerîf şöyledir: Allah Teâlâ'mn sizin için çıkarmış olduğu' dünya hayatının süslerinden korkarım. Hiç hayır, kötülük getirirmiymiş? diye soranın sorusundan da korkarım.

«Fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Muhakkak ki O, kulları için Habîr'dir, Basîr'dir.» Onları kendilerine uygun gelen takdiri ile rı-sîde şöyle buyrulur: Kullarımdan öyleleri vardır ki, ona sadece zengin­leştirir, fakirliğe hak kazananı da fakîrleştirir. Nitekim bir hadîs-i kud-sîde şöyle buyrulur: Kullarımdan Öyleleri vardır ki, ona sadece zengin­lik uygun düşer. Şayet onu fakîrleştirmiş olsaydım *bu onuri dinini bo­zardı. Yine kullarımdan Öyleleri vardır ki onlara ancak fakirlik uygun­dur. Şayet onu zengin kılmış olsaydım, bu onun dinini fesada uğra­tırdı.

«O'dur ki (insanlar yağmurun yağmasından) ümitlerini kestikten sonra (onların ihtiyâç duydukları bir zamanda üzerlerine) yağmuru indirir.» âyet-i kerîme'si Allah Teâlâ'mn şu kavli gibidir: «Halbuki da­ha önceden kendilerine yağmur indirilmesinden kesin olarak ümitleri­ni kesmişlerdi.» (Rûm, 49) «O'dur ki rahmetini (yağmuru  indirmekte olduğu o bölge ve ülkedeki bütün varlıklara) yayar.» Katâde der ki: Bi­ze anlatıldığına göre birisi Ömer İbn Hattâb'a: Ey mü'minlerin emîri, yağmur kesildi ve insanlar ümitlerini kesti, demişti. Hz. Ömer (r.a.): Şüphesiz size yağmur yağdırılacak, deyip «O'dur ki ümitlerini kestik­ten sonra yağmuru indirir ve rahmetini yayar.» âyetini okudu.

«O, Hamîd'dir.» Yaratıkları için dünya ve âhirette fayda verecek şeylerde tasarrufta bulunan, takdir ettiklerinin ve yaptıklarının hep­sinin akıbeti güzel olan ancak O'dur.[10]

 

29 — Gökleri, yeri ve ikisinde yaydığı canlıları yarat­ması da O'nun âyetlerindendir. O, dileyince bunları top­lamaya da hakkıyla kadirdir.

30 — Size musibetten ne gelirse, kendi ellerinizin ka-zandığmdandır. Bununla beraber O, çoğunu affeder.

31 — Yeryüzünde O'nu âciz bırakamazsınız. Ve sizin Allah'tan başka ne bir velîniz vardır ne de bir yardımcı­nız.

 

Allah ^Teâlâ bu âyet-i kerîmelerde buyurur ki: «Gökleri yeri ve iki­sinde yaydığı canlıları yaratması da O'nun (azametine, yüce kudretine ve her şeye gâlib saltanatına delâlet eden) âyetlerindendir.» Âyet-i ke-rîme'deki «canlılar» kelimesi; şekilleri, renkleri, dilleri, tabiatları, cins ve nevileri farklı olan melekleri, cinleri, insanları ve diğer canlıları içi­ne almaktadır. O, bunların hepsini yerin ve göğün muhtelif yerlerine dağıtmıştır. Bütün bunlarla beraber «O, dileyince bunları toplamaya da hakkıyla kadirdir.» Kıyamet günü O; ilklerin ve sonuncuların, diğer yaratıkların tamâmını bir yerde toplayacak, göz onların tamâmını gö­recek. Onlar hakkında gerçek ve adaletli hükmü ile hükmedecektir.

«Size musibetten ne gelirse, kendi ellerinizin kazandığındandır.» Ey insanlar, başınıza gelen herhangi bir musibet ancak sizin geçmişte işle­diğiniz günâhlarınız yüzündendir. «Bununla beraber O, (günâhların) çoğunu affeder, (onlar yüzünden sizi cezalandırmaz, aksine onları bağışlar.)» «Şayet Allah, insanları kazandıklarıyla muaheze etmiş olsay­dı; onun üstünde hiç bir canlı bırakmazdı.» (Fâtır, 45). Sahih bir ha­dîste de şöyle buyurulur: Nefsim kudret elinde olan (Allah)a yemin ede­rim ki; mü'minin başına gelen hiç bir dert, zahmet, hastalık, üzüntü ve keder yoktur ki, Allah Teâlâ bunu onun hatâlarına keffâret kılmasın, (ayağına) batan ve ona acı veren bir dikene varıncaya kadar.

İbn Cerîr der ki: Bize Ya'kûb İbn İbrahim'in... Eyyûb'dan rivaye­tine göre; o, şöyle demiştir: Ebu Kılâbe'nin kitabında okudum. O, şöyle demiş: «Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.» (Zilzâl, 7-8) âyetleri nazil olduğunda Ebubekir yemek yemekteydi. Yemeği bırakıp: Ey Allah'ın elçisi, ben işle­miş olduğum iyiliği ve kötülüğü mutlaka görecek miyim? diye sordu da, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: Hoşlanmadığın şeyleri görmüş olman, kötülük zerrelerinin ağırlıklarıdır. İşlemiş olduğun hayırların ağırlıkları ise, biriktirilip kıyamet günü sana verilecektir. Râvî Ebu İd-rîs der ki: Ben bunun tasdikini Allah'ın kitabındaki «Size musibetten ne gelirse, kendi ellerinizin kazandığındandır. Bununla beraber O, çoğunu affeder.» âyetinde görmekteyim. İbn Cerîr hadîsi başka bir şekli ile Ebu Kılâbe'den, o da Enes'ten rivayet etmekte ise de, birinci rivayet daha  sıhhatlidir.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Hz. Ali (r.a.)den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Size, Allah'ın kitabındaki en önemli âyeti haber vereceğim. Bize Allah'ın Rasûlü (s.a.) haber verip şöyle buyurdu: «Si­ze musibetten ne gelirse, kendi ellerinizin kazandığındandır. Bununla beraber O, çoğunu affeder.» Ey Ali, sana bu âyeti tefsir edeceğim: Dünyada iken sizin başınıza gelen bir hastalık veya bir musibet ve­ya bir belâ sizin kazandıklannızdandır. Allah Teâlâ, âhirette ikinci kez cezalandırmayacak kadar Halîm'dir. Dünyada iken bağışlamış olduğuna gelince; Allah Teâlâ bağışladıktan sonra tekrar dönmeyecek kadar Ke-rîm'dir. İmâm Ahmed de hadîsi Mervan İbn Muâviye ve Abde kanalıyla Hz. Ali'den rivayetle yukardakine benzer şekilde ve meriû' olarak zik­retmiştir. İbn Ebu Hatim hadîsi başka bir kanaldan ve mevkuf olarak rivayet eder ve der ki: Bize babamın... Ebu Cühayfe'den rivayetine gö­re; o, şöyle anlatmış: Ali İbn Ebu Tâlib (r.a.) yanıma girdi ve: Size her mü'minin ezberlemesi gereken bir hadîsi haber vereyim mi? dedi. Biz de hadîsi ona sorduk, «Size musibetten ne gelirse, kendi ellerinizin kazandığındandır. Bununla beraber O, çoğunu affeder.» âyetini oku­yup şöyle dedi: Allah Teâlâ dünyada bir şey yüzünden cezâlandırmış-sa, kıyamet günü ikinci kez cezalandırmayacak kadar Halîm'dir. Dün­yada iken bağışlamış olduğuna gelince; kıyamet günü affından dön­meyecek kadar Kerîm'dir.

İmâm Amed'in Ya'lâ İbn Ubeyd kanalıyla... Muâviye İbn Ebu Süfyân (r.a.)dan rivayetine göre; o, Allah Rasûlü (s.a.)nü şöyle buyurur­ken işitmiş: Mü'minin bedenine isabet ederek ona eziyet veren hiç bir şey yoktur ki, Allah Teâlâ bunu günahlarına keffâret kılmasın. Yine İmâm Ahmed'in Hüseyn kanalıyla... Hz. Âişe'den rivayetine göre Al­lah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Kulun günahlan çoğalıp da on­lara keffâret olacak bir şeyi bulunmadığında, Allah Teâlâ onu günah­larına keffâret olmak üzere bir üzüntüye dûçâr kılar. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Amr İbn Abdullah el-Evedî'nin... Hasan el-Basrî'den «Si­ze musibetten ne gelirse, kendi ellerinizin kazandığmdandır. Bununla beraber O, çoğunu affeder.» âyet-i kerîme'si hakkında rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Bu âyet-i kerîme nazil olduğunda Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: Muhammed'in nefsi kudret elinde olan (Allah)'a yemin ederim ki, bir kamışın yaralaması, bir damar seyrimesi, bir ayak sürç­mesi mutlaka bir günâh yüzündendir. Allah'ın onlardan bağışladığı ise daha çoktur. Yine İbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... Hasan'dan ri­vayetine göre arkadaşlarından bazıları, bedeninds birtakım hastalıklara müptelâ olan İmrân İbn Husayn (r.a.)ın yanına gelmişlerdi. Onlardan birisi kendisine: Sende görmekte olduğumuz şeyden dolayı üzülüyoruz, dedi. İmrân: Gördüğüne üzülme. Senin şu gördüğün mutlaka bir günâh yüzündendir. Allah'ın onlardan bağışladığı ise daha çoktur, deyip son­ra da: «Size musibetten ne gelirse, kendi ellerinizin kazandığmdandır. Bununla beraber O, çoğunu affeder.» âyetini okudu. Yine İbn Ebu Hâ­tim'in babası kanalıyla... Ebu Bilâd'dan rivayetine göre o, şöyle anla­tıyor: Alâ İbn Bedr'e: «Size musibetten ne gelirse, kendi ellerinizin ka­zandığmdandır.» buyruluyor. Halbuki ben, gözümü daha çocukken kay­bettim, dedim de Alâ. bana: O halde ana ve babanın günâhları yüzün­dendir, dedi. îbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Dahhâk'dan riva­yetine göre o: Önce Kur'ân'ı ezberleyip de sonra unutan hiç kimse bilmi­yorum ki bu, bir günâhı yüzünden olmasın, demiş sonra: «Size musi­betten ne gelirse, kendi ellerinizin kazandığmdandır. Bununla beraber O, çoğunu affeder.» âyetini okumuş. Sonra Dahhâk şöyle diyor: Hangi musibet Kur'ân'ı unutmaktan daha büyüktür?[11]

 

32  — Denizde dağlar gibi akıp giden gemiler de O'nun âyetlerindendir.

33 — Dilerse O, rüzgârı durdurur da denizin yüzünde durakalırlar.  Muhakkak ki bunda,   sabırlı   olan ve   çok şükreden kimseler için âyetler vardır.

34  — Yahut   yaptıklarına karşılık onları   helak eder. Birçoğunu da bağışlar.

35  — Âyetlerimiz üzerinde tartışanlar bilsinler ki, ken­dileri için kaçacak bir yer yoktur.

 

Allah Teâlâ buyurur ki: Emri ile gemilerin denizde yürümesi için denizi buyruk altına alması Allah Teâlâ'nın kudret ve saltanatına delâ­let eden âyetlerindendir. Âyetteki v lSj!^J ) kelimesi, denizde dağlar gibi büyük gemiler demektir. Mücâhid, Hasan, Süddî ve Dah-hâk'ın söylediğine göre bunlar, karadaki dağlar gibi olan ve denizde yüzen büyük gemilerdir. «Dilerse O, (gemileri yürüten) rüzgârı dur­durur da (gemiler hareket etmeyerek) denizin yüzünde (gidip gelmez, su üzerinde) durakalırlar. Muhakkak ki bunda (zorluklara karşı) sa­bırlı olan ve çok şükreden kimseler için âyetler vardır.» Denizi buyruk altına almasında, gemilerin yürümesi için ihtiyaç duydukları şekilde rüzgârları estirmesinde şüphesiz Allah Teâlâ'nın yaratıklarına olan ni­metlerine delâletler, zorluklara sabreden ve bollukta çok şükreden kim­seler için âyetler vardır. «Yahut yaptıklarına karşılık onları helak eder.» Dilerse gemileri helak eder ve onlara binen halkın günâhları sebebiyle batırır. «(Günâhlarının) birçoğunu da bağışlar.» Şayet günâhlarının hepsine karşılık onları cezalandırmış olsaydı, gemiye binen herkesi he­lak etmiş olurdu. Tefsir âlimlerinden birisinin söylediğine göre, «Ya­hut yaptıklarına karşılık onları helak eder.» kısmını şöyle açıklayabili­riz: Allah Teâlâ dilemiş olsaydı; rüzgârı kuvvetli fırtına olarak gönde­rir ve bu fırtına gemileri yakalayarak dosdoğru gitmekten çevirip alı-koyar, istenen yöne doğru gitmeyen başıboş olarak sağa veya sola çevi­rirdi. Bu açıklama, gemilerin ve onlara binenlerin helakini de içermek­tedir ve birinci açıklamaya uygundur. Buna göre Allah Teâlâ dilemiş ol­saydı, rüzgâr sükûnete erer ve gemiler dururdu. Yahut da rüzgârı kuv­vetlendirir ve gemiler dağılıp yoldan çıkar, başıboş hale gelir ve helak olurdu. Ancak Allah Teâlâ lütuf ve rahmetinin eseri olarak rüzgârı ihti­yâç ölçüşünce gönderir. Nitekim yağmuru da yetecek miktarda gönder­mektedir. Şayet yağmuru çok fazla yağdırmış olsaydı binalar yıkılırdı. Az indirmiş olaydı ekinler ve meyveler bitmezdi. Hattâ Mısır gibi yerlere dışardan başka bir yerden akarsu gönderirdi, çünkü onların yağmura ihtiyâçları yoktur. Şayet onların üzerine yağmur indirilmiş olsaydı bi­nalarını yıkar, duvarlarını yere indirirdi.

«Âyetlerimiz üzerinde tartışanlar bilsinler ki, kendileri için (Bizim baskınımız ve intikamımızdan) kaçacak bir yer yoktur. (Şüphesiz onlar Bizim gücümüzle kahrolacaklardır.)»[12]

 

36  — Size verilen herhangi bir şey yalnızca dünya ha­yatının bir geçimliğidir. Allah katında olan ise hem daha hayırlı, hem de daha bakîdir. Bu; îmân edenler ve Rabla-nna tevekkül edenler içindir.

37 — Ve büyük günâhlardan, hayâsızlıktan çekinenler, öfkelendiklerinde bile bağışlayanlar içindir.

38  — Ve Rablarına icabet edenler, namaz kılanlar için­dir. Onların işleri aralarında şûra iledir. Kendilerine ver­diğimiz rızıktan da infâk ederler.

39  — Onlar ki, kendilerine zulüm vâki' olunca yardım-laşırlar.

 

Allah Teâlâ dünya hayatı ve zîneti ile dünyadaki fânî nimetler ve güzelliklerin durumunu hakîr göstererek buyuruyor ki: «Size verilen herhangi bir şey yalnızca dünya hayatının bir geçimliğidir.» Her ne elde edip toplamışsanız sakın bunlara aldanmayın. Zîrâ bu, sadece dünya hayatının bir geçimliğidir. Dünya hayatı hiç şüphesiz sona erecek, ze­val bulacak değersiz bir yurddur. «Allah katında olan ise hem daha hayırlı, hem daha bakîdir.» Allah'ın sevabı; dünyadan daha hayırlıdır ve o bakîdir, ebedîdir. Sakın fânî olanı bakî olana tercih etmeyin. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ, âyetin devamında şöyle buyurur: «Bu; îmân edenler (dünyada lezzetleri terke dayananlar) ve Rablarına tevekkül edenler içindir.» Şüphesiz O, haramları terketme ve vâcibleri yerine getirmede sabretmelerine yardımcı olacaktır. «Ve büyük günâhlardan, hayâsızlıktan çekinenler içindir.» Daha önce A'râf sûresinde, büyük günâhlar ve hayâsızlıkla ilgili bilgi geçmişti. «Öfkelendiklerinde bile bağışlayanlar içindir.» Onlann seciyyeleri, insanları affetme ve onlara karşı hoşgörülü olmayı gerektirir. Yoksa insanlardan intikam almak onlann seciyyesi değildir. Sahîh bir hadîste belirtildiğine göre Allah Rasûlü (s.a.), Allah'ın haramlarının hiçe sayılması durumu müstesna kendi nefsi için hiç bir zaman intikam almamıştır. Başka bir hadîste haber verildiğine göre, Allah Rasûlü ashâbdan birini azarladığı zaman: Ona ne oluyor? Alnı topraklansın (toprağa değsin, çokça secde etsin), buyururmuş. İbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... İbrahim'den rivaye­tine göre; o, şöyle demiştir: İnsanlar zelîl görülmekten hoşlanmazlar, güçleri yettiği zamanda ise affederlerdi.

«Rablarına icabet edenler; (rasûlüne tâbi olarak O'nun emrine ita­at eden ve yasakladıklarından sakınanlar) namaz kılanlar içindir.» O namaz ki, Allah için olan ibâdetlerin en büyüğüdür. «Onların işleri, aralarında şûra iledir.» Harbler ve benzerlerinde olduğu gibi birbirleri­nin görüşlerinden istifâde edip yardımlaşmak üzere bir konuda müşa­vere etmedikçe o işe girişmezler. «Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de de: «İşler hakkında onlarla müşavere et. Bir kere de azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et.» (Âl-i İmrân, 159) buyurulur. Yine bu sebeple Allah Rasûlü (s.a.), ashabının kalbleri hoş olsun diye harb ve benzeri konularda onlarla müşavere ederdi. Hz. Ömer İbn Hattâb yaralamp da vefatı yaklaştığında, kendisinden sonra halife seçilmesi durumunu altı kişilik meşveret heyetine bırakmıştı. Bu altı kişi Hz. Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa'd, Abdurrahmân ibn Avf —Allah hepsinden razı ol­sun— tır. Bütün sahabenin fikri Hz. Osman'ın hilâfetinde toplanmıştı. «Kendilerine verdiğimiz rızıktan da infâk ederler.» Bu, önce kendilerine en yakın olan, sonra onlara nisbetle daha az yakın olan Allah'ın ya­ratıklarına ihsanda bulunmak iledir.

«Onlar ki, kendilerine zulüm vâki' olunca yardımlaşırlar.» Kendi­lerine haksızlık edip tecâvüz edenlere karşı onlarda yardımlaşma var­dır. Yoksa onlar âciz, zelîl kimseler değillerdir. Aksine kendilerine te­câvüz edenlerden intikam almaya güçleri yeter. Bununla birlikte güç yetirdikleri zaman onlar affederler. Nitekim Hz. Yûsuf (a.s.), kardeş­lerini cezalandırmaya ve yaptıklarına mukabelede bulunmaya gücü yet­mekle beraber onlara: «Bugün size başa kakmak ve kınamak yok. Allah sizi bağışlasın.» (Yûsuf, 92) demişti. Allah Rasûlü (s.a.) de Hudeybiye senesi Ten'îm dağmdan inerek canına kasdeden seksen kişiyi affetmiş; onları cezalandırmaya gücü yettiği halde ve intikam alabilecekken onlara ihsanda bulunmuştu. Aynı şekilde öavras îbn Hâris'i de affet-mişti. Ğavrâs Allah Rasûlü (s.a.) uyurken kılıcını kınından çıkararak Rasûlullah'ı öldürmek istemişti. Elinde kılıç yalın halde iken Allah Rasûlü (s.a.) uykusundan uyanmış, onu niyyetlendiği işten men'etmiş ve o da kılıcı elinden bırakmıştı. Allah Rasûlü (s.a.) elinden kılıcı almış, ashabını çağırarak kendisinin ve bu adamın durumunu onlara bildir­miş sonra da onu bağışlamıştı. Aynı şekilde kendisini büyülemek iste­yen Lebîd tbn A'sam'ı da affetmiş, ona karşılık vermemiş, gücü yettiği halde onu cezâlandırnıamıştır. Yine Allah Rasûlü (s.a.), Mahmûd îbn Mesleme'nin öldürmüş olduğu Hayber yahûdîlerinden Marhab'ın kız-kardeşi Zeyneb'i de affetmişti. Zeyneb Hayber günü bir koyun budu zehirlemiş, but bu durumu Allah Rasûlüne haber vermiş de Zeyneb'i çağırmış, o da suçunu itiraf etmişti. Allah Rasûlü. (s.a.) : Seni bu işe sevkeden nedir? diye sormuş; Zeyneb'in cevabı : Peygamber isen nasıl olsa sana zarar vermeyecek, peygamber değilsen biz senden kurtulaca­ğız, şeklinde olmuştu. Allah Rasûlü (s.a.) Zeyneb'i serbest bırakmış an­cak o buttan yiyen Bişr İbn Berâ ölünce kısas olarak Zeyneb'i öldürt­müştü. Bu hususta hadîsler ve haberler gerçekten pek çoktur. Allah'a hanıdolsun.[13]

 

İzahı

 

40  — Kötülüğün   karşılığı, ona denk bir   kötülüktür. Kim affeder ve ıslâh ederse, ecri Allah'a aittir. Muhakkak ki Allah, zâlimleri sevmez.

41  — Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, aley­hine bir yol yoktur.

42  — Yol, ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzün­de haksız yere taşkınlık edenler içindir. îşte onlara elim bir azâb vardır.

43 — Bununla beraber kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bu; şüphesiz azmedilmeye değer işlerdendir.

 

Allah Teâlâ'nm: «Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür.» kavli şu âyetleri gibidir: «Kim size saldırırsa, siz de tıpkı onun saldırdı­ğı gibi ona saldırın.» (Bakara, 194). «Eğer ceza verecek olursanız, size  reva  görülen  ukubetin  misillemesiyle   ceza   verin.   Sabrederseniz elbette bu, sabredenler için daha iyidir.» (Nahl, 126) Böylece adaleti meşru' kılmıştır ki, buradaki adalet kısastır. Ayrıca daha üstün olanına yani affa davet etmiştir. Bu, Allah Teâlâ'nın: «Yaralamalara kısas var­dır. Kim de hakkından vazgeçerse; o kendisi için keffârettir.» (Mâide, 45) âyeti gibidir. Bu sebeple burada da: «Kim affeder ve ıslâh ederse, ec­ri Allah'a aittir. (Allah katında bu elbette boşa gitmez.)» buyurmuştur. Bir hadîste şöyle buyrulur: Bir kulun affetmesiyle Allah Teâlâ ancak onun izzetini arttırır. «Muhakkak ki Allah, zâlimleri, (tecâvüzkâr olan­ları, kötülüğe ilk başlayanları) sevmez. Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, aleyhine bir yol yoktur. (Kendisine zulmedenlerden hak-kmı almasında elbette onlar üzerine bir günâh yoktur.)» İbn Cerîr der ki: Bize Muhammed İbn Abdullah'ın... İbn Avn'dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: «Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, aleyhine bir yol yoktur.» âyetindeki hakkını almayı soruyordum. Ali İbn Zeyd İbn Ced'ân bana üvey annesi Ümmü Muhammed'den şöyle bir hadîs rivayet etti: Ümmü Muhammed mü'minlerin annesi Hz. Âişe'nin ya­nına girdiğinde o, şöyle anlatmış: Bir gün Allah Rasûlü (s.a.) yanı­mıza girdi. Zeyneb Bint Cahş yanımızdaydı. Eliyle bir şey yapma­ya başladı. Allah Rasûlü (s.a.) onun ne yaptığını anlamadı. Ben Rasûlullah'm elini tuttum ve ne yaptığını ona anlattım da, Al­lah Rasûlü (s.a.) durdular. Zeynep bize yönelip Hz. Âişe'ye ağzına geleni söylemeye başladı, Allah Rasûlü (s.a.) onu bundan men' ettiyse de söylediklerine son vermedi. Allah Rasûlü (s.a.) Âişe'ye; sen de ona ağır sözler söyle, buyurdu. Hz. Âişe de ona ağır sözler söyleyip onu bas­tırdı. Zeyneb, oradan ayrılıp Hz. Ali'ye geldi ve: Âişe sizin hakkınızda şöyle şöyle ağır sözler söyledi, dedi. Bunun üzerine Hz. Fâtıma geldi ve Allah Rasûlü ona: Kâ'be'nin Rabbma yemîn olsun ki o, şüphesiz baba­nın sevgili hanımıdır, buyurdu. Hz. Fâtıma oradan ayrılıp gitti ve Hz. Ali'ye: Ben Allah Rasûlüne şöyle şöyle dedim, o da bana şöyle şöyle ce-vab verdi, dedi. Hz. Ali de Hz. Peygamber (s.a.)e gelip bu hususta konuştu. Hadîsin İbn Cerîr'deki ifâdeleri böyledir. Ancak hadîsin isna­dında bulunan Ali İbn Zeyd İbn Ced'ân'ın rivayetlerinde çok kere mün-kerlikler vardır ve bu hadîste de durum aynıdır. Sahih olan hadîs ise bu hadîstekilerin tersi ifâdeleri içermektedir. Nitekim Neseî ve İbn Mâ-ce'nin Hâlid İbn Seleme kanalıyla Urve'den rivayetlerine göre Hz. Âişe (r.a.) şöyle anlatmış: Ben kendime gelir gelmez Zeynep öfkeli bir hal­de ve izinsiz olarak yanıma girdi, sonra Allah Rasûlü (s.a.)ne: Ebu Be­kir'in kızı kollarını sana doladığı zaman bu sana yeter, deyip bana dön­dü, ben ondan yüzümü çevirdim. Nihayet Hz. Peygamber (s.a.): İşte önünde duruyor, ondan hakkını al, buyurdu. Ona yöneldim ve gördürr ki ağzında tükrüğü kurumuş, bana hiç bir cevab vermedi. Allah Rasûlt (s.a.)ne baktım; yüzü aydınlanmıştı. Bu hadîsin lafzı Neseî'nindir.

Bezzâr der ki: Bize Yûsuf İbn Musa'nın... Hz. Âişe (r.a.)den rivaye­tine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Kim, kendine zulme­dene beddua ederse; ondan hakkını almış olur. Hadîsi Tirmizî de Ebu Ahvas kanalıyla Ebu Hamza Meymûn'dan rivayet etmiş ve şöyle demiş­tir: Bu hadîsi sâdece Ebu Ahvas kanalından rivayetle biliyoruz. Hadis hafızlığı bakımından onun hakkında çeşitli şeyler söylenmiştir.

«Yol ancak insanlara zulmedenler, (insanlara zulmü reva gören­ler) ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenler için (cezaya yol var­dır ve günâh ancak bunlara)dir.» Sahîh bir hadîste şöyle buyrulur: İki kişi birbirlerine sövdüklerinde mazlum durumdaki, karşısındakine tecâ­vüze yellenmediği sürece söylediklerinin günâhı ilk başlayanın üze­rinedir.

«İşte onlara elîm (çetin) bir azâb vardır.» Ebu Bekr İbn Ebu Şey-be der ki: Bize Hasan İbn Musa'nın... Muhammed İbn Vâsi'den rivaye­tine göre; o, şöyle anlatıyor: Mekke'ye geldim ve bir de baktım ki hendek üzerinde bir gözetleme yeri var. Beni yakalayıp Mervan İbn Mühelleb'e götürdüler. O, Basra emîri idi. Ey Ebu Abdullah, hacetin nedir? diye sordu. Şayet Adiyy oğullarının kardeşinin söylediği gibi olabileceksen ihtiyâcımı söylerim, dedim. Adiyy oğullarının kardeşi de kimdir? diye sordu: Alâ İbn Ziyâd'dır, dedim. Bir keresinde-bir arkadaşım bir işe me'mûr etmiş ve ona: Şayet sırtın hafif, karnın zayıf ve boş, ellerin müslümanların kanlan ve mallarıyla kirlenmemiş olarak akşamlamaya gücün yetiyorsa ve bunu yapabiliyorsan, işte o zaman senin üzerine kı­nama yoktur.» «Yol ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenler içindir. İşte onlara, elîm bir azâb vardır.» demiş. Mervan: Allah'a yemîn olsun ki doğru söyleyip nasîhat etmiş, deyip: Ey Ebu Abdullah, ihtiyâcın nedir? diye sordu. Ben: ihtiyâcım, beni aileme kavuşturmandır, dedim. O da bu ihtiyâcımı yerinde görüp kabul etti. Bu haberi İbn Ebu Hatim rivayet ediyor.

Allah Teâlâ zulmü ve zâlimleri kötüleyip kısası meşru' kıldıktan sonra affetmeye ve bağışlamaya davetle şöyle buyurur: «Bununla bera­ber kim de (eziyyete) sabreder (kötülüğü gizler) ve bağışlarsa, işte bu; şüphesiz azmedilmeye değer işlerdendir.» Saîd İbn Cübeyr şöyle diyor: Şüphesiz bu, Allah Teâlâ'nın emretmiş olduğu gerçek işlerdendir. Yani şükre ve övgüye değer işlerdendir ki, onlara bol sevâb ve güzel bir övgü vardır. İbn Ebu Hâtim'in babası kanalıyla... Fudayl İbn İyâz'ın hiz­metçisinden rivayetine göre; o, Fudayl İbn İyâz'-ı şöyle derken işitmiş: Sana birisi gelir ve başka birisini şikâyet ederse: Ey kardeşim, onu ba­ğışla, de. Şüphesiz ki bağışlama, takvaya en yakın olandır. Eğer derse ki: Kalbim bağışlamaya katlanmıyor ama Allah Teâlâ'nın bana emret­tiği gibi ondan hakkımı alacağım, sen ona şöyle de: Evet hakkını al­mayı güzel buluyorsun ama sen, yine de af kapısına don. Zîrâ o, geniş bir kapıdır. Şüphesiz her kim affeder ve barışı sağlarsa, ecri ve mükâfatı Allah'a aittir. Affeden geceleyin yatağında uyur. Hakkını alan ise bir şeyler yapar.

İmâm Ahmed der ki: Bize Yahya İbn Saîd el-Kattân'ın... Ebu Hü-reyre (r.a.)den rivayetine göre birisi Ebubekir'e küfretmiş. Hz. Peygam­ber (s.a.) de orada oturuyormuş. Allah Rasûlü (s.a.) bu duruma şaş­maya ve tebessüm etmeye başlamış. Adam Hz. Ebubekir'e fazlaca ha­karet edince o da söylediklerinin bir kısmıyla kendisine karşılık vermiş ve Hz. Peygamber (s.a.) öfkelenerek kalkmış. Arkasından yetişen Ebu-bekir: Ey Allah'ın elçisi, o bana küfrederken sen oturuyordun. Söyle­diklerinin bir kısmıyla ben ona cevab verdiğimde ise öfkelenip kalk­tın, demiş. Allah Rasûlü (s.a.): Şüphesiz seninle beraber senin yerine cevab veren bir melek vardı. Onun söylediklerinin bir kısmıyla ona ce­vab verdiğinde ise şeytân geldi. Elbette ben şeytânla beraber oturacak değildim, buyurdu ve sonra şöyle devam etti: Ey Ebubekir, üç şey vardır ki hepsi de gerçektir: Bir kul bir haksızlığa uğrar da Allah için ona göz yumup karşılık vermezse, şüphesiz Allah onu aziz kılar. Bir kişi sıla-i rahmde bulunarak iyilik kapısını açarsa, Allah Teâlâ da onun imkânlarını çoğaltır. (Zenginliğini arttırır. Bir kimse de çok şey pe­şinde koşarak dilencilik kapısını açarsa, Allah Teâlâ bununla onun azlı­ğını (fakirliğini) artırır. Hadîsi bu şekli ile Ebu Dâvûd da Abd'ül-A'lâ İbn Hammâd'dan, o ise Süfyân İbn Uyeyne'den rivayet ediyor. Ebu Dâ­vûd der ki: Hadîsi Safvan İbn îsâ da Muhammed İbn Aclân'dan riva­yet etmiştir. Yine Ebu Dâvûd aynı hadîsi Leys kanalıyla... Saîd İbn Mü-seyyeb'den mürsel olarak da rivayet eder. Bu, anlamı itibarıyla gerçek­ten güzel bir hadîstir.[14]

 

44 — Kimi de Allah saptırırsa; bundan sonra artık onun için bir velî yoktur. Göreceksin fa o zâlimler azabı gördükleri zaman: Geri dönecek bir yol yok mudur? diye­ceklerdir.

45  — Ve onları ateşe sunulurken zilletten başlan öne eğilmiş, göz ucuyla gizli gizli çevreye bakarken görecek­sin, îmân etmiş olanlar da derler ki: Hüsranda olanlar; kı­yamet günü kendilerini de, ailelerini de hüsranda bırakan­lardır, îyi bilin ki zâlimler muhakkak sürekli bir azâb için­dedirler.

46  — Onların Allah'tan başka kendilerine yardım ede­cek velîleri de yoktur. Kimi de Allah saptırırsa, artık onun için bir yol yoktur.

 

Allah Teâlâ yüce zâtından haber vererek şöyle buyurur: Şüphesiz O'nun dilediği olur, O'nun dilediğini engelleyecek yoktur. Neyi de dile­mez ise şüphesiz onu meydana getirecek yoktur. Kimi hidâyete eriş-tirmişse onu saptıracak, kimi de sapıklıkta bırakmışsa onu hidâyete er­direcek yoktur. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyurur; «Allah kimi de şaşıracak olursa; artık onu doğru yola erdirecek bir kı­lavuz bulamazsın.» (Kehf, 17). Sonra Allah'a şiriş koşan zâlimlerden haber vererek buyurur ki: «(Kıyamet günü) göreceksin ki o zâlimler azabı gördükleri zaman: (dünyaya dönmeyi temenni edecek ve) Geri dönecek bir yol yok mu? diyeceklerdir.» Nitekim başka bir âyet-i kerî­me'de şöyle buyrulur: «Bir görsen; ateşin başında durdukları: Kes­ki geri döndürülseydik ve Rabbımızm âyetlerini yaUn saymasaydık da mü'minlerden olsaydık, dedikleri zaman. Hayır, ötedenberi gizleyegel-dikleri şeylerle karşılarına çıktık. Eğer geri döndürülselerdi yine ken­dilerine yasaklanan şeylere döneceklerdi. Doğrusu onlar, yalancılar­dır.»   (En'âm,  27-28).

«Ve onları ateşe sunulurken (daha önceki Allah'a karşı gelmeleri yüzünden başlarına gelip kendilerini kuşatan) zilletten başlan öne eğil­miş, göz ucuyla gizli gizli çevreye bakarken göreceksin.» Onlar ateşten korkularından gizli gizli ona bakarlar. Onların korktukları ve zihin­lerinde olandan çok daha büyüğü hiç şüphesiz başlarına gelecektir. Al­lah bizi bundan korusun ve kurtarsın. «(Kıyamet günü) îmân etmiş olanlar da derler ki: Hüsranda (en büyük kayıpta) olanlar; işte kıya­met günü kendilerini de, ailelerini de hüsranda bırakan, (onları ateşe götüren, ebediyyet yurdunda zevklerini kaybederek kendilerini ziyana uğratan) lardır.» Kendileri ile arkadaşları, sevgilileri, aileleri ve akra­balarının arası ayrılan ve onları kaybedenlerdir. «İyi bilin zâlimler, mu­hakkak sürekli, (devamlı ve edebî) bir azâb içindedirler.» Oradan çıkış­ları ve uzaklaşmaları da yoktur. Onların Allah'tan başka kendilerine yardım edecek  (içinde bulundukları azâb ve cezadan onları kurtaracak) velîleri de yoktur. Allah kimi de saptırırsa, onun için bir (kurtuluş ve çıkar) yol yoktur.»[15]

 

47 — Allah katından, geri çevrilmesi imkânsız bir gün gelmezden önce Rabbınıza icabet edin. O gün, hiç biriniz için sığınacak bir yer yoktur, inkâr da edemezsiniz.

48  — Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, Biz seni onların üzerine bekçi olarak  göndermedik. Senin vazifen  sadece tebliğdir.   Gerçekten Biz, insana   katımızdan bir rahmet tattırırsak, o bununla sevinir. Ama elleriyle işlediklerinden ötürü başlarına bir fenalık gelirse; işte o zaman insan cid­den pek nankördür.

 

Allah Teâlâ kıyamet günü meydana gelecek korkuları, korkunç durumları zikrettikten sonra onlardan sakındırıp kıyamet günü için hazırlığı emreder ve şöyle buyurur: «Allah katından, geri çevrilmesi im­kânsız bir gün gelmezden önce Rabbınıza icabet edin.» Allah Teâlâ o günün meydana gelmesini emrettiği zaman o, bir göz açıp kapama gibi anında oluverir ve onu çevirecek, engelleyecek de.yoktur. «O gün, hiç biriniz için sığınacak yer yoktur.» Sığınacağınız bir kale, sizi örtüp kamufle edecek ve Allah Teâlâ'nın görüşünden gizleyecek hiç bir yer yoktur. Aksine Allah Teâlâ ilmi, görmesi ve kudreti ile sizi kuşatmış­tır. Sizin için O'ndan başka sığmak yoktur. «îşte o gün insan kaçacak yer nerede? der. Hayır, hiç bir sığınak yoktur. O gün herkesin varıp dura­cağı yer ancak Rabbının huzurudur.» (Kıyâme, 10-12).

«Eğer onlar (müşrikler) yine yüz çevirirlerse, Biz seni onların üze­rine bekçi olarak göndermedik.» Sen onlara musallat edilmiş değilsin. «Onları hidâyete erdirmek sana düşmez. Allah dilediğini hidâyete er­dirir.» (Bakara, 272), «Senin vazifen sâdece tebliğ etmektir. Hesâbgör-mekse bize düşer.» (Ra'd, 40). «Senin vazifen sâdece tebliğdir.» Seni sadece Allah'ın emrini onlara tebliğ ile mükellef kılmışızdır. «Gerçekten Biz insana, katımızdan bir rahmet tattırırsak o, bununla sevinir.» Ona bir bolluk ve nimet isabet ettiğinde bununla ferahlanır. «Ama (insan­lara) elleriyle işlediklerinden ötürü başlarına bir fenalık (kuraklık, musibet, belâ ve zorluk) gelirse; işte o zaman insan cidden pek nankör­dür.» Geçen nimeti inkâr eder ve sâdece içinde bulunduğu anı bilir. Ona bir nimet isabet ederse, şımarır ve azar. Başına bir mihnet ve musîbet gelirse, ümidini keser. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.): Ey kadınlar toplulu­ğu, sadaka verin. Şüphesiz ben sizin çoğunuzu cehennemlikler olarak görüyorum, buyurmuştu. Bir kadın: Neden ey Allah'ın elçisi? diye sordu da, efendimiz şöyle buyurdu: Zîrâ siz çok şikâyet eder ve kocalarınıza karşı nankörlük edersiniz. Herhangi birine bir ömür boyu iyilik etsen, sonra bir gün iyiliği bıraksan; senden asla hiç bir hayır görmedim, der. Allah'ın hidâyete erdirdiği ve olgunluğu ilham ettiği, böylece îmân edip sâlih amel işleyenler dışında insanların çoğunun durumu budur. Mü'min ise Allah Rasûlü (s.a.)nün buyurduğu üzere şöyledir: Ona bir bolluk isa­bet ettiğinde şükreder, bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı gel­diğinde sabreder de, bu onun için hayır olur. Böylesi mü'minden başka hiç kimseye nasîb olmaz.[16]

 

49  — Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır.   Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler bağışlar, dilediğine de erkekler bağışlar.

50  — Veya hem dişi, hem erkek olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır bırakır. Muhakkak ki O, Alîm'dir, Kadîr'dir.

 

Allah Teâlâ burada haber veriyor ki; O, göklerin ve yerin yara­tıcısı, mâliki ve onlarda tasarruf sahibi olandır. Şüphesiz O'nun dilediği olur, dilemediği olmaz. O dilediğine verir, dilediğine vermez. Verdiğini engelleyecek, vermediğini verecek yoktur. Şüphesiz O, dilediğini yaratır. «Dilediğine dişiler bağışlar.» Sadece kız çocukları bahşeder. Beğâvi der ki: Hz. Lût (a.s.) onlardandır. «Dilediğine de erkekler bağışlar.» Beğavî buna Hz. İbrahim'i misâl verir ki onun kız çocuğu olmamıştır. «Veya hem dişi, hem erkek olmak üzere çift verir.» İnsanlardan dilediklerine hem erkek, hem de kız çocuk bahşeder. Beğavî buna da Hz. Muhammed (s.a.)i misâl getirir. «Dilediğini de kısır bırakır (ve onun çocuğu ol­maz.)» Beğavî bu kısma da Hz. Yahya ve îsâ'yı misâl getirmektedir. Böylece insanlar dört kısma ayrılmış oluyor: Onlardan kimisine kız çocuğu, kimisine erkek çocuğu, kimisine hem erkek hem kız olmak üzere iki cinsten verir, kimisine de ne ondan ne diğerinden vermez onu kısır, nesilsiz bırakır ve onun çocuğu olmaz. «Muhakkak ki O, Alîm'dir (bunlardan herbirine lâyık olanı en iyi bilendir insanları bu hususta farklı farklı kılmada dilediğine güç yetirendir.)

Bu makam Allah Teâlâ'nın Hz. îsâ hakkında «Onu insanlar için bir âyet kılacağız.» buyurduğu (Meryem, 21) âyetindeki makama ben­zemektedir. Allah Teâlâ yaratıkları dört bölük olarak yaratmıştır: Hz. Âdem (a.s.) ne bir erkekten ve ne de bir dişiden değil, topraktan yara­tılmıştır. Havva ise dişi olmaksızın erkekten yaratılmıştır. Hz. îsâ dı­şında diğer yaratıklar bir erkek ve dişiden Hz. îsâ (a.s.) da erkek olmak­sızın dişiden yaratılmıştır. Böylece Meryem oğlu îsâ'nın yaratılışının Al­lah'ın kudretine delâleti tamamlanmış oluyor. Bu sebepledir ki: «Onu insanlar için bir âyet kılmak üzere...» buyurulmuştur. Bu makam ba­balar hakkında, birinci makam ise çocuklar hakkındadır. Bunlardan her biri de dört kısma ayrılır. Alîm ve Kadîr olan Allah'ın şanı yücedir.[17]

 

51  — Bir beşer için Allah'ın kendisiyle konuşması ola­cak şey değildir. Meğer ki bir vahy ile veya perde arkasın­dan, yahut bir elçi gönderip de izniyle dilediğini vahyetsin. Muhakkak O, Aliyy'dir, Hakîm'dir.

52  — işte   böylece Biz sana da   emrimizden   bir rûh vahyettik. Sen kitâb nedir,   imân nedir bilmezdin.  Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi hidâyete eriştirdiğimiz bir nûr kıldık.  Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yolu  göster­mektesin.

53 — Göklerde ve yerde olanların kendisine ait olduğu Allah'ın dosdoğru yolunu. İyi bilin ki, bütün işler sonunda Allah'a döner.

 

Bu, vahyin, Allah Teâlâ'ya nisbetle arzettiği durumdur. Allah Te­âlâ bir keresinde Hz. Peygamber (s.a.)in kalbine onun Allah'tan oldu­ğuna dâir hiç şüphe etmeyeceği bir şey ilkâ eyler. Nitekim İbn Hibbân'ın Sahîh'inde Allah Rasûlü (s.a.)nden rivayet edildiğine göre efendimiz şöyle buyurmuştur: Ruh el-Kudüs benim kalbime üfledi ki, hiç bir nefis rızkı ve eceli tamâm olmadıkça asla ölmeyecektir. O halde Allah'tan korkun ve istemeyi güzel yapın.

«Veya perde arkasından vahyetsin.» Nitekim Hz. Mûsâ (a.s.) ile bu şekilde konuşmuştur. Konuşmadan sonra Hz. Mûsâ Allah'ı görmeyi di­lemiş ve fakat bundan mahrum edilmiş, men'edilmiştir. Sahih bir ha­diste haber verildiğine göre Allah Rasûlü (s.a.), Câbir İbn Abdullah'a: Allah Teâlâ bir perde arkasından olmaksızın hiç kimse ile konuşmamış-tır. Ancak O, senin babanla yüz yüze konuştu, buyurdu. Câbir'in baba­sı Uhud günü öldürülmüştü. Fakat bu konuşma Berzah âlemindedir. Âyette işaret olunan perde arkasından konuşma ise ancak dünya yur-dundadır.

«Yahut bir elçi gönderip de izniyle dilediğini vahyetsin.» Cibril ve diğer meleklerden bir başkasının peygamberlere indiği gibi. Muhakkak O Aliyy'dir, Alîm'dir, Habîr'dir, Hakîm'dir. «İşte böylece Biz, sana da emrimizden bir rûh (olan Kur'ân'ı) vahyettik. Sen (tafsilâtlı şekilde ve Kur'ân'da sana belirtildiği şekilde) kitâb nedir, îmân nedir bilmezdin. Fakat Biz onu (Kur'ân'ı) kullarımızdan dilediğimizi hidâyete eriştirdi­ğimiz bir nûr kıldık.» Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyurur: «De ki: İmân edenler için hidâyet ve şifâdır. İmân etmemiş olanların kulaklarında ise bir ağırlık vardır ve bu; onlara kapalıdır. Sanki onlara uzak bir mesafeden sesleniliyor da anlamıyorlar.» (Fus-silet, 44).

«(Ey Muhammed,) şüphesiz ki sen dosdoğru bir yolu (dosdoğru bir ahlâkı) göstermektesin. Göklerde ve yerde olanların kendisine âit olduğu Allah'ın (emretmiş ve meşru' kılmış olduğu) dosdoğru yolunu.» O Allah ki göklerin ve yerin Rabbı, mâliki ve onlarda tasarruf edeni­dir. Öyle bir Hâkimdir ki O'nun hükmünü değiştirecek ve geciktirecek yoktur. «İyi bilin ki, bütün işler sonunda Allah'a döner (de onları ayırt-eder ve onlar hakkında hükmünü verir.)»[18]

 



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7078-7080

[2] Hazvera Mekke'de bir yerin adıdır. Lügat bakımından küçük tepe anlamına ge­lir. Orada küçük bir tepe olduğundan bu ad verilmiştir. (Arapça neşrin muhak. kıklan).

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7080-7082

[4] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7088-7089

[5] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7090

[6] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7091-7092

[7] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7092-7094

[8] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7094-7096

[9] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7097-7102

[10] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7102-7105

[11] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7105-7107

[12] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7108-7109

[13] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7109-7111

[14] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7123-7126

[15] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7127-7128

[16] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7128-7129

[17] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7129-7130

[18] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7131

Free Web Hosting