KITAL (MUHAMMED)  SÛRESİ2

Kâfirlerin Boyunlarını Vurun. 2

Yeryüzünde Dolaşmazlar mı?. 4

Ne Bekliyorlar?. 6

Kalbleri Kilitli Mi?. 9


KITAL (MUHAMMED)  SÛRESİ

 

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

1  — Küfredip de Allah yolundan alıkoyanların amelle­rini Allah boşa çıkarır.

2  — îmân edip sâlih ameller işleyenlerin, Muhammed'e indirilene —ki o, Rablarından   olan haktır—  inananların kötülüklerini örter ve durumlarını ıslâh eder.

3 — İşte böyle. Muhakkak ki o, küfredenler batıla uy­muşlar ve îmân edenler de Rablarından gelen hakka uy­muşlardır. Böylece Allah, insanlara misâllerini anlatır.

 

Allah Teâlâ buyurur ki: Allah'ın âyetlerini inkâr edip de başkala­rını Allah yolundan alıkoyanların amellerini Allah boşa çıkarır, ibtâl eder, onlara mükâfat ve sevâb vermez. Başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyurulur: «Yaptıkları her işi ele alır ve onu toz-duman ederiz.»

 (Furkân, 23). Kalbleri ve içleri ile îmân edip de sâlih ameller işleyen­lerin; organları, içleri ve dışları ile İslâm'a boyun eğenlerin, Muham-med'e indirilene inananların kötülüklerini örter ve durumlarını dü­zeltir, îmân ve sâlih amellerden sonra Hz. Muhammed'e indirilene îmânın zikredilmesi, daha özel olanın genel olana atfı kabîlindendir. Bu da Hz. Peygamberin, peygamber olarak gönderilişinden sonra ona imâ­nın, îmânın sıhhatinin şartı olduğuna delâlet eder. «Ki o, Rablanndan olan haktır.» kısmı ise bir parantez cümlesidir. Bu sebepledir ki bun­dan sonra: «İnananların kötülüklerini örter ve durumlarını ıslâh eder.» buyrulmuştur. İbn Abbâs, âyetteki kısmım : Onların işlerini düzeltir, şeklinde, Mücâhid: Durumlarını düzeltir, şeklinde, Ka-tâde ve İbn Zeyd ise: Hallerini düzeltir, şeklinde anlamışlardır. Bütün bu açıklamalar birbirine yakındır ve aksırana yapılacak duâ hakkında vârid olan bir hadîste şöyle buyrulur: Allah sizi hidâyete eriştirsin ve durumunuzu  ıslâh etsin.

Daha sonra Allah Teâlâ buyurur ki: «İşte böyle. Muhakkak ki o küfredenler bâtıla uymuşlardır.» Biz küfredenlerin amellerini boşa çı­karmış, iyilerin kötülüklerinden vazgeçerek bağışlamış ve durumlarını düzeltmişsek bunun tek sebebi; küfredenlerin bâtıla uymaları, hakka karşı bâtılı seçmiş olmalarıdır. «Ve imân edenler de Rablanndan ge­len hakka uymuşlardır. Böylece Allah, insanlara misâllerini anlatır.» Amellerinin neticelerini ve Allah'a dönecekleri günde varacakları yeri onlara böylece beyân eder, açıklar.[1]

 

4 — Öyleyse küfredenlerle karşılaştığınızda hemen boyunlarını vurun. Nihayet onları sindirince bağı sıkı ba­sın. Sonra da ya bir lütuf veya bir fidye. Yeter ki harb ağır­lıklarını bıraksın. Eğer Allah dileseydi, onlardan elbette intikam alırdı. Fakat kiminizi kiminizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince; Allah onların amelleri­ni asla boşa çıkarmaz.

5  — Onları hidâyete eriştirir ve durumlarını ıslâh eder.

6  — Onları kendilerine tanıttığı cennete sokar.

7 — Ey îmân edenler; siz Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sebatınızı arttırır.

8 — Küfredenlere gelince; onların hakkı yüzü koyun kapanmak. Allah, onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır.

9 — îşte böyle. Çünkü onlar Allah'ın indirdiğini çirkin görmüşlerdir. O da onların amellerini boşa çıkarmıştır.

 

Kâfirlerin Boyunlarını Vurun

 

Allah Teâlâ mü'minlere müşriklerle olan harblerinde dayanacakla­rı esâsları beyânla şöyle buyurur: Küfredenlerle karşı karşıya geldiğiniz­de boyunlarını vurun, onları kılıçlarınızla biçin. Nihayet öldürerek he­lak edip sindirince, esîr ettiğiniz esirlerin bağını sıkı basın. Harbin bi­timinden sonra ve harbden ayrılınca, siz onlar hakkında muhayyersi­niz: Dilerseniz onlara ihsanda bulunup esirlerini parasız olarak serbest bırakırsınız. Dilerseniz şart koşacağınız ve alacağınız bir mal karşılığı, fidye ile serbest bırakırsınız. Bu âyet-i kerîme'nin Bedir harbinden son­ra nazil olduğu açıkça görülüyor. Zîrâ Allah Teâlâ, o günde müşrikler­den fidye alabilmek için az öldürüp çok esîr almaları sebebiyle mü'min-leri kınamış ve şöyle buyurmuştu: «Hiç bir peygambere yeryüzünde sa­vaşırken zaferler kazanmcaya kadar esirler alması yaraşmaz. Geçici dün­ya malını istiyorsunuz, Allah ise âhireti istiyor. Ve Allah Azîz'dir, Ha-kîm'dir. Eğer daha önceden Allah'ın geçmiş bir hükmü olmasaydı, aldık­larınızdan dolayı size büyük bir azâb dokunurdu.» (Enfâl, 67-68). Alimlerden bazısı esirlerin fidye mukabili serbest bırakılmakla karşı­lıksız serbest bırakılması arasında mü'minleri muhayyer bırakan bu âyet-i kerîme'nin: «Haram olan aylar çıkınca; artık müşrikleri buldu­ğunuz yerde öldürün.» (Tevbe, 5) âyeti ile mensûh olduğunu ileri sür­müşlerdir. Avfî bu görüşü İbn Abbâs'tan rivayet ediyor. Katâde, Dah-hâk, Süudı ve İbn Cüreyc de böyle söylemişlerdir. Çoğunluk ise âyetin mensnh olmadığı görüşündedir. Bazıları ise imâmın (devlet başkanının) esîri ya karşılıksız veya fidye ile serbest bırakmak arasında muhayyer olduğunu, esîri öldürmesinin caiz olmadığını söylemişlerdir. Bu görüş­te olanların bir kısmı da derler ki: Aksine dilediği takdirde devlet baş­kanının onlan öldürme hakkı da vardır. Bunun delili ise Hz. Peygamber (s.a.)in Bedir esirleri içinden Nadr İbn Haris ve Ukbe İbn Ebu Mu-ayt'ı öldürdüğünü belirten hadîs-i şeriftir. Sümâme İbn Esâl kendisi­ne: Ey Sümâme, yanında ne var? diye soran Allah Rasûlü (s.a.)ne şöy­le demişti: Eğer öldürürsen kanlı birini öldürmüş olursun. İhsanda bu­lunursan şükreden birisine ihsanda bulunmuş olursun. Eğer mal isti­yorsan iste, dilediğin sana verilecektir. Şafiî —Allah ona rahmet eyle­sin— bunlara ilâveten der ki: İmâm (devlet başkam) esîri öldürmek veya ona ihsanda bulunmak veya onu fidye karşılığı serbest bırakmak veya esîr olarak bırakmak arasında muhayyerdir. Bu mesele fürû' il­mine dâir eserlerde etraflıca kayıtlıdır. Biz bunun delillerini «el-Ah-kâm» adlı kitabımızda kaydettik. Hamd ve minnet Allah'adır.

«Yeter ki harb ağırlıklarım bıraksın» âyet-i kerîme'sini Mücâhid : Meryem oğlu îsâ ininceye kadar, şeklinde anlamıştır. Sanki o, bu gö­rüşünü Allah Rasûlü (s.a.)nün şu hadîsine dayandırmış gibidir: Üm­metimden bir topluluk, sonuncuları Deccâl ile savaşıncaya kadar hakka yardım etmekte ve arka çıkmakta devam edecektir. İmâm Ahmed der ki: Bize Hakem İbn Nâfi'in... Seleme İbn Nüfeyl'den rivayetine göre; o, Allah Rasûlü (s.a.)ne gelmiş ve: Ben atları salıverdim, silâhı attım ve harb ağırlıklarını bıraktım. Kendi kendime; artık savaş yok, dedim, demiş de Hz. Peygamber (s.a.) ona şöyle buyurmuş: İşte şimdi savaş geldi. Ümmetimden bir grup, insanlara arka çıkıp yardım etmekte de­vam edecektir. Allah Teâlâ birtakım kavimlerin kalblerini haktan meyl­ettirecek de onlarla savaşacaklar ve Allah Teâlâ boylelerine onları gâ-lib getirecektir. Tâ ki Allah'ın emri gelinceye kadar onlar bu durum­da olacaklardır. Dikkat ediniz, mü'minlerin asıl yurdları Şam'dır. Kı­yamet gününe kadar atların alınlarında hayır bağlıdır. Neseî hadîsi bu şekli ile iki ayrı kanaldan olmak üzere Cübeyr îbn Nüfeyr'den, o ise Se­leme İbn Nüfeyl'den rivayet etmiştir.

Ebu'l-Kâsım el-Beğâvî der ki: Bize Dâvûd İbn Ruşeyd'in... Nüvâs İbn Sem'ân'dan rivayetine göre o, şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.) ne bir fetih nasîb olduğunda: Ey Allah'ın elçisi, atlar salıverildi, silâhlar bı­rakıldı, harp ağırlıkları bırakıldı, dediler ki: Artık savaş yok, demek is­temişlerdi. Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: İşte şimdi yalan söyledi­ler. Savaş gelmiştir; Allah Teâlâ bir kavmin kalblerini kabartmaya de­vam buyuracak da onlarla savaşacaklar ve Allah Teâlâ boylelerine kar­şı onları gâlib kılacak. Onlar bu durumda bulundukları sırada Allah'­ın emri gelene değin durum böyledir ve müslümanlarm asıl yurdları Şam'dır. Hafız Ebu Ya'lâ el-Mavsılî de bu şekilde hadîsi Dâvûd îbn Ru-şeyd'den rivayet etmiştir. Mahfuz olan rivayet ise biraz önce geçtiği üzere Seleme îbn Nüfeyl kanalıyla gelen rivayettir. Bu da bu âyet-i ke-rîme'nin mensûh olmadığına dâir görüşü kuvvetlendirmektedir. Sanki Allah Teâlâ harb hakkındaki bu hükmü, harp kalmayıncaya kadar vaz'edip meşru' kılmıştır. Katâde: «Yeter ki harp ağırlıklarını bırak­sın.» âyetini; şirk kalmayıncaya kadar, şeklinde anlamıştır. Bu, Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir: «Fitne kalmayıp din de yalnız Allah için olun­caya kadar onlarla savaşın.» (Enfâl, 39). Sonra bazıları «Yeter ki harp ağırlıklarını bıraksın.» âyetini şöyle anlıyorlar: Yani savaşçı durumda­ki müşrikler Allah'a tevbe etmek suretiyle ağırlıklarını bırakıncaya ka­dar bu böyledir. Âyet-i kerîme; harp, harp ehlinin varlıklarını Allah'a itâatta harcaması suretiyle harp ehlinin ağırlıklarını bırakıncaya ka­dar bu böyledir, şeklinde   de anlaşılmıştır.

Allah Teâlâ buyurur ki: «Yeter ki harp ağırlıklarını bıraksın. Eğer Allah dileseydi, onlardan elbette intikam alırdı.» Şayet Allah dilemiş ol­saydı, katından bir azâb ve cezalandırma ile kâfirlerden intikam alır­dı. «Fakat kiminizi kiminizle denemek ister.» Fakat Allah Teâlâ sizin haberlerinizi denemek ve sizi imtihan etmek için düşmanlarınızla sa­vaşı ve cihâdı size farz kılmıştır. Nitekim Allah Teâlâ, Âl-i İmrân ve Berâe sûrelerinde cihâdın meşru' kılınmasının hikmetine temasla şöyle buyurur: «Yoksa Allah, içinizden cihâd edenleri ve sabredenleri belirt­meden cennete girivereceğinizi mi sandınız?» (Âl-i İmrân, 142), «Onlar­la savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onları azâblandırsm, rüsvây etsin ve sizi onlara karşı üstün kılsın ve mü'minler topluluğunun göğüslerini ferahlandırsın. Ve kalblerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğine tevbe nasîb eder. Ve Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.» (Tevbe, 14-15). Daha sonra Allah Teâlâ, savaşta mü'minlerden birçoğunun da öldürüleceği gerçe­ğine binâen şöyle buyurur: Allah yolunda öldürülenlere gelince; Al­lah, onların amellerini, asla boşa çıkarmaz, onları çoğaltıp kat kat art­tırır. Onlardan kimine amelinin sevabı, Berzâh'ta bulunduğu sürece akı­tılır. Nitekim bu, İmâm Ahmed'in Müsned'inde rivayet etmiş olduğu bir hadiste şöyle belirtilir: Bize Zeyd İbn Yahya ed-Dimaşkî'nin. Kays el-Cüzâmî —ki bu zât sahabedendir— den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Şehide altı haslet verilir : Kanının dökülen ilk damlasıyla beraber her hatası bağışlanır. Cennette oturacağı yer kendisine gösterilir. Hurilerle evlendirilir. O en büyük korkudan ve ka­bir azabından emîn kılınır. Kendisine îmân kaftanı giydirilir. Hadîsi sadece İmâm Ahmed rivayet etmiştir. Yine İmâm Ahmed'in Hakem İbn Nâfi' kanalıyla... Mikdâm İbn Ma'dîkerîb el-Kindî'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Şüphesiz Allah katında şehîd için altı haslet vardır: Kanının dökülen ilk damlasıyla beraber bağış­lanır. Cennette oturacağı yer kendisine gösterilir. îmân kaftanı giydiri­lir. Hurilerle evlendirilir. Kabir azabından kurtarılır ve o en büyük kor­kudan emîn olur. Başına vakar tacı konulur. O tacın bir tek yakutu, dünya ve dünyadakilerden daha hayırlıdır. Hurilerden yetmiş iki zevce ile evlendirilir ve akrabalarından yetmiş kişiye şefaatçi kılınır. Tirmizî'nin de tahrîc ettiği bu hadîsi İbn Mâce sahîh görmüştür. Müslim'in Sâhih'inde Abdullah İbn Amr ve Ebu Katâde'den rivayet edilen bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.)

Borcu dışında şehidin her şeyi bağışlanır, buyurmuştur. Bu, sahâ-be'den bir topluluk kanalıyla da rivayet edilmiştir. Ebu Derdâ'nm söy­lediğine göre Allah Rasûlü (s.a.): Şehîd, kendi- ailesinden yetmişine şefaatçi kılınır, buyurmuştur. Bu hadîsi de Ebu Dâvûd rivayet ediyor. Şehîdlerin faziletine dâir vârid olan hadîsler gerçekten pek çoktur.

«Onları hidâyete (cennete) eriştirir.» âyet-i kerîme'si Allah Teâ­lâ'nın şu kavli gibidir: «îmân edip sâlih amellerde bulunanları, îmânla­rına karşılık Rabları doğru yola eriştirir. Nimet cennetlerinde altların­dan  ırmaklar akar.» (Yûnus, 9).

«Ve durumlarını (işlerini) ıslâh eder. Onları kendilerine tanıttığı (ve ilettiği) cennete,sokar.» Mücâhid der ki: Cennetlikler evlerine, mes­kenlerine ve Allah Teâlâ'nın orada kendilerine ayırdığı yerlere eriştiri-leceklerdir. Sanki yaratıldıklarından beri orada oturuyorlarmış gibi yol­larını şaşırmayacaklar ve kimseye yol sormayacaklardır. Bu açıklama­nın bir benzeri Mâlik tarafından İbn Zeyd İbn Eslem'den de rivayet edil­miştir. Muhammed İbn Kâ'b der ki: Cennete girdikleri zaman siz Cu-ma'dan ayrıldığınızda kendi evlerinizi tanıdığınız gibi onlar da evlerini bilip tanıyacaklardır. Mukâtil İbn Hayyân da şöyle diyor: Bize ulaştığı­na göre dünyada iken amellerini muhafaza ile görevlendirilmiş olan melek cennette onun önünde yürüyecek, kendisine âit olan en yüce ma­kama varıncaya kadar Âdemoğlu da onun peşinden gidecek, melek Al­lah'ın kendisine cennette bahşetmiş olduğu her şeyi ona tanıtacaktır. Cennetteki en yüce derecesine ulaştığı zaman evine ve eşlerinin yanma girecek, melek oradan ayrılıp dönecektir. Bütün bu açıklamaları İbn Ebu Hatim —Allah ona rahmet eylesin— nakletmiştir. Bu, sahîh bir hadîste de belirtilmiş olup Buhârî'nin Katâde kanalıyla... Ebu Sâid el-Hudrî'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur : Mü'-minler ateşten kurtuldukları zaman cennetle cehennem arasında bir köprüde hapsolunacaklar ve dünyada iken aralarında vuku bulmuş olan haksızlıklardan dolayı aralarında kısas yapılacak. Tertemiz olup süslendikleri zaman cennete girmelerine izin verilecek. Nefsim kudret elinde olan (Allah)'a yemîn ederim ki, onlardan birisi cennetteki evini dünyadaki evinden daha kolay bulacaktır.

Allah Teâlâ'nın: «Ey îmân edenler; siz Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sebatınızı artırır.» âyet-i kerîme'si «Allah, ken­disine yardım edenlere elbette yardım eder.»   (Hacc, 40)  kavli gibidir.

Şüphesiz mükâfat, amel cinsindendir. Bu sebeple: «Ve sebatınızı arttı­rır.» buyurmuştur. Bir hadîste de şöyle buyrulur: Her kim yetkili birine ihtiyâcını ulaştırarnayan birinin ihtiyâcını ulaştırırsa; Allah Teâlâ da kıyamet günü onu Sırat üzerinde sabit kadem kılar.

«Küfredenlere gelince; onların hakkı yüzükoyun kapanmak.» On­ların durumu, Allah ve Rasûlü (s.a.)ne yardım eden mü'minlerin sabit kadem kılınmalarının tersidir. Bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.) şöyle bu­yurmuştur: Dinara tapanlar helak olsun, dirheme tapanlar helak olsun. Kadifeye tapanlar helak olsun. Helak olup tepesi üstü gelsinler. Onlara bir diken battığında Allah onlara şifâ vermesin.

«Allah onların yaptıklarını (iptal etmiş), boşa çıkarmıştır. İşte böyle. Çünkü onlar Allah'ın indirdiğini çirkin görmüşlerdir. O da on­ların amellerini boşa çıkarmıştır.»[2]

 

10  — Yeryüzünde dolaşmazlar mı ki, kendilerinden ön­cekilerin akıbetinin nasıl olduğuna baksınlar. Allah onla­rı yere batırmıştır. Ve kâfirlere de bunun benzeri vardır.

11  — İşte böyle.   Çünkü Allah, îmân etmiş   olanların Mevlâ'sıdır. Kâfirlere gelince; muhakkak ki onların mev lası yoktur.

12  — Muhakkak ki Allah îmân edip, sâlih amel işleyen­leri altlarından   ırmaklar  akan cennetlere   koyar. Küfr­edenler ise, eğlenirler ve hayvanların   yediği gibi yerler. Onların yeri de ateştir.

13  — Nice kasabaları yok ettik ki, onlar seni sürüp çı­karan kasabadan daha kuvvetli idiler. Ve onlara yardım eden de bulunmadı.

 

Yeryüzünde Dolaşmazlar mı?

 

Allah Teâlâ buyurur ki: «{Şu Allah'a şirk koşan ve Rasûlünü ya­lanlayan müşrikler) yeryüzünde dolaşmazlar mı ki, kendilerinden ön­cekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna baksınlar. Allah onları yere ba­tırmış; (küfürleri ve yalanlamaları yüzünden onları cezalandırmış, mü'-minleri onların arasından çıkanp kurtarmıştır. Ve kâfirlere de bunun benzeri vardır. İşte böyle. Çünkü Allah, îmân etmiş olanların Mevlâ'sı-dır. Kâfirlere gelince; muhakkak ki onların mevlâsı yoktur.» Uhud gü­nü müşriklerin reîsi Ebu Süfyân Sahr İbn Harb, Hz. Peygamber (s.a.)in, Ebubekir ve Ömer'in hayatta olup olmadıklarını sorduğunda, kendisine cevab verilmemiş ve: Herhalde bunlar helak olmuşlar, demişti. Ömer İbn Hattâb ona cevapla: Yalan söyledin ey Allah'ın düşmanı, aksine Allah Teâlâ seni üzüntüye garkedecek olanları hayatta bırakmıştır. Se­nin bu saydıkların hep hayattadırlar, dedi. Ebu Süfyân: Bugün, Bedir gününe bir karşılıktır. Harp bazan lehte, bazan aleyhtedir. Siz (ölüleri­nize) işkence edilmiş olduğunu göreceksiniz. Ben işkence edilmesini emretmedim ama buna üzülmedim de, dedi. Daha sonra şarkı söyleye­rek ve «Yücel ey Hübel, yücel ey Htibel.» diyerek uzaklaştı. Allah Ra-sûlü (s.a.): Ona cevab vermeyecek misiniz? buyurdu. Ashabı : Ey Al­lah'ın elçisi, ne diyelim? diye sordular da Allah Rasûlü : Allah en yüce ve en büyüktür, deyin, buyurdu. Sonra Ebu Süfyân: Bizim Uzzâ'mız var, sizinse Uzzâ'mz yok, dedi. Hz. Peygamber: Ona cevab vermeyecek misiniz? buyurdu. Ashabı: Ey Allah'ın elçisi, ne diyelim? diye sordu­lar da Allah Rasûlü: Allah bizim mevlâmızdır, sizinse mevlânız yok, deyin buyurdu.

Sonra Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Muhakkak ki Allah îmân edip, sâlih amel işleyenleri (kıyamet günü) altlarından ırmaklar akan cen­netlere koyar. Küfredenler ise, (dünyalarında) eğlenirler ve hayvan­ların yediği gibi (ısırıp çiğnemeleri gibi onlar da dünyadan istifâde edip) yerler.» Zâten onların dünya hakkında bundan başka bir düşünceleri de yoktur. «(Cezalandırılacakları günde) onların yeri de ateştir.» Sahîh bir hadîste şöyle buyrulur:

Mü'min bir tek mideyle, kâfir ise yedi mideyle yer.

«Nice kasabaları yok ettik ki, onlar seni sürüp çıkaran kasabadan —yani Mekke'den— daha kuvvetli idiler. Ve onlara yardım eden de bu­lunmadı.» âyet-i kerîme'si Hz. Peygamber (s.a.) Rasûllerin efendisi, peygamberlerin sonuncusu olduğu halde onu yalanladıklarından ötürü Mekke ehline şiddetli bir tehdit ve güçlü bir vaîddir. Allah Teâlâ ma­dem ki Hz. Peygamberden önceki peygamberleri yalanlayan ümmetleri, peygamberleri yalanlamaları sebebiyle Mekke halkından güç ve kuv­vette daha şiddetli olmalarına rağmen helak etmiştir; bu Mekke müş­rikleri Allah'ın kendilerine dünyada ve âhirette ne yapacağını san­maktadırlar? Şayet rahmet peygamberi Allah Rasûlünün mevcudiyeti bereketiyle dünyada bir çoğundan cezalandırma kaldırılmışsa bile Al­lah'a dönecekleri günde kâfirlerin azabı fazlalaştırılacaktır. «Onların azabı kat kat olacaktır. Onlar, işitmeye tahammül edemez ve göremez­lerdi de.» (Hûd, 20).

«Nice kasabaları yok ettik ki onlar seni sürüp çıkaran kasabadan (seni aralarından çıkaranlardan) daha kuvvetli idiler.» İbn Ebu Hatim der ki: Babam... İbn Abbâs'tan rivayetle zikretti ki, Hz. Peygamber (s.a.) Mekke'den mağaraya çıktığında —öyle sanıyorum ki Mekke'ye döndü de demiştir— şöyle dedi: Allah'ın beldeleri içinde Allah'a en sevgili olan sensin. Sen Allah'ın ülkelerinin bana en sevgili olanısın. Şa­yet müşrikler beni çıkarmamış olsalardı ben senden ayrılmazdım. Düş­manların düşmanlıkta en ileri gideni, Harem'inde Allah'a tecâvüz eden, katilinden başkasını öldüren veya câhiliyetin kin ve düşmanlıkları ile Öldürendir. Allah Teâlâ peygamberi (s.a.) ne: «Nice kasabaları yok et­tik ki, onlar seni sürüp çıkaran kasabadan daha kuvvetli idiler. Ve on­lara yardım eden de bulunmadı.» diye inzal   buyurdu.[3]

 

14  — Rabbından apaçık bir bürhân üzerinde bulunan kimse, işlediği kötülükleri  kendisine güzel   gösterilen ve heveslerine uyanlar gibi midir?

15  — Müttakîlere   va'dolunan cennetin  misâli: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen   sütten ır­maklar, içenlere zevk veren şarâbtan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Ve Rablarmdan mağfiret de vardır. Hiç bu; ateşte temelli kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimseler gibi midir?

 

Allah Teâlâ buyurur ki: «Rabbından apaçık bir burhan üzerinde bulunan kimse (Allah'ın kitabında indirmiş olduğu hidâyet ve ilimle, Allah'ın yaratmış olduğu dosdoğru fıtratı ile dini ve Allah'ın emri hak­kında bir basîret ve yakın üzere bulunan kimse), işlediği kötülükler; kendisine güzel gösterilen ve heveslerine uyanlar gibi midir?» Elbette bu, diğeri gibi değildir. Bu âyet-i kerîme Allah Teâlâ'nm şu kavilleri gi­bidir : «Şimdi Rabbından sana indirilenin gerçek olduğunu bilen, hiç kör gibi midir?» (Ra'd, 19), «Cehennemliklerle cennetlikler bir değildir. Kurtuluşa ermiş kimseler cennetliklerdir.» (Haşr, 20).

«Müttaküere vaadolunan cennetin misâli: İçinde bozulmayan su­dan ırmaklar vardır.» İbn Abbâs, Hasan ve Katâde: Bozulmayan sudan ırmakları; kokusu değişmemiş su ırmakları, şeklinde anlar. Katâde, Dahhâk ve Ata el-Horasânî de bu su ırmaklarının sularının bozulmamış olduğunu söyler. İbn Ebu Hâtim'in zikrettiği merfû' bir hadîste ise bo­zulmayan sudan ırmakları; bulanık olmayan saf su ırmakları, şeklinde tefsir edilmiştir. İbn Ebu Hâtim'in Ebu Saîd el-Eşecc kanalıyla... Ab­dullah İbn Abbâs'dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Cennet nehir­leri misk dağından kaynar. «İçinde tadı değişmeyen {son derece be­yaz, tatlı ve yağlı) sütten ırmaklar vardır.» Merfû' bir hadîste bu sü­tün, mer'ada yayılan hayvanların memelerinden çıkmadığı belirtilmek­tedir, «îçinde içenlere zevk veren şaraptan ırmaklar vardır.» Bu şarâ­bın tadı, kokusu dünya içkileri gibi pis değildir. Aksine görünüşü, ta­dı, kokusu ve te'sîri güzeldir. «Baş ağrısı yoktur onda ve sarhoş etmez.» (Sâffât, 47) «Ondan baş ağrısına uğratılmayacakları gibi akılları da giderilmez.» (Vakıa, 19), «Ki bembeyazdır, içenlere zevk verir.» (Sâf­fât, 46). Merfû' bir hadiste bu şarabın, erkeklerin ayakları ile sıkılma­mış olduğu belirtilir. «İçinde süzme baldan ırmaklar vardır.» Bu bal son derece sâf, rengi, tadı ve kokusu son derece güzeldir. Merfû' bir ha­dîste bu balın, arıların karınlarından çıkmadığı kaydedilir. İmâm Ah-med der ki: Bize Yezîd İbn Harun'un... Hakîm İbn Muâviye'den, onun da babasından rivayetine göre; o, Allah Rasûlü (s.a.)nü şöyle buyurur­ken işitmiş: Cennette süt denizi, su denizi, bal denizi ve şarâb denizi vardır. Daha sonra bunlardan nehirler kaynar. Hadîsi Tirmizî de Sıfât'-ül-Cenne'de Muhammed İbn Beşşâr kanalıyla... Saîd İbn İyâs'dan nakletmiş ve: Hasendir, sahihtir, demiştir. Ebu Bekr İbn Merdûyeh der ki: Bize Ahmed İbn Muhammed İbn Âsım'ın... Abdullah İbn Kays'tan rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Bu nehirler Adn cennetinden önce yuvarlak, geniş bir çukura akar, sonra nehirler halinde ortaya çıkar. Sahîh bir hadîste şöyle buyrulur : Allah'tan iste­diğiniz zaman Firdevs'i isteyin. Şüphesiz o, cennetin ortası ve cennetin en yücesidir. Cennet nehirleri oradan kaynar. Üstü de Rahmân'ın Arş'-ıdır. Hafız Ebu Kasım et-Taberânî der ki : Bize Mus'ab İbn İbrâhîm İbn Hamza'mn... Lakît İbn Âmir'den rivayetine göre; o, Allah Rasulü (s.a.)ne elçi olarak gitmiş. Şöyle anlatır: Ey Allah'ın elçisi, cennette ne­lere muttali' olacağız? demiştim. Süzme baldan ırmaklara, başağrısı ve pişmanlık yapmayan şarâb nehirlerine, tadı bozulmayan sütten nehir­ler, temiz su ırmaklarına ve senin ilâhına yemîn olsun ki bildiğiniz mey­velere ve ondan daha hayırlı olan emsaline tertemiz eşlere muttali' ola­caksınız, buyurdu. Ey Allah'ın elçisi, orada bizim için sâlih eşler ola­cak mı? diye sordum, şöyle buyurdu: Sâlih kadınlar sâlih erkekleredir. Dünyada onlardan lezzet aldığınız gibi lezzet alacaksınız, doğurma ol­maksızın onlar da sizden lezzet alacaklar. Ebu Bekr Abdullah İbn Mu-hammed İbn Ebu Dünyâ der ki: Bize Ya'kûb İbn Übeyde'nin... Enes İbn Mâlik'den rivayetine göre; o, şöyle diyor: Herhalde siz cennet nehirleri­nin yeryüzündeki hendek ve vadilerde akacağını zannediyorsunuz. Al­lah'a yemîn ederim ki, cennet nehirleri yere yayılmış olarak akacak­tır. Kıyılarında inciden evler vardır ve çamuru da en iyi cins misktir. Enes İbn Mâlik'in bu sözünü Ebu Bekr İbn Merdûyeh de Mehdi İbn Hâkim kanalıyla Yezîd İbn Harun'dan merfû' olarak rivayet etmiş­tir.

«Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır.» âyeti Allah Teâlâ'mn şu kavilleri gibidir: «Orada emniyet içerisinde her meyveyi isteyebilirler.» (Duhân, 55), «Bu cennetlerde her tür meyveden çift çift vardır..» (Rah­man, 52). «(Bütün bunların yanında) Rablarından da mağfiret var­dır. Hiç bu; ateşte temelli kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimseler gibi midir?» Cennetteki derecelerini zikret­miş olduğumuz bu kimseler, cehennemde ebedî olanlar gibi midir? El­bette bunlar cehennemde ebedî kalanlar gibi değildirler. Cennetteki bu derecelerde olanlar, cehennemin o derekelerinde olanlar gibi değildir­ler. Cehennemin derekelerinde olanlara karınlarındaki iç organlarını ve bağırsaklarını parça parça edecek, dayamlamayacak derecede şid­detli sıcak, kaynar su içirilecektir. Allah bizi bundan korusun.[4]

 

16  — Onların arasında seni dinleyenler vardır. Nihayet senin yanından çıkınca, kendilerine ilim verilmiş olanlara: Az önce ne demişti? diye  sorarlar. îşte bunlar,   Allah'ın kalblerini mühürlemiş olduğu ve kendi heveslerine uyan kimselerdir.

17 — Hidâyete erenlere gelince; onların hidâyetini art­tırır ve onlara takvalarını verir.

18  — Onlar kıyamet saatinin ansızın kendilerine gelip çatmasından başka bir şey mi bekliyorlar? Şüphesiz onun alâmetleri gelmiştir. Kendilerine gelip çatınca öğüt alma­ları neye yarar?

19 — Bil ki; Allah'tan başka ilâh yoktur. Hem kendinin, hem de mü'min erkeklerle mü'min kadınların günâhının bağışlanmasını dile. Allah, dolaştığınız yeri de, barındığa nız yeri de bilir.

 

Ne Bekliyorlar?

 

Allah Teâlâ münafıkların hamakatını ve anlayışlarının kıtlığını ha­ber veriyor. Onlar Allah Rasûlü (s.a.)nün yanında oturur, sözlerini din­ler ve ondan hiç bir şey anlamazlar da yanından çıktıklarında: «(Sa-hâbe'den) kendilerine ilim verilmiş olanlara: Biraz önce ne demişti? diye sorarlar». Söyleneni anlamadıkları gibi önem verip aldırmazlar da. Allah Teâlâ şöyle buyurur: «İşte bunlar, Allah'ın kalblerini mühürlemiş olduğu ve heveslerine uyan kimselerdir.» Onların sağlam anlayışları ve hâlis niyetleri yoktur. «Hidâyete erenlere (niyetleri hidâyet olanlara) ge­lince; Allah muvaffak kılar da) onların hidâyetini arttırır, (onları hidâ­yet üzre sabit kılar)». «Ve onlara (rüşdlerini, olgunluklarını ilham eder) takvalarını verir. Onlar (münafıklar) kıyamet saatinin (haberleri yok­ken) ansızın kendilerine gelip çatmasından başka bir şey mi bekliyorlar? Şüphesiz onun alâmetleri, gelmiş (yaklaştığının emareleri belirmiş) tir.»

Bu âyet-i kerîme, Allah Teâlâ'nın şu kavilleri gibidir: «İşte bu, ilk uyarı­cılar gibi bir uyarıcıdır. Yaklaşan yaklaştı.» (Necm, 56-57), «Saat yaklaş­tı ve ay yarıldı.» (Kamer, 1), «Allah'ın emri geldi. Artık onu acele iste­meyin.» (Nahl, 1), «İnsanların hesâb görme zamanı yaklaştı. Fakat on­lar, hâlâ gaflet içinde yüz çeviriyorlar.» (Enbiyâ, 1). Allah Rasûlü (s.a.) nün peygamber olarak gönderilmesi kıyamet alâmetlerindendir. Zîrâ.o, peygamberlerin sonuncusudur. Allah onunla dini kemâle erdirmiş ve onunla alemlere karşı hüccetini koymuştur. Hz. Peygamber (s.a.) kıya­metin emarelerini ve alâmetlerini haber vermiş, kendisinden önce hiç bir peygambere verilmemişken o bunları beyân edip açıklamıştır. Nite­kim bunlar yerinde genişçe anlatılmıştır. Hasan el-Basrî der ki: Hz. Mu­hammed (s.a.)in peygamber olarak gönderilmesi kıyamet alâmetlerin­dendir. Bu mesele Hasan el-Basrî'nin söylediği gibidir. Bu sebepledir ki Hz. Peygamber (s.a.) in isimleri arasında Tevbe Peygamberi, Mülhi-me Peygamberi, insanların huzurunda toplanacağı Haşir, kendisinden sonra peygamber bulunmayan Âkıb isimleri de vardır. Buhârî der ki: Bize Ahmed İbn MikdânVın... Sehl İbn Sa'd'dan rivayetine göre; o şöy­le demiştir: Allah Rasûlü (s.a.)nü orta parmağı ile şehâdet par­mağını şöyle yapıp: Kıyamet şu ikisi gibi iken ben peygamber olarak gönderildim, buyururken gördüm.

«Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar?» Kendilerine fayda vermeyecek bir zamanda kıyamet gelip çattığında ibret almanın kâfirlere ne yararı olabilir? âyet-i kerîme'si Allah Teâlâ'nın: «O gün insan öğüt almaya çalışır ama artık öğütten ona ne? (Fecr, 23). «O'na inandık, demişlerdir. Ama uzak bir yerden nasıl kolayca îmâna ulaşı­lır?»   (Sebe\ 52)  kavilleri gibidir.

«Bil ki; Allah'tan başka ilâh yoktur.» âyet-i kerîme'si Allah'tan baş­ka ilâh olmadığını haber vermektedir. Yoksa bu âyet-i kerîme'nin Al­lah'tan başka ilâh olmadığını bilmeyi emreder olmasının bir faydası yoktur. Bu sebepledir ki «Hem kendinin, nemde mü'min erkeklerle mü'-min kadınların günâhının bağışlanmasını dile.» kısmı bunun üzerine atfedilmiştir. Sahîh bir hadîste belirtildiğine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle duâ  buyururmuş:

Allah'ım hatâmı, bilgisizliğimi, işlerimde aşırılıklarımı, Senin ben­den daha iyi bildiğin durumlarımı bağışla. Allah'ım, şakamı ve ciddîmi, hatâmı ve kasden yaptıklarımı, bende olan şeylerin hepsini bağışla. Sahîh bir hadîste belirtildiğine göre namazların   sonunda Allah Rasûlü şöyle duâ buyururmuş:

Allah'ım, geçmiş ve gelecek günâhlarımı, gizlediğim ve alenen yap­tığım günâhları, aşırılıklarımı ve Senin benden daha iyi bildiğin du­rumlarımı bağışla. Sen, benim tannmsm. Senden başka ilâh yoktur. Yine sahîh bir hadîste vârid olduğu üzere Efendimiz şöyle buyurmuş­tur:

Ey insanlar, Allah'a tevbe ediniz. Şüphesiz ben günde yüz kerre O'na tevbe ederim.

İmâm Ahmed der ki: Bize Muhammed İbn Câ'fer'in... Abdullah İbn Sercis'ten rivayetine göre o, şöyle anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a) ne geldim, onunla birlikte yemeğinden yedim ve : Ey Allah'ın elçisi, Allah seni bağışlasın, dedim. Peşinden de : Senin için mağfiret dileyeyim mi? diye sordum, Allah Rasûlü: Evet, kendiniz için de mağfiret dile deyip: «Hem kendinin, hem de mü'min erkeklerle mü'min kadınların günâhının bağışlanmasını dile.» âyetini tilâvet buyurdu. Sonra Allah Rasûlü (s.a.) nün sağ omuz kemiğine —veya sol onıuzuna (bu tereddüt râvî Şu'be'ye aittir)— baktım. Bir de ne göreyim üzerinde siğiller bulu­nan sıkılmış parmaklar gibi seyrimektedir. Hadîsi Müslim, Tirmizî, Ne-seî, İbn Cerîr ve İbn Ebu Hatim muhtelif kanallardan olmak üzere Âsim el-AhvePden rivayet etmişlerdir. Ebu Ya'lâ'nm Muhammed İbn Avn ka­nalıyla... Ebubekir es-Sıddîk (r.a.)dan, onun da Allah Rasûlü (s.a.)n-den rivayet ettiği bir hadîste Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: «Lâ ilahe illallah»a ve istiğfara sarılıp her ikisini de çokça söyleyin. Zîrâ İblîs : İnsanları günâhlarla helak ettim, onlar da beni «Lâ ilahe illallah» sözü ve istiğfar ile helak ettiler. Onların, Allah'tan başka ilâh yoktur, deyip istiğfar ettiklerini gördüğümde, onları hevâ ve hevesleri ile helak ederim. Onlar kendilerini hidâyete erdirilmiş sanırlar. Bir ha­dîste şöyle buyrulur: İblîs: İzzet ve Celâl'in hakkı için, ruhları cesed-lerinde olduğu sürece onları azdırmaya devam edeceğim, dedi de, Allah Teâlâ da şöyle buyurdu: İzzet ve Celâlim hakkı için onlar benden ba­ğışlanma diledikleri sürece onları bağışlamaya devam edeceğim. İstiğfa­rın faziletine dâir hadîsler gerçekten pek çoktur.

«Allah, dolaştığınız yeri de, barındığınız yeri de bilir. (Şüphesiz o gündüzün   yaptığınız   şeyleri   ve    geceleyin   de varıp duracağınız yeri iyi bilir.)» âyet-i kerîme'si Allah Teâlâ'nın şu kavilleri gi­bidir: «O'dur, geceleyin sizi kendinizden geçiren. Gündüzün de ne yap­tığınızı bilir.» (En'âm, 60), «Yeryüzünde yürüyen hiç bir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a âit olmasın. Onların durup dinlenecek ve saklanacak yerlerini de O bilir. Hepsi apaçık kitâbdadır.» (Hûd, 6). Âyetin «Allah gündüzün gezip dolaştığınız yeri gündüzdeki tasarruflarınızı, geceleyin de varıp duracağınız yerleri bilir.» şeklindeki açıklaması İbn Cüreyc'e âit olup İbn Cerîr de bu açıklamayı tercih etmiştir. İbn Abbâs'tan ri­vayete göre ise âyet: Sizin dünyada gezip dolaştığınız yeri de âhirette varıp duracağınız yeri de bilir, şeklinde anlaşılmalıdır. Süddî ise: Dün­yada gezip dolaştığınız yeri de, kabirlerinizde varıp duracağınız yeri de bilir, şeklinde açıklamıştır. Birinci açıklama daha güzel ve daha kuv­vetlidir. En doğrusunu Allah bilir.[5]

 

20  — imân etmiş olanlar; bir sûre indirilmeli değil miy­di? derler. Fakat muhkem bir sûre indirilip de orada mu­harebe zikrolununca; kalblerinde hastalık olanların, ölüm korkusundan bayılmış kimselerin bakışları gibi sana bak­tıklarını görürsün. Bu, onlar için daha evlâdır.

21  — İtaat ve güzel söz. Bunun için iş ciddîleşince der­hâl Allah'a sadâkat gösterselerdi, elbette kendileri için da­ha hayırlı olurdu.

22 — Demek sizler   idareyi ele alırsanız,   yeryüzünde fesâd çıkaracak, akrabalık bağlarınızı bile koparacaksınız öyle mi?

23  — Allah'ın kendilerini la'netlemiş, sağırlaştırmış ve gözlerini kör etmiş olduğu kimseler işte bunlardır.

 

Allah Teâlâ bu âyet-i kerimelerde mü'minlerin cihâdın meşru' kı­lınmasını temenni ettiklerini haber veriyor. Allah Teâlâ cihâdı farz kı­lıp da cihâdla emredince insanlardan bir çoğu imtina' edip gitmemek istemişlerdir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de şöyle buyrulur: «Ken­dilerine: Ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın, zekâtı verin, denilmiş olanlara bakmaz mısın? Şimdi onların üzerine, savaş farz kılınınca; iç­lerinden bir grup, Allah'tan korkar gibi, hatta daha şiddetli bir korku ile insanlardan korkuyorlar. Bunlar: Ey Rabbımız üzerimize şu savaşı niye farz kıldın? Ne olurdu bizi yakın bir geleceğe kadar geri bırak-saydın, dediler. Onlara de ki: Dünyanın geçimi azdır. Âhiret ise, mütta-kîler için elbet daha hayırlıdır. Ve kıl kadar haksızlığa uğratılmayacak­sınız.» (Nisa, 77). Burada ise buyurulur ki: «îmân etmiş olanlar; (için­de cihâdın hükmü de bulunan) bir sûre indirilmeli değil miy­di? derler. Fakat muhkem bir sûre indirilip de orada muharebe zikro-lununca; kalblerinde hastalık olanların, (düşmanla karşılaşmaktan korkmaları yüzünden) ölüm korkusundan bayılmış kimselerin bakış­ları gibi sana baktıklarını görürsün. Bu onlar için daha evlâdır.» Daha sonra Allah Teâlâ onları teşvikle şöyle buyurur: «(O buhranlı durumda onlara düşen vazife, dinlemeleri) itaat ve güzel söz. Bunun için iş cid-dîleşince (savaşla yüz yüze gelince) derhâl Allah'a sadâkat gösterse-lerdi (ve Allah hakkında niyyetlerini halisane tutsalardı) elbette ken­dileri için daha hayırlı olurdu.». Demek sizler cihâddan yüz çevirir ve geride kalırsanız yeryüzünde fesâd çıkaracak, akrabalık bağlarınızı ke­secek, önceden içinde bulunduğunuz cahiliyet haline dönecek, akra­balık bağlarını koparacak ve kan dökeceksiniz öyle mi? «Allah'ın ken­dilerini la'netlemiş, sağırlaştırmış ve gözlerini kör etmiş olduğu kim­seler işte bunlardır.» Burada genel olarak yeryüzünde fesAd çıkarma, özel olarak da akrabalık bağlarım koparma men'ediliyor. Bunların ak­sine Allah Teâlâ, yeryüzünde ıslâhı ve akrabalık bağlarının pekiştiril­mesini emrediyor. Akrabalık bağlarının pekiştirilmesi; sözle, fiille ve hediyeleşmek suretiyle akrabalara ihsanda bulunmaktır. Bu hususta Allah Rasûlü (s.a.)nden muhtelif kanallardan ve birçok şekillerde sa-hîh ve hasen hadîsler vârid olmuştur:

Buhârî der ki: Bize Hâlid İbn Mahled'in... Ebu Hüreyre'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.)den rivayetine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle bu­yurmuştur: Allah Teâlâ yaratıkları halketti. Bu işi bitirdiğinde akraba­lık bağı kalkıp Rahmân'ın kuşağına sarıldı. Allah Teâlâ: Bırak, buyur­du da akrabalık bağı: Akrabalık bağını koparmaktan Sana sığınanın makamı bu makamdır, dedi. Rab Teâlâ : Sıla-i Rahm'de bulunana ni­metler ihsan etmem, akrabalık bağlarını koparandan uzaklaşmamdan hoşnûd olmaz mısın? buyurdu da, akrabalık bağı; evet, hoşnûd olurum, dedi. Allah Teâlâ: Bu sana verilmiştir, buyurdu. Ebu Hüreyre der ki:

Dilerseniz «Demek sizler idareyi ele alırsanız, yeryüzünde fesâd çıkara­cak, akrabalık bağlarınızı bile koparacaksınız öyle mi?» âyetini okuyu­nuz, dedi. Hadîsi Buhârî başka iki kanaldan olmak üzere Muâviye İbn Ebu Müzerred'den de rivayet etmiştir. Bu rivayete göre Allah Rasulü: dilerseniz «Demek sizler idareyi ele alırsanız, yeryüzünde fesâd çıkara­cak, akrabalık bağlarınızı bile koparacaksınız öyle mi?» âyetini okuyu­nuz, buyurdu. Hadîsi Müslim de Muâviye tbn Ebu Müzerred kanalıyla rivayet etmiştir. İmâm Ahmed der ki: Bize İsmail'in... Ebu Bekre'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: İşleyene âhi-rette biriktirmiş olduğu azâbla beraber dünyada iken Allah'ın çabu­cak cezalandırmasına zulüm ve akrabalık bağını koparmaktan daha lâ­yık başka bir günâh daha yoktur. Hadîsi Ebu Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce, İsmâîl îbn Uleyye kanalıyla rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadîsin sahih olduğunu  da belirtir.

îmânı Ahmed der ki: Bize Muhammed İbn Bekr'in... Sevbân'dan, rivayetine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Ecelinin gecik­tirilmesi ve rızkının arttırılması kimi sevindirirse,.sıla-i Rahm'de bu­lunsun. Hadîsi sadece İmâm Ahmed rivayet etmiştir ve bu hadîsin sa-hîh hadîslerde şahidi de vardır. Yine İmâm Ahmed'in Yezîd İbn Hârûn kanalıyla... Amr İbn Şuayb'dan, onun babasından, onun da dedesinden rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Bir adam, Allah Rasûlü (s.a.)ne geldi ve: Ey Allah'ın elçisi, benim akrabalarım var; ben onlara gider gelirim, onlar bana gelmezler, ben onları affederim, onlar bana haksızlık eder­ler. Ben onlara iyilik ederim onlarsa kötülük yaparlar. Onlara aynıyla karşılık vereyim mi? demişti. Allah Rasûlü: Hayır, buyurdu. Zira öyle yaparsan seni bütün bütüne terkederler. Fakat sen onlara lutufla iyi­likte bulun, onlara git gel. Sen böyle yaptığın sürece Allah Teâlâ katın­dan seninle beraber mutlaka bir yardımcı bulunacaktır. İmâm Ahmed bu hadîsi bu şekliyle rivayette tek kalmıştır. Başka bir kanaldan ha­dîsin şahidi vardır, şöyle ki: İmâm Ahmed'in Ya'lâ kanalıyla... Abdul­lah îbn Amr'dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) buyurmuştur: Şüp­hesiz akrabalık bağı Arş'a asılıdır. Aynı ile karşılık veren akrabalık ba­ğım muhafaza etmiş değildir. Fakat akrabalık bağını muhafaza eden, akrabalık bağı kopanldığı zaman birleştirendir. Hadîsi Buhârî de ri­vayet ediyor.

İmâm Ahmed der ki: Bize Behz'in... Abdullah İbn Amr'dan riva­yetine göre. Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: Kıyamet günü akraba­lık bağı ortaya konulur. Onun, iğin tutulacak yeri gibi eğri bir yeri var­dır. Son derece fasîh ve belîğ bir dille konuşur. Akrabalık bağını muha­faza edene gider, bu bağı koparmış olanla ilgisini keser. Yine İmâm Ah­med'in Süfyân kanalıyla... Abdullah İbn Amr'dan —Abdullah İbn Amr hadîsi Allah Rasûlü  (s.a.)ne ulaştırıyor— rivayetine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:.Merhamet edenlere Rahman merha­met eder. Yeryüzü halkına merhamet edin ki gökyüzü ehli de size mer­hamet etsin. Akrabalık bağı Rahman ile iç içe. girift bir haldedir. Kim sıla-i Rahm'de bulunursa, ben onunla bağımı muhafaza ederim, kim de onu koparırsa onunla ilgimi keserim. Hadîsi Ebu Dâvûd ve Tirmizî, Süf-yân İbn Uyeyne kanalıyla Amr İbn Dinar'dan nakletmişlerdir. Bu, mü-selsel bir hadis olup Tirmizî onun hasen, sahîh olduğunu belirtir. Yine İmâm Ahmed'in Yezîd İbn Hârûn kanalıyla... Abdullah İbn Kârız'dan rivayetine göre o, hasta olan Abdurrahmân İbn Avf'ın yanma girmiş de Abdurrahmân kendisine: Akrabalık bağı seni buraya getirdi. Şüphesiz Allah Rasûlü (s.a.), Allah Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu nakletti: Ben Rahmân'ım. Akrabalık bağını yarattım ve ona ismimden isim türet­tim. Kim akrabalık bağını bağlarsa, Ben de ona ihsanda bulunurum. Kim de akrabalık bağını koparırsa, Ben de onunla ilgimi kökünden ko­parırım. İmâm Ahmed bu şekliyle hadîsi rivayette tek kalmıştır. Yine İmâm Ahmed bu hadîsi Zührî kanalıyla... Abdurrahmân İbn Avfdan rivayet eder. Bu hadîs Ebu Dâvûd ve Tirmizî tarafından Ebu Seleme ka­nalıyla onun babasından rivayet edilmiştir. Bu husustaki hadîsler pek çoktur.

Taberânî der ki: Bize Ali İbn Abdülazîz'in... Süleyman'dan riva­yetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Ruhlar, üst üste yığılmış bir asker topluluğudur. Onlardan tanışanlar birbiriyle anlaşıp kaynaşır. Onlardan birbirini tanımayanlar da birbirine zıd giderler. Allah Rasûlü (s.a.) buyurur ki: Söz zahir olup amel gizlendiğinde, dil­ler anlaşıp kalbler birbirine düşman olduğunda, her bir akraba akra-bâsıyla ilgisini kestiğinde; işte o zaman Allah onlara la'net eder, ku­laklarını sağırlaştırır, gözlerini körleştirir.[6]

 

24 — Kur'ân'ı düşünmezler mi? Yoksa   kalbleri kilitli midir?

25  — Muhakkak ki kendilerine hidâyet belli olduktan sonra   arkalarına dönenleri   şeytân aldatmış ve   onlara ümit vermiştir.

26  — İşte böyle. Zîrâ onlar, Allah'ın indirdiğini   çirkin karşılayanlara; bazı işlerde size itaat edeceğiz, demişler­dir. Allah; onların gizlediklerini bilir.

27  — Ya melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vura­rak canlarını alırken nice olacak?

28  — İşte böyle. Çünkü onlar,   gerçekten Allah'ı ga-zablandıran şeye uydular ve O'nu hoşnûd edecek şeyleri çirkin karşıladılar. Bunun için O da onların amellerini bo­şa çıkardı.

 

Kalbleri Kilitli Mi?

 

Allah Teâlâ, Kur'ân üzerinde düşünerek onu anlamaya çalışmayı emredip Kur'ân'dan yüz çevirmekden men'ederek şöyle buyurur: «Kur1-ân'ı düşünmezler mi? Yoksa kalbleri kilitli midir?» Kalblerinin üze­rinde kilitler var da Örtülü ve kapalı olup Kur'ân'm mânâlarından hiç bir şey onların kalblerine giremiyor mu? İbn Cerîr der ki: Bize Bişr'in... Hişâm îbn Urve'den, onun da babasından rivayetine göre o, şöyle anla­tıyor: Bir gün Allah Rasûlü: «Kur'ân'ı düşünmezler mi? Yoksa kalbleri kilitli midir?» âyetini tilâvet buyurdu. Yemen halkından bir genç : Allah Teâlâ açıncaya kadar onların kalbleri üzerinde kilitler vardır, de­di. Bu genç Hz. Ömer (r.a.) üzerinde öyle bir te'sîr bıraktı ki, Hz. Ömer halîfe olunca ondan yardım istedi.

Sonra Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Muhakkak ki kendilerine hi­dâyet belli olduktan sonra arkalarına (îmândan ayrılarak küfre) dö­nenleri şeytân aldatmış ve onlara (bu durumlarını süsleyip güzel gös­termiş, onları kandırıp aldatarak) ümit vermiştir. İşte böyle. Zira on­lar, Allah'ın indirdiğini çirkin karşılayanlara; bazı işlerde size itaat edeceğiz, demişlerdir.» Onlar kalblerinden var güçleriyle bâtıla yardım etmişlerdir. Münafıkların durumu böyledir: Gizlediklerinin tersiai açı­ğa vururlar. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: «Allah, onların gizlediklerini bilir.» buyurmuştur. Allah Teâlâ onların gizlediklerini bilir. Bütün bun­lara muttali' olan^ve en iyi bilen Allah'tır. Nitekim, başka bir âyet-i ke-rîme'de de: «Allah, gece tasarladıklarını yazıyor.» (Nisa, 81) buyur­muştur.

«Ya melekler onlann yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alır­ken nice olacak?» Melekler onların ruhlarını kabzetmek üzere geldik­lerinde, ruhları cesedlerine dağılarak çıkmamakta direttiğinde, melekler onların rûhlannı şiddetle, zor kullanarak ve vurarak çıkartmaya çalıştığında onların halleri nasıl olacak dersiniz? Allah Teâlâ başka âyetlerde de şöyle buyurur: «Bir görseydin sen; hani melekler, küfredenlerin canlarını alırken yüzlerine ve arkalarına vuruyorlar­dı.» (Enfâl, 50), «Bir görseydin; o zâlimler can çekişirlerken, melekler de ellerini uzatmış : Can verip, bugün Allah'a karşı haksız yere söyle­diklerimizden ve O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü hor-luk azâbıyla cezalandırılacaksınız, derken.» (En'âm, 93). Bu sebeple­dir ki burada da: «İşte böyle. Çünkü onlar, gerçekten Allah'ı gazablan-dıran şeye uydular, ve O'riu hoşnûd edecek şeyleri çirkin karşıladılar. Bunun için O da onların amellerini boşa çıkardı.» buyurmaktadır.[7]

 

29  — Yoksa, kalblerinde hastalık olanlar, kinlerini Al­lah'ın dışarı vurmayacağını mı sandılar?

30  — Şayet isteseydik; Biz onları sana   gösterirdik de sen, onları yüzlerinden tanırdın.   Andolsun ki sen, onları sözlerinin üslûbundan da tanırsın. Allah bütün yaptıkları­nızı bilir.

31  — Andolsun ki içinizden, cihâd edenlerle sabreden­leri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar si­zi imtihan edeceğiz.

 

Allah Teâlâ buyurur ki: «Yoksa kalblerinde hastalık olanlar, kin­lerini Allah'ın dışarı vurmayacağını mı sandılar?» Münafıklar, Allah Teâlâ'nın, durumlarım inanan kullarına açmayacağına mı inanıyor­lar? Aksine Allah Teâlâ, onların durumlarını açıklayıp gün ışığı gibi aşikâr kılacak da basiret sahibi olanlar onları fark edebilecekler. Allah Teâlâ bu hususta Berâe sûresini inzal buyurmuş; onların rezilliklerini ve münafıklıklarına delâlet eden, işlerini orada beyân buyurmuştur. Bu sebeple o sûreye el-Fâzıha ve el-Azğân sûresi adı verilmiştir. kelimesi; İslâm'a, müslümanlara, İslâm'a yardım edenlere kalblerin gizlediği hased, kin ve düşmanlıklar anlamınadır.

«Şayet isteseydik; Biz onları sana gösterirdik de sen, onları yüzle­rinden tanırdın.» âyetinde Allah Teâlâ buyurur ki: Ey Muhammed, şa­yet dilemiş olsaydık, Biz o şahısları sana gösterirdik ve sen de onları açıkça tanırdın. Fakat Allah Teâlâ, bütün münafıklar hakkında böyle yapmamış, onların bir kısmını yaratıklarına gizlemiştir ki, böylece on­lar zahir üzere hükmetsinler ve gizlilikleri de (gönüllerin gizlediklerini de) onlan bilene havale etsinler. «Andolsun ki sen, onları sözlerinin üs­lûbundan da tanırsın.» Onların maksadlarına delâlet eden sözlerinin zahir olan ve görünen şekli ile yani, onlarla konuşan kişi karşısın­dakinin konuştuğu sözlerin anlamlarından onun hangi gruba mensûb olduğunu anlar. Nitekim mü'minlerin emîrî Osman İbn Affân (r.a.) şöy­le diyor: Bir kimse bir sır sakladığı, gizlediği zaman Allah Teâlâ onu yüz hatlarından, ifâdelerinden ve ağzından kaçırdığı sözlerden ortaya çı­karır. Bir hadîste şöyle buyrulur: Kişi bir sır gizlediği takdirde Allah Teâlâ ona, o sırrın gömleğini giydirir. Eğer hayır ise bu sırrının akıbe­ti de hayır, şer ise onun akıbeti de kötü olur. Biz daha önce kişinin mü­nafık olduğuna delâlet eden özellikleri zikretmiş ve Buhârî Şerhi'nin başında burada tekrarına gerek bırakmayacak şekilde kişinin amel ve i'tikâd yönüyle münafıklığı üzerinde konuşmuştuk. Bir hadîste müna­fıklardan bir cemâat tesbit edilmiştir. Şöyle ki: İmâm Ahmed'in Ve-kî' kanalıyla... Ebu Mes'ûd Ukbe İbn Amr (r.a.)dan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.) bize bir hutbe okudu, Allah'a hamd-ü senadan sonra şöyle buyurdu: Şüphesiz sizden münafık olanlar var­dır. Kimin ismini söylersem kalksın. Sonra da : Ey filân kalk, ey filân kalk, ey filân kalk, buyurup otuzaltı kişinin ismini verdi ve: Şüphesiz sizde nifak (münafıklık) vardır, Allah'tan korkun, buyurdu. İsmi Mu-kannâ olarak verilen ve Hz. Ömer'in tanıdığı bir kişiye rastlayıp : Sa­na ne oldu? diye sordu. Adam Allah Rasûlü (s.a.) nün buyurduklarını nakletti de Hz. Ömer: Bundan sonra benden uzak ol, dedi.

«Andolsun ki içinizden, cihâd edenlerle sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi (emir ve yasaklarla) imti­han edeceğiz.» Allah Teâlâ'nın olacak şeylere dâir Kadîm ilminde on­ların vuku bulacağında hiç şek ve şüphe yoktur. Âyet-i kerîme'den kas-dedilen anlam: Bu işin vukuunu bilinceye ve belirleyinceye kadar, şek­linde ifâde edilebilir. Bu sebepledir ki buna benzer yerlerde İbn Ab-bas bilme fiilini, görme ile te'vîl etmiştir.[8]

 

32  — Muhakkak ki o küfredip de Allah yolundan alıko­yanlar ve kendilerine   hidâyet belli olduktan   sonra peyw gambere karşı gelenler,   Allah'a hiç bir zarar  veremeye­ceklerdir. O, bunların amellerini hep boşa çıkaracaktır.

33 — Ey îmân edenler, Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın.

34  — Muhakkak ki o küfredip de Allah yolundan alıko­yanlar, sonra da kâfir olarak ölenler, işte onları Allah as­la bağışlamayacaktır.

35  — Öyleyse sakın gevşemeyin; üstün olduğunuz hal­de sulha davet etmeyin. Allah sizinle beraberdir. O, amel­lerinizi asla eksiltmez.

 

Allah Teâlâ bu âyet-i kerimelerde şöyle buyuruyor: Küfreden, Al lah'ın yolundan alıkoyan, Rasûlullah'a muhalefetle karşı gelen, hidâ yet kendisine apaçık belli olduktan sonra imândan küfre dönen, Al lah'a hiç bir zarar veremez. O, ancak kendi nefsine zarar verir ve Al lah'a döneceği günde nefsini hüsrana uğratır. Allah Teâlâ onun amelle rini boşa çıkaracak, hemen peşinden irtidâd ettiği geçmiş güzel amel lerine bir sivrisinek kanadı ağırlığı kadar bile hayırla mükâfat vermeye cek, aksine onları tamamen mahvedip boşa çıkaracaktır. Aynı şekilde iyi likler de kötülükleri giderir. İmâm Muhammed İbn Nasr el-Mervezî, Ki tâb'üs-Salât'mda der ki: Bize Ebu Kudâme'nin... Ebu'l-Âliye'den rivâye tine göre; o, şöyle diyor: Allah Rasûlü (s.a.)nün ashabı, «Allah'tan başk; ilâh yoktur» sözü ile beraber hiç bir günâhın zarar vermeyeceğini, Allah': şirk koşma ile beraber de hiç bir amelin fayda vermeyeceğini sanırlard Bunun üzerine «Ey îmân edenler, Allah'a itaat edin, peygambere itâa edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın.» âyeti nazil oldu ve onlar günahı: ameli boşa çıkaracağından korkmaya başladılar. Mervezî, hadisi Abdullah İbn Mübarek kanalıyla şöyle rivayet eder: Bana Bükeyr İbn Ma'rûf-un... İbn Ömer'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.)nün""ashâbı olan bizler iyiliklerden makbul olmayanın bulunmadı­ğını sanırdık. Nihayet »Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın.» âyeti nazil olunca biz: Amellerimizi boşa çıkaran şey de nedir? diye kendi kendimize sorup yine kendi kendimize: Herhalde cehennemi vâcib kılan büyük günâhlar ve hayâsızlıklar olsa gerektir, dedik. Sonunda «Allah, kendisine ortak koşmayı bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine bağışlar.» (Nisa, 48) âyeti nazil oldu. Bu âyet-i kerime nazil olunca biz, bu konuda konuşmayı bıraktık. Bizler büyük günâh işleyip hayâsızlık yapanlar hakkında korkar, bunlan işle­meyenler hakkında umudumuzu muhafaza ederdik.

Allah Teâlâ inanan kullarına dünya ve âhiret saadetlerinden iba­ret olan zâtına itaati ve Rasûlüne itaati emredip amelleri boşa çıkaran dinden çıkmaktan onları men'ediyor. Bu sebepledir ki: «Ve amellerini­zi (dinden çıkmakla) boşa çıkarmayın.» buyurmuştur. Yine aynı se­beple bu âyet-i kerîme'nin peşinden: «Muhakkak ki o küfredip de Allah yolundan alıkoyanlar, sonra da kâfir olarak ölenler, işte onları Allah asla bağışlamayacaktır.» buyurmuştur. Nitekim başka bir âyet-i kerî-me'de de: «Allah, kendisine ortak koşmayı bağışlamaz. Bundan başka­sını dilediğine bağışlar.» (Nisa, 48) buyurmaktadır. Daha sonra Allah Teâlâ yine inanan kullarına hitaben buyurur ki: «Öyleyse (düşmanla­rınıza karşı) sakın gevşemeyin; üstün olduğunuz halde (sayı ve hazırlık bakımından daha çok ve güçlü olduğunuz halde kâfirlerle aranızdaki savaşı bırakıp onları) sulha davet etmeyin.» Bu sebepledir ki: «Öyleyse sakın gevşemeyin; (düşmanlarınızdan daha) üstün olduğunuz halde onları sulha davet etmeyin.» buyurmaktadır. Bütün müslümanlara nis-betle kâfirler güçlü ve daha çok oldukları zaman ise, devlet başkam andlaşma ve sulhta bir fayda görecek olursa, buna göre amel eder. Ni­tekim Kureyş kâfirleri Allah Rasûlü (s.a.)nü Mekke'ye girmekten alı­koyup onu sulha ve on sene süre ile aralarında savaşı bırakmaya çağır­dıklarında  buna olumlu cevab vermişti.

«Allah sizinle beraberdir.» âyetinde büyük bir müjde vardır ki bu, düşmanlara karşı Allah'ın yardımını ve zaferi içermektedir. «O, amel­lerinizi asla eksiltmez.» Onları asla boşa çıkarmaz, söküp atmaz. Aksi­ne onların sevabını size tâm olarak verir ve onlardan hiç bir şey ek­siltmez.[9]

 

36  — Doğrusu dünya hayatı, ancak bir oyun ve eğlen­cedir. Şayet îmân eder ve sakınırsanız, O size hem ecirleri­nizi verir, hem de mallarınızı istemez.

37 — Eğer sizden onları ister ve zorlarsa; cimrilik ede­ceksiniz. Ve bu da kinlerinizi ortaya çıkaracaktır.

38  — İşte sizler, Allah yolunda infâk etmek için çağrı­lıyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse, ancak kendi nefsine cimrilik etmiş olur. Allah Ga-nî'dir, siz ise fakirlersiniz. Eğer O'ndan yüz çevirirseniz; yerinize sizden başka bir kavmi getirir, sonra da onlar si­zin benzerleriniz olmazlar.

 

Allah Teâlâ dünyanın değersizliğini belirterek: «Doğrusu dünya ha­yatı, ancak bir oyun ve eğlencedir.» buyurur. Allah için olandan baş­ka dünya hayatından elde edilenlerin durumu sâdece budur. Bu se­bepledir ki hemen peşinden «Şayet îmân eder ve sakınırsanız, O size hem ecirlerinizi verir, hem de mallarınızı istemez.» buyurmuştur. El­bette O, sizden müstağnidir ve sizden hiç bir şey istemez. Mallarınız­dan zekât vermenizi farz kılması, ancak fakır kardeşlerinize yardımcı olmanız ve bunun faydasının, sevabının size geri dönmesi içindir.

«Eğer sizden onları ister ve zorlarsa; cimrilik edeceksiniz. Ve bu da kinlerinizi ortaya çıkaracaktır.» Katâde der ki: Allah Teâlâ, malla­rı çıkarmanın da kinleri çıkarma demek olduğunu belirtmiştir. Katâde'-nin bu sözü doğrudur. Zîrâ mal sevimlidir ve kişi, ancak kendisine mal­dan daha sevimli olan bir şahsa malını harcayıp sarfeder.

«İşte sizler, Allah yolunda infâk etmek için çağrılıyorsunuz. İçiniz­den kiminiz cimrilik edi(p bu davete icabet etmi)yor. Kim cimrilik ederse, ancak kendi nefsine cimrilik etmiş (ecrini eksiltmiş) olur.» Bu­nun vebali yine yalnızca kendisine döner. Allah Ganî (zâtı dışındaki her şeyden müstağni ve zengin) dir. Siz ise fakirlersiniz (ve dâîma O'na muhtaçsınız).» Allah Teâlâ «Siz ise fakirlersiniz, (bizzat O'na muhtaç­sınız,)» buyurmaktadır. Zâtını zenginlikle nitelemesi, O'nun zatından ayrılmayan bir sıfattır. Yaratıkları fakirlikle nitelemesi de aynı şekil­de onlardan ayrılmayan bir sıfattır.

«Eğer O'ndan, (O'na itâatla şeriatına tâbi olmaktan) yüz çevirir­seniz; yerinize sizden başka bir kavmi getirir. Sonra da onlar sizin ben­zeriniz olmazlar; (aksine Allah'ın emirlerini işiten, O'na ve emirlerine itaat eden kimseler olurlar.)» İbn Ebu Hatim ve İbn Cerîr derler ki: Bize Yûnus İbn Abd'ül-A'lâ'nın... Ebu Hüreyre'den rivayetine gpre Al­lah Rasûlü (s.a.): «Eğer O'ndan yüz çevirirseniz; yerinize sizden başka bir kavmi getirir, sonra da onlar sizin benzerleriniz olmazlar.» âyet-i kerîme'sini tilâvet buyurduğunda ashabı: Ey Allah'ın elçisi, biz yüz çe­virdiğimiz takdirde bizim yerimize getirilecek ve bizim gibi olmayacak kimseler kimlerdir? diye sormuşlar da, Allah Rasûlü (s.a.) elini Sel-mân-ı Fârisî'nin omuzuna vurup: Bu ve kavmidir. Şayet din Süreyya yıldızının yanında bile olsaydı, İran'lılardan birtakım erkekler onu alır­lardı, buyurmuştur. Hadîsi sadece Müslim îbn Hâlid ez-Zencî rivayet etmiştir. Ondan ise birçokları rivayet ediyor. Ancak onun hakkında ba­zı imamlar menfî görüş belirtmişlerdir. En doğrusunu Allah bilir.[10]

 



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7289-7290

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7291-7295

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7296-7297

[4] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7298-7299

[5] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7300-7303

[6] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7304-7306

[7] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7307-7308

[8] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7308-7309

[9] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7310-7311

[10] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7312-7313

Free Web Hosting