KÂF SÛRESÎ2

Kur'ân-ı Mccîd. 2

Göğe Bakmazlar Mı Hiç?. 4

Yeni Bir Yaratılış. 4

Şah Damarından Daha Yakın. 5

Atın Cehenneme. 7

Daha Var Mı?. 8

Kalbi Olan. 10

Bir Münâdî11


KÂF SÛRESÎ

(Mekke'de nazil olmuştur.)

 

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

1  — Kâf. O şerefli Kur'ân'a andolsun ki;

2  -- Aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar da o kâfirler: Bu, şaşılacak bir şey, dediler.

3 — Öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı? Bu, uzak bir dönüştür.

4  — Doğrusu Biz, toprağın onlardan neleri eksilttiğini biliyoruz. Katımızda da her şeyi saklayan bir kitab vardır.

5 — Hayır, onlar hak kendilerine gelince onu yalanla­dılar. Şimdi de şaşırmış bir haldedirler.

 

Kur'ân-ı Mccîd

 

Kâf; sûrelerin başlangıçlarında zikredilen Sâd, Nûn, Eltf, Lâm, Mîm, Hâ, Mîm ve Tâ, Sîn gibi hece harflerinden birisidir. Mücâhid ve başkaları böyle söylüyor. Biz bu konuda burada tekrarına gerek bırak­mayacak şekilde Bakara sûresinin başında bilgi vermiştik. Seleften bazı­sından rivayete göre onlar şöyle demişlerdir: Kâf; bütün yeryüzünü ku­şatan bir dağdır. Ona «Kaf Dağı» denilir. Ancak bu, en doğrusunu Al­lah bilir ama, bazı kimselerin İsrâiloğullarından almış olduğu hurafe­lerdendir. Böyle kimseler doğrulanmayan ve yalanlanmayan türden olan İsrâiloğulları haberlerinin rivayetinin caiz olduğu görüşündedir­ler. Bana göre ise bu ve benzeri haberler onların bazı zındıklarının uy-durmalarındandır. Onlar bu haberlerle insanlara dinlerini karıştır­maktadırlar. Onların, zaman itibânyla uzak olmamasına rağmen bu ümmetin âlimleri, hafızları ve imamlarının kadrinin yüceliğine rağmen bu ümmet içinde Hz. Peygamber (s.a.)e nisbet ederek haberler uydur­dukları göz önüne alınırsa çok uzun zaman geçtiği nazar-ı itibâra alınarak İsrâiloğulları ümmeti hakkında nasıl davranacaklarını umar­sınız? Kaldı ki içlerinde tenkidçi hafızlar azdı. İçki içerlerdi. Alimleri, kelimelerin yerlerini değiştirip Allah'ın kitablarmı ve âyetlerini tah­rif ederlerdi. Şârî' (Hz. Peygamber) «İsrâiloğullarından rivayet ediniz, bunda bir beis yok.» sözü ile onlardan rivayeti sâdece aklın caiz gördü­ğü hususlarda mübâh kılmıştır. Akılların reddedip bâtıl olduğuna hük­mettiği ve zann-ı gâlib ile yalan olduğu bilinen hususlara gelince, el­bette bunlar o kabilden yani rivayetinde beis olmayan cinsten değildir­ler. En doğrusunu Allah bilir.

Selef müfessirlerinden birçoğu ve hattâ haleften birçokları Kur'-ân-ı Mecîd'in tefsirinde ehl-i kitabın kitablarmdan birçok hikâyeler nakletmektedirler. Halbuki Kur'ân-ı Kerîm'in tefsirinde onların haber­lerine hiç de ihtiyâçları yoktur. Hamd ye minnet Allaha'dır. İmâm Ebu Muhammed Abdurrahman İbn Ebu Hatim er-Râzî —Allah ona rahmet eylesin— burada isnadı İbn Abbâs'a kadar sıhhatli olmayan garîb bir haber nakleder ve der ki: Bize babamın... İbn Abbâs'tan rivayetine gö­re; o, şöyle demiştir: Allah Teâlâ bu yeryüzünün ötesinde büyük bir deniz yarattı. Bu okyanusun arkasında Kaf denilen bir dağ halketti. Dünya semâsı onun üzerindeki tavandır. Allah Teâlâ sonra bu dağın arkasında bu yeryüzü misâli yedi kat yeryüzü var etti. Sonra bunun da arkasına onu kuşatan bir deniz yarattı. Bunun da arkasında Kaf de­nilen bir dağ yarattı. İkinci semâ onun üzerindeki tavandır. İbn Ab-bâs yedi yeryüzü, yedi deniz, yedi dağ ve yedi gökyüzü saydı ve : İşte Allah Teâlâ'nın: «Deniz de, arkasından yedi deniz daha kendisine yar­dım ederek mürekkep olsa...» (Lokman, 27) kavli budur, dedi. Bu ha­berin isnadında kopukluk vardır. İbn Ebu Talha'nın İbn Abbâs'tan Kâf­in, Allah'ın isimlerinden biri olduğu rivayeti; Mücâhid'den rivayetle sa­bit olduğuna göre Kâfin Sâd, Nûn, Hâmîm, Tâ-Sîn, Elif, Lâm, Mîm ve benzerleri gibi hece harflerinden biri olduğu şeklindeki görüşler İbn Abbâs'tan yukarıda nakledilen haberin doğru olmadığını gösterir. Bu­rada Kâf ile: Allah'a yemin olsun ki iş bitirilmiştir, şeklinde bir mânâ­nın kasdedildiği ve Kâfin, cümlenin kalanından hazfedilmiş bir kısma delâlet ettiği de söylenmiştir. (...) Ancak bu açıklama şüphelidir. Zîrâ kelâmda hazf, ancak ona delâlet eden bir delil olduğu zaman olabilir. Bu harfin zikredilmesinden ifâde nereden anlaşılmaktadır?

«O şerefli (yüce, ne önünden, ne ardından bâtıl sokulamayan, Ha-kîm ve Hamîd olan Allah katından indirilmiş olan) Kur'âh'a andolsun ki.» âyet-i kerîme'deki bu yeminin cevabının cümledeki hangi kısım olduğunda ihtilâf edilmiştir. İbn Cerîr'in bazı dil bilginlerinden naklet­tiğine göre, bu yeminin cevabı olan kısım «Doğrusu Biz, toprağın on­lardan neleri eksilttiğini biliyoruz. Katımızda da her şeyi koruyan bir kitab vardır.» kısmıdır. Ancak bu da şüphelidir. Aksine bu yeminin cevabı, yemini ta'kîb eden kısımdaki kelâmın ihtiva ettiği anlamdır. O da peygamberliği, Allah'a dönüşü isbât ve bunun takriri, anlatılması ve kesinleştirilmesidir. Her ne kadar âyet-i kerîme'deki yemîn lafzı bir cevab almamışsa da bu, Kur'andaki yeminlerde çokça vardır. Nitekim daha Önce geçen «Sâd, zikir dolu Kur'ân'a yemîn olsun. Hayır, o küfre­denler boş bir gurur ve derin bir parçalanma içindedirler.» (Sâd, 1, 2,) âyet-i kerîme'sinde de durum böyledir. Aynı şekilde burada da şöyle buyrulur: «Kâf. O şerefli Kur'ân'a andolsun ki, aralanndan bir uyarıcı­nın gelmesine şaştılar da o kâfirler: Bu, şaşılacak bir şey, dediler.» Ken­dilerine beşerden bir elçi gönderilmesine şaştılar. Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de de: «İçlerinden bir adama: İnsanları uyar... diye vahy-etmemiz insanların tuhafına mı gitti?..» (Yûnus, 2) buyurur ki bu, şa­şılacak bir şey değildir. Zîrâ Allah Teâlâ hem meleklerden ve hem de insanlardan elçiler seçmektedir.

Bunlardan sonra Allah Teâlâ, onların Allah'a dönüş gününü şaş­kınlıkla karşılamalarını ve bunun vuku' bulmasını uzak görmelerini ha­ber vererek şöyle buyurur: «Öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı? Bu, uzak bir dönüştür.» Yani onlar şöyle diyorlardı: Biz öldüğü­müz, çürüdüğümüz, mafsallarımız birbirinden ayrılıp toprak olduğumuz zaman bütün bunlardan sonra bu dünya ve bu yapıya dönüş nasıl müm­kün olacak? Bu, uzak bir dönüştür. Vukû'bulması son derece uzaktır. Onlar bunun muhal olduğuna, imkânsız olduğuna inanmaktaydılar. Allah Teâlâ, onların bu inançlarını reddederek şöyle buyurur: «Doğrusu Biz, toprağın onlardan neleri eksilttiğini biliyoruz.» Çürümekte iken toprağın onların cesedlerinden neleri yediğini Biz bilmekteyiz. Onların bedenlerinin nerelere dağıldığı, nereye gittiği ve ne hale geldiği Bize gizli değildir. «Katımızda da her şeyi saklayan (muhafaza eden) bir ki-tab vardır.» İlmimiz hepsine şâmildir. Kitâb'da her şey kaydedilmiş­tir.

İbn Abbâs'tan rivayetle «Doğrusu Biz, toprağın onlardan neleri eksilttiğini biliyoruz.» âyeti hakkında Avfî der ki: Yani biz toprağın onların etlerinden, derilerinden, kemiklerinden ve kıllarından neleri ye­diğini biliyoruz. Mücâhid, Katâde, Dahhâk ve başkaları da böyle söyle­miştir.

Daha sonra Allah Teâlâ onların küfür, inâd ve aslında uzak olma­yanı uzak görmelerinin sebebini beyânla şöyle buyurur: «Hayır, onlar hak kendilerine gelince onu yalanladılar. Şimdi de şaşırmış bir halde­dirler.» Haktan çıkmış olan herkesin durumu böyledir. Bundan sonra her ne söylemiş ise bâtıldır. Âyet-i kerîme'de geçen kelimesi; dağınık, kararsız, aklı karmakarışık ve kendi huylarını inkâr eden anla-mınadır. Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyurur: «Şüp

hesiz siz, ihtilaflı bir sözdesiniz. Ondan döndürülen  kimseler döndürü­lür.»  (Zâriyât, 8-9).[1]

 

6  — Üstlerindeki göğe hiç   bakmazlar mı? Onu nasıl bina etmiş ve nasıl   donatmışız?   Onda hiç bir çatlak da yoktur.

7  — Yeryüzünü de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk. Orada her türden güzel çiftler yetiştirdik.

8  — Allah'a yönelen her kula öğüt ve ibret olsun diye.

9 — Gökten bereketli bir su indirdik de onunla bahçe­ler ve biçilecek taneler bitirdik.

10  — Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk   yüklü yük­sek hurma ağaçları.

11  — Kullara rızık olması için. Ve onunla Ölü bir bel­deye can verdik. İşte çıkış da böyledir.

 

Göğe Bakmazlar Mı Hiç?

 

Allah Teâlâ; kulların vuku'bulmasını uzak görerek şaştıkları şey­lerden çok daha büyüklerini ortaya çıkarmış olduğu yüce kudretine işa­retle şöyle buyurur: «Üstlerindeki göğe hiç bakmazlar mı? O'nu nasıl bina etmiş ve (onu ışıklarla) nasıl donatmışız? Onda hiç bir çatlak da yoktur.» Mücâhid âyet-i kerîme'deki ( £jj* ) kelimesinin yarık, çat­lak anlamına; bir başkası açıklık ve yarıklar anlamına; bir başkası da çatlaklar anlamına geldiğini söylemektedir. Bütün bunlar anlam bakı­mından birbirine yakındır. Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyurur: «Gökleri yedi kat üzerine yaratan O'dur. Sen, Rahmân'-ın yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü çevir de bak; bir çatlak görebilir misin? Bir aksaklık bulmak için gözünü tekrar tekrar çevir bak; ama göz umduğunu   bulamayıp   bitkin ve yorgun düşer.»

(Mülk, 3, 4) Yani orada bir ayıp bir noksan görmeye çalışmaktan bitkin düşmüş olarak gözün sana geri döner.

Allah Teâlâ buyurur ki: «Yeryüzünü de (genişletip yaydık ve) dö­şedik. (Ahâlisini sarsmasın diye) ona sabit dağlar koyduk.» Yeryüzü her tarafından kendisini kuşatan su dalgaları üzerine yerleştirilmiştir. «Orada (her çeşit ekin, meyve ve bitkilerden olmak üzere) her türden güzel çiftler yetiştirdik.», ((Ve her şeyden çift çift yarattık ki ibret ala­sınız.» (Zâriyât, 49). «Allah'a yönelen her kula öğüt ve ibret olsun di­ye.» Göklerin yaratılışını, göklerde ve yerde yaratılan büyük âyetleri (mucizeleri) müşahede etmekte olan, Allah'a yönelen, korkan, Allah'a çokça dönen her kul için öğüt, delâlet ve hatırlatma vardır.

«Gökten bereketli (faydalı) bir su indirdik de onunla bahçeler ve biçilecek taneler (biriktirilmesi ve tanesi için ekilen ekinler) bitirdik. Ve birbiri üstüne dizilmiş yüklü yüksek hurma ağaçlan.» İbn Abbâs, Mücâhid, İkrime, Hasan el-Basrî, Katâde, Süddî ve başkaları âyet-i ke-rîme'deki ( OÜ*-b ) kelimesini; uzun boylu, şeklinde açıklamışlar­dır. «Kullara (yaratıklara) nzık olması için. Ve onunla ölü bir beldeye can verdik.» Orası kuru ve bitkisiz olan bir yerdir. Üzerine su inince titrer, kabarır, çiçekler ve her türden çift çift bitkiler bitirir. Göz onla­rın güzelliğine hayran kalır. Üzerinde bitki yok iken sonra yemyeşil salınır hale gelir. İşte bu, ölümden ve helak olmadan sonra diriltilmenin misâlidir. Allah ölüleri de böylece diriltecektir. Allah'ın yüce kudretin­den duyularla müşâhade edilebilenler, yeniden diriltilmeyi inkâr edenle­rin inkâr ettiklerinden daha büyüktür. Allah Teâlâ başka âyet-i kerî-me'lerde de şöyle buyurur: «Elbetteki göklerin ve yerin yaratılması, in­sanların yaratılmasından daha büyüktür.» (Gâfir, 57), «Görmezler mi ki; gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah, ölüleri de diriltmeye kadirdir. Evet O, muhakkak her şeye kadirdir.» (Ahkâf, 33), «O'nun âyetlerinden biri de, kupkuru gördüğün yeryüzü­nün Biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçip kabarmasıdır. Ona can veren Allah, elbette ölüleri de diriltir. Muhakkak ki O her şeye ka­dirdir.»  (Fussilet, 39).[2]

 

12 — Onlardan önce Nûh kavmi, Ress halkı ve Semûd da tekzîb etmişti.

13 — Âd, Firavun kavmi ve Lût'un kardeşleri de.

14  — Eyke'liler ve Tübba' kavmi de. Bunların her biri peygamberleri yalanlamışlardı da tehdidim üzerlerine hak olmuştu.

15 — Ya Biz ilk yaratışta  güçsüz mü düştük?   Hayır, onlar yeni bir yaratılıştan şüphe içindedirler.

 

Yeni Bir Yaratılış

 

Allah Teâlâ Kureyş kâfirlerini, kendilerinden önce yalanlayanlar­dan onların emsali ve benzerleri olanların başlarına gelen dünyadaki elîm azâb ve cezalarla tehdîd ediyor. Nitekim Allah Teâlâ Nuh kavmini bütün yeryüzü halkım suda boğan bir azâb ile azâblandırmıştı. Ress as­habı da öyle. Onların kıssaları daha önce Furkân sûresinde geçmişti. Se-mûd, Âd, Firavun ve Lût'un kardeşleri de öyle. Lût'un kardeşlerinden maksad, Hz. Lût'un kendilerine gönderilmiş olduğu Sedom ahâlîsinden olan ümmetidir. Onlara tâbi olan Gor havzası ahâlîsi de onlara dâhil­di. Allah Teâlâ onlan yerin dibine geçirmiş, arazîlerini küfürleri, azgın­lıkları ?ve hakka zıd gitmeleri sebebiyle pis, kokuşmuş bir denize çe­virmişti. Eyke ashabı, Hz. Şuayb (a.s.)m kavmidir. Tübba' kavmi ise Yemen'lidir. Biz Tübba' kavminin durumunu burada tekrarına gerek bırakmayacak şekilde Duhân sûresinde anlatmıştık. Hamd Allah'adır.

«Bunların her biri peygamberleri yalanlamışlardı.» Bütün bu üm­metler ve nesiller Allah'ın kendilerine göndermiş olduğu elçiyi yalanla­mışlardı. Her kim Allah'ın bir elçisini yalanlamışla sanki bütün elçileri yalanlamış gibidir. Nitekim kendilerine bir tek peygamber geldiği hal­de Allah Teâlâ, Nûh kavmi hakkında: «Nuh'un kavmi de peygamberleri yalanladı.» (Şuarâ, 105) buyurmuştur. Şayet onlara bütün rasûller gel­miş olsaydı hepsini de yalanlarlardı. Bu bir gerçektir. «Böylece tehdidim üzerlerine hak olmuştu.» Yalanlamalarına karşılık Allah'ın kendilerini tehdîd buyurmuş olduğu azâb onlar hakkında gerçekleşmişti. Ey Rasû-lüm, onların yalanladığı gibi rasûllerini yalanlamış olan muhâtabların, onlann başına gelenlerin kendilerinin de başına gelmesinden sakınsın­lar.

Allah Teâlâ buyurur ki: «Ya Biz, ilk yaratışta güçsüz mü düştük?» İlkin yaratma Bizi âciz mi düşürdü ki onlar yeniden yaratmadan şüphe içindedirler. «Hayır, onlar yeni bir yaratılıştan şüphe içindedirler.» İlk yaradılış Bizi âciz düşürmemiştir. Yeniden yaratmak ise ondan daha ko­laydır. Allah Teâlâ başka âyet-i kerîmelerde de şöyle buyurur: «İlkin yaratıp, sonra onu iade eden O'dur. Bu, O'nun için pek kolaydır.» (Rûm, 27), «Kendi yaratılışını unutarak Bize bir misâl getirdi de. Çürümüşken kemikleri diriltecek kimdir? dedi. De ki: Onları, ilk defa yaratan diril-tecektir. O, her yaratmayı bilendir.» (Yâsîn, 78-79). Daha önce geçen sa-hîh bir hadîste Allah Teâlâ şöyle buyurur: Âdemoğlu bana eziyet veri­yor. O: Beni ilk yarattığı gibi asla tekrar yaratmayacaktır, der. Halbuki ilk yaratılış Bana onu tekrar etmekten daha kolay değildir[3]

 

16  — Andolsun ki insanı Biz yarattık ve nefsinin ken­disine ne fısıldadığını da biliriz. Biz, ona şah damarından daha yakınız.

17  — Sağında ve solunda onunla beraber oturup amel­lerini tebît eden iki de tesbît edici vardır.

18  — O bir söz atmaya dursun, mutlaka yanında hazır bir gözcü vardır.

19  — Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldi. İşte bu; senin öteden beri kaçıp durduğun şeydir.

20 — Sûr'a üfurülmüştür. işte bu; geleceği va'dedilen gündür.

21  — Her nefis yanında bir sürücü ve şâhidle gelir.

22  — Andolsun ki sen, bundan gaflette idin. îşte senin perdeni kaldırdık. Bugün artık görüşün keskindir.

 

Şah Damarından Daha Yakın

 

Allah Teâlâ, yaratıcısı olması hasebiyle insana güç getireceğini ha­ber veriyor. O'nun ilmi insanın bütün yaptıklarını kuşatmıştır. O kadar ki Allah Teâlâ Âdemoğullarının nefislerinin kendilerine fısıldamış ol­duğu hayrı ve şerri dahi bilir. Sahîh bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.)nden rivayete göre o şöyle buyurmuştur.

Şüphesiz ki Allah Teâlâ ümmetimden konuşmadıkları veya yapma­dıkları sürece nefislerinin kendilerine fısıldadıklarından vazgeçmiştir.

«Biz, ona şah damarından aaha yakınız.» âyet-i kerîme'smde, Al­lah'ın melekleri kasdedilmektedir. Allah'ın melekleri insana onun şah damarından daha yakındırlar. Burayı Allah'ın ilmi ile te'vîl edenler hu­lul veya ittihâd nazariyesinden kaçmak için bu te'vîle sapmışlardır. Zî-râ icmâ' ile Allah hakkında gerek hulul ve gerekse ittihâd nefyedilmiş-tir. Allah Teâlâ bunlardan münezzeh ve mukaddestir. Ancak âyet-i ke-rîme'nin lafzı hulul veya ittihadı gerektirmemektedir. Zîrâ Allah Teâlâ: «Ben ona şah damarından daha yakınım.» buyurmamış, «Biz ona şah damarından daha yakınız.» buyurmuştur. Ölüm halinde olan kimse hakkında: «Biz o kişiye daha yakınızdır, ama göremeyiz.» (Vakıa, 85) buyurmaktadır ki, burada da melekleri kasdediliyor. Yine bu kabilden olmak üzere Allah Teâlâ: «Muhakkak ki Kur'ân'ı Biz indirdik Biz. Onun koruyucusu da elbette Biziz.» (Hicr, 9) buyurmaktadır. Melekler Allah'ın izni ile zikri yani Kur'ânı indirmişlerdir. Aynı şekilde melekler Allah'ın kendilerine vermiş olduğu kudret ile insana, onun şah dama­rından daha yakındırlar. Nasıl ki şeytânın insana dokunması varsa me­leğin de insana dokunması vardır. Aynı şekilde doğru ve doğrulanmış olan Allah Rasûlünün haber verdiği üzere: Şeytân, Âdemoğlunun da­marlarında onun kanının akışı gibi akar. Bu sebepledir ki burada da şöyle buyurur: «Sağında ve solunda onunla beraber oturup amellerini (gözetleyip) tesbît eden iki de (melek) vardır.» Bu iki melek insanın amellerini yazan meleklerdir. «O, (Âdemoğlu) bir söz atmaya dursun (bir kelâm konuşmayadursun), mutlaka yanında (bir kelimeyi, bir ha­reketi bile kaçırmaksızın yazmak üzere) hazır (bekleyen) bir gözcü var­dır.» Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyurur: «Oysa yaptıklarınızı bilen değerli yazıcılar, sizi gözetlemektedirler.» (înfitâr, 10-12).

Meleğin her sözü yazıp yazmadığı konusunda âlimler ihtilâf etmiş­lerdir. Hasan el-Bâsrî ve Katâde, meleğin her sözü yazdığı görüşünde­dirler. İbn Abbâs'ın iki kavlinden birine göre ise melek sadece sevâb ve­ya azabı gerektiren sözleri yazar. Ayetin zahiri bunlardan birinci gö­rüşü destekler mâhiyettedir. Zîrâ «O bir söz atmayadursun, mutlaka yanında hazır bir gözcü vardır.» âyet-i kerîme'si umûmîdir. İmâm Ah-med der ki: Bize Ebu Muâviye'nin... Bilâl îbn Haris el-Müzenî'den riva­yetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Kişi nereye vara­cağım bilmeden Allah'ın, hoşnûdluğunu gerektiren bir kelime konuşur da Allah bu kelime ile, Zâtına kavuşacağı güne kadar o kul için hoşnûdluğunu yazar. Bir kişi de nereye varacağını düşünmeden Allah'ın öfkesini gerektirecek bir kelime konuşur da Allah bu kelime ile, Zâtına kavuşacağı güne kadar o kul aleyhine öfkesini yazar. Ravîlerden birisi olan Alkame şöyle dermiş: Bilâl İbn Hâris'in hadîsi beni nice sözlerden alıkoymuştur. Tirmizî, Neseî ve îbn Mâce de hadîsi "Muhammed İbn Amr kanalıyla rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadîsin hasen, sahîh olduğunu söyler. Bu hadîsin Sahîh'de şahidi de vardır. Ahmed İbn Kays şöyle diyor: Kişinin sağındaki melek hayrı yazar. Soldaki meleğin emîridir. Kul bir hatâ işlediği takdirde soldaki meleğe: Yazma, der. Şayet kul Allah'a istiğfarda bulunursa onu yazmaktan men'eder. Şayet istiğfar et­memekte devam ederse o takdirde yazar. Ahmed İbn Kays'ın bu sözünü îbn Hatim rivayet etmiştir. Hasan el-Basrî «Sağında ve solunda onun­la beraber oturan iki melek vardır.» âyetini okumuş ve şöyle demiş: Ey Âdemoğlu senin için bir sayfa açıldı. Senin için iki şerefli melek görev­lendirildi. Birisi sağında, diğeri solundadır. Sağında olanı senin iyilik­lerini tesbît eder. Solundaki ise. kötülüklerini tesbît eder. Az veya çok dilediğini işle; öldüğün zaman sayfan kapatılır ve seninle beraber kab­rinde boynuna konulur. Tâ ki kıyamet günü sen çıkıncaya kadar. İşte o zaman şöyle buyrulur: «Her insanın işlediklerini boynuna dolarız. Ve onun için kıyamet gününde açılmış bulacağı bir kitab çıkarırız; Oku kitabım. Bugün kendi hesabın için kendi nefsin sana yeter.» (İsrâ, 13-14). Sonra Hasan el-Basrî şöyle demiştir: Allah'a yemîn olsun ki se­ni, kendi nefsini hesaba çekici kılan Allah Âdil'dir.

: Ali İbn Ebu Talha'nın İbn Abbâs'tan rivayetine göre o, «O bir söz atmaya dursun, mutlaka yanında hazır bir gözcü vardır.» âyeti hak­kında şöyle demiştir: Yedim, içtim, geldim, gittim, gördüm sözlerine varıncaya kadar hayır olsun, şer olsun onun her konuştuğunu yazar. Nihayet Perşembe günü olunca, söz ve ameli arzolunur. Onlardan, için­de hayır veya şer olanlar tesbît edilip bırakılır, geri kalanı atılır. İşte Allah Teâlâ'nın; «Allah dilediğini siler ve dilediğini bırakır. Ve ana kitâb O'nun katmdadır.» (Ra'd, 39) kavli bu anlamdadır. İmâm Ah-med'den naklen anlatıldığına göre o, bir hastalığı esnasında inlemişti. Ona Tâvûs'un: İnlemeye varıncaya kadar melek herşeyi yazar, dediği ulaşmış da ölünceye kadar bir daha İmâm Âhmed hiç bir zaman in­lememiş.

Allah Teâlâ: «Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldi. İşte bu; senin öte­den beri kaçıp durduğun şeydir.» âyet-i kerîme'sinde şöyle buyurur: Ey insan, ölüm sarhoşluğa gerçekten geldi ve senin, hakkında şüphele­nip durduğun yakîn üzerindeki örtüyü kaldırıp açtı. Şenin kaçmakta olduğun ölüm sana geldi. Ondan kaçma, kurtulma ve ondan kaçıp sığınacak bir yer yoktur. Müfessirler «Ölüm sarhoşluğu gerçekten gel­di. İşte bu; senin öteden beri kaçıp durduğun, şeydir.» âyetinde kime hitâb edildiği konusunda ihtilâf etmişlerdir. Sahîh olan, buradaki mu­hatabın insan olmasıdır. Buradaki muhatabın kâfir olduğu da, başka ihtimâller de serdedilmiştir. Ebu Bekr İbn Ebu Dünyâ der ki: Bize İb-râhîm İbn Ziyâd'ın... Alkame İbn Vakkas'dan rivayetine göre Hz. Âişe (r.a.) şöyle demiştir: Babam ölürken yanında hazır bulundum. Baş-ucunda oturuyordum. Ona bir baygınlık hali geldi. Ben: «Her kimin göz yaşı, içinde mahpus halde tutulmaya devam ederse mutlaka bir keresinde akıtılır», şiirini okudum. Başını kaldırdı ve: Ey kızcağızım, senin söylediğin gibi değil, aksine Allah Te&lâ'nın buyurduğu gibidir. O, şöyle buyuruyor: «Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldi. İşte bu; senin öteden beri kaçıp durduğun şeydir.» dedi. Yine Ebu Bekr İbn Ebu Dün-yâ'run Halef İbn Hişâm kanalıyla... Behiyy'den rivayetine göre o, şöy­le demiştir: Ebubekir (r.a.)'in hastalığı ağırlaştığında Hz. Âişe (r.a.) geldi ve şu beyti okudu: «Yemîn ederim ki bir gün can çekişip göğsü canına dar geldiği zaman dişiye zenginliği fayda vermez.» beytini oku­du. Hz. Ebubekir yüzünü açtı ve: Öyle değil, şöyle de: «Ölüm sarhoşlu­ğu gerçekten geldi. İşte bu; senin öteden beri kaçıp durduğun şeydir.» Ben bu haberin rivayet edildiği kanalları Ebubekir es-Sıddîk'ın Sîret'in-de ve onun vefatını anlattığım yerde verdim. Allah ondan razı olsun. Hz. Peygamber (s.a.) den nakledilen sahîh bir hadîse göre sekerât-ı mev­tinde Allah Rasûlü yüzündeki teri silmeye ve şöyle demeye başlamış : Sübhanallah şüphesiz ölüm için sekerât-ı mevt vardır.

«İşte bu; senin öteden beri kaçıp durduğun şeydir.» âyet-i kerîme'-Sübhanallah, şüphesiz ölüm için sekerât-ı mevt vardır.

1- Âyetin bu kısmında geçen  edatı, ism-i mevsûldür. Bu­na göre anlam şöyle oluyor: Senin öteden beri kaçmaya, uzaklaşmaya çalışıp durduğun şey senin başına gelmiştir.

2- Bu edat, olumsuzluk edatıdır. Buna göre anlam şöyle oluyor: Bu; senin kaçıp uzaklaşmaya güç yetiremediğin şeydir.

Taberânî Mu'cem el-Kebîr'inde der ki: Bize Muhammed İbn Ali es-Sâiğ'ın... Semure'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle bu­yurmuştur: Ölümden kaçanın misâli, yeryüzünün kendisinden borcu­nu istediği tilkinin misâli gibidir. Çıkıp koşar. Yorulup uykusuzluk iyi­ce bastırınca inine girer. Yeryüzü ona: Ey tilki, alacağım, der. Tilki sür'atle koşarak ininden çıkar. Böyle koşmakta devam eder de sonun­da boynu kırılır ve ölür. Bu misâlin hulâsa olarak anlatmak istediği şöyle ifâde edilebilir: Yeryüzünden ayrılmak ve uzaklaşmak, saçmak nasıl mümkün değilse aynı şekilde insan için de ölümden kurtuluş ve kaçış  yoktur.

Allah Teâlâ: «Sûr'a üfürülmüştür. İşte bu; geleceği va'dedilen gün­dür.» buyurur. Sûr'a üfürülme, korku, yıkılma ve yeniden diriltilme-ye dâir hadîs hakkında bilgi daha önce geçmişti. Ki yeniden diriltilme, kıyamet gününde olacaktır. Bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurur: Sûr'un sahibi Sûr'u ağzına almış, alnını eğmiş ve kendisi­ne izin verilmesini beklerken ben nasıl olur da sevinir ve rahat olu­rum. Ashabı: Ey Allah'ın elçisi, nasıl diyelim? diye sordular da Ra-sûlullah (s.a.): Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir, deyiniz, buyurdu. Bunun üzerine kavim: Allah bize yeter, O ne güzel Vekil'dir, dediler.

Allah Teâlâ: «Her nefis, yanında bir sürücü ve şâhidle gelir.» bu­yurur ki, bir melek onu mahşere sürer, bir melek de amellerini aleyhi­ne şâhid tutar. Bu, âyet-i kerîme'nin. zahirinden anlaşılmaktadır ve İbn Cerîr de bu açıklamayı tercih etmektedir. İbn Cerîr, İsmail İbn Ebu Hâlid kanalıyla Yahya İbn Râfi' —Bu,zât Sakîf kabilesinin kölesiydi— den rivayet eder ki o şöyle anlatıyor: Osman İbn Affân'ı hutbe okurken işittim. «Her nefis, yanında bir sürücü ve şâhidle gelir.» âyetini okudu ve şöyle dedi: Sürücü onu Allah'a sürecek, bir şâhid de işledikleri ile aleyhinde şâhidlik edecektir. Mücâhid, Katâde ve İbn Zeyd de böyle söylemiştir. Mutarrifin Eşcâ'ın kölesi Ebu Ca'fer'den, onun da Ebu Hüreyre'den rivayetine göre sürücü; melek, şâhid ise; kişinin ameli­dir. Dahhâk ve Süddî de böyle diyorlar. İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî der ki: Sürücü meleklerdendir, şâhid de bizzat insanın kendisidir. O, kendi nefsi aleyhine şâhidlik edecektir. Dahhâk İbn Müzâhim de böyle söylemiştir.

«Andolsun ki sen, bundan gaflette idin. İşte senin perdeni kaldır­dık. Bugün artık görüşün keskindir.» âyet-i kerîme'sindeki hitabın ki­me râci' olduğu hususunda İbn Cerîr üç görüş naklediyor:

1- Burada kasdedilen kâfirdir. Bu görüşü Ali İbn Ebu Talha, İbn Abbâs'tan rivayet ediyor. Dahhâk İbn Müzâhim ve Salih İbn Keysân da böyle söylemiştir.

2- Burada kasdedilen, iyisi ve günahkârı ile herkestir. Zîrâ dün­yaya nisbetle âhiret uyanıklık, dünya da uyku gibidir. İbn Cerîr bu açıklamayı tercih edip Hüseyn İbn Abdullah İbn Ubeydullah İbn Ab­bâs'tan  nakletmiştir.

3- Burada hitâb Hz. Peygamber  (s.a.)edir. Zeyd İbn Eşlem ve oğlu böyle söylemektedir. İkisinin söylediğine göre anlam şöyle oluyor: Sana vahyolunmazdan önce^ sen bu durumdan haberdâr değildin. Biz sana bunları inzal etmek suretiyle sendeki örtüyü kaldırıp açtık. Bu­gün senin görüşün artık keskindir. Ancak âyet-i kerîme'nin akışı bu üçüncü açıklamanın tersinedir. Zîrâ hitâb insanadır. «Andolsun ki sen, bundan gaflette idin.»  âyetinde, o gün kasdedilmektedir.  «İşte senin perdeni kaldırdık. Bugün artık görüşün (güçlü ve) keskindir.» Zîrâ kı­yamet günü herkes basiret sahibi olacaktır. Hattâ dünyadaki kâfirler bile kıyamet günü istikâmet üzere olacaklardır. Ancak bu onlara hiç bir fayda vermeyecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:    «Bize geldikleri gün; neler görüp neler işitecekler.» (Meryem, 38). «Suçluları, Rablarının huzurunda başları öne eğilmiş olarak: Rabbımız, gördük ve dinledik. Artık bizi geri döndür de sâlih amel işleyelim. Gerçekten biz kesin olarak inandık, derlerken bir görsen.» (Secde, 12).[4]

 

23  — Ona yakın olan dedi ki: İşte yanımda hazır olan şey.

24  - Siz ikiniz atın cehenneme, her inâdçı kâfiri;

25  — Hayra bütün hızıyla engel olan azgın şüpheciyi.

26  — Ki o; Allah'tan başka bir ilâh   edinmiştir. Haydi siz ikiniz onu, en şiddetli azabın içine atın.

27  — Onun yakın dostu dedi ki: Rabbımız, ben onu az­dırmadım, fakat kendisi derin bir sapıklıktaydı.

28  — Buyurdu ki: Benim katımda çekişmeyin. Size ön­ceden tehdîd göndermiştim.

29  — Benim katımda söz değiştirilmez. Ve Ben, kulla­ra asla zulmedici değilim.

 

Atın Cehenneme

 

Allah Teâlâ, Âdemoğlunun amelini tesbîtle görevli meleğin kıya­met günü, onun yaptıkları ile aleyhine şehâdette bulunup: «İşte ya­nımda (fazla ve noksan olmaksızın) hazır olan şey.» diyeceğini haber verir. Mücâhid der ki: Bu, sürücü meleğin sözüdür. O, şöyle diyecek: Be­ni kendisine muvazzaf ile kılındığım Âdemoğlu işte, onu hazır ettim. İbn Cerîr ise bu sözün, sürücü ve şâhid olan meleği de içine alacağı gö­rüşünü tercih eder. Onun bu husustaki yönelişi doğrudur ve kuvvetli­dir. İşte o esnada Allah Teâlâ yaratıklar hakkında adaletle hükmedip: «Siz ikiniz atın cehenneme, her inâdçı kâfiri.» buyuracaktır. Dil bilgin­leri burada «Siz ikiniz atın cehenneme.» ifâdesine takılmışlardır. Bazı­ları bunun Arap dilinde mevcûd bir ifâde tarzı olduğunu ve bir kişiye iki kişi imiş gibi hitâb edildiğini söylerler. (...) Âyetin zahirinden anla­şıldığına göre ise burada hitâb, hem sürücü ve hem de şâhid olanadır. Sürücü melek, kişiyi hesaba çekilme arsalannda hazır edecek; şâhid olan şehâdetini yerine getirince de, Allah Teâlâ her ikisine birden onu cehennem ateşine atmalarını emredecektir. Orası ne kötü varılacak yer­dir.

«Siz ikiniz atın cehenneme, (çokça küfreden, hakkı yalanlayan, hak ile inâdlaşan, bile bile hakka bâtılla karşı çıkan) her inâdçı kâfiri. Hayra bütün hızıyla engel olan (üzerindeki hakları yerine getirmeyen, sıla-i Rahm'i kesen iyiliği ve sadakası olmayan, harcadıklarında haddi aşan) her azgın şüpheciyi.» Katâde ( jcu* ) kelimesini şöyle açık­lar: Konuşmasında, davranışlarında ve işlerinde haddi aşan. Allah Te­âlâ buyurur ki: «Şüpheci (İşinde ve işini düşünüp düzenleyen hak­kında şüphe içinde olan) her azgın şüpheciyi atın cehenneme. Ki o; Al­lah'tan başka bir ilâh edinmiş (Allah'a ortak koşarak O'nunla beraber bir başkasına tapınmış) tır. Haydi siz ikiniz onu, en şiddetli azabın içi­ne atın.» Daha önce geçen bir hadîste belirtildiği üzere cehennemden bir parça yaratıklara görünür ve bütün yaratıkların duyacağı bir ses­le: Şüphesiz ben üç kişi ile görevlendirildim: Her inâdçı zorba ile, Al­lah'tan başka ilâh edinen ve tasvir yapanlarla, diye nida eder daha sonra da onlara doğru eğilir ve onları kuşatır. İmâm Ahmed der ki: Bize Muâviye İbn Hişânı'ın... Ebu Saîd el-Hudrî'den, onun da Hz. Pey­gamber (s.a.)den rivayetine göre, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Cehennemden bir parça çıkar ve konuşarak şöyle der: Bugün üç kişi ile görevlendirildim: Her bir zorba ile, Allah ile beraber başka bir ilâh edinen ile, karşılıksız olarak bir cana kıyan ile. Sonra onlara sarılır ve cehennemin alevleri içine atar.

«Onun yakın dostu dedi ki...» âyetinde zikredilen arkadaşın, o ki­şi ile görevlendirilmiş şeytân olduğu İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde ve başkaları tarafından belirtilmektedir. Kıyamete kâfir olarak erişen in­sanın şeytânı ondan uzaklaşır ve: «Rabbımız, onu ben azdırmadım, (da­lâlete düşürmedim) fakat kendisi derin bir sapıklıktaydı. (Bizzat o sa­pıktı, bâtılı kabul edecek tıynette idi ve hak ile inâdlaşandı.)» der. Ni­tekim Allah Teâiâ başka bir âyet-i ker-îme'de şöyle haber verir: «İş olup bitince şeytân dedi ki: Gerçekten Allah, size sözün doğrusunu söylemiş­ti. Ben de size söz verdim ama sonra caydım. Sizi zorlayacak hiç bir gü­cüm de yoktu. Yalnız ben, sizi çağırdım, siz de geldiniz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Esasen daha önce, beni Allah'a ortak koşmanızı ka­bul etmemiştim. Doğrusu zâlimlere can yakıcı bir azâb vardır.» (İbrâ-hîm, 22).

Rab Teâlâ insanla onun arkadaşı olan cinne: «Benim katımda çe­kişmeyin.» buyurur. O ikisi Hak Teâlâ'nın huzurunda çekişirler. İnsan: Rabbım, zikir bana geldikten sonra beni ondan saptıran budur, der. Şey­tân da kalkıp: «Rabbımız, ben onu azdırmadım fakat kendisi derin bir sapıklıktaydı. (Hak yoldan uzaktı.)» der. Rab Teâlâ da ikisine birden: «Benim katımda çekişmeyin. Size önceden tehdîd (uyarıcı) göndermiş­tim. (Rasûllerin dili ile sizin özrünüzü kaldırmış, size kitablar indirmiş­tim. Böylece aleyhinize hüccetler, deliller ve burhanlar dikilmişti.)» bu­yurur.

Mücâhid «Benim katımda söz değiştirilmez.» âyetini şöyle anlıyor: Şüphesiz ben hükmetmiş olduğum şeye kesin olarak hükmetmişimdir.» «Ve Ben, kullara asla zulmedici değilim.» Herhangi bir kimseye başka bir kimsenin günâhı yüzünden azâb edecek değilim. Bir kimseye yine an­cak kendi günâhı sebebiyle ve aleyhinde hüccet konulduktan sonra azâb ederim.[5]

 

30 — O gün cehenneme: Doldun mu? deriz. O da: Daha var mı? der.

31  — Cennet de takva sahiplerine yaklaştırılır. Zâten uzakta değildir.

32  — İşte size va'dolunan   budur. Ki o dâima Allah'a yönelen ve buyruklarına riâyet eden,

33 — Görmediği halde Rahman'dan korkan ve Allah'a yönelik bir kalb ile gelenlere.

34  — Selâmetle girin oraya, tşte bu, ebediyyet günü­dür.

35  — Orada   diledikleri onlarındır.   Katımızda daha fazlası da var.

 

Daha Var Mı?

 

Allah Teâlâ kıyamet günü cehenneme: «Doldun mu?» diye sora­cağını haber veriyor. Zîrâ Allah Teâlâ cehenneme, onu bütün insan ve cinlerle dolduracağını va'detmişti. Allah Teâlâ oraya atılmasını emre­deceği kimselerin atılmasını buyurur da onlar cehenneme atılırken ce­hennem: «Daha var mı? (Bana artıracağın bir şey kaldı mı?)» der. Âyetin akışından açıkça anlaşılan da budur. Buna hadîs-i şerifler de delâlet etmektedir. Nitekim bu âyetin tefsîri'nde Buhârî der ki: Bize Abdullah İbn Ebu Esved'in... Enes İbn Mâlik'den, onun da Hz. Peygam­ber (s.a.)den rivayetine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: (Ce­hennemlikler) cehenneme atılır. Cehennem: «Daha var mı?» der. Ni­hayet (Rab Teâlâ) ayağım cehennemin üzerine koyar da cehennem: Yeter, yeter, der. İmâm Ahmed'in Abdülvehhâb kanalıyla... Enes'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Cehenneme atıl­ma devam ederken o: Daha var mı? der. Nihayet Rabbu'l-İzzet ona aya­ğını koyar ve cehennem dürülüp birbirine sarılarak: İzzet ve keremin hakkı için yeter, yeter, der. Cennette ise devamlı olarak bir fazlalık ve boş yer olacak da Allah Teâlâ orası için diğer yaratıklar varedecek ve onlan cennetin bu fazlalıklarında yerleştirecek. Hadîsi yukardakine benzer şekilde Müslim de Katâde'den rivayet etmiştir. Ebân el-Attâr ve Süleyman et-Teymî de hadîsi yukardakine benzer şekilde Katâde'den rivayet ederler. Buhârî'nin Muhammed İbn Mûsâ el-Kattân kanalıy­la... Ebu Hüreyre'den —Ebu Hüreyre hadîsi Hz. Peygambere ulaştırı­yor— rivayetine göre cehenneme: «Doldun mu?» denilecek de cehen­nem: «Daha var mı?» diyecek. Rab Teâlâ ayağını cehennemin üzerine koyacak ve o: Yeter, yeter, diyecek. Hadîsi Ebu Eyyûb ve Hişâm İbn Hassan da Muhammed İbn Sîrîn'den rivayet etmişlerdir. Buhâri der ki: Bize Abdullah İbn Muhammed'in... Ebu Hüreyre'den rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: Cennet ve cehennem çekişti­ler. Cehennem: Büyüklenenler ve zorbalar için seçildim, dedi. Cennet de: Niçin bana sadece insanların zayıfları ve değersizleri sokuluyor, de­di. Allah Teâlâ cennete: Sen, Benim rahmetimsin; kullarımdan diledi­ğime seninle rahmet ederim. Cehenneme de: Sen, Benim   azâbımsm; kullanmdan dilediğime seninle azâb ederim. İkinizden her bireri de do­lacaktır, buyurdu. Cehenneme gelince; o dolmayacak ve sonunda (Al­lah Teâlâ) ayağını onun üzerine koyacak da cehennem: Yeter, yeter, diyecek ve işte o zaman dolacak ve dürülüp birbirine sarılacak (içice geçecek). Allah Teâlâ yaratıklarından hiç kimseye asltf zulmetmez. Cen­nete gelince; şüphesiz Allah, onun için başka yaratıklar var edecektir.

Sahîh*inde Müslim der ki: Bize Osman îbn Ebu Şeybe'nin Ebu Saîd (el-Hudrî)den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Cennet ve cehennem çekiştiler. Cehennem: Bende zorbalar ve büyükle-nenler var, dedi. Cennet: Bende insanların zayıflan ve yoksulları var, dedi. Allah Teâlâ ikisi arasında hüküm verip cennete: Sen ancak Be­nim rahmetimsin. Seninle kullarımdan dilediğime rahmet ederim; ce­henneme de: Sen ancak Benim azâbımsın, seninle kullarımdan diledi­ğime azâb ederim, ikinizden her bireri de dolacaktır, buyurdu. Hadîsi bu kanaldan sadece Müslim rivayet etmiştir. Allah Teâlâ en iyi bilen­dir. İmâm Ahmed ise hadîsi başka bir kanaldan ve Ebu Saîd el-Hudrî'-den yukardakine göre daha genişçe rivayet eder ve der ki: Bize Hasan ve Ravh'ın... Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Cennet ve cehennem birbirlerine karşı övündüler. Cehennem: Rabbım, zorbaları, büyüklenenleri," kralları ve eşrafı bana koydun, dedi. Cennet de: Rabbım, zayıfları, fakirleri ve yoksulları bana koydun, dedi. Allah Teâlâ cehenneme: Sen Benim azâbımsın. Dilediğimi sana koyarım; Cennete de: Sen Benim rahmetimsin, rahmetim her şeyi kuşatır. Her ikiniz de dolacaksınız, buyurdu. Cehennemlikler cehenne­me atılırken o: Daha var mı? der. Ona yine atılır ve: Daha var mı? der. Ona atılmaya devam eder de o: Daha var mı? diye sorar. Nihayet Allah Teâlâ ona gelir, ayağını üzerine koyar da cehennem dürülür ve: Yeter, yeter, der. Cennete gelince; orada Allah'ın boş kalmasını diledi­ği kadar boş yer kalır ve Allah Teâlâ orası için dilediği yaratığı var eder.

Hafız Ebu Ya'lâ Müsned'inde der ki: Bize Ukbe İbn Mükrim'in... Ubeyy İbn Kâ'b'dan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyb buyur­muştur. Kıyamet günü Allah Teâlâ yüce Zâtını bana tanıtır ve ben O'na benden hoşnûd olacağı bir secde ile secde eder, sonra benden hoşnûd olacağı bir övgü ile O'nu överim. Bana konuşma izni verilir, sonra ce­hennemin iki ucu arasına kurulmuş olan Sırat üzerinden ümmetim ge­çer. Onlar bir göz kırpmasından, oktan, en soylu attan daha sür'atli olarak geçerler. Ümmetimden kimisi de oradan sürünerek geçer. Bu, amellerine göredir. Cehennem daha da artırılmasın ister de Allah Te­âlâ üzerine ayağını koyar ve o birbirine dürülüp sarılarak: Yeter, ye­ter, der. Ben, Havz-ı Kevser'in başında olurum. Ey Allah'ın elçisi, Havz-ı Kevser de nedir? denildi de Allah Rasûlü: Nefsim kudret elinde olan (Allah) a yemîn ederim ki onun şarâbı sütten daha beyaz, baldan daha tatlı, kardan daha soğuk ve kokusu miskten daha hoştur. Onun kapları yıldızların sayısından daha çoktur. Ondan içen insan bir daha ebediy-yen susamaz, oradan geri çevrilen ise bir daha asla suya kanmaz, bu­yurdu. İbn Cerîr de bu kavli ihtiyar etmiştir. İbn Ebu Hâtim'in Ebu Saîd el-Eşecc kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, «O gün ce­henneme: Doldun mu? deriz. O da: Daha var mı der?» âyeti hakkında şöyle demiştir: Cehennem: Doldun mu? sorusuna cevaben: Dolmadım; bende artırılacak bir yer var mı? der. Hakem İbn Ebân'ın İkrime'den rivayetine göre o, «O da: Daha var mı? der» kısmını şöyle açıklar: Ben­de bir tek giriş mi var? doldum der. Velîd İbn Müslim'in Yezîd İbn Ebu Meryem'den rivayetine göre; o, Mücâhid'i şöyle derken işitmiş: Ce­henneme atılma devam eder de sonunda o: Doldum, daha var mı? der. Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eslem'den de buna benzer bir açıklama ri­vayet edilmiştir. Yukarda anılan âlimlere göre Allah Teâlâ'nm cehen­neme: «Doldun mu?» diye sorması ancak Rab Teâlâ'nın cehennem üze­rine ayağını koymasından sonradır. İşte o zaman cehennem dürülüp bü-rülecek ve: Bende birilerini daha içine alacak fazladan yer kaldı mı? diyecektir. İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî der ki: Bu; cehennemde bir iğ­ne yeri kadar boş yer kalmadığı zaman olacaktır. En doğrusunu Allah bilir.

Allah Teâlâ: «Cennet de takva sahiplerine yaklaştırılır. Zâten uzak­ta değildir.» buyurur ki Katâde, Ebu Mâlik ve Süddî burayı şöyle açık­larlar: Cennet, takva sahiplerine yaklaştırılır. Bu durum, kıyamet gü­nü olacaktır. Kıyamet ise elbette uzak değildir. Zîrâ şüphesiz meydana gelecektir. Her gelecek ise mutlaka vuku bulacaktır.

«İşte size vaadolunan budur. Ki o, dâima Allah'a yönelen ve (Al­lah'a çokça tevbe edip hatâlarından sıyrılan, Allah'ın) buyruklarına ri­âyet eden (Allah'ın ahdini muhafaza edip bozmayan ve ahdinden dön­meyen)...» Ubeyd İbn Umeyr kelimesini şöyle açıklar: Hangi meclise oturursa otursun Allah'a istiğfarda bulunan ve çokça Allah'a yönelerek buyruklarına riâyet eden.

«Görmediği halde Rahmân'dan korkan.» Allah'tan başka kendisini hiç kimsenin görmediği gizli bir yerde Allah'tan korkan. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyuruyor: Bir kimse ki, yalnız olduğu halde Allah'ı anıp gözleri yaşarır...

«Ve Allah'a yönelik bir kalb ile gelenlere.» Allah'a boyun eğmiş, Al­lah'a yönelmiş bir kalb-i selim ile kıyamet günü Allah'a kavuşan kimse­ler içindir.

«Selâmetle girin oraya (cennete).» Katâde der ki : Onlar Allah'ın azabından kurtulurlar ve Allah'ın melekleri onlara selâm verir.

«İşte bu, ebediyyet günüdür.» Onlar, cennette ebedî olup asla ölmeyecekler, oradan akılmayacaklar ve ayrılmak da istemeyeceklerdir. «Orada diledikleri onlarındır.» Her neyi ki seçip tercîh etseler bulacak­lar, hangi lezzet çeşidinden isteseler hemen onlara hazır edilecektir. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Zür'a'mn... Kesîr İbn Mürre'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Cennetlikler için artırılacak nimetlerden birisi de bulutun cennetliklerin üzerinden geçmesi ve: Ne istiyorsanız size yağdırayım? demesidir. Bir şey ister istemez hemen onlara yağdırır. Râvî Kesîr der ki: Şayet Allah beni orada hazır bulunduracak olursa ben: Bize süslü cariyeler yağdır, diyeceğim, demiştir. İbn Mes'ûd'dan rivayet edilen bir hadîste Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Sen cennette bir kuşu arzulayacaksın da hemen önüne kızarmış olarak dü­şecek. İmâm Ahmed der ki: Bize Ali İbn Abdullah'ın... Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Mü'-min cennette çocuk arzuladığı zaman çocuğun hamileliği, doğurulması ve yetişip gelişmesi bir anda olacaktır. Hadîsi Tirmizî ve İbn Mâce, Bün-dâr'dan, o ise Muâz İbn Hişâm'dan rivayet etmiştir. Tirmizi: Hasendir, garîbdir, deyip şu fazlalığı getirir: Arzuladığı şekilde.

Allah Teâlâ'nın: «Katımızda daha fazlası da var.» kavli şu âyet-i kerîme gibidir: «Güzel davrananlara daha güzeli ve fazlası var.» (Yû­nus, 26) Daha önce de geçtiği üzere Müslim'in Sahîh'inde Suheyb İbn Sinan er-Rûmî'den rivayete göre bu fazlalık Allah Teâlâ'nın vech-i ke-rîmi'ne bakmaktır. Bezzâr ve İbn Ebu Hâtim'in Şerîk el-Kâdî kanalıy­la... Enes İbn Mâlik'den «Katımızda daha fazlası da var.» âyeti hakkın­da rivayetlerine göre o, şöyle demiştir: Rab Teâlâ her cum'a onlara gö­rünecektir. Hadisi İmâm Ebu Abdullah eş-Şâfiî de Müsned'inde merfû' olarak rivayet edip şöyle der: Bize İbrahim İbn Muhammed'in... Enes îbn Mâlik'den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Cebrail Allah Ra­sûlü (s.a.)ne içinde bir nokta bulunan bir ayna getirdi. Hz. Peygamber (s.a.): Bu nedir, diye sordu. Cebrail: Bu, Cum'adır. Sen ve ümmetin bu­nunla Üstün kılındı. İnsanlar —yahûdî ve Hıristiyanlar— bunda size ta­bidirler. Bunda sizin için hayır vardır. Onda Öyle bir saat vardır ki bir mü'min o saata denk gelerek Allah'tan bir hayır dilerse mutlaka ona ic&bet olunur. O, bizim katımızda artırma günüdür, dedi. Hz. Peygam­ber (s.a.): Ey Cebrâîl, artırma günü nedir? diye sordu. Cebrail şöyle dedi: Şüphesiz Rabbın, Firdevs cennetinde geniş bir vâdî edinmiştir. Ora­da misk tepecikleri vardır. Cum'a günü olunca Allah Teâlâ dilediği ka­dar meleği indirir. Çevresinde nurdan minberler ve onların da üzerinde peygamberlerin oturakları vardır. Bu minberler yâkût ve zeberced ile süslenmiş altın.minberlerle çevrilmiştir. Bu minberlerin üzerinde de şe-Mdler ve sıddîklar vardır. Onların arkalarına o misk tepeciklerine otur­muşlardır. Allah Teâlâ: Ben Rabbımzım, size olan va'dimde şüphesiz Ben sadık'ım. Benden isteyin ki size vereyim, buyurur. Onlar: Rabbımız, Senden hoşnûdluğunu dileriz, derler. Allah Teâlâ: Şüphesiz sizden hoş-nûd olmuşumdur. Sizin Benden temenni edeceklerinizi yerine getirece­ğim ve katımda daha da fazlası var, buyurur. Onlar, Rablan kendilerine hayır verdiğinden dolayıdır ki Cum'a gününü severler. O günde Rab-bıniz Arş'a hükmetmiş, o günde Âdem yaratılmış ve o günde Kıyamet kopacaktır. İmâm Şafiî hadîsi bu şekli ile «el-Ümm» adlı kitabının Cum'a bahsinde vermektedir. Bu hadîsin Enes îbn Mâlik'e varan muh­telif kanalları vardır. îbn Cerîr bu hadîsi Osman tbn Umeyr kanalıyla Enes'den buradakinden daha, geniş olarak zikretmiştir. Yine burada îbn Cerîr, Enes İbn Mâlik'den mevkuf olarak uzun bir haber nakleder ki, bu haberin içinde birçok garîblikler vardır.

İmâm Ahmed der ki: Bize Hasan'ın... Ebu Saîd el-Hudrî'den, onun da Allah Rasûlü (s.a.)nden rivayetine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle bu­yurmuştur: Kişi cennette yetmiş sene yerinden başka bir yere ayrılmak-sızın yaslanır. Sonra bir kadın ona gelir ve omuzuna dokunur. Yüzünü ona çevirir ve görür ki yanaklan aynadan daha parlaktır. Üzerindeki en değersiz inci, Doğu ile Batı arasını aydınlatır. Kadın ona selâm verir, o selâmını alır ve sorar: Sen kimsin? Kadın: Ben Allah katındaki fazla­lıktanım, der. Üzerinde yetmiş hülle vardır. Onun en aşağı derecede ola­nı Tuba'dan kırmızı kan rengindedir. Kişi bakışlarını o kadma çevir­diğinde baldırlarının iliğini görür. Üzerinde öyle taçlar vardır ki bu ta­cın en değersiz incisi Doğu ile Batı arasını aydınlatır. Abdullah İbn Vehb de hadîsi bu şekilde Amr îbn Hâris'den, o da Derrâc'dan rivayet etmiş­tir.[6]

 

36  — Biz, onlardan önce kendilerinden daha kuvvetli olan ve diyar diyar dolaşan nice nesilleri yok etmişizdir? Kurtuluş var mı?

37  — Şüphesiz bunda kalbi olan veya hazır bulunup da kulak veren kimseler için elbette bir öğüt vardır.

38  — Andolsun ki Biz, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattık. Ve Bize hiç bir yorgun­luk da dokunmadı.

39  — Ne derlerse sabret sen. Güneşin doğuşundan ev­vel ve batışından önce Rabbını hamd ile tesbîh et.

40  — Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından da O'nu tesbîh et.

 

Kalbi Olan

 

Allah Teâlâ buyurur ki: Biz, bu inkarcılardan önce daha kuvvetli olan, sayıca daha çok, kuvveftçe daha güçlü olan ve yeryüzünü diyar diyar gezip dolaşarak araştıran, bunların i'mâr etmesinden daha çok yeryüzünü i'mâr eden nice nesilleri yok etmişizdir. İbn Abbâs «Diyar diyar dolaşan.» kısmını: Orada eserler bırakan, şeklinde; Mücâhid: Yer­yüzünü dolaşan, şeklinde; Katâde de: Sizin dolaştığınızdan daha çok rı-zık ve ticâret, kazanç arayarak ülkelerde dolaşan, şeklinde açıklamış­lardır. (...)

Allah Teâlâ: «iturtuluş vkr mı?» buyurur ki, onlar için Allah'ın kaza ve kaderinden kaçacak bir yer var mı? Onların topladıkları, Al­lah'ın elçilerini yalanlamış olarak geldiklerinde kendilerine fayda verip, Allah'ın azabını onlardan geri çevirecek mi? İşte sizler için kaçıp kur­tulacağınız ve sığınacağınız bir yer yoktur.

«Şüphesiz, bunda kalbi ol(up da anlay)an veya hazır bulunup da ku­lak veren (sözü dinleyip ezberleyen, kalbi ve aklı ile anlayan) kimseler için elbette bir öğüt, (bir ibret) vardır.» Mücâhid âyet-i kerîme'deki kelimesini, akılla izah eder. Yine Müeâhid «Veya hazır bu­lunup da kulak veren kimseler» kısmını şöyle açıklar: Aklına başka bir şey getirmeyen ve kalbiyle hazır bulunup kulak veren kimseler... (...)

Allah Teâlâ'nın: «Andolsun ki, Biz, gökleri, yeri ve ikisinin arasın­da bulunanları altı günde yarattık. Ve Bize hiç bir yorgunluk da dokun­madı.» kavlinde kıyamet ve Allah'a dönüşün kalblere yerleştirilmesi vardır. Zîrâ gökleri ve yeryüzünü yaratmaya kadir olup bunları yarat­makla yorulmayan, hiç şüphesiz evleviyyetle ölüleri diriltmeye de ka­dirdir. Katâde der ki: Yahudiler —Allah'ın lanetleri onlar üzerine ol­sun— : Allah gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra yedinci günde is­tirahat etti. Bu gün Sebt günüdür, demişlerdi. Onlar bugüne rahat gü­nü ismini verirler. Allah Teâlâ onlann bu te'vîl ve sözlerini yalanlama sadedinde olarak: «Ve Bize hiç bir yorgunluk da dokunmadı.» âyetini indirdi. Allah Teâlâ başka âyet-i kerîme'lerde de şöyle buyurur: «Gör­mezler mi ki; gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah, Ölüleri de diriltmeye kadirdir. Evet o, muhakkak her şeye kadirdir.» (Ahkâf, 33), «Elbetteki göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür.» (Ğâfir, 57), «Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı? Ki Allah onu bina etmiştir.» (Nâzi-ât, 27).

Allah Teâlâ buyurur ki: «(Yalanlayanlar) ne derlerse sen sabret. (Onlardan güzel bir şekilde ayrılıp onları terket.) Güneşin doğuşundan evvel ve batışından Önce Rabbını hamd ile tesbîh et.» İsrâ ve Mi'râc'-dan evvel farz namazlar güneşin doğuşundan önce fecr vaktinde ve. güneşin batışından önce ikindi vaktinde olmak üzere iki idi. Geceleyin kalkıp ibâdet etme bir sene süreyle Hz. Peygamber (s.a.) ve ümmetine vâcib idi. Sonra bunun vâcib oluşu ümmeti hakkında nesh olundu. Da­ha sonra Allah Teâlâ, bütün bunları İsrâ Gecesi beş vakit namazla kal­dırdı. Fakat sabah ve ikindi namazları bu beş vakit namaz içinde kaldı. Bu ikisi güneşin doğuşundan evvel ve güneşin batışından öncedir.

İmâm Ahmed der ki: Bize Vekî'in... Cerîrİbn Abdullah'dan rivaye­tine göre o, şöyle demiştir: Biz Hz. Peygamber (s.a.)in yanında oturu­yorduk. Ayın ondördüncü gecesi aya baktı ve şöyle buyurdu: Sizler Rabbınıza arzolunacaksımz ve şu ayı gördüğünüz gibi birbirinize eziyet vermeksizin O'nu göreceksiniz. Şayet güneşin doğuşundan ve batışından önce namaz kılmaya güç yetirebilirseniz bunu yapın. Daha sonra Allah Rasûlü: «Güneşin doğuşundan evvel ve batışından önce Rabbını hamd ile tesbîh et.» âyetini tilâvet buyurdu. Buhârî, Müslim ve Kütüb-ü Sitte sahiplerinden diğerleri hadîsi İsmail kanalıyla rivayet etmişlerdir.

«Gecenin bir bölümünde O'nu tesbîh et (O'nun için namaz kıl)» âyet-i kerîme'si Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir: «Geceleyin yalnız sana mahsûs olmak üzere teheccüd namazı kıl. Umulur ki Rabbm, seni öğül-müş bir makama gönderiverir.» (İsrâ, 79). İbn Ebu Necîh'in Mücâhid^-den, onun da îbn Abbâs'tan rivayetine göre ((Secdelerin ardından da O'nu tesbîh et.» âyeti kerîme'sinde namazdan sonraki tesbîh kastedil­mektedir. Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde Ebu Hüreyre'den rivayet edilen şu hadîs de bu görüşü destekler mâhiyettedir: Ebu Hüreyre di­yor ki: Muhacirlerin fakîrleri geldiler ve: Ey Allah'ın elçisi, malı çok olan zenginler yüce dereceleri ve cennetteki devamlı nimetleri alıp gö­türdüler, dediler. Allah Rasûlü: O da neden? diye sordu. Onlar: Bizim namaz kıldığımız gibi namaz kılıyorlar, bizim oruç tuttuğumuz gibi oruç tutuyorlar, biz tasaddukta bulunamazken onlar tasadduk ediyorlar, biz köle âzâd edemezken onlar âzâd ediyorlar, dediler. Allah Rasûlü şöyle buyurdu: Size öyle bir şey öğreteceğim ki onu yaptığınız takdirde siz­den sonrakileri geçersiniz. Sizin yaptığınız gibi yapanlar çlışında hiç kimse sizden daha üstün olmaz: Her namazın akabinde otuz üçer kere Allah'ı tesbîh eder, Allah'a hamdeder ve Allah'ı ulularsınız. Onlar daha sonra: Ey Allah'ın elçisi, mal sahibi kardeşlerimiz bizim yaptıklarımızı işittiler ve bizim yaptıklarımız gibisini yaptılar, dediler de bunun üzeri­ne Allah Rasûlü: Bu; Allah'ın bir lütfudur ki dilediğine verir, buyur­du.

«Secdelerin ardından da O'nu tesbîh et.» âyet-i kerîme'sinden mak­sadın ne olduğuna dâir ikinci bir görüşe göre bu; akşam namazından sonra kılınan iki rek'at nafile namazdır. Bu; Hz. Ömer, Hz. Ali ve oğlu Hz. Hasan, İbn Abbâs, Ebu Hüreyre ve Ebu Ümâme'den rivayet edil­miştir. Mücâhid, İkrime, Şa'bi, Nehaî, Hasan el-Basrî, Katâde ve baş­kaları da böyle söylemiştir. İmâm Ahmed der ki: Bize Vekî' ve Abdur-rahmân'ın... Hz. Ali'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Allah Rasû­lü (s.a.) sabah ve ikindi namazları dışında her farz namazın peşinden iki rek'at namaz kılardı. Abdurrahmân: Her namazın akabinde, demiş­tir. Hadîsi Ebu Dâvûd ve Neseî, Süfyân es-Sevrî kanalıyla rivayet etmiş­lerdir. Neseî'nin rivayet zincirinde: Mutarrif, Ebu İshâk'dan fazlalığı vardır. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Hârûn İbn İshâk el-Hemedânî'nin... İbn Abbas'tan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: Bir gece Allah Rasûlü (s.a.)nün yanında geceledim. Sabah namazından önce çabucak iki rek'­at namaz kıldı sonra da namaza çıktı. Şöyle buyurdu: Ey İbn Abbâs, sa­bah namazından önceki iki rek'at, yıldızların ardından yapılan tesbîh; akşam namazından sonraki iki rek'at namaz da secdelerin ardından yapılan teşbihtir. Hadîsi Tirmizî de Ebu Hişâm er-Rifâî'den, o ise Mu-hammed İbn Fudayl'dan rivayet etmiştir. Tirmizî: Hadîs garîbdir, sade­ce bu kanaldan rivayetini biliyoruz, demiştir. İbn Abbas'tan rivayet edi­len ve onun, bir gece teyzesi Meymûne'nin evinde geceleyip o gece Hz. Peygamber (s.a.) ile otuz üç rek'at namaz kıldığını belirten hadîs, Bu-hârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde ve başka eserlerde mevcuddur. Ancak bu fazlalık garîb olup sadece bu kanaldan rivâyetiyle bilinmektedir. Ha­dîsin râvilerinden Ruşdeyn İbn Küreyb, zayıf bir râvîdir. Herhalde bu fazlalık İbn Abbas'tan mevkuf olarak nakledilmiş olmalıdır. En doğru­sunu Allah bilir.[7]

 

41 — Bir münâdînin yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver.

42 — O gün bu sayhayı gerçekten işiteceklerdir, tşte bu, çıkış günüdür.

43 — Şüphesiz öldürecek de, diriltecek de Biziz Biz. Ve dönüş de ancak Bizedir.

44  — O gün yer yarılır, onlar çabucak çıkarlar. İşte bu, Bize göre kolay olan bir haşirdir.

45  — Biz, onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üstünde bir zorba  değilsin.   Tehdidimden  korkacaklara Kur'ân'la öğüt ver.

 

Bir Münâdî

 

Allah Teâlâ buyurur ki: «(Ey Muhammed,) bir münâdînin yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver.» Katâde'nin rivayetine göre Kâ'b el-Ahbâr şöyle diyor: Allah Teâlâ bir meleğe emredecek de Beyt el-' Makdis'in kayası üzerinde şöyle nida edecek: Ey çürümüş kemikler, ey parça parça olmuş mafsallar, Allah hükümlerin ayrılması için bir araya gelmenizi emrediyor.

«O gün bu sayhayı gerçekten işiteceklerdir.» âyet-i kerîme'sinde birçoklarının şüphelendikleri hakkı getirecek olan Sûr'a üfürülme kasd-edilmektedir. «İşte bu, (kabirlerden) çıkış> günüdür. Şüphesiz öldüre­cek de, diriltecek de Biziz Biz. Ve dönüş de ancak Bizedir.» Yaratmaya ilk başlayan, sonra tekrarlayan O'dur. Bu, O'na pek kolaydır. Bütün yaratıkların dönüşü O'nadır. Herkesin amelinin karşılığını verecek: Ameli hayır ise karşılığı da hayır; ameli kötü ise karşılığı da kötü ola­caktır.

Allah Teâlâ: «O gün yer yarılır, onlar çabucak çıkarlar.» buyurur ki, Allah Teâlâ gökten bir yağmur indirecek de bununla tanenin su ile toprakta bittiği gibi yaratıkların cesedleri kabirlerinde bitecek. Cesed-ler oluşunca Allah Teâlâ İsrafil'e emredecek de, o Sûr'â üfürecek. Ruh­lar Sûr'daki bir deliğe konulmuş olacaklar. İsrafil Sûr'u üfürdüğü za­man ruhlar gökle yer arasında dalgalanarak çıkacaklar. Allah-Teâlâ : tzzet ve Celâl'im hakkı için her rûh daha önceden canlandırmakta oldu­ğu cesede dönecek, buyuracak. Böylece her rûh, cesedine dönecek ve yı­lan sokmuş kimsenin vücûdunda zehirin işlediği gibi cesede işleyecek. Yeryüzü o gün yarılacak ve onlar hızla Allah'ın emrine koşarak hesâb yerine gidip duracaklar. «O çağırana koşarak, kâfirler: Bu, zorlu bir gündür, derler.» (Kamer, 8), «O, sizi çağırdığı gün; hamdederek dave­tine uyarsınız. Ve çok az kalmış olduğunuzu zannedersiniz.» (îsrâ, 52). Müslim'in Sahîh'inde Enes'ten rivayet edilen bir hadîste Allah Rasûlü şöyle buyurur: Yeryüzünün kalkması için yanlacağı ilk kimse benim.

«tşte bu, Bize göre kolay olan bir haşirdir, (Bu tekrar diriltme Bizim için son derece kolaydır.)» Allah Teâlâ başka âyet-i kerîme'lerde de şöyle buyurur: «Ve Bizim emrimiz birdir; bir göz kırpması gibidir.» (Kamer, 50), «Sizin yaratılmanız da, yeniden diriltilmeniz de bir tek kişininki gibidir. Şüphesiz ki Allah Semî'dir. Basîr'clir.» (Lokman, 28).

«Biz, onların dediklerini çok iyi biliriz.» Bizim ilmimiz, müşrikle­rin sana söylemekte olduğu yalanlamaları kuşatmıştır. Bu seni üzme­sin. Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de ise şöyle buyurmaktadır : «Andolsun, onların söylediğinden dolayı kalbinin sıkıldığını biliyoruz. Sen hemen Rabbını hamd ile tesbîh et ve secde edenlerden ol. Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbma ibâdet et.» (Hicr, 97-99).

«Sen, onların üstünde bir zorba değilsin. (Onları hidâyete zorlaya­cak değilsin ve bu senin görevlerinden de değildir.)» Mücâhid, Katâde ve Dahhâk, «Sen, onların üstünde bir zorba değilsin.» âyetini: Sen, on­lara karşı kibir ve ceberut sahibi olma, şeklinde açıklarlar. Ancak bi­rinci açıklama daha uygundur.  (...)

«Tehdidimden korkacaklara Kur'ân'la öğüt ver.» Sen, Rabbının ri-sâletini tebliğ et. Sen ancak Allah'ın tehdidinden korkan ve vaadini uman kimseye öğüt verirsin. Allah Teâlâ başka âyet-i kerîme'lerde : «Senin vazifen sadece tebliğ etmektir. Hesâb görmekse Bize düşer.» (Ra'd, 40), «Sen öğüt ver. Esasen sen sadece bir öğütçüsün. Sen, onlara zor kullanacak değilsin.» (Ğâşiye, 21, 22), «Onları hidâyete erdirmek sana düşmez. Allah dilediğini hidâyete erdirir.» (Bakara, 272), «Mu­hakkak ki sen, her sevdiğini hidâyete erdiremezsin. Ama Allah, dilediği­ni hidâyete erdirir.» (Kasas, 56) buyururken, aynı sebeple burada da şöyle buyurmakta: «Sen, onların üstünde bir zorba değilsin. Tehdidim­den korkacaklara Kur'ân'la öğüt ver.» Katâde şöyle dermiş: Ey Allah'ım bizi tehdidinden korkan ve vaadini umanlardan kıl. Ey Bârr, ey Rahîm.[8]



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7439-7442

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7442-7443

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7444-7445

[4] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7445-7450

[5] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7456-7457

[6] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7458-7462

[7] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7463-7465

[8] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 13/7466-7467

Free Web Hosting