CUMA SÜRESİ2

İzahı6


CUMA SÜRESİ

(Medine'de nazil  olmuştur.)

 

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

1  — Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Melik, Kud-dûs, Azîz, Hakîm olan Allah'ı tesbîh eder.

2  — Ümmîler arasından, kendilerine âyetlerini okuyan, . onları temizleyen ve onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen   O'dur. Halbuki onlar,  daha önce­leri gerçekten apaçık bir sapıklık içindeydiler.

3 — Onlardan başkalarına da. Ki henüz onlara katılma­mışlardır. Ve O; Azîz'dir, Hakîm'dir.

4 — Bu, Allah'ın lutfudur. Onu dilediğine verir. Ve Al­lah, büyük lütuf sahibidir.

 

Allah Teâlâ, göklerde ve yerde bulunanların kendisini tesbîh etti­ğini bildiriyor. Yani canlı ve cansız, konuşan ve konuşmayan bütün yaratıkların Allah'ı tesbîh ettiğini haber veriyor. Nitekim İsrâ sûresin­de de «O'nu hamd ile tesbîh etmeyen hiç bir şey yoktur.» buyurmuştu. (îsrâ, 44) Tesbîhin arkasından Allah Teâlâ'nın ((Melik, Kuddûs» oldu­ğunu bildiriyor. Yani O, göklerin ve yerin sahibi ve hükmü İle bu iki­sinde tasarruf eden zâttır. Ve O, her türlü eksikliklerden münezzeh, ke­mâl sıfatlarıyla muttasıf olan Kuddûs'tur. «Azîz, Hakîm» dir. Bu sı­fatların tefsiri daha Önce birçok kere geçmişti.

«Ümmîler arasından, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizle­yen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur.» Ümmîlerden maksad, Araplardır. Nitekim Âl-i İmrân sûresinde de şöy­le buyurulur: «Kendilerine kitâb verilenler ve kitâbsız ümmüere; siz de müslüman oldunuz mu? de. Eğer İslâm olurlarsa; doğru yola girmiş­lerdir. Şayet yüz çevirirlerse; sana yalnız tebliğ etmek düşer. Ve Allah, kullarını görendir.» (Âl-i îmrân, 20) Yalnızca ümmîlerin zikredilmiş olması, onlardan başkalarının bulunmamasını gerektirmez. Ancak üm-mîlere Allah'ın lutfu çok daha belîğ ve çok daha açıktır. Nitekim Allah Teâlâ: «Doğrusu bu (Kur'ân); sana ve kavmine bir öğüttür.» (Zuhruh, 44) buyuruyor ki, bu Kur'ân'la öğüt alan başkaları için Kur'ân'ın bir Öğüt olduğunu bildirmektedir. Ayrıca «Ve yakın akrabalarını uyar.» (Şûarâ, 214) buyuruyor ki, bu ve benzeri hükümler, Allah Teâlâ'nın :«De ki: Ey insanlar; ben gerçekten Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygam­beriyim.» (Â'râf, 158) ve «Bu Kur'ân; bana sizi de, ulaştığı kimseleri de uyarmam için vahyolundu.» (En'âm, 19) kavüleriyle çelişmez. Yine Al­lah Teâla Kur'ân hakkında «Herhangi bir güruh onu inkâr ederse; onun varacağı yer ateştir.» (Hûd, 17) kavli ve peygamberliğinin umumîliğine, bütün mahlûkâta gönderilmiş olup kızılın, karanın nebisi olduğuna de­lâlet eden âyetlerle bu âyet çelişik değildir. Bu âyetin tefsirini, yine âyetler ve sahîh hadîslerle En'âm sûresinde bildirmiştik. Hamd ve min­net Allah'a mahsûstur.

Bu âyet-i kerîme, Allah Teâlâ'nıii halîl-i İbrahim (a.s.)in Mekke halkı için duâ ettiğinde kendilerine onlardan bir rasûl göndermesini ve bu rasûlün Allah'ın âyetlerini okuyup, onları tezkiye etmesini ve on­lara kitabı ve hikmeti öğretmesini istediğinde, onun isteğine cevab ve­rildiğini doğrulamaktadır. Allah Sübhânehû ve Teâlâ —Hamd ve minnet ona mahsûstur— yolların karardığı, peygamberin azaldığı, ihtiyâcın arttığı, Arap ve Arap olmayanların yeryüzünde Allah'ın gazabına uğra­dığı, Meryem Oğlu îsâ (r.a.)nın getirmiş olduğu şeriata bağlanan çok az bir kitle müstesna —ki bunlar ehl-i kitâb'ın bakıyyeleridir— herke­sin sapıttığı bir dönemde, peygamber olarak onu göndermiştir. Bu se­beple, «Ümmîler arasından, kendilerine âyetlerini okuyan, onları te­mizleyen ve onlara kitabı ve hikmeti Öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Halbuki onlar, daha önceleri gerçekten apaçık bir sapıklık için­deydiler.» Buyurmuştur. Şöyle ki: Araplar îbrâhîm (a.s.)in dinine bağ­lıydılar. Onun dinini değiştirip ona karşı çıkmışlardı. Tevhîd yerine şirki, yakîn yerine şekki koymuşlar ve Allah'ın izin vermediği şeyler uydurmuşlardı. Keza Ehl-i kitâb da Allah'ın kitabını değiştirmiş, tah­rif ve te'vîl etmişti. Bu esnada Allah Teâlâ Hz. Muhammed'i —Allah'ın salât ve selamı onun üzerine olsun— yüce bir şeriat, mükemmel bir ni­zâm, kapsamlı bir sistem ile bütün mahlûkâta peygamber olarak gön­dermişti. İnsanların dünya ve âhiretleriyle ilgili muhtaç oldukları her şeyin kılavuzu ve açıklaması onun şerîatındaydı. İnsanları cennete yak­laştıran ve Allah'ın rızâsına lâyık kılan davet, onun çağnsıydı. Cehen­neme yaklaştıran ve Allah'ın gazabına götüren yollan yasaklayan, hü­küm veren ve ana konularda, teferruatta her türlü şek, şüphe ve reybi izâle eden şeriat onun şeriatıydı. Allah Teâlâ —Hamd ve minnet O'na mahsûstur— öncekilerin bütün güzelliklerini onda toplamış, eskiler­den hiç bir kimseye verilmemiş olan nimetleri ve daha sonrakilerden de hiç bir kimseye verilmeyecek olanları ona vermişti. Allah'ın salât ve selâmı kıyamet gününe kadar onun üzerine olsun.

«Onlardan başkalarına da. Ki henüz onlara katılmamışlardır. Ve O; Azîz'dir, Hakîm'dir.» İmâm Ebu Abdullah el-Buhârî merhum der ki: Bize Abdullah oğlu Abdülâzîz... Ebu Hüreyre (r.a.)den nakletti ki; o, şöyle demiş :

Biz Hz. Peygamberin yanında oturduğumuz bir sırada Allah Teâlâ ona Cum'a sûresini inzal buyurdu. Burada «Onlardan başkalarına da. Ki henüz onlara katılmamışlardır.» Duyuruluyordu. Halk: Ey Allah'ın Rasûlü; bunlar da kimler? dediler. Ancak Rasûlullah (s.a.) onlara kar­şılık vermedi. Üç kere suâl edildi. Aramızda Selmân el-Fârisî de bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.), elini Selmân'm sırtına koyarak buyurdu ki: Eğer îmân Şürekâ yıldızında olsaydı; şunlardan birçok kişiler —veya kişi demiştir— yine ona ulaşırdı. Bu hadîsi, Tirmizî, Neseî, İbn Ebu Hatim, İbn Cerîr Taberî, Sevr İbn Zeyd kanalıyla... Ebu Hüreyre'den nakletmişlerdir. Bu hadîs, bu sûrenin Medine'de nazil olduğunu göste­riyor ve Rasûlullah'ın peygamberliğinin bütün insanlara şâmil olduğu­nu belirtiyor. Çünkü «Onlardan başkaları» kavlini îran'lılar diye tef­sir etmektedir. Bu sebeple Allah Rasûlü İran'Ulara, Bizans'lılara ve di­ğer milletlere mektûblar yazmış ve onları Allah'a davet^etmiş, getirdiği hakîkata uymalarını istemiştir. Buna binâen Mücâhid ve bir başkası «Onlardan başkalarına da. Ki henüz onlara katılmamışlardır.» kavli ile İranlıların ve Arap olmayanlardan Peygamberi tastık eden herke­sin kasdedilmiş olduğunu bildirmişlerdir. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... Sehl İbn Sa'd es-Saîdî'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Ashabımdan bazı kimselerin soyunun, soyunun, soyunda öy­lesine kadınlar ve erkekler var ki; hesâbsız olarak cennete girecekler­dir. Sonra Hz. Peygamber «Onlardan başkalarına da. Ki henüz onlara katılmamışlardır.» âyetini okumuştur. Bununla daha sonra gelecek olan Muhammed ümmeti kasdedilmiştir.

«Ve O; Azîz'dir, Hakîm'dir.» Şeriatında ve kudretinde izzet ve hik­met sahibidir.

«Bu, Allah'ın lutfudur. Onu dilediğine verir. Ve Allah, büyük lü­tuf sahibidir.» Allah'ın Hz. Muhammed'e verdiği yüce peygamberlik ve onu bahusus bu ümmete peygamber olarak göndermesi Allah'ın büyük bir lutfudur.[1]

 

5 — Kendilerine Tevrat yükletildiği halde onu taşıma­yanların misâli, koca koca kitablar taşıyan eşeğin misâlidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne de kötüdür. Ve Allah, zâlimler güruhunu hidâyete erdir­mez.

6  — De ki: Ey yahûdîler, bütün insanları bir yana bıra­karak yalnız kendinizin mi Allah'ın dostları olduğunu id­dia ediyorsunuz? öyleyse bunda samîmi iseniz ölümü te­menni edin.

7 — Yaptıklarından dolayı  ölümü kat'iyyen  temenni edemezler. Allah, zâlimleri bilendir.

8 — De ki: Gerçekten sizin kaçıp durduğunuz   ölüme mutlaka yakalanacaksınız. Sonra da görüleni ve görülme­yeni bilene  döndürüleceksiniz. O, size neler   yaptığınızı haber verecektir.

 

Allah Teâlâ; kendilerine Tevrat'ı verdiği ve onunla amel etmesini istediği halde onu yerine getirmeyen yahûdîleri kınıyor. Ve bunlann koca koca kitablar taşıyan eşek gibi olduklarım belirtiyor. Yani bun­ların durumu üzerine kitab yüklenen ancak içinde ne olduğunu bilme­yen ve hissî olarak onları taşıyıp muhtevasını anlamayan merkeplerin durumu gibidir. Kendilerine kitâb verilmiş olan şu yahûdîler de onun lafzını ezberleyerek, ruhunu anlamamışlar ve gereğince amel etmeyip aksine te'vil, tahrif ve değiştirme yoluna sapmışlardır. Onların duru­mu eşeklerin durumundan daha kötüdür. Çünkü eşeğin anlayışı yok­tur. Bunlar ise zekâlarını kullanmamakta, idrâklerini çalıştırmamakta­dırlar. Bu sebeple Allah Teâlâ A'râf sûresinde: «Onlar, hayvanlar gibi­dirler, hattâ daha da sapıktırlar. İşte onlar; gafillerin kendileridir.» (A'râf, 179) buyurmaktadır. Burada ise müteakiben: «Allah'ın âyetle­rini yalanlamış olan kavmin durumu ne de kötüdür. Ve Allah, zâlimler güruhunu hidâyete erdirmez.» buyurmaktadır. îmâm Ahmed İbn Han-bel der ki: Bizs Numeyr... tbn Abbâs'tan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Cum'a günü, imâm hutbe okurken konuşan kim­senin durumu koca koca kitablar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Ona; sus, diyenin cum'ası da kabul değildir.

«De ki: Ey yahûdîler; bütün insanları bir yana bırakarak yalnız kendinizin mi Allah'ın dostları olduğunu iddia ediyorsunuz? öyleyse bunda samîmi iseniz ölümü temenni edin.» Siz, kendinizi hidâyet, Mu-hammed ve ashabının dalâlet üzere olduğunu iddia ediyorsunuz ve eğer bunda da samimî iseniz; bu iki gruptan hangisinin dalâlette olduğunu belirlemek üzere ölümü isteyin. Allah Teâlâ «Yaptıklarından dolayı ölü­mü kat'iyyen temenni edemezler.» buyuruyor. İşledikleri küfür, zulüm ve fâsıklıktan dolayı, bunu asla temenni edemezler. »Allah, zâlimleri bi­lendir.» Biz, yahûdîlere meydan okuyan bu âyetle ilgili olarak Bakara sûresinin 94-96 âyetlerinde söz etmiştik. Nitekim Allah Teâlâ orada şöyle buyuruyordu: «De ki: Allah katında âhiret yurdu başkalarının değil de yalnız sizin ise ve bu iddiada samimî iseniz; haydin ölümü is­teyin. Önceden ellerinin kazandığından dolayı, onlar hiç bir zaman onu (ölümü) isteyemezler, Allah zâlimleri hakkıyla bilir. Andolsun ki onları, insanlardan şirk koşanlardan daha çok hayata düşkün bulacak­sın. Onlardan her biri bin yıl ömür verilmesini ister. Halbuki çok ya­şatılması onu azâbtan uzaklaştıracak değildir. Allah, onların ne yap­tığını hakkıyla görendir.» (Bakara, 94-96) Orada açıkladığımız gibi, Al­lah Teâlâ içlerinden kimin sapıklık üzerinde bulunduğunu belirlemek üzere ölümü istemelerini emrediyordu. Keza Âl-i İmrân sûresinde de yine Hıristiyanlara meydan okuyarak şöyle buyuruyordu: «Sana ilim geldikten sonra; kim seninle tartışırsa de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğul­larınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıra­lım. Sonra lâ'netleşelim. Allah'ın lâ'netinin yalancıların üstüne olmasını dileyelim.» (Âl-i İmrân, 61) Meryem sûresinde ise müşriklere meydan okuyarak şöyle buyurmuştu: «De ki: Rahman, sapıklıkta olanın günle­rinin uzunluğunu uzattıkça uzatır. Nihayet tehdîd edildikleri azabı ve­ya kıyamet gününü gördükleri zaman; kimin yerinin daha kötü ve ta­raf darlarının daha güçsüz olduklarını bileceklerdir.»  (Meryem, 75).

İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize îsmâîl İbn Yezîd... İbn Ab-bâs'tan nakleder ki; Ebu Cehil mel'ûn şöyle demiş: Ben, Muhammed'i Kâ'be'nin yanında görürsem muhakkak onun üzerine gider ve onun boynunu çiğnerim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) buyurmuş ki: Eğer öyle yapsaydı melekler göz göre göre onu alırlardı. Eğer yahûdîler ölü­mü temenni etmiş olsalardı, cehennemdeki yerlerini göre göre ölürler­di. Rasûlullah (s.a.)a meydan okuyanlar ortaya çıkmış olsaydılar; dö­nüşlerinde ne ailelerini, ne de mallarını bulurlardı. Bu hadîsi Buhârî, Tirmizî ve Neseî Abdürrezzâk kanalıyla Ma'mer'den rivayet eder. Bu­hârî müteakiben; Amr İbn Hâlid, Ubeydullah İbn Amr'dan, o da Abd'ül-Kerîm'den bu hadîsi rivayet etmiştir der. Neseî de ayrıca Abdurrahmân İbn Ubeyd kanalıyla Ubeydullah İbn Amr'dan nakleder ki; bu daha ta­mâm bir rivayettir.

«De ki: Gerçekten sizin kaçıp durduğunuz ölüme mutlaka yaka­lanacaksınız. Sonra da görüneni ve görülmeyeni bilene döndürüleceksi­niz. O, size neler yaptığınızı haber verecektir.» Bu âyet Nisa süresindeki şu âyet gibidir: «Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde dahi ol­sanız ölüm sizi bulacaktır.» (Nisa, 78) Taberânî'nin el-Mu'cem'inde Muâz İbn Muhammed kanalıyla... Semure'den merfû' olarak nakledilir ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Ölümden kaçanın durumu; toprağın borcunu istediği tilkinin durumu gibidir. Tilki koşar, koşar yo­rulup güçsüz düşünce deliğine girer. Toprak ona der ki: Ey tilki, bor­cumu ver. Böylece tilki düşrnanıyla karşılaşır. Ve boynu kopuncaya kadar bu hali devam eder, en sonunda ölür.[2]

 

9 — Ey îmân edenler; cum'a günü namaz için  çağırıl­dığı vakit; hemen Allah'ın zikrine koşun ve alış-verişi bı­rakın. Bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır,

10  — Namaz bitince, yeryüzüne   dağılın. Ve Allah'ın lutfundan isteyin. Allah'ı çok zikredin ki felaha eresiniz.

 

Cum'a gününe cum'a adının verilmesi bu kelimenin birleşme an­lamına gelen cem' kelimesinden alınmış olmasındandır. Çünkü müslü-manlar haftada bir kerre cum'a gününde büyük ma'bedlerde toplanır­lar. Bütün yaratıkların yaratılışı cum'a günü tamamlanmış ve kemâle ermiştir. Çünkü göklerin ve yerin yaratılışını^ altıncı günü cum'a gü­nüdür. Âdem, cum'a günü yaratılmış, cum'a günü cennete girdirilmiş, cum'a günü cennetten çıkarılmıştır. Ve kıyamet cum'a günü kopacak­tır. Cum'a gününde bir ân vardır ki, mü'min o ânı denk düşürüp Allah'­tan kendisi için hayır isterse; muhakkak Allah onu kendisine verir. Bu husus sahîh hadislerle sabittir. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Hasan İbn Arefe... Selmân'dan nakletti ki; Hz. Peygamber şöyle demiş: Ey Selmân; Cum'a gününün ne olduğunu biliyor musun? Ben; Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dedim. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: O günde senin anan ve baban birleştirilmiştir —Veya; babalarınız birleştirilmiş­tir, demiştir — Ebu Hüreyre'den de buna benzer bir rivayet nakledil­miştir. Allah en iyisini bilendir.

Eski dillerde cum'a gününe Arûbe günü derlerdi. Sabit olduğuna göre bizden önceki milletlere de cum'a günü emredilmiş ancak onlar sapıklığa düşmüşlerdir. Yahudiler yaratılışın henüz gerçekleşmediği cumartesi gününü, Hıristiyanlar yaratılışın başladığı pazar gününü tercih etmişler, Allah Teâlâ bu ümmet için de yaratılışın tamamlanıp kemâle erdiği cum'a" gününü tercih etmiştir. Nitekim Buhârî ve Müslim, AbdÜrrezzak kanalıyla... Hemmâm tbn Münebbih'ten naklederler ki; Ebu Hüreyre'nin bize anlattığı hadîste Rasûlullah (s.a.) şöyle buyur­muştur: Onlara her ne kadar kitâb bizden önce verilmişse de biz, kı­yamet günü önde olan sonrakileriz. Hem bugün, Allah'ın onlara farz kıldığı gündür, ancak onlar bunda ihtilâfa düştüler. Ama Allah Teâlâ bizi onda doğru yola götürdü. İnsanlar bunda bize tâbi'dirler. Yarın (cumartesi) yahûdîlerin, öbür gün (pazar) Hıristiyanlanndır. İfâde Bu-hârî'ye aittir. Müslim'in lafzı ise şöyledir; Allah Teâlâ, bizden önceki­leri cum'a gününden sapıttı. Cumartesi günü Yahûdîlerin, pazar günü de Hıristiyanlanndır. Allah Teâlâ bizi getirdi ve bize cum'a gününü ve­rerek hidâyete erdirdi. Böylece cum'a, cumartesi ve pazarı peşpeşe ge­tirdi. Aynı şekilde onlar kıyamet günü de bize tâbi'dirler. Biz dünya eh­linin sonuncusu, kıyamet gününün ilkiyiz. Yaratıklardan aralarında ilk önce karâr verilenler, bizleriz.

Allah Teâlâ cum'a günü; mü'min kullarının ibâdet için toplanma­larını emrederek buyuruyor ki: «Ey îmân edenler; cum'a günü namaz için çağrıldığınız vakit, hemen Allah'ın zikrine koşun.» Allah'ı zikret­mek için yönelin, kasdedin ve yürüyün. Buradaki koşma ile hızlı yü­rüyüş değil, Allah'ın zikrini kasdetmek murâd edilmiştir. Bu âyet-i kerî­me, Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir: «Kim de âhireti ister ve onun için inanmış olarak gerekli çabayı gösterirse...» (İsrâ, 19) Ömer îbn Hattâb ve Abdullah İbn Mes'ûd bu âyeti (*iıi /'i Jl 1>*â*Ii) şeklinde okuyarak Allah'ın zikri ile geçirin anlamım vermişlerdir. Namaz için koşmak ya­saklanmıştır. Nitekim Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde, Ebu Hürey-re'den nakledilir ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:

Kameti duyduğunuz zaman, namaz için yürüyün. Üzerinizde sü­kûnet ve vakar bulunsun. Hızlı koşmayın. Ulaştığınız namazı kılın, ge­çirdiğinizi de tamamlayın. Lafız Buhârî'nindir. Ebu Katâde der ki:

Rasûlullah (s.a.) ile beraber namaz kıldığımız bir sırada, bazı ki­şilerin patırtısı duyuldu. Rasûlullah (s.a.) namazı bitirince; ne oluyor­sunuz? dedi. Onlar; biz namaz için acele ediyorduk, dediklerinde, buyurdu ki: Öyle yapmayın. Namaza geldiğinizde sakin olun. Yetiştiğiniz namazı kılın, yetişemediğinizi tamamlayın. Bu hadîsi Buhârî ve Müs­lim tahrîc etmişlerdir. Abdürrezzâk der ki: Bize Ma'mer... Ebu Hürey-re'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Namaz vakti gel­diğinde, ona koşarak gelmeyin, yürüyerek gelin. Sakin ve vakarlı olun. Namazdan yetiştiğiniz kısmı kılın »yetişmediğinizi tamamlayın. Bu ha­dîsi tinnizî aynı şekilde Abdürrezzâk kanalıyla... Ebu Hüreyre'den nak-letmiştir. Hasan der ki: Allah'a andolsun ki, burdaki koşmak ayakla koşmak anlamına değildir. Müslümanlar, namaza sükûnet ve vakar içinde gelmekle emrolunmuşlardır. Gönülleri- ve niyyetleriyle huşu' içinde olmakla emrolunmuşlardır.

Katâde, «Allah'ın zikrine koşun.» kavli hakkında der ki: Kalbin ve amelinle Allah'ın zikrine yürü ve git. O, Allah Teâlâ'nın «O kendisinin yanı sıra koşmaya başlayınca» (Sâffât, 102) kavlini; onunla beraber yürümeye başlayınca, diye te'vîl edermiş. Muhammed İbn Kâ'b, Zeyd İbn Eşlem ve başkalarından da bu şekilde rivayet edilmiştir. Cum'a na­mazına gelenin gelmezden önce gusletmesi mustahabdır. Nitekim Bu­hârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde Abdullah İbn Ömer'den nakledilir ki; Rasûlullah   (s.a.) :

Sizden biriniz cum'aya geldiği zaman gusletsin, buyurmuştur. Yi­ne Buhârî ve Müslim, Ebu Saîd'den naklederler ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Cum'a günü, yıkanmak ihtilâm olan herkese vâcib-tir. Ebu Hüreyre de der ki: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:-

Yedi günde bir gusletmek; Allah'ın her müslüman üzerindeki hak­kıdır. Müslüman başım ve bedenini yıkar. Bu hadisi Müslim rivayet eder. Câbir (r.a.)den nakledilir ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Her müslüman erkeğin yedi günde bir gün yıkanması gerekir ki bu, cum'a günüdür. Bu hadîsi İmâm Ahmed, Neseî ve İbn Hibbân rivayet ederler. İmâm Ahmed der ki: Bize Yahya îbn Âdem'in... Evs İbn Evs'-ten naklettiğine göre, o; ben Rasûlullah (s.a.)ın şöyle buyurduğunu işittim, demiştir: Her kim, cum'a günü gusleder ve guslettirirse, erken kalkar ve erken kaldınrsa, yürür ve bilinmezse, imâma yaklaşır ve din­leyip onu bozmazsa, attığı her adım için gündüzü oruçlu, gecesi ibâ-detli bir yıllık ibâdet ecri vardır. Bu hadîsin muhtelif rivayet tarîkleri ve ifâde tarzları bulunmaktadır. Dört Sünen kitabının sahipleri onu tahrîc etmiş, Tirmizî de; bu hadîsin hasen olduğunu, bildirmiştir. Ebu Hüreyre (r.a.)den bildirilir ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:

Kim Cum'a günü cenabetten gusletmek üzere yıkanır da sonra ca­miye giderse; bir deve kurbân etmiş gibi olur. İkinci saatta giderse, bir sığır kurbân etmiş gibi olur. Üçüncü saatta giderse, boynuzlu bir koç kurbân etmiş gibi olur. Dördüncü saatta giderse, bir tavuk kurbân et­miş gibi olur. Beşinci saatta giderse, bir yumurta vermiş gibi olur. îmâm hutbeye çıkınca melekler gelip öğüdü dinlerler. Buhârî ve Müs­lim bu hadîsi tahrîc etmişlerdir, Cum'a günü kişinin en güzel elbisele­rini giymesi, koku sürünüp ağzım misvâklaması, temizlenip arınması müstahabdir. Ebu Saîd'in yukarıda geçen hadîsinde cum'a günü ihti-lâm olan herkesin yıkanması vâcibtir, misvak sürmesi gerekir ve aile­sinin kokusundan da sürülmelidir, denildiği belirtilir. İmâm Ahmed der ki: Bize Ya'kûb... Ebu Eyyûb el-Ensârî'den nakletti ki; o, ben Rasûlul-lah'ın şöyle buyurduğunu duydum, demiştir: Kim, cum'a günü gusle­der ve varsa ailesinin kokusundan sürünür, elbisesinin en güzelini gi­yer, sonra çıkıp mescide girerek —mümkün olur da— rükû'a varır ve kimseye eziyyet etmezse; sonra imâm hutbeye çıkıp namaz kılıncaya kadar susarsa; o, bu cum'a ile ertesi cum'a arasında kendisi için bir kef-fâret olur. Ebu Dâvûd ve İbn Mâce'nin Sünen'lerinde Abdullah îbn Se-lâm'dan nakledilir ki; o, Rasûlullah'ın minberde şöyle dediğini duymuş: Ne olurdu sizden biriniz iş elbisesinin dışında cum'a günü için iki elbise satın almış olsaydı. Hz. Âişe'den de nakledilir ki; Rasûlullah (s.a.) bir cum'a günü halka hutbe îrâd etmiş ve onların üzerinde bedevilerin giy­diği (Hemmâr) adı verilen elbise varmış. Buyurmuş ki: Sizden biriniz imkân bulursa iş elbisesinin dışında cum'a günü için iki elbise edinsin. İbn Mâce bu hadîsi rivayet eder.

«Cum'a günü namaz için çağrıldığı vakit.» Buradaki çağrı ile Ra­sûlullah (s.a.) minbere çıkıp oturunca okunan ikinci ezan kasdedilmek-tedir. Mü'minlerin emîri Osman İbn Affân'ın fazla olarak okuttuğu bi­rinci ezan ise halkın çoğalması nedeniyle ihdas edilmiştir. Nitekim Bu­hârî merhum şöyle der: Bize Adem İbn Ebu îyâz... Saîd îbn Yezîd'in şöyle dediğini bildirdi: Hz. Peygamber, Ebubekir ve Ömer devrinde cum'a günü ezanı imâm minbere çıkıp oturduğu zaman okunurdu. Bir süre sonra Osman halîfe olup halkın nüfûsu artınca, Zevrâ üzerinde ikinci ezanı okuttu. Yani Medine'de mescide yakın olan evlerin en yük­seği olan Zevrâ adındaki evin üzerinde bu ezan okunuyordu. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... Mekhûl'den nakletti ki; cum'a günü mü­ezzin ilk ezam imâm hutbeye çıktığı zaman okurdu, sonra namaz kılı­nırdı, îşte bu ezan; okunduğu zaman ahş-verişin haram olduğu ezan­dır. Hz. Osman halkın toplanması için imâmın hutbeye çıkmasından önce bir ezan okunmasını emretmiştir. Cuma'ya gelme emri kadınların, kölelerin ve çocukların dışında kalan hürlere hâstır. Hasta ve müsâ-firler ma'zûr sayılırlar. Fürû kitâblarında belirtildiği gibi, hastabakıcı ve benzeri özür sahipleri de ma'zûrdurlar.

«Ve alış-verişi bırakın.» Namaz için çağırıldığı vakit Allah'ın zikri­ne koşun ve alış-verişi bırakın. Bu emre binâen bilginler; ikinci ezan­dan sonra alış-verişin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. O esnada karşılıklı olarak vermenin ve almanın sahîh olup olmadığı konusunda iki görüş vardır. Ancak âyetin zahiri —yerinde de belirtildiği gibi— bu­nun sahîh olmadığını göstermektedir. Allah, en iyisini bilendir.

«Bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.» Alış-verişi bırakıp Allah'­ın zikrine ve namaza koşmanız bilirseniz dünya ve âhirette sizin için daha hayırlıdır.

«Namaz tamamlanıp bitince» ayrılınca «Yeryüzüne dağılın. Ve Allah'ın lutfundan isteyin.» Allah Teâlâ ezandan sonra her türlü alış­verişi yasaklayıp cum'a için toplanmayı emrettikten sonra, namaz bi­tince yeryüzüne dağılıp Allah'ın lutfunu araştırmaya izin veriyor. İrak İbn Mâlik (r.a.) cum'a namazını kılınca döner ve caminin kapısında durup şöyle dermiş: Allah'ım; Senin çağrına koştum, namazını kıldım, bana emrettiğin gibi dağıldım, artık bana lutfundan rızık ver. Çünkü Sen, rızık verenlerin en hayırlısısın. Bu hadîsi îbn Ebu Hatim de riva­yet eder. Seleften bazılarından nakledilir ki; kim cum'a günü namaz­dan sonra alır veya satarsa Allah kendisi için yetmiş kere mübarek kı­lar. Çünkü Allah Teâlâ: «Namaz bitince yeryüzüne dağılın. Ve Allah'ın lutfundan isteyin.» buyuruyor.

«Ve Allah'ı çok zikredin ki, felaha eresiniz.» Aldığınız sattığınız, verdiğiniz ve aldığınız hallerde Allah'ı çokça zikredin ve dünya meşga­lesi sizi âhiret yurdundaki faydalardan alıkoymasın. Bu sebeple hadîs-i şerifte vârid olur ki: Kim pazarlardan birine gider ve; Allah'tan başka ilâh yoktur, yalnız O vardır, eşi ve benzeri yoktur, mülk O'nundur, hamd O'nadır ve O, her şeye kadirdir, derse; ona bin kere bin iyilik yazılır ve bin kere bin kötülüğü de silinir. Mücâhid der ki: Kul Allah'ı ayakta, oturarak ve yatarak zikretmedikçe Allah katında O'nu çokça zikreden­lerden sayılmaz.[3]

 

İzahı

 

11 — Onlar, bir ticâret veya bir oyun gördükleri za­man; seni ayakta bırakarak oraya yöneldiler. De ki: Al­lah'ın katında olan; oyun ve ticâretten daha hayırlıdır. Ve Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.

 

Allah Teâlâ o gün Medine'ye gelen ve ticârete koşup cum'a hut­besini terkedenleri kınayarak buyuruyor ki; «Onlar, bir ticâret veya bir oyun gördükleri zaman; seni ayakta bırakarak oraya yöneldiler.» Seni minberde hutbe okurken bıraktılar. Aralarında Ebu'l-Âliye, Hasan, Zeyd İbn Eşlem ve Katâde'nin de bulunduğu tâbi'în'den birden çok ki­şi böyle demişlerdir. Mukâtil İbn Hayyân'ın iddiasına göre; bu ticâret, müslüman olmazdan önce Dihye İbn Halîfe'nin ticâretiydi. O, davul ça­larak halkı toplardı. Müslümanlardan pek azı müstesna cemâat Rasû-lullah'ı minberde ayakta dikili olarak bırakıp ticâret kervanına gitmiş­lerdi. Bu konudaki haber sahihtir. Nitekim İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize İbn İdrîs... Câbir'in şöyle dediğini bildirdi: Medine'ye bir kervan gelmişti, Rasûlullah (s.a.) da o esnada hutbe okuyordu. Halk çıkıp kervana gitti ve mescidde on iki kişi kaldı. Bunun üzerine: «On­lar, bir ticâret veya oyun gördükleri zaman; seni ayakta bırakarak ora­ya yöneldiler.» âyeti nazil oldu. Buhârî ve Müslim de Sahîh'lerinde Sa­lim kanalıyla Câbir'den bu hadîsi tahrîc ederler. Hafız Ebu Ya'lâ der ki: Bize Zekeriyyâ İbn Yahya... Câbir İbn Abdullah'tan nakletti ki; o, şöyle demiş: Rasûlullah (s.a.) cum'a günü hutbe okuduğu sırada Me­dine'ye bir kervan geldi. Peygamberin ashabından on iki kişiden baş­ka kimse kalmamak üzere diğerleri kervana gittiler. Bunun üzerine Ra­sûlullah (s.a.) buyurdu ki: Nefsim kudret elinde bulunan (Aliah)a ye-mîn ederim ki; sizden bir kişi kalmayacak derecede birbirinizin arkasına düşseydiniz, vâdîden üzerinize ateş akardı. Bunun üzerine «Onlar, bir ticâret veya bir oyun gördükleri zaman; seni ayakta bırakarak oraya yöneldiler.» âyeti nazil oldu. Câbir'in belirttiğine, göre Peygamberle be­raber kalan on iki kişi arasında Hz. Ebubekir ve Ömer de bulunuyordu.

«Seni ayakta bırakarak» kavli imâmın cum'a günü hutbeyi ayak­ta okuyacağına delildir. Nitekim Müslim, Sahîh'inde Câbir İbn Semu-re'den nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) iki hutbe okurmuş ve ikisinin ara­sında otururmuş. Kur'ân okur ve halka öğüt verirmiş. Fakat burada bi­linmesi gereken bir şey var: Söylendiğine göre bu kıssa, Rasûlullah (s.a.)ın cum'a günü hutbeyi namazdan önce okuduğu sırada cereyan etmiş. Nitekim Ebu Dâvûd mürseller bahsinde der kt: Bize Mahmûd İbn Hâlid, Velîd'den, o da Ebu Muâz Bükeyr İbn Ma'rûf tan nakletti ki; o, Mukâtil İbn Hayyân'ın şöyle dediğini duymuş: Rasûlullah (s.a.) cum'a günü de tıpkı bayram günleri gibi hutbeden önce namaz kılardı. Niha­yet bir gün Hz. Peygamber hutbe okuyordu, cum'a namazım kılmıştı, bir adam gelip; Dihye îbn Halîfe ticâret kervanı ile geldi, demiş. Bu­nun üzerine herkes ticârete koşmuş ve Peygamberin yanında küçük bir topluluk kalmıştı.

«De ki: Allah'ın katında olan; oyun ve ticâretten daha hayırlıdır. Ve Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.» Allah katında bulunan âhiret diyânndaki sevâb ve ihsanlar Allah'a dayanıp tevekkül ederek vaktin­de rızkını taleb edenler için çok daha hayırlıdır.[4]

 



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/7878-7880

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/7881-7883

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/7883-7887

[4] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/7904-7905

Free Web Hosting