TEĞÂBÜN SÜRESİ2

Allah'ın İzni Olmadıkça. 3

Kendi Ailesine Düşmanlık Edenler4


TEĞÂBÜN SÜRESİ

(Medine'de nazil olmuştur. Mekke'de nazil olduğu da söylenir.)

 

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

1  — Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ı tes-bîh ederler. Mülk O'nundur, hamd O'na mahsûstur. Ve O, her şeye kadirdir.

2  — Sizi yaratan O'dur. Böyle iken kiminiz kâfir, kimi­niz de mü'mindir. Allah, yaptıklarınızı görür.

3 — Gökleri ve yeri hak ile yaratmıştır. Size suret ve­rip suretlerinizi en güzel şekilde yapmıştır. Dönüş ancak O'nadir.

4  — Göklerde ve yerde olanları bilir. Gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı da bilir. Ve Allah; göğüslerin özünü bilendir.

 

Bu sûre, teşbihin yer aldığı sûrelerin sonuncusudur. Mahlûkâtın, mâlikine ve yaratanına tesbîh etmesi konusunda daha önce söz edilmiş­ti. Bunun için Allah Teâlâ hemen «Mülk O'nundur, hanid O'na mah­sûstur.» buyuruyor. Bütün yaratıklara tasarruf eden, yarattığı ve tak-dîr ettiği her şeyde övgüye lâyık olan O'dur. «Ve O, her şeye kadirdir.» Ne zaman ve neyi isterse, hiç bir engel olmaksızın o, oluverir. Neyi de istemezse o, olmaz.

«Sizi yaratan O'dur. Böyle iken kiminiz kâfir, kiminiz de mü'min-dir.» Hepinizi bu sıfatlarla yaratan O'dur. Ve sizin bu sıfatlara sâhib olmanızı O, murâd etmiştir. Elbette mü'minler de bulunacaktır, kâfir­ler de. Hidâyete hak kazananları da sapıklığı hak edenleri de gören, O'dur. Kullarının yaptıklarına O, şâhiddir. Ve buna göre kullarını en mükemmel ceza ile cezalandıracaktır. Bu sebeple «Allah, yaptıklarınızı görür.»   buyuruyor.

Bilâhare: «Gökleri ve yeri hak ile yaratmıştır.» buyuruyor. Adalet ve hikmetle yaratan O'dur. «Size suret verip suretlerinizi en güzel şe­kilde yapmıştır.» Şekillerinizi en güzel kılan O'dur. Bu âyet-i kerîme, Allah Teâlâ'mn şu kavli gibidir: «Ey insanoğlu; seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, mütenâsib kılan, istediği şekilde seni terkîb eden, çok cömert olan Rabbına karşı seni aldatan nedir?» (İnfitâr, 6-8). Ğâ-fir sûresinde ise şöyle buyurmaktadır: «Allah O'dur ki sizin için yeri bir karargâh, göğü bir bina yapmış, size şekil verip şeklinizi güzelleştir­miş ve size temiz şeylerden nzık vermiştir.» (Ğâfir, 64), «Dönüş ancak O'nadır.» Tekrar dönüp sığınılacak yer, O'nun katıdır. Ardından da Hak Teâlâ ruhî, dünyevî ve semavî varlıkların hepsini bildiğini haber vere­rek buyuruyor ki: «Göklerde ve yerde olanları bilir. Gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı da bilir. Ve Allah; göğüslerin özünü bilendir.»[1]

 

5  — Daha önce küfredip de yaptıklarının karşılığını ta­danların haberi size gelmedi mi? Ve onlara elim bir azâb vardır.

6 — Bunun sebebi şudur; Peygamberleri onlara apaçık deliller getiriyorlardı da onlar; bizi bir beşer mi doğru yo­la götürecekmiş? diyerek küfredip yüz çevirmişlerdi. Al­lah ise hiç bir şeye muhtaç olmadığını göstermişti. Allah, Ganî'dir, Hamîd'dir.

 

Allah Teâlâ, geçmiş milletlerden ve onların başına gelen felâketler­den, azâblardan bahsederek bunun sebebinin; hakkı yalanlayıp pey­gamberlere muhalefet etmek olduğunu haber veriyor: «Daha önce küf­redip de yaptıklarının karşılığını tadanların haberi size gelmedi mi?» Onların dururrilan ve haberlerini siz bilmiyor musunuz? Onlar yalan­lamaları, kötü davranışlarda bulunmaları nedeniyle yaptıklarının ce­zasını çekmişlerdir. Pünyada ceza ve rüsvâylık onların başına olmuştu. «Ve onlara elîm bir azâb vardır.» Âhiret yurdunda elîm bir azâb vardır. Âhiretteki bu azâb, dünyadaki azaba eklenmiştir. Sonra Allah Teâlâ bunun nedenini şöyle açıklıyor: «Bunun sebebi şudur: Peygamberleri onlara apaçık deliller getiriyorlardı da onlar; bizi bir beşer mi doğru yola götürecekmiş? diyerek küfredip yüz çevirmişlerdi.» Onlar risâletin bir beşere verilmesini uzak sayıyorlardı ve yine kendileri gibi bir insa­nın elinden hidâyete erdirilmelerini uzak bir ihtimâl olarak görüyorlar­dı. «Küfredip yüz çevirmişlerdi.» Hakkı yalanlayıp, hakka uygun amel etmekten kaçınmışlardı. «Allah ise hiç bir şeye muhtaç olmadığını gös­termişti.» Allah onlardan müstağni olduğunu bildirmişti. «Allah, Ga­nî'dir, Hamîd'dir.»[2]

 

7 — O küfredenler, öldükten sonra kat'iyyen diriltile-meyeceklerini ileri sürdüler. De ki: Evet, Rabbıma andol-sun ki, muhakkak diriltileceksiniz ve sonra yaptıklarınız size bildirilecektir. Ve bu, Allah'a göre pek kolaydır,

8 — Şu halde Allah'a,   peygamberine ve indirdiğimiz nura îmân edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır.

9  — Sizi toplanma günü için topladığı gün; işte o gün, kimin aldandığının açığa çıkacağı gündür.   Kim Allah'a inanır ve sâlih amel işlerse; Allah onun kötülüklerini örter ve onu, altından ırmaklar akan, içinde ebediyyen kalacak­ları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur.

10 — Küfredip de âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; işte onlar, cehennem ashabıdırlar. Orada ebediyyen kala­caklardır. Ne kötü dönüş yeridir.

 

Allah Teâlâ, diriltilmeyeceklerini iddia eden mülhid, kâfir ve müş­riklerin bu iddialarını haber vererek buyuruyor ki: «De ki: Evet, Rab­bıma andolsun ki, muhakkak diriltileceksiniz ve sonra yaptıklarınız si­ze bildirilecektir » Bütün yaptıklarınız büyük küçük, değerli değersiz tamamen size haber verilecektir. «Ve bu, Allah'a göre pek kolaydır:» Sizin diriltilip cezalandırılmanız, Allah'a göre pek kolaydır. Bu, Allah Teâlâ'nın peygamberine, öldükten sonra dirilmenin gerçekleşeceğini ve varlığını haber vererek Rabbına and içmesini emrettiği üçüncü âyettir. Bu âyetlerden birincisi Yûnus sûresinde yer. alıyordu: «O gerçek mi? diye senden haber sorarlar. De ki: Rabbıma andolsun ki o, muhakkak gerçektir. Elbette siz onu âciz bırakacaklar değilsiniz.» (Yûnus, 53). İkin­cisi ise, Sebe' süresindeki şu âyettir: «Küfredenler dediler ki: Kıyamet sâatı bize gelmeyecektir. De ki: Hayır, gaybı bilen Rabbıma andolsun ki o saat, muhakkak size gelecektir.» (Sebe', 3) Üçüncü âyet de işte bu âyettir.

«Şu halde Allah'a, peygamberine ve indirdiğimiz nura îmân e.din.» Yani Kur'ân'a. «Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır.» Sizin yaptıkları­nızdan Allah'a gizli saklı kalan hiç bir şey yoktur.

«Sizi toplanma günü için topladığı gün» Bu, kıyamet günüdür. Ona toplanma günü denmesinin sebebi, o günde öncekilerin ve sonrakilerin tek bir alanda toplanmasıdır. Göz, onları görür ve ses onlara duyurulur. Nitekim Hûd sûresinde şöyle buyurulur: «Muhakkak ki âhiret azabın­dan korkanlar için, bunda âyet vardır. O gün; bütün insanların topla­nacağı gündür ve o, görülecek gündür.» (Hûd, 103).

«İşte o gün, kimin aldandığının açığa çıkacağı gündür.» İbn Ab-bâs der ki: Teğâbün kelimesi, kıyametin isimlerinden bir isimdir. Şöyle ki: Cennet ehli o gün, cehennem ehlini aldatacaktır. Katâde ve Mücâ-hid de böyle derler. Mukâtil İbn Hayyân der ki: Şunlann cennete girip, şunlann da cehenneme gönderilmesinden daha büyük bir aldanma yok­tur. Ben derim ki: Bu ifâde Allah Teâlâ'nın: «Kim Allah'a inanır ve sâlih amel işlerse; Allah onun kötülüklerini örter ve onu, altından ır­maklar akan, içinde ebediyyen kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur. Küfredip de âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; işte onlar, cehennem ashabıdırlar. Orada ebediyyen kalacaklardır. Ne kötü dönüş yeridir.» kavlini tefsir etmektedir. Bu gibi âyetlerin tefsiri daha önce geçmişti.[3]

 

11  — Allah'ın izni olmadıkça hiç bir musibet isabet et­mez. Kim de Allah'a inanırsa; onun kalbini doğruya götü­rür. Ve Allah, her şeyi bilendir.

12  — Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin. Şayet yüz çevirecek olursanız bilin ki; peygamberimize   düşen, apaçık tebliğdir.

13 — Allah O'dur ki; O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur. Ve mü'minler, yalnız Allah'a tevekkül etsinler.

 

Allah'ın İzni Olmadıkça

 

Allah Teâlâ, Hadîd sûresinde vermiş olduğu haberi burada da bil­diriyor: «Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet- yok­tur ki; Biz onu yaratmadan evvel kitâbda bulunmasın. Şüphesiz ki bu; Allah'a göre kolaydır.» (Hadîd, 22). Burada ise: «Allah'ın izni olmadık­ça hiç bir musibet isabet etmez.» buyuruyor. İbn Abbâs der ki: Allah'­ın izninden maksad, O'nun emridir. Yani kaderi ve meşiyyeti.

«Kim de Allah'a inanırsa; onun kalbini doğruya götürür. Ve Allah, her şeyi bilendir.» Kime bir musibet isabet eder de o, bunun Allah'ın kazâ ve kaderiyle olduğunu bilip sabreder, hakkı gözetir ve Allah'ın hükmüne teslîm olursa; Allah Teâlâ onun kalbini doğru yola götürür ve dünyada kaybettiğine karşılık olmak üzere kalbine hidâyet verir, gü­ven verir ve samîmiyyet verir. Bazan da ona aldığından daha fazlasını ihsan eder. Ali îbn Ebu Talha, İbn Abbâs'tan naklen der ki: «Kim de Allah'a inanırsa; onun kalbini doğruya götürür.» Yani kalbini yakîne erdirir. Ve böylece o kişi, başına gelen şeyin kendisinden ayrılmayaca­ğını, başına gelmeyecek şeyin de kendisine isabet etmeyeceğini bilir. A'meş Ebu Zabyân'dan nakletti ki; o, şöyle demiş: Biz Alkame'nin ya­nında idik. Onun huzurunda: «Kim de Allah'a inanırsa; onun kalbini doğruya götürür.» âyeti okundu ve bu husus kendisine soruldu. O, dedi ki: Bu, musibete dûçâr olan bir kişidir ki; musibetin Allah katından geldiğini bilir, buna rızâ gösterip teslîm olur. İbn Cerîr ve İbn Ebu Ha­tim bunu böylece rivayet ederler. Saîd İbn Cübeyr ve Mukâtil îbn Hay-yân: «Kim de Allah'a inanırsa; onun kalbini doğruya götürür.» kavli hakkında şöyle derler: O kişi, biz Allah içiniz ve muhakkak ki biz, Al­lah'a dönenleriz, diyerek istircâ' yapar. Üzerinde ittifak bulunan bir ha­dîste şöyle buyurulur: Ne garîbür mü'min kişi ki; Allah onun için ne hüküm verirse o mutlaka kendisi için hayır olur. Sıkıntı isabet ederse sabreder ve bu, kendisi için hayır olur. Bolluk isabet ederse şükreder, bu da kendisi için hayır olur. Mü'minden başka biri için bu durum müm­kün değildir. İmâm Ahmed îbn Hanbel der ki: Bize Hasan... Cünâde İbn Ebu Ümeyye'nin şöyle dediğini nakletti: Ubâde İbn Sâmit'ten duy­dum ki, adamın biri Rasûlullah (s.a.)a gelip; ey Allah'ın Rasûlü, amel­lerin hangisi daha üstündür? demiş. Rasûlullah (s.a.) buyurmuş ki: Allah'a îmân, O'nu tasdik ve O'nun yolunda cihâd. Adam; bundan da­ha basitini istiyorum ey Allah'ın Rasûlü, deyince de, Rasûlullah (s.a.); müsamaha ve sabır, demiş. Adam; bundan daha basitini istiyorum ey Allah'ın Rasûlü, deyince de; hiç bir konuda Allah'ı kınama, Allah'ın sana hükmettiği şeyde Allah'ı-itham etme. Bu hadîsi diğer hadîs imam­ları tahrîc etmemişlerdir.

«Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin.» Allah'ın koyduğu hü­kümde Allah'a ve Rasûlüne itaat emredilmekte, hükümlerinin yapılma­sı ve yasaklarının da terkedilmesi buyurulmaktadır. Sonra da «Şayet yüz çevirecek olursanız, bilin ki; peygamberimize düşen, apaçık tebliğ­dir.» Eğer Allah'ın emrettiğinden dönerseniz; peygambere yalnızca teb-îîğ düşer. Size de dinleyip itaat etmek düşer. Zührî der ki: Allah'tan risâlet, peygamberden tebliğ, bizden de teslîm vardır. Müteakiben Al­lah Teâlâ, kendisinden başka ilâh bulunmayan bir tek ve Samed oldu­ğunu haber vererek şöyle buyuruyor: «Allah O'dur ki; O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur. Ve mü'minler, yalnız Allah'a tevekkül etsinler.» Önce tevhîd bildirilmektedir ki; burada taleb anlamı vardır. Yani ulû-  hiyette Allah'ın birliğini kabul edin ve O'nun dinine samîmiyyetle sa­nlın, sonra O'na tevekkül edin. Müzzemmil sûresinde buyurduğu gibi: «O, Doğunun, ve Batının Rabbıdır. O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur. Öyleyse O'nu vekîl tut.» (Müzemmil, 9).[4]

 

14  — Ey îmân etmiş olanlar; eşlerinizin ve çocuklarını­zın içinde size düşmanlık edenler vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz ve örterseniz; şüphesiz Ja Allah, Gafûr'dur, Rahîm'dir.

15  — Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Allah katında ise büyük mükâfat vardır.

16 — Öyleyse, gücünüz  yettiğince Allah'tan   korkun. Dinleyin, itaat edin ve kendinizin   hayrına   olarak infâk edin. Kim de nefsinin cimriliğinden korunursa; işte onlar felaha erenlerin kendileridir.

17 — Eğer Allah'a güzel bir ödünçle ödünç verirseniz; onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Allah, Şekûr'-dur, Halim'dir.

18 — Görüleni ve görülmeyeni bilendir. Azîz'dir, Ha-kîm'dir.

 

Kendi Ailesine Düşmanlık Edenler

 

Allah Teâlâ, çocuklardan ve eşlerden haber vererek buyuruyor ki: Kimi eşler vardır ki, kocalarının, kimi çocuklar da babalarının düşmanı­dırlar. Düşmanlık onları sâlih amellerden alıkoyma anlamındadır. Ni­tekim Münâfikûn sûresinde Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Ey îmân edenler; mallarınız ve çocuklarınız, sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim, bunu yaparsa; işte onlar, hüsrana uğrayanların kendileridir.» (Mü-nâfikûn, 9) Burada ise: «Onlardan sakının» buyuruyor. İbn Zeyd der ki: Dininizi onlardan koruyun, demektir. Mücâhid der ki: «Eşlerinizin ve çocuklarınızın içinde size düşmanlık edenler vardır. Onlardan sakı­nın.» Onlar, kişiyi akrabalarla münâsebeti kesmeye veya Rabbma isyan etmeye sevkeder. Binâenaleyh, kişi onun sevgisinden dolayı çocuğuna ve eşine itaat etmekten başka bir şey yapmaz. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... îbn Abbâs'tan nakletti ki; adamın birisi ona bu âyeti sorduğunda İbn Abbâs şöyle demiş: Bunlar Mekke'de rnüslüman olan bazı kimselerdir ki, Rasûlullah'a gelmek istediler. Ancak eşleri ve ço­cukları onları bırakmadılar. Rasûlullah'ın yanına geldiklerinde, halkın dinde derin bilgiye sahip bulunduğunu gördüler ve bu sebeple ailelerini cezalandırmak istediler. Bunun üzerine: «Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz ve örterseniz; şüphesiz ki Allah, Gafûr'dur, Rahîm'-dir» âyeti nazil oldu. Tirmizî de Muhammed İbn .Yahya kanalıyla... İs­rail'den bu rivayeti nakleder ve; hasendir, sahihtir, der. İbn Cerîr ve Taberânî de bu rivayeti îsrâîl kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayet ederler. Keza Avfî vasıtasıyla îbn Abbâs'tan buna benzer bir rivayet nakledilir. Onun efendisi îkrime'den de aynı şekilde rivayet edilmiştir.

«Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Al­lah katında ise büyük mükâfat vardır.» Mal ve evlâd, Allah tarafından yaratıklarım denemek için verilmiş bir imtihandır. Böylece Allah Teâlâ-lâ kimin kendisine itaat edip, kimin isyan ettiğini belirler. ((Allah katın­da ise büyük mükâfat vardır.» Kıyamet günü büyük mükâfat Allah ka-tındadır. Âl-i İmrân sûresinde beyân edildiği gibi: «Kadınlardan,, oğul­lardan, kantar kantar altın ve gümüşten, nişanlı atlardan, develerden ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük; insanlar için süslenip hoş göründü. Bunlar dünya hayatının geçimidir. Oysa gidilecek yerin gü­zel olanı Allah katındadır.»  (Âl-i İmrân, 14).

İmâm Ahmed îbn Hanbel der ki: Bize Zeyd İbn Habbâb... Abdul­lah İbn Büreyre'den nakletti ki; o, Ebu Büreyre'nin şöyle dediğini duy­dum, demiştir: Rasûlullah (s.a.) konuşurken Hz. Hasan ve Hüseyin geldiler. Üzerlerinde kırmızı bir kaftan vardı. Yürüyor ve düşüyorlar­dı. Rasûlullah (s.a.) minberden indi, onları tuttu ve önüne oturttu. Sonra da: Allah ve Rasûlü doğru söyler. Muhakkak ki mallarınız ve ço­cuklarınız sizin için bir imtihandır. Şu iki çocuğun yürüyüp düşmesini gördüm ve dayanamadım, en sonunda sözümü kesip onları kaldırdım, buyurmuş. Sünen erbabı da bu hadîsi Hüseyn İbn Vâkıd kanalıyla Ab­dullah İbn Büreyre'den naklederler. Tirmizî; hasen ve garîb bir hadîs­tir, ancak bu yolla biliyoruz, der.

İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Süreye İbn Nu'mân... Eş'as îbn Kays'tan nakletti ki; o, şöyle demiş: Ben Kinde hey'eti arasında Rasûlullah (s.a.)a geldim. Bana dedi ki: Çocuğun var mı? Ben; oğlu­mun bir çocuğu var. Cemd'in kızından doğma. Onun yerine kavminin gösterişli bir elbisesi olmasını isterdim, dedim. Rasûlullah (s.a.) buyur­du ki: Böyle demeyin; çünkü göz aydınlığı onlardadır. Öldükleri zaman mükâfat vardır. Sonra buyurdu ki: Eğer onlar hüzün ve korkaklık ve-sîlesidirler, demiş olsaydın doğruydu. Bu hadîsin naklinde İmâm Ah-med merhum münferid kalmıştır.

Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Bize Mahmûd İbn Bekr... Ebu Saîd'in şöyle dediğini bildirdi: Rasûlullah (s.a.); çocuk, gönlün meyvesidir. Onlar; korkaklık, cimrilik ve hüzün nedenidirler, buyurmuştur. Bezzâr sonra; bu hadîs, ancak bu isnâd ile bilinir, der.

Taberânî der ki: Bize Hâşim... Ebu Mâlik el-Eş'ari'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.); şöyle buyurmuş: Düşmanın; kendisini öldürdüğün zaman senin için başarı olan ve o, seni öldürdüğü zaman seni cennete girdiren değildir. Sana düşman olan; senin soyundan çıkmış olan ço­cuğundur. Ayrıca düşmanlarının en büyük düşmanı da sağ elinin sâ-hib olduğu malındır.

«Öyleyse, gücünüz yettiğince Allah'tan korkun.» Gücünüz ve tâ-katmız nisbetinde O'ndan korkun. Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde Ebu Hüreyre (r.a.)den nakledilir'ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Ben, size bir şeyi emredersem; gücünüz yettiğince onu yerine geti­rin, sizi de bir şeyden nehyedersem; ondan sakının. Mâlik'in Zeyd İbn Eslem'den rivayet ettiği gibi müfessirlerden bazıları da derler ki: Bu âyet, Âl-i İmrân süresindeki şu âyeti neshetmiştir: «Ey îmân edenler; Allah'tan nasıl korkmak lazımsa öylece korkun. Ve her halde müslüman olarak can verin.» (Âl-i İmrân, 102) İbn Hatim der ki: Bize Ebu Zür'a... Saîd îbn Cübeyr'den nakletti ki; Allah Teâlâ'nın: «Allah'tan nasıl kork­mak lazımsa öylece korkun. Ve her halde müslüman olarak can verin.» âyeti nazil olduğunda halkın bunu yapması zor geldi. Kalktılar, niha­yet damarları çatladı, alınları yarıldı. Allah Teâlâ müslümanlara hük­münü hafifletmek için: «Öyleyse, gücünüz yettiğince Allah'tan korkun.» âyetini indirerek birinci âyeti neshetti. Ebu'l-Âliye, Zeyd İbn Eşlem, Katâde, Rebî' îbn Enes, Süddî, Mukâtil İbn Hayyân'dan da bu şekilde rivayet edilmiştir.

«Dinleyin, itaat edin.» Allah ve Rasûlünün size emrettiği şeye bağ­lanın. Ondan ayrılıp ta sağa sola sapmayın. Allah ve Rasûlünün önüne geçmeyin, size emrettiklerinden geri durmayın, yasakladıklarını da iş­lemeyin.

«Ve kendinizin hayrına olarak infâk edin.» Allah'ın size rızık ola­rak verdiği şeylerden; akrabalara, fakirlere, miskinlere ve ihtiyâç sâhib-lerine verin. Allah'ın size lütfettiği gibi, siz de Allah'ın mahlûkâtına güzelce verin ki dünya ve âhirette sizin için hayır olsun. Böyle yapmazsa­nız, dünya ve âhirette sizin için şer olur.

«Kim de nefsinin cimriliğinden korunursa; işte onlar felaha eren­lerin kendileridir.» Bu âyetin tefsiri Haşr sûresinde geçmişti. Orada ko­nuyla ilgili vârid olan hadîsler anlatılmıştı. Tekrar zikretmeye gerek yoktur. Hamd ve minnet Allah'a mahsustur.

«Eğer Allah'a güzel bir ödünçle ödünç verirseniz; onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar.» Allah için neyi infâk ederseniz; onu faz­lasıyla size geri verir. Neyi sadaka olarak dağıtırsanız; onun mükâfatı Allah'a aittir. Ve verilen sadaka Allah'a borç vermedir. Nitekim sahih hadîste bildirilir ki; Allah Teâlâ şöyle buyurur: Kim, zulmetmeksizin ve ana sermayeyi yok etmeksizin ödünç verirse; Allah Teâlâ onu size kat kat artırır. Bakara sûresinde ise : «Onu Allah kat kat fazlasıyla öder» (Bakara, 245)  buyurmuştur.

«Ve sizi bağışlar.» Günâhlarınızı affeder. Çünkü «Allah, Şekûr'dur.» Aza, çokla karşılık verir. «Halîm'dir.» Bağışlar, affeder, gizler, günâh­lardan, eksikliklerden, hafâ ve kötülüklerden vazgeçirir. «Görüleni ve görülmeyeni bilendir. Azîz'dir, hakîm'dir.» Bu âyetin tefsiri birçok kere geçmişti.[5]

 



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/7926

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/7927

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/7928-7929

[4] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/7929-7931

[5] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/7931-7934

Free Web Hosting