MÜLK SÛRESİ2

İzahı3

Cehennemde Kâfirler4

Yaratan Elbet Bilir4

İzâhı5

Nasıl Emîn Olabilirsiniz?. 5

İzahı5

Kimdir O?. 6


MÜLK SÛRESİ

(Mekke'de nazil olmuştur.)

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1  — Şanı yücedir, bütün mülk elinde olanın. Ve O, her şeye kadirdir.

2 — Hanginizin daha iyi amel işlediğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Ve O; Aziz'dir, Gafûr'dur.

3 — O ki yedi göğü kat kat yaratmıştır. Sen, Rahman'-ın yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü çe­vir de bak, bir aksaklık görebilir misin?

4  — Sonra gözünü iki kere daha çevir; göz umduğunu bulamayıp bitkin ve yorgun sana dönecektir.

5  — Andolsun ki Biz, yere en yakın göğü  kandillerle donattık. Onlarla şeytânların   taşlanmasını sağladık.   Ve onlara çılgın alevli azabı hazırladık.

 

Allah Teâlâ yüce zâtım överek, mülkün kendi elinde olduğunu ha­ber veriyor. Yani O, bütün yaratıklara dilediği gibi tasarruf edendir. Hükmünün ta'kîbçisi yoktur. Kahrı, hikmeti ve adaleti nedeniyle yap­tığından sorumlu değildir. «Ve O, her şeye kadirdir.»

«Hanginizin daha iyi amel işlediğini denemek için ölümü ve ha­yatı yaratan O'dur.» Bu âyeti delil getirerek bazıları ölümün varlıkla ilgili bir durum olduğunu ve mahlûk olduğunu söylemişlerdir. Âyetin mânâsı şöyledir: Allah Teâlâ yaratıkları yoktan var etmiştir ki, onlar­dan hangisinin daha iyi amel işlediklerini deneyip tecrübe etsin. Nite­kim bir başka âyette şöyle buyurur: «Nasıl oluyor da Allah'ı inkâr edi­yorsunuz. Halbuki siz Ölüler iken O diriltti.» (Bakara, 28) Allah Teâlâ ilk hale yani yokluk haline ölüm adını vermiş ve bu ikinciye de hayat demiştir. Bu sebeple «Sonra sizi öldürecek, sonra tekrar diriltecek.» bu­yurmuştur. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Zür'a... Katâde'den «Ölü­mü ve hayatı yaratan O'dur.» kavli hakkında Rasûlullah (s.a.)ın şöyle buyurduğunu nakletti: Allah Teâlâ âdemoğlunu ölümle zelil etmiştir. Dünyayı önce hayat yurdu sonra ölüm yurdu kılmıştır. Âhireti de ön­ce ceza, sonra baka diyârî~yâpmıştir. Bu rivayeti Ma'mer de Katâde'den nakleder.

«Hanginizin daha iyi amel işlediğini denemek için.» Hanginizin amel bakımından daha iyi olduğunu tesbît etmek için Muhammed İbn Aclân'ın dediği gibi, ameli daha çok olanı değil daha hayırlı olanı be­lirlemek için. «Ve O; Azîz'dir, Gafûr'dur.» O, Azîz'dir, Azîm'dir, Menî1-dir, Cenâb'dır. Bununla beraber kendijsine tevbe edip sığınanı bağışlar, isyan edip emrine aykırı davrandıktan sonra döneni affeder. Her ne ka­dar Azîz ise de bağışlama ve merhamet O'nun şânmdandır. Affeder, vazgeçer. «O ki yedi göğü kat kat yaratmıştır.» Tabaka tabaka. Gökler birbiri üstüne yükselmiş olarak birbirine bağlantılı mıdır, yoksa arası boşlukla ayrılmış mıdır? Bu konuda iki görüş vardır: Sahih olan ikinci­sidir,

«Sen, Rahmân'ın yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın.» Aksi­ne onda düzgünlük ve doğruluk vardır. İhtilâf, çelişki, muhalefet ol­madığı gibi eksiklik, kayıp ve bozukluk da yoktur. «Gözünü çevir de bak, bir aksaklık görebilir misin?)) Göğe bak ve düşün. Onda bir eksik­lik, bir aksaklık, bir ayıp ve sakatlık görebilir misin? İbn Abbâs, Mü-câhid, Dahhâk, Sevrî ve başkaları bunu; onda bir yarık bulabilir mi­sin? diye tefsir etmişlerdir. Süddî de; delik bulabilir misin? diye tefsir etmiştir. Bir başka rivayette İbn Abbâs; kırıklık bulabilir misin? diye tefsir ederken, Katâde de; ey âdemoğlu, onda bir halel var mıdır? diye tefsir etmiştir.

«Sonra gözünü iki kere daha çevir; göz umduğunu bulamayıp bitkin ve yorgun sana dönecektir.» İki kez daha çevir. İbn Abbâs der ki: Göz, zelil olarak sana geri dönecektir. Mücâhid ve Katâde ise; boyun eğerek, anlamını vermişlerdir. «Bitkin» Kamaşmış olarak. Mücâhid, Katâde ve Süddî ise bunun, yorgunluktan güçsüz ve kopuk düşmüş anlamına gel­diğini bildirir. Âyetin mânâsı şöyle olur: Sen gözünü tekrar çevirsen, ne kadar çevirirsen çevir, gözün sana ayıp ve eksiklik görmekten ümit­siz ve bitkin olarak geri döner. Tekrar ve tekrar bakıp hiç bir eksiklik görmemenin yorgunluğundan biter tükenir.

Allah Teâlâ, yaratıklarından eksikliği, reddettikten sonra gökteki mükemmelliği ve zîneti açıklamaya başlayarak buyuruyor ki: «Andol-sun ki Biz, yere en yakın göğü kandillerle donattık.» Sabit ve gezegen yıldızların yer aldığı yıldızlar kümesi ile. «Onlarla şeytânların taşlan­masını sağladık.» Onlarla derken, zamîr kandillerin cinsine gitmektedir, yoksa kendilerine değil. Çünkü Gökteki yıldızlarla şeytânlar kovalan­maz, aksine onlardan daha aşağı derecede olan sahûb (meteor) larla kovalanır. Ancak onlardan yardım^alınmış olabilir. Allah en iyisini Di­lendir.

«Ve onlara çılgın alevli azabı hazırladık.» Şeytânlara bu dünyada rüsvâylığı yazdığımız gibi, öbür dünyada da çılgın alevli azabı hazır­ladık. Tıpkı Sâffât sûresinin baştarafında buyurulduğu gibi: «Doğrusu Biz, dünya göğünü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Ve onu inâdçı her şey­tândan koruduk. Onlar Mele-i A'lâ'yı dinleyemezler ve her yönden sü­rülerek atılırlar. Kovularak. Ve onlar için sürekli bir azâb vardır. An­cak çalıp çırpan olursa; onu da hemen delip geçen yakıcı bir alev (şa~ hâb) tâ'kîb eder.»  (Sâffât, 6-10).

Katâde der ki: Yıldızlar üç şey için yaratılmışlardır: Birincisi, gök­te bir süs unsurudurlar. İkincisi, şeytânları kovalarlar. Üçüncüsü, ken­dileriyle yol bulunan alâmetlerdir. Kim bunun dışında bir yorum ge­tirirse, kendi görüşüne göre söz söylemiş ve payına hatâ düşmüş olur, dolayısıyla nasibini yitirir. Bilgisizce zorlamalara dalmış olur. İbn Ce-kîr Taberî ve İbn Ebu Hatim böyle rivayet etmişlerdir.[1]

 

İzahı

 

6  — Rablarına küfredenler için de cehennem azabı var­dır. Ne kötü dönüş yeridir.

7  — Oraya atıldıklarında; onun kaynarken   çıkardığı uğultuyu işitirler.

8  — Nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. İçine her bir topluluk atıldığında, bekçileri onlara sorarlar: Size bir uyarıcı gelmedi mi?

9  — Onlar: Evet, doğrusu bize bir uyarıcı geldi ama biz yalanladık ve: Allah, hiç bir şey indirmemiştir. Siz, büyük bir sapıklık içindesiniz dedik, derler.

10  — Eğer kulak vermiş veya akletmiş olsaydık; bu çıl­gın alevli ateş halkı arasında bulunmazdık, derler.

11  — Böylece günâhlarını i'tirâf ettiler. Yok olsun çıl­gın alevli cehennem ashabı.

 

Cehennemde Kâfirler

 

Allah Teâlâ, kâfirlerden haber vererek buyuruyor ki: «Rablarına küfredenler için de cehennem azabı vardır. Ne kötü dönüş yeridir.» Va­rıp gidilecek ne kötü bir yerdir orası. «Oraya atıldıklarında; onun kay­narken çıkardığı uğultuyu işitirler.» Yani sesi ve çığlığı. Sevri kelimesine, çok suda az tanenin kaynatılması gibi onları kaynatır, mâ­nâsını vermiştir.

«Nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur.» Hemen hemen öfke­sinin şiddetinden ve aşırı kininden dolayı parçalanıp gidecek gibi olur. «İçine her bir topluluk atıldığında, bekçileri onlara sorarlar: Size bir uyarıcı gelmedi mi? Onlar: Evet, doğrusu bize bir uyarıcı geldi ama biz yalanladık ve: Allah, hiç bir şey indirmemiştir. Siz, büyük bir sapıklık içindesiniz, dedik, derler.» Allah Teâlâ mahrukatına adaletli davrandı­ğını ve bir kulu için hüccet ve delil ortaya koymadan, onlara elçiler göndermeden, azâblandırmayacağım belirtiyor. Nitekim İsrâ sûresinde de: «Biz., bir peygamber göndermedikçe azâb ediciler değiliz.» (İsrâ, 15) buyurmaktadır. Ayrıca Allah Teâlâ Zümer sûresinde şöyle buyurmak­tadır: «Oraya vardıklarında kapıları açıldı ve bekçileri onlara dediler ki: İçinizden, size Rabbınızın âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağı­nızı ihtar eden elçiler gelmedi mi? Onlar da: Evet, dediler. Fakat azâb sözü küfredenlerin 'üzerine hak oldu.» (Zümer, 71) Böylece onlar kendi kendilerini kınarlar ve pişmanlığın fayda vermediği yerde pişmanlık duyarak: «Eğer kulak vermiş veya akletmiş olsaydık bu çılgın alevli ateş halkı arasında bulunmazdık, derler.» Eğer kullanabileceğimiz ak­lımız veya Allah'ın indirdiği hakkı işitebilecek kulaklarımız olsaydı; bu­günkü durumda bulunmaz, Allah'ı inkâr edip küfre düşmez ve bununla gurur duymazdık. Ne var ki peygamberlerin getirdiği gerçeği koruyacak kadar i.drâkimiz ve peygamberlere uymamız için rehberlik edecek aklı­mız yoktur. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Böylece günâhlarını i'tirâf et­tiler. Yok olsun çılgın alevli cehennem ashabı.» buyuruyor. İmâm Ah-med İbn Hanbel der ki: Bize Muhammed İbn Ca'fer... Ebu'l-Bahteri'den nakletti ki; o, Rasûlullah (s.a.)tan duymuş olan bir kişinin kendisine şöyle dediğini bildirmiştir: İnsanlar kendilerini ma'zûr görünceye ka­dar helak olmazlar. Bir başka hadîste de şöyle buyurulur: Cehenneme giren herkes kendisinin cennetten çok cehenneme uygun olduğunu mu-hakkak bilir.[2]

 

12  — Muhakkak ki Rablarından gıyaben korkanlar; iş­te onlar için, mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.

13  - Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa   vurun; mu­hakkak ki O, göğüslerin özünü bilendir.

14  — Yaratan bilmez olur mu hiç? Ve O; Latiftir, Ha-bîr'dir.

15  — Size   yeryüzünü boyun eğdiren   O'dur. O halde onun sırtlarında yürüyün. O'nun rızkından yeyin, nihayet dönüş O'nadır.

 

Yaratan Elbet Bilir

 

Allah Teâlâ insanlar görmese de kendisi ile Rabbımn arasında bu­lunan ve Rabbmdan korkup isyandan çekinerek itâata koyulan kişiler­den bahsediyor. Allah'tan başka kimsenin kendisini görmediği yerde, Allah'tan korkup itaat edenler için mağfiret ve büyük bir mükâfat ol­duğunu bildiriyor. O'nun günâhlarını bağışlayıp sonsuz mükâfat ile mükâfatlandıracağını haber veriyor. Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde sabit olan bir hadîste şöyle buyurulur: Arş'm gölgesinden başka gölge­nin bulunma_dıgı_günde j^jjan Te&lâ, yedi kişiyi Arş'ının gölgesinde göl­gelendirir. Bunların zikrsdildiği hadîste denir ki: Mevki ve güzellik sâ-hibi bir kadının kendisini çağırdığı zaman; ben Allah'tan korkarım, diyen kişi. Ve bir sadaka verip de sağının verdiğini solunun bilmeyece­ği kadar gizleyen kişi. Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr Müsned'inde der ki: Bi­ze Tâlût Ibn Abbâd... Enes'in şöyle dediğini bildirdi: Ey Allah'ın Ra-sûlü, biz senin huzurunda iken bir halde, senin yanından ayrılınca baş­ka bir halde oluyoruz, dediler de, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: Siz, Rabbınızla başbaşa kaldığınızda nasıl oluyorsunuz? Onlar dediler ki: Allah, gizli açık her yerde bizim Rabbımızdır. Bunun üzerine Rasûlul­lah (s.a.); öyleyse bu davranışınız münafıklık değildir, buyurdu. Bizim bildiğimize göre bu hadîsin râvîleri arasında yer alan Sâbit'den yalnız­ca  Haris İbn Ubeyd hadîs nakletmiş tir.

Ve müteakiben Hak Teâlâ kendisinin gizli açık her şeye muttali' olduğunu bildiriyor: «Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; mu­hakkak ki O, göğüslerin özünü bilendir.» Kalblerden geçeni bilir. «Ya­ratan bilmez olur mu hiç?» Yaratan bilmez mi hiç? Denildi ki: Bu âye­tin mânâsı şöyledir: Allah yarattıklarını bilmez mi hiç? Ancak birinci mânâ daha doğrudur. Çünkü hemen ardından Allah: «Ve O; Lâtiftir, Habîr'dir. »  buyuruyor.

Bilâhare Allah Teâlâ mahlûkatına vermiş olduğu nimetleri zikre­diyor. Yeryüzünü yaratıklarının emrine müsahhar kıldığım ve onlara boyun eğdirdiğini belirtiyor. Yeryüzüne dağlar koyarak onun sarsılıp gitmeyen sakin bir kara parçası olduğunu, orada çeşmeler fışkırtıp yol­lar açtığını ve yaratıklar için çeşitli faydalar hazırlayıp ekin ve meyve yerleri halkettiğini beyân ederek: «Size yeryüzünü boyun eğdiren O'dur.

O halde onun sırtlarında yürüyün.» diyor. Yeryüzünde istediğiniz böl­gede gezinin. Muhtelif iklimleri dolaşın. Değişik kazanç ve ticâret tür­lerini araştırın ve bilin ki; sizin çabalamanız, Allah'ın sizin için mü­yesser kıldığı mikdârdan öteye geçemez. Bunun için: «O'nun rızkından yeyin.» Sebepleri araştırıp çalışmak, tevekküle aykırı değildir. Nitekim İmâm Ahmed_İbn Hanbel der ki: Bize Ebu Abdurrahmân... Bekr İbn Amr'dan nakletti ki; o, Abdullah İbn Hübeyre'nin şöyle dediğini duy­muş: Ebu Temim el-Ceyşânî Ömer İbn Hattâb'ın şöyle dediğini duydu­ğunu bildirmiş: Ömer İbn Hattâb da Rasûlullah (s.a.)ın şöyle buyurdu­ğunu duymuş olduğunu haber vermiş: Eğer siz, Allah'a hakkıyla tevek­kül edebilmiş olsaydınız, kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırır-dı. Sabahleyin aç kalkar, karnı doymuş olarak dönerdiniz. Tirmizî, Ne-seî ve TbnMâce bu hadîsi Abdullah Ibn~ Hübeyre'den nakletmişlerdir. Tirmizî; hasen, sahîh bir hadîstir, der. Rasûlullah (s.a.); Allah'a tevek­külle beraber nzık aramak için gidiş ve dönüşlerden de sözetmiştir. Bu âyette boyun eğdirme, gitme ve dönüş birlikte yer almaktadır: «Niha­yet dönüş O'nadır.» Kıyamet günü varılacak yer O'nun katıdır. İbn Ab-bâs, Mücâhid Katâde ve Süddî, «sırtlarında» diye ifâde ettiğimiz kelimesine; çevresi, etrafı ve boşlukları, anlamını vermiştir. İbn Abbâs ve Katâde ise dağlar anlamını vermişlerdir. îbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... Beşîr İbn Kâ'b'dan nakletti ki; o, bu âyeti oku­yup çocuğunun annesi olan cariyesine şöyle demiş : Eğer bu âyetteki kelimesini bilirsen seni âzâd ederim. Câriye; bu, dağlardır, demiş. Beşîr İbn Kâ'b Ebu Derdâ'ya sormuş, o da; bu, dağlardır, demiş.[3]

 

İzâhı

 

16  — Gökte  olanın,   sizi  yerin  dibine  geçirmesinden emin mi oldunuz? O zaman yer, sarsıldıkça sarsılır.

17  — Yoksa gökte olanın, başınıza taş göndermesinden emin mi oldunuz? Benim tehdidimin nasıl olduğunu yakında bileceksiniz.

18  — Andolsun ki onlardan   öncekiler de   yalanlamış­lardı. Beni inkâr nasılmış?

19  — Onlar; üzerlerinde kanat çırpan sıra sıra kuşları görmezler mi? Onları Rahmân'dan başkası tutmuyor. Mu­hakkak ki O; her şeyi Gören'dir.

 

Nasıl Emîn Olabilirsiniz?

 

Bu da Allah'ın mahlûkâtına başka bir lütuf ve rahmetinin ifadesi­dir. Allah Teâlâ kullarının bir kısmını küfretmeleri ve' kendisiyle bera­ber başkalarına ibâdet etmeleri nedeniyle azâblandırmaya gücünün yet-tiğini bildiriyor ve buna rağmen yine de halım davranıp onları azâblan-dırmaktan vazgeçtiğini, acele etmeyip cezalarını te'hîr ettiğini haber veriyor. Nitekim Fâtır sûresinde de şöyle buyurmaktadır: «şayet Allah, insanları kazandıklarıyla muaheze etmiş olsaydı; onun üstünde hiç bir canlı bırakmazdı. Fakat onları belli bir süreye kadar te'hîr eder. Süre­leri geldiği zaman ise; muhakkak ki Allah, kulları için Basîr olandır.» (Fâtır, 45).

Burada ise buyuruyor ki: «Gökte olanın, sizi yerin dibine geçirme­sinden emîn mi oldunuz? O zaman yer, sarsıldıkça sarsılır.» Gider, gelir ve depreşir. «Yoksa gökte olanın, başınıza taş göndermesinden emîn mi oldunuz?» Sizi ezen çakılların bulunduğu rüzgâr göndermesinden emin mi oldunuz? Nitekim İsrâ sûresinde de şöyle buyurur: «Kara tarafında sizi yere batırmasından veya başınıza taş yağdırmasından emîn mi oldu­nuz? Sonra kendiniz için bir vekîl de bulamazsınız.» (İsrâ, 68). Burada da onları tehdîd ederek: «Benim tehdidimin nasıl olduğunu yakında bi­leceksiniz.» buyuruyor. Benim tehdidimin ve o tehdîdden kaçıp yalan­layanların akıbetinin nasıl olduğunu bileceksiniz.

«Andolsun ki onlardan öncekiler de yalanlamışlardı.» Geçmiş mil­letlerden ve eski nesillerden bazıları da yalanlamışlardı. «Beni inkâr na-sılmış?» Benim onları inkâr edişim ve cezâlandırışım nasıl oldu? Onları cezalandırmam ne kadar şiddetli, ne kadar acıklı ve ne büyük ceza idi.

«Onlar; üzerlerinde kanat çırpan sıra sıra kuşları görmezler mi?» Bazan havada kanatlarını sıra sıra yapan, bazan da kanatlarını topla­yıp sonra yayıveren kuşları. «Onları Rahmân'dan başkası tutmuyor (ha­vada) .» Rahmân'm rahmeti ve lutfu icâbı onları emrine verdiği havadan başka bir şey kendilerini tutmuyor. «Muhakkak ki O; her şeyi gören­dir.» Mahlûkâtından her şeyin neye elverişli olduğunu en iyi gören O'-dur. Bu âyet-i kerîme, Nahl süresindeki şu âyete benzemektedir : «Gö­ğün boşluğunda; Allah'ın buyruğuna boyun eğerek uçan kuşlara bak­mıyorlar mı? Onları Allah'tan başka kimse tutmaz. İnanan bir kavim için muhakkak ki bunda da âyetler vardır.»  (Nahl, 79)[4]

 

İzahı

 

20  — Rahmân'dan başka size yardımda bulunacak or­dunuz kimdir? Kâfirler sadece gurur içindedirler.

21  — Eğer O, rızkınızı tutup kesiverecek olursa; size rı-zık verecek kimdir? Hayır onlar, azgınlık ve nefret içinde direnip durmaktadırlar.

22  - Yüzükoyun sürünen mi daha çok   hidâyettedir, yoksa doğru yolda düpedüz yürüyen mi?

23  — De ki: Sizi yaratan ve sizin için kulaklar, gözler ve kalbler vareden O'dur. Ne de az şükrediyorsunuz.

24  — De ki: Sizi yeryüzünde yaratıp yayan O'dur. Ve O'na toplanıp götürüleceksiniz.

25  — Derler ki: Doğru   sözlüler iseniz,   bildirin ne za­mandır bu va'd?

26  — De ki: Bilgi; ancak Allah katandadır. Ve ben, sa­dece apaçık bir uyarıcıyım.

27  - Onu yaklaşırken gördükleri vakit, küfredenlerin yüzleri buruştu. Ve: Sizin isteyip durduğunuz işte budur, denildi.

 

Kimdir O?

 

Allah Teâlâ, kendinden başkasına kulluk eden ve onlardan rızık ve yardım dileyen müşrikleri bu inançlarından dolayı kınayarak ve um­duklarını elde edemeyeceklerini bildirerek buyuruyor ki: «Rahmân'dan başka size yardımda bulunacak ordunuz kimdir?» O'ndan başka sizi ko­ruyan bir dostunuz ve yardımcınız yoktur. «Kâfirler sadece gurur için­dedirler.»

«Eğer O, rızkınızı tutup kesiverecek olursa; size rızık verecek kim­dir?» Allah Teâlâ rızkını kesiverecek olunca O'ndan başka sizi rızıklan-dıracak kimdir? Yaratıp rızık veren, alıp veren O'ndan başka hiç bir kimse yoktur. Yalnızca Azız ve Celîl olan Allah bunları yapar. O'nun şeriki yoktur. Onlar bunu bilmelerine rağmen O'ndan başkasına ibâdet etmektedirler. Bu sebeple Hak Teâlâ âyetin devamında: «Hayır onlar, azgınlık ve nefret içinde direnip durmaktadırlar.» buyuruyor. Sapıklık, şüphe ve azgınlıklarında devam edip gitmektedirler. Bunun sebebi Hakk'a sırtlarını dönüp inâd, kibir ve nefret içerisinde gerçeğe tâbi ol­mamalarıdır.

«Yüzükoyun sürünen mi daha çok hidâyettedir, yoksa doğru yolda düpedüz yürüyen mi?» Bu, Allah Teâlâ'nm mü'min ve kâfire örnek ver­diği bir misâldir. Kâfirin misâli; yüzükoyun sürünen, dosdoğru gideme­yen kimse gibidir. Nereye gittiğini ve hangi yolu tuttuğunu bilmez. Bi­lakis o, başıboş kendini yitirmiş ve sapıklık içerisinde yüzmektedir. «Bu mu daha çok hidâyettedir, yoksa doğru yolda düpedüz yürüyen mi?» Dosdoğru, açık ve seçik bir yolda yürüyen mi? O yol, kendiliğinden dos­doğru bir yoldur. Bu ise dünyadaki kâfir ve mü'minin örneğidir. Âhi-rette de böyle olacaklardır. Mü'min dosdoğru yolda düpedüz yürüyecek ve cennet bahçelerine giden yolu tutacaktır. Kâfir ise, yüzüstü sürük­lenip cehennem ateşine sürülecektir. Sâffât sûresinde buyurulduğu gi­bi: «Zulmetmiş olanları ve onların eşlerini toplayın. Onların taptıkla­rım da. Allah'tan başka. Ve onları cehennem yoluna götürün. Durdurun onları; çünkü onlar sorumludurlar. Size ne oldu ki birbirinizle. yardım-laşmıyorsunuz? Hayır, onlar bugün teslim olmuşlardır.» (Sâffât, 22-26) İmâm Ahmed İbn Hanbel merhum der ki: Bize İbn Nümeyr... İsmail'­den, o da Nefî'den nakleder ki; o, Enes İbn Mâlikin şöyle dediğini işit­tim, demiş: Ey Allah'ın Rasûlü, insanlar yüzleri üstü nasıl sürüklenir­ler? denildi de, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu; Onları ayakları üstü yürüten, yüzlerT~usTür^7üt"meye kadir değil midir? Bu hadîs Buharı ve Müslim'in Sahihlerinde Yûnus İbn Muhammed kanalıyla Enes'ten aynı şekilde nakledilir.

«De ki: Sizi yaratan ve sizin için kulaklar, gözler ve kaiblei var eden O'dur.» Siz anılmaya değer bir şey bile değilken, ilkin sizi yaratan ve sizin için akıllar ve idrâkler veren O'dur. «Ne de az şükrediyorsunuz.» Allah'ın size lütfederek verdiği bu güçleri O'na itaat, emirlerine uyma ve yasaklarını terketme konusunda ne de az kullanıyorsunuz.

«De ki: Sizi yeryüzünde yaratıp yayan O'dur.» Sizi değişik renk­ten ve dilden olmanıza rağmen, yeryüzünün her tarafına dağıtıp yay­mış olan O'dur. Sizin dış görünüşleriniz, şekilleriniz ve suretleriniz bir­birinden çok farklıdır. «Ve O'na toplanıp götürüleceksiniz.» Bunca de­ğişiklik ve farklılıktan sonra O'nun huzurunda toplanacaksınız. Önce sizi dağıttığı gibi tekrar eski halinize döndürüp toplayacaktır.

Sonra Hak Teâlâ, öldükten sonra dirilmenin vukuunu uzak sayan inkarcı kâfirlerden bahsederek buyuruyor ki: «Derler ki: doğru söz­lüler iseniz, bildirin ne zamandır bu vaad?» Bu dağılmadan sonra to­parlanmanın ne zaman olacağını bildirin bize. «De ki: Bilgi; ancak Allah katındadır.» Kesin olarak toparlanma vaktini ancak O, bilir. Sa­dece bana bu toplanmanın muhakkak olacağını ve kaçınılmasının im­kânsız olduğunu, binâenaleyh kendisinden sakınılması gerektiğini bil­dirmemi emretmiştir. «Ve ben, sâdece apaçık bir uyarıyıcım.» Benim görevim yalnızca tebliğdir. İşte ben de onu yerine getirdim.

«Onu yaklaşırken gördükleri  vakit, küfredenlerin yüzü buruştu.»

Kıyamet koptuğunda, kâfirler bunu gördüğünde, işin yakın olduğunu anladıklarında —zaman uzasa da gelecek olan her şey gelecektir— ya­lanladıkları şey gerçekleştiğinde, bu; kendilerini orada bekleyen kötü­lükleri bilmelerinden dolayı onları üzer ve rahatsız eder. Kötülük on­ları kuşatmıştır. Akıllarında hesâblarmda olmayan Allah'ın emri ge­lip çatmıştır. «Halbuki Allah katından onlara hiç hesâblamadıkları şey­ler belirmiştir. Onlara, işledikleri kötülükler belli olmuş, alaya aldık­ları şeyler de kendilerini çepeçevre sarmıştır.» (Zümer, 47-48). Bu se­beple onları uyarmak ve ihtar etmek için kendilerine şöyle denildi: «Si­zin isteyip durduğunuz işte budur.» Çabucak gelmesini istediğiniz şey işte budur..[5]

 

28  — De ki: Beni ve benimle beraber bulunanları, Al­lah helak eder veya esirgerse; kâfirleri elîm bir azâbdan kurtaracak olan kimdir?

29  — De ki: O, Rahman'dır. Biz, O'na inandık ve O'na tevekkül ettik. Kimin apaçık bir sapıklıkta   olduğunu ya­kında bileceksiniz.

30  — De ki: Eğer suyunuz yerin dibine batarsa, söyle­yin; size kim temiz bir su kaynağı getirebilir?

 

Allah Teâlâ buyuruyor ki: Ey Muhamrned, Allah'ın nimetlerini in­kâr eden ve.O'na şirk koşan şu müşriklere «De ki: Beni ve Benimle be­raber bulunanları, Allah helak eder veya esirgerse; kâfirleri elîm. bir azâbdan kurtaracak olan kimdir?» Yani kendinizi kurtarmaya bakın. Tevbe etmekten ve Allah'a yönelip O'nun dinine dönmekten başka si­zin için bir kurtuluş yoktur. Bizim için istediğiniz azâb ve tenkidin ger­çekleşmesi size fayda vermez. İster Allah bizi azâblandırsm, ister mer­hamet edip esirgesin; sizin için Allah'ın azâb ve tenkidinden kaçıp kur­tuluş yolu ve imkânı yoktur. Bu, gerçekleşecektir.

«De ki: O, Rahmân'dır. Biz, O'na inandık ve O'na tevekkül ettik.» Biz Rahman ve Rahîm olan âlemlerin Rabbına inandık ve her işimizde O'na dayanıp güvendik. Hûd sûresinde buyurulduğu gibi: «Öyleyse O'na ibâdet et ve O'na tevekkül et.» (Hûd, 123) Bu sebeple müteakiben: «Kimin apaçık bir sapıklıkta olduğunu yakında bileceksiniz.» buyuru­yor. Bizim mi, yoksa sizin mi? Dünya ve âhirette akıbetin kimin oldu­ğunu bileceksiniz.

«De ki: Eğer suyunuz yerin dibine batarsa, söyleyin; size kim te­miz bir su kaynağı getirebilir?» Yerin dibine doğru gidecek olursa ve siz keskin baltalar, güçlü araçlar ile onu elde edemeyecek olursanız; «size kim temiz bir su kaynağı getirebilir?» Yeryüzünde akıp giden bir su kaynağı. Allah Azze ve Celle'den başka kimse buna güç yetiremez. O'nun lütuf ve kereminin eseridir ki size yeryüzünden sular fışkırtmış ve her tarafa akıtıp götürmüştür. Az veya çok kulların ihtiyâcına göre onlara su halk etmiştir. Hamd ve minnet Allah'a mahsûstur.[6]

 



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/7983-7985

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/8009-8010

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/8011-8012

[4] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/8019-8020

[5] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/8024-8026

[6] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/8026-8027

Free Web Hosting