NÛH SÛRESİ2

Siz ve Nuh Kavmi2

İzâhı5


NÛH SÛRESİ

(Mekke'de nazil olmuştur.)

 

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

1  — Doğrusu Biz, Nuh'u; kavmine gönderdik. Kendile­rine elîm bir azâb gelmezden önce kavmini uyar, diye.

2  — Dedi ki: Ey kavmim; şüphesiz ben, sizin için apa­çık bir uyarıcıyım.

3  — Allah'a ibâdet edesiniz ve O'ndan sakınasınız diye. Bana da itaat edin diye.

4  — Tâ ki, günâhlarınızı size bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar geciktirsin. Muhakkak ki Allah'ın süresi ge­lince geri bırakılmaz. Keski bilseydiniz.

 

Siz ve Nuh Kavmi

 

Allah Teâlâ Nûh peygamberden bahsediyor ve onu kavmine peygamber olarak gönderdiğini, Allah'ın azabı gelmezden evvel kavmini korkutmasını emrettiğini, kavminin tevbe edip Allah'a sığınması ha­linde üzerlerinden azabı kaldıracağını kendilerine bildirdiğini beyân edip buyuruyor ki: «Doğrusu Biz Nuh'u; kavmine gönderdik. Kendile­rine elîm bir azâb gelmezden önce, kavmini uyar, diye. Dedi ki: Ey kav­mim; şüphesiz ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.» Uyarıcılığı apaçık, durumu besbelli bir peygamberim. «Allah'a ibâdet edesiniz ve O'ndan sakmasınız diye.» Allah'ın yasaklarım terkedin, günâhlardan kaçının, bana da itaat edin diye. Size emrettiğimi yapasmız, nehyettiğimden ka­çmasınız ve bu konuda bana uyasınız diye. «Tâ ki günâhlarınızı size bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar geciktirsin.» Size emrettiğini ya­par ve gönderildiğim peygamberlik konusunda beni doğrularsanız; Al­lah sizin günâhlarınızı bağışlar. kelimesinin başındaki edatının zâid olduğu söylenmiştir. Ancak zâid olduğunu isbât için delil çok azdır. Nitekim araplar konuşurken biraz yağmur olmuş­tu, anlamına derler. Bunun anlamına ol­duğu da söylenmiştir. Bu takdirde ifâde, sizin günâhlarınızdan vazgeç­sin şeklinde olur. İbn Cerîr Taberî bu görüşü tercih etmiştir. Bu edatın ba'ziyyet için olduğu da söylenmiştir. Bu takdirde mânâ; işlediğiniz tak­dirde sizden intikam alacağını va'detmiş olduğu büyük günâhlarınızı bağışlasın, şeklinde olur. «Ve sizi belli bir süreye kadar geciktirsin.» Öm­rünüzü uzatsın ve size yasaklamış olduğu suçlardan vazgeçmezseniz üze­rinize inecek olan azabı bir süre te'hîr etsin diye. Ba'zıları bu âyeti de­lil getirerek itaat :iyüik ve sıla-i rahm'in ömrü gerçekten uzattığını söy­lemişlerdir. Nitekim hadîste de; sıla-i rahm ömrü uzatır, buyurulmuş-tur.

«Muhakkak ki Allah'ın süresi gelince, geri bırakılmaz. Keski bilsey­diniz.» Azâb gelip çatmazdan önce itâata koşun. Çünkü Allah Teâlâ aza­bın gelmesini emredecek olursa; o, geri çevrilmez ve alıkonulamaz da. Çünkü O, gücü her şeye eren yüce zâtın kendisidir. Bütün yaratıkların, izzetine boyun eğdiği Azîz'dir.[1]

 

5  — Dedi ki: Rabbım; doğrusu ben, kavmimi gece gün­düz davet ettim.

6  — Ne var ki benim davetim; sadece benden uzaklaş­malarını artırdı.

7  - Doğrusu ben, Senin onları bağışlaman için kendi­lerini davet ettiğim her seferinde, parmaklarını kulakları­na tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler ve büyük-lendikçe büyüktendiler.

8  — Sonra ben, onları gerçekten açıkça çağırdım.

9  — Sonra onlara, açıktan açığa ve gizliden gizliye de söyledim.

10  — Dedim ki: Rabbınızdan mağfiret dileyin. Muhak­kak ki O, Ğaffâr olandır.

11  — Tâ ki size, gökten bol yağmur salıversin.

12  — Ve sizi mallar ve oğullarla desteklesin, sizin için bahçeler var etsin ve ırmaklar akıtsın.

13 — Ne oluyorsunuz ki siz, büyüklüğü Allah'a yakıştı-ramıyorsunuz?

14  — Halbuki O, sizi   merhalelerden  geçirerek   yarat­mıştır.                                   

15  — Görmediniz mi, Allah'ın göğü yedi kat olarak na­sıl yarattığını?

16  — Aralarında, aya aydınlık vermiş, güneşi bir kandil kılmıştır.

17  — Ve Allah, sizi yerden ot bitirir gibi bitirmiştir.

18  — Sonra sizi oraya döndürür ve sizi bir çıkarılışla çıkarır.

19  — Ve Allah, yeryüzünü sizin için bir döşek kılmıştır.

20  — Geniş yollarında gezip dolaşasınız diye.

 

Allah Teâla, kulu ve rasûlü Nûh (a.s.)tan bahsederek onun kav­minden uğradığı şeylerden dolayı Azız ve Celîl olan Rabbına dert yan­dığını ve uzun bir süre onların eziyyetlerine sabrettiğini bildiriyor ki bu süre dokuz yüz elli yıldır. Nûh peygamber, kavmini doğru yola ve hi­dâyete davet ederek gerçekleri açıklayıp izah ettiğini bildirerek şöyle diyor: «Rabbım; doğrusu ben, kavmimi gece gündüz davet ettim.» Ge­ce gündüz demeden, Senin emrine uyarak, rızânı umarak onları her an davet ettim. «Ne var ki benim davetim; sadece benden uzaklaşmalarını artırdı.» Kendilerini hakka yaklaşmaları için çağırdığım her seferinde, onlar haktan firar edip kaçtılar. «Doğrusu ben, Senin onları bağışla­man için kendilerini davet ettiğim her seferinde, parmaklarım kulak­larına tıkadılar, elbiselerine büründüler. «Kendilerini davet ettiğim ger­çeği işitmemek için kulaklarım tıkadılar. Bu durum Allah Teâlâ'nın Ku-reyş kâfirlerinden söz ederken buyurduğu gibidir: «Küfredenler dediler ki: Bu Kur'ân'ı dinlemeyin, onun hakkında yaygaralar yapın, belki bas­tırırsınız.»  (Fussilet, 26).

«Elbiselerine büründüler.» İbn Cüreyc, İbn Abbâs'tan naklen şöy­le der: Kendilerini tanımaması için yüzlerini sakladılar. Saîd İbn Cü-beyr ve Süddî de; söylediğini dinlememek için başlarını örttüler, diye mânâ vermiştir. «Direndiler» Üzerinde bulundukları şirk ve küfürde de­vam ettiler. «Ve büyüklendikçe büyüklendüer.» Hakka uymaktan kaçı­nıp ona bağlanmaktan çekindiler. «Sonra ben, onları gerçekten açıkça çağırdım.» Halkın arasında açıkça onları davet ettim. «Sonra onlara, açıktan açığa ve (yüksek sesle söylediğim gibi benimle onlar arasında) gizliden gizliye de söyledim.» Nûh peygamber davetini değişik şeıâlde yapmıştı ki onlar arasında daha etkili olsun. «Dedim ki: Rabbımzdan mağfiret dileyin. Muhakkak ki O, Ğâffâr olandır.» Bulunduğunuz hal­den vazgeçin, O'na dönün ve kısaca O'na tevbe. edin. Çünkü kim O'na tevbe ederse; ne kadar küfür ve şirk günâhına batmış olursa olsun O, tevbe edenin tevbesini kabul eder. Rabbımzdan mağfiret dileyin. Mu­hakkak ki o, Ğaffâr olandır. «Tâ ki size, gökten bol yağmur salıversin.» Ardarda inen yağmur. Bu âyet sebebiyle yağmur .flıılftL icin^l1ırıar! rın-mazda bu sûrenin okunması müstehab sayılmıştır. Mü'minlerin emîri Ömer ibn Hattâb da yağmur duası için minbere çıktığında, istiğfar et­mekten ve istiğfarla ilgili âyetleri okumaktan başka bir şey yapmamış­tır. Bu âyetlerden birisi de: «Rabbımzdan mağfiret dileyin. Muhakkak ki O, Ğaffâr olandır. Tâ ki size, gökten bol yağmur salıversin.» Sonra Ömer (r.a.) şöyle demiştir: Yağmurun indiği gökteki Mecâdîh yıldızın­dan yağmur istenirdi. İbn Abbâs ve başkaları kelimesine, ardarda gelen şeklinde anlam vermişlerdir.

«Ve sizi mallar ve oğullarla desteklesin, sizin için bahçeler var et­sin ve ırmaklar akıtsın.» Eğer Allah'a tevbe ve istiğfar eder, emrini yerine getirirseniz; nzkınız çoğalır. Göklerin bereketinden size sular indi­rir, yerlerin bereketinden bitkiler bitirir, ekinler yetiştirir, sütler akı­tır, mallar ve çocuklarla sizi destekler. Mallar ve evlâdlar verir ve dün­yada çeşitli ürünleri olan bahçeler ve bahçeler içinde akan ırmaklar halkeder. Bu teşvik, yerinde bir çağrıdır. Âyet-i kerîme müteakiben on­ları korkutma metoduyla davete yöneltmekte ve «Ne oluyorsunuz ki siz, büyüklüğü Allah'a yakıştıramıyorsunuz?» buyuruyor. Vakar ve aza­meti. İbn Abbâs, Mücâhid ve Dahhâk böyle demişlerdir. İbn Abbâs der ki: Allah'ı lâyık olduğu azametle niçin ta'zîm etmiyorsunuz? Azabın­dan korkup, intikamından sakınmıyorsunuz? «Halbuki O, sizi merha­lelerden geçirerek yaratmıştır.» Denildi ki: Bunun mânâsı; önce nutfe, sonra alaka, sonra da bir çiğnem et olarak yaratmıştır. İbn Abbâs, İk-rime, Katâde, Yahya İbn Râfi', Süddî ve İbn Zeyd, böyle derler.

«Görmediniz mi, Allah'ın göğü yedi kat olarak nasıl yarattığını?» Her bir katı diğerinin üzerinde halkettiğini. Bu, yalnızca göğün vasıta­larıyla mı kavranır, yoksa his ile idrâk edilen hallerden bir hal midir? Bilindiği gibi yıldızların yürütülmesi ve tutulması da bu haller içerisin­dedir. Zîrâ yedi gezegen birbirinin tutulmasına sebep olur. Bunların en altındaki dünya göğünde bulunanı Ay gezegenidir. O, üstünde bulunan­ların tutulmasını sağlar. İkincisi Utârid, üçüncüsü Zühre, dördüncüsü Güneş, beşincisi Merîn, altıncısı Müşteri, yedincisi Zuhal gezegenidir. Diğer yıldızlara gelince, bunlar sabit yıldızlardır. Sekizinci feleğe «sabit yıldızlar feleği» adı verilir. Bunlar (filozoflar) dan şeriatı benimseyen­ler, ona Kürsî adını verirler. Dokuzuncu felek, Atlas feleğidir. Onla­ra göre, esirin hareketi diğer feleklerin hareketinin tersinedir. Çün­kü onun hareketi, hareketlerin başlangıcıdır ve Batıdan Doğuya doğ­rudur. Diğer felekler ise onun tersine Doğudan Batıya doğru hareket ederler. Ona bağlı olarak diğer yıldızlar da dönerler. Ancak gezegen yıldızların hareketi feleklerinin hareketinin tersinedir. Çünkü o Batı­dan Doğuya doğru hareket eder. Her bir gezegen kendine göre yörün­gesinde mesafe kat'eder. Ay yörüngesini her ayda bir kere kat'eder. Güneş yılda bir kere, Zuhal otuz yılda bir kere yörüngesini dolaşır. Çünkü onun yörüngesi daha geniştir. Ancak hepsinin hareketi hız ba­kımından birbirine uygundur. Bu konuda onların (Astronomi bilginle­ri) söylediklerinin özeti bundan ibarettir. Ancak birçok yerde birbir^ lerinden farklı görüşler beyân ederler ki biz, bunları açıklayacak deği­liz. Asıl maksad şudur: Allah Sübhânehu «Görmediniz mi, Allah'ın gö­ğü yedi kat olarak nasıl yarattığını? Aralarında da aya aydınlık ver­miş, güneşi bir kandil kılmıştır.» buyuruyor. Aydınlık bakımından ara­larında farklılık vardır. Her biri belli bir ölçüye göre halkedilmiştir ki; gece ve. gündüz, güneşin doğup batımıyla bilinsin. Ay için de duraklar ve burçlar takdir etmiş, onun ışığını da farklı kılmıştır. Bazan ışığı artar ve nihayet eksilmeye başlar. Böylece yılların ve ayların geçişini gösterir. Yûnus sûresinde Duyurulduğu gibi: «Güneşi ışık, ayı nûr yapan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için aya konak yerleri düzenleyen O'dur. Al­lah, bunları ancak hak ile yaratmıştır. Bilen insanlar için âyetlerini uzun uzadıya açıklar.» (Yûnus, 5).

«Ve Allah, sizi yerden ot bitirir gibi bitirmiştir.» Bu masdar bir isimdir. Burada masdar ifadesiyle getirilmesi çok uygun ve güzeldir. «Sonra sizi oraya döndürür ve sizi bir çıkarılışla çıkarır.» Öldüğünüz zaman oraya döndürür ve kıyamet günü, ilk defa sizi çıkardığı- gibi yeniden çıkarır. «Ve Allah, yeryüzünü sizin için bir döşek kılmıştır.» Yeryüzünü yaymış, hazırlamış, kararlaştırmış, sarp dağlarla oturtarak yerleştirmiştir. «Geniş yollarında gezip dolaşasmız diye.» Yeryüzünü si­zin için halketmiş ki, üzerinde karâr bula ve yeryüzünün çevresinde, köşe ve bucağında dilediğiniz yerlere doğru gidesiniz. Bütün bu ifâde­ler Nûh (a.s.)un kavmini uyararak Allah'ın kuvvet ve azametini an­lattığı, göklerin ve yerin yaratılışını gözleri önüne serdiği ve onlara gökten ve yerden faydalı yiyecekler in'âm ettiği hususundaki tenbîh-lerinden ibarettir. Yaratan ve rızık veren Allah'tır. Göğü bina etmiş, yeri beşik kılmış ve mahlûkâtına rızkını genişçe vermiştir. O, kendisine tapınılmasım, kendisini bir sayıp hiç bir şeyin O'na şirk koşulmaması-nı ister. Çünkü O'nun benzeri ve dengi yoktur. Eşi ve menendi yoktur. Arkadaşı ve çocuğu yoktur. Veziri ve Müşiri yoktur. Bilakis O, yüce­dir, büyüktür.[2]

 

21  — Nûh dedi ki: Rabbım doğrusu bunlar, bana isyan ettiler. Malı ve çocuğu kendisine sadece zarar getiren kim­seye uydular.

22  — Büyük büyük düzenler kurdular.

23  — Ve dediler ki:   Sakın,   tanrılarınızı  bırakmayın. Vedd, Süvâ', Yeğûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeç­meyin.

24 — Böylece birçoğunu saptırdılar. Zâlimlere sapıklık­tan başka bir şeyi artırma.

 

Allah Teâlâ, Nûh peygamberden haber vererek kavminin duru­munu bildiriyor. Allah, bilgisinden hiç bir şeyin uzak kalmadığı Alîm'-dir. Yukanda geçen açıklamalara ve kimi zaman teşvik, kimi zaman korkutma şeklindeki çağrılara rağmen onlar, Nûh peygambere isyan etmişler, yalanlayıp muhalefet etmişler ve Allah'ın emrinden rahatsız olan dünya halkına tâbi olmuşlardı. Onlar mal ve evlâdla oyalanmış-lardı. Aslında mal ve evlât, derece derece kötülüğe doğru bir götürü-lüştür, bir bekletmedir, ikram değildir. Bunun için Allah Teâlâ «Ma­lı ve çocuğu kendisine sadece zarar getiren kimseye uydular.)) buyuru­yor. Bu âyetteki kelimesi, hem üstün hem ötüre olarak şeklinde okunmuştur ki her iki anlam da birbirine yakındır. «Büyük büyük düzenler kurdular.» Mücâhid der ki: Buradaki kelimesi ulu anlamındadır. İbn Zeyd ise bu kelimenin büyük anlamına geldiğini söyler. Araplar bir iş için tahfif ve teşdîd ile aynı anlama gel­mek üzere şeklindeki üç tür kullanışı da yer yer kullanırlar. «Büyük büyük düzenler kurdular.» kavlinin mânâsı, on­lar kendilerini hak ve hidâyetten uzaklaştırdıkları halde, o uzaklaştı­ranlara tâbi oldular. Nitekim onlara kıyamet günü şöyle diyeceklerdir: «Hayır, gece ve gündüzün işiniz hilekârlıktı. Hani siz, bizim Allah'a küfretmemizi ve O'na eşler koşmamızı emrediyordunuz.» (Sebe, 33) Bu­rada ise «Büyük büyük "düzenler kurdular.» buyuruyor. «Ve dediler ki: Sakın tanrılarınızı bırakmayın. Vedd, Süvâ, Yeğûs, Yeûk ve Nesr put­larından asla vazgeçmeyin.» Bunlar, Allah'ı bırakıp tapındıkları putla­rın adıdır.

tmâm Buhârî der ki: Bize İbrahim... İbn Abbâs'tanvnakletti ki; Nûh kavminin tapındığı putlar daha sonra araplarm putlan olmuştur. Vedd, Devmetfül-Cendel'de Kelb kabilesinin putuydu. Süvâ, Huzeyl kabilesi­nin, Yeğûs önce Murâd, sonra Sebe' yakınındaki Cürf'te bulunan Gu-teyf oğullarının, Yeûk ise Hemdân kabilesinin. Nesr ise Zî Kelâ' hane­danından Himyer'İllerin putu idi. Bunlar Nûh (a.s.) kavminden sâlih kişilerin adlarıydı. Onlar helak olunca, şeytân onların kavimlerine otur­dukları meclislerinde putlar dikmelerini fısıldamış ve onlar da bu put­lara bu isimleri vermişlerdi. Böyle yaptılar. Onlar helak oluncaya kadar buna ibâdet etmiyorlardı. Onlar helak olup ilim ortadan kalkınca, bun­lara ibâdet etmeye başladılar. İkrime, Dahhâk, Katâde ve İbn İshâk'tan da böylece rivayet edilmiştir. Ali İbn Ebu Talha, İbn Abbâs'tan nakle­der ki; Nûh peygamber zamanında bu putlara tapılıyornıuş.

tbn Cerîr der ki: Bize Abd İbn Humeyd... Muhammed İbn Kays'tan nakletti ki; o, şöyle demiş: Ye'ûk ve Nesr, Âdem'le Nûh arasında bulunan sâlih bir kavim idi. Kendilerine tâbi olan cemaatları vardı. Onlar ölünce, kendilerine tâbi olan arkadaşlan dediler ki: Onların resimlerini yapsak, hatırladığımız zaman bizi ibâdete daha çok teşvik eder. Böy­lece resimlerini yaptılar. Onlar ölüp de diğer nesiller gelince, İblîs ara­larına sızıp dedi ki; Onlar bunlara ibâdet ediyorlar ve onlardan yağmur yağdırmalarını istiyorlardı. İşte böylece onlara ibâdet ettiler.

Hafız İbn Asâkîr, Şît (a.s.)in hâl tercümesinde, İshâk İbn Bişr ka­nalıyla... Abdullah" İbn Abbâs'tan nakleder ki; o, şöyle demiş; Âdem (a.s.)in kırk çocuğu olmuştu. Yirmisi erkek yirmisi dişi idi. Bunlardan yaşayanlar Kabil, Hâbil, Sâlih, Abdurrahmân, —ki ona Abdülhâris adı­nı da vermişlerdi— Vedd idi. Vedd'e Şît deniyordu. Ona Allah'ın lutfu anlamına Hibetullah da^ deniyordu.^Kardeşleri onu üstün tutmuşlardı. Qnün^5uvâ\ YeğurrYeûk ve Nesr adında çocukları olmuştu. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... Urve ibn Ziibeyr'den naklettiki; o, şöyle demiş: Âdem (a.s.) yanında çocukları Vedd, Ye&ûs, Suvâ' ve Nesr oldu-ğu halde dertlenmişti. Vedd, en büyükleri ye kendisine en Jyi davrananı

îbn Ebu Hatim der ki: Bize Ahmed îbn Mansûr... Ebu Mutahher'den nakletti ki; Ebu Ca'fer'in yanında —o ayakta namaza durmuştu— Ye-zîd îbn Mühelleb'in sözü edildi. Namazını bitirince, siz Yezîd İbn Mü-helleb'den mi söz ediyordunuz? dedi. O, Allah'tan başkasına ibâdet edi­len ilk.yerde öldürülmüştür, dedi. Sonra Vedd'i zikretti. Ve dedi ki: Vedd, müslüman bir adamdı. Kavmi arasında çok seviliyordu. Ölünce Bâbil diyarında kabrinin etrafında toplandılar ve feryâd-ü fîgân etti­ler. İblîs onların feryadını görünce, bir insan suretine girdi ve dedi ki: Sizin bu adama bağırarak ağladığınızı görüyorum. Ben, size onun bir resmini yapayım da onu meclislerinizde bulundurup görünce kendisini hatırlayın. Onlar; peki, dediler ve şeytân onun tasvirini yaptı. Onlar da bu tasviri meclislerine yerleştirdiler ve onu sürekli hatırlıyorlardı. Şey­tân onu hatırlayıp andıklarını görünce, dedi ki: İster misiniz sizin her birinizin evinde onun timsâlini yapıp onu eve koymanızı ve görünce ha­tırlamanızı sağlayayım? Onlar; peki dediler. Böylece her hâne halkı için bir heykel yaptı. Onlar da bunu kabullendiler ve gördükçe kendisini ha­tırlıyorlardı. Sonra çocukları yetişti, onlar da bunların yaptıklarını gör­düler. Nihayet nesil değişti, onu hatırlamayı bıraktılar ve Allah'tan baş­ka tapınılan putlar haline getirdiler. Allah'tan başka ilk tapınılan put, Vedd adı verilmiş olan puttur.

«Böylece birçoğunu saptırdılar.» Yapmış oldukları bu putlar halk­tan birçoğunu saptırdı. Çünkü o günden bu güne, nesiller boyu onlara ibâdet ettiler ve nihayet bugün arap ve arap olmayan diğer âdemoğlu sınıfı da onlara tapındı. Nitekim İbrâhîm (a.s.) de duasında, «Rabbım; beni de çocuklarımı da puta tapmaktan uzak tut. Rabbım; çünkü onlar, insanlardan birçoğunu baştan çıkardılar.»  (îbrâhîm, 35-36).

«Zâlimlere sapıklıktan başka bir şeyi artırma.» Bu Hz. Nuh'un kav­mine bedduasıdır. Onlar direnip küfür ve inâdda ısrar ettikleri için böy­le beddua etmiştir. Nitekim Mûsâ da Firavun ve kavmine karşı şöyle dua etmişti: «Rabbımız; Senin yolundan insanları saptırsınlar diye mi? Rabbımız; mallarını yok et, onların kalblerini sık. Çünkü onlar, elîm azabı görmedikçe îmân etmezler.» (Yûnus, 88) Allah Teâlâ her pey­gamberin kendi kavmi hakkındaki duasını kabul etmiştir. Nûh kavmi peygamberlerinin getirdiği gerçeği yalanlayınca onlan suda boğmuştu.[3]

 

İzâhı

 

25  — Günâhlarından  dolayı bunlar suda  boğuldular, ateşe sokuldular ve Allah'tan başka yardımcı da bulama­dılar.

26  — Nûh  dedi ki:   Rabbım;  kâfirlerden yeryüzünde yurd tutan hiç bir kimse bırakma.

27  — Çünkü Sen onları bırakırsan; kullarını saptırır­lar. Kötüden ve öz kâfirden başka da evlâd doğurmazlar.

28 — Rabbım; beni, anamı, babamı, inanmış olarak evime gireni, mü'min erkekleri ve mü'min kadınları bağış­la. Zâlimlerin de helakinden başka bir şeyini artırma.

 

«Günâhlarından dolayı bunlar suda boğuldular.» Bazıları bu âyet­teki kelimesini şeklinde okumuşlardır. Ya­ni onlar fazlaca günâh işlemeleri, günâhta ısrar etmeleri, küfür ve pey­gamberlerine muhalefette direnmeleri nedeniyle «Suda boğuldular, ate­şe sokuldular» Denizin dalgasından, cehennem ateşine götürüldüler. Ve Allah'tan başka yardımcı da bulamadılar. Onlar için kendilerini Allah'­ın azabından kurtaracak hiçbir yardımcı imdada gelip yardım etmedi. Bu âyet-i kerîme, Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir: «Nuh: Bugün Allah'­ın rahmetine erişenden başkası için Allah'ın buyruğundan kurtuluş yoktur, dedi.» (Hûd, 43).

«Nûh dedi ki: Rabbım; kâfirlerden yeryüzünde yurd tutan hiç bir kimse bırakma.» Yeryüzünde onlardan hiçbir ferd bırakma. Bu nefy sî-ğasınm te'kîdi kabîlindendir. Dahhâk kelimesinin bir tek di­yar anlamına geldiğini söylerken, Süddî bu kelimenin yurd tutma an­lamına geldiğini söyler. Allah Teâlâ onun duasını kabul etti ve yeryü­zünde bulunan bütün kâfirleri helak etti. Hattâ Nuh'un kendi soyun­dan gelen oğlu, babasından ayrılarak: «Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır, deyince; Nûh; Bugün rahmetine erişenden başkası için Allah'­ın buyruğundan kurtuluş yoktur, dedi. Ve aralarına dalga girdi. Oğlu da boğulanlardan oldu.» (Hûd, 43) İbn Ebu Hatim der ki: Bana Yû­nus İbn Abd'ül-A'lâ okuyarak İbn Abbâs'tan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Eğer Allah Teâlâ Nûh kavminden bir kişiye mer­hamet edecek olsaydı, bir kadına merhamet ederdi. O kadın suyu gö-rjince çocuğunu aldı ve dağa çıktı. Su, dağa erişince onu omuzuna çı­kardı. Su,j3muguna erişince çocuğunu başına koydu. Su, başına erişin­ce çocü&uriu eliylTyuKarı kaldırdı. 'Efeer Allah. Nûh ^kavminden birine merhamet edecek olsaydı bu kadına merhamet ederdi. Bu hadîs garîb-tir. Râvîleri ise güvenilir kişilerdir. Allah Teâlâ Nûh (a.s.) ile beraber bulunan mü'minlen gemiyle kurtarmıştı. Ki Allah bunları gemiye al­masını Nuh'a etretmişti.

«Çünkü Sen onları bırakırsan; kullarını saptırırlar.» Eğer onlardan birini sağ bırakacak olursan, kendilerinden sonra gelecek kullarını sap­tırırlar. «Kötüden ve öz kâfirden başka da evlâd doğurmazlar.» Kalbi küfürle dolu, amelleri bozuk çocuklar dünyaya getirirler. Çünkü Nûh onların arasında dokuz yüz elli sene kalmıştı ve onların durumunu tec­rübe ederek çok iyi Öğrenmişti. Sonra Nûh (a.s.) şöyle dedi: «Rabbım; beni, anamı, babamı, inanmış olarak evime gireni» Dahhâk; mescidime gireni, diye mânâ vermiştir. Ancak âyetin zahirine hamledilmesin! önleyecek bir mâni yoktur. Buna göre Nûh, evine mü'min olarak giren her­kes için dûa etmiştir. Nitekim İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Ebu Abdurrahmân... Ebu Saîd'den nakletti ki; o, Rasûlullah (s.a.)uı şöyle buyurduğunu işitmiş: Mü'minden başkasıyla arkadaşlık etme, müt-takîden bagkas^senin yemeğini yemesin. Ebu Dâvûd ve Tirmizî de Ab-duüah Ibn Mübarek kanalıyla... Ebu Saîd'den bu hadîsi naklederler. Sonra Tirmizî; bu hadîsi ancak bu şekilde biliyorum, der.

«Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları bağışla.» Bu duâ da bütün mü'min erkekler ve kadınlar içindir. Hem dirileri hem ölüleri içine alır. Nûh (a.s.)a uyarak böyle duâ etmek müstahab olmuştur. Nitekim meş­hur duâ ve haberlerde de bu ifâdeler yer alır.

«Zâlimlerin de helakinden başka bir şeyini artırma.» Süddî bura­daki kelimesinin, helak anlamına geldiğini söylerken, Mü-câhid hüsran anlamını verir. Yani onların dünya ve âhirette yalnızca hüsranını artırır.[4]

 



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/8113-8114

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/8116-8118

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/8119-8121

[4] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/8124-8125

Free Web Hosting