MÜZZEMMİL SÛRESİ2

Ey Örtüsüne Bürünen Kalk. 2


MÜZZEMMİL SÛRESİ

(Mekke'de nazil olmuştur.)

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1 — Ey örtüsüne bürünen;

2 — Gecenin birazı müstesna kalk.

3  — Yarısında veya ondan biraz eksilt,

4  — Yahut biraz artır ve Kur'ân'ı yavaş yavaş oku.

5  — Muhakkak ki Biz, sana ağır bir söz vahyedeceğiz.

6  — Muhakkak ki gece kalkışı, daha te'sîrli ve o zaman okumak daha elverişlidir.

7 — Muhakkak ki gündüzde, seni uzun uzun alıkoya­cak işler vardır.

8 — Rabbımn adını zikret, her şeyi bırakıp yalnız O'na yönel.

9 — Doğunun ve Batının Rabbıdır. O'ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse O'nu vekîl edin.

 

Ey Örtüsüne Bürünen Kalk

 

Allah Teâlâ yüce Rasûlünün geceleyin örtüsüne bürünüp sarınma­yı terketmesini, Azîz ve Celîl olan Rabbı için silkinip kalkmasını emre­diyor. Tıpkı Secde sûresinde buyurduğu gibi: «Onların yanları yatak­larından uzaklaşır. Korku ve ümîd ile Rablanna yalvarırlar. Verdiğimiz rızıklardan da infâk ederler.» (Secde, 16) Böylece Allah'ın Rasûlü, Rab­bımn emrine imtisal ederek geceleyin kalkıp ibâdet ediyordu ve bu ona vâcib idi. Nitekim İsrâ sûresinde şöyle buyurulmaktadır: «Geceleyin, yalnız sana mahsûs olmak üzere teheccüd namazı kıl. Umulur ki; Rab-bın seni öğülmüş bir makama gönderiverir.» (îsrâ, 79) Bu sûrede ise onun geceleyin kalkacağı mikdârı ta'yîn etmekte ve: «Ey örtüsüne bü­rünen; gecenin birazı müstesna kalk.» buyurmaktadır. İbn Abbâs, Dah-hâk ve Süddî «Ey örtüsüne bürünen» kavlinden maksad, ey uyuyan demektir, derler. Katâde ise; elbisesine bürünen, anlamını verir. İbrâ-hîm en-Nehaî de bu âyetin, Rasûlullah'ın bir kadifeye bürünmüş oldu­ğu sırada nazil olduğunu bildirir. Şebîb İbn Bişr, îkrime kanalıyla nak­leder ki; İbn Abbâs bu âyete şöyle mânâ vermiştir: Ey Muhammed, sen Kur'ân'a büründürüldün.

«Yarısında veya ondan biraz eksilt.» Buradaki, «Yarısında» kavli geceden bedeldir. «Yahut biraz artır.» Biz sana gecenin yarısından bi­raz fazla, biraz eksik kalkmam ve ibâdet etmeni emrettik. Bunda senin için bir sıkıntı yoktur.

«Ve Kur'ân'ı yavaş yavaş oku.» Yavaş yavaş oku. Çünkü bu okuyuş Kur'ân'ı düşünüp anlamana yardımcı olur. Rasûlullah (s.a.) Kur'ân'ı böyle okurdu. Nitekim Hz. Âişe der ki: Rasûlullah (s.a.) Kur'ân'ı yavaş-yavaş okurdu. Öyle ki o, bulunduğu uzunluktan daha uzardı. BuKa Enes'ten nakleder ki; ona peygamberin Kur'ân okuyuşu sorulduğunda şöyle demiş:

Meddederek okurdu. Sonra Bismillahirrahmânirrahîm kavlini şöy­lece okumuş: Bismillâhi lafzını çeker, Rahman lafzını çeker Rahîm laf­zını çekerdi. İbn Cüreyc de İbn Ebu Müleyk kanalıyla Ümmü Seleme'-den nakleder ki; ona Rasûlullah'ın Kur'ân okuyuşu sorulduğunda o, Kur' ân'ı şeklinde âyet âyet bölerek okurdu. İmâm Ahmed, Ebu Dâvûd ve Tirmi-zî de bu rivayeti naklederler. İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Ab-durrahmân... Abdullah İbn Amr'dan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöy­le buyurmuş: Kur'ân'ı oku ve yücelt. Tıpkı dünyada tane tane okudu­ğun gibi. Çünkü senin makamın okuduğun her âyetin sonundadır. Ebu Dâvûd, Tirmizî ve Neseî de bu hadîsi Süfyân es-Sevrî kanalıyla rivayet ederler. Tirmizî bu hadîsin hâsen ve sahih olduğunu söyler.

Biz daha önce Kur'ân'ı yavaş yavaş ve tane tane okumanın, okur­ken sesi güzelleştirmenin müstehâb olduğuna delâlet eden hadîsleri —tefsirin baş tarafında— zikretmiştik. Nitekim hadîs-i şeriflerde; Kur'­ân'ı seslerinizle güzelleştirin. Kur'ân'da sesini güzelleştirmeyen bizden değildir. Buna Dâvûd (a.s.) mezamirinden bir mizmâr verilmiştir, di­yerek Ebu Mûsâ el-Eş'arî'nin övüldüğü görülmektedir. Ebu Mûsâ; be­nim okuyuşumu dinlediğini bilmiş olsaydım onu daha da güzelleştirir-dim, diye söylemiştir. Abdullah İbn Mes'ûd der ki: Kur'ân'ı kum saçar gibi saçmayın. Şiir okur gibi hızlı hızlı okuyup geçmeyin. Hârikaları kar­şısında durun ve onunla kalbleri harekete geçirin. Sizden hiçbirinizin amacı sûrenin sonuna gelmek olmasın. Bunu Beğavî rivayet eder. Bu-hârî der ki: Bize Âdem... Amr İbn Mürre'den nakletti ki; o, Ebu VâiT-in şöyle dediğini işittim, demiş: Adamın birisi Abdullah İbn Mes'ûd'a gelerek; bu gece ben bir rek'atta mufassal bir sûreyi okudum (uzun sû­relerden birisi), demiş. Abdullah İbn Mes'ûd da; bu şiir okuma gibi bir şey. Rasûlullah (s.a.) m aralarında benzerlikler kurduğu, nazireleri bi­lirsin. Mufassal sûrelerden yirmi sûreyi zikrederek bundan ikisinin bir rek'atta okunmasını bildirmiş.

«Muhakkak ki Biz, sana ağır bir söz vahyedeceğiz.» Hasan ve Ka-tâde; kendisiyle amel etmek zor olan bir söz vahyedeceğiz, şeklinde tef-sîr etmişlerdir. Denildi ki: Ağırlığı azametinden dolayı nüzul vaktinde idi. Nitekim Zeyd ibn Sabit der ki: Rasûlullah (s.a.)a bir âyet indiril­mişti. Onun baldırı benim baldırım üzerindeydi. Sanki baldırım eziliyor gibiydi. İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Kuteybe... Abdullah İbn Amr'dan nakletti ki, o; ben Rasûlullah'a: Ey Allah'ın Rasûlü, vahyi hisseder misin? diye sordum da, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: Ben sesler duyarım, sonra duyar duymaz susarım. Bana vahiy indirilen her seferinde, ruhumun çıkıp gittiğini sanmışımdır. Bu rivayetin naklinde Ahmed tbn Hanbel münferid kalmıştır. Buhârî'nin Sahîh'inin baştaraf-lannda Abdullah İbn Yûsuf... Hz. Âişe'den nakleder ki; Hişâm oğlu Ha­ris Rasûlullah (s.a.)a: Sana vahiy nasıl gelir? diye sormuş. Rasûlullah (s.a.) buyurmuş ki: Zaman zaman çan sesi gibi gelir. Bu bana en ağır olanıdır. İçime sirayet eder ve ben onun ne söylediğini ezberlerim. Ba-zan da bana melek bir adam şeklinde görünür ve konuşur. Ben onun söylediklerini ezberlerim. Hz. Âişe der ki: Ben, çok soğuk bir günde Rasûlullah'a vahyin indiğini görmüştüm. O içine sirayet ediyordu ve alnı neredeyse terden çatlayacaktı. Bu, onun ifadesidir.

İmâm Ahmed îbn Hanbel der ki: Bize Süleyman İbn Dâvûd... Hz. Âişe'nin şöyle dediğini bildirdi: Rasûlullah (s.a.) a bineğinde iken vahiy geldiği zaman bineğini olduğu yerde durdururdu ve yürütemezdi. İbn Cerîr Taberî der ki: Bize İbn Abd'ül-A'lâ... Urve'den nakleder ki; Rasû­lullah (s.a.)a devesinin üzerinde iken vahiy geldiğinde devesini durdur­muştu. Peygamber onu bırakmcaya kadar deve kmuldayamaz olmuştu. Bu hadîs mürseldir. İbn Cerîr Taberî bu sözün ağırlığının her iki anla­ma geldiği kanâatim tercih eder. Nitekim Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eşlem şöyle der: O, dünyada ağır olduğu gibi âhirette mizanda da ağır olur.

«Muhakkak ki gece kalkışı, daha te'sîrli ve o zaman okumak daha elverişlidir.» Ebu İshâk, Saîd İbn Cübeyr kanalıyla İbn Abbâs'tan nak­leder ki; kelimesi Habeş dilinde kalkmak anlamınadıx. Ömer, İbn Abbâs ve İbn Zübeyr; gecenin bütününü ibâdetle geçirmeye kalk­mak anlamı verildiğini, bildirmiştir. Mücâhid ve bir başkası da böyle der. Gecenin bir kısmında kalkan için de bu ifâde kullanılır. Mücâhid'-den bir rivayette de yatsı namazından sonra kalkmaktır. Ebu Miclez, Katâde, Şalim, Ebu Hazım ve Muhammed İbn Münkedir böyle demiş­lerdir. Geceleyin kalkmaktan maksad, gece saat ve vakitlerinde kalk­maktır. Gecenin her anı İçin bu kelime kullanılır. Maksad şudur: jGece-leyin kalkmak, hem kalble lisân arasında uyumun sağlanması bakımın­dan en elverişli ve en etkili, hem de okuma bakımından daha birleşti* ricidir. «Ve o zaman okumak daha elverişlidir.» Gündüz kalkıp okumak tansa, geceleyin okumak hem zihne iyi yerleştirir, hem de daha iyi an­lamaya vesile olur. Çünkü gündüz; halkın dışarı çıktığı, seslerin yüksel­diği, geçimlerin te'mîn edildiği vakittir. Hafız Ebu Ya'lâ el-Mavsılî der ki: Bize İbrahim îbn Saîd... A'meş'ten nakletti ki; Enes İbn Mâlik, bu âyeti şu şekilde okumuştur: Ada­mın biri ona; biz, bu kısmı şu şekilde okuyoruz deyince, kelimeleri aynı ve benzer kelimelerdir, demiş.

«Muhakkak ki gündüzde, seni uzun uzun alıkoyacak işler vardır.» İbn Abbâs, İkrime, Ata İbn Ebu Müslim; bunun boşluk ve uyku anlamına geldiğini söylerler. Ebu'l-Aliye, Mücâhid, Dahhâk, Hasan, Katâde, Re-bî İbn Enes ve Süfyân es-Sevrî; bunun uzun bir boşluk anlamına geldi­ğini, bildirmişlerdir. Katâde ise; bunun boşluk, gidiş-geliş ve istekler anlamına geldiğini, bildirir. Süddî de; bunun çok nafile ibâdet anlamına geldiğini, bildirir. Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eşlem ise; gündüzünü ih­tiyâçların için ayır, geceni dinine ver, demek olduğunu belirtir ve der ki: Bu, gece namazının farz olduğu zamanlarda idi. Sonra Allah kulla­rına ibâdeti hafifletip gece namazını farz olmaktan çıkarmıştır. Sonra Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eşlem: «Gecenin birazı müstesna kalk...» âyetini sonuna kadar okumuş ve ardından «Şüphesiz ki Rabbın, senin gecenin üçte ikisi, yarısı ve üçte biri içinde kalktığım bilir... O halde on­dan kolayınıza geleni okuyun.» kavline kadar olan kısmı (Müzzemmil, 20) okumuştur. Yani gecenin üçte birinde, üçte ikisinde kolayınıza gele­ni okuyun, demiştir. Sonra daha geniş ve daha rahat olan emir gelip ge­rek peygamberden ve gerekse ümmetten gece namazı farizasını kaldır­mıştır. Bu gelen emir yukarıda (İsrâ, 16) zikredilen âyette belirtilmiştir. Bunun delili İmâm Ahmed İbn Hanbel'in Müsned'inde naklettiği şu ha­dîstir: Yahya... Sa'd İbn Hişâm'dan nakleder ki; o, karısını boşamış, sonra Medine'ye giderek orada emlâkini satmak ve onunla cihâda katı­lanları donatmak üzere âlet ve silâh almak, sonra diyâr-ı Rûm'a gidip ölünceye kadar cihâd etmek istemiş. Kavminden bir topluluğa rastla­mış. O topluluk kendisine Rasûiullah (s.a.) döneminde de altı kişinin böyle bir maksadla yola çıktıklarını anlatmışlar. O, sizin örneğiniz yok mu? deyince, kendisini bundan yasaklayıp dönmeye ikna' etmişler. Son­ra Sa'd İbn Hişâm bizimle beraber döndü ve bize, Abdullah İbn Abbâs'a vanp ona vitir namazını sorduğunu bildirdi. Abdullah İbn Abbâs ona şöyle demiş: Yeryüzünde Rasûiullah (s.a.)m vitir namazını nasıl kıl­dığını en iyi bilen kimseyi sana göstereyim mi? O; evet, deyince Abdul­lah İbn Abbâs; Hz. Âişe'ye git ve ona sor. Sonra da bana dön, sana ne cevâb.verdiğini bildir, dedi. Sa'd İbn Hişâm der ki: Ben Hakîm İbn Ef-lah'm yanma vardım, kendisiyle birlikte Hz. Âişe'nin yanma gitmemizi rica ettim. O dedi ki: Ben ona yaklaşmak istemem, çünkü onu şu iki grup (Cemel vak'asına katılanlar) hakkında bir şey söylemekten men!-etmiştim de o sözümü dinlemedi ve söylemeye devam etti. Ben, ona ye-mîn ettirince, bana eşlik etti. Hz. Âişe'nin yanma vardık. Hz. Âişe; Ha­kîm mi? dedi ve onu tanıdı. O; evet dedi. Hz. Âişe: Yanında kim var? dedi. O. Hişâm oğlu Sa'd, dedi. Hz. Âişe: Hangi Hişâm? dedi. Hakîm; Âmir oğlu, deyince, Hz. Âişe ona rahmet okuyarak; ne iyi bir insandı Âmir, dedi. (Sa'd İbn Hişâm der ki): Ben, ona; ey mü'minlerin annesi, bana Rasûlullah'ın ahlâkından haber ver, dedim. Hz. Aişe: Sen Kur'ân okumaz mısın? dedi. Ben; evet, okurum, dedim. Hz. Âişe dedi ki: İşte Rasûlullah'ın ahlâkı Kur'ân idi. Ben, kalkmak istedim, sonra Rasûlul-lah (s.a.)m gece namazı aklıma geldi. Ona; ey mü'minlerin annesi Ra-sûlullah (s.a.)ın gece namazı hakkında bana bilgi ver, dedim. O; Müz-zemmil sûresini okumaz mısın? dedi. Ben; evet okurum, dedim. O; bu sûrenin başında Allah Teâlâ geceleyin namaz kılmayı farz kılmıştır. Rasûlullah ve ashabı bir yıl boyunca geceleyin kıyama durdular, niha­yet ayakları şişti. On iki ayın sonunda Allah bu emrini sona erdirdi ve bu sûrenin sonunda hafifletici hükmü indirdi. Gece namazı önce farz iken sonra nafile oldu. Ben kalkmak istedim, ancak Rasûlullah (s.a.)ın vitir namazı aklıma geldi. Ey mü'minlerin annesi, peygamberin vitrini bana bildir, dedim. Hz. Âişe dedi ki: Biz, onun misvâkini ve abdest için suyunu hazırlardık. Allah Teâlâ geceleyin onu dilediği bir müddet uy­kudan sonra uyandırırdı. O kalkar, misvâklenir, sonra abdest alır, son­ra sekiz rek'at namaz kılardı. Bu sekiz rek'atın yalnız sonuncusunda otu­rur, Rabbını zikreder, duâ okur, bir daha kımıldamaz ve selâm da ver­mezdi. Sonra dokuzuncu rek'atı kılar, oturur, Rabbına hamdeder, zik­reder, duâ eder ve bizim duyacağımız şekilde selâm verirdi. Selâm ver­dikten sonra, oturduğu yerde iki rek'at namaz kılardı. Yavrucuğum iş­te bu on bir rek'attır. Rasûlullah (s.a.) yaşlanıp da şişmanlayınca yedi rek'atı tek olarak namaz kıldı, selâm verdikten sonra oturduğu yerde iki rek'at namaz kıldı. Böylece dokuz rek'at kılıyordu yavrucuğum. Ra­sûlullah (s.a.) namaz kıldığı zaman namaza devam etmeyi çok severdi. Geceleyin namaz kılmaktan uyku, hastalık veya ağn onu alıkoyduğu zaman gündüz on iki rek'at namaz kılardı. Ben, Allah nebisinin bütü­nüyle bir geceyi Kur'ân okuyup sabaha kadar kıyam ederek geçirdiğini ve Ramazândan başka tâm olarak bir ay oruç tuttuğunu bilmem. (Sa'd İbn Hişâm der ki:) Ben, Abdullah Ibn Abbâs'a gelip Hz. Âişe'nin an­lattıklarını anlattım, o dedi ki: Doğru söylemiş. Keski ben de onun ya­nında girseydim de şifahen bana da bunları anlatmış olsaydı. İmâm Ahmed İbn Hanbel bu hadîsi bütünüyle rivayet eder. Müslim de Sahîh'-inde Katâde kanalıyla aynı hadîsi benzer şekilde nakleder. Bu anlamda Hz. Âişe'den rivayet edilen bir diğer hadîs te İbn Cerîr Taberî, İbn Vekr* kanalıyla... Hz. Âişe'den nakleder. Hz. Âişe (r.a.) der ki: Ben, Hz. Pey­gamber için geceleyin üzerinde namaz kılınacak bir hasır hazırlıyordum. Halk bunu duyunca toplandılar. Rasûlullah (s.a.) halka çok şefkatli ol­masına rağmen, kızmış gibi onların yanına çıktı. Çünkü geceleyin ibâ­det yapmanın onlara farz kılınmasından korkmuştu ve dedi ki: Ey in­sanlar; amellerden gücünüzün yettiğini omuzlayın. Çünkü siz yapmak­tan bıkmadıkça Allah Teâlâ sevâb vermekten bıkmaz. Amellerin en ha­yırlısı da üzerinde devam edilenidir. Bu sırada Kur'ân'dan: «Ey örtüsüne bürünen; gecenin birazı müstesna kalk. Yarısında veya ondan bi­raz eksilt. Yahut ona biraz ekle ve Kur'ân'ı yavaş yavaş oku.» âyeti na­zil oldu. Öyle ki kişi bir ip geriyor ve kendisini buna bağlıyordu. Sekiz ay bu şekilde kaldılar. Allah Teâlâ onların kendisinin hoşnûdluğu için yaptıkları bu davranışı gördü de onlara acıdı ve farzlara devam etme­lerini gece ibâdetini terketmelerini uygun gördü. Bu rivayeti İbn Ebu Hatim de Mûsâ İbn Ubeyde er-Rebezî kanalıyla nakleder. Ancak bu, zayıf bir râvidir. Yukarıdaki hadîs Buhârî'nin Sahîh'inde bu sûrenin nüzul sebebiyle ilgili fazlalık olmadan yer almaktadır. Bu ifâde sûrenin Me­dine'de inmiş olduğu vehmini doğuruyor ki gerçek böyle değil, sûre Mekke'de nazil olmuştur. Keza gece ibâdetini emreden hükmün başlan­gıcıyla son bulmasının sekiz ay olduğunu belirten ifâde de garîbtir. Çün­kü Ahmed İbn Hanbeİ'in rivayetinde bunun bir sene olduğu kaydedil­mişti.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Saîd el-Eşecc... Semmâk el-Hane-fî'den nakletti ki; o, İbn Abbâs'm şöyle dediğini işittim, demiştir: Müz­zemmil sûresinin ilk kısmının nazil oluşu onların Ramazân ayında ge­celeyin kıyama durdukları gibi durmaları sonucudur. Bu kıyamın baş­lamasıyla son bulması yaklaşık bir sene olmuştur. İbn Cerîr Taberî de bu rivayeti Ebu Küreyb kanalıyla... İbn Abbâs'tan nakleder. Sevrî ve Muhammed İbn Bişr de... İbn Abbâs'tan bu sürenin bir yıl olduğunu naklederler. İbn Cerîr, Ebu Küreyb kanalıyla... İbn Abbâs'tan benzer bir ifâdeyi nakleder. İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Abd İbn Humeyd... Ebu Abdurrahmân'dan nakletti ki; Müzzemmil sûresi nazil olunca, bir yıl boyunca geceleyin ibâdet ettiler. Öyle ki ayakları şişti. «O halde on­dan kolayınıza geleni okuyun.» âyeti nazil oldu da, insanlar istirahat et­tiler. Hasan el-Basrî de böyle der. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Zür'a... Sa'd İbn Hişâm'ın şöyle dediğini bildirdi: Ben, Hz. Âişe'ye; Ra-sûlullah (s.a.)ın kıyamını bana bildir, dedim de o; Müzzemmil sûresini okumaz mısınız? dedi. Ben; evet okurum, deyince, işte Rasûlullah (s.a.) in ve ashabının geceleyin ibâdeti böyle idi, en sonunda ayakları şişti de on altı ay sûrenin sonu gökte saklı tutuldu. Sonra indirildi, dedi. Ma'-mer Katâde'den naklen der ki: «Gecenin birazı müstesna kalk.» müslü-manlar bir veya iki sene geceleyin ibâdet ettiler. Nihayet ayakları şiş­ti de Allah Teâlâ sûrenin sonunda bu emrini hafifleten âyeti indirdi. İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Abd İbn Humeyd... Saîd İbn Cübeyr'den nakletti ki; o, şöyle demiş: Allah Teâlâ Nebiy-yi Zîşân'ına: «Ey örtü­süne bürünen...» âyetini indirince, Rasûlullah (s.a.) on yıl bu emre uyarak geceleri kıyam etmiş ve ibâdetle geçirmişti. Ashabından bir grup ta geceleri ibâdetle geçiriyordu. On yıl sonra Allah Teâlâ «Şüp­hesiz ki Rabbın, senin, gecenin üçte ikisi, yarısı ve üçte. biri içinde kalk­tığını bilir. Seninle beraber olanlardan bir topluluğun da.» âyetini «O halde ondan kolayınıza geleni okuyun, namazı kılın.» kavline kadar indirdi. Böylece on yıl sonra Allah, onlara hükmünü hafifletti. Bu riva­yeti îbn Ebu Hatim de babası kanalıyla... Saîd İbn Cübeyr'den nak­leder.

Ali İbn Ebu Talha, İbn Abbâs'ın: «Gecenin birazı müstesna kalk, yarısında veya ondan biraz eksilt. Yahut biraz artır ve Kur'ân'ı yavaş yavaş oku.» âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir: Allah Teâlâ, Peygam­berine ve mü'minlere pek azı müstesna gece ibâdet etmelerini emretti. Bu durum mü'minlere zor geldi. Bilâhare Allah Teâlâ onlara acıdı ve hükmünü hafifletti, «içinizden hasta olacakları, Allah'ın lutfundan ara­mak üzere yeryüzünde dolaşacak olanları ve Allah yolunda savaşacak olanları şüphesiz ki Allah bilir. O halde ondan kolayınıza geleni oku­yun.» âyetini indirerek mü'minleri sıkıntıdan kurtarıp genişliğe kavuş­turdu. Hamd ona mahsûstur.

«Rabbının adını zikret, her şeyi bırakıp yalnız O'na yönel.» O'nu çokça zikret ve işini bitirince kendini O'na ibâdete ver. Dünya işlerin­den senin muhtaç olduğun kadarını yaptıktan sonra kendini Allah'a ibâdete ada. Tıpkı «İşini bitirince O'na yönel.» (İnşirah, 7) kavlinde bu­yurduğu gibi, vazifelerini bitirdikten sonra O'na ibâdet ve tâata yönel ki, zihnin işten fariğ olsun. İbn Zeyd bu veya buna yakın bir mânâ vermiş­tir. İbn Abbâs, Mücâhid, Ebu Salih, Atıyye, Dahhâk ve Süddî «Her şeyi bırakıp yalnız ona yönel.» kavline, O'na kullukta samîmi ve ihlâsh ol, di­ye mânâ vermişlerdir. Hasan ise; onun için çalış ve kendini O'na ada, di­ye mânâ vermiştir. İbn Cerîr Taberi der ki; âbid kişiye de «ken­dim Allah'a adayan» adı verilir. Nitekim bir hadîste Rasûlullah'ın ibâ­dete çekilip evlenmemeyi yasakladığı ve burada aynı kelimeyi kullandığı riyâyet edilir.

«Doğunun ve Batının Rabbıdır. O'ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse O'nu vekil edin.» Doğularda ve Batılarda yegâne hüküm ve tasarruf sa­hibi O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. Nasıl O, yalnız başına ibâdete lâyık ise; tevekkül edilmeye, dayanılıp güvenilmeye de yalnızca O lâ­yıktır. «Öyleyse O'nu vekîl edin.» Bir başka âyette buyurduğu gibi: «Öy­leyse O'na ibâdet et ve O'na tevekkül et.» (Hûd, 123) Yine Fatiha sü­resindeki: «Yalnız Sana ibâdet eder ve yalnız Senden yardım dileriz.» kavlinde olduğu gibi. Bu anlamda pekçok âyet vardır ki yalnız ve yal­nız Allah'a kulluk ve itaati emretmekte ve O'na güvenip dayanmayı bildirmektedir.[1]

 

10 — Onların söylediklerine sabret ve yanlarından gü­zellikle ayrıl.

11  — Nimet sahibi olan o yalancıları Bana bırak. Ve onlara biraz mühlet ver.

12 — Muhakkak ki katımızda, ağır boyunduruklar ve cehennem var.

13 — Boğazı tıkayan bir yiyecek ve elîm bir azâb var.

14  — O gün; yeryüzü ve dağlar sarsılır. Ve dağlar yu­muşak kum yığmı haline gelir.

15  — Doğrusu Biz, Firavun'a bir peygamber gönder­diğimiz gibi, size de üzerinize şehâdet edecek bir peygam­ber gönderdik.

16 — Fakat Firavun, o peygambere isyan etti. Biz de onu, ağır bir yakalayışla yakaladık.

17 — Eğer küfrederseniz; gençleri yaşlı kılan bir gün­den nasıl korunabileceksiniz?

18  — Gök onunla yarılmış ve O'nun vaadi yerini bul­muştur.

 

Allah Teâlâ, yüce peygamberine; kavminden beyinsizlerin kendisini yalanlayıp söyledikleri sözlere sabretmesini ve onların yanından güzel­likle ayrılmasını emrediyor. Bu ayrılma beraberinde hiç bir kınamaya gerek bırakmayan bir kınama şeklidir. Sonra Rasûlullah'ın kavminden küfredenleri azâbıyla tehdîd ederek —gazabının karşısında hiç bir şeyin duramadığı yüce Zât O'dur— şöyle buyuruyor: «Nimet sahibi olan o ya­lancıları Bana bırak.» Mal ve mülk sahibi olan o müşrikleri ve yalancı­ları Bana bırak. Gerçekte onlar başkalarından daha çok itaat edebi­lecek güçtedirler. Ve onlar başkalarında bulunmayan hakları kendileri için taleb ederler. «Ve onlara biraz mühlet ver.» Az bir mühlet. Tıpkı:

«Onları az bir süre geçindirir, sonra da katı bir azaba sürükleriz.» (Lok­man, 24) buyurduğu gibi. Burada da buyuruyor ki: «Muhakkak ki ka­tımızda, ağır boyunduruklar ve cehennem var.» İbn Abbâs, İkrime, Tâ-vûs, Muhammed İbn Kâ'b, Abdullah İbn Büreyde, Ebu İmrân, Ebu Miclez, Dahhâk, Hâmmâd İbn Ebu Selmân, Katâde, Süddî, Abdullah îbn Mübarek, Sevrî ve başkaları da bu âyetteki ( ^tfoî ) kelimesinin; ağır boyunduruklar ve bağlar, anlamına geldiğini söylemişlerdir. «Ve cehennem var.» Yakıcı alev ve azâb. «Boğazı tıkayan bir yiyecek ve elîm bir azâb var.» İbn Abb^s der ki; bu yiyecek boğaza takılıp kalır. Ne girer ne de çıkar. «O gün; yeryüzü ve dağlar sarsılır.» Titrer. «Ve dağlar yumuşak kum yığını haline gelir.» Önceden katı birer kaya par­çası iken yumuşak kum yığını haline dönüşür. Sonra onları öyle bir atış­la atar ki hiç bir parçası kalmamak üzere hepsi kaybolup gider. Ve ne­ticede yeryüzü dümdüz bir ova gibi olur. Onda hiç bir (vâdî ve girinti, çıkıntı göremezsin. Yüksek-alçak, hiç bir şey kalmaz.

Sonra Kureyş'li kâfirlere hitâb ediyor —ki maksad bütün insan­lardır— ve buyuruyor ki: «Doğrusu Biz, Firavun'a bir peygamber gön­derdiğimiz gibi, size de üzerinize şehâdet edecek (amellerinize şâhid olacak) bir peygamber gönderdik. Fakat Firavun, o peygambere isyan etti. Biz de onu, ağır bir yakalayısla yakaladık.» İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde, Süddî ve Sevrî ifâdesine; şiddetli bir yakala­yısla, diye anlam vermişlerdir. Ayetin mânâsı şöyle olmaktadır: Siz, bu peygamberi yalanlamaktan kaçının. Sonra Firavun'un başına gelen si­zin de başınıza gelir. Nitekim Allah Teâlâ Nâziât sûresinde «Bunun üze­rine Allah, onu dünya ve âhiret azâbıyla yakaladı.» (Nâziât, 25) buyu­ruyor. Siz bu peygamberi yalanlayacak olursanız; helak olup yıkılmayı daha çok hak edersiniz. Çünkü sizin peygamberiniz İmrân Oğlu Musa'­dan daha büyük ve şereflidir. İbn Abbâs ve Mücâhid'den de böyle mâ­nâ verdikleri rivayet edilir.

«Eğer Küfrederseniz; gençleri yaşlı kılan bir günden nasıl koruna­bileceksiniz.» Günler anlamına gelen kelimesinin korunabile­ceksiniz anlamına gelen kelimesinin ma'mûlü olması muh­temeldir. Nitekim İbn Cerîr, Abdullah İbn Mes'ûd'un bu âyeti; Ey insanlar, Allah'a küfreder ve peygamoerı tasdîK etmezseniz gençleri yaşlı kılan bir günden nasıl korunabilirsiniz? şeklinde okuduğunu bil­dirir. Ayrıca bu kelimenin küfrederseniz, kelimesinin ma'-mûlü olması da muhtemeldir. Birinciye göre mânâ şöyle olur: Küfre­derseniz; bu büyük dehşet gününden emîn olma imkânınız nasıl olur? İkinci şekilde mânâ verilecek olursa şöyle olur: İnkâr ederseniz; sizin için takva nasıl gerçekleşir? Her iki mânâ da güzeldir. Ancak birincisi daha evlâdır. Allah en iyisini bilendir.

«Gençleri yaşlı kılan bir günden.» O günün dehşetinden, sarsıntı­sından ve bunalımından gençler yaşlanır. Bu, Allah Teâlâ'nın Hz. Âdem'e şöyle diyeceği gündür: Cehenneme gönderilecekleri gönder. Âdem; kaçta kaçını? deyince Allah Teâlâ; her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuzunu cehenneme, birini de cennete girdir, diye buyurur. Ta-berânî der ki: Bize Yahya İbn Eyyûb... İbn Abbâs'tan rivayet etti ki; Ra-sûlullah (s.a.): «Gençleri yaşlı kılan bir günden» âyetini okumuş ve de­miş ki: O gün, kıyamet günüdür. Ve o gün, Allah Teâlâ Hz. Âdem'e şöyle der: Kalk ve soyundan gelen cehennemlikleri cehenneme gönder. Âdem; ey Rabbım, kaçta kaçını? der. Allah Teâlâ; her bin kişiden dokuz yüz dok­san dokuzunu, der. Ve yalnız bir kişi kurtulur. Bu hal müslümanlara ağır geldi. Rasûlullah (s.a.) onların yüzüne bakınca bu durumu fark etti ve buyurdu ki: Âdem'in çocukları pek çoktur. Ye'cûc ve Me'cûc Âdem'in çocuklarındandır. Onlardan bir kişi Ölünce soyundan bin kişi doğar. İşte cehennem, onlar ve benzerleri içindir. Cennet ise sizin içindir. Bu hadîs garîbtir. Hacc sûresinin baştarafında bu hadîsler zikredilmişti.

«Gök onunla yarılır.)) Hasan ve Katâde; onun şiddetinden ve deh­şetinden dolayı gök yarılır, diye mânâ vermişlerdir. Bazıları da «onun­la» derken; zamirin Allah'a âit olduğunu söylemişlerdir. Bu rivayet, İbn Abbâs ve Mücâhid'den nakledilmişse de kuvvetli değildir. Çünkü bura­da Allah Teâlâ sözkonusu edilmemiştir.

«Ve O'nun vaadi yerini bulmuştur.» Bu günle ilgili vaadi şüphesiz gerçekleşmiştir ve gerçekleşmesini engelleyecek hiç bir engel yoktur.[2]

 

19  — Muhakkak ki bu,  bir öğüttür.  Dileyen, Rabbına doğru bir yol edinir.

20  - Şüphesiz ki Rabbın, senin, gecenin üçte ikisi; ya­rısı ve üçte biri içinde kalktığını bilir. Seninle beraber olan­lardan bir topluluğun da. Gece ve gündüzü Allah takdir eder. Sizin onu sayamayacağınızı bildiğinden tevbenizi ka­bul etmiştir. Öyleyse Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun, içinizden hasta olacakları, Allah'ın lutfundan aramak üzere yeryüzünde dolaşacak olanları ve Allah yolunda sa­vaşacak olanları şüphesiz ki Allah bilir. O halde ondan ko­layınıza geleni okuyun, namazı kılın, zekâtı verin ve Al­lah'a güzel bir Ödünç verin. Kendiniz için hayırdan ne tak-dîm ederseniz; Allah katında onu mükâfat bakımından da­ha büyük ve daha hayırlı olarak bulursunuz. Ve Allah'tan mağfiret dileyin. Muhakkak ki Allah; Gafûr'dur, Rahîm'-dir.

 

Allah Teâlâ buyuruyor ki: «Muhakkak ki bu (sûre), bir öğüttür.» Ondan ancak akıl sahipleri öğüt alırlar. «Dileyen, Rabbına doğru bir yol edinir.» Allah kimin hidâyete ermesini dilerse; o, Rabbına doğru bir yol edinir. Nitekim bu âyeti bir başka sûrede: «Allah dilemedikçe; siz dileyemezsiniz. Muhakkak ki Allah; Alîm, Hakim olandır.» (İnsan, 30) diye sınırlamıştır.

«Şüphesiz ki Rabbın, senin, gecenin üçte ikisi, yansı ve üçte biri içinde kalktığını bilir. Seninle beraber olanlardan bir topluluğun da.» Kimi zaman böyle, kimi zaman öyle kalkarsınız. Hiçbirinizin bu kalkış­ta farklı bir maksadı yoktur. Ancak siz, size bildirilen geceleyin kıyama durma emrini, tâm olarak yerine getirmeye güç yetiremezsiniz. Çünkü bu, size ağır gelir. Bu sebeple Allah Teâlâ buyuruyor ki: «Gece ve gün­düzü Allah takdir eder.» Bazan ikisi eşit olur, bazan birisi fazla, diğe­ri eksik, bazan da diğeri fazla öbürü eksik olur. «Sizin onu sayamaya­cağınızı bildiğinden.» Size vâcib kıldığı farzları sayamayacağınızı bil­diği için «Tevbenizi kabul etmiştir. Öyleyse Kur'ân'dan kolayınıza ge­leni okuyun.» Yani hiç bir vakitle sınırlı olmadan kolayınıza geldiği gibi okuyun. Ancak geceleyin fırsat bulduğunuz takdirde kıyama durun. Burada namaz, «okuma» ta'bîriyle ifâde edilmiştir. Nitekim İsrâ sûre­sinde de «Namazında sesini yükseltme de, gizleme de.» (İsrâ, 110) buyu­rarak, açıktan da okuma, gizlice de, buyurmuştur.

İmâm Ebu Hanîfe merhumun tarafdârlan, «Öyleyse Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun.» âyetini delil getirerek, namazda Fatiha oku­manın kesin olarak belirtilmemiş olduğunu, binâenaleyh onu veya baş­ka bir âyeti okuyanın —bir âyet de olsa— namazının caiz olacağını söy­lemişlerdir. Ve bunda da Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde yer., alan namazı güzel kılmayan kişiyle ilgili hadîsi delîl göstermişlerdir. Cum­hur ise Ubâde İbn Sâmit'in hadîsiyle onlara cevâb vermiştir. Bu hadîs, Buhârî ve Müslim'in Sahihlerinde yer alan; Fatiha sûresini okumaya­nın namazının olmayacağını bildiren hadîstir. Müslim'in Sahıh'inde Ebu Hüreyre'den nakledilir ki; Rasûlullah (s.a.): Kur'ân'ın anası okun­mayan her namaz, eksiktir, eksiktir, eksiktir, buyurmuştur. İbn Hu-zeyme'nin Sahîh'inde Ebu Hüreyre'den merfû' olarak nakledilir ki; Kur'-ân'm anasını okumayan kişinin namazı caiz olmaz, buyurulmuştur.

«İçinizden hasta olacakları, Allah'ın lutîundan aramak üzere yer­yüzünde dolaşacak olanları ve Allah yolunda savaşacak olanları şüphe­siz ki Allah, bilir.» Allah Teâlâ, bu ümmetten geceleyin ibâdeti terket-meyi gerektiren ma'zeret sahiplerinin bulunacağım bilmiştir. Bunlar­dan hastalar geceleyin ibâdet edemeyecekleri gibi, yeryüzünde gezinen ve kazanç ile ticâret'için Allah'ın lutfunu arayan müsâfirlerin ve Allah yolunda gazaya katılıp kendileri için daha önemli bir meşgale bulunan mücâhidlerin bunu yerine getirmelerinin mümkün olmayacağını bildir­miştir. Bu âyet —hattâ sûrenin tamâmı— Mekke'de nazil olmuştur. O zaman savaş emri henüz meşru' kılınmamıştır. İşte bu, peygamberin nübüvvetine delâlet eden en büyük delillerden birisidir. Çünkü bu, gele­cekle ilgili gaybın haber verildiği âyetlerdendir. Bu sebeple âyetin de­vamında: «O halde ondan kolayınıza geleni okuyun.» buyuruyor. Yani müsâid olduğunuz şekilde gece ibâdete koyulun. İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ya'kûb... Ebu Recâ Muhammed'den nakletti ki, o; ben Hasan'a: Ey Ebu Saîd, Kur'ân bütünüyle kalbinde yer etmiş olup da yalnız farz namazları kılmakla yetinen ve geceleyin kıyam etmeyen kişi hakkında ne dersin? diye sordum. O dedi ki: O, Kur'ân'ı yastık edinir, Allah ona la'net etsin. Allah sâlih kuluna demişti ki: «O, şüphe yok ki kendisine öğ­rettiğimiz için bir ilim sahibi idi.» (Yûsuf, 68) Ve yine: «Sizin de, atala­rınızın da bilmediğiniz şeyler size öğretilmiştir.» (En'âm, 91) Ben de­dim ki: Ey Ebu Saîd, Allah Teâlâ: «O halde ondan kolayınıza geleni okuyun.» buyurmuyor mu? O; evet beş âyet de olsa okumalıdır, dedi. Burada Hasan el-Basrî'nin mezhebi açıkça belirtilmektedir. O, Kur'ân'ı az da olsa ezberlemiş olanların, geceleyin Kur'ân okumalarının vâcib olduğu görüşünde imiş. Nitekim hadîste vârid olur ki, Rasûlullah (s.a.)a, sabaha kadar uyuyan kişi sorulduğunda şöyle buyurmuştur: O, şeytâ­nın kulağına bevlettiği kimsedir. Denildi ki: Bu ifâde farz namazları kılmayıp yatan kimse içindir. Ve yine geceleyin kıyam etmeyenler için olduğu da söylenmiştir. Sünen kitablarında nakledilir ki; Rasûlullah (s.a.): Ey Kur'ân ehli, vitir yapın, buyurmuş. Bir başka hadîste de : Vi­tir yapmayan bizden değildir, buyurmuş. Bundan daha garibi de Han-belîlerden Ebu Bekr Abdülazîz İbn Ca'fer'in Ramazân ayının gecelerini ibâdetli geçirmenin vâcib olduğu konusunda naklettiği rivayettir. Al­lah en iyisini bilendir. Taberânî der ki: Bize Ahmed İbn Saîd... İbn Ab-bâs'tan nakletti ki, Rasûlullah (s.a.): «O halde ondan kolayınıza geleni[3]

 



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/8162-8168

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/8169-8171

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/8172-8173

Free Web Hosting