KIYAMET SÛRESİ2

Diriliş Günü Parmak Uçlarını Bile Düzelteceğiz. 2

Ve Rablarına Bakacaklar4

Bacak Bacağa Dolaştığı Zaman. 6


KIYAMET SÛRESİ

(Mekke'de nazil olmuştur.)

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1  — Kıyamet gününe yemîn ederim.

2  — Nedamet çeken nefse yemîn ederim.

3  — însan zanneder mi ki Biz, onun kemiklerini bir araya toplayamayız?

4  — Evet, Biz parmak uçlarını bile düzeltmeye kadiriz.

5  — Fakat insan, önündekini yalanlamak ister de;

6  — Kıyamet günü de ne zamanmış? diye sorar.

7 — Göz kamaştığında,

8  - Ay tutulduğunda,

9  — Güneş ve ay bir araya getirildiğinde,

10 — O gün insan; kaçacak yer nerede? der.

11  — Hayır, hiç bir sığmak yoktur.

12  — O gün herkesin duracağı yer, ancak Rabbının hu­zurudur.

13  — O gün önde ve sonda ne yaptıysa insana bildirilir.

14  — Daha doğrusu insan; kendi kendinin şahididir.

15 — Bazı ma'zeretler sayıp dökse de.

 

Diriliş Günü Parmak Uçlarını Bile Düzelteceğiz

 

Daha önce de birkaç kere geçtiği gibi, kasem edilen şey menfî bir şey ise, kasemden önce nefyin te'kîdi için lam harfini getirmek caizdir. Burada üzerine yemin edilen şey, öldükten sonra dirilmenin isbâtıdır. Ve Öldükten sonra cesedlerin yeniden dirilmeyeceğini iddia eden câhil kulların iddiasını reddir. Bunun için Allah Teâlâ: «Kıyamet gününe ye-mîn ederim. Nedamet çeken nefse yemîn ederim.» buyuruyor. Hasan el-Basrî der ki: Allah Teâlâ kıyamet gününe yemîn etmiş, ancak nefs-i levvâme (nedamet çeken nefis) ye kasem etmemiştir. Katâde ise her iki­sine birlikte kasem edilmiş olduğunu söyler. İbn Ebu Hatimede böyle nakleder. İbn Cerîr Taberî, Hasan ve Ağleb'in bu âyeti şek­linde kasem ederim diyerek okuduğunu anlatır. Bu, Hasan el-Basrî'nin görüşü doğrultusunda bir okuyuştur. Çünkü o, kıyamet gününe yemini kabul etmiş, nedamet çeken nefse yemini kabul etmemiştir. Sahîh olan ise, Katâde merhumun söylediği gibi her ikisine birlikte yemîn edilme­sidir. İbn Abbâs ve Saîd îbn Cübeyr'den rivayet edilen de budur. İbn Cerîr Taberî de bu görüşü tercih eder.

Kıyamet günü ma'lûm. Nefs-i Levvâme'ye gelince; bu konuda Kur-ra İbn Hâlid, Hasan el-Basrî'den nakleder ki; o, şöyle demiş: Allah'a and-olsun ki, gerçek mü'min dâima kendi nefsini kınar. Şu sözümle neyi kasdettim? Bu yememle maksadım neydi? içimden gecen su sözden mu­radım neydi? der. Fâsık kişi ise, kendi nefsini asla kınamaz. Cüveybir der ki: Bize ulaştığına göre, Hasan bu âyet konusunda şöyle dermiş: Kıyamet günü, gök ve yer ehlinden herkes mutlaka kendini kınar. İbn Ebu Hatim de der ki: Bize babam... Semmâk'tan nakletti ki; o, İkrime'-ye Allah Teâlâ'nm; «Nedamet çeken nefse yemîn ederim.» kavlini sor­duğunda, şöyle demiş: İyilikte de kötülükte de onu kınar. Şöyle yapsay­dım, şöyle yapsaydım, der. İbn Cerîr Taberî de Ebu Küreyb kanalıyla... Semmâk'tan bu hadîsi nakleder. Yine İbn Cerîr Taberî der ki; Bize Mu-hammed İbn Beşşâr... Saîd İbn Cübeyr'den nakletti ki; o: «Nedamet çeken nefse yemîn ederim.» kavli hakkında şöyle demiştir: O nefis, hem hayır hem de şer konusunda kendini kınar. Ve yine Taberî bir başka yolla Saîd İbn Cübeyr'den nakleder ki; o, Abdullah İbn Abbâs'a bu âye­ti sorduğunda şöyle demiş: Bu, çok kınayan nefistir. İbn Ebu Necîh de Mücâhid'den nakleder ki; o, bu âyete; kaybettiği şeye pişman olur ve bundan dolayı kendini kınar, anlamını vermiştir. Ali İbn Ebu Talha da İbn Abbâs'tan nakleder ki kelimesi; kınanmış, demektir. Ka-tâde ise azgın anlamını verir. İbn Cerîr Taberî der ki: Bu ifâdelerin hep­si anlam bakımından birbirine yakındır. Ama en doğrusu Kur'ân'm za­hirine göre mânâ vermektir ki bu da; o nefsin sahibini iyilik ve kötülük konusunda kınamasıdır.

«İnsan zanneder mi ki Biz, onun kemiklerini bir araya toplayama-yız?» İnsan zanneder mi ki kıyamet günü Biz onun kemiklerini dağıldı­ğı muhtelif yerlerden toplayıp tekrar eski haline döndürenleyiz? «Evet, Biz parmak uçlarını bile düzeltmeye kadiriz.» Saîd İbn Cübeyr ve Avfî, îbn Abbâs'ın bu âyetteki parmak uçlarının, tırnak veya ayağın ucunda biriken deri kısmından oluşan topuğumsu bir şey; olduğunu bildirmiş­tir. Mücâhid, İkrime, Hasan, Katâde, Dahhâk ve İbn Cerîr de böyle de­mişlerdir. İbn Cerîr, bu âyeti şöylece yönlendirir: Eğer Allah dilemiş ol­saydı, bjinu dünyada yapardı. Ama âyetin zahirinden anlaşılıyor ki kelimesi, kelimesinden hâldir. Yani mânâ şöy­ledir: İnsan, Bizim onun kemiğini birleştiremeyeceğimizi mi zannedi­yor? Evet, Biz onu toplayıp birleştireceğiz. Hattâ onun parmak uçlarını bile düzeltmeye gücümüz yeter. Gücümüz bunu birleştirmek için mü-sâiddir. İsteseydik, onu bundan daha fazlasıyla donanmış olarak diril­tir ve parmak uçlarını dümdüz yapardık. Bu, İbn Kuteybe ve Zeccâc'm sözünden de anlaşılan mânâdır.

«Fakat insan, önündekini yalanlamak ister de.» Saîd, Abdullah İbn Abbâs'tan nakleder ki; o, bu âyete; öne doğru koşar, anlamını vermiş­tir. Avfî de İbn Abbâs'tan nakleder ki; önündekini yalanlamak ister de, kavlinden maksad ameldir.' İnsan der ki: Şunu yaparım ve kıyamet kopmazdan önce de tevbe ederim. Denilir ki: Bu, kıyametten önce hak­kı inkâr demektir. Mücâhid ise bu âyete şu mânâyı verir: Başını eğerek öne doğru koşar. Hasan da der ki: Âdemoğlu adım adım kendini Allah'a isyana sürükler. Allah'ın., korudukları müstesnadır. İkrime, Saîd îbn Cübeyr, Dahhâk, Süddî ve seleften bir başkasından rivayet edilir ki; bu acele günâh işleyip tevbeyi erteleyen kimsedir. Ali îbn Ebu Talha îbn Abbâs'tan nakleder ki; bu, hesâb gününü yalanlayan kâfirdir. İbn Zeyd de böyle der. Maksadın en açık ifâdesi de budur. Bu sebeple he­men arkasından: «Kıyamet günü de ne zamanmış? diye sorar.» buyu­ruyor. Kıyamet günü ne zaman olacaktır? der. Bu soru, onun vukuunu uzak saymak ve gerçekleşmesini yalanlamak için sorulmuş bir sorudur.

Nitekim Allah Teâlâ bir başka sûrede şöyle buyurur: «Derler ki: Doğru sözlüler iseniz, bu vaad ne zamandır? De ki: Sizin için bir g ünün mîâdı vardır. Ondan bir an ne geri kalabilirsiniz, ne de öne geçebilirsiniz.» (Sebe', 29-30).

Burada ise Allah Teâlâ buyuruyor ki: «Göz kamaştığında» Ebu Amr İbn A'lâ der ki: kelimesi râmn kesresi ile kamaşmak anlamın­dadır. Bunun benzeri bir ifâde de îbrâhîm süresindeki şu âyettir: «On­ları sadece gözlerin dehşetle belereceği bir güne kadar te'hîr etmekte­dir.» (İbrâhîm, 42). Onlar dehşetten böyle böyle bakarlar, hiç bir şeyin üzerinde gözleri karâr kılıp durmaz. Çünkü şiddetli korku içindedirler. Başkaları da bu kelimeyi rânın fethası ile okumuşlardır ki, bu da anlam bakımından birinciye yakındır. Maksad şudur: Kıyamet günü gözler be-lerir, korkar, hayrete düşer ve kamaşır. Gördüğü hallerin dehşetinden, azametinden ve şiddetinden hakîr ve zelil olur.

«Ay tutulduğunda» Işığı gittiğinde. «Güneş ve ay bir araya getiril­diğinde» Mücâhid der ki: Güneş ve ay dürüldüklerinde. İbn Zeyd bu âyetin tefsirinde, «Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman, yıldızlar dü­şüp söndüğü zaman» (Tekvîr, 1-2) âyetini okumuştur. İbn Mes'ûd'un bu âyeti şeklinde güneş ve ayın arası birleşti­rildiğinde, diyerek okuduğu rivayet edilir.

«O gün insan; kaçacak yer nerede? der.» İnsanoğlu kıyamet günü bu dehşetengiz hallerle yüz yüze gelince, kaçmak ister ve; kaçacak yer nerede? der. Kaçıp sığınılacak bir yer var mı? Allah Teâlâ buyuruyor ki: «Hayır, hiç bir sığınak yoktur. O gün herkesin duracağı yer, ancak Rabbının huzurudur.» İbn Mes'ûd, İbn Abbâs, Saîd İbn Cübeyr ve Se­leften birçok kişi; o gün kurtuluş yoktur, diye mânâ vermişlerdir. Bu âyet-i kerîme Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir: «O gün, hiç biriniz için sığınacak bir yer yoktur, inkâr da edemezsiniz.» (Şûra, 47) İnkâr edebi­leceğiniz hiç bir yeriniz yoktur. Burada ise «Hiç bir sığınak yoktur.» buyuruyor. Varıp sığınarak korunacağınız bir yer yoktur. Bunun için: «O gün herkesin duracağı yer, ancak Rabbının huzurudur.» buyuruyor. Dönüş ve varış ancak O'nun katmadır.

«O gün önde ve sonda ne yaptıysa insana bildirir.» Eski, yeni, Önce ve sonra, büyük ve küçük yaptığı her şey, her amel insana bildirilir. Tıp­kı Allah Teâlâ'nın bir başka âyette buyurduğu gibi: «Çünkü bütün iş­lediklerini hazır bulurlar. Ve Rabbın kimseye asla zulmetmez.» (Kehf, 49) Burada ise devamla buyuruyor ki: «Daha doğrusu insan; kendi ken­dinin şahididir. Bazı ma'zeretler sayıp dokse de.» İnsan kendinin şahi­didir. Ma'zeret sayıp dökse ve inkâr etse de yaptığı şeyi bilir. Allah Te­âlâ'nın bir başka âyette buyurduğu gibi: «Oku kitabını. Bugün kendi hesabın için kendi nefsin sana yeter.» (İsrâ, 14) Ali İbn Ebu Talha, îbn Abbâs'tan nakleder ki; o: «Daha doğrusu insan; kendi kendinin şahididir.» kavli hakkında şöyle demiştir: Gözü, kulağı, elleri, ayakları ve or­ganları onun şahididir. Katâde ise; kendi nefsine şâhiddir, der. Bir baş­ka rivayette de şöyle der: Allah'a andolsun ki, istersen onun insanların eksikliklerini gördüğünü, kendi günâhlarından ise gafil olduğunu müşâ-hade edersin. Denilir ki: İncil'de şöyle yazılı imiş: Ey Âdemoğlu, karde­şinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki odunu görmezsin.

Mücâhid der ki: «Bazı ma'zeretler sayıp dökse de.» İnsan o konu­da tartışsa da kendi yaptıklarını kendisi görür. Katâde ise; bâtılla ma'-zeret getirse de kabul edilmez, der. Süddî; ma'zeretin belge, anlamına geldiğini söyler. İbn Zeyd, Hasan el-Basrî ve başkaları da böyle demiş­lerdir. İbn Cerîr Tabefî de bu görüşü tercih eder. Katâde, Zürâre kana­lıyla İbn Abbâs'tan nakleder ki; o, «Bazı ma'zeretler sayıp dökse de» kavli hakkında; elbiselerini atsa da, diye mânâ vermiştir. Dahhâk ise; kendini örten örtülerini açsa da, anlamını verir. Nitekim Yemen'liler perde ve örtüye ma'zeret adını verirler. Doğrusu bu, Mücâhid ve arka­daşlarının da görüşüdür. Tıpkı Allah Teâlâ'mn şu kavillerinde olduğu gibi: «Sonra onların; sadece: Andolsun Allah'a ki, ey Rabbımız; bizler müşriklerden değildik, demelerinden başka çâreleri kalmaz.» (En'âm, 23), «Allah onlann hepsini yeniden dirilteceği gün, size yemîn ettikle­ri gibi O'na da yemîn ederler. Ve gerçekten bir şey üzerinde olduklarını sanırlar. İyi bilin ki; onlar, gerçekten yalancılardır.» (Mücâdele, 18). Avfî, îb.n Abbâs'tan nakleder ki; «Bazı ma'zeretler sayıp dökse'de» kav-lindeki ma'zeretler özür dileme anlamına gelmektedir. «İşitmiyor mu­sun Allah Teâlâ: Zâlimlere ma'zeretleri fayda vermez.» buyuruyor. Ve «O gün Allah'a arz-ı teslîmiyyet ederler.» (Nahl, 87) ve yine «Biz, 'hiç bir kötülük yapmıyorduk, diyerek teslim olurlar.» (Nahl, 28) ve «Andol­sun Allah'a ki, ey Rabbımız; bizler müşriklerden değildik.» (En'âm, 23) derler.[1]

 

16  — Onu acele etmen için dilini onunla beraber oy­natma.

17  — Şüphesiz onu toplamak ve okutmak Bize aittir.

18  — Öyle ise Biz onu  okuduğumuz  vakit, sen  onun okunuşunu dinle.

19  — Sonra şüphesiz onu açıklamak da Bize aittir.

20  — Hayır, bilakis siz, çabuk geçeni seversiniz.

21  — Ve âhireti bırakırsınız.

22  — Birtakım yüzler o gün parlayacak,

23  — Rablarına bakacaklardır.

24  — Birtakım yüzler de o gün asıktır.

25  — Belkemiğinin kırılacağını anlar.

 

Ve Rablarına Bakacaklar

 

Bu âyet, Azîz ve Celîl olan Allah'tan, Rasûlünün, melekten vahyi nasıl alacalını ta'lîm niteliğindedir. O, vahyi almaya hazırlanacak, me­lek de onu_okumak için yarışacaktır. Azîz ve Celîl olan Allah, Rasûlüne emrediyor ki: Melek kendisine vahiy ile geldiği zaman onu dinlesin. Me­leğin getirdiğini kalbinde toplamayı ve onun getirdiği şekilde kolayca öğrenmesini sağlamayı kendisi tekeffül etmektedir. Bu vahyi ona açık­layıp tefsir ve izah gücünü verecektir. Birinci hal, vahyin göğsünde top-lanmasıdır. ikincisi onun okunması, üçüncüsü de tefsiri ve anlamının açıklanmasıdır. Bu sebeple: «Onu acele etmen için dilini onunla beraber oynatma.» Kur'ân'ı çabucak Öğrenmek için. Nitekim Tâhâ sûresinde de şöyle buyurur: «Kur'ân sana vahyedilirken, vahiy bitmezden önce unut­mamak için acele tekrar edip durma ve: Rabbım, ilmimi artır, de.» (Tâ­hâ, 114).

«Şüphesiz onu toplamak ve okutmak Bize aittir.» Onu senin kal­binde toplamak ve onu sana okutmak Bize aittir. «Öyle ise Biz, onu okuduğumjLiz vakit, sen onun okunuşunu dinle.» Azîz ve Celîl olan Al­lah'tan aldığı vahyi melek sana okuduğu zaman, onu dinle sonra sana okuttuğu gibi sen de oku. «Sonra şüphesiz onu açıklamak da Bize ait­tir.» Ezberleyip okuduktan sonra onu sana açıklar ve izah ederiz. Koy­duğumuz hüküm gereğince maksadımızın ne olduğunu sana ilham ede­riz. İmâm Ahmed tbn Hanbel der ki: Bize Abdurrahmân... İbn Atabâs'-ın şöyle dediğini bildirdi: Rasûlullah (s.a.), Kur'ân'dan inen âyetleri hızla okuyordu ve dudaklarını oynatıyordu. Râvîler arasında yer alan Saîd Ibn Cübeyr der ki: Ibn Abbâs, bana; Rasûlullah (s.a.) nasıl iki dudağını oynatıyor idiyse, ben de iki dudağımı öylece oynatıyorum, de­di. Râvîler arasında yer alan Mûsâ İbn Ebu Âişe de dedi ki: Saîd bana; ben İbn Abbâs'ın iki dudağını nasıl oynattığını gördümse, aynı şekilde iki dudağımı oynatıyorum, dedi. İşte Rasûlullah'ın bu davranışı üzeri­ne Allah Teâlâ: «Onu acele etmen için dilini onunla beraber oynatma. Şüphesiz onu toplamak ve okutmak Bize aittir.» âyetini indirdi. Onu göğsünde toplamak Bize aittir. Sonra sen göğsünde toplananı okursun.

«öyle ise Biz, onu okuduğumuz vakit, sen onun okunuşunu dinle.» Ona kulak ver ve sus. «Sonra şüphesiz onu açıklamak da Bize aittir.» Bun­dan sonra Cebrail (a.s.) gelip okuduğunda Rasûlullah (s.a.) onun okut­tuğu gibi okurdu. Buhârî ve Müslim değişik yollarla Saîd İbn Cübeyr'-den bu hadîsi rivayet ederler. Buhârî'nin lafzı ise şöyledir: Cebrâîl ona geldiği zaman, acele ederdi. Gidince Azız ve Celîl olan Allah'ın kendi­sine vaadettiği gibi Rasûlullah onu okurdu. Ibn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Saîd el-Eşecc... Ibn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirdi: Rasûlullah-(s.a.)a vahiy nazil olduğunda, üzerine bir ağırlık çökerdi. Vahyin indi­rildiği de dudakların^ oynatmasından anlaşılırdı. Vahyin baş tarafını alır ve sonu gelmeden evvel başını unutmamak için dudaklannı oynatır­dı. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Onu acele etmen için dilini onunla be-raber oynatma.» âyetini indirdi. Şa'bî, Hasan el-Basrî, Katâde, Mücâ-hid, Dahhâk ve başkaları da bu âyetin bu sebeple nazil olduğunu söy­lemişlerdir.

İbn Cerîr Taberî, Avfî kanalıyla İbn Abbâs'tan nakleder ki; o, «Onu acele etmen için dilini onunla beraber oynatma.» âyeti hakkında şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.) unutmaktan korkarak durmadan okumayı tekrarlıyordu. Bunun üzerine Allah, bu âyeti indirdi ve: «Şüphesiz onu toplamak ve okutmak Bize aittir.» buyurdu. Sana okutacağız da bir daha unutmayacaksın. İbn Abbâs ve Atıyye el-Avfî: «Sonra şüphesiz onu açıklamak da Bize aittir.» kavli hakkında; helâl ve haramı açıkla­mak Bize düşer, dj^e mânâ vermişlerdir. Katâde de böyle der.

«Hayır, bilakis siz, çabuk geçeni seversiniz. Ve âhireti bırakırsınız.» Allah'ın Rasûlüne indirdiği gerçek vahyi ve yüce Kur'ân'ı reddedip kı­yamet gününü tekzîb etmeye onları sevkeden şey, yalnız ve yalnız bu geçici dünya hayatına değer vermeleri ve âhireti unutup ondan uzak durmalarıdır.

«Birtakım yüzler de o gün parlayacak.» Sevinçli, aydınlık, parlak ve güzel olacaktır. «Rablarına bakacaklardır.» Ayân-beyân Rablannı gö­receklerdir. Buhârî merhumun Sahihinde rivayet ettiği gibi: Siz Rab-bmızı aşikâre göreceksiniz. Hadîs imamları katında karşı konulması ve reddedilmesi imkânsız biçimde mütevâtir yollarla vârid olan sahîh ha­dîslerle mü'minlerin âhiret diyarında Allah'ı görecekleri sabit olmuştur. Nitekim Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde yer alan Ebu Saıd ve Ebu Hüreyre'den menkûl hadîste buyurulur ki: İnsanlar; ey Allah'ın Rasû-lü biz kıyamet günü Rabbımızı görecek miyiz? dediler. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Bulutsuz bir günde güneş ve ayı görmekten rahatsız olur musunuz? Onlar; hayır, dediler. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: işte siz, Rabbınızı böylece göreceksiniz. Buharı ve Müslim'in Sahihlerinde Ce-rîr'den nakledilir ki; Rasûlullah (s.a.) dolunaylı bir gecede aya baktı ye dedi ki: Şu ayı gördüğünüz gibi, muhakkak Rabbınızı da göreceksiniz.

Eğer; güneşin doğuşundan ve batışından önce namazı kaçırmamaya gü­cünüz yeterse onu yapın. Yine Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde Ebu Musa'dan nakledilir ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: İçindeki­leri ve kapları altından iki cennet. İçindekileri ve kapları gümüşten iki cennet. Topluluk ile Allah'a bakmaları arasında Adn cennetinde yalnız Allah'ın zâtının Kibriya örtüsü vardır. Müslim'in tek başına rivayet et­tiği hadîsler arasında Suheyb'in Hz. Peygamberden naklettiği hadîste Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurur: Cennet ehli cennete girdiğinde denilir ki: Allah Teâlâ; neyi istiyorsanız onu artırayım, diyor. Onlar derler ki: Yüzümüzü ağartmadın mı? Sen, bizi cehennemden kurtarıp cennete gir­dirmedin mi? Râvî der ki: Perde açılır, onlara Rablanna bakmaktan daha sevimli hiç bir şey verilmez ve işte bunun ötesi de vardır. Sonra «Güzel davrananlara daha güzeli ve fazlası var.» (Yûnus, 26) âyetini okudu. Müslim'in tek başına rivayet ettiği hadîslerden birinde de Câ-bir nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Allah Teâlâ mü'-minlere. gülerek tecellî eder. Yani kıyamet sahrasında. Bu hadîslerde mü'minlerin, kıyamet için toplandıkları meydanda ve cennet bahçele­rinde Rablarını görecekleri belirtilmektedir. İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Ebu Muâviye... Abdullah İbn Ömer'den nakletti ki; Rasû­lullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Cennet ehlinin derecesi en aşağıda ola­nı; iki bin sene kendi mülküne bakar da yakınım gördüğü gibi uzağını da görür. Eşine ve hizmetçilerine bakar. Onların mertebe bakımından en üstün olanı; günde iki kez Allah Teâlâ'nın zâtına nazar eder. Bu hadîsi Tirmizî Abd İbn Humeyd kanalıyla... Süv^yr'den nakleder ve Ab­dullah İbn Ömer'in şöyle dediğini işittim... diyerek hadîsi olduğu gibi zikreder. Yine Tirmizî der ki: Bu hadîsi Abdülmelik... Abdullah İbn Ömer'den rivayet etmiştir. Keza Sevrî de... Abdullah İbn Ömer'den ri­vayet etmiştir. Eğer konuyu uzatmak endişesi olmasaydı, biz bu hadîs­leri muhtelif tarîklarıyla ve lafızlarıyla birlikte sahîh, hasen, nıüsned ve sünen kitablarından naklederdik. Ancak bu tefsirin muhtelif yerle­rinde dağınık olarak bu hadîsleri zikrettik. Tevfîk Allah'tandır. Bu ko­nu, Sahâbe'niri Tabiîn'in ve selef-i Sâlihîn'in üzerinde icmâ' ettiği bir konudur. Bütün imamlar arasında da bu hususta ittifak vardır. Hamd Allah'a mahsûstur.

Buradaki edatını, nimetler anlamına gelen ke­limesinin müfredi olup, nimetler anlamına te'vîl edenlere gelince; onlar, «Rablanna bakacaklardır.» kavlinin; Rablarının sevabı ile sevinecek­lerdir, şeklinde olduğunu bildirirler. Sevrî, Mansûr kanalıyla Mücâhid'-den bunu nakleder. İbn Cerîr Taberî de değişik vecihlerle bu rivayeti Mücâhid'den nakleder. Ebu Salih de böyle demiştir. Ancak bu, sözün yorumlanabileceği en uzak yorum ve ta'kîb edilebilecek en yanlış yol­dur. Allah Teâlâ'nın: «Hayır, doğrusu onlar o gün, Rablarından yoksun kalacaklardır.» kavli (Mutaffifîn, 15) karşısında bunların durumu ne olacaktır? Şâfü merhum der ki: İyiler Azız ve Celîl olan Allah'ı görecek­lerini bildikleri için, fâsıklar perdelenirler. Kaldı ki bu âyet-i kerîme'-nın ifâdesinin delâlet ettiği hususta Rasûlullah (s.a.)tan mütevâtir ha­dîsler de vârid olmuştur. Nitekim İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Muham-med İbn İsmâîl el-Buhârî... Hasan'dan nakleder ki; o «Birtakım yüzler o gün parlayacak.» kavlinden maksad; güzelleşecek demektir, diyor. «Rablarına bakacaklardır.» Rablarını göreceklerdir. O yüzlerin yarata­na bakarken parlama da aydınlanma da hakkıdır.

«Birtakım yüzler de o gün asıktır. Belkemiğinin kırılacağım anlar.» Bu da fâsıklann yüzüdür. Kıyamet günü bütün fâsıkların yüzü asık ola­caktır. Katâde der ki: Buradaki kelimesi; asık ve ekşi, an­lamına gelir. Süddî ise; rengi değişir, demiştir. İbn Zeyd de bunu; yüzü buruşur ve asılır, diye tefsir etmiştir. «Belkemiğinin kırılacağını anlar.» Mücâhid buradaki ( öj\i ) kelimesinin felâketli ve dehşetli anlamına geldiğini bildirir. Katâde; kötü, derken, Süddî; kendisinin helak olaca­ğını kestirir, der. İbn Zeyd ise; o-cehenneme gireceğine kanâat getirir, diye mânâ vermiştir. Bu makam Allah Teâlâ'mn şu kavillerinde beyân ettiği an^ır: «O gün nice yüzler ağarır, nice yüzler kararır.» (Âl-i İmrân, 106), «O gün birtakım yüzler aydınlıktır. Gülmekte ve sevinmektedir. O gün birtakım yüzler de tozlanmış ve onları karanlık bürümüştür. İş­te bunlar, kâfirler -ve fâcirlerdir.» (Abese, 38-42), «O gün birtakım yüz­ler zillete bürünmüştür. Zor işler altında bitkin düşmüşlerdir. Yakıcı ateşe yaslanırlar. Kızgın bir kaynaktan içirilirler. Semirtmeyen açlığı gidermeyen, kötü kokulu bir dikenden başka yiyecekleri de yoktur. İnan­mış olanların yüzleri, o gün pırıl pırıldır. Yaptıklarından hoşnûddurlar. Yüksek bir cennettedirler. Orada boş söz işitmezler.» (Gâşiye, 2-11). Ve daha buna benzer birçok âyet-i kerîme geçmişti.[2]

 

26  — Dikkat edin, köprücük kemiğine bir dayandığı za­man;

27  — Çâre bulacak kim? denir.

28  — Ve ayrılık vaktinin geldiğini anlar.

29  — Bacak da bacağa dolaşır.

30  — O gün sevk, yalnız Rabbmadır.

31  — İşte o, tasdik etmemiş, namaz da kılmamıştı.

32  — Fakat yalanlamış, yüz çevirmişti.

33  — Sonra da salma salına kendinden yana olanlara gitmişti.

34  — Yazıklar olsun sana, yazıklar.

35  — Yine yazıklar olsun sana, yazıklar.

36  — İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?

37  — O, akıtılan bir meni damlası değil miydi?

38  — Sonra kan pıhtısı olmuş, sonra, onu insan biçimi­ne koyup yaratmış ve düzeltmiştir.

39  — Ve ondan erkek, dişi iki cins yaratmıştır.

40  - Şimdi O, ölüleri diriltmeye kadir değil midir?

 

Bacak Bacağa Dolaştığı Zaman

 

Allah Teâlâ ölüm ânında kişiyi saran dehşetli hâli bize haber veri­yor ve kendi sabit kavli ile bunu tesbît ederek buyuruyor ki: «Dikkat edin, köprücük kemiğine bir dayandığı zaman.» Eğer Biz buradaki ( MT ) edatını Râdia olarak alırsak; mânâ şöyle olur: Ey âdemoğ­lu, sana haber verileni yalanlayabilecek değilsin. Bu, senin katında apa­çık beyân olmuştur. Ama bu edata, gerçek anlamını verecek olursak mânâ zahirdir. Bu takdirde mânâ; gerçekten köprücük kemiğine bir dayandığı zaman, şeklinde olur. Yani ruhun bedeninden ayrılıp köprü­cük kemiğine ulaştığı zaman. Âyetteki kelimesi kelimesinin cem'i olup gırtlak boğumu ile boyun arasındaki kemiktir. Bu âyet Allah Teâlâ'nın Vakıa sûresinde beyân ettiği şu âyet gibidir ; «Hele can boğaza gelince; o vakit görürsünüz siz. Biz or>a sizden yakınız, ama görmezsiniz. Madem ki ceza görmeyecekmişsiniz, onu geri çevirse-.nize. Şayet sözünüzde samîmi iseniz.» (Vakıa, 83-87) Burada ise: «Dik­kat edin köprücük kemiğine bir dayandığı zaman.» buyuruyor. Bu âye­tin tef şîrînde daha önce Yâsîn sûresinde geçmiş olan Bişr İbn Cuhâş'-m hadîsi nakledilir.

«Çâre bulacak kim? denir.» İkrime, İbn Abbâs'tan nakleder ki; o, bu âyette hangi muska yazan muska yazacak? Anlamını ve.rmiştir. Ebu Kılâbe de böyle der. Yani hangi şifâ dağıtacak doktor, anlamını verir. Katâde, Dahhâk ve İbn Zeyd de bu mânâyı vermişlerdir. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... İbn Abbâs'tan nakletti ki; o, bu âyete şöyle mânâ vermiştir: Rahmet melekleri mi, yoksa azâb melekleri mi ruhumu ala­caktır? Bu takdirde bu söz meleklerin sözü olmalıdır. İbn Ebu Hatim aynı isnâdla Abdullah İbn Abbâs'm «Bacak da bacağa dolaşır.» kavline; dünya ve âhiret onun üzerinde dolaşır, anlamım verdiğini bildirir. Ali İbn Ebu Talha da İbn Abbâs'tan nakleder ki; o, şöyle demiştir: Dünya­dan son gün, âhiretten de ilk günün başladığı o sırada Allah'ın mer­hamet ettiklerinden başka herkes şiddet üzerine şiddetle karşılaşır. İk-rime ise der ki: «Bacak da bacağa dolaşır.» Büyük bir iş, büyük bir işe karışır. Mücâhid ise; belâ belâya karışır, demiştir. Hasan el-Basrî de; bunlar senin birbirine dolaşan bacaklarındır, demiştir. Bir başka riva­yete göre de Hasan el-Basrî der ki: Kişinin iki ayağı ölmüştür ve onu taşıyamazlar. Halbuki daha önce o ayakların üzerinde koşup durmak­ta idi. Süddî de Ebu Mâlik'ten böyle nakleder. Hasan'dan bir rivayete göre ise bu, iki ayağın kefene sanlmasıdır. Dahhâk da şöyle mânâ ve­rir: Onun üzerinde iki durum birleşmiştir: Halk bedenini tekfin eder­ken melekler de ruhunu techîz ederler.

«O gün sevk, yalnız Rabbınadır.» Dönüş ve varış yalnız ve yalnız Rabbınadır. Çünkü ruh, göklere yüceltilince Azız ve Celîl olan Allah buyurur ki: Kulumu yeryüzüne geri götürünüz. Çünkü Ben, onu top­raktan yarattım ve toprağa tekrar döndüreceğim, sonra tekrar onu top­raktan çıkaracağım. Nitekim bu husus Berâ'nın naklettiği uzun hadîs­te vârid olmuştur. (Bkz. A'râf, 40) Allah Teâlâ bir başka âyette ise bu hususta şöyle buyurur: «O, kullan üzerinde yegâne hâkimdir. Ve size, koruyucular yollar. Nihayet herhangi birinize ölüm gelince; elçilerimiz bir eksiklik yapmaksızın onun canını alırlar. Sonra onlar, gerçek mev-lâlarına döndürülürler. Dikkat edin, hüküm O'nundur. Ve O, hesâb gö­renlerin en sür'atlisidir.» (En'âm, 61-62).

«İşte o, tasdik etmemiş, namaz da kılmamıştı. Fakat yalanlamış, yüz çevirmişti.» Bu ifâde, dünya hayatında iken kalbi ile Hakkı yalan­layan, ameli ile bedenini haktan geri çeviren, içinde ve dışında hayırdan eser bulunmayan kâfirlerin halini haber vermektedir. Bu sebeple Allah Teâlâ: «İşte o, tasdik etmemiş, namaz da kılmamıştı. Fakat yalanlamış, yüz çevirmişti. Sonra da salma salına kendinden yana olanlara gitmiş­ti.» buyuruyor. Şımarık, azgın, tenbel, kudretsiz ve amelsiz olarak ken­dinden yana olanlara dönüp gitmişti. Tıpkı Mutaffifîn sûresinde buyu-rulduğu gibi: «Taraftarlarına vardıklarında bununla eğlenirlerdi.» {Mu­taffifîn, 31). İnşikâk sûresinde ise şöyle buyuruyor: «Çünkü o, dünya­da adamlarının yanında iken zevk içindeydi. Zîrâ o, bir daha dirilip dönmeyeceğini sanmıştı. Bilin ki, Rabbı onu şüphesiz görmekteydi.» (İn-şikâk, 13-15). Dahhâk, İbn Abbâs'tan nakleder ki; o, «Sonra da salına salına kendinden yana olanlara gitmişti.» kavli hakkında; eğilip bü­külerek, diye mânâ vermiştir. Katâde ve Zeyd İbn Eşlem de; kibirlene­rek, demiştir.

«Yaaıklar olsun sana, yazıklar. Yine yazıklar olsun sana, yazıklar.» Bu Allah Teâlâ'dan kibirlice yürüyen kâfirlere bir tehdîd ve kuvvetli bir azâb ihtarıdır. Böyle yürümeye hakkın var, seni yaratan ve yoktan var eden yaratıcını inkâr ettin. Bu ifâde; istihza ve tehdîd tarzında söy­lenen: «Tad bakalım, hani güçlü olan, değerli olan yalnız sendin.» (Du-hân, 49) ve «Yeyin ve biraz eğlenin. Doğrusu sizler suçlularsınız.» (Mür-selât, 46) ve «Artık siz de O'ndan başka dilediğinize tapın.» (Zümer, 15) ve «Dilediğinizi yapın.» (Fussilet, 40) ve benzeri ifâdeler gibi alay ve tehdîd yollu bir sözdür. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ahmed İbn Sinan... Mûsâ İbn Ebu Âişe'den nakletti ki; o, ben bu âyeti Saîd İbn Cübeyr'e sordum da, dedi ki: Rasûlullah (s.a.) Ebu Cehil'e böyle dedi, sonra bu, Kur'ân'dan bir ifâde olarak indi. Ebu Abdurrahmân en-Neseî de der ki: Bize Ya'kûb İbn İbrâhîm... Mûsâ İbn Ebu Âişe'den nakletti ki; Saîd îbn Cübeyr şöyle demiş: Ben, İbn Abbâs'a: «Yazıklar olsun sana, ya­zıklar. Yine yazıklar olsun sana yazıklar.» âyetini sordum da, dedi ki: Rasûlullah (s.a.) Ebu Cehil'e böyle demiş ki sonra Azîz ve Celîl olan Allah ona bu âyeti indirdi. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... Katâ-de'den bu âyet konusunda şöyle dediğini nakletti: İşittiğiniz gibi bu, tehdîd üstüne tehdîddir. İddia ettiklerine göre Rasûlullah (s.a.), Ebu Cehü'in elbisesinden tutarak: «Yazıkiar olsun sana, yazıklar. Yine ya­zıklar olsun sana, yazıklar.» demiş. Allah düşmanı Ebu Cehil: Ey Mu-hammed, beni tehdîd mi ediyorsun? Allah'a andolsun ki sen ve Rabbm, bana bir şey yapmaya güç yetiremezsiniz. Doğrusu ben, iki dağ arasında yürüyenlerin en güçlü ve şereflisiyim, demişti.

«İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?» Süddî bunun tekrar diriltilemeyeceği anlamına geldiğini bildirir. Mücâhid, Şafiî ve Abdurrahmân İbn Zeyd îbn Eşlem bunun, kendisine emir ve yasaklar konmayacağını mı sanır? demek olduğunu bildirirler. Âyetin zahiri her iki hali de ihtiva etmektedir. Yani dünyada başıboş bırakılıp hiç bir emir ve yasak verilmeyeceğini mi sanır? Kabrinde başıboş bırakılıp di-riltilmeyeceğini mi sanır? Aksine o, dünyada hem emirler ve nehiylere muhâtabtır, hem de âhiret diyarında Allah'ın huzurunda haşredilecek-tir. Burada asıl kasdedilen şey, öldükten sonra dirilmenin isbâtı ve bu­nu inkâr eden cehalet, inâd ve sapıklık ehline reddir. Bu sebeple yeni baştan diriltileceğim göstererek buyuruyor ki: «O, akıtılan bir menî damlası değil miydi?» İnsan, değersiz bir sudan rahimlere boşaltılan bir meniden meydana gelmiş zayıf bir nutfe iken, insan olmamış mıydi? «Sonra kan pıhtısı olmuş, sonra onu insan biçimine koyup yarat­mış ve düzeltmiştir.» İnsan önce kan pıhtısı olmuş, sonra bir çiğnem et olmuş, sonra şekil kazandırılarak kendisine rûh üfürülmüş ve or­ganları sağlam düpedüz bir başka yaratık haline gelmişti. Allah'ın tak­diri ile erkek ve dişi olarak halkedilmişti. Bu sebeple âyetin devamında buyuruyor ki: «Ve ondan erkek, dişi iki cins yaratmıştır.»

«Şimdi O, ölüleri diriltmeye kadir değil midir?» Bu kan pıhtısın­dan, bu güçsüz su damlasından, bu düzgün yaratığı yoktan var eden Allah, ilkin var ettiği gibi yeniden diriltmeye kadir değil midir? Yeniden diriltmeye muktedir oluş baştan yaratmaya nisbetle ya daha uygun bir yolla olacaktır veya her iki durumun söylenmesine müsâid düzeyde ola­caktır. Allah Teâlâ'nın buyurduğu gibi: «İlkin yaratıp sonra onu iade eden O'dur. Bu, O'nun için pek kolaydır.» (Rûm, 27) Rûm sûresinde de geçtiği gibi yeniden yaratılışın açıklanması ve takrîrî olarak belirtilen birinci görüş, daha meşhurdur. Allah en iyisini bilendir.

İba Ebu Hatim der ki: Bize Hasan İbn Muhammed... Mûsâ İbn Ebu Âişe'den nakletti ki; bir başkası duvarın üzerinde sesini yükselte­rek Kur'ân okuyormuş. Nihayet: «Şimdi O, ölüleri diriltmeye kadir de-£il midir?» kavlini okuyunca; tenzih ederim Seni Allah'ım, elbette kâ-dir'sin, demiş. Niçin böyle dediği sorulunca da; Rasûlullah (s.a.)m böy­le dedifrini duydum, diye cevâb vermiş. Ebu Dâvûd merhum der ki: Bi­ze Muhammed İbn Müsennâ... Mûsâ îbn Ebu Aişe'nin şöyle dediğini bil­dirdi: Adamın biri evinin üzerinde namaz kılıyordu ve bu âyeti okudu­ğunda; tenzih ederim Seni elbette kadirsin, diyordu. Kendisine bu durum sorulduğunda; Rasûlullah (s.a.)m böyle dediğini duydum, diye karşılık vermişti, Ebu Dâvûd bu rivayette münferid kalmıştır ve bunu söyleyen sahabenin adını da bildirmemiştir. Ancak bu ismin belirtilmeyişinin bir zararı yoktur. Yine Ebu Dâvûd der ki: Bize Abdullah İbn Muhammed... îsmâîl İbn Ümeyye'den nakletti ki; o, bir bedeviden işittim ki; Ebu Hü-reyre şöyle demiş diyor: Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Sizden biriniz Tîn sûresini okuyup da sonuna varınca: «Allah hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil midir?» (Tîn, 8) dediğinde; evet ben de buna şanıa-lerdenim, desin. Her kimde Kıyamet sûresini okuyup sonunda: «Şimdi O, ölüleri diriltmeye kadir değil midir?» kavline gelirse; evet, desin. Kim de Mürselât sûresini okuyup: «Bundan sonra artık hangi söze inana­caklar?» (Mürselât, 50) kavline gelirse; biz Allah'a îmân ettik, desin. Bu hadîsi Ahmed İbn Hanbel; Süfyân ibn Uyeyne'den, Tirmizî de îbn Ebu Ömer kanalıyla Süfyân îbn Uyeyne'den naklederler, şu'be de îs­mâîl İbn Ümeyye'den nakleder ki, o; ben kendisine sana bunu kim an­lattı? diye sordum da, doğru sözlü bir adam Ebu Hüreyre'den nakletti, dediler. İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Bişr... Katâde'den nakletti ki o: «Şimdi O, ölüleri diriltmeye kadir değil midir?» kavli hakkında şöyle demiş: Bize anlatıldığına göre, Rasûlullah (s.a.) bu âyeti okuyunca; tenzih ederim Seni, elbette evet, dermiş. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ahmed İbn Sinan... Saîd İbn Cübeyr'den nakletti ki; İbn Abbâs bu âyete gelince; tenzih ederim Seni, evet kadirsin, demiş.[3]

 



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/8194-8197

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/8198-8201

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/8202-8206

Free Web Hosting