NEBE' SÜRESİ2

Büyük Haber2

İzahı3

Hüküm Günü. 3

İzahı5

Müttakilerin Sonu. 5


NEBE' SÜRESİ

(Mekke'de nazil olmuştur.)

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,

1  — Neyi soruşturuyorlar?

2  -   Büyük, haberi mi?

3  -   Ki onlar, bunun üzerinde ihtilâfa düşmektedirler.

4  — Hayır, ileride bileceklerdir.

5  — Yine hayır, ileride bileceklerdir.

6  — Yeryüzünü bir beşik yapmadık mı?

7  - Dağlan da birer kazık?

8  - Ve sizi çift çift yarattık.

9 — Uykunuzu dinlenme kıldık.

10  — Geceyi bir örtü kıldık.

11  — Gündüzü de maişet vakti kıldık.

12  — Üstünüzde yedi sağlam gök bina ettik.

13  — Pırıl pırıl parlayan bir kandil astık.

14  — Sıkıştırılmışlardan da şarıl şarıl bir su indirdik.

15  — Ki onunla taneler ve bitkiler çıkaralım.

16  — Ve sarmaş dolaş bahçeler yetirelim.

 

Büyük Haber

 

Allah Teâlâ, kıyametin vukuunu inkâr ederek soru soran kâfirleri reddedip buyuruyor ki: «Neyi soruşturuyorlar? Büyük haberi mi?» Sor­dukları şey nedir? Kıyametin durumunu mu soruyorlar. Bu dehşet ve­rici, göz kamaştırıcı, feci bir haberdir. Katâde ve İbn Zeyd, «büyük ha­berin» ölümden sonra dirilme olduğunu söylerler. Mücâhid ise bunun Kur'ân olduğunu söyler. Birinci görüş daha açıktır. Çünkü Allah Teâlâ âyetin devamında: «Ki onlar, bunun üzerinde ihtilâfa düşmektedirler.» buyuruyor. Yani insanlardan bir kısmı onu kabul edip inanmakta, bir kısmı da inkâr etmektedir.

Müteakiben de kıyameti inkâr edenleri tehdîd ederek: «Hayır, ile­ride göreceklerdir. Yine hayır, elbette görüp bileceklerdir.» buyuruyor. Bu, kuvvetli bir tehdîd ve ağır bir azâb vaadidir.

Arkasından Allah Teâlâ yüce kudretinin hârika şeyleri ve akıl er­mez halleri yaratmaya yettiğini belirterek söze başlıyor. Bu ifâdeler öl­dükten sonra dirilme ve diğer konularda Allah'ın kudretini göstermek­tedir. Buyuruyor ki: «Yeryüzünü bir beşik yapmadık mı?» Yaratıkların emrine hazır kılıp ona boyun eğdirmedik mi? Sabit, hareketsiz bir ka­ra parçası yapmadık mı? «Dağları da birer kazık?» Allah Teâlâ dağları birer kazık yapmış, onu yeryüzünün üzerine oturtarak pekiştirip ka­rarlaştırmış ve böylece yeryüzü kımıldamaktan uzaklaşıp üzerindekile-ri sarsmaz olmuştur.

«Ve sizi çift çift olarak yarattık.» Erkek ve dişi olarak. Her biriniz diğerinden yararlanır ve böylece soyun devamı sağlanır. Nitekim Rûm sûresinde de şöyle buyurmaktadır: «Kendileriyle huzura kavuşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de O'nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunlarda, düşünen bir kavim için âyetler vardır.» (Rûm, 21 >

«Uykunuzu dinlenme kıldık,» Hareketin kesildiği bir an kıldık ki fazla gidip gelmelerden doğan huzursuzluk önlenip tâm bir rahat sağ­lansın. Çünkü gündüzün maişet peşinde koşup durursunuz, Benzer bir âyet daha önce Furkân sûresinde (âyet, 47) geçmişti.

«Geceyi bir örtü kıldık.» Karanlığı ve zulümâtıyla insanları kuşa­tan bir örtü. Nitekim «Andolsun; bürüyüp Örttüğü zaman geceye.» (Leyi, 1) buyurulmaktadır.

(...)

Katâde der ki: «Geceyi bir örtü kıldık.» Sükûn ve huzur anı, de­mektir.

«Gündüzü de maişet vakti kıldık.»-Gündüzü de aydınlık ve parlak kıldık ki, insanlar o süre içerisinde işlerini görmek için gidip gelebil­sinler, kazanç, geçim ve ticâretlerini yapıp benzeri faaliyetlerini gerçek-leştirebilsinler. «Üstünüzde yedi sağlam gök bina ettik.» Yedi kat göğü. Yüceliği, sağlamlığı, genişliği, sabit ve gezegen yıldızlarıyla süslü sağlam yedi gök bina ettik.

«Pırıl pırıl parlayan bir kandil astık.» Bütünüyle yeryüzü halkını aydınlığa boğan ve cümle kâinatı ışıklandıran güneşi.

«Sıkıştırılmışlardan da şarıl şarıl bir su indirdik.» Avfî, İbn Abbâs'-tan nakleder ki; burada sözü edilen «sıkıştırılmışlardan» maksat,, rüz­gârdır. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebû Said... Abdullah Ibn Abbâs'tan nakletti ki o; «sıkıştırılmışlardan» maksad, rüzgârdır, demiştir. İkrime, Mücâhid, Katâde, Mukâtil, Kelbî, Zeyd İbn Eşlem ve oğlu Abdurrah-mân da bunun rüzgâr olduğunu söylemişlerdir. Bu sözün anlamı, rüz­gâr bulutlardan suyu toparlayıp indirir, demektir.

Ali îbn Ebu Talha, İbn Abbâs'tan nakleder ki; o «sıkıştırılmışlar­dan» maksad, buluttur, demiştir. İkrime, Ebu'l-Âliye, Dahhâk, Hasan, Rebî' İbn Enes ve Sevrî de böyle demişlerdir. İbn Cerîr Taberî de bu gö­rüşü tercih etmiştir. Alâ der ki: Bu «sıkıştırılmışlardan» maksad, yağ­mur yüklenmiş olup da henüz yağmamış olan bulutlardır. Nitekim bir kadının aybaşısı yaklaşıp da henüz âdet olmadığı zaman araplar ona «sıkıştırılmış kadın» ta'bîrini kullanırlar.

Hasan ve Katâde'nin' de «sıkıştırılmışlar» ta'bîri ile göklerin kasde-dildiğini söylediği bildirilir- Ancak bu, garîb bir görüştür.

En açık görüş; «sıkıştırılmışlar» kavliyle bulutların kasdedilmiş olmasıdır. Nitekim Allah Teâlâ bir başka sûrede şöyle buyurmaktadır: «Allah O'dur ki, rüzgârları gönderip bulutları yürütür ve onları dilediği gibi gökte yayar ve kısım kısım yığar. Nihayet sen de aralarından yağ­murun çıktığını görürsün.»  (Rûm, 48)

«Şarıl şarıl bir su indirdik.» Mücâhid, Katâde ve Rebî' ibu Enes bunun akan bir su olduğunu söylerken, Sevrî; ardarda gelen, der. İbn Zeyd ise bunun çok su anlamına geldiğini bildirir. İbn Cerîr Taberî der ki: Arapların sözünde çokluk ifâde eden bir nitelik olarak kelimesinin kullanıldığı bilinen bir şey değildir. Bu kelime ancak ard arda dökülme anlamına kullanılır. Nitekim Rasûlullah (s.a.)ın şöyle buyurduğu bilinmektedir: Haccın en faziletlisi yüksek sesle telbiye ya­pılan ve develerin kanı akıtılan haçtır. Rasûlullah bu kelimeyi kan dö­külmesi ve akıtılması anlamında kullanmıştır. Nitekim Rasûlullah (s.a.)ın yanma gelip, âdet gördüğünü ve kanının fazla aktığını söyle­yen kadının hadîsinde; Rasûlullah (s.a.) ona; pamukla kapamanı ve örtmeni anlatıyorum, demiş kadın; ey Allah'ın Rasûlü, bu pamukla tu­tulamayacak kadar fazla, şarıl şarıl akıyor, demiştir. Bu ifâde de gös­teriyor ki, ardı arkası kesilmeyen akmaya kelimesi kullanı­lır. Allah en iyisini bilendir.

«Ki onunla taneler ve bitkiler çıkaralım. Ve sarmaş-dolaş bahçe­ler bitirelim.» Bu, ardarda inen ve şarıl şarıl akan mübarek ve faydalı sularla insanların biriktirip sakladıkları «taneler» ve hayvanların yaş olarak yedikleri yeşil «bitkiler» çıkaralım. Muhtelif renklerden, değişik çeşitlerden farklı koku ve tadlardan oluşan meyveler bitiren bahçeler, bostanlar yetiştirelim. Hepsi aynı bölgede yetişse de farklı tat ve lez­zette olan meyveler. «Sarmaş-dolaş bahçeler» İbn Abbâs ve bir başkası der ki: Sarmaş-dolaş anlamına gelen ifâdesi topluca, demek­tir. Bu, Allah Teâlâ'nın Rad süresindeki şu kavli gibidir: «Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler ve çatallı ça-talsız hurma ağaçlan vardır. Hepsi de aynı suyla sulanır. Ama lezzetçe onları birbirinden ayrı kılmışızdır. Şüphesiz ki bunlarda, akleden bir kavim için âyetler vardır.» (Râd, 4)[1]

 

İzahı

 

17  — Doğrusu, hüküm günü; tayin edilmiş bir vakittir.

18  — Sûr'a üfürüldüğü gün, hepiniz bölük bölük gelir­siniz.

19  — Gök açılmış, kapı kapı olmuştur.

20  — Dağlar yürütülmüş, serâb olmuştur.

21  — Şüphesiz ki cehennem, bir gözetleme yeridir.

22  — Azgınlar için varılacak bir yer.

23  — Sonsuz devirler boyunca orada kalacaklardır.

24  — Orada serinlik ve içecek tadamayacaklardır. 25'— Sade kaynar bir su ve bir de irinden başka.

26 — İşlediklerine uygun bir ceza olarak.

27 — Çünkü onlar hiç bir hesâb beklemezlerdi.

28  — Ve âyetlerimizi yalan sayıp dururlardı.

29 — Oysa Biz, her şeyi yazıp saymıştık.

30 — Öyleyse tadınız, bundan böyle size azâbdan baş­ka bir şey artırmayız.

 

Hüküm Günü

 

Allah Teâlâ kıyamet günü demek olan hüküm gününden haber ve­rerek bunun ta'yîn edilmiş süreli bir şey olduğunu, bu sürenin artıp ek­silmeyeceğini, Allah'tan başka kimsenin onun vaktini kesin olarak bi­lemeyeceğini haber veriyor. Nitekim Hûd sûresinde de: «Biz o günü an­cak belirli bir süreye kadar erteleriz.» (Hûd, 104) buyurulmaktadır.

«Sûr'a üfürüldüğü gün, hepiniz bölük bölük gelirsiniz.» Mücâhid; zümre zümre, diye mânâ verir. îbn Cerîr de; her ümmet Rasûlü ile be­raber gelir, der. Nitekim Allah Teâlâ «Bütün insanları önderleriyle be­raber çağırdığımız gün» buyurmaktadır.

Buhârî bu âyetle ilgili olarak der ki: Bize Muhammed,.. Ebu Hü-reyre'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: İki nefha ara­sı kırktır. Ashâb; kırk gün mü? deyince, Rasûlullah (s.a.); bildirmekten kaçınırım, dedi. Onlar kırk ay mı? dediler o; bildirmekten kaçınırım,-dedi. Onlar kırk yıl mı? deyince; bildirmekten kaçınırım, dedi. Sonra şöyle buyurdu: Ardından Allah Teâlâ gökten bir su indirir, siz bakla bi­ter gibi bitirilirsiniz. İnsanın her tarafı çürür, ancak bir kemiği çürü-mez ki bu kuyruk sokumu kemiğidir. Kıyamet günü yaratıklar o kısım­dan birleştirilip meydana getirilir.

«Gök açılmış, kapı kapı olmuştur.» Meleklerin inmesi için yol ve geçit haline gelmiştir.

«Dağlar yürütülmüş, serâb olmuştur.» Bu, Allah Teâlâ'nm şu ka­villeri gibidir: «Sen, dağları görür ve yerinde durur sanırsın. Oysa on­lar, bulut geçer gibi geçip giderler.» (Nemi, 88), «Dağlar, atılmış renkli yüne benzeyecekler.» (Kâria, 5) Burada ise «Dağlar yürütülmüş, serâb olmuştur.» buyuruyor. Yani bakan kişi onun durduğunu sanır, halbu­ki o mevcûd değildir. Bundan sonra her şey tamamen silinip gider, ne göze görünür, ne de izi kalır. Tâhâ süresinde buyurulduğu gibi: «Ve sa­na dağlardan sorarlar. De ki: Rabbım onları ufalayıp savuracak, yer­lerini düz, kuru bir toprak haline getirecek. Orada ne bir çukur ne de bir tümsek göreceksin.» (Tâhâ, 105-107) Kehf sûresinde ise şöyle bu­yurmaktadır: «Bir gün dağları yürütürüz de sen, yeri dümdüz görür­sün. Hiç birini bırakmaksızın toplarız onları.» (Kehf, 47)

«Şüphesiz ki cehennem bir gözetleme yeridir.» Hazırlanmış gözet­lemektedir. «Azgınlar için.» Peygamberlere muhalefet eden azgın ve âsîler için. «Varılacak bir yer.» Varıp dönülecek, gidip konaklanacak yer. Hasan ve Katâde, bu âyetin tefsirinde derler ki: Hiç bir kimse ce­hennemden geçmeden cennete giremez. Eğer beraberinde geçiş belgesi varsa cehennemden kurtulur, yoksa orada tutuklanır. Süfyân es-Sevri de der ki: Cehennemin üzerinde üç tane köprü bulunmaktadır.

«Sonsuz devirler boyunca orada kalacaklardır.» Sonsuz devirler sü­resince orada bekleyeceklerdir. Sonsuz devirler anlamına gelen kelimesi, kelimesinin cem'i olup zamandan bir mikdân ifâde ederse de bu mikdâr üzerinde ihtilâf vardır. İbn Cerîr Ta-berî... Salim İbn Ebu Cad'd'dan nakleder ki; Ali İbn Ebu Tâlib, Hilâl el-Hecerî'ye şöyle demiş: Allah'ın indirilmiş olan kitabındaki kelimesinin ne anlama geldiğini sanıyorsunuz? O; seksen sene, her se­ne on iki ay, her ay otuz gün, her gün de bin sene demiş. Ebu Hüreyre, Abdullah İbn Amr, Abdullah İbn Abbâs, Saîd İbn Cübeyr, Amr İbn Mey-mûn, Hasan, Katâde, Rebî' İbn Enes, Dahhâk'dan da böyle dedikleri ri-râyet edilmiştir. Hasan ve Süddî ayrıca buna yetmiş yıl ekler. Abdul­lah İbn Amr ise bu kelimenin kırk yıl demek olduğunu ve bu yıllardan her birinin bizim saydığımız yıllarla bin yıl anlamına geldiğini bildirir. Bu iki rivayeti İbn Ebu Hatim nakleder. Büşeyr İbn Kâ'b der ki: Ba­na anlatıldığına göre üç yüz yıldır. Her yıl üç yüz altmış gündür, her gün bin yıldır. İbn Cerîr Taberî ve İbn Ebu Hatîm bu riva­yeti naklederler. Sonra İbn Ebu Hatim der ki: Ömer İbn Ali... Ebu Ümâme'clen nakleder ki Rasûlullah (s.a,) bu âyetin tefsirinde şöyle de­miştir: bir ay otuz gündür, sene on iki ay ve üç yüz alt­mış gündür, onun her bir günü de sizin saydıklarınızdan bin yıldır. Şu halde otuz bin kerre bin yıl olmaktadır. Bu hadîs gerçekten münkerdir. Gerek Kasım, gerekse ondan rivayet eden Ca'fer İbn Zü-beyr metruk râvîlerdir.

Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Bize Muhammed İbn Mirdâs Süleyman İbn Müslim'den nakletti ki, o şöyle demiş: Süleyman et-Teymîye; hiç kimse ateşten çıkabilir mi? diye sordum. O dedi ki: Bana Nâfi', Abdul­lah İbn Ömer'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Hiç kimse cehennemde uzun süre kalmadıkça oradan çıkamaz. O dedi ki: kelimesi seksen şu kadar yıldır. Bir yıl sizin saydığınızdan üç yüz altmış gündür. Sonra Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Süleyman İbn Müslim Basra'lı meşhur bir zâttır. Süddî der ki: «Sonsuz devirler boyun­ca orada kalacaklardır.» Yedi yüz devir. Her devir yetmiş senedir, her sene üç yüz altmış gündür, her gün sizin saydığınızdan bir sene gibidir. Mukâtil İbn Hayyân der ki: Bu âyet Allah Teâlâ'nm: «Öyleyse tadınız, bundan böyle size azâbdan başka bir şey artırmayız.» âyeti İle neshedilmistir. Hâlid İbn Madan da der ki: Bu âyet ve «Rabbının diledikleri müstesna» kavli tevhîd ehli hakkında nazil olmuştur. Bu son iki riva­yeti İbn Cerîr Taberi naklettikten sonra şöyle der: «Sonsuz devirler bo­yunca orada kalacaklardır.» kavli «orada serinlik ve içecek tadamaya-caklardır.» kavline" bağlıdır. Daha sonra Allah Teâlâ onlara, bir başka şekilde ve bir başka türden azâb hazırlayacaktır. Sonra Taberî der ki: Sahîh olan Katâde ve Rebî' İbn Enes'in dediği gibi azabın bitmeyeceği­dir. Nitekim Muhammed İbn Abdurrahîm... Sâlim'den nakleder ki; o, şöyle demiştir: Ben Hasan'a Allah Teâlâ'nın «Sonsuz devirler boyunca orada kalacaklardır.» kavli sorulduğunda şöyle dediğini işittim : Son­suz devirlerden maksad, sayılamayacak süredir ki bu cehennemde ebe­dî olarak kalmaktan ibarettir. Ancak sonsuz devir anlamına gelen kelimesi, yetmiş yıldır. Onun her bir yılı sizin saydığınızdan bin yıl gibidir. Saîd de Katade'den nakleder ki; o: «Sonsuz devirler bo­yunca orada kalacaklardır.» kavline şöyle mânâ vermiştir: Kesintisiz ve bitimsiz olarak. Çünkü bir devir geçince arkasından bir başka devir gelecektir. Ve bize bir devrin seksen sene olduğu söylenmiştir. Rebî' İbn Enes de bu âyete şöyle mânâ verir: Bu devirlerin sayısını Allah'tan baş­ka kimse bilmez. Fakat bir tek devir seksen yıldır, bir yıl üç yüz altmış gündür, her gün sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir. Bunu İbn Cerîr Taberî  de rivayet eder.

«Orada serinlik ve içecek tadamayacaklardir.» Cehennemde kalble-rini serinletecek bir şey bulamayacakları gibi beslenecekleri rahat bir içecek de bulamayacaklardır: «Sade kaynar bir su ve bir de irinden baş­ka.» Ebu'I-Âliye der ki: Kaynar su, serinlikten, irin de içecekten istisna edilmiştir. Rebî' îbn Enes de böyle der. Kaynar su anlamına gelen kelimesi sıcaklığı son noktasına varmış olan sıcak şeydir. İrin anlamına gelen kelimesi ise cehennem ehlinin irinle­rinden akıp toplanan şeylerle, onların terleri, yaşları ve yaralarından akan cerahattir. O soğuktur ama soğuğuna dayanılmaz ve pis koku­sundan yanına yaklagümaz. Biz Sâd sûresinde (âyet, 52) bu konuda ye­terli bilgiyi verdik, burada tekrarına gerek yoktur. Allah bizi ondan mu­hafaza buyursun.

İbn Cerîr Taberî der ki: «Orada serinlik ve içecek tadamayacaklar-dır.» kavlindeki serinlikten maksad, uykudur. (...) Taberî böyle zikret-mişse de bunu hiç bir kimseye isnâd etmemiştir. îbn Ebu Hatim de bu rivayeti Süddî kanalıyla Mürre'ye ulaştırır. Keza Mücâhid'de de bu ri­vayeti nakleder. Beğavî de Ebu Ubeyde ve Saîd'den bu rivayeti nakleder.

«İşlediklerine uygun bir ceza olarak.» Ulaştıkları bu ceza onların yapmış oldukları bozuk amellerine ve dünyada iken işledikleri kötülük­lere karşılıktır, buna uygundur. Mücâhid, Katâde ve bir başkası böyle demiştir.

«Çünkü onlar, hiç bir hesâb beklemezlerdi.» Onlar ileride ceza gö­rüp hesaba çekilecekleri bir diyar bulunacağını kabul etmezlerdi. «Ve âyetlerimizi yalan sayıp dururlardı.» Allah'ın peygamberlerine indirdiği ve yaratıklarına lütfettiği hüccet ve delillerini yalanlarlardı. Peygam­berlerine inâd ve yalanlama ile karşı çıkarlardı.

(...)

«Oysa Biz, her şeyi yazıp saymıştık.» Biz kulların yaptıkları amel­lerin hepsini biliyorduk. Bunu yazmış ve buna göre cezalandıracaktık. İşlediği hayır ise hayırla, şer ise şerle cezalandıracaktık.

«Öyleyse tadınız, bundan böyle size azâbtan başka bir şey artırma­yız.» Cehennem ehline denir ki: İçinde bulunduğunuz azabı tadın. Biz size aynı türden azâbtan başka bir şey artırmayız. Katâde Ebu Eyyûb el-Ezdi'den nakleder ki Abdullah îbn Amr şöyle demiş: Cehennem ehli­ne bu âyetten daha ağır bir âyet nazil olmamıştır. Onlara sürekli ola­rak azâb artırılacaktır. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Muhammed îbn Mu-hammed... Hasan'dan nakleder ki, Ebu Berze el-Eslemî'ye, Allah'ın ki­tabında cehennem ehli için en ağır gelen âyet hangisidir? diye sordum. O-dedi ki: Ben, Rasûlullah (s.a.)ın «Öyleyse tadınız, bundan böyle size azâbtan başka bir şey artırmayız.» kavlini okuyup; o topluluk Azîz ve Celîl olan Allah'a isyan etmeleri nedeniyle helak oldu, dediğini işittim. Bu hadîsin râvîleri arasında yer alan Cisr İbn Ferkad bütünüyle zayıf bir hadîs râvisidir.[2]

 

İzahı

 

Sonsuz yıllar anlamına gelen kelimesi, ( kelimesinin cem'idir ve bu seksen yıldır. Her yıl on iki aydır, her ay otuz gündür. Her gün de bir yıldır. Bu görüş Ali İbn Ebu Talîb'ten riyâyet edilir. Denildi ki: ( <^U>-Vl ) on yedi bin yıldır. Bu söz her ne kadar uzun olursa olsun bir sonun bulunduğunu ifâde eder. Halbuki kâfirle­rin cehennemdeki iazâbı sonsuzdur. Öyleyse «sonsuz devirler» sözünün anlamı nedir? derseniz; ben derim ki: Bu konuda bir çok vecih zikredil­miştir:

Birincisi: Hasan'dan nakledilen rivayettir, o şöyle der: Allah Te-âlâ cehennem ehli için bir süre koymamıştır. Sadece «Sonsuz devirler boyunca orada kalacaklardır.» buyurmuştur. Allah'a andolsun ki; bir sonsuz devir geçince bir başka sonsuz devir gelir, sonra bir başkası ge­lir ve ebediyyen bu böylece devam eder. Sonsuz devrin sayısı yoktur, yalnızca ebedî kalış vardır. Abdullah İbn Mes'ûd der ki: Cehennem ehli cehennemde, dünyadaki çakılların sayısınca muüaet KaıacaKiarını pii-seıercu, sevinmemi, uennet ehli 5e Cennette aunyadaki gakıiiarın s*âvî-şinca bir süre kalacaklarını bilselerdiT üzülürlerdi.

İkinci bir görüş şöyledir: kelimesi sonsuza delâlet et­mez. Çünkü bir sonsuz demektir. Bu takdirde mânâ şöyle olur: Onlar, sonsuz süreler Doyunca orada kalırlar ve o sonsuz süreler boyunca orada serinlik ve içecek tadamazlar. Ancak kaynar su ve bir de irin tadarlar. Bu ifâde onların basma gelen azabın çeşidi için belir­lenen bir vakit demektir. Yoksa oradaki kalışlarını ta'yîn eden bir za­manlama değildir.

Üçüncü veçhe göre bu âyet «Öyleyse tadınız bundan böyle size azâbtan başka bir şey artırmayız» kavli ile neshedilnıiştir. Yani sayı or­tadan kalkmış ebedî olarak azâb, gerçekleşmiştir.[3]

 

31 .....Şüphesiz ki müttakiler için kurtuluş vardır.

32  — Bahçeler ve bağlar.

33  — Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar.

34  — Ve dolu kâseler.

35  — Orada yalan ve boş söz işitmezler.

36  — Rabbından bir mükâfat ve bağış olarak.

 

Müttakilerin Sonu

 

Allah Teâlâ, bahtiyar kişilerden ve onlara hazırladığı yüce nimet ve ikramlardan bahsederek buyuruyor ki: «Şüphesiz ki müttakîler için kurtuluş vardır.» İbn Abbâs ve Dahhâk bu ifâdeye; gezilecek yer var­dır, diye anlam vermişlerdir. Mücâhid ve Katâde derler ki: Onlar ce­hennemden kurtulmuşlardır; Burada en açık söz İbn Abbâs'm sözüdür. Çünkü Allah Teâlâ âyetin devamında şöyle buyuruyor: «Bahçeler ve bağlar.» Hurma ve benzeri ağaçlardan oluşan bahçeler ve bağlar. "Gö­ğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar.» Göğüsleri tomurcuklanmış huri­ler. İbn Abbâs, Mücâhid ve bir başkası der ki: Buradaki ke­limesi; göğüsleri henüz sarkmamış bakireler, demektir. Onların hepsi aynı yaştadırlar. Nitekim bu hususun açıklanması Vakıa sûresinde geç­mişti. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Abdullah İbn Ahmed ed-Deştekî... Ebu Ümâme'den nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Cennet ehlinin gömlekleri Allah'ın rıdvânından belirir. Bulutlar onların üzerine gelir ve: Ey cennet ehli ne diyorsunuz size yağmur indireyim mi? diye seslenir. Nihayet yağmur onlardan göğüsleri tomurcuklanmış, yaşıt kız­ların üzerine yağar.

«Ve dolu kâseler.» İbn Abbâs der ki: Ard arda doldurulmuş kâse­ler. İkrime ise; saf ve parlak kâseler, der. Mücâhid Hasan, Katâde ve İbn Zeyd ise; tamamen doldurulmuş kadehler, derler. Mücâhid, Saîd İbn Cübeyr ise kelimesinin ard arda anlamına geldiğini bil-dırır. 

«Orada yalan ve boş söz işitmezler.» Allah Teâlâ'nın Tûr sûresinde buyurduğu gibi «Orada bir saçmalama, günâha sokma 'yoktur.» (Tûr, 23) Orada faydadan uzak, boş ve anlamsız bir söz olmadığı gibi yalan ve günâh da yoktur. Bilakis orası selâmet yurdudur. Oradaki her söz eksiklikten salimdir.

«Rabbından bir mükâfat ve bağış olarak.» Bu zikrettiğimiz husus­ların hepsini Allah, onlara mükâfat olarak lutfu ve insanıyla, rahmet ve bereketiyle vermiştir. «Mükâfat ve bağış olarak.» Çok kapsamlı, ye­terli ve bol olarak. Nitekim araplar: diyerek bana ver­di ve yetirdi, derler. Allah bana yeter derken de ( Aı\ ^-*- ) ifâdesi­ni kullanırlar ki; Allah kâfidir, demektir.[4]

 

37  — Göklerin,   yerin ve ikisi arasında  bulunanların Rabbı Rahman'dan. O'na hitâbda bulunmaya kimse muk­tedir olamaz.

38  — O gün; rûh ve melekler saf halinde duracaklardır. Rahmân'm izin verdiklerinden başkaları konuşamazlar. O da doğruyu söyler.

39  — İşte bu; hak gündür. Dileyen Rabbma doğru bir yol edinir.

40  — Biz, sizi yakın bir azâbla uyardık. O gün; kişi el­leriyle sunduğuna bakacak.   Ve Kâfir: Keski ben,  toprak olsaydım, diyecektir.

 

Allah Teâlâ azamet ve celâlinden bahsederek göklerin, yeryüzünün, bu ikisinde ve onların arasında bulunanların Rabbı olduğunu, rahmeti her şeyi kuşatan Rahmân'ın kendisi olduğunu bildiriyor. «O'na hitâbda bulunmaya kimse muktedir olamaz.» Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimse O'na hitâb etme gücüne sâhib olamaz. Tıpkı diğer âyetlerde bu­yurduğu gibi: «O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir?» (Bakara, 255) ve «O gün gelince; Allah'ın izni olmadan kimse konuşa­maz.»  (Hûd, 105).

«O gün; fuh ve melekler saf halinde olacaklardır.» Rahmân'ın izin verdiklerinden başkaları konuşamazlar. Müfessirler, buradaki ruh keli­mesinin ne anlama geldiği konusunda ihtilâf etmişlerdir. Bu hususta birkaç görüş vardır:

1- Avfî'nin îbn Abbâs'tan naklettiği bir rivayete göre buradaki ruhtan maksad, ademoğuüarının ruhlarıdır.

2- Bir rivayette de bu rûh, âdemoğullannın kendisidir. Hasan ve jCatâde böyle derler. Katâde; İbn Abbâs'm gizlediği şeylerden birisi de buydu, der.

3- Ruhtan maksad, Allah'ın âdemoğlu suretinde yaratmış oldu­ğu bir tür yaratıklarıdır ki onlar ne melektirler, ne de beşer. Hem yer-ter, hem de içerler, İbn Abbâs, Mücâhid, Ebu Salih ve A'meş bu görüşü naklederler.

4- Buradaki ruhtan maksad, Cebrail'dir. Şa'bî, Saîd îbn Cübeyr ve Dahhâk bu görüşü serdettikten sonra, Allah TeââPnır «Onu Rûh el-Emîn indirmiştir; senin kalbine ki uyarıcılardan olasın.» (Şuarâ, 192-193) kavlini gösterirler. Mukâtil tbn Hayyân der ki: Rûh, meleklerin en üstünlerindendir ve vahiy sahibi olup Âzız ve Celîl olan Rabba en yakın olan melektir.

5- Buradaki  ruhtan maksad,  Kur'ân'dir.  İbn  Zeyd böyle der. Nitekim Allah Teâlâ da: «İşte böylece Biz sana da emrimizden bir rûh vahyettik.» (Şûra, 52) buyurmaktadır.

6- Bu bütün mflhlûkât   mikdârmca bir melektir.    Ali îbn Ebu Tâlha, İbn Abbâs'tan böyle dediğini nakleder, ibn Abbâs: «O gün; rûh ve melekler» kavlini okuduktan sonra; bu, yaratılış bakımından melek­lerin en büyüklerinden bir melektir, demiştir. İbn Cerîr Taberî der ki: Bana Muhammed İbn Halef... Abdullah İbn Mes'ûd'dan nakletti ki; o, şöyle demiştir: Rûh dördüncü göktedir. O, göklerden, dağlardan ve me­leklerden daha büyüktür. Her gün on iki bin kerre tesbîh eder. Onun her bir teşbihinden Allah bir melek halkeder ki, o kıyamet gününde tek başına bir saf olarak gelecektir. Bu da gerçekten garîb bir sözdür. Taberânî der ki: Bize Muhammed İbn Abdullah... Abdullah İbn Abbâs'­tan nakleder ki; o, şöyle demiş: Ben, Rasûlullah (s.a.)m şöyle buyurdu­ğunu işittim: Allah Teâlâ'nın öyle bir meleği vardır ki, eğer ona; bir lokmada yedi göğü ve yeri yut, denseydi yutuverirdi. Onun tesbîhi; Se­ni olduğun şekilde teşbih ederim, kavlidir. Bu hadîs de gerçekten ga-rîbtir ve peygambere ulaştırılması hususunda durulması gerekir. İbn Abbâs'tan mevkuf olması da mümkündür. Belki de bu, İbn Abbâs'm al­mış olduğu İsrâiliyâttandır. Allah en iyisini bilendir.

İbn Cerîr Taberî bu görüşlerin üzerinde durmuş, ancak bunlardan hiç birini kesin olarak tercih etmemiştir. Mânâya en yakın olanı —Al­lah bilir ya— ruhun; âdemoğullan olmasıdır.

«Rahmân'ın izin verdiklerinden başkaları». Bu, «O gün gelince Al­lah'ın izni olmadan kimse konuşamaz.» (Hûd, 105) kavli gibidir. Sahîh hadîste de: O gün, peygamberlerden başkası konuşamaz, buyurulur.

«O da doğruyu söyler.» Hakkı söyler. Lâ ilahe illallah sözü de —~Ebu Saîd ve îkrime'nin '.belirttiği gibi— hak sözlerden biridir.

«İşte bu; hak gündür.» Muhakkak gerçekleşecek olan gündür. «Di­leyen Rabbma doğru bir yol edinir.» Rabbına ulaşan bir yol, bir merci' ve bir meslek edinip onun üzerinde yürür.

«Biz, sizi yakın bir azâbla uyardık.» Kıyamet günü vukû'bulacak bir azâbla. Onun vukuu kesin olduğu için yakın olmuştur. Çünkü her gelen mutlaka gelecektir. «O gün; kişi elleriyle sunduğuna bakacak.» Onun iyi kötü, eski yeni yaptıklarının hepsi önüne konacak. Tıpkı Al­lah Teâlâ'nın başka âyetlerde buyurduğu gibi: «Onlar, bütün işledik­lerini hazır bulurlar.» (Kehf, 49), «O gün önde ve sonda ne yaptıysa in­sana bildirilir.» (Kıyamet, 13)

«Ve kâfir: Keski ben, toprak olsaydım, diyecektir.» O gün kâfir, dünya diyârındayken yaratılmamış olmayı, varlığa gelmemiş olmayı, bir toprak olmayı arzulayacaktır. Bu durum Allah'ın azabım gözüyle gör­düğü ve bozuk amellerinin meleklerin eliyle kaydedildiğini müşâhade et­tiği gündür. Denildi ki: Kâfir bunu, Allah Teâlâ'nın dünyada yaşamış olan hayvanlar arasında hüküm verdiği ve âdil hükmüyle karâr kıldığı gün söyleyecektir. Öyle ki boynuzsuz koç, boynuzludan hakkını alacak­tır. Hayvanlar arasında hüküm tamamlanınca Allah Teâlâ onlara; top­rak olun, diyecektir de onlar toprak olacaklardır, işte bu sırada kâfir: "Keski ben, toprak olsaydım.» diyecektir. Yani keski ben de bir hayvan olup ta toprağa dönseydim, diyecektir. Bu anlam meşhur Sûr hadîsinde vârid olmuştur. Ebu Hüreyre ve Abdullah İbn Amr ile başkalarından da bu anlamda pek çok haber nakledilmiştir.[5]



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8252-8254

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8259-8262

[3] Bekir Karlığa, Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8262-8263

[4] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8263-8264

[5] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8265-8266

Free Web Hosting