ABESE  SÛRESİ2

Âmânın Haberi2

İzahı3

İnsanoğlu Ne De Nankör4

Büyük Gürültü. 5


ABESE  SÛRESİ

(Mekke'de nazil olmuştur.)

 

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

1  — Yüzünü asıp çevirdi,

2  — Kendisiîıe a'mâ geldi diye.

3  - Ne bilirsin belki de o, temizlenecekti.

4  — Yahut öğüt alacaktı da bu, kendisine fayda vere­cekti.

5  — Ama kendisini müstağni gören,

6  — İşte sen onu karşına alıyorsun.

7  — Halbuki onun temizlenmemesinden sana ne?

8  — Ama sana koşarak gelen,

9  — Ki o, korkar durumdadır.

10 — Sen ona aldırmıyor, oyalanıyorsun.

11  — Sakın; çünkü bu, bir öğüttür.

12 — Dileyen onu düşünüp öğüt alır.

13 — O, çok şerefli sahîfelerdedir.

14  — Yüceltilmiş ve temizlenmiştir.

15 — Kâtiplerin elleriyle.

16  — Kıymetli, saygıdeğer.

 

Âmânın Haberi

 

Pek çok tefsîr sahibinin zikrettiğine göre; Rasûlullah (s.a.) bir gün Kureyş ulularıyla konuşuyordu. Hırsla onların müslüman olmasını is­tiyordu. Onlarla konuşup kendilerini İslâm'a davet ederken, o sırada da­ha önce müslüman olmuş bulunan İbn Ümmü Mektûm geldi ve Rasû­lullah (s.a.) a bir şey sorup sorusunda ısrar etti. Hz. Peygamber de onun bu esnada fazla durmayıp Kureyş'lilerle konuşmasına imkân sağlama­sını istiyordu. Maksadı, o kişinin hidâyete gelmesi idi. Bu sebeple İbn Ümmü Mektûm'a karşı yüzünü asıp çevirdi ve öbür adama döndü. Bu­nun üzerine Allah Teâlâ: «Yüzünü asıp çevirdi, kendisine a'mâ geldi di­ye. Ne bilirsin belki de o temizlenecekti.» buyurdu. Belki de onun nef­sinde bir arınma ve temizlenme meydana gelecekti. «Yahut öğüt ala­caktı da bu kendisine fayda verecekti.» Bundan öğüt alıp yararlanarak haramlardan kaçınacaktı. «Ama kendisini müstağni gören, işte sen onu karşına alıyorsun.» Zengin olana gelince, işte sen onunla konuşuyorsun hidâyete gelsin diye. «Halbuki onun temizlenmemesinden sana ne?» O temizlenmezse sen, bundan dolayı sorumlu tutulacak değilsin. «Ama sa­na koşarak gelen ki o korkar durumdadır.» «Senin söylediğin sözle hi­dâyete erip sana gelen ve sana koşana «Sen ona aldırmıyor oyalanıyor-, sun.» Onunla ilgilenmiyor .ve başka şeyle meşgul oluyorsun. Burada Al­lah Teâlâ Rasûl-ü Zişânına özel olarak kimseye gitmemesini, aksine efen­di ile güçsüz, fakîr ile zengin, köle ile efendi, erkek ile kadın, büyükle küçüğün arasım ayırmayıp hepsini eşit tutmasım emrediyor. Sonra di­lediğini doğru yola götüren, Allah'tır. Erişilmez hikmet ve ezici hüccet O'nundur.

Hafız Ebu Ya'lâ Müsned'inde der ki: Bize Muhammed İbn Mehdî... Enes'ten nakleder ki; o, bu âyet konusunda şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.) Übeyy İbn Halef ile konuşurken İbn Ümmü Mektûm onun yanına geldi. Rasûlullah (s.a.) ondan yüz çevirdi de Allah Teâlâ: «Yüzünü asıp çevirdi...» âyetini inzal buyurdu. Bundan sonra Rasûlullah (s.a.) ona hep ikram ediyordu.

Katâde der ki: Enes İbn Mâlik bana şöyle dedi: Kadîsiye günü ben îbn Ümmü Mektûm'u elinde siyah bir sancakla zırhını kuşanmış ola­rak görmüştüm.

Ebu Ya'lâ ve İbri'Cerîr Taberî derler ki: Bize Saîd İbn Yahya... Hz. Aişe'den nakletti ki; o, Abese sûresinin kör olan İbn Ümmü Mektûm hakkında nazil olduğunu söylemiştir. İbn Ümmü Mektûm Râsûlullah (s.a.)a gelip; beni irşâd et, diyordu. Hz. Âişe'nin bildirdiğine göre Rasû­lullah (ş.a.)ın yanında müşriklerin ulularından bir kişi bulunuyordu. Hz. Âişe (r.a.)nin bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.) ondan yüz çevirip öbürüne doğru dönüyordu ve; benim söylediğimde bir şey görüyor mu­sun? diyordu. O da; hayır diyordu. İşte: «Yüzünü asıp çevirdi...» âyeti bunun hakkında nazil olmuştur. Tirmizî de bu hadîsi Saîd îbn Yahya kanalıyla aynı isnâdla Hz. Aişe'den rivayet eder ve sonra der ki: Bazı­ları da Hişâm İbn Urve'den bu âyetin îbn Ümmü Mektûm hakkında na­zil olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu rivayette Hz. Âişe zikıedilmemiş-tir. Ben el-Muvatta'da (İmâm Mâlik) böyle gördüm.

Sonra İbn Cerîr Taberî ve îbn Ebu Hatim aynı şekilde Avfî kana­lıyla İbn Abbâs'tan naklederler ki; o, bu âyet konusunda şöyle demiş­tir: Rasûlullah (s.a.) Utbe İbn Rebîa, Ebu Cehl îbn Hişâm, Abbâs İbn Abdülmuttalib ile konuşurken —onlara fazla ilgi gösteriyor ve inanma­larını hırsla istiyordu— o esnada Abdullah İbn Ümmü Mektûm denilen kör bir adam gelip onlarla beraber yürüdü. Hz. Peygamber onlarla alçak sesle konuşuyordu. Abdullah ise Peygamberin yanında Kur'ân'dan bir âyet okuyup öğrenmek istiyor ve: Ey Allah'ın Rasûlü, Allah'ın sana Öğrettiğinden sen de bana öğret, diyordu. Rasûlullah (s.a.) ondan uzak­laşıp yüzünü astı, geri döndü ve sözünden hoşlanmadı. Öbürlerine doğ­ru yöneldi. Konuşmasını bitirip ailesine doğru gitmek üzere ayrıldığın­da Allah Teâlâ görme gücünü kaldırdı ve başını öne doğru çökertti, son­ra da: «Yüzünü asıp çevirdi, kendisine a'mâ geldi diye. Ne bilirsin belki de o, temizlenecekti. Yahut öğüt alacaktı da bu, kendisine fayda vere­cekti.» âyetini indirdi. Onun hakkında bu âyet inince Rasûlullah (s.a.) kendisine ikramda bulundu, onunla konuştu. İhtiyâcın var mı? Bir şey istiyor musun? dedi. Onun yanından ayrılırken de ihtiyâcın var mı? de­di. Bu, Allah Teâ'lâ'nın: «Ama kendini müstağni gören, işte sen onu kar­şına alıyorsun. Halbuki onun temizlenmemesinden sana ne?» âyetinin indirilmesi üzerineydi. Bu hadîste garîblik ve münkerlik vardır. Bunun isnadı üzerinde çok konuşulmuştur.

îbn Ebu Hatim der ki: Bize Ahmed İbn Mansûr... Abdullah İbn Ömer'den nakletti ki; o, şöyle demiş: Rasûlullah (s.a.)ı şöyle buyurur­ken duydum: Bilâl geceleyin ezan okur. Siz İbn Ümmü Mektûm'un eza­nını işitinceye kadar yeyin ve için.İbn Ümmü Mektûm Allah Teâlâ'nın onun hakkında: «Yüzünü asıp çevirdi, kendisine âmâ geldi diye.» bu­yurduğu kör kişidir. O Bilâl ile beraber ezan okurdu. Râvîler arasında bulunan Salim İbn Abdullah der ki: İbn Ümmü Mektûm gözleri görmez bir kişiydi. Halk, fecrin ağardığını görüp ona; ezan oku, deyinceye ka­dar kendisi ezan okumazdı.

Urve İbn Zübeyr, Mücâhid, Ebu Mâlik, Katâde, Dahhâk, İbn Zeyd, selef ve haleften başkaları da bu âyetin İbn Ümmü Mektûm hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Onun meşhur olan adı Abdullah'tır. Amr dendiği de olur. Allah en iyisini bilendir.

«Sakın; çünkü bu, bir öğüttür.» Bu sûre veya seçkin ve düşkün her­kese bilgiyi tebliğ etmek konusunda eşit davranmak, bir Öğüttür. Katâ­de ve Süddî der ki: Bu Kur'ân, bir öğüttür. «Dileyen onu düşünüp öğüt alır.» İsteyen her işinde Allah'ı zikreder. Bu zamirin vahye yani Kur'-ân'a dönmesi de muhtemeldir, çünkü söz ona delâlet ediyor.

«O, çok şerefli sahîfelerdedir. Yüceltilmiş ve temizlenmiştir.» Bu sûre veya bu öğüt —ki her ikisi birbirini gerektirir— hattâ Kur'ân'ın bütünü saygı duyulmuş, şeref kazanmış sahîfelerdedir. Onun değeri yü­cedir ve her türlü eksiklikten, fazlalıktan ve kirlilikten arınmıştır. «Kâ­tiplerin elleriyle.» İbn Abbâs, Mücâhid, Dahhâk ve İbn Zeyd, bunlann melekler olduğunu söylemişlerdir. Vehb İbn Münebbih ise bunların Hz. Muhammed'in ashabı olduğunu söyler. Katâde de bunların kurrâ oldu­ğunu bildirir. İbn Cüreyc, îbn Abbâs'tan nakleder ki, Nabatça'da { lyiJ\ ) kelimesi kurrâ anlammadır. İbn Cerîr Taberî der ki: Doğru olan, bu kelimenin melekler anlamına gelmesidir. Çünkü sefîr kökün­den gelen bu kelime, insanlar arasında iyilik ve anlaşma için gidip ge­len kişiye söylenir ki burada da Allah ile mahlûkâtı arasındaki elçilik kasdedilmiştir. Nitekim şâir şöyle der:

Ben kavmim arasında sefareti bırakmam,

Gidecek olursam da hîle ile gitmem.

Buhârî bu kelimenin, melekler demek olduğunu söyler ve aynı kök­ten gelen sefîr kelimesinin insanlar arasım birleştiren kimse demek ol­duğunu bildirir. Burada da melekler vahiyle geldikleri için bu gelişleri bir kavmin arasını ıslâh eden sefirin görevine benzemektedir.

«Kıymetli, saygıdeğer.» Ahlâkları değerli, güzel ve şerefli. Ahlâkları, fiilleri temiz, mükemmel ve iyi. Buradan Kur'ân'ı taşıyan kişilerin, fi­illerinin ve sözlerinin dosdoğru olması gerektiği ortaya çıkıyor. İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize İsmâîl... Hz. Âişe'den nakletti ki: Ra-sûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Kur'ân okuyup onda maharet sahibi olan kişi «Kıymetli, saygıdeğer kâtibler ile>i beraberdir. Kendisine zor geldiği halde Kur'ân'ı okuyan kişiye de iki ecir vardır. Bu hadîsi bir top­luluk Katâde kanalıyla... Hz. Aişe'den naklederler.[1]

 

İzahı

 

17 — Canı çıksın o insanın. Ne de nankördür o.

18  — Neden yaratmış onu?

19 — Meniden yarattı, onu da takdir etti.

20 — Sonra ona tutacağı yolu kolaylaştırmış.

21  — Sonra da onu öldürdü, kabre koydu.

22  — Sonra dilediğinde onu tekrar çıkaracak.

23 — Hayır, Allah'ın emrettiğini yerine getirmemiştir.

24  — Öyle ya insan yiyeceğine bir baksın.

25  — Doğrusu Biz o suyu, bol bol indirdik.

26  — Sonra toprağı iyiden iyiye yardık.

27  — Böylece orada tane bitirdik.

28  — Üzüm ve yonca,

29  — Zeytin ve hurma,

30  — Sık ve bol ağaçlı bahçeler,

31  — Meyve ve mer'â.

32 — Sizin ve hayvanlarınızın faydalanması için.

 

İnsanoğlu Ne De Nankör

 

Allah Teâlâ âdemoğullarmdan öldükten sonra dirilip haşrolmayı İnkâr edenleri kınayarak buyuruyor ki: «Canı çıksın o insanın, ne de nankördür o.» Dahhâk, İbn Abbâs'tan nakleder ki «canı çıksın» ifâde­si, la*net olsun insana, demektir. Ebu Mâlik de böyle der. Bu yalanlayan insan türü için bir la'netlemedir. Bilgisizliği ve uzak sayması nedeniyle hiç bir mesnede dayanmaksızın fazlasıyla yalanladığı için o, buna lâ­yık olmuştur, îbn Cerîr Taberî der ki: «Ne de nankördür o.» Ne de şiddetlidir onun küfrü. Ve yine İbn Cerîr Taberî der ki: Bu âyetten mak­sadın şöyle olması da muhtemeldir: Hangi şey onu kâfir kılmıştır? Öl­dükten sonra dirilmeyi yalanlamaya onu sevkeden nedir? Beğavî'nin Mükâtü ve Kelbî'den naklettiğine göre, Katâde: «Ne de nankördür o.» kavline; ne de çok la'netlenmiştir o, anlamını vermiştir.

Daha sonra Allah Teâlâ insanoğlunun nasıl değersiz bir şeyden ya­ratıldığını açıklayarak, ilk yarattığı gibi onu tekrar diriltmeye muktedir olduğunu bildirerek buyuruyor ki: «Neden yaratmış onu? Meniden ya­ratmış. Onu da takdir etti.» Ecelini takdir edip rızkını ve amelini mutlu mu mutsuz mu olacağını belirlemiş. «Sonra ona tutacağı yolu kolaylaş­tırmış.» Avfî, îbn Abbâs'tan nakleder ki; o, buraya sonra ona anasının karnından çıkma yolunu kolaylaştırmış diye mânâ vermiş. İkrime, Dah-hâk, Ebu Salih, Katâde ve Süddî de böyle derler. İbn Cerîr Taberî de bu görüşü tercih eder. Mücâhid der ki: Bu âyet-i kerîme şu âyet gibidir: «Gerçekten Biz ona yolu gösterdik. Buna kimisi şükreder, kimisi de ku: für.» (tnsân, 3) Biz ona yolu açıkladık, izah ettik ve bu yolun bilgisini kolaylaştırdık. Hasan ve İbn Zeyd böyle derler ki, tercih edilen görüş de budur. Allah en iyisini bilendir.

«Sonra da onu öldürdü, kabre koydu.» Onu yarattıktan sonra öl­dürüp kabre koydurdu ve kabir sahibi kıldı. (...)

«Sonra dilediğinde onu tekrar çıkaracak.» Ölümünden sonra onu tekrar diriltecektir. Bu sebeple o güne, ba's ve neşir günü adı verilir. Ni­tekim Rûm sûresinde şöyle buyurur: «Sizi topraktan yaratmış olması»' O'nun âyetlerindendir. Sonra siz, yayılmakta olan bir beşer oldunuz.» (Rûm, 20) «Kemiklere bak, onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyor ve sonra onlara nasıl et giydiriyoruz.» (Bakara, 259).

İbn Ebu Hatim der ki: Bana, babam... Ebu Saîd'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Toprak insanoğlunun her tarafını yer, ancak kuyruksokumu müstesna. O da nedir ey Allah'ın Rasûlü? denildiğinde, Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Bu, hardal tanesi gibidir ve oradan tekrar diriltilirsiniz. Bu hadîs sahih kitablarda A'meş kanalıyla... Ebu Hüreyre'den nakledilir, ancak son kısmındaki bu fazlalık yoktur. Sahîh rivâyetlerdeki hadîsin lafzı şöyledir: Ademoğlunun her yeri çü-rür. Ancak kuyruk sokumu müstesna. Oradan yaratılmıştır ve tekrar oradan birleştirilir.

«Hayır, Allah'ın emrettiğini yerine getirmemiştir.» İbn Cerîr der ki: Hayır, mes'ele bu kâfir insanın dediği gibi değildir. O, Allah'ın ken­disini malı ve canıyla ilgili haklarını ödediği şeklindeki iddiası doğru de­ğildir. Çünkü o, Azîz ve Celîl olan Rabbı tarafından kendisine farz kılı­nan vecîbeleri yerine getirmemiştir.

Daha sonra İbn Cerîr Taberî ve İbn Ebu Hatim, Ebu Necîh kana­lıyla Mücâhid'den naklederler ki o: «Hayır, Allah'ın emrettiğini yerine getirmemiştir.» kavli hakkında şöyle demiştir: Hiç bir kimse kendi­sine farz'kılman emirleri ebediyyen yerine getiremeyecektir. Beğavî de Hasan el-Basrî'den bunu, benzer bir ifâde ile nakleder. Ben, öncekilerden bu konuda daha başka hiç bir söz bulamadım. Bu âyetin manâsıyla il­gili olarak benim kalbime gelen —ki Allah en iyisini bilendir— şöyle­dir: «Sonra dilediğinde onu tekrar çıkaracak.» Tekrar diriltip hasrede­cek. «Hayır, Allah'ın emrettiğini yerine getirmemiştir.» Süre son bulun­caya kadar onu şu anda yapamaz. Allah Teâlâ âdenıoğullarmdan ken­disi için bunu yerine getiremeyeceği yazılmış olanların bulunmasını tak­dir ettiği kişi bırakılır ve dünyaya yeniden çıkar. Allah Teâlâ bunu oluş ve kader olarak emretmiştir. O, Allah'ın huzuruna varınca, Allah Te­âlâ bütün mahlûkâtı diriltir ve ilk başlattığı gibi yeniden yaratır. İbn Ebu Hatim, Vehb İbn Münebbih'ten nakleder ki; Üzeyr (s.a.) şöyle de­miş: Bana gelen melek dedi ki: Kabirler toprağın karnıdır. Toprak ise yaratıkların anasidır. Allah Teâlâ yaratmak istediğini yaratıp Allah'ın yaratıklar ıiçin hazırladığı bu kabirler tamâm olunca dünya son bulur ye üzerinde bulunanlar ölür. O zaman toprak karnındakileri dışarı atar ve kabirler içindekileri çıkarırlar. İşte bu, âyetin manâsıyla ilgili olarak bizim söylediğimize benzemektedir. Şüphesiz ki doğruyu en iyi Allah bilir.

«Öyle ya insan yiyeceğine bir baksın.» Yemek hem Allah'ın lutfu, hem de onunla katı toprağı bitkilerle canlandırarak vücûdun toz top­rak haline gelip dağılıp serpilmesinden sonra dirilmesine istidlal söz konusudur. «Doğrusu Biz, o suyu bol bol indirdik.» Onu gökten yeryü­züne indirdik. «Sonra toprağı iyiden iyiye yardık.» Suyu yeryüzünün içine kadar sızdırıp akıttık. Toprağa atılan her tanenin parçalarına ka­dar girdirdik. Oradan bitki yetişti ve yeryüzünde belirerek yükseldi. «Böylece orada tane bitirdik. Üzümler ve yonca.» Taneden maksad, ta­neli olarak akla gelen her bitkidir. Üzüm, bilinen meyvedir. Yonca ise hayvanların yiyecekleri ma'lûm bitkidir. İbn Abbâs, Katâde, Dahhâk ve Süddî Arap dilinde yoncaya denildiğini bildirirler. Hasan el-Basrî ise yonca anlamına gelen bu kelimenin; hayvanların yiyeceği kuru taneler, olduğunu söyler. «Zeytin ve hurma,» Zeytin, bilinen gıda maddesidir. Katık olarak kullanılır. Hem aydınlanmada, hem de yağ­lanmada yararlanılır. Hurma ise kuru ve yaş olarak yenilir. Taze ve pişmiş olarak. Sonra suyu sıkılır ve sirke elde edilir. «Sık ve bol ağaçlı bahçeler.» Bostanlar. Hasan ve Katâde burada "Sık ve bol ağaçlı» an­lamına gelen kelimesinin, değerli ve büyük hurma ağaçları demek olduğunu söylerler. İbn Abbâs ve Mücâhid ise «bahçeler» anla­mına gelen kelimesinin sarılıp toplanan her şey, demek olduğunu bildirirler. Ayrıca İbn Abbâs; bol ağaçlı anlamına gelen kelimesinin, gövdesinden yararlanılan ağaç demek olduğunu bildirir. Ali îbn Ebu Talha, İbn Abbâs'tan nakleder ki; o sık ve bol ağaçlı anlamına gelen kelimesinin uzun ağaçlı demek oldu­ğunu bildirmiştir. İkrime ise ortaları kalın demek olduğunu söyler. Bir başka rivayette de boynu kalın anlamına geldiğini bildirir. «Görmez mi­siniz boynu kalın olan bir adama Andolsun ki Al­lah daha gâlibtir, denir.

(...)

«Meyve ve mer'â.» Meyve, serinlik için yenilen eğlendirici ve din­lendirici ürünlerdir. İbn Abbâs der ki: Meyve anlamına gelen kelimesi; yaş olarak yenen her şeydir. Mer'â anlamına gelen kelimesi ise; yerden yetişmiş olup da insanların yemeyip hayvanların yediği her tür bitkidir. Yine İbn Abbâs'tan bir rivayette bu kelime hay­vanların yedikleri otlar anlamınadır. Mücâhid, Saîd İbn Cübeyr ve Ebu Mâlik; mer'â anlamına gelen kelimesinin ot demek olduğu­nu bildirirler. Mücâhid, Hasan, Katâde ve îbn Zeyd'e göre insanlar için meyve ne ise, hayvanlar için de mer'â anlamına gelen keli­mesi o demektir. Atâ da topraktan biten her şey mer'â anlamına gelen (kelimesinin muhtevasında yer alır) der. Dahhâk'a göre meyve dışın-, da toprağın yetiştirdiği her şeye denir. İbn îdrîs,İbn Ab­bâs'tan nakleder ki, Mer'â anlamına gelen kelimesi insan­ların yemeyip de hayvanların yedikleri topraktan biten her şeydir. İbn Cerîr Taberî de bu rivayeti üç ayrı yoldan İbn İdrîs'ten nakleder, son­ra da şöyle der; Bize Ebu Küreyb ve Ebu Saîd dediler ki: İbn İdrîs... Saîd îbn Cübeyr'in şöyle dediğini bildirdi: İbn Abbâs (yedi şeyi) saydı ve dedi ki; kelimesi, toprağın hayvanlar için bitirdiği her şeydir. Ebu Küreyb ve Ebu Saîd'in lafzı budur. Ebu Saîd ise insanların ve hayvanların yediği ve toprağın bitirdiği her şey anlamını vermiştir. Avfî îbn Abbâs'tan nakleder ki kelimesi ot ve otlak anlamı­na gelir. Mücâhid, Hasan, Katâde, İbn Zeyd ve bir başkası da böyle de­miştir.

Ebu Ubeyd Kasım îb,n Sellâm der ki: Bize Muhammed İbn Yezîd... İbrahim et-Teynu'nin şöyle dediğini nakletti: Ebubekir es-Sıddîk (r,a.)e «Meyve ve mer'â» kavli sorulduğunda şöyle demişti: Ben Allah'ın ki­tabında bilmediğim bir şeyi söyleyecek olursam, hangi gök beni gölge­lendirir ve hangi yer beni üstünde gezdirir? Bu rivayette İbrâhîm et-Teymî ile Ebubekir es-Sıddîk arasında kopukluk bulunmaktadır. İbn Ce­rîr Taberî'nin îbn Beşşâr kanalıyla... Enes İbn Mâlik'ten naklettiği ri­vayette ise şöyle denir: Hz. Ömer Abese sûresini okudu ve: «Meyve ve mer'â.» âyetine gelince; meyvenin ne olduğunu biliyoruz, ya mer'â ne­dir? demiş. Enes demiş ki: Ey Hattâb'ın oğlu; bu bir zorlamadan başka bir şey değildir. Bunun isnadı sahihtir ve bu. rivayeti pekçok kişi Enes îbn Mâlik kanalıyla Ömer İbn Hattâb'dan nakletmiştir. Bununla söyleraek istediği şudur: Hz. Ömer mer'ânın şeklini .türünü bilmek istemiş­tir. Yoksa bu âyeti okuyan herkes âyetin akışından onun topraktan bi­ten bir bitki olduğunu anlar. Çünkü Allah Teâlâ: «Doğrusu Biz, o suyu bol bol indirdik. Sonra toprağı iyiden iyiye yardık. Böylece orada tane bitirdik. Üzüm ve yonca, zeytin ve hurma, sık ve bol ağaçlı bahçeler, meyve ve mer'â.» buyurmaktadır.

«Sizin ve hayvanlarınızın faydalanması için.» Sizin ve hayvanla­rınızın kıyamete değin bu dünyada yaşayıp yararlanmanız için.[2]

 

33  — O büyük gürültü geldiği zaman,

34 — Kişinin kaçacağı gün; -kardeşinden,

35  — Anasından ve babasından,

36  — Eşinden ve oğullarından.

37  — O gün; herkesin kendine yeter bir işi vardır.

38  — O gün; yüzler vardır, parıl parıl parlar.

39  ~ Güleç, sevinçli,

40 — O gün; yüzler de vardır, tozlanmış,

41  — Bir karanlık bürümüştür.

42  — İşte bunlar; kâfirler ve fâcirlerdir.

 

Büyük Gürültü

 

İbn Abbâs der ki: «O büyük gürültü» anlamına gelen ke­limesi, kıyametin isimlerinden bir isimdir. Allah onun büyüklüğünü be­lirterek kullarını ondan sakındırmıştır. İbn Cerîr Taberî de der ki: Öy­le sanıyorum ki bu kelime, sûr'a üfürülüşün bir adıdır. Beğavî ise bu kelimenin kıyametin sayhası anlamına geldiğini, söyler. Bu ismin veril­mesinin kulakları sağır edecek kadar kulakların içerisine girmesinden dolayı olduğunu bildirir.

«Kişinin kaçacağı gün; kardeşinden, anasından ve babasından, eşin­den ve oğullarından.» Kişi onları görür ve onlardan kaçıp uzaklaşmak ister. Çünkü karşılaştığı dehşet ve gürültü pek büyüktür. Mes'ele çok zor ve önemlidir. İkrime der ki: Kişi karısıyla karşılaşır ve ona şöyle der: «Ey kadın, sana nasıl kocalık yaptım? Kadın; ne güzel kocaydın, der. Ve gücü yettiğince kocasını iyilikle yâd eder. Kocası kadına der ki:" Gördüğün halimden kurtulabilmem için bugün senden yalnızca bir iyi­lik etmeni istiyorum. Kadın der ki: Ne kolay şey istiyorsun ama vere­bilecek durumda değilim, çünkü tıpkı senin korktuğun gibi ben de kor­kuyorum. Adam »oğluyla karşılaşır ve ona ilişerek der ki: Yavrucuğum; ben sana nasıl babalık etmiştim? Çocuk babasını hayırla yâd eder. Adam oğluna; yavrucuğum, ben senin zerre mikdânnca iyiliğine muhtacım, onu verirsen belki şu gördüğün halimden kurtulabilirim. Çocuk der ki: Babacığım, istediğin şey ne- kadar da az. Ama ben de senin korktuğun gibi korkuyorum. Binâenaleyh sana hiç bir şey veremem. İşte Allah Te-âlâ'nın: «Kişinin kaçacağı gün; kardeşinden, anasından ve babasından, eşinden ve oğullarından.» kavli bunu gösteriyor. Şefaat konusuyla ilgili sahîh hadîsler de, azim sahibi peygamberlerden her birisinden mahlûkât için Allah nezdinde şefaat istendiğinde onların; kendi nefsim, kendi nef­sim, bugün kendimden başka hiç bir şey isteyecek durumda değilim, dediği bildirilir. En sonunda Meryem Oğlu îsâ şöyle der: Bugün kendi nefsimden başka ondan hiç bir şey isteyemem. Hattâ beni doğuran Mer­yem için dahi bir şey isteyemem. İşte Allah Teâlâ: «Kişinin kaçacağı gün; kardeşinden, anasından ve babasından, eşinden ve oğullarından.» kavli ile belirtilen gün bu gündür. Katâde der ki: O günün dehşetinden sevgili sevgilisinden, akraba akrabasından uzak durur.

«O gün; herkesin kendine yeter bir işi vardır.» Herkesi başkasın­dan alıkoyacak bir meşgale vardır. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Muham-medîbn Ammâr... Abdullah İbn Abbâs'tan nakletti ki; Easûlullah,(s.a.) şöyle buyurmuş: «Siz çıplak, baş açık, sünnetsiz ve yürüyerek haşrolu-nacaksınız. İbn Abbâs der ki: Hanımı şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlû, bizden bir kısmımız diğerinin avret mahallini görmez mi? Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: O gün, herkesin kendine yeter bir işi vardır. Ya da şöyle demiştir: Onun başkalarına bakmaktan alıkoyacak pekçok işi var­dır. Neşeî_ münferid olarak bu hadîsi Abdullah İbn Abbâs'tan nakleder­ken, Ebu Dâvûd da Saîd İbn Cübeyr kanalıyla nakleder. Tinnizî de bu hadîsi Abd İbn Humeyd kanalıyla... İbn Abbâs'tan nakleder ve der ki: Rasûlullah (s.a.); siz çırılçıplak, baş açık ve sünnetsiz olarak haşrolu-nacaksınız, buyurdu. Bir kadın; bizden bir kısmımız diğer kısmının av­ret mahallini görmez mi? —veya avret mahalline bakmaz mı?— dedi. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Behey.kadın «o gün herkesin kendine ye­ter bir işi vardır.» Sonra Tirmizî, bu hadîs, hasendir, sahihtir, der. Ha­dîs başka kanallarla da İbn Abbâs merhumdan rivayet edilmiştir. Ne-seî der ki: Bana Amr İbn Osman... Hz. Âişe'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: İnsanlar kıyamet günü çırılçıplak, yalınayak ve sünnetsiz olarak diriltilirler. Hz. Âişe; ey Allah'ın Rasûlü, avret mahalle­ri ne olacak? deyince Rasûlullah (s.a.): «O gün; herkesin kendine ye­ter bir işi vardır.» buyurmuş. Bu veçh ile bu hadîsin naklinde Neseî mün-ferid kalmıştır.

îbn Ebu Hatim der ki: Bana babam... Enes İbn Mâlik'ten nakletti ki; Hz. Aişe (r.a.) Rasûlullah'a şöyle bir soru sormuş: Ey Allah'ın Ra-sûlü; anam babam sana )amhm olsun, sana bir konuda suâl ederim ki bana bu hususta haber veresin. Rasûlullah (s.a.): Eğer benim yanımda o konuyla ilgili bir bilgi varsa, buyurdu. Hz. Âişe dedi ki: Ey Allah'ın nebisi, erkekler kıyamet günü nasıl haşrolunacaklardır? Rasûlullah (s.a.): Çırılçıplak ve yalınayak, dedi. Bir müddet bekledikten sonra dedi ki: Ey Allah'ın nebîsi, ya kadınlar nasıl haşrolunacak? Rasûlullah (s.a.) buyurdu kî: Onlar da aynı şekilde çırılçıplak ve yalınayak. Hz. Âişe de­di ki: Vay kıyamet günündeki felâketten. Rasûlullah (s.a.) hangi şey­den soruyorsun sen, doğrusu Allah Teâlâ bana öyle bir âyet indirdi ki, senin üzerinde elbise olsa da olmasa da bu sana zarar vermez. Hz. Âişe dedi ki: Ey Allah'ın nebîsi hangi âyettir o? Rasûlulîah (s.a.): «O gün; herkesin kendine yeter bir işi vardır.» buyurdu. Beğavî tefsirinde der ki: Bize Ahmed İbn İbrahim... Peygamberin eşi Sevde'den nakletti ki; o, şöyle demiş: Rasûlullah (s.a.); insanlar kıyamet günü yalınayak, çı­rılçıplak ve sünnetsiz olarak diriltilirler. Tere batmışlardır ve ter kulak memelerine kadar ulaşmıştır, buyurdu. Ben; ey Allah'ın Rasûlü, ne kö­tü hal, birimiz diğerine bakar, dedim. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: İn­sanların o kadar çok meşgalesi bulunacaktır ki «O gün; herkesin ken­dine yeter bir işi vardır.» Bu hadîs bu yönden cidden garîbtir. İbn Cerîr Taberî bu hadîsi Ebu Ammâr kanalıyla... Fadl İbn Musa'dan nakleder. Ancak Ebu Hatim er-Râzî der ki: Râvîler arasında yer alan Âiz İbn Şü-reyh zayıf bir râvîdir ve hadîsinde de zayıflık vardır.

«O gün; yüzler vardır parıl parıl parlar.» O gün, insanlar iki ..grup olur: Yüzler vardır parıl parıl parlar, güleç, sevinçli. Gönüllerindeki neş'e, sevinç yüzlerine; vurmuştur. Mutluluk yüzlerinde ayan beyân olmuştur. Ki, bunlar cennet ehlidirler. «O gün; yüzler de vardır tozlanmış, bir ka­ranlık bürümüştür.» Karanlık ve karanlık yüzlerini bürür. İbn Ebu Ha­tim der ki: Bize babam... Ca'fer İbn Muhammed'den nakletti ki; ona babası, ona da dedesi Rasûlullah (s.a.)ın şöyle buyurduğunu nakletmiş: O gün kâfir tere batınlır. Sonra yüzü toza batınlır. İşte Allah Teâlâ'-nın: «O gün; yüzler de vardır tozlanmış, bir karanlık bürümüştür» kav­linin mânâsı budur. İbn Abbâs ise: «Bir karanlık bürümüştür» kav­line, yüz karalığı onu çevreleyip sarmıştır, -diye mânâ verir.

«İşte bunlar; kâfirler ve fâcirlerdir.» Kalbleri küfür, davranışları fücur dolu olan kimselerdir. Allah Teâlâ'nın Nûh sûresinde buyurduğu gibi: «Kötüden ve öz kâfirden başka da evlâd doğurmazlar.» (Nûh, 27).[3]



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8294-8296

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8310-8314

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8314-8316

Free Web Hosting