MUTAFFİFÎN SÛRESİ2

Vay Hîle Yapanlara. 2

Kötülerin Kitabı Siccin’dedir3

İzahı5

İyilerin Kitabı İlliyyîn'dedir5

Suç İşlemiş Olanlar6


MUTAFFİFÎN SÛRESİ

(Medine'de nazil olmuştur.).

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1  — Ölçüde ve tartıda hîle yapanların vay haline.

2 — Onlar ki; insanlardan bir şey aldıkları zaman ken­dileri ölçerek tâm alırlar.

3 — Ama onlara bir şey ölçüp tartarak verdikleri za­man eksik tutarlar.

4  — Onlar, kendilerinin diriltileceklerini   sanmıyorlar mı?

5  — Büyük bir gün için.

6 — Ki insanlar o gün, âlemlerin Rabbının huzurunda duracaklar.

 

Vay Hîle Yapanlara

 

Neseî ve İbn Mâce derler ki: Bize Muhammed îbn Akîl —îbn Mâce ayrıca Abdurrahmân tbn Bişr'i de ekler— Ali İbn Hüseyn... Abdullah İbn Abbâs'm şöyle dediğini bildirdi: Rasûlullah (s.a.) Medine'ye gel­diğinde, Medîne'üler ölçü bakımından insanların en kötüsü idiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ : «ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline.» âye­tini indirdi de, ölçülerini güzellestirdiler. ibn Ebu Hatim der ki: Bize Ca'fer İbn Nadr... Hilâl İbn Talk'dan nakletti ki; o, şöyle demiş; Ben, Abdullah İbn Ömer'le birlikte yürüdüğüm sırada ona dedim ki: Mekke halkı mı, yoksa Medine halkı mı insanların şekil bakımından en güzeli, Ölçü bakımından en doğrusu? Abdullah İbn Ömer dedi ki; Mekke'lilerin hakkı var. Allah Teâlâ'nm : «Ölçüde ve tartıda hîle yapanların vay ha­line.» buyurduğunu işitmedin mi?»

İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ebu Saîd... Abdullah'tan nakletti ki; adamın biri ona; ey Ebu Abdurrahmân Medine halkı ölçüyü tam olarak yerine getiriyorlar, demiş de; o: Ölçüyü neden tâm olarak yerine getir­meyecekler. Allah Azze ve Celle onlar hakkında: «Ölçüde ve tartıda hîle yapanların vay haline.» buyurdu, demiş ve âyeti bölümün sonuna kadar okumuş. Burada hîle yapmaktan maksad, ölçü ve tartıda artırıp eksiltmektir. Bir malı insanlardan alınca fazla almakta verince de eksik vermektir. Bunun için Allah Teâlâ ölçü ve tartıda hîle yapanlara hüs­ranı, helaki ve felâketi va'dederek arkasından bunu- şöylece tefsir edi­yor : «Onlar ki; insanlardan bir şey aldıkları zaman kendileri ölçerek tâm alırlar.» İnsanlardan bir şey aldıkları zaman haklarını fazlasıyla alırlar. «Ama onlara bir şey ölçüp tartarak verdikleri zaman eksik tu­tarlar.» Az verirler. En doğrusu kelimelerinin mütead-dî olmasıdır ve bu takdirde edatı nasb mahallinde olacaktır. Bazıları ise bunu kelimelerindeki saklı bulunan zamî-ri ve te'kîd sadedinde kabul etmektedirler ve sözün delâleti nedeniyle mefulû hazfetmektedirler ki her iki anlayış da birbirine yakındır.

Allah Teâlâ ölçü ve tartıyı tâm olarak yapmayı emrederek birçok âyet-i kerîme'de bu konuyu bildirmiştir: «Ölçtüğünüz zaman da ölçü­yü tâm tutun. Ve dosdoğru ölçekle tartın. Bu, daha hayırlıdır. Ve netice itibarıyla daha güzeldir.» (İsrâ, 35) En'âm sûresinde ise şöyle buyurur: «Ölçüyü, tartıyı da tâm ve doğru yapm. Biz, kimseye gücünün yettiğin­den başkasını yüklemeyiz.» (En'âm, 152) Rahman sûresinde de buyu­ruyor ki: «Tartıyı doğru yapın, tartılanı eksik yapmayın.» (Rahman, 9) Allah Teâlâ Şuayb (a.s.)ın kavmini ölçü ve tartıda hîle yaptıkları için helak etmiş ve yere batırmıştı.                                          

Müteakiben Allah Teâlâ onları tehdîd. ederek buyuruyor ki: «On­lar, kendilerinin diriltileceklerini sanmıyorlar mı? Büyük bir gün için.»

Bunlar gizli ve açık her şeyi bilen Allah'ın huzurunda çok dehşetli bir günde korkunç bir saatta, zor bir halde dikilip duracaklarından endîşe etmiyorlar mı? Orada kaybeden kızgın cehennem ateşine girdirilir.

«Ki insanlar o gün, âlemlerin Rabbınm huzurunda duracaklar.» O gün, âlemlerin Rabbının huzurunda yalınayak, çırılçıplak ve sünnetsiz olarak çok zor bir durumda sıkıntı, keder ve zorluk içinde duracaklar. Bugün suçlular için çok sıkıcı bir gündür. Allah'ın emri hisler ve güçleri aşacak biçimde onları çepeçevre saracaktır. İmâm Mâlik der ki: Nâfi' Abdullah İbn Ömer'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.): «Ki, insanlar o gün, âlemlerin Rabbınm huzurunda duracaklar» kavli hakkında şöyle demiştir: Öyle ki her biri kulaklarının memesine kadar tere batıp kay­bolacaktır. Buharı, Mâlik ve Abdullah İbn Avn kanalıyla Nâfi'den bu hadîsi nakleder. Müslim de her iki yolla aynı hadîsi rivayet eder. Ayrıca Salih ve Eyyûb... Abdullah İbn Ömer'den bu hadîsi nakleder. İmâm Ahmed îbn Hanbel'in lafzı ise şöyledir: Bize Yezîd, Abdullah İbn Ömer'­den nakletti ki; o, Rasûlullah (s.a.)m şöyle buyurduğunu işittim, de­miştir: «Ki insanlar o gün, âlemlerin Rabbının huzurunda duracak­lar.» Kıyamet günü Azîz ve Celîl olan Rahmân'm azameti önünde diki­lecekler. Öyle ki ter erkeklerin kulak memelerine kadar ulaşacaktır.

İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize İbrahim İbn İshâk... Mikdâd İbn Esved'den nakletti ki; o, Rasûlullah (s.a.)ın şöyle buyurduğunu işittim, demiştir: Kıyamet günü olunca güneş kullara yaklaştırılır. Öy­le ki bir veya iki mil yakınma getirilir de güneş onları eritir. Ve herkes yaptığına göre tere batar. Kimileri topuklarına kadar, kimileri diz ka­paklarına kadar, kimileri .omuzlarına kadar tere batarlar. Kimileri~de bütünüyle terin içine dalar. Bu hadîsi Müglirn, Hakem ibn Mûsâ ka-nalıyla Yahya İbn Hamza'dan, Tirmizî de Süveyd kanalıyla Abdullah îbn Mübârek'den nakleder ve her iki nakil de Abdullah îbn Câbir ka­nalıyla Rasûlullah'a ulaşır.

İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Hasan İbn Suvar... Ebu Ümâ-me'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Kıyamet günü güneş bir mil yakına kadar yaklaştırılır ve onun ateşi de şu kadar ve şu kadar artırılır. Onun ısısından kazanların kaynadığı gibi hayvanlar kaynayıp yanar. İnsanlar işledikleri hatâların mikdârına göre o gün tere batırılırlar. Kimileri ayak bileklerine kadar, kimileri baldırlarına kadar, kimileri bellerine kadar tere batırılır, kimileri de tamamen tere daldırılır. Bu hadîsin rivayetinde Ahmed İbn Hanbel münferid kalmış­tır.

İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Hasan... Ebu Uşâne Hayy İbn Yü'mûVden nakletti ki; o, Ukbe İbn Âmir'in şöyle dediğini işitmiş: Ben, Rasûlullah (s.a.)ın şöyle buyurduğunu duydum: Güneş yere yak­laştırılır da insanlar tere batınlır. Kimileri topuklarına kadar tere batarken, kimileri baldırlarının yarısına kadar, kimileri dizkapaklarına kadar tere batar. Kimileri uyluklarına kadar tere batarken, kimileri böbreklerine kadar, kimileri de omuzlarına kadar tere batar. Bazıları da ağzının ortasına kadar tere batar. Eliyle ağzım kapamıştı. Ben Rasû-lullah (s.a.)ın böylece işaret ettiğini gördüm. Bir kısmı da bütünüyle terin içine dalar. Rasûlullah (s.a.) işaret olsun diye eliyle vurmuştu. Bu rivayette Ahmed İbn Hanbel münferid kalmıştır. Bir hadîste de on­ların yetmiş sene ter içinde kalıp konuşamayacakları bildirilir. Bunun üç yüz sene olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi, kırk bin sene oldu­ğunu, söyleyenler de vardır. On bin yıllık bir sürede bunların arasında hüküm verilecektir. Nitekim Müslim'in Sahîh'inde Ebu Hüreyre'den merfû' olarak nakledilir ki; o, «mikdârı elli bin yıl olan bir günde» diye söylemiştir.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... Ebu Hüreyre'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) Ğıfâr oğullarından Beşîr'e şöyle dedi: Kıyamet günü sen ne yapacaksın? o günde ki insanlar dünya günlerinden üç yüz yıl, âlemlerin Rabbının huzurunda dikilip durdurulurlar. Bu süre içerisin­de onlara ne gökten bir haber gelir, ne de onlara bu konuda bir haber çıkarılır. Beşîr dedi ki: Yardım dilenilecek Allah'tır. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Yatağına girdiğin zaman kıyamet gününün sıkıntısından ve hesabından Allah'a sığın. İbn Cerîr Taberî de bu rivayeti Abdülse-lâm kanalıyla Ebu Hüreyre'den nakleder. Ebu Davud'un Sünen'inde, Rasûlullah (s.a.) m kıyamet günündeki sıkıntılı duruştan Allah'a sığın­dığı belirtilir. îbn Mes'ûd der ki: Kırk yıl başlan göğe doğru kalkmış olarak ayakta dururlar, onlarla kimse konuşmaz. İyileri de, kötüleri de tere batmışlardır. Abdullah İbn Ömer de yüz yıl ayakta dikili kalırlar, demiştir. Her iki rivayeti de İbn Cerîr Taberî nakleder. Ebu Dâvûd, Ne-seî ve İbn Mâce'nin Sünen'lerinde Zeyd İbn Habbâb kanalıyla... Hz. Aişe'den nakledilir ki; Rasûlullah (s.a.) geceleyin kıyama iftitâh tek-bîriyle başlar, on kez tekbîr getirir, on kez hamdeder, on kez tesbîh eder ve on kez istiğfar ederdi. Sonra da: Allah'ım beni bağışla, beni hidâyete erdir, bana rızık ver ve bana afiyet ihsan et, derdi. Kıyamet günündeki ayakta dikilmenin sıkıntısından Allah'a sığınırım.[1]

 

7 - Doğrusu kötülerin kitabı, muhakkak Siccîn'dedir.

8 — Siccîn'in ne olduğunu sen nereden bileceksin?

9 — Yazılmış bir kitabtır.

10 — Vay haline o gün, yalanlayanların.

11  — Onlar ki; din gününü yalanlarlar.

12 — Halbuki onu, azgın günahkârdan başka kimse ya­lanlamaz.

13  — Ona âyetlerimiz  okunduğunda;   öncekilerin ma­salları, der.

14 — Hayır, onların kazandıkları,   kalblerini paslandı­rıp, körletmiştir.

15 — Hayır, doğrusu onlar, o gün Rablarından kesin­likle mahrumdurlar.

16 — Sonra onlar, muhakkak cehenneme yuvarlanacak-lardır.

17 — Sonra da onlara; yalanlayıp durduğunuz işte bu­dur, denilecektir.

 

Kötülerin Kitabı Siccin’dedir

 

Allah Teâlâ gerçeği bildirerek: «Doğrusu kötülerin kitabı, muhak­kak Siccîn'dedir.» buyuruyor. Onların varıp gidecekleri yer Siccîn'dir. Bu, sıkıntı anlamınadır. (...) Bu sebeple Allah Teâlâ onun durumunu-büyüterek: «Siccîn'in nVolduğunu sen nereden bileceksin?» buyuruyor. Onun durumu pek büyüktür. Orası sürekli kalınan bir zindan ve acık­lı bir azâb yeridir. Sonra bazıları Siccîn'in yedi kat yerin altında oldu­ğunu söylemişlerdir. Berâ İbn Âzib'în uzun hadîsinde daha önce geç­tiği gibi, Allah Teâlâ kâfirlerin ruhuna: «Onun yazışım Siccîn'de ya­zın.» buyurur. Şfccîn yedi kat yerin altındadır. Denilir ki; yedi kat ye­rin altında yeşil bir kayadır. Ve yine cehennemde bir kuyudur, diyenler olmuştur.

İbn Cerîr Taberî bu konuda garîb ve münker bir hadîs nakletmiş-tir ki sahîh değildir. Şöyle ki: Bize îshâk İbn Vehb... Ebu Hüreyre'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Felak, cehennemde kapalı bir çukurdur. Siccîn ise açık bir kuyudur. Sahîh olan rivayete göre kelimesi, sıkıntı ve zindan anlamına gelen kelimesinden türetilmiştir. Mahlûkât aşağıya doğru düş­tükçe sıkıntıya dalar, yukarıya doğru çıktıkça rahatlar. Çünkü yedi fe­lekten her biri altmdakinden daha yüce ve daha geniştir. Yerler de böyle. Her bir yer, altmdakinden daha geniştir. Nihayet mutlak alçak­lığa ve en dar mahalle varılır ki, burası yedi kat yerin ortasındaki mer­kezdedir. Fâsıklann ve azgınların varacağı yerin cehennem olduğunu ve burası da aşağıların aşağısı olduğunu Allah Teâlâ Tîn sûresinde: «Doğrusu Biz, inşam en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına döndürdük. Yalnız îmân edip sâlih amel işleyenler müstes-nâdir.» (Tîn, 4 - 6) buyurmaktadır. Burada ise; «Doğrusu kötüle­rin kitabı, muhakkak Siccîn'dedir. Siccîn'in ne olduğunu sen ne­reden bileceksin?» buyuruyor. Bu, sıkıntının ve aşağılığın her çeşidini içerir. Nitekim Allah Teâlâ Furkân sûresinde, şöyle buyurmaktadır: «El­leri boyunlarına bağlı olarak onun en dar bir yerine atıldıkları zaman, orada yok olup gitmeyi isterler.» (Furkân, 13)

«Yazılmış bir kitâbtadır.» Bu âyet, «Siccîn'in ne olduğunu sen ne­reden bileceksin?» âyetinin tefsiri değildir. Sadece kötüler için yazılmış olan Siccîn akıbetinin tefsiridir. Yani yazılıp bitirilmiş bir kitâbtadır. Bu kitaba kimse ne daha fazla yazı yazabilir, ne de yazılanı eksiltebi­lir. Muhammed İbn Kâ'b el-Kurazî böyle demiştir.

«Vay hâline o gün yalanlayanların.» Kıyamet günü Allah'ın^jen-dileri için va'dettiği Siccîne ve horlayıcı azaba çarptırıldıkları gün ya­lanlayanların vay haline. Vay haline anlamına gelen «veyl» kelimesi üzerinde daha önce (Bakara, 79) yeterince bilgi verilmişti, burada tek­rarına gerek yoktur. Bundan maksad helak ve mahvolmadır. Nitekim vay falancaya dendiği zaman, helak oldu, mahvoldu denilmek istenir. Müsned ve Sünen kitablarmda Behz İbn Hakîm kanalıyla... Hayde'den nakledilir ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:. İnsanları güldür- mek için konuşup da yalan söyleyen kimseye veyl olsun. Veyl ona, veyl ona.

Sonra Allah Teâlâ kâfir, fâcir ve yalanlayıcıların durumunu açık­layarak: «Onlar ki; din gününü yalanlarlar.») buyuruyor. Kıyametin vu­kuunu doğrulamazlar. Geleceğini kabul etmezler ve uzak bir hal olarak düşünürler.

«Halbuki onu, azgın günahkârdan başka kimse yalanlamaz.» Fiil­lerinde haddi aşan, haramı işleyen, mübâhı yapmaktan öteye geçip fi­illerinde ve sözlerinde günâha uzanan kimselerden başkası yalanlamaz. O, konuştuğu zaman yalan söyler, vaadettiği zaman döner, düşmanlık ettiği zaman kötüleşir.                                                  

«Ona âyetlerimiz okunduğunda; öncekilerin masalları,» der. Allah'­ın kelâmını Rasûlünün dilinden işittiğinde onu yalanlar ve onun hakkında kötü zan besleyerek eskilerin kitaplarından derlenip uydurulmuş sözler olduğunu Kabul eder. Allah Teâlâ'nm bir başka âyette buyurduğu gibi: «Onlara: Size Rabbınız ne indirdi? denildiği zaman; geçmişlerin masallarını, derler.» (Nahl, 24), «Ve dediler ki: Öncekilerin masalları­dır. Başkalarına yazdırıp sabah akşam kendisine okunmaktadır.» (Fur-kân, 5)

Bunlara cevaben Allah Teâlâ buyuruyor ki: «Hayır, onların kazan­dıkları, kalblerini paslandırıp köreltmiştir.» Hayır, mes'ele onların zan­nettikleri ve-söyledikleri gibi değildir. Bu Kur'ân, eskilerin masalı de­ğildir. Aksine o, Allah'ın kelâmıdır, Rasûlü vasıtasıyla indirmiş olduğu vahyidir. Onların kalblerinde şüphe bulunduğu için îmânm girmesi ön­lenmiş ve perdelenmiştir. Çünkü onların kalblerinde pek çok günâh ve hatâdan başka bir şey yoktur. Bu sebeple Allah Teâlâ, «Hayır, onların kazandıkları, kalblerini paslandırıp köreltmiştir.» Pas ve karalık kâfir­lerin kalblerini kaplar. Bulut, iyilerin, pusu ise Mukarrebûun'un kalbini kaplayabilir. İbn Cerîr, Tirmizî, Neseî ve İbn Mâce, muhtelif yollarla... Ebu Hüreyre'den naklederler ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Kul, bir günâh işlediğinde kalbinde siyah bir nokta belirir. Günâhtan tevbe ederse kalbi cilalanır. Günâhı artarsa işte bu Allah Teâlâ'nın: «Hayır, onların kazandıkları, kalblerini paslandırıp köreltmiştir.» kavli ile kasdedilendir. Tirmizî; bu hadîs, hasendir, sahihtir, der. Neseî'nin lafzı ise şöyledir: Kul, bir hatâ işlediği zaman kalbine siyah bir nokta yer eder. Eğer kul günâhtan vazgeçip tevbe ve istiğfar ederse, kalbi cila­lanır. Şayet günâha dönerse nokta büyütülerek bütün kalbini istilâ eder. îşte Allah Teâlâ'nın: «Hayır, onların kazandıkları, kalblerini pas­landırıp köreltmiştir.» kavlindeki paslanma budur. Ahmed îbn Han-bel^der ki: Bize Safvân tbn îsâ... Ebu Hüreyre'den nakleder ki; Rasû^ lullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Doğrusu mü'min, günâh işlediğinde kal­binde siyah bir nokta oluşur. Eğer tevbe edip vazgeçer ve istiğfar eder­se kalbi cilalanır Şayet günâhı artırırsa, siyah nokta da artar en so­nunda bütün kalbini kâplar. İşte Allah Teâlâ'nın Kur'ân-ı Kerîm'inde: «Hayır, onların kazandıkları, kalblerini paslandırıp1 köreltmiştir.» kavli ile zikredilen pas budur. Hasan el-^asrî ise der ki: Bu, günâh üstüne günâhtır. Nihayet kalb körelir ve ölür. Mücâhid, tbn Cerîr, Katâde, İbn Zeyd ve başkaları da böyle demişlerdir.

«Hayır, doğrusu onlar, o gün Rablanndan kesinlikle mahrumdur­lar.» Kıyamet günü onlarm konağı ve durağı Siccîn'dir. Ve ayrıca kıya­met günü onlar, yaratıcılarını ve Rablannı görmekten alıkonulmuş ve mahrum bırakılmışlardır.

İmâm Ebu Abdullah eş-Şâfiî der ki: Bu âyet kıyamet günü mü'-minl'erin Azîz ve Celîl olan Allah'ı göreceklerine delildir. îmâm Şafiî merhumun söylediği bu söz, son derece güzeldir. Ve bu ifâde, Allah Tealâ'nın «Birtakım yüzler o gün parlayacak, Rablanna bakacaklardır.» (Kıyâme, 22-23) kavlinin anlamının da delâlet ettiği gibi yerinde ve anla­şılır bir istidlaldir. Mü'minlerin âhirette Azîz ve Celîl olan Rablarını gö­receklerine dâir pekçok sahîh ve mütevâtir hadîsler vardır. Yüce cennet bahçelerinde ve kıyamet sahasında gözleriyle Rablarım göreceklerdir. Nitekim İbn Cerîr Taberî, Muhammed İbn Ammâr kanalıyla... Hasan'-dan nakleder ki; o, bu âyete şöyle mânâ vermiştir: Perdeler açılır, mü'-minler ve kâfirler ona bakarlar. Sonra kâfirlere bir perde gerilir, mü'-minler her sabah ve akşam ona bakarlar. Ya da Hasan'm ifâdesi buna benzer bir sözdür.

«Sonra onlar, muhakkak cehenneme yaşlanacaklardır.» Ayrıca on­lar Rahmân'ı görmekten mahrum oldukları gibi, cehennem ehlidirler de. «Sonra da onlara; yalanlayıp durduğunuz işte budur, denilecektir.» Onların kulaklarını patlatırcasına ihtar ile küçümsenerek ve önemsen­meyerek kendilerine; işte yalanlayıp durduğunuz budur, denilecektir.[2]

 

İzahı

 

«Doğrusu kötülerin kitabı, muhakkak Siccîn'dedir.» Yani onların işlerinin yazıldığı yer Siccîn'dir. Abdullah İbn Ömer der ki: Siccîn yedi kat yerin altıdır. Kâfirlerin ruhları oradadır. Befeavî, Sa'lebı'nin isnâ-dıyla Berrâ'dan nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyunsüştur: Şic-cîn. yedi kat yerin en altıdır. İllivvîn ise, vedi kat eöfeün "üstünde. Ars'-ın altındadır. Şimr tbn Atiyye der ki: Abdullah tbn Abbâs, Ra*b el-Ah-bâr'a geldi ve: Bana Azîz ve Celîl olan Allah'ın «Doğrusu kötülerin ki­tabı, muhakkak Siccîn'dedir» kavli hakkında bilgi ver, dedi. Kâ'b el-Ahbâr dedi ki: Kötülerin ruhu göğe çıkarılır da gök onları kabul etmek­ten kaçınır. Sonra yere indirilir, yer de onları kabul etmekten kaçınır. Nihayet yedi kat yerin altına girdirilir ve en sonunda Siccîn'e indirilir. Siccîn, îblîs'in ordularının bulunduğu yerdir. Onun için Siccîn'de bir defter çıkarılır, numaralanıp mühürlenir ve İblîs'in ordularının altına konur. Onun içinde kıyamet günündeki hesabın bilgileri ve felâket ya­zılıdır. Denildi ki; Siccîn, yedi kat yerin altında bir yeşil kayadır. Göğün yeşilliği bundandır. Bu kaya döndürülür ve altına kötülerin kitabı ko­nur. Vehb İbn Münebbih dedi ki: Bu, İblîs'in hâkimiyetinin sonudur. Hadîste Felak'm cehennemde örtülü bir kuyu, Siccîn'in de cehennemde açık bir kuyu olduğu vârid olmuştur. Denildi ki: «Siccîn'dedif» kavlin­den maksad hüsran ve sapıklıktadır, demektir. Ve yine bu kelimenin hapis anlamına gelen kelimesinden alınmış olduğu da söylenmiştir. Bu takdirde mânâ; onlar hapis ve çok sıkıntı içindedirler, demek olur.[3]

 

18  — Doğrusu iyilerin kitabı, İlliyyîn'dedir.

19  — llliyyîn'in ne olduğunu sen nereden bileceksin?

20 — Yazılmış bir kitabtır.

21  — Gözde melekler onu görür.

22  — Şüphesiz iyiler, Naîm'dedirler.

23 — Tahtlar üzerinde temaşa ederler.

24  — Sen, o nimetin güzelliğini yüzlerinden tanırsın.

25 — Onlara mühürlü, hâlis bir şarâbtan içirilir.

26 — Onun sonu misktir. Öyleyse   yarışanlar, bunun için yarışsınlar.

27  — Onun katkısı yüce kaynaktandır.

28  — Bir pınar ki; gözdeler ondan içerler.

 

İyilerin Kitabı İlliyyîn'dedir

 

Allah Teâlâ bir hakikat olarak: »»Doğrusu iyilerin kitabı, İlliyyîn'­dedir.» buyuruyor. İyiler, kötülerin hilâfına İlliyyîn'e varacaklardır. İl-liyyîn, Siccîn'in tersinedir. A'meş... HilâTden nakletti ki; Hâzır bulun­duğum bir mecliste Abdullah İbn Abbâs Kâ'b'a Siccîn'i sorduğunda o; yedinci yerdir ve orada kâfirlerin ruhları bulunmaktadır, demişti. îliıy-yîn'i sorduğunda da o, yedinci göktedir ve orada mü'minlerin ruhları bu­lunmaktadır, demişti. Daha başkaları da llliyyîn'in yedinci gökte oldu­ğunu söylemişlerdir. İbn Ebu Talha, İbn Abbâs'tan: «Doğrusu iyilerin kitabı, İlliyyîn'dedir» kavline; cennettedir, diye mânâ verdiğini nakle­der. Avfî'nin, İbn Abbâs'tan nakline göre de; onların ameli gökte Allah katındadır, diye mânâ vermiştir. Dahhâk da böyle der. Katâde îlliyyîn'in, Arş'ın sağ ayağı olduğunu söyler. Başkaları da îlliyyîn'in Sidre el-Mün-tehâ'nm yanında olduğunu söylerler.

Açık olan odur ki îlliyyîn, yücelik anlamına gelen kelimesinden alınmıştır. Yükselen' ve yücelen her şey büyür ve genişler.

Bu sebeple Allah Teâlâ tlliyyîn'in durumunu yüceltip yükselterek bu­yuruyor ki: «îlliyyîn'in ne olduğunu sen nereden bileceksin?» Ve ardın­dan da onlar için yazılanları pekiştirerek: «Yazılmış bir kitâbtır. Gözde melekler onu görür.» buyuruyor. Gözde melekler, Mukarrebûn'dur. Ka-tade böyle der. Avfî, İbn Abbâs'tan nakleder ki; ona yakın olan gökte yaşayan herkes onu görür.

«Şüphesiz iyiler, Naîm'dedirler.» Kıyamet günü onlar nimetler içe­risinde geniş lutuflann sergilendiği cennetlerdedirler. «Tahtlar üzerin­de temâşâ ederler.» Denildi ki: Bunun mânası şudur: Mülklerine ve Al­lah'ın kendilerine verdiği hayra sönmez, bitmez ve pörsümez lutfa, taht­ların üzerinden bakarlar. Ve yine denildi ki: Bunun mânâsı; onlar «taht­lar üzerinde» Azız ve Celîl olan Allah'ı «temâşâ ederler.» demektir. Bu ifâde Allah Teâlâ'nın kötüleri tavsif ederken buyurduğu: «Hayır, doğ­rusu onlar, Rablarmdan kesinlikle mahrumdurlar.» âyetine mukabildir. Ve iyilerin tahtları ve köşkleri üzerinden Aâîz ve Celîl olan Allah'a ba­kacaklarını belirtmektedir. Nitekim daha önce Abdullah.tbn Ömer'den nakledilen bir hadîste: Cennet ehlinin makam bakımından en aşağıda olanı, iki bin yıllık mesafeden mülküne bakıp en yakınını gördüğü gibi en uzağını da görenin makamıdır. Cennet ehlinin makam bakımından en yüce olanı da Azîz ve Celîl olan Allah'a günde iki kere bakanın ma­kamıdır, buyurmuştu.

«Sen, o nimetin güzelliğini yüzlerinden tanırsın.» Sen onların yüz­lerine baktığın zaman nimetin güzelliğini haşmeti, sevinci, üstünlüğü, feragati ve içinde yüzdükleri yüce nimetin şatafatını yüzlerinden ta­nırsın.

«Onlara mühürlü, hâlis bir şarâbtan içirilir.» Onlara cennet içki­sinden içirilir. kelimesi içkinin isimlerinden biridir. îbn Mes'ûd, İbn Abbâs, Mücâhid, Hasan, Katâde ve İbn Zeyd böyle derler, îmânı Ahmed îbn Hanbel der ki: Bize Hasan.;. Ebu Saîd el-Hudrî'den nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Hangi mü'min, susa­mış bir mü'minebir içecek içirirse; Allah da kıyamet gününde ona mü­hürlü hâlis bir şarâbtan içirir. Hangi mü'min aç bir mü'mini doyurur-sa; Allah da onu cennet meyveleriyle doyurur. Hangi mü'min, çıplak bir mü'mine bir elbise giydirirse; Allah da ona cennetin güzelliklerinden giydirir.

«Onun sonu misktir.» Yani o misk ile karıştırılmıştır. Avfî, tbn Ab­bâs'tan nakleder ki; Allah Teâlâ onlara içkiyi Öylesine güzelleştirir ki sonunda o, misk gibi olur. Böylece misk ile sona erdirilir veya mühür­lenir. Katâde ve Dahhâk böyle demişlerdir. îbrâhîm ve Hasan ise «Onun sonu misktir.» kavline; neticesi misktir, anlamını vermişlerdir. İbn Ce-rîr Taberî der ki: Bize Abd İbn Humeyd... Ebu Derdâ'nın «Onun sonu misktir.» kavli hakkında şöyle dediğini bildirir: Gümüş gibi bembeyaz Mutaffifîn.29-36) bir şarâbtır. İçeceklerini onunla mühürlerler. Eğer dünya ehlinden bir kişi parmağını- ona batırıp çıkarsaydı, bütün canlılar onun güzelliğini görürlerdi. İbn Ebu Necîh Mücâhid'den nakleder ki; o: «Onun sonu misktir.» kavline onun kokusu misktir, anlamını vermiştir.

«Öyleyse yarışanlar, bunun için yarışsınlar.» Övünenler böyle bir hal için övünsünler. Yarışanlar böyle bir hal için yarışıp onunla başka­larına karşı övünsünler. Bu âyet-i kerîme Allah Teâlâ'nın şu kavli gibi­dir: «Çalışanlar işte bunun gibisi için çalışsınlar.»

«Onun katkısı yüce kaynaktandır.» Bu şarâbın karışımı, tesnîm adı verilen şarâbtandır. Tesnîm cennet ehlinin içeceği içkilerin en üs­tün ve en değerlisidir. Ebu Salih ve Dahhâk böyle der.

«Bir pınar ki; gözdeler ondan içerler.» Bu çeşmeden sadece Mu-karrebûn adı verilen gözdeler içer ve sağcılar için de yalnızca bîr karı­şım içerisinde katık olarak verilir. İbn Mes'ûd, İbn Abbâs, Mesrûk, Ka-tâde ve başkaları böyle demişlerdir.[4]

 

29  — Doğrusu suç işlemiş   olanlar,   mü'mirilere güler­lerdi,

30 — Yanlarından  geçtiklerinde   birbirlerine göz kırparlardı.            

31 — Ailelerinin yanma döndüklerinde, eğlenerek dö­nerlerdi.

32 — Onları gördükleri vakit; muhakkak bunlar sapık-lardır; derlerdi.

33 — Halbuki onlar, bunların üzerine gözcüler olarak gönderilmemişlerdi.

34  — İşte bugün de îmân edenler o kâfirlere gülerler,

35  — Tahtlar üzerinde, bakarak,

36 — O küfredenler, yapageldiklerinin cezasına çarptı­rıldılar mı diye?

 

Suç İşlemiş Olanlar

 

Allah Teâlâ, mücrimlerin dünya diyarında iken mü'minlere güldük­lerini, onlan küçümseyip kendileriyle alay ettiklerini ve mü'minlerle karşılaşınca birbirlerine göz kırptıklarını ve onlara hakaret ettiklerini haber vererek buyuruyor ki: «Ailelerinin yanına döndüklerinde, eğlene­rek dönerlerdi.» Bu mücrimler, evlerine döndüklerinde eğlenerek dö­nerlerdi. Yani istediklerini buldukları halde Allah'ın kendilerine ihsan ettiği nimete şükretmezler ve yalnızca mü'minleri küçümseyip kıskanır ve onlarla uğraşırlardı.

«Onları gördükleri vakit; muhakkak bunlar sapıklardır, derlerdi.» Çünkü onlar kendilerinin dinlerine uymuyorlardı. Müteakiben Allah Teâlâ buyuruyor ki:

«Halbuki onlar, bunların üzerine gözcüler olarak gönderilmemişler­di.» Yani bu mücrimler, mü'minlerin ne yaptıklarını, ne söylediklerini gözetlemek üzere gönderilmemişlerdi ve kendilerine böyle bir görev veril­miş değildi. Öyleyse neden gözlerim onlara dikip mü'minlerle uğraşıyor­lardı? Allah Teâlâ'nın buyurduğu gibi: «Buyurdu ki: Yıkılıp gidin içe­risine. Benimle konuşmayın. Çünkü kullarımdan bir zümre vardı ki; onlar: Rabbımız, inandık, artık bağışla bizi, merhamet et bize. Sen, mer­hamet edenlerin en hayırlısısın, diyordu. Siz ise, onları alaya alıyordu­nuz. Öyle ki size Benim zikrimi unutturdular. Ve siz, onlara hep gülü­yordunuz. Sabrettiklerinden dolayı bugün onları mükâfatlandırdım. Doğrusu onlar, kurtuluşa erenlerin kendileridir.» (Mü'minûn, 108-111) Bu sebeple bu sûrede de buyuruyor ki:

«İşte bugün de îmân edenler o kâfirlere gülerler.» Yani kıyamet günü. Onlar nasıl bunlara gülüyorlar idiyse, kıyamet günü de onlar bun­lara gülerler.

«Tahtlar üzerinde, bakarak.» Mücrimlerin onları sapıklar sanma­larına karşılık olarak onlar, Azîz ve Celîl olan Rablarına bakarlar. Çün­kü onlar sapık değildirler, aksine Allah'ın gözde dostlarıdırlar, Allah'ın ikram dolu yurdunda onlar Rablarına bakarlar.

«O küfredenler, yapageldiklerinin cezasına çarptırıldılar mı. diye?» O küfredenler mü'minlerle alay edip onları küçük görmelerinin karşılığı olarak cezalandırıldılar mı, yoksa cezalandırılmadılar mı? diye. Yani on­lar en mükemmel ve uygun ceza ile cezalandırılmışlardır.[5]



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8354-8356

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8357-8360

[3] Bekir Karlığa, Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8360

[4] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8361-8363

[5] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8364

Free Web Hosting