GÂŞİYE SÛRESİ2

Herşeyi Sarıp Kaplayan. 2

Yüzler de Var Ki3

İzahı5


GÂŞİYE SÛRESİ

(Mekke'de nazil olmuştur.)

 

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

1 — Her şeyi sarıp kaplayacak olanın haberi sana gel­di mi?

2  — Yüzler vardır ki, o gün zillete bürünmüştür.

3  — Zor işler altında bitkin düşmüştür.

4 — Kızgın bir ateşe girerler.

5 — Kızgın bir kaynaktan içirilecektirler.

6  — Kötü kokulu, kuru bir dikenden başka yiyecekleri yoktur

7 — O, ne semirtir, ne de açlığı giderir.

 

Herşeyi Sarıp Kaplayan

 

Her şeyi bürüyen anlamına gelen «Ğâşiye» kelimesi kıyametin isim­lerinden bir isimdir. İbn Abbâs, Katâde ve İbn Zeyd böyle demişlerdir. Çünkü kıyamet, insanları kuşatıp bürümektedir. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ali İbn Muhammed... Amr İbn Meymûn'dan nakletti ki; Ra-sûluliah (s.a.) Ğâşiye sûresini okuyan bir kadına rastgelmiş, ayakta du­rup onu dinlemiş ve; «Her şeyi sarıp kaplayacak olanın haberi sana geldi mi?» deyince evet bana geldi, demiş.

«Yüzler vardır ki, o gün zillete bürünmüştür.» Zelildir, hordur. Ka­tâde böyle der. İbn Abbâs ise; yüzler vardır o gün huşûa gider ama yap­tığı kendisine yarar sağlamaz, der.                                    

«Zor işler altında bitkin düşmüştür.» Çok iş yapmışlar ve bitkin düşmüşlerdir. En sonunda kıyamet günü kızgın ateşe yaslanmışlardır. Hafız Ebu Bekr der ki: Bize İbrahim İbn Muhammed... Ca'fer'den nak­letti ki o: Ebu İmrân el-Cevnî'nin şöyle dediğini işittim, demiştir: Hat-tâb ofelu Ömer (r.a.) bir rahibin ma'bedine uğramış ve; ey râhib diye onu seslemiş. Râhib karşısına gelince, Hz. Ömer ona bakıp ağlamaya başlamış. Kendisine: Ey mü'minlerin emîri seni ağlatan nedir? denildi­ğinde, o;'Allah'ın kitabındaki: «Zor işler altında bitkin düşmüştür. Kızgın bir ateşe girerler.» kavlini hatırladım işte beni ağlatan budur, de

Buhârî İbn Abbâs'm: «Zor işler altında bitkin düşmüştür.» kavli ile Hıristiyanların kasdedildiğini, söylediğini bildirir. Ikrime ve Süddî dün­yada günâhlarla zor işler altında kalmışlar, cehennemde de azâb ve zin­cirler altında bitkin düşmüşlerdir, diye mânâ verirler.

«Kızgın bir ateşe girerler.» İbn Abbâs, Hasan ve Katâde; son dere­ce kızgın bir ateşe, diye mânâ verirler.

«Kızgın bir kaynaktan içirilirler.» Sıcaklığı ve kaynaması son de­receye varmış bir kaynaktan. îbn Abbâs, Mücâhid, Hasan ve Süddî böy­le derler.

«Kötü kokulu, kuru bir dikenden başka yiyecekleri yoktur.)) Ali İbn Ebu Talha, İbn Abbâs'tan nakleder ki; bu, ateşten bir ağaçtır. Saîd İbn Cübeyr ise bunun zakkum olduğunu söylemiştir. Yine ondan nakledilen bir diğer rivayette bunun taş olduğunu söylemiştir. İbn Abbâs, Mücâ-hid, İkrime, Ebu Cevza ve Katâde «Kuru bir diken» kavli ile Şibrika ağa­cının kasdedildiğini söylerler. Katâde der ki: Kureyş'liler bu ağaca ilk­baharda Şibrik, yazın ise Darî' adını verirlerdi. İkrime, bu ağacın top­rağa yapışık dikenli bir ağaç olduğunu söyler. Buhârî der ki: Mücâhid bu «kuru bir diken» anlamına gelen kelimesi Şibrik adı ve­rilen bir bitkidir. Kuruduğu zaman Hicâz'lılar ona Darî' adım verirler, zehirli bir bitkidir. Ma'mer ise Katâde'den nakleder ki; «Kuru bir diken» kavli ile Şibrîk kasdedilmiştir. Kuruyunca buna Darî' adı verilir. Saîd İbn Cübeyr, Katâde'den nakleder ki; o, «Kötü kokulu, kuru bir dikenden başka yiyecekleri yoktur.» kavline yiyeceklerin en kötüsü, en çirkini ve en âdisi, anlamını vermiştir.

«O, ne semirtir ne de açlığı giderir.» Onunla hiç bir maksad elde edilmez, hiç bir yasaktan korunulmaz.[1]

 

8  — Yüzler de vardır ki, o gün parıl panldır.

9 — Çalıştıklarından hoşnûddur.

10 — Yüksek bir cennettedir.

11  — Orada boş bir lâf işitmezler.

12 — Orada akan bir pınar vardır.

13  — Orada yüksek tahtlar,

14 — Yerleştirilmiş kâseler,

15 — Sıra sıra dizilmiş yastıklar,

16  - Serilmiş saçaklı halılar vardır.

 

Yüzler de Var Ki

 

Allah Teâlâ, şakilerin durumunu belirttikten sonra bahtiyârlann zikrine başlıyor ve diyor ki: «Yüzler vardır ki o gün parıl panldır.» Kı­yamet günü öyle yüzler vardır ki nimet onların görüntüsünden anlaşı­lır. Onlar kendi gayretleriyle bu nimetleri elde etmişlerdir.

«Çalıştıklarından hoşnûddur.» Süfyân der ki: Yaptıkları işten mem­nun kalmışlardır.

«Yüksek bir cennettedir.» Değerli, yüce cennetteki köşklerde em-niyyet içerisindedirler.

«Orada boş bir lâf işitmezler.» Cennette boş ve anlamsız hiç bir söz duymazlar. Nitekim Allah Teâlâ başka âyetlerde şöyle buyurur: «Orada boş sözler değil sâdece; selâm, sözü işitirler.» (Meryem, 62), «Onda bir saçmalama ve günâha sokma yoktur.» (Tûr, 23), «Orada ne boş bir lâf, ne de günâha sokacak bir şey işitmezler, yalnız selâma karşılık; selâm, denilir.»  (Vakıa, 25-26).

«Orada akan bir pınar vardır.» Bir pınar, kavlinin nekire oluşu is-bât sadedindedir. Yoksa bu ifâdeden cennette yalnızca bir pınar vardır anlamı çıkarılamaz. Bu bir cins isimdir ve cennette akan pınarlar var­dır, demektir. İbn Ebu Hatim der ki: Bana Rebî' İbn Süleyman... oku­yarak Ebu Hüreyre (r.a.)den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyur­muş: Cennet ırmakları, misk tepelerinin altından fışkırır —veya misk dağlarının altından, demiştir.—

«Orada yüksek tahtlar» yüce değerli, kalınlığı fazla olan pekçok tahtlar vardır ve bu tahtların üzerinde güzel gözlü huriler vardır. Allah dostu o yüce tahtların üzerine oturmak istediğinde tahtlar onun önün­de eğilir.

«Yerleştirilmiş kâseler.» Cennet ehlinden dileyenlerin arzusuna âmâde olarak hazırlanmış şarâb kupaları vardır.

«Sıra sıra dizilmiş yastıklar.» İbn Abbâs der ki: keli­mesi, yastıklar, anlamınadır. İkrime, Katâde, Dahhâk, Süddî, Sevrî ve başkaları da böyle demişlerdir.

«Serilmiş saçaklı halılar vardır.» İbn Abbâs der ki: kelimesi sergi demektir. Dahhâk ve bir başkası da böyle der. »Serilmiş» ten maksad, üzerine oturmak isteyenler için şuraya ve oraya yayılmış sergiler elemektir. Burada Ebu Bekr İbn Ebu Davud'un... Üsâme İbn Zeyd'den naklettiği bir hadîsi zikredelim: Üsâme İbn Zeyd der ki: Rasû­lullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Cennete paça sıvayanlar var mıdır? Çünkü cennetin eşi ve benzeri yoktur. Kâ'be'nin Rabbına andolsun ki; o, parlayan bir ışık, salman bir çiçek, oturmuş bir köşk, sürekli akan bir ırmak, olgun bir meyve, güzel ve iyi bir zevce, pek çok hülle, ebedî bir makam, sağlıklı bir diyar, meyve ve yeşillik, bolluk ve nimet, yüce ye değerli mahalle. Onlar; evet ey -Allah'ın Rasûlü, ona biz paça sıvayanla-jrız, dediler. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Inşâallah deyiniz. Orada bulu­nanlar da: İnsâallah. dediler. İbn Mâce bu hadîsi Abbâs îbn Osman ka-nalıyla Muhammed îbn Muhâcir'den nakleder.[2]

 

17  — Onlar deveye bakmazlar mı, nasıl yaratılmıştır?

18  — Göğe de. Nasıl yükseltilmiştir?

19  — Dağlara da. Nasıl dikilmiştir?

20  — Yere de. Nasıl yayılmıştır?

21  — Öğüt ver, çünkü sen, ancak bir öğütçüsün.

22  — Onların üzerine zor kullanıcı değilsin.

23  — Ancak kim yüz çevirir ve küfrederse,

24  — Allah, onu en büyük azâb ile azâblandırır.

25  — Şüphesiz onların dönüşü, ancak Bizedir.

26  — Sonra hesâblarım   görmek de muhakkak   Bize düşer.

 

Allah Teâlâ, kullarına yüce kudretine delâlet eden yaratıklarına ib­retle bakmalarını emrederek buyuruyor ki: «Onlar deveye bakmazlar mı, nasıl yaratılmıştır?» Deve, yaratılışı. garîb, birleşimi acâib bir ya­ratıktır. O son derece güçlü kuvvetli, buna rağmen de ağır yükleri taşı­mak için yumuşak başlıdır. Zayıf ve küçük bir kılavuzun peşinde sürük-lenir, eti yenir, yününden yararlanılır, sütü içilir. Deveye dikkat çekil­miş olmasının sebebi; araplarin hayvanlarının çoğunlukla deve olması nedeniyledir. Nitekim^Kâdî Şureyh şöyle derdi: Haydin çıkalım da de­veye bakalım, nasıl yaratılmış? Göğe bakalım nasıl yükseltilmiş? Yani Azız ve Celîl olan Allah göğü yeryüzünden böyle muazzam bir şekilde nasıl yükseltmiş? Tıpkı Kâf sûresinde buyurduğu gibi: «Üstlerindeki göğe hiç bakmazlar mı? Onu nasıl bina etmiş ve nasıl donatmışız? Onda hiç bir çatlak da yoktur.» (Kâf, 6).

«Dağlara da. Nasıl dikilmiştir?» Yeryüzünün, sakinlerini oynatma­ması için dağları sabit, dik ve yukarı doğru yüksek olarak nasıl yarat­mıştır? Sonra dağlara faydalı maddeler ve madenleri nasıl yerleştirmiş­tir?

«Yere de. Nasıl yayılmıştır?» Nasıl serilip yayılıp, uzatılmıştır? Al­lah Teâlâ bedevilere; gördükleri ve duydukları develeriyle, başlarının üzerinde yükselen gök ile, karşılarında duran dağ ile ve altlarında eği­len yer ile kendi varlığına delil getirmek istemiştir. Bunlar, onlan ya­ratanın ve yapanın kudretinin delilidir. Yüce yaratıcı ve tasarruf edici mülk sahibi olan Rabb kendisidir. O, öyle bir ilâhtır ki, O'ndan başkası ibâdete lâyık değildir. Nitekim Damanı, Rasûlullah (s.a.)a sorduğu so­rudan sonra, aynı şekilde kasem etmiştir. Bunu rivayet eden îmâm Ah-med îbn Hanbel der ki; Bize Hâşim İbn Kasım... Enes'ten nakletti ki; o, şöyîe demiştir:

Biz, Rasûlullah (s.a.)a bir şey sormaktan nehyedildik. Çölden akıllı bir kişinin (soru sormasını bilen) gelip ona suâl sorması ve bizim onu dinlememiz bizi hayran bırakırdı. Nitekim çöl halkından bir kısmı ge­lip dedi ki: Ey Muhammed, senin elçin bize geldi ve seni Allah'ın pey­gamber olarak gönderdiğini söyledi, doğru mu? Rasûlullah (s.a.): Doğ­ru, dedi. Bedevî; göğü kim yaratmıştır? deyince, Rasûlullah (s.a.): Al­lah, dedi. Bedevî; öyleyse yeri kim yaratmıştır? dedi. Rasûlullah (s.a.): Allah, diye cevab verdi. O halde bu dağlan dikip onlarda olan şeyleri ya­ratan kimdir? deyince, O; Allah, dedi. Bedevî: Öyleyse gökleri ve yeri yaratıp şu dağları diken Allah mı seni peygamber olarak gönderdi? de­di. Rasûlullah (s.a.); evet, dedi. Bedevî dedi ki: Senin elçinin iddiasına göre her gün ve gecede bizim üzerimize beş vakit namaz varmış doğru mu? Rasûlullah (s.a.); doğru, dedi. Bedevî; seni elçi olarak gönderen Allah mı sana bunu emretti? dedi. Rasûlullah (s.a.); evet, dedi. Bedevî senin elçinin iddiasına göre bizim malımızda üzerimize zekât düşüyor­muş, doğru mu? dedi. O; doğru, dedi. Bedevi: Seni peygamber olarak gönderen Allah mı bunu sana emretti? dedi. Rasûlullah (s.a.): Evet, dedi. Bedevî; senin elçinin iddiasına göre bizim her yılımızda Ramazân ayını oruçlu geçirmemiz gerekiyormuş. Rasûlullah (s.a.); doğru, dedi. Bedevî; seni peygamber olarak gönderen Allah mı bunu emretti? dedi. Rasûlullah (s.a.); evet, dedi. Bedevî: Senin elçinin iddiasına göre, bir yol bulan kişinin Allah'ın evini haccetmesi bizim üzerimize farzmış, dedi. Rasûlullah (s.a.); doğru, dedi. Enes der ki: Sonra bedevî dönüp şöyle dedi: Seni hak üzere gönderen Allah'a yemîn ederim ki ben bun­lardan ne fazla bir şey yaparım ne de eksik.Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Eğer doğru söylüyorsa elbette cennete girecektir. Müslim de bu ha­dîsi, Amr en-Nâkid kanalıyla... Ebu Nadr Kasım İbn Kâsım'dan rivayet eder. Buhârî de bunu not düşer. Tirmizî ve Neseî, bu hadisi Süleyman îbn Muğîre kanalıyla Enes'ten nakleder. Ahmed İbn Hanbel, Buhârî, Ebu Dâvûd, Neseî ve İbn Mâce bu hadîsi' Zeyd îbn Sa'd kanalıyla uzun uzadıya Enes'ten naklederler ve hadisin sonunda der ki: Ben, Bekr oğul­larının kardeşi olan Sa'lebe oğullarının kabilesinden Damâm'ım.      

Hafız Ebu Ya'lâ der ki: Bize İshâk... Abdullah îbn Ömer'den nak­letti ki; Rasûlullah (s.a.) çoğunlukla câhiliyet devrinde dağ başında bulunan bir kadından söz ederdi. Kadının beraberinde koyunlarım güden oğlu da vardı. Kabının çocuğu demiş ki: Anacığım, seni yaratan kim? Kadın; Allah, demiş. Çocuk; ya babamı kim yarattı? deyince kadın; Al­lah, demiş, öyleyse beni kim yarattı? demiş. Kadın; Allah, demiş, ço­cuk; ya gökleri kim yarattı demiş, kadın; Allah, demiş. Çocuk; yeryü­zünü kim yarattı deyince, kadın; Allah, demiş. Çocuk; dağları kim ya­rattı? deyince, kadın; Allah, demiş. Çocuk; şu koyunu kim yarattı? de­yince kadın; Allah, demiş. Çocuk; ben her konuda Allah adını duyuyo­rum, diyerek kendisini dağdan atmış ve parçalanmış. Abdullah İbn Ömer der ki: Rasûlullah (s.a.) çoğunlukla bize bu hadîsi naklederdi. Mâlik îbn Dînâr da der ki: Abdullah İbn Ömer çoğunlukla bize bu hadîsi nak­lederdi. Bu hadîsin isnadında zayıflık vardır. Çünkü râvîler arasında yer alan Abdullah İbn Ca'fer Medîne'lidir, oğlu Ali İbn el-Medînı ve baş­kaları onu zayıf kabul etmişlerdir.

«Öğüt ver; çünkü sen, ancak bir öğütçüsün. Onların üzerine zor kullanıcı değilsin.» Ey Muhammed, sen insanlara peygamber olarak gönderildiğin gerçeklerle ilgili hatırlatmalarda bulun. Çünkü sana yal­nızca tebliğ etmek düşer, hesâb görme ise Bize aittir. Bu sebeple ikinci âyette: «Onların üzerine zor kullanıcı değilsin.» buyuruyor. İbn Abbâs, Mücâhid ve başkaları: Sen onların üzerinde bir zorba değilsin, demiş­lerdir. İbn Zeyd ise; sen onları îmâna zorla girdiren değilsin, demiştir.

İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Vekî'... Câbir'den nakletti ki;

Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Ben, lâ ilahe illallah deyinceye ka­dar insanlarla savaşmakla emrolundum. Onlar bunu söylerlerse kan­larını ve mallarım benden korurlar. Ancak hak ile olanı müstesnadır Onların hesabı Azız ve Celîl olan Allah'a aittir. Sonra: «Öğüt ver; çün­kü sen, ancak bir öğütçüsün. Onların üzerine zor kullanıcı değilsin.» âyetini okumuş. Müslim îmân kitabında bu şekliyle Tirmizî ve Neseî de Sünen'lerinin tefsir kitablarında Süfyân İbn Saîd es-Sevrî kanalıyla ri­vayet ederler. Bu hadîs Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde sondaki âyet zikredilmeden Ebu Hüreyre'den nakledilir.

«Ancak kim yüz çevirir ve küfrederse,» erkânına uygun amel etmek­ten yüz çevirir, kalbi ve diliyle Hakkı inkâr ederse. Bu âyet, Allah Te-ala'nm şu kavli gibidir: «İşte o, tasdik etmemiş, namaz da kılmamiştı. Fakat yalanlamış, yüz çevirmişti.» (Kıyâme, 31-32) Bu sebeple Allah Teâlâ:

«Allah, onu en büyük azâb ile azâblandırır.» buyuruyor. îmâm Ahmed îbn Hanbel der ki: Bize Kuteybe... Ali İbn Hâlid'den nakleder ki; Ebu Ümâme el-Bâhilî, Muâviye'nin oğlu Yezîd'in oğlu Hâlid'e var­mış ve Rasûlullah (s.a.)tan işittiği en yumuşak sözü sormuş, o da Ra­sûlullah (s.a.)in şöyle buyurduğunu işittim, demiş: Dikkat edin, hepi­niz cennete gireceksiniz. Ancak devenin sahibinden kaçışı gibi Allah'­tan kaçan müstesna. Bu hadîsin tahrîcinde İmâm Ahmed İbn Hanbel münferid kalmıştır. Râvîler arasında yer alan bu Ali İbn Hâlid'i, İbn Ebu Hatim babasından naklen zikreder. Ancak burada zikrettiğimizden fazla bir şey söylemez. O, Ebu Ümâme'den rivayet nakletmiş Saîd îbn Ebu Hilâl de ondan rivayet nakletmiştir.

«Şüphesiz onların dönüşü, ancak Bizedir.» Onların dönüp gelecek­leri Biziz.

«Sonra hesâblarını görmek de muhakkak Bize düşer.» Biz, onların amellerinin muhasebesini yaparız ve buna göre karşılığını veririz. Amel­leri hayırsa hayır, şer ise şer ile cezalandırırız.[3]

 

İzahı

 

«Onlar deveye bakmazlar mı, nasıl yaratılmıştır?» İbret nazarıyla devenin nasıl yaratıldığına bakmazlar mı? Allah'ın kudretinin kemâline, tedbîrinin güzelliğine delil bir yaratık olarak. Deveyi, yükleri uzak ülke­lere taşımak için yaratmıştır. Onu hem büyük cüsseli, hem de yükü ta­şıyacak ve yüküyle beraber ayağa, kalkacak güçte halketmiştir. Diğer taraftan boynu uzun olması nedeniyle, her bitkiye uzanıp yiyebilecek ve önüne düşecek kılavuzun peşinden gidecek şekilde yaratmıştır. On gün veya daha fazla susuzluğa dayanabilir ki böylece çölleri ve sahraları aşıp geçebilsin. Ayrıca devede pekçok faydalar vardır. Bu sebeple deve özellikle canlılardaki ilâhî âyetlerin açıklanması için bahis konusu edil­miştir. Canlılık, bileşimlerin en değerlisidir ve en çok san'at ihtiva ede­nidir. Deve ise bu türler içerisinde arapların en çok hayretini mûcib olan bir yaratık idi. Denildi ki: Bununla istiare yoluyla bulutlar kasde-dilmiştir.[4]

Tefsir ehli derler ki: Allah Teâlâ bu sûrede cennette olan şeyleri anlatınca, küfür ehli buna hayret edip yalanladılar. Bu sebeple Allah Teâlâ onlara yaptıklarını hatırlatarak buyurdu ki: «Onlar deveye bak­mazlar mı, nasıl yaratılmıştır?» Önce deve ile başlamıştır, çünkü arap­ların sahip olduğu en değerli mal devedir. Onlann deveden pekçok ya­rarlanma şekilleri vardı. Bu takdirde mânâ şöyle olur: Onlara bu dün­yada bu nimetleri yaratmış olan, cennet ehline de o dünyada saydıkla­rını yaratmıştır. Tefsir bilginleri diğer hayvanlar arasından özellikle devenin zikredilmiş olması üzerinde çok söz söylemişlerdir.

Mukâtil der ki: Araplar deveden daha büyük hiç bir hayvan gör­memişlerdi. İçlerinden fili görenler nâdirdi, onun için deve zikredilmiş­tir. Kelbî ise der ki: Deve, yüküyle ayağa kalkar ve çökmüşken üzerine yük yüklenirdi, onun için zikredilmiştir. Katâde der ki: Allah Teâlâ cennetin köşklerini ve yüksek tahtlarını zikredince, araplar onun üze­rine nasıl çıkarız? dediler de bu âyeti indirdi.

Hasan'a bu âyet soruldu; fil daha büyüktür, denildi de o, şöyle ce-vâb verdi: Araplar fili bilmezlerdi. Aynca filde yeterli yararlar yoktu. Çünkü onun sırtına binilmez, eti yenmez, sütü sağılmazdı. Arapların mal­larının içerisinde en değerlisi deve idi. Çünkü önüne atılan her şeyi yer süt verir. Devenin faydaları pek çoktur. Büyüklüğüne rağmen ağır yük­leri taşımak için yumuşak başlıdır. Küçük bir kılavuzun peşinde sürük­lenir .hattâ küçücük bir çocuk onun yularını tutar ve istediği yere gö­türür. Bu sebeple deve diğer hayvanlardan üstün sayılmıştır. Başkaca özellik olarak öteki hayvanların hepsi ya süs için, ya binek için, veya yük için veya sütünden yararlanmak için veya etinden yararlanmak için beslenir. Halbuki devede bunların hepsi birden topluca meycûddur. Bir yandan sağıiırken, diğer yandan üzerine binilir ve uzak mesafeler kat1-edilir. Ağır yükler yüklenir, çok süt elde edilir, etini büyük bir topluluk yer. Günlerce susuzluğa dayanır. Ayrıca deve çökmüşken üzerine bini­lir ve o bu halde iken kalkabilir. Diğer hayvanlar ise böyle değildir. Di­ğer taraftan deve çöldeki her bitkiyi yer. Halbuki diğer hayvanlar her bitkiyi yiyemezler. Deve çöl gemisidir, üzerinde ağır yükler taşınır, uzak mesafeler kat'edilir.

Şüreyk derdi ki: Bizi develiğe götürün de devenin nasıl. yatırılmış olduğuna bakalım.

Denilirse ki: Gökler, yer ve dağların zikriyle devenin zikri arasında nasıl ahenk kurulabilir, aralarında hiç bir ilişki yoktur. Ayrıca dağlardan, yeryüzünden ve göklerden önce konuya niçin devenin zikriyle baş­lanmıştır? Ben derim ki: Maksad Allah'ın birliğine, kudretine ve her şeyin yaratanı olduğuna delil getirmek olduğu için deve de araplann gece gündüz gördükleri, her zaman üzerine yüklerini yükledikleri, se­ferlerinde beraberlerinde bulunan bir yaratık olduğu için âyete onun zikriyle başlanmıştır. Böylece onların yanındaki en büyük nimet sözko-nusu edilmiştir. Ayrıca araplara göre en garîb hayvan deve olduğu için onun zikri ile söze başlanmıştır.[5]

«Yer de. Nasıl yayılmıştır?» Emre âmâde kılınarak yayılıp döşen­miştir. Hepsi bir ufuktan diğer ufuka serilen bir sergi gibidir. Sergi de aynı şekildedir. Mânâ şöyle de olabilir: Yaratıcının kudretine delâlet eden şu yaratıklara bakmazlar mı, O'nun tekrar diriltme gücünü in­kâr etmemeleri için? Peygamberin uyarısına kulak verip ona inanma­ları ve ona ulaşmaya hazırlanmaları için. Bu dört hususun özellikle zik­redilmesi, bu hitabın araplara yöneltilmiş olmasından ve onları delil­leri görmeye teşvik maksadından dolayıdır. Kişi, ancak çok gördüğü şeyleri delil olarak kullanır. Araplar çölde yaşadıkları için çölde göğe, yere, dağa ve deveye bakarlardı. Deve onların mallarının en değerlisi idi. Diğer hayvanlardan daha çok deveyi kullanırlardı. Ayrıca hayvan­larda aranan amaçların hepsi devede vardır. Hayvanda aranan maksad çoğalma, yük taşıma, binme, yeme ve sütünün içilmesidir. Diğer hay­vanlarda bunların hepsi birlikte mevcûd değildir. Deve yularını çeken herkesin peşinden gider. Güçlü güçsüz tanımaz, büyüğe küçüğe aldır­maz. Boynu uzun olduğu için otlara rahatlıkla ulaşır. Kolayca yükün taşınması için yere çöker. Sonra yüküyle beraber ayağa kalkar ve de­ğişik ülkelere doğru yükleri taşır. Susuzluğa karşı dayanıklıdır. On gün­den fazla susuz kaldığı olur. Çöl bitkilerinin hepsini yer, halbuki diğer hayvanlar bunu yiyemezler.[6]



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8434-8435

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8435-8436

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8437-8440

[4] Bekir Karlığa, Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8440-8441

[5] Bekir Karlığa, Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8441-8442

[6] Bekir Karlığa, Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8442

Free Web Hosting