BELED SÛRESİ2


BELED SÛRESİ

(Mekke'de nazil olmuştur.)

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1  — Şu beldeye yemîn ederim;

2  — Sen de bu beldede oturmuşsun.

3  — Doğurana da, doğurduğuna da andolsun ki,

4  — Biz, insanı gerçekten meşakkat içinde yarattık.

5  — Yoksa o, kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?

6  — Yığın yığın mal tüketmişimdir, diyor.

7 — Kimsenin kendisini görmediğini mi sanıyor?

8  — Biz, onun için iki göz vâr etmedik mi?

9 — Bir dil ve iki dudak.

10 — Biz, ona iki de yol gösterdik.

 

Bu, Azîz ve Celîl olan Allah tarafından anakent olan Mekke'ye ye­mindir. Orada yaşayanların ihrâmlı iken durumlarının değerinin yü­celiğine işarettir.

Hasîf, MücâhioVden nakleder ki; «Şu beldeye yemin ederim ki;» kav-lindeki edatı onlara redd içindir. Şu beldeye yemîn ederim ki... Şebîb îbn Bişr... İbn Abbâs'tan nakleder ki; «Şu beldenden mak-sad, Mekke'dir.

«Sen de bu beldede oturmuşsun.» tbn Abbâs der ki: Ey Muhammed; sana da o belde ile karşılaşmak uygun düşer. Saîd tbn Cübeyr, Ebu Sa­lih, Atiyye, Dahhâk, Katâde, Süddî ve îbn Zeyd'den de böylece nakledilir. Mücâhid der ki: O beldeden sana isabet eden şey, helâldir. Katâde ise şöyle der: Sıkıntı ve zorlama olmaksızın sen oraya gireceksin. Hasan el-Basrî der ki: Allah Teâlâ günün bir saatında o beldeyi Rasûlullah'a helâl kıldı. Hepsinin söylemiş olduğu bu anlamla ilgili olarak, sıhhatm-da ittifak bulunan bir hadîs de vârid olmuştur. Şöyle ki: Allah Teâlâ bu bölgeyi ve yeri yarattığı gün haram kılmıştır. Ve orası Allah'ın ha­ram kılışıyla kıyamete kadar haramdır. Ağacı kesilmez, meyvesi kopa-nlmaz. Orası sadece günün bir saatında bana helâl kılınmıştır. Ama bugün oranın harâmlığı dünkü harâmlığı gibi yeniden dönmüştür. Dik­kat edin; gören görmeyene tebliğ etsin. Bir başka lafızla da bu hadîs şöyledir: Eğer bir kimse Allah'ın Rasûlüyle savaşmak için ruhsat ister­se; ona şöyle deyin: Allah, Rasûlüne savaş izni vermişti, ancak size sa­vaş izni vermemiştir.

«Doğurana, da, doğurduğuna da andolsun ki.» İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ebu Küreyb... İbn Abbâs'tan nakletti ki; o, bu âyetin açıkla­masında şöyle demiştir: Doğuran, çocuğu meydana getirendir. Doğan ise çocuğu olmayan kısırdır. İbn Ebu Hatim bu rivayeti Şüreyh İbn Ab­dullah kanalıyla... İbn Abbâs'tan nakleder. İkrime ise; doğurulan kı­sır, doğurduğu ise doğurulan demektir. İbn Ebu Hatim bu rivayeti nak­leder. Mücâhid, Ebu Salih, Katâde, Dahhâk, Süfyân es-Sevrî, Saîd İbn Cübeyr, Süddî, .Hasan el-Basrî, Husayf, Şurahbil İbn Sa'd ve başkaları da şöyle derler: Doğuran ile Adem (a.s.), doğurduğu ile de onun çocuk-lan kasdedilmiştir. Mücâhid ve arkadaşlarının söyledikleri bu görüş hem güzel, hem de sağlamdır. Çünkü Allah Teâlâ, anakent olan beldeye ye­mîn ettikten sonra —ki burası oturulacak yerdir— burada oturanla­ra yemîn etmektedir ki bu da Hz. Âdem ve onun çocuklarıdır. Ebu Üm­ran der ki: Bununla İbrâhîm ve soyundan gelenler kasdedilmiştir. İbn Cerîr ve îbn Hatim bu rivayeti naklederler. İbn Cerîr ise bu ifâdenin hem doğuran, hem doğurulan hem de doğurduğu hakkında genel oldu­ğu görüşünü tercih eder ki bu da muhtemeldir.

«Biz, insanı gerçekten meşakkat içinde yarattık.» îbn Mes'ûd, îbn Abbâs, İkrime, Mücâhid, İbrâhîm en-Nehâi, Hayseme, Dahhâk ve başkalan; dikili olarak diye mânâ vermişlerdir. İbn Abbâs'tan nakledilen bir rivayette de anasının karnında dikili olarak, diye mânâ verdiği zik­redilir. Âyet-i kerîme'de geçen kelimesi, dosdoğru durma ve istikâmet anlamına gelir. Bu takdirde âyetin mânâsı şöyle olur: Biz, insanı dosdoğru ve müstakim olarak yarattık. Bu, tıpkı İnfitâr süresin­deki şu ifâdeye benzer: «Ey insan; keremi bol Rabbına karşı seni ne al­dattı? O ki; seni yaratmış, sana şekil vermiş ve düzeltmiştir.» (İnfitâr, 6-7) Ve yine şu âyet-i kerîme gibidir: «Doğrusu Biz, insanı en güzel bi­çimde yarattık.» (Tîn, 4) İbn Cüreyc ve Atâ, İbn Abbâs'tan naklederler ki; bu kelime en şiddetli bir yaratılışla anlamına gelir. Dikkat etmiyor musunuz Allah Teâlâ onun doğuşunu ve güçlerinin bitişini bile sözko-.nusu etmektedir, der. Mücâhid kelimesinin, önce Nutfe, sonra Alaka sonra da Mudğa şeklinde zor bir yaratılışla yaratıldığını ifâde eder ve bu âyet-i kerîme Allah Teâlâ'nm şu kavli gibidir, der: «An­nesi onu zorlukla taşımışve zorlukla doğurmuştur.» Zorlukla emzirmiş, zorlukla yetiştirmiştir ve dolayısıyla o, bundan dolayı zorluk içindedir. Saîd İbn Cübeyr der ki: «Biz, insanı gerçekten meşakkat içinde yarat­tık.» Zorluk ve maişet peşinde koşacak şekilde yarattık. İkrime ise; şid­det ve zorluk içerisinde yarattık, der. Katâde de; muşakkat içerisinde yarattık, der. îbn Ebu Hatim der ki: Ahmed İbn Hişâm... Abdülhamîd İbn Ca'fer'den nakletti ki ;o, şöyle demiş: Ben Ali oğlu Muhammed'e, yani Ebu Ca'fer el-Bâkır'a Ansâr'dan bir kişinin bu âyeti sorduğunu işittim. O dedi ki: Ayakta durmasında ve dengeyi sağlamasında zor­luk içerisinde yarattık. Ebu Ca'fer el-Bâkır bunu reddetmemiştir. Ebu Mevdûd tarîkıyla nakledilen rivayette ise o, şöyle demiştir: Ben Ha-san'ın bu âyeti okuyup sonra şöyle dediğini işittim: Onu, dünya işle­rinden bir iş, âhiret işlerinden bir iş. sebebiyle sıkıntıya ma'rûz kıldık. Bir başka rivayette de; dünya sıkıntıları ve âhiret zorluklarıyla zorla­dık, demiştir. İbn Zeyd ise der ki: Âdem gökte yaratılmış olduğu için ona muşakkat adı verilmiştir. İbn Cerîr Taberî de bu âyetle dünya işle­rinin zorluğunun ve muvakkatlerin kasdedildiği görüşünü tercih eder.

«Yoksa o, kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?» Hasan el-Basrî der ki: Yoksa kimsenin kendisinin malını alacağına güç yetiremiyeceğini mi sanıyor? Katâde ise bu âyete şöyle mânâ verir: Âdemoğlu bu maldan dolayı kendine soru sorulmayacağını sanır. Ne­reden kazandığını ve nereye harcadığının sorulmayacağını. Süddî ise der ki: «Yoksa o, kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?)) Azîz ve Celıl olan Allah'ın güç yetireceğini bildiriyor. «Yığın yığın mal tüketmişimdir, diyor.» Âdemoğlu ben pekçok mal tüketmişimdir, diyor. Mücâhid, Katâde, Süddî ve başkaları böyle der.

«Kimsenin kendisini görmediğini mi sanıyor?» Mücâhid der ki: Azîz ve Celîl olan Allah'ın kendisini görmediğini mi sanıyor? Seleften bir başkası da böyle demiştir.

«Biz, onun için iki göz var etmedik mi?» Onunla görmesi için.

«Bir dil ve iki dudak.» Diliyle konuşup içindekini ifâde etmesi ve dudaklarıyla yemek yemeye ve konuşmaya çalışması için Yüzüne ve ağzına güzellik vermek için.

Hafız İbn Asâkir Şâm'lı Ebu Rebî'in hal tercümesinde Mekhûl'den nakleder ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Allah Teâlâ buyu­rur ki: Ey âdemoğlu; Ben sana, sayısını sayamayacağın ve şükrüne güç yetiremeyeceğin büyüklükte nimetler ihsan ettim. Sana ihsan ettiğim nimetler arasında kendileriyle gördüğün iki gözü yarattım. Ve onlar için bir örtü kıldım. Artık iki gözünle sana helâl kıldığım şeylere bak. Eğer sana haram kıldığım bir şeyi görürsen, o ikisini üst üste getir ve kapat. Senin için bir dil yarattım ve ona bir örtü halkettim. Sana em­rettiğim ve helâl kıldığım bir şeyi söyle. Haram kıldığım bir şey de di­line gelecek olursa dilini kapat. Senin için mahrem bir yer ve onu örten bir örtü kıldım. Mahrem yerini sana helâl kıldığım yere koy. Haram kıl­dığım bir şey sana sunulacak olursa, örtünü ört. Ey âdemoğlu; sen Be­nim gazabıma tahammül edemezsin, intikamıma dayanamazsın.

«Biz, ona iki de vol gösterdik.» Süfyân es-Sevrî... İbn Mes'ûd'dan nakleder ki; o: «Biz, ona iki de yol gösterdik.» kavline, ha vır ve şer, an-lamını vermiştir. Ali, İbn Abbâs, Mücâhid, İlerime, Ebu Vâil, Ebu Salih, Muhammet! İbn Kâ'b, Dahhâk, Ata el-Horasânî ve başkalarından da bu şekilde rivayet edilmiştir.

Abdullah İbn Vehb der ki: Bize İbn Lehîa... Vehb İbn Mâlik'ten nakletti ki; Rasûlullah (s.a.). şöyle buyurmuş: Bu iki yoldur. Kötülük yolu size iyilik yolundan daha sevimli kılınmamıştır. Bu rivayetin nak­linde Sinan İbn Sa'd —Sa'd îbn Sinan da denir— münferid kalmıştır. Ancak İbn Maîn onu sika bir râvî olarak zikretmiştir. İmâm Ahmed İbn Hanbel, Neseî ve Cüzcânî onun hadîsinin mürsel olduğunu söylerler. İmâm Ahmed der ki: Muztarib olduğu için onun hadîsini terkettik. On­dan hepsi münker olan on beş hadîs rivayet edilmiştir. Bu hadîslerden hiç birini ben Jcabul etmem. Onun hadîsi Hasan el-Basrî'nin hadîsine benzerse de Enes'in hadîsine benzemez.

îbn Cerîr Taberî der ki: Bana Ya'kûb... Ebu Recâ'dan nakletti ki; o, Hasan'ın şöyle dediğini işittim demiştir: «Biz, ona iki de yol göster­dik.» âyeti hakkında Allah peygamberinin şöyle buyurduğu bize anla­tıldı: Ey insanlar; bu iki yol, hayır ve şer yolu. Şer yolu size hayır yo­lundan daha sevimli kılınmamıştır. Bu rivayeti Habîb îbn Şehîd, yûnus İbn Ubeyd, Ebu Vehb de Hasan'dan mürsel olarak naklederler. Katâde de bu şekilde mürsel olarak nakletmiştir. îbn Ebu Hatim der ki: Bize Ahmed İbn Hişâm... İbn Abbâs'tan nakletti ki; «Biz, ona iki de yol gös­terdik.» kavlinin iki yön demek olduğunu söylemiştir. Rebî1 İbn Huşeym, Katâde ve Ebu Hâzim'den de benzer bir rivayet nakledilir. Bu rivayeti İbn Cerîr Taberî' Ebu Küreyb kanalıyla... İbn Abbâs'tan nakleder, sonra; birincisi daha doğru sözdür, der. Bu âyetin benzeri İnsan süresindeki şu âyettir: «Biz, insanı katışık bir damla sudan yaratmışızdır. Onu dene­riz. Bu sebeple onu, işitici ve görücü yaptık. Gerçekten Biz, ona yolu gösterdik. Buna kimisi şükreder, kimisi de küfür.»  (İnsan, 2-3).[1]

 

11  — Ama o, sarp yokuşu aşmaya girişemedi.

12  — Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bilecek­sin?

13  — Bir kul âzâd etmektir,

14  — Yahut açlık gününde yemek yedirmektir,

15  — Yakınlığı olan bir    yetime,

16  — Yahut yerde sürünen bir yoksula.

17  — Sonra da îmân edenlerden, birbirine sabır tavsiye, merhameti tavsiye edenlerden olmaktır.

18  — İşte bunlar sağcılardır.

19  — Âyetlerimize küfredenler ise, solcuların kendile­ridir.

20 — Onlara sımsıkı kapatılmış bir ateş vardır.

 

İbn Cerîr Taberî der ki: Bana Amr İbn İsmâîl... Abdullah İbn Ömer'-den nakletti ki; «Ama o, sarp yokuşu aşmaya girişemedi.» kavimdeki «sarp yokuş» cehennemde bir dağdır, demiş. Kâ'b el-Ahbâr der ki: Dar yokuştan maksad, cehennemde yetmiş derecedir. Hasan el-Basrî ise sarp yokuşun, cehennemde bir yokuş olduğunu söyler. Katâde de; bu zor ve şiddetli yolu, Aziz ve Celîl olan Allah'a itâatla aşmışlardır, diye mânâ verir. Ve Katâde der ki: Sonra «Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bi­leceksin?» kavli ile bunu ortaya koyduktan sonra bu yokuşu kat'etme yolunu şöylece haber veriyor: «Bir kul âzâd etmektir, yahut açlık gü­nünde yemek yedirmektir.» îbn Cerîr ise, «Ama o, sarp yokuşu aşmaya girişemedi.» kavline; o kendinde kurtuluş ve hayır olan yolda yürümeli değil miydi? diye mânâ verir. Sonra bu yolun ne olduğunu bildiriyor: «Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin? Bir kul âzâd etmektir, yahut açlık gününde yemek yedirmektir.» Bu âyet-i kerîme'deki «Bir kul âzâd etmektir.» anlamına gelen âyetinin izafet terkibiyle «kulun âzâdı» şeklinde okunduğu gibi fail ve mef'ûlü ile bir­likte bir fiil cümlesi olarak şeklinde «kul âzâd etti» diye okunduğu da görülmüştür. Ancak her iki okunuşun da mânâsı bir­birine yakındır.

İmam Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Ali İbn İbrahim... Şaîd İbn Mercâne'den nakletti ki; o, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini işitmiş: Ra­sûlullah (s.a.) buyurdu ki: Kim, bir mü'min köleyi âzâd ederse; Allah Te&lâ onun her uzvuna karşılık âzâd edenin bir uzvunu cehennemden âzâd eder. Hattâ eli el, ayağı ayak ile mahrem organlarını aynı şekilde âzâd eder. Ali İbn, Hüseyn bunu duyunca Saîd İbn Mercâne'ye; sen Ebu Hüreyre'den bunu işittin mi? demiş, Saîd de; evet, demiş. Bunun üze­rine Ali İbn Hüseyn oğluna; —ki çocuklarının en güzel yüzlüsü idi— Mutrafı çağır, demiş. Mutraf yanına gelince; Git, sen Allah rızâsı için hürsün, demiş. Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Neseî de bu hadîsi muhtelif yollarla Ebu Hüreyre'den naklederler. Müslim'in ifâdesinde de Ali İbn Hüseyn Zeynelâbidîn'in, âzâd ettiği bu çocuğa on bin dirhem vermiş olduğu belirtilir. Katâde... Ebu Necîh'ten nakleder ki; o, Rasûlullah (s.a.)m şöyle buyurduğunu işittim, demiştir: Hangi bir müslüman, müs-lüman bir erkeği âzâd ederse; muhakkak ki Allah Teâlâ âzâd ettiği.her kişinin kemiğine karşılık onun kemiğinden birini cehennemden âzâd eder. Hangi bir müslüman kadın da; bir müslüman kadını âzâd ederse, Allah Teâlâ onun her kemiğine mukabil bunun kemiğinden birini ce­hennem azabından âzâd eder. İbn Cerîr Taberî de böylece bu hadîsi ri­vayet etmiştir. Ebu Necîh> Amr İbn Abese'dir. Allah ondan razı olsun.

İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Hayve İbn Şüreyh... Amr İbn Abese'den naklştti ki; o, kendilerine Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu söylemiş: Kim, Allah'ın adının anılması için bir mescid yaparsa; Allah da onun için cennette bir ev yapar. Kim de müslüman bir canı âzâd ederse; bu, onun cehennemde fidyesi olur. Kim de gençliğini İslâm yo­lunda harcarsa; kıyamet günü bu, kendisi için bir nûr olur. Bu hadîsin bir başka yoldan rivayetinde Ahmed ibn Hanbel der ki: Bize Hakem İbn Nâfi'... Süleym İbn Âmir'den nakletti ki; Şurahbil İbn Samt, Amr îbn Abese'ye; bize fazlalık ve unutma bulunmayan bir hadîs söyle, dediğinde; Amr İbn Abese; Rasûlullah (s.a.)in şöyle buyurduğunu işittim, demiş­tir. Kim, bir müslüman köle âzâd ederse; bu, onun için her organa bir organ olmak üzere cehennemden kurtuluş olur. Kim de Allah yolunda gençliğini harcarsa; bu, kendisi için kıyamet gününde bir nûr olur. Kimde bir ok atar ve oku hedefe ulaştırır veya şaşırtırsa; İsmâÜ (a.s.)in co-, cuklarından bir köleyi âzâd eden kimse gibi olur. Ebu Dâvûd vr Neseî, bu hadîsin bir kısmını rivayet etmişlerdir. Bu hadîsin bir başka yoldan rivayetinde A^hmed tbn Hanbel der ki: Bize Hâşim îbn Kasım... Amr îbn Abese'den nakletti ki; Selmâ; ona Rasûlullah (s.a.)tan duyduğun ek­siklik veya vehim bulunmayan bir hadîsi bize anlat, demiş. Amr îbn Abese; Rasûlullah (s.a.)m şöyle buyurduğunu işittim, demiş: Kimin İs­lâm döneminde üç çocuğu dünyaya gelir de günâh cağına ulaşmazdan Önce ölürse; Allah Teâlâ onlara merhameti ve ihsanı nedeniyle o ki­şiyi cennete girdirir. Kim, gençliğini Allah yolunda harcarsa; kıyamet günü bu onun için bir nûr olur. Kim, Allah yolunda bir ok atıp bunu düşmana ulaştırır da isabet ettirir veya ettirmezse; bu, kendisi için bir köle âzâdı olur. Kim bir mü'min köleyi âzâd ederse; Allah onun her uz­vuna karşılık cehennemden kendisinin bir uzvunu âzâd eder. Kim Al­lah yolunda iki çift harcarsa muhakkak ki Allah Teâlâ'nın cennetinin. sekiz kapısı vardır. Onu dilediği kapıdan cennetine girdirir. Bu hadîs­lerin isnadı sağlam ve kuvvetlidir. Hamd ve minnet Allah'a mahsûstur.

Ebu Dâvûd der ki: Bize îsâ İbn Muhammed Ğârîf İbn Deylemî'nin şöyle dediğini nakletti: Biz Vasile İbn Eskâ'a varıp; bize içinde fazlalık veya eksiklik bulunmayan bir hadîs söyle, dediğimizde, kızıp dedi ki: Sizden birinizin okuması var da Mushaf'ı evinde asılıysa ondan artırıp eksiltme yapar mı? Biz dedik ki: Bizim maksadımız sadece Rasûlullah'-tan işitmiş olduğun bir hadîs idi. O dedi ki: Biz, Rasûlullah (s.a.)a öldür­me suçundan dolayı cehennemi hak etmiş bir arkadaşımızı götürdük. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Onun için bir köle âzâd edin, Allah köle­nin her uzvuna karşılık onun bir uzvunu cehennemden kurtarır. Neseî de bu hadîsi Ibrâhîm İbn Ebu Able kanalıyla Vâsüe'den nakleder.

İmâm Ahm.ed İbn Hanbel der ki: Bize Abdüssamed... Ukbe İbn Âmir'den nakletti kî; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Kim bir müs-lüman köleyi âzâd ederse; bu, onun için cehennemden kurtuluş olur. Âbdülvehhâb... Katâde'cfen nakletti ki; Kays el-Cüzâmî, Ukbe İbn Âmir'­den Rasûlullah (s.a.)ın şöyle buyurduğunu bildirmiş: Kim bir mü'min köleyi âzâd ederse; bu, onun için cehennemden korunma olur. Bu ha­dîsin rivayetinde Ahmed İbn Hanbel münferid kalmıştır.

İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Yahya İbn Âdem ve Ebu Ahmed... Berâ İbn Âzib'ten nakletti ki; Bedevinin birisi Rasûlullah (s.a.la gelip: ey Allah'ın Rasûlü, bana cennete girecek bir amel öğret, demiş. Rasû-lullah (s.a.) buyurmuş ki: Konuşmayı kısa tutarsan mes'eleyi acıkla-riiış olursun. Canı âzâd et ve boynunu kurtar. Bedevi dedi ki; Ey Alr lah'ın Rasûlü; her ikisi de aynı değil mi? Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Hayır, canı âzâd etmek yalnızca onu serbest bırakmaktır. Boynu kurta'r-mak ise onun âzâd edilmesine yardım etmektir. Bol süt, zâlim akrabayı iyi yola çekmektir. Eğer bunlara gücün yetmezse; açı doyur, susuza su ver, ma'rûfu emret ve münkerden de nehyet. Şayet buna da güç yeti-remezsen, dilini hayırdan başka şeylerden alıkoy.

«Yahut açlık gününde yemek yedirmektir.» İbn Abbâs kelimesine «açlık günü» anlamını vermiştir. İkrime, Mücâhid, Dahhâk, Katâde ve başkaları da böyle demişlerdir. Bu kelimenin kökü olan kelimesi ise, açlık anlamınadır. İbrahim en-Nehaî ise «yi­yeceğin zor olduğu bir günde.» diye anlam vermiştir. Katâde de «yiye­cek istendiği günde.» diye tefsir etmiştir.

«Yakınlığı olan bir yetime.» Bu gibi günde sana yakın olan bir ye­timi doyur. İbn Abbâs, İkrime, Hasan, Dahhâk ve Süddî böyle demişler­dir. Nitekim İmâm Ahmed İbn Hanbel'in naklettiği hadîste Yezîd... Selmân İbn Âmir'den nakleder ki; o, Rasûlullah (s.a.)ın şöyle buyurdu­ğunu işittim, demiştir: Miskine sadaka vermek bir sadakadır. Akraba­ya ise iki sadakadır. Birisi sadaka, di&eri de sıla-i rahm'dir. Tirmizî vş Neseî de bu rivayeti naklederler. Bu hadîsin isnadı sahihtir.

«Yahut yerde sürünen bir yoksula.» Toprağa bulaşıp yapışmış bir fakire. İbn Abbâs der ki: ( <?>«İi ) kelimesi; evi olmayan ve onu topraktan koruyacak hiç bir şeyi bulunmayan yola atılmış kimse­dir. Bir başka rivayette de şöyle der: Fakirlik ve ihtiyâçtan toprağa bu­laşmış olan kimsedir, onun hiç bir şeyi bulunmaz. Bir başka rivayette ise İbn Abbâs şöyle der: Toprağı uşak olan kimsedir. İbn Ebu Hatim de; vatanından gurbette kalan, anlamını verir. İkrime ise borçlu, muhtaç fakirdir, der. Saîd İbn Cübeyr; hiç bir kimsesi olmayandır, der. İbn Abbâs, Saîd İbn Cübeyr, Katâde ve Mukâtil İbn Hayyân; bu ihtiyâç sa­hibidir, derler. Bu mânâların hepsi de birbirine yakındır.

«Sonra da îmân edenlerden (olmaktır).» Sonra da bu güzel ve te­miz niteliklerle beraber kalbi îmânla dolu olup bu îmânının karşılığını Aziz ve Celîl olan Allah'tan istemektir. Nitekim Allah Teâlâ, başka âyet­lerde şöyle buyurur: «Kim de âhireti isterse ve onun için inanmış ola­rak gerekli çabayı gösterirse; işte onların sa'yi şükre değerdir.» (İsrâ, 19), «Kadın olsun erkek olsun, her kim inanmış olarak iyi amel işlerse; ona hoş bir hayat yaşatacağız.» (Nahl, 97).

«Birbirine sabrı tavsiye, merhameti tavsiye edenlerden olmaktır.» Salih amel işleyen, birbirlerine insanların zahmetlerine karşı sabrı ve onlara merhamet etmeyi tavsiye eden mü'minlerden olmaktır. Nitekim hadîste şöyle buyurulur: Merhamet edenlere Rahman; merhamet eder. Siz yerde olanlara merhamet edin ki; gökteki de size merhamet etsin. Bir başka hadîste de buyurulur ki: İnsanlara merhamet etmeyenlere Allah da merhamet etmez. Ebu Dâvûd der ki: Bize Ebu Şeybe... Abdul­lah İbn Amr'dan nakletti ki; o, şöyle demiş: Kim bizim küçüğümüze merhamet etmez, büyüğümüzün hakkını tanımazsa o, bizden değildir.

«tşte bunlar sağcılardır.» Bu niteliklerle nitelenenler sağcılardan­dır.

«Âyetlerimize küfredenler ise, solcuların kendileridir.» Bunlar so­lun tarafdârlarıdır.

«Onlara sımsıkı kapatılmış bir ateş vardır.» Onlar cehenneme sım­sıkı kapatılmışlardır, buradan kaçıp kurtulamazlar ve çıkamazlar. Ebu Hüreyre, İbn Abbâs, İkrime, Saîd İbn Cübeyr, Mücâhid, Muhammed İbn Kâ'b el-Kurazî, Atıyye el-Avfî, Hasan, Katâde ve Süddî ke­limesinin, kapatılmış anlamına geldiğini söylerler. İbn Abbâs kapıları kitlenmiş anlamını verirken, Mücâhid Kureyş'lilerin lügatında kapıyı kilitliyorum yerine denir. Bu konuyla ilgili hadîs Hümeze sûresinde gelecektir. Dahhâk ise kelimesinin, kapı­sı bulunmayan çevre anlamına geldiğini söyler. Katâde de bu kelimenin, kapanmış olup ışık ve deliğin bulunmadığını ve ebediyyen oradan çıkı­şın imkânsız olduğu anlamına geldiğini söyler. Ebu İmrân der ki: Kı­yamet günü olduğu zaman, Allah Teâlâ her azgını, her şeytânı ve dün­yada iken insanların kendisinin şerrinden korktuğu herkesi demir bağ­larla bağlamayı emreder. Sonra onların cehenneme götürülmesini ve oraya kilitlenmelerini buyurur. Allah'a andolsun ki; onlann ayakları ebediyyen bir yerde karâr kılmaz. Ve onlar ebedî olarak gökyüzüne ba-kamazlar. Ve yine Allah'a andolsun ki; onlann göz kapaklan ebediyyen hiç bir gün kapanma görmez. Ve yine Allah'a andolsun ki; orada ebedî olarak soğuk bir içecek tadamazlar. Bu rivayeti İbn Ebu Hatim naklet-miştir.[2]



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8460-8463

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8463-8467

Free Web Hosting