ŞEMS SÜRESİ2

İzahı3


ŞEMS SÜRESİ

(Mekke'de nazil olmuştur.)

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1  — Andolsun güneşe ve aydınlığına,

2  — Ardından gelmekte olan aya,

3  — Onu açığa çıkardığında gündüze,

4  — Örtüp bürüdüğünde geceye,

5  — Göğe ve onu bina edene.

6  — Yere ve onu yayana,

7 — Nefse ve onu düzenleyene,

8  — Sonra da ona; hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene,

9 — Onu arıtan, gerçekten felaha ermiştir,

10 — Ve onu örtüp kirleten ise muhakkak ziyana uğra­mıştır.

 

Mücâhid der ki: «Andolsun güneşe ve aydınlığına.» kavlindeki kelimesi, güneşin aydınlığıdır. Katâde de bunun bütünüyle gün olduğunu söyler. îbn Cerîr Taberî ise doğru olan şöyle demektir, der: Allah Teâlâ güneşe ve onun gündüzüne kasem etmiştir. Çünkü gü­neşin görünen ışığı gündüzdür.

«Ardından gelmekte olan aya.» Mücâhid kelimesine; ardından gelmekte olan, anlamını vermiştir. Ava ise İbn Abbâs'tan bu­nun günün ardından gelmekte olan, anlamına geldiğini nakleder. Ka­tâde de; onun ardından gelen hilalli gece, diye mânâ verir. Çünkü güneş kaybolunca hilâl görülür. İbn Zeyd der ki; Güneş, ayın yarısında onun peşinden gelir, sonra o güneşin peşinden gelir. Çünkü ayın son yansın­da bu ondan önce gelir. Mâlik, Zeyd İbn Eslem'den şöyle dediğini nak­leder. Kadr gecesi onun ardından geldiğinde.

«Onu açığa çıkardığında gündüze.» Mücâhid aydınlattığında der^ ken, Katâde gündüz onu bürüdüğünde, der. İbn Cerîr Taberî der ki: Bazı Arap dili bilginleri bu âyeti şu mânâda yorumlarlardı: Gündüz ka­ranlığı kovduğunda. Çünkü söz buna delâlet etmektedir. Ben derim ki; eğer bunu söyleyen kişi, gündüz onu açığa çıkardığında diye te'vîl et­seydi bu, daha uygun olurdu. Allah en iyisini bilendir. Bunun için Mü­câhid der ki: «Onu açığa çıkardığında gündüze» kavli Allah Teâlâ'nın «Açıldığı zaman gündüze.» (Leyi, 2) Aydınlandığında kavli gibidir. îbn Cerîr Taberî ise bütün bunlarda zamîiîh güneşe gönderilmesini tercih etmiştir. Çünkü sözkonusu olan güneş bahsidir.

«Örtüp bürüdüğünde geceye.» Yani güneş kaybolup ufukları ka­ranlık kapladığında geceye. Bakıyye İbn Velîd... Yezîd İbn Zu Hamâ-me'den nakletti ki; o, şöyle demiştir: Gece gelince celâli yüce olan Rab buyurur ki: Benim büyük mahlûkum kullarımı örtüp bürüdü. Gece on­ları korkutur. Halbuki onu yaratmış olanın daha çok korkutması gere­kirdi. İbn Ebu Hatim de bu rivayeti nakleder.

«Göğe ve onu bina edene.» Buradaki edatının masda-riyye olması mümkündür. Bu takdirde mânâ; göğe ve onun binâsma, şeklinde olur. Katâde'nin görüşü böyledir. Bu edatın anla­mına olması da muhtemeldir ki, bu takdirde mânâ; göğe ve onu bina edene, olur. Bu, Mücâhid'in görüşüdür. Her ikisi de birbirini gerektirir. Bina yükseltme demektir, Nitekim Allah Teâlâ; «Göğü gücümüzle Biz kurduk.» buyurmaktadır ki bu, gücümüzle demektir. «Ve muhakkak Biz, genişleticiyiz. Yeryüzünü Biz döşedik. Ne güzel döşeyicileriz.» (Zariyât, 47-48) buyurur.

«Yere ve onu yayana.» Mücâhid der ki: Buradaki keli­mesi, yayan anlamınadir. Avfî ise İbn Abbâs'tan bunun orada mahlû-kâtı yaratana, anlamına geldiğini söyler. Ali İbn Ebu Talha da İbn Ab-bâs'ın bu kelimeye taksim edene, anlamını verdiğini bildirir. Mücâhid, Katâde, Dahhâk, Süddî, Sevrî, Ebu Salih ve îbn Zeyd ise bu kelimeye; yayana ve serene, anlamını vermişlerdir. Bu, görüşlerin en meşhur olanıdır. Hem tefsîrcilerin ekseriyyeti bu tefsiri kabul ederken, lügat ehli katında da bilinen anlamı budur. Cevheri ise der ki:

kelimesi, yaydım anlamına gelen kelimesi gibidir.

«Nefse ve ona düzenleyene» Onu sağlam fıtrat üzere dosdoğru ve düzgün yaratmış olana. Nitekim Allah Teâlâ bir başka âyette şöyle bu­yurur: «Öyle ise sen, yüzünü Hanîf olarak dine, Allah'ın fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler.» (Rûm, 30) Rasûlullah (s.a.) da buyurur ki: Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra ana ve babası onu Yahûdî veya Hıristiyan veya Mecûsî yaparlar. Tıpkı hayvanın doğduğunda organlarının tâm olarak doğması gibi. Sen on-jarda hiç bir uzuv eksikliği hisseder misin? Buhârî ve Müslim, bu hadi­si Ebu Hüreyre'den nakletmişlerdir. Müslim'in Sahîh'inde İyâz kanalıyla Rasûlullah'tan nakledilir ki; Azız ve Celîl olan Allah şöyle buyurmuş­tur: Ben, kullarımı Hanîfler olarak yarattım. Şeytânlar gelip onlan din­lerinden çevirdiler.

«Sonra da ona hem kötülüğü, hem de takvayı ilham edene.» Kö­tülüğü ve takvayı gösterene ve açıklayana. Kendisi için takdir olunan yolda yürütene. İbn Abbâs der ki: «Sonra da ona hem kötülüğü, hem de takvayı ilham edene.» kavli; Jıayrı ve şerri açıklayana, demektir. Mü­câhid, Katâde, Dahhâk ve Sevrî böyle derler. Saîd İbn Cübeyr ise; hay­rı ve şerri ilham edene, der. İbn Zeyd de; nefsin kötülüğünü ve takva­sını verene, diye mânâ verir.

İbn Cerîr Taberî der ki: Bize İbn Beşşâr... Ebu'l-Esved'den nakletti ki; o, şöyle demiş: Bana İmrân İbn Husayn şöyle dedi: Görüyor mu­sun insanların çalışıp kendilerini yordukları şey nedir? Onların hakkın­da verilmiş olan bir karâr, Allah'ın önceden tesbit etmiş olduğu bir ka­der veya peygamberlerinin kendilerine getirdiği şeylerden bekledikleri nesneler veya onların aleyhinde pekiştirdiği hüccet nedir? Ben dedim ki: Evet, onların aleyhinde bir hüküm verilmiştir. O, dedi ki: Bu bir zulüm olmaz mı? Bunun üzerine ben, şiddetle korkup irkildim ve kendisine dedim ki: İnsanın yaptığı her şey O'nun yaratması ve O'nun kudreti­nin eseridir. O, yaptığından sorulmaz, halbuki onlar sorumludurlar. îm-rân İbn Husayn dedi ki: Allah seni muhafaza etsin, sadece aklım yok­lamak için bunları sordum. Çünkü Müzeyne kabilesinden —veya Cü-heyne— bir adam Rasûlullah'a gelip dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, insanlann çalışıp didindikleri ve yoruldukları şeyi görüyor musun? Onların başına gelen veya aleyhlerinde hükmedilen bir şey önceden geçmiş bir kader midir, yoksa peygamberlerinin kendilerine getirdiğinden karşıla­yacakları bir şey midir veya aleyhlerinde hüccetin pekiştirilmiş olduğu bir şey midir? Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Evet, onların aleyhlerinde hüküm verilmiş bir şeydir. Adam dedi ki: Öyleyse niye çalışıyorua? Ra­sûlullah (s.a.) buyurdu ki: Allah Teâlâ kimi iki mertebeden birisi için yaratmışsa onun için bu mertebeyi hazırlar. Allah'ın kitabında bunu doğrulayan ifâde: «Andolsun nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona; hem kötülüğü, hem de takvayı ilham edene.» kavlidir. İmâm Ahmed ve Müslim de bu hadîsi Azre İbn Sâbit'ten naklederler.

«Onu arıtan, gerçekten felaha ermiştir ve onu örtüp kirleten ise muhakkak ziyana uğramıştır.» Burada mânânın şöyle olma ihtimâli de vardır: Nefsini temizleyip Allah'a itâatla arıtan —Katâde'nin dediği gi­bi— Ve kötü, aşağılık huylardan temizleyen gerçekten felaha ermiştir. Mücâhid, İkrime ve Saîd İbn Cübeyr'den de bu şekilde rivayet edilir. Allah Teâlâ'nm A'lâ sûresinde buyurduğu da bunun delilidir: «Doğrusu annan, felah bulmuştur. Rabbının adını anıp, namaz kılan.» (A'lâ, 14-15) «Ve onu örtüp kirleten ise; muhakkak ziyana uğramıştır.» Onu kirletip mahcubiyetine rağmen doğru yoldan alıkoyan, günâhları işleyip Azız ve Celîl olan Allah'a itaati terkeden. Mânânın şöyle olması da muh­temeldir: Nefsini Allah için arıtan gerçekten felah bulmuş, nefsini Al­lah için kirleten ise gerçekten ziyan etmiştir. Avfî ve Ali İbn Ebu Tal-ha, Abdullah İbn Abbâs'tan böylece naklederler. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam ve Ebu Zür'a... İbn Abbâs'ın şöyle dediğini naklettiler: Ra­sûlullah (s.a.)ın: «Onu arıtan, gerçekten felah bulmuştur.» âyeti hak­kında şöyle dediğini duydum: Allah'ın arıttığı bir nefis, felah bulmuş­tur. İbn Ebu Hatim de bu hadîsi Ebu Mâlik kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayet eder. Râvîler arasında yer alan Cüveybir İbn Saîd'in hadîsi mek­ruhtur. Yine bu hadîsin râvîleri arasında yer alan Dahhâk, İbn Abbâs'a ulaşmamıştır.

Taberânî de?ki: Bize Yahya İbn Osman... İbn Abbâs'tan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) bu âyeti okudukça durur sonra şöyle dermiş: Al­lah'ım; benim nefsime takvasını ver. Sen onun dostu ve mevlâsısın ve onu  en  iyi arıtan Sensin.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Zür'a... Ebu Hüreyre'den nakletti ki; o, ben Rasûlullah (s.a.)ın: «Sonra da ona; hem kötülüğü, hem de takvayı ilham edene.» kavlini okuyup şöyle dediğini işittim: Allah'ım; benim nefsime takvasını ver. Ve onu arıt. Çünkü Sen, onu arıtanların en hayırlısısın. Sen, onun dostu ve mevlâsısın. Hadîs imamları bu hadîsi bu vecihle tahrîc etmemişlerdir.

İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Vekî'... Hz. Âişe'den nakletti ki; o, Rasûlullah (s.a.)ı yatağında yoklamış, eliyle ona dokunmuş ve secdede olduğunu görmüş. O, secdesinde şöyle diyormuş: Rabbım; nef­sime takvasını ver ve onu temizle. Çünkü onu en iyi temizleyen Sensin. Sen onun dostu ve mevlâsısm. Bu hadîsin rivayetinde Ahmed îbn Han-bel münferid kalmıştır.

İmâm Ahmed îbn Hanbel der ki: Bize Afvân... Zeyd İbn Erkam'dan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle dermiş:

Allah'ım; acizlikten, tenbelükten ve yaşlılıktan sana sığınırım. Kor­kaklıktan, cimrilikten ve kabir azabından Sana sığınırım. Allah'ım; nef­sime takvasını ver ve onu ant. Onu antanlarm en hayırlısı Sensin. Sen onun dostu ve mevlasısın. Allah'ım; fayda vermeyen bilgiden huşu' duy­mayan kalbten, doymayan nefisten .kabul edilmeyen duadan Sana sı­ğınırım. Zeyd İbn Erkam der ki: Rasûlullah (s.a.) bize bunu öğretirdi biz de size öğretiyoruz. Bu hadîsi Müslim, Ebu Muâviye kanalıyla.. Zeyd İbn Erkam'dan nakleder.[1]

 

İzahı

 

«Bürüdüğünde geceye.»

Allah Teâlâ muhtelif isimler altında ışığa kasem ettikten sonra, bir noktada geceye kasem etmektedir. Bu, güneşin kuşatılması halidir. Güneş ışığının önüne engel girip onu gözlerden perdelemesi vaktidir. Ve bu durum çok karanlık gecelerde olur ki bu gecelerde güneş ışığının hiç bir izi görülmez. Gündüzleri olduğu gibi, ne doğrudan doğruya gü­neş görülür, ne de ayın doğduğu gecelerde olduğu gibi güneşin ışığın­dan yararlanma şeklinde olur. Görüldüğü gibi bu hal çok az gecelerde gerçekleşir. Geceleri çoğunlukla ay ışığından hâlî olmaz. Gece, başından sonuna kadar veya kısmen ayın ışığı ile aydınlanır. Ay ışığım güneşin ışığından almaktadır. Öyleyse güneşin tâm olarak tutulduğu geceler yılda bir veya iki veya birkaç tanedir. Karanlık günlerin pek az olması nedeniyle Allah Teâlâ bizzat kendisi için esâs olan şeyin önceden veya daha sonra arız olan bir hal nedeniyle ortadan kalkmasını ifâde için kullanılan muzâri1 sîgasım kullanmıştır. Gündüz ise başından sonuna kadar güneş görülür. Bu durum kendiliğinden böyledir. Ancak ay tutul­ması gibi veya pek yoğun bulut gibi bir nedenle ve çok az kere gündüz güneş görülmez olur. Bu sebeple Allah Teâlâ gündüzden bahsederken de onun ayrılışını ifâde etmeksizin failinin vukuunu anlatan bir mânâ­ya gelmek üzere mâzî... sîgasım kullanmıştır.

Fecr sûresinde olduğu gibi, bu sûrede de Allah Teâlâ karanlığa ye-mîn etmektedir. Çünkü karanlık kişiyi dehşete düşüren ve rûhumuz-daki hareket isteğini engelleyen bir haldir. Ve zorunlu olarak sizin işi­nizi durdurmanızı gerektirir. Kaçışı imkânsız biçimde kişiyi sessizliğe ve durgunluğa iter. Bir nevi korku hegemonyası olan bu hal, sebebi tâm olarak kavranılmasa da muhtelif merhaleleri tâm olarak anlaşılmasa da, sizi her tarafınızdan kuşatan ve nereden kuşattığını da bilemediği­niz bir şekilde tutuveren ilâhî güce pek benzemektedir. İşte bu, onun tezahürlerinden bir tezahürdür. Ayrıca karanlıktaki sükûnda beden ve akıl rahat ettiği gibi, gündüzün aydınlığında yorularak yitirilen rahat­lıkta yeniden kazanılarak sayısız faydalar sağlanır. Bu sebeple Allah Teâlâ dikkatlerimizi karanlığa ve karanlıktaki şeylere çevirerek ona kasem etmektedir.

«Göğe ve onu bina edene» Gök, sizin üstünüzde olan ve başınızın üzerinde yükselen her şeyin adıdır. Biz gök lafzını duyduğumuz zaman, üzerimizde bulunan âlemleri tasavvur ederiz. Bu âlemler içerisinde gü­neş, ay ve yörüngelerinde hareket eden gezegenler ve diğer yıldızlar yer alır. Bize göre gök, işte budur. Ve Allah Teâlâ onu bina etmiş, yani yükseltmiştir. Gökteki yıldızlardan her birini bir kerpiç mesabesinde halketmiş, bir tavanın veya kubbenin veya bizi kuşatan duvarların tuğlası saymıştır. Genel cazibe bağıyla da bu yıldızları birbirine bağla­mıştır. Tıpkı bir binanın bölümlerinin, aralarına konulan sıvı madde­lerle birbirine bağlanması gibi.

«Göğü bina eden, sânı yüce olan Allah'tır.» Ancak bu hitâb, Allah'ı değerli sıfatlarıyla tanımayan bir topluluğa yöneliktir. Bu hitabın asıl maksadı; insanların bu yüce kâinata bir eserden müessir, bir sonuçtan sebeb arayan kişiler gibi bakmalarını ve kâinattan Allah'ı bilmeye in­tikâl etmelerini sağlamak olduğu için Allah Teâlâ şanı yüce olan zâ­tından son derece mübhem olan bir ifâde ile sözediyor. Kaldı ki Allah Teâlâ'ya nisbetle edatları eşittir. Çünkü bu âyetin muhâ-tabları, edatının akıl sahibi yaratıklar için ve edatının da aklı olmayan yaratıklar için kullanıldığını bilirlerdi. Sânı yüce olan Allah'ın zâtı için bu mânâda akıllılık veya akılsızlık ifâde eden bir anlam kullanılamaz. Binâenaleyh o akılların kavrayabileceği nitelik­te bir varlık şeklini İfâde ettiği için her türlü tenzîh şartlan gözonünde bulundurularak zâtını ifâde eden bir lafız kullanılmıştır.[2]

 

11  — Semûd, azgınlığı yüzünden yalanladı.

12  — En azgınları ileri atıldığında,

13  — Allah'ın peygamberi onlara: Allah'ın dişi devesi ve onun su hakkı, demişti.

14 — Fakat onu yalanladılar ve derken    deveyi kes­tiler. Bunun üzerine Rabları günâhları   sebebiyle onları kırıp geçirerek yerle bir etti,

15 — Bunun sonundan hiç korkmayarak.

 

Allah Teâlâ Semûd* kavminden haber vererek onların isyan ve az- « gınlıkları nedeniyle peygamberlerini yalanladıklarını bildiriyor. Muham­med İbn Kâ'b el-Kurazî azgınlıkları anlamına gelen ( ^L^ ) keli­mesini bütünüyle diye tefsir etmiştir. Ancak birinci anlam daha uy­gundur. Mücâhid, Katâde ve başkaları da böyle demişlerdir. Ve arka­sından da peygamberlerinin kendilerine getirdiği hidâyet ve yakîni kalben yalanladıklarını haber vererek buyuruyor ki:

«En azgınları ileri atıldığında.» Kabilenin en azgını. Bu dişi deveyi boğazlayan Kudâr İbn Sâlif'tir. Semûd kavminin en azgını bu idi. Bunun hakkında Allah Teâlâ Kamer sûresinde : «Arkadaşlarını çağırdılar, o da sarılarak onu kesti.» (Kamer, 29) buyurmaktadır. Bu kişi, onlar arasında değerli; kavmi içinde şerefli, sözü dinlenen ve reîs durumunda olan sayılır bir kişi idi. Nitekim İmâm Ahmed îbn Hanbel şöyle der : Bize İbn Ümeyr... Abdullah İbn Zem'a'dan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) hutbe okumuş ve dişi deveden bahsederek, onu boğazlayanı anlat­mış ve : «En azgınları ileri atıldığında» buyurarak kötülükte aşırı giden güçlü, kuvvetli ve toplumu içerisinde karşı konulmayan Ebu Zem'a gibi bir adam öne atıldı, demiştir. Buhârî «Tefsir» bahsinde, Müslim «Cehen­nemin nitelikleri» bahsinde ve Tirmizî ile Neseî de yine «Tefsir» bahsin­de bu hadîsi rivayet ederler. İbn Cerîr ve İbn Ebu Hatim de Hişâm İbn Urve kanalıyla... Abdullah İbn Zem'a'dan bu hadîsi naklederler.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Zür'a... Ammâr İbn Yâsir'in şöyle dediğini nakletti: Rasûlullah (s.a.) Hz. Ali'ye dedi ki: Dikkat et, sana insanların en azgınını anlatayım mı? O; evet, deyince bunlar iki kişidir­ler, biri dişi deveyi kesen Semûd kavminin azgını, diğeri de ya Ali seni dövüp şuraya kadar ıslatan, dedi. Sakalını kasdediyordu.

«Allah'ın peygamberi onlara : Allah'ın dişi devesi ve onun su hakkı, demişti.» Salih (a.s.) onlara; Allah'ın dişi devesine dikkat edin ve ona kötülükle dokunmaktan sakının, demişti. Su içerken de ona saldırma­yın, çünkü bir gün sizin içme günüriüzdür, bir gün onun içme günüdür.

«Fakat onu yalanladılar ve derken deveyi kestiler.» Allah'ın peygam­berinin onlara getirdiği gerçeği yalanlayıp ardından da dişi deveyi kes­tiler. Halbuki Allah, o dişi deveyi kendilerine bir mucize ve aleyhlerin­de hüccet olmak üzere kayadan çıkarmıştı.

«Bunun üzerine Rabları. günâhları sebebiyle onları kırıp geçirerek yerle bir etti.» Rabları onlara kızıp yere geçirdi. Üzerlerine inen cezayı eşit kıldı. Katâde der ki: Bize ulaştığına göre, Semûd kavminin azgını deveyi kesmeden büyük küçük, erkek, dişi hepsi onun peşine takılmış­lardı. Milletin hepsi devenin kesilmesi işine ortak olunca, günâhları ne­deniyle Allah onları topluca ve eşit olarak yere geçirmişti.

«Bunun sonundan hiç korkmayarak.» Bu âyetin şeklinde okunduğu da vâriddir. İbn Abbâs der ki: Allah hiç bir kimseden korkmaz. Mücâhid, Hasan, Bekr îbn Abdullah el-Müzenî ve başkaları da böyle demişlerdir. Dahhâk ve Süddî ise; o deveyi kesen yap­tığının akıbetinden korkmuyordu, demiştir. Ancak birinci görüş daha evlâdır. Çünkü âyetin seyri buna delâlet ediyor. Allah en iyisini bilendir.[3]



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8470-8473

[2] Bekir Karlığa, Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8480-8482

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8482-8483

Free Web Hosting