İNŞİRAH SÛRESİ2


İNŞİRAH SÛRESİ

(Mekke'de nazil olmuştur.)

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1  — Senin göğsünü açmadık mı?

2  — Yükünü üzerinden atmadık mı?.

3  — Ki o senin belini bükmüştü.

4  — Ve senin şanını yükseltmedik mi?

5  — Muhakkak ki güçlükle beraber bir kolaylık vardır.

6  — Elbette güçlükle beraber bir kolaylık vardır.

7  — Öyle ise boş kaldın mı hemen koyul,

8  — Ve Rabbına koş.

 

Allah Teâlâ buyuruyor ki: «Senin göğsünü açmadık mı?» Senin göğsünü açıp aydınlatmadık mı? Geniş, bol ve rahat kılmadık mı? Bu ifâde Allah Teâlâ'mn şu kavli gibidir : Allah, kimi hidâyete erdirmek isterse; onun kalbini İslâm'a açar.» (En'âm, 125) Allah Teâlâ nasıl pey­gamberinin göğsünü açık kılmışsa, aynı şeklide onun getirdiği şeriatı da geniş, rahat, müsamaha dolu ve kolay bir şeriat kılmıştır. Onda ağır­lıklar, sıkıntılar ve zorluklar yoktur.

Denildi ki: «Senin göğsünü açmadık mı?» kavli ile Mi'râc gecesi peygamberin göğsünün açılması kasdediliyor. Nitekim Isrâ sûresinde Mâlik İbn Sa'saa'mn rivayet ettiği hadîs geçmişti. Tirmizî bu rivayeti bu âyetin tefsirinde îrâd eder. Bu, her ne kadar gerçek olsa da yukarıdaki mânâ ile bunun arasında bir çelişki yoktur. Mi'râc gecesi peygamberin göğsünüff açılması da Allah'ın peygamberinin göğsünü açması cümle­sinden bir haldir. Onda meydana gelen ma'nevî aydınlıktan kaynaklan­maktadır. Allah, en iyisini bilendir.

Abdullah îbn İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Muhammed İbn Abdurrahîm Ebu Yahya el-Bezzâr... Übeyy İbn Kâ'b'tan nakletti ki; Ebu Hüreyre kendisinden başka kimsenin soramayacağı şeyleri Ra-sûlullah (s.a.)a sorardı. Bir seferinde dedi ki : Ey Allah'ın Rasûlü; nü­büvvet konusuyla ilgili ilk gördüğün şey nedir? Rasûlullah (s.a.) düz oturup dedi ki: Ey Ebu Hüreyre; sen bir suâl soruyorsun. Doğrusu ben, on yaşından birkaç ay almışken çöle düştüm. Ve başımın üstünden bir konuşma duydum. Baktım ki bir adam diğer adama; o, o mu? diyor Adam; evet, deyince ikisi beni karşıladılar. Hiç bir yaratıkta görmediğim bir çehre ve hiç bir yaratıkta bulmadığım bir rûh ve hiç bir yerde gör­mediğim elbiseleri vardı. Yürüyerek bana doğru geldiler. Nihayet her biri benim bir bacağımı tuttu, ama hiç birinin tuttuğunun farkında değildim. Biri arkadaşına dedi ki : Yatınn. Çekmeksizin ve zorlamak-sızın beni yatırdılar. Biri diğerine dedi ki : Göğsünü yar. İkisinden birisi göğsüme uzandı ve benim gördüğüme göre kan akmaksızın ve ağn duy­maksızın göğsümü yardı. Adam dedi ki: İçindeki kin ve hasedi çıkar. O da pıhtı şeklinde bir şey çıkardı, sonra tutup attı. Daha sonra adam diğerine dedi ki: Merhamet ve şefkati girdir. Bir de baktım ki, gümüşe benzer bir şey çıkardı. Sonra benim sağ ayağımın baş parmağını titre­tip; salim olarak kalk, dedi. Ben, böylece kalkıp koştum. Küçüğe şefkat, büyüğe merhamet dolu olarak.

«Yükünü üzerinden atmadık mı?» Bu ifâde Allah Teâlâ'nın : «Tâ ki, Allah, senin geçmiş ve gelecek günâhını bağışlasın.» (Fetih, 2) kavli gibidir.

«Ki o, senin belini bükmüş.» Bükme anlamına gelen kelimesi ses, demektir. Seleften birçok kişi ise bu âyete onu taşımak sana ağır geliyordu, diye mânâ vermişlerdir.

«Ve senin sânını yükseltmedik mi?» Mücâhid der ki: Ne zaman Be­nim zikrim olursa, sen de Benimle beraber zikredilirsin. Çünkü kelime-i şehâdette; Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim, denildiği gibi, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehâdet ederim de denilir.

Katâde der ki : Allah Teâlâ, onun dünya ve âhirette şanını yüceltti. Hutbe okuyan bir hatîb, şehâdet getiren bir müslüman, namaz kılan bir mü'min, mutlaka ona seslenir ve; Allah'tan başka ilâh yoktur, muhak­kak Muhammed Allah'ın Rasûlüdür, der.

İbn Cerîr Taberî der ki : Bize Yûnus... Ebu Saîd el-Hudrî'den nak­letti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş : Cebrail bana gelip dedi ki: Benim ve senin Rabbın, sânını nasıl yücelttiğime bir baksın diyor, dedi. Allah Rasûlü; Allah en iyi bilendir, dedi. Allah Teâlâ buyurdu ki: Benim adım anılınca Benimle beraber sen de anılırsın. İbn Ebu Hatim bu ha­dîsi Yûnus ibn Abd'ül-A'lâ kanalıyla... Ebu Saîd'den rivayet eder. Ebu Ya'lâ da İbn Lehîa kanalıyla Derrâc'tan rivayet eder.

İbn Ebu Hatim der ki : Bize Ebu Zür'a... İbn Abbâs'tan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) "şöyle buyurmuştur : Rabbjmdan bir şey diledim ki onu istememiş olmayı çok arzulardım. Rabbıma dedim ki : Benden ön­ceki peygamberlerden bazılarına rüzgârı müsahhar kıldın, bazıları ölü­leri diriltirdi. Rabbım buyurdu ki : Ey Muhammed; «Seni öksüz bulup ta barındırmadım mı?» Ben; evet Rabbım, dedim. Rabbım buyurdu ki : «Seni şaşırmış bulup ta doğru yola eriştirmedim mi?» Ben; evet Rab­bım, dedim. O buyurdu ki: «Seni fakir bulup ta zenginleştirmedim mi?» Rasûlullah (s.a.) der ki : Evet Rabbım, dedim. Buyurdu ki : «Senin göğ­sünü açmadım mı? Şanını yüceltmedim mi?» Ben; evet Rabbım, dedim.

Ebu Nuaym, Delâil en-Nübüvve'de der ki: Bize Ahmed... Enes İbn Mâlik'ten nakletti ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş : Allah'ın bana emrettiği gökler ve yerle ilgili hususları bitirince ben dedim ki: Rabbım, şüphesiz ki benden Önce gelen her peygamberi Sen şereflen­dirdin. İbrahim'i Halîl (dost), Musa'yı Kelîm (konuşulan) yaptın. Dâ-vûd'a dağları müsahhar kıldın. Süleyman'a rüzgârı ve şeytânları mü­sahhar kıldın ve İsa'nın eliyle de ölüleri dirilttin, bana ne yaptın? Bu­yurdu ki: Ben, sana bütün bunlardan daha üstününü vermedim mi? Doğrusu Ben ne zaman zikredilirsem, sen de Benimle beraber zikredi­lirsin. Senin ümmetinin kalbini açıkça okumakta oldukları incil (müjde) kıldım. Onlar açıktan Kur'ân okurlar. Senin ümmetinden önce hiç bir ümmete onu vermemiştim. Ve Ben, sana Rabbının hazînelerinden bir hazîne verdim. «Güç ve kuvvet ancak yüce ve ulu Allahmdır.»

Beğavî de İbn Abbâs ve Mücâhid'den nakleder ki, bununla ezan kasdedilmiştir. Yani ezanda Rasûlullah'ın Allah ile birlikte isminin zik­redilmesi. Ve Beğavî Hasan İbn Sâbit'in şiirlerinden de bir şiir nakleder:

«O nübüvvetin hâtemidir. Onunla gurur duyarım ben,

Allah tarafından gönderilmiştir parlayan ve görülen nurdan.

Tanrı peygamberin adını kendi adına ekledi,

Nitekim beş vakit namazda müezzin şehâdet getirir.

Onu yüceltmek için kendi adından türetti adını,

Arş'ın sahibi olan Allah hamdedilendir (Mahmûd)

Bu da Muhammed'dir.»

Başkaları da derler ki : Allah Teâlâ peygamberinin şanını öncekiler ve sonrakilerin arasında yüceltmiş ve bütün peygamberlerden ona îmân etmelerini ve ümmetlerinin de bu peygambere îmân etmeleri için onlar­dan ahid almalarını belirtip bunu ilân etmiştir. Sonra Allah Teâlâ onun zikrini kendi ümmetinin arasında da yaymış ve ne zaman Allah'ın adı zikredilirse, mutlaka onun adı da birlikte zikredilmiştir. Sarsarî mer-hûm'un şu beyti ne güzeldir :

«Farz namazlarda ezan sahîh olmaz asla,

Ancak onun tatlı adını sevimli ağızlarda anınca.»

Bir başka mısraında da şöyle der :

«Görmez misiniz bizim ezanımız sahîh olmaz hiç,

Farzımız da yerini bulmaz onun adını tekrarlamayınca

Her  ikisinde.»

«Muhakkak ki güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Elbette güç­lükle beraber bir kolaylık vardır.» Allah Teâlâ her zorlukla beraber bir kolaylığın da bulunduğunu haber vererek bu haberi pekiştiriyor.

. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Zür'a... Âiz İbn Şüreyh'ten nak­letti ki; o, Enes İbn Mâlik'in şöyle dediğini işittim, demiştir : Rasû-lullah (s.a.) oturmuştu ve karşısında da bir taş vardı, buyurdu ki . Zorluk gelip şu taşa girseydi, kolaylık gelip ona girer ve zorluğu ora­dan çıkarırdı. Bunun üzerine Azız ve Celîl olan Allah : «Muhakkak ki güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Elbette güçlükle beraber bir kolay­lık vardır.» âyetini inzal buyurdu. Ebu Bekr el-Bezzâr bu hadîsi Müs-ned'inde Muhammed İbn Ma'mer kanalıyla... Enes İbn Mâlik'ten nakle­der. Onun ifâdesi ise şöyledir : Zorluk gelip şu taşın içine girseydi, ko­laylık gelir ve en sonunda onu çıkarırdı. Sonra da : «Muhakkak ki güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Elbette güçlükle beraber bir kolay­lık vardır» dedi. Devamla Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Bu hadîsi Enes'ten yalnızca Âiz İbn Şüreyh'in naklettiğini biliyoruz. Ben derim ki: Ebu Hatim er-Râzî onun hakkında; hadîsi zayıftır, der. Ancak bu hadîsi Şu'be, Muâviye İbn Kurrâ kanalıyla bir adamdan, o da Abdullah İbn Mes'ûd'dan mevkuf olarak nakleder.

İbn Ebu Hatim der ki : Bize Hasan İbn Mühammed îbn Sabah... Hasan'dan nakletti ki; şöyle derlermiş : Bir tek zorluk iki kolaylığı alt  edemez.

İbn Cerîr Taberî der ki : Bize İbn Abd'ül-A'lâ... Hasan'dan nakletti ki;Rasûlullah (s.a.) bir gün gülerek neş'eli ve sevinçli olarak çıkmış ve şöyle diyormuş : Bir zorluk iki kolaylığı yenemez. Bir zorluk iki ko­laylığı yenemez. Çünkü «Muhakkak ki zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Elbette zorlukla beraber bir kolaylık vardır.» İbn Cerîr Taberî aynı rivayeti Avf kanalıyla Yûnus İbn Ubeyd'den o da Hasan'dan mürsel olarak nakleder.

Saîd Katâde'den nakleder ki; Rasûlullah (s.a.)uı ashabını bu âyetle muştulayıp şöyle dediği bize aktarıldı : Bir zorluk iki kolaylığı yenemez. Bunun mânâsı şudur : Zorluk ifâdesi her iki âyette de ma'rife olarak zikredilirken kolaylık nekre olarak zikredilip, iki kerre tekrarlanıyor. Bunun için de Rasûlullah (s.a.); bir zorluk iki kolaylığı yenemez, demiş­tir. Bu ifâde ile Allah Teâlâ'nm «Muhakkak ki güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Elbette güçlükle beraber bir kolaylık vardır.» kavlini kasdetmiştir. Birinci zorluk ikincinin aynıdır. Halbuki kolaylık tekrar­lanmıştır.

Hasan İbn Süfyân der ki : Bize Yezîd İbn Salih... Ebu Hüreyre'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur : Gökten yardım nzık mikdârınca inmiştir. Sabır da musibet miktarınca.

İmâm Şafiî merhumdan şöyle dediği rivayet edilir :

«Güzel sabır kurtuluş ne de yakın,

Her işte Allah'ı gözeten mutlaka kurtulur.

Allah'ı tasdik edene bir eziyyet değmez

O'ndan isteyen de mutlaka istediğine erişir.»

İbn Büreyd der ki : Ebu Hatim es-Sicistânî bana şu şiiri okudu :

«Kalbleri ümidsizlik kuşattığında,

Rahat göğüsler, sımsıkı daraldığında,

İstenmeyen şeyler dinip rahat geldiğinde,

Ve onların yerini rahatlıklar aldığında,

Sıkıntının gitmesi için bir yol bulamadığında,

Hiç bir zekî kendi düşüncesiyle ondan kurtulamadığında,

Senin ümidsizüğine karşılık

Elbet  bir yardım gelir,

Yardıma koşan lütuf sahibi sana lütfeder.

Bütün olaylar son bulduğunda,

Yakın bir kurtuluş elbet ardından gelecektir.»

Bir başkası da şöyle der :

«Delikanlının sıkıntıya düştüğü pekçok olaylarda,

Mutlaka Allah katında vardır bir çıkış,

Olaylar tamamlanıp halkalar bağlanınca,

Bolluk gelir ama delikanlı onun hiç açılmayacağını

Sanırdı.»

«Öyleyse boş kaldın mı hemen koyul ve Rabbına koş.» Dünya iş­lerini bitirince meşguliyetlerin son bulunca dünya ile ilişkilerini kesince ibâdete koyul. Zihnin rahat ve kuvvet dolu olarak ibâdete kalk. Niyye-tini ve ibâdetini Rabbına tahsis et. Rasûlullah (s.a.)in sıhhati üzerinde ittifak bulunan hadîsindeki şu sözü de bu türdendir : Yemek hazırlandı­ğında namaz yoktur. İki pis ile (idrar ve gaita) savaşıldığında da namaz yoktur. Rasûlullah (s.a.)ın şu kavli de bu kabildendir : Namaza çağı-rılıp akşam yemeği de hazır olursa, önce yemekle işe başlayın.

Bu âyetin tefsirinde Mücâhid der ki: Dünya işlerini bitirip namaz için kalktığında, Rabbın için dikil. Ve yine ondan nakledilen bir riva­yette : Namaz için kalktığında ihtiyâçların için koş, demiştir. îbn Mes' ûd'dan nakledilir ki; o, şöyle demiştir : Farzları bitirince geceleyin kıya­ma dur. İbn İyâz'dan da benzer bir rivayet nakledilir. Abdullah İbn Mes'ûd'dan nakledilen bir rivayette o, namazını bitirdikten sonra otur­makta isen kalk ve Rabbına koş, demiştir. Ali İbn Ebu Talha, İbn Abbâs' tan nakleder ki; o, «Öyle ise boş kaldın mi hemen koyul.» kavline duaya koyul, diye mânâ vermiştir. Zeyd İbn Eşlem, Dahhâk'tan nakleder ki; o, Öyle ise cihâddan boşaldın mı ibâdete koyul, demiştir.

«Ve Rabbına koş.» Arzu ve niyetini Aziz ve Celîl olan Allah'a tah­sis  et.[1]



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8505-8510

Free Web Hosting