KEVSER SÛRESİ2

İzahı4


KEVSER SÛRESİ

(Medine'de nazil olmuştur. Mekke'de nazil olduğu da söylenir.)

 

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

1 — Gerçekten Biz, sana Kevser'i verdik.

2 — Öyle ise Rabbın için namaz kıl ve kurbân kes.

3 — Sana buğzeden; şüphesiz ki zürriyetsiz olan, işte odur.

 

İmâm Ahmed îbn Hanbel der ki: Bize Muhammed İbn Fudayl... Enes İbn Mâlik'ten nakletti ki; o, şöyle demiş: Rasûlullah (s.a.) hafif­çe daldı, sonra tebessüm ederek başım kaldırdı. Yâ kendisi söyledi veya kendisine; niçin güldün? denildi de Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Ba­na az önce bir sûre indirildi. Ve okumaya başladı: «Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. Gerçekten Biz, sana Kevser'i verdik. Öyleyse Rab­bın için namaz kıl ve kurbân kes. Sana buğzeden; şüphesiz ki zürriyet­siz olan, işte odur.» Sûreyi sonuna kadar okuduktan sonra dedi ki: Kev­ser nedir biliyor musunuz? Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dediler. Rasû­lullah (s.a.) buyurdu ki: O, bir ırmaktır. Azîz ve Celîl olan Rabbım onu cennette bana vermiştir. Onun üzerinde pekçok hayır vardır. Ümmetler kıyamet gününde ona gelir ve onun katları yıldızlar sayısıncadır. Kullar kendi aralarında tartışırlar, ben derim ki: Ey Rabbım; o, benim ümmetimdendir. Bana denilir ki: Senden sonra ne yaptıklarını nereden bile­ceksin? îmânı Ahmed bu hadisi bu iki isnâdla ve bu ifâdeyle nakleder. Havz'm nitelikleri bahsinde vârid olur ki, kıyamet gününde havuza gökteki iki oluktan Kevser ırmağının suyu akar. Ve gökteki yıldızların sayısınca onun üzerinde kaplar vardır. Bu hadîsi Müslim, Ebu Dâvûd ve Neseî Muhammed İbn Fudayl kanalıyla... Enes'ten naklederler. Müslim'in ifâdesi şöyledir:

Rasûlullah (s.a.) aramızda bulunduğu bir gün birden hafîf bir da­lışla daldı, sonra mütebessim olarak başını kaldırdı. Biz; ey Allah'ın Rasûlü, seni güldüren nedir? dedik. Buyurdu ki: Az önce bana bir sûre indirildi ve bu sûreyi okudu. Sonra Kevser nedir biliyor musunuz? dedi. Biz; Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dedik. Buyurdu ki: Ö, bir nehirdir. Azîz ve Celîl olan Rabbım onu bana vaadetmiştir. Onun üzerinde pek-çok hayır vardır. O bir havuzdur ki kıyamet günü ümmetim ona gelir, gider. Yıldızların sayısınca katı vardır. Onlardan bir kul çıkarılır. Ben derim ki: Rabbım, o, benim ümmetimdendir. Allah Teâlâ buyurur ki; senden sonra ne ihdas ettiklerini bilir misin sen? Buna dayanarak Kur-râ'dan pekçoğu -bu sûrenin Medine'de nazil olduğunu söylerler. Fakîh-lerden birçoğu da besmelenin sûreden bir bölüm olduğunu ve bununla beraber indirildiğini bildirirler.

«Gerçekten Biz, sana Kevser'i verdik.» Yukarıda geçen hadîste bu­nun, cennette bir ırmak olduğu, belirtilmişti. İmâm Ahmed başka yol­larla Enes'ten nakleder ve der ki: Bize Affân, Enes'in bu âyeti okuduğu­nu, sonra şöyle dediğini nakletti: Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Bana Kevser verildi. Ve o, akan bir ırmaktır. O, parçalara ayrılmamıştır. Onun önünde inciden kubbeler vardır. Elimle onun toprağına vurdum, bir de baktım ki tatlı kokulu misktir. Onun çakılı ise incidir.

Yine İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Muhammed îbn Ebu Adiyy... Enes'ten nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Ben, cennete girdim ve bir de baktım ki bir ırmaktayım, iki yakası inciden çadırlarla kaplı. Elimi suyun aktığı yere vurdum bir de baktım ki o, tat­lı kokulu misktir. Ey Cebrail bu nedir? dediğimde, dedi ki: İşte bu, Azız ve Celîl olan Allah'ın sana vermiş olduğu Kevser'dir. Buhârî ve Müslim Sahîh'lerinde Şeybân İbn Abdurrahmân kanalıyla... Enes İbn Mâlik'ten naklederler ki, Rasûlullah (s.a.) göğe çıkarıldığında şöyle demiş: Bir nehre vardım, iki yakası içe dönük inci kubbelerle dolu. Ey Cebrail bu nedir? dediğimde; bu, kevserdir, dedi. Buhârî merhumun lafzı böyledir.

İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Rebî'... Şureyk İbn Ebu Münir'den nakletti ki, o; Enes İbn Mâlik'in bize şöyle anlattığını işittim, demiştir. Rasûlullah (s.a.) mi'râca götürüldüğünde, Cebrâîl (a.s.) onu dünya gö­ğünde bir yere götürdü ve orada bir ırmakla karşılaştı. Üzerinde inci ve zebercedden bir köşk vardı. Rasûlullah onun toprağını kokladı ve bir de baktı ki o, misktir. Ey Çebrâîl, bu ırmak da ne? deyince; bu, Rabbı-nın senin için hazırlamış olduğu Kevser'dir, dedi. Mi'râc ile ilgili hadîs İsrâ sûresinde Şureyk kanalıyla Enes'ten menkûldür ve Buhârî ve Müs­lim'den tahrîc edilen şekliyle orada geçmişti.

Saîd, Katâde kanalıyla Enes'ten nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) şöy­le buyurmuştur: Ben, cennette gezinirken önüme bir ırmak çıktı. İki yakası içi boş inciden kubbelerdendi. Beraberimde bulunan melek; bu nedir, biliyor musun? dedi. Sonra; bu, sana Rabbınm verdiği Kevser'­dir, dedi. Elimi onun toprağına vurdum da, çamurundan misk çıktı. Süleyman İbn Tarhân da Katâde'den bu rivayeti nakleder.

İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ahmed İbn Süreye... Enes İbn Mâlik'­ten nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) a Kevser'den suâl edildiğinde, buyur­muştur ki O, bir nehirdir. Allah onu cennette bana vermiştir. Toprağı misktir. Sütten daha ak, baldan daha tatlıdır. Ona, boyunları deve boy­nu gibi olan kuşlar gelir. Ebubekir (r.a.) dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü o, çok güzel olmalıdır. Rasûlullah buyurdu ki: Onları yemek kendilerinden daha güzeldir.

İmâm Ahmed İten Hanbel der ki: Bize Ebu Seleme... Enes'ten nak­letti ki; adamın birisi; ey Allah'ın Rasûlü, Kevser nedir? demiş de, Ra­sûlullah (s.a.) buyurmuş ki: Cennette bir nehirdir. Rabbım onu bana vermiştir. O, sütten daha ak, baldan daha tatlıdır. Orada boyunları deve boynu gibi olan kuşlar vardır. Hz. Ömervdedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü o, çok güzel olmalıdır. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Onları yemek, ken­dilerinden daha da güzeldir. İbn Cerîr Taberî bu hadîsi Zührî kanalıyla Enes İbn Mâlik'ten aynı şekilde nakleder.

Buhârî der ki: Bize'Hâlid İbn Yezîd el-Kâhilî... Hz. Âişe'den nakletti ki; ona Kevser sûresi sorulduğunda şöyle demiş: Peygamberimiz (a.s.)e verilmiş olan bir ırmaktır. İki kıyısı içi boş incilerle doludur. Onun kabı yıldızlar sayısıncadir. Sonra Buhârî der ki: Bu hadîsi, Ebu Zekeriyyâ, Ebu'l-Ahvaz ve Muttarif, Ebu .İshâk'tan nakletmişlerdir. İmâm Ahmed İbn Hahbel ve Neseî bu hadîsi Muttarif tarîkıyla Ebu îshâk'tan nakle­der.

İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ebu Küreyb... Hz. Aişe'den nakletti ki; Kevser, cennette bir ırmaktır. İki kıyısı içi boş incidendir. îsrâîl der ki: Kevser, cennette bir ırmaktır. Üzerinde gökteki yıldızların sayısın­ca kaplar vardır.

Abd İbn Humeyd... Şakîk veya Mesrûk'tan nakleder ki, o; ben, Hz. Âişe'ye; ey mü'minlerin annesi bana Kevser'den söz et, dedim de, Hz. Âişe dedi ki: Cennetin bağrında bir ırmaktır. Ben; cennetin bağrı ne? deyince, o; ortası, dedi. Onun iki yakasında inciden ve yakuttan köşkler vardır, toprağı misk, çakılı yâkût ve incidir.

Ebu Küreyb.,. İbn Ebu Necîh kanalıyla, Hz. Aişe'den nakleder ki; kim Kevser'in şırıltısını duymak isterse, iki parmağını iki kulağına koysun. Bu hadîs İbn Ebu Necîh ile Hz. Âişe arasında kopuk bir ha­dîstir. Bazı rivayetlerde İbn Ebu Necîh'ten sonra bir başka adam, Hz. Aişe'den nakletti, denilir. Bu demektir ki; o, bunun benzerini işitmiş-tir. Yoksa kendisi işitmiş değildir. Allah en iyisini bilendir. Süheylî de der ki: Bu hadîsi Dârekutnî merfû' olarak Mâlik kanalıyla... Hz. Pey­gamberden nakletmiştir.

Sonra Buhârî der ki: Bize Ya'kûb İbn îbrâhîm... İbn Abbâs'tan nak­leder ki; o, Kevser hakkında:

Allah'ın peygambere sunduğu hayırdır, demiştir. Ebu Bişr der ki: Ben, Saîd İbn Cübeyr'e; insanlar onun cennette bir ırmak olduğunu sa­nıyorlar, dedim de, Saîd İbn Cübeyr dedi ki: Cennetten bir ırmak olma­sı ia Allah'ın ona lütfetmiş olduğu bir hayırdır. Bu hadîsi Buhârî, Hü-şeym kanalıyla... İbn Abbâs'tan da nekleder. İbn Abbâs; Kevser pekçok hayır, anlammadır, der. Sevrî de Ata İbn Saîd kanalıyla, Saîd İbn Cü-beyr'den, o, îbn Abbâs'tan nakleder ki; Kevser; çok-hayır, demektir. Bu tefsîr hem ırmak ve hem de başka şeyi içine alır. Çünkü kelimesi, çokluk anlamına gelen kelimesinden türemiştir ve bu; çok hayır, demektir. İbn Abbâs, Ikrime, Saîd İbn Cübeyr, Mücâhid, Muhârib, İbn Dînar ve Hasan İbn Ebu'l-Hasan el-Basrî'den nakledildiği gibi, nehir de bu hayır içerisindedir. Hattâ Mücâhid; Kevser dünya ve âhirette pekçok hayırdır, der.

îkrime ise, Kevser'in Kur'ân, peygamberlik ve âhiret sevabı, olduğunu söyler. İbn Abbâs'ın Kevser'i; Irmak, diye tefsir etmesi sahihtir. İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ebu Şureyk... İbn Abbâs'tan nakletti ki; Kevser cennette bir nehirdir. İki yakası altın ve gümüştendir. Yâkût ve incinin üzerinden akar. Suyu kardan ak, baldan tatlıdır. Avfî de, İbn Abbâs'tan buna benzer bir rivayeti nakleder.

tbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ya'kûb... İbn Ömer'den nakletti ki; Kevser, cennette bir ırmaktır. İki yakası altın ve gümüştendir. İnci ve yakutun üzerinden akar. Suyu sütten daha ak, baldan daha tatlıdır. Tir­mizî üe bu rivayeti Abd îbn Humeyd kanalıyla, Atâ İbn Saîd'den mev­kuf olarak rivayet eder. Merfû' olarak rivayetinde Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Ali îbn Hafs... Abdullah İbn Ömer'den nakletti ki; Rasû-lullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Kevser, cennette bir ırmaktır. İki yakası altındandır. Suyu incinin üzerinden akar. Suyu sütten daha ak, baldan daha tatlıdır. Tirmizî, îbn Mâce, îbn Ebu Hatim ve İbn Cerîr Taberî bu hadîsi Muhammed tbn Fudayl kanalıyla Atâ İbn Saîd'den merfû olarak naklederler. Tirmizî; hasen, sahîh bir hadîstir, der.

İbn Cerîr Taberî der ki: Bana Ya'kûb... Atâ İbn Saîd'ten nakletti ki, o; şöyle demiş: Bana Muhârib, Saîd İbn Cübeyr, Kevser hakkında ne dedi? dediğinde, ben dedim ki: Bize Abdullah İbn Abbâs'ın şöyle dedi­ğini anlattı: Kevser; pekçok hayırdır. Bunun üzerine o; doğru söylemiş. Allah'a andolsun ki o, çok hayırdır. Ancak Abdullah İbn Ömer bize bir hadîs nakledip dedi ki: Kevser sûresi nazil olduğunda, Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Kevser, cennette bir ırmaktır. İki yakası altındandır, inci ve yakutun üzerinden akar.

îbn Cerîr Taberî der ki: Bize İbn el-Berkî... Üsâme îbn Zeyd'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) bir gün Abdülmuttaliboğlu Hamza'nın ya­nma gitmiş ve onu bulamamış. Hanımına onu sorduğunda,—ki onun hanımı Neccâr oğullarındandı— kadın demiş ki: Ey Allah'ın peygam­beri, az önce sana gitmek üzere çıktı. Öyle sanıyorum ki o, Neccâr oğul­ları sokaklarından bir kısmında şaşırdı. İçeri girmez misin ey Allah'ın Rasûlü? Rasûlullah (s.a.) içeri girdi. Kadın ona hurma, kuru süt ve yağdan yapılan Heyse isimli yemek takdîm etti. Rasûlullah (s.a.) ondan yedi. Kadın dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, ne mutlu sana, ne iyi ettin de geldin. Halbuki ben sana gelmek ve seni tebrîk etmek isterdim, Ebu îmâre bana bildirdi ki; sana cennette Kevser denilen bir ırmak veril­miş. Rasûlullah (s.a.y buyurdu ki: Evet, onun toprağı yâkût, mercan, zeberced ve incidendir. Bu hadîsin râvîleri arasında yer alan Haram İbn Osman zayıf bir kişidir. Ancak hadîsin siyakı güzeldir. Bu hadîsin aslı sahîhtir. Hattâ pekçok hadîs imâmı katında kesinlik ifâde eden ta­rîklerle tevatür derecesine varmıştır. Havuzla ilgili hadîsler de böyledir. Enes, Ebu'l-Âliye, Mücâhid ve seleften bir başkasından rivayet edilmiş­tir ki Kevser, cennette bir ırmaktır. Atâ ise; cennette bir havuzdur, der.

«Öyle ise Rabbın için namaz kıl ve kurbân kes.» Yani sana dünya ve âhirette pekçok hayır verdiğimize göre —nitelikleri yukarıda geçen ırmak da bu hayırlar, arasındadır— Rabbın için ihlasla sana farz kılman veya nafile olarak üzerine emredilen namazı kıl. Kurbânım kes. Yalnız O'na ibâdet et. Ortak koşma ve yalnız eşi ve benzeri bulunmayan O'nun adına kurbân kes. En'âm sûresinde buyurulduğu gibi: «De ki: Muhak­kak benim namazım, ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbı olan Allah içindir. O'nun hiç bir ortağı yoktur. Ben, böylece emrolun-dum. Ve ben, müslümanların ilkiyim.» (En'âm, 161-162) İbn Abbâs, Atâ, Mücâhid, İkrime ve Hasan, bununla deve ve benzeri hayvanların kurbân edilmesinin kasdedildiğini söylemişlerdir. Katâde, Muhammed İbn Kâ'b el-Kurazî, Dahhâk, Rebî' İbn Enes, Atâ el-Horasânî, Hakem, İsmâîl İbn Ebu Hâlid ve Seleften başkaları da böyle demişlerdir. Bu durum, müş­riklerin Allah'tan başkasına secde etmeleri ve Allah'tan başkası adına kurbân kesmeleri halinden farklıdır. Nitekim Allah Teâlâ: «Üzerine Al­lah'ın adı anılmayanlardan yemeyin.» (En'âm, 121) buyurmaktadır. De­nildi ki; (Kurbân kes.» kavlinden maksad, boğazın altında sağ eli sol elin üzerine koymaktır. Bu Hz. Ali'den nakledilir, ancak sahih değildir. Şa'bî'den de benzer bir rivayet nakledilir. Ebu Ca'fer el-Bâkır ise kelimesine; namaza başlarken iki elini kaldır, anlamını veı-miştir. Bu kelimeye; boğazını kıbleye çevir, anlamını verenler de ol­muştur. İbn Cerîr Taberî bu üç görüşü de zikreder.

Burada İbn Ebu Hatim gerçekten münker bir hadîs rivayet eder ve der ki: Bize Vehb îbn İbrahim 255 senesinde İsrail İbn Hatim el-Merre-rî'den nakletti ki; ona Mukâtil İbn Hayyân, Esbâğ'dan nakletmiş, ona da Ali İbn Ebu Tâlib'ten nakledilmiş ki, Kevser sûresi Hz. Peygambere nazil olunca, Rasûlullah (s.a.): Ey Cebrail; Rabbımın bana emrettiği bu kurbân da nedir? demiş, Cebrail; bu kurbân değildir, ancak Rabbım sana namaza başlamak üzere tekbir getirdiğinde, iki elini kaldırmam emretmektedir. Rükû'a gittiğinde, başını rükû'dan kaldırdığında ve secdede bunlafı emretmektedir. Çünkü bu, bizim ve yedi gökte bulu­nan meleklerin namazıdır. Her şeyin bir süsü vardır, namazın süsü de her tekbir alındığında iki eli kaldırmaktır, demiş. Hâkim de «el-Müsted-rek» isimli eserinde İsrâîl İbn Hatim kanalıyla bu rivayeti nakleder.

Atâ el-Horasânî: «Ve kurbân kes.» kavline rükû'dan sonra vücû­dunu dik tut ye dengeli ol, boynunu dışarı çıkar, diye mânâ vermiştir. Bununla ta'dîl-i erkânı kasdetmektedir. İbn Ebu Hatim bu rivayeti nak­leder.

Bütün bu sözler gerçekten garîbtir. Sahîh olan, ilk sözdür ve kelimesi ile kurbân kesmenin kasdedilmiş olduğudur. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.) bayram namazım kılar, sonra kurbânını keser ve: Kim bizim bu namazımızı kılar, bu kurbânımızı keserse; kurbânında isabet ettirmiştir. Kim de namazdan önce kurbân keserse; kurbânı kabul olmaz, buyurmuş. Ebu Bürde kalkıp demiş ki: Ey Allah'ın Rasû-lü; ben koyunumu namazdan önce kestim ve bu günün, etin sevildiği gün olduğunu bildim. RasuluUah (s.a.) buyurmuş ki: Senin koyunun et koyunudur. Ebu Bürde demiş ki: Benim yanımda iki koyundan daha sevimli olan bir dişi oğlak var. Ben onu kessem yerine geçer mi? Rasû-lullah (s.a.); senin için yerine geçer, ajna senden sonra bir başkası için geçmez, buyurmuş. Ebu Ca'fer îbn Cerîr Taberî der ki: Doğru olan, bu âyete şöyle mânâ verenlerin sözüdür: Namazını putlar ve ilâhlar için değil, sırf Rabbmm rızâsı için kıl. Aynı şekilde kurbânını da O'nun için kes. O'nun dışındaki putlar için değil. Sana lütfettiği iyilik ve şereflere şükür olarak ki, bu şükrün karşılığını îfâ etmek imkânsızdır. Ve O, bu nimeti sana tahsis etmiştir. îbn Cerîr'in söylediği bu söz son derece güzeldir. Nitekim daha önce Muhammed el-Kurazî ve Atâ'dan buna benzer bir mânâ nakledilmişti.

«Sana buğzeden; şüphesiz ki zürriyetsiz olan, işte odur.» Ey Mu­hammed, sana kızan ve senin getirdiğin hakka, hidâyete, göz alıcı bur­hana ve apaçık nura kızan, kökü kesik zürriyetsiz, adı sam kopuk zelilin tekidir. İbn Abbâs, Mücâhid, Saîd îbn Cübeyr ve Katâde bu âyetin Âs İbn Vâil hakkında nazil olduğunu söylerler.

Muhammed İbn İshâk, Yezîd İbn Nu'mân'dan nakleder ki; Rasû-lullah (s.a.)ın adı anıldığında Âs İbn Vâil; bırakın onu o zürriyetsizin tekidir, sonu yoktur, ölünce adı sanı biter, dermiş. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu sûreyi inzal buyurmuş. Şibr îbn Atıyye ise bunun Utbe îbn Ebu Muayt hakkında nazil olduğunu söyler. İbn Abbâs ve İkrime bu âyetin, Kâ'b ibn Eşref ile Kureyş'li kâfirlerden bir topluluk hakkında nazil olduğunu söylerler. Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Bize Ziyâd İbn Yahya... İbn Abbâs'tan nakleder ki, Kâ'b îbn Eşref Mekke'ye gelmiş, Kureyş'liler ona; sen onların efendisisin, şu öksüz ve soysuzun, kavmine karşı yaptığını görmüyor musun? O, kendisinin bizden daha hayırlı ol­duğunu iddia ediyor. Halbuki biz hacıların sahibi, Kâ'be'nin bakıcısı ve sikâye görevinin sahibiyiz. Kâ'b İbn Eşref demiş ki: Siz, ondan daha hayırlısınız. Bunun üzerine: «Sana buğzeden; şüphesiz ki zürriyetsiz olan, işte odur.» âyeti inmiş. Ebu Bekr el-Bezzâr böylece rivayet eder. Bu­nun isnadı sahihtir.

Atâ ise bu sûrenin Ebu Leheb hakkında nazil olduğunu söyler. Şöy­le ki; RasuluUah (s.a.)in oğlu öldüğünde Ebu Leheb müşriklerin yanına giderek, bu gece Muhammed'in soyu kesildi, demiş. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Sana buğzeden; şüphesiz ki zürriyetsiz olan, işte odur.» âyetini inzal buyurmuş. İbn Abbâs ise bu sûrenin Ebu Cehil hakkında nazil olduğunu söyler. Sana buğzeden; yani sana düşman olan, demektir. Bu ifâde yukarıda anılan veya anılmayan ama bu niteliklerle nitelenmiş olan herkese şâmildir. İkrime ise zürriyetsiz anlamına gelen ( kelimesinin tek elemek olduğunu söyler. Süddî der ki: Bir kimsenin erkek çocuğu öldüğünde araplar; soyu kesildi, derlerdi. Rasûlullah (s.a.) in erkek çocuklan ölünce; Muhammed'in soyu kesildi, dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ : «Sana buğzeden; şüphesiz ki zürriyetsiz olan, işte odur.» âyetini indirdi.

Bu ifâde bizim söylediğimiz kelimesinin adı sanı bitip giden kimse anlamına yakındır. Onlar —bilgisizliklerinden dolayı — Hz. Peygamberin erkek evlâdının öldüğünü görünce; soyunun kesildi­ğini vehmetmişlerdir. Halbuki hâşâ böyle değildir. Aksine Allah, onun sânını şâhidlerin huzurunda bakî kılmış ve şeriatım kullarının boynu­na borç kılarak ebediyyen sürüp gitmesini haşr ve meâd gününe kadar devam etmesini sağlamıştır. Kıyamet gününe kadar Allah'ın salât ve selâmı sürekli onun üzerine olsun.[1]

 

İzahı

 

Kevser kelimesinin anlamı konusunda çok ihtilâf vardır. Ancak ifâ­denin gösterdiği odur ki; bu kelime ile neyin kasdedildiği onu dinleyen­lerin zihninde dinledikleri anda belirmiş olan bir şeydir. Herne kadar bu kelimenin, çok ve pekçok anlamlarına geldiği bilinen ve alışkın olduk­ları bir husus değilse de onların zihinlerinde bu kelime belli bir anlam taşıyordu. Düşmanlarının azımsadığmı onlar çok kabul ediyorlardı. Ra-sûlullah'a verilen şey —bu kitabı dinleyenlerce bilindiği gibi— nübüv­vet idi, hak din idi, hidâyet idi ve onda hem dünya, hem de ahiretin mutluluğu vardı. Bu sebeple ben size imamların söylediklerinin topla­mını zikretmek istiyorum. Ebu Bekr İbn Ayyaş, Yemân İbn Vessâb derler ki: Kevser; Rasûlullah'ın kıyamet günündeki ashabı ve tarafdârlan-dır. Hüseyn İbn Fadl der ki: Kevser Kur'ân'ın kolaylaştırılması, hüküm­lerin hafifletilmesidir. İslâm'dır diyenler de olmuştur. Hilâl; tevhîddir, . derken, İkrime; nübüvvettir, der. Ca'fer-i Sâdık ise; bu, peygamberin kalbindeki nurdur, der. İlim ve hikmettir, diyenler de olmuştur. İbn Keysân der ki: Kevser, peygamberin başkalarını kendine tercih etmesi­dir. Allah'ın peygambere lütfettiği faziletlerdir, diyenler de olmuştur. İmamlardan bir grup ta bu kelimenin; çok hayır, dünyevî ve uhrevî nimetler, faziletler ve üstünlükler anlamına geldiğini söylemişlerdir. İbn Cerîr ve İbn Asâkîr'in Mücâhid'den naklettikleri rivayet budur, îbn Abbâs'tan şöhret bulan rivayet de budur. Buhârî, îbn Cerîr, Avfî, Saîd tbn Cübeyr kanalıyla İbn Abbâs'tan nakleder ki; o, Kevser; Allah Teâlâ'nın cennette vermiş olduğu bir hayırdır, demiştir. Ebu Bişr der ki: Ben Saîd'e; insanlar Kevser'in cennette bir ırmak olduğunu iddia ediyorlar, dedim de o; cennetteki ırmak da Kadîr ve Celîl olan AJlah'ın peygamberine vermiş olduğu hayırlar arasındadır, demiştir. Bu pevâbın İbn Abbâs'tan da nakledildiği de görülür. Biz, Kevser'in; nübüvvet ve­ya ilim veya hikmet veya kalbteki hidayet ve doğruluktan ibaret olan. nûr anlamına geldiğini kabul edecek olursak; mânâ şöyle olur: Biz sa­na verdiğimiz yanında hiç bir şeyin çok sayılamayacağı derecede çok lütuf ihsan ettik. İsterlerse zayıflar onu az, düşmanlar da hafîf saysın­lar. Hidâyet, doğruluk ve mutluluk yolunu bilmeye nisbetle; hangi çokluk çok sayılabilir? Hidâyet, kuvvet ve kudretin kaynağı değil mi­dir? Güç ve kuvvet, hidâyetle elde edilebileceği gibi onunla da korunur. Çünkü kuvvet ve malla birlikte sahibini doğru yolda yürütecek olan hi­dâyet bulunmazsa, kuvvetin ve malın varlığı bir mânâ ifâde etmez ve ikisinin de akıbeti zevaldir, ikisinin de sonu azlıktır. Njtekim Efendimiz Ali (r.a.) der ki: İlim; seni korur, malı.ise sen korursun. Malın korun­ması ancak İlimledir. Cehalet ve sapıklık her türlü malı ve mahsûlü yok edip tüketir.

Kevser'in, dünyevî ve uhrevî hayır olduğunu kabul edecek olursak; bu takdirde mânâ şöyle olur: Kötülükte acele eden şu insanlar, senin güçsüz ve azınlıkta olduğunu sanıyorlar. Kendi güçlülerinin ise nimet ve refah içinde olduğunu kabul ediyorlar. Bilmiyorlar ki Biz, sana kendi­lerinin benliklerinde bildiklerinden daha büyük bir hayır vermişizdir sana. Bilinmeyen âlemde farklı olan hayrı da sana vermişizdir. Onlar çokluğunun sınırı dahi belirlenemeyen bu çok büyük lutfu idrâk ede­mezler.

Bu âyetten; cennette bir ırmak bulunduğu, adının Kevser olduğu ve Allah'ın o ırmağı peygamberine verdiği anlamı çıkmaz. Buna delâlet eden husus; sûrenin akışı ve nazil oluş yeridir. Öyleyse Kevser bizim açıkladığımız gibi ilk iki görüşten birisidir. Birincisi ise daha kuvvetli­dir. Yani Kevser'in nübüvvet ve benzeri şeyler anlamına gelmesi.

Kevser'in cennette bir nehir olduğu inancına gelince; bu inanç vârid olan mütevâtir haberlere dayanmaktadır. Bazı topluluklar bunun mânâ bakımından mütevâtir olduğu görüşünü kabul ederek genel an­lamda cennette bir ırmak bulunduğuna inanmanın gerektiğini söyler­ler. Bu konuda pek çok ihtilâf bulunması nedeniyle de bu ırmağın taf­silâtına ve niteliklerine hiç girişmemek gerektiğini söylerler. Ancak te­vatürün, bir topluluğun veya bir başka topluluğun görüşüne göre ol­ması doğru değildir. Çünkü tevatürün tanımı —Kur'ân'da görüldüğü gibi— bize ulaşıncaya kadar yalan üzerinde birleşmesi mümkün olma­yan ve müslümanlardan hiç bir grubun reddetmediği görüştür. Bu te­vatür yakîni gerektirir. Halbuki cennetteki ırmakla ilgili husus böyle değildir. Her ne kadar cennette Kevser isimli bir ırmağın bulunduğu­na dâir pek çok rivayet yer almışsa da bu derece tevatür noktasına ula­şabilmiş değildir. Bu sebeple ona mütevâtir rivayet denilemez. Özellikle bu gibi haberlerde garîb, çekici ve güzel nitelikler bulunduğu için ko­layca tasdik edilmesi mümkün olduğundan, her râvînin kendisine söy­leneni tasdik etmeye mütemayil olması kolaydır. Bu durum ise tevatür şartını ortadan kaldırır. Çünkü tevatürün baş şartı; onu nakleden râ-vîler arasında rivayetin bir tarafını tutma gayretinin kokusunun dahi bulunmamasıdır. Özet olarak cennette bir ırmağın bulunması haberi gaybla ilgili haberlerden bir haberdir. Ona, ancak ma'sûm olan peygam­berden kesin ve yakînî bir bilgi geldikten sonra inamlabilir. Sana yakîn bilgi ulaşırsa, bu takdirde onu değiştirmen caiz olmaz. Bu takdirde o ifâdenin peygamberden sâdır olduğuna dair bilgi görmeden önce Mek­ke'nin veya Medine'nin varlığını bilmen gibi olur. O zaman bu bilgiye inan. Aksi takdirde işi Allah'a havale et ve; ben bilmem, ancak Allah bilir, de[2]



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8693-8700

[2] Bekir Karlıağ, Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8717-8719

Free Web Hosting