NÂS SÛRESİ2


NÂS SÛRESİ

(Medine'de nazil olmuştur.)

 

Rahman ve Rahim, olan Allah'ın adıyla.

1  — De ki: İnsanların Rabbına sığinırım,

2  — İnsanların mâlikine,

3  — insanların Tanrısına,

4 — O sinsi şeytânın şerrinden.

5  — Ki o, insanların kalblerine hep vesvese verir.

6  — Gerek cinlerden, gerek insanlardan.

 

Bu üç sıfat Azız ve Celîl olan Rabbın sıfatlarındandır. Bunlar Ru-bûbiyyet, mülk ve ilâhlık sıfatlandır. O, her şeyin Rabbı, mâliki ve ilâ­hıdır. Bütün eşya O'nun yaratığıdır, kulu ve kölesidir. Allah Teâlâ ken­disine sığınanların, o sinsi şeytânın şerrinden bu sıfatlarla sığınmaları­nı emretmektedir. Bu şeytân, insanların üzerine görevlendirilmiş olan şeytândır. Âdemoğullarından herkesin kendisine kötülüğü hoş gösteren ve çabasını boşa çıkarmasını isteyen bir arkadaşı vardır. Ancak ma'sûmlar bunun dışındadır. Allah onlan korumuştur. Sahih bir hadîste belirtilir ki: Sizden her birinizin muhakkak bir arkadaşı görevlendiril­miştir. Sende mi ey Allah'ın, Rasûlü? dediklerinde; evet ancak Allah, ona karşı beni desteklemiş ve o teslim olmuştur. Dolayısıyla bana yal­nızca hayrı emreder, demiştir. Sahîh hadîste Enes'ten nakledilir ki; Hz. Safiyye Hz. Peygamberi i'tikâfta iken ziyaret etmiş. Rasûlullah (s.a.) geceleyin onu evine götürmek üzere kendisiyle beraber i'tikâftan çık­mış, ansâr'dan iki kişiyle karşılaşmışlar. Onlar Rasûlullah'ı görünce, hız­lıca koşmuşlar. Rasûlullah (s.a.); yavaşlayın bu Hüyey kızı Safiyye'dir, demiş. Onlar; sübhânallah, ey Allah'ın Rasûlü demişler de, Rasûlullah (s.a.) buyurmuş ki: Şeytân âdemoğlunda kanın akışı gibi akar. Ben, si­zin kalbinize bir şey atmasından korktum veya; bir şerr atmasından, demiştir.

Hafız Ebu Ya'lâ el-Mavsılî der ki: Bize Muhammed İbn Bahr... Enes İbn Mâlik'ten nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Şey­tân burnunu âdemoğlunun kalbinin üzerine koyar. O, zikrederse geriye kaçar. Allah'ı unutursa onun kalbini kapar. İşte Allah Teâlâ'nm «O sinsi şeytânın şerrinden» kavlinin mânâsı budur. Bu haber garîbtir.

İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Muhammed îbn Ca'fer, Âsım'-dan nakletti ki, o; Ebu Temîme'nin, peygamberin terkisinde bulunan birinden şöyle bir hadîs naklettiğini duydum, demiştir: Rasûlullah'ın merkebi on kere anırdı da, ben; kahrolsun şeytân, dedim. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Kahrolsun şeytân deme, çünkü sen kahrolsun şeytân, dediğinde, o büyüklenir ve; gücümle onu yendim, der. Allah'ın adıyla, dediğinde, o küçülür, en sonunda bir sinek kadar olur. Bu hadîsin nak­linde Ahmed İbn Hanbel münferid kalmıştır. Bunun isnadı sağlam ve kuvvetlidir. Ve bu hadîs kalb Allah'ı anınca, şeytânın küçülüp yenilece­ğini göstermektedir. Allah'ın adını anmayınca şeytân büyür ve kalbi ta­mamen emrine alır.

İmâm Ahmed İbn Hanbel dedi ki: Bize Ebu Bekr el-Hanefî... Ebu Hüreyre'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle demiş: Sizden biriniz mescidde bulununca şeytân ona gelir ve insanın hayvanını okşaması gibi, onu okşayıp durur. İnsan durunca ona yularını geçirir. Veya ona doğru eğilir. Ebu Hüreyre dedi ki: Siz bunu görüyorsunuz. İşte o eğik olan, bir yana yatmış gibi olur. Kalb de aynı şekilde Allah'ı anmaz. Yu­varlanan ise ağzını açmıştır. Aziz ve Gelîl olan Allah'ı zikretmez. Bu ha­dîsin rivayetinde Ahmed İbn Hanbel münferid kalmıştır.

Saîd İbn Cübeyr, İbn Abbâs'm «O sinsi şeytânın şerrinden» kavli hakkında şöyle dediğini bildirir: Şeytân âdemoğlunun kalbinin üzerine basmıştır. Âdemoğlu Allah'ı unutur, gafil olursa onu aldatır. Ama Al­lah'ı anarsa onu bırakır. Mücâhid ve Katâde de böyle demişlerdir. Mu'-temir îbn Süleyman da babası Süleyman'ın şöyle dediğini nakleder: Bana anlatıldı ki; şeytân veya vesveseci, âdemoğlunun kalbine hüzünlü veya sevinçliyken üfürür. Ama âdemoğlu Allah'ı anarsa o kaçar.

Avfî, İbn Abbâs'tan nakleder ki: kelimesinden mak-sad, şeytândır. İnsana emreder. İtaat edilirse alıkoyar.

«Ki o, insanların göğüslerine hep vesvese verir.» Bu ifâdenin met­ninden açıkça anlaşıldığı gibi, yalnızca âdemoğullarına mı mahsûs ol­duğu, yoksa âdemoğullarıyla cinler için müşterek mi olduğu konusunda iki farklı görüş vardır. Genellikle insan lafzını, daha çok kullanıldığı anlama girdirirler. İbn Cerîr Taberî der ki: Cinler hakkında <la cinler­den erkekler lafzı kullanılmıştır ki bu ifâde onlara insan lafzının kul­lanılmasını engellemez.

«Gerek cinlerden, gerek insanlardan.» Bu ifâde, «Ki o, insanların göğüslerine hep vesvese verir.» kavlinin açıklanması niteliğindedir. Bu sebeble arkasından «Gerek cinlerden, gerek insanlardan.» denmiştir. Bu, ikinci görüşü takviye eder. Denildi ki: «Gerek cinlerden, gerek insan­lardan» kavli, insanların göğüslerine vesvese veren insan ve cinlerden şeytânın açıklaması niteliğindedir. Nitekim Allah Teâlâ En'âm sûresin­de şöyle buyurur: «İşte böylece Biz, her peygambere insan ve cin şey: tanlarını düşman yaptık^ Onlardan kimi, kimini aldatmak için câzib sözler fısıldarlar. Eğer Rabbın dileseydi; bunu yapamazlardı.» (En'âm, 112) Nitekim İmâm Ahmed İbn Hanbel de der ki: Bize Vekî'... Ebu Zerr'in şöyle dediğini bildirdi: Ben, mescidde iken Rasûlullah'ın yanma vardım ve oturdum. Rasûlullah; ey Ebu Zerr, namazını kıldın mı? de­di. Ben; hayır, dedim. Öyleyse kalk namazını kıl, dedi. Kalktım namazı­mı kıldım, sonra oturdum. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Ey Ebu Zerr .insandan ve cinden şeytânların şerrinden Allah'a sığın. Ben dedim ki: Ey Allah'ın Rasûlü; insanların da şeytânları var mı? Evet, dedi. Ben dedim ki: Ey Allah'ın Rasûlü ya namaz? buyurdu ki: Konulan emirlerin en hayırlısıdır. Dileyen az, dileyen çok kılar. Ben de­dim ki: Ey Allah'ın Rasûlü; ya oruç? Buyurdu ki: Karşılığı olan bir farz­dır. Ve Allah katında daha fazlası vardır. Ben dedim ki: Ey Allah'ın Rasûlü; ya sadaka? Buyurdu ki: Kat kattır. Ben dedim ki; hangisi da­ha af daldır? Buyurdu ki: Az iken vermeye çabalamak veya gizlice fa­kire vermek. Ben dedim ki: Ey Allah'ın Rasûlü; peygamberlerden önce geleni hangisiydi? Buyurdu ki: Âdem'di. Ben dedim ki: Ey Allah'ın Ra­sûlü; o nebî miydi? Evet. Konuşulmuş bir nebiydi, dedi. Ey Allah'ın Rasûlü, rasûller kaç tanedir? dedim. Buyurdu ki: Üç yüz şu kadar. Bü­yük bir topluluk. Bir seferinde de on beş demişti. Ben dedim ki: Ey Al­lah'ın Rasûlü; sana indirilenlerin en büyüğü hangisidir? Buyurdu ki: Ayet el-Kürsî'dir. «Allah, O'ndan başka ilâh yoktur, Hayy ve Kayyûm'-dur...) Bu hadisi Neseî de Ebu Ömer ed-Dımeşkî kanalıyla... Ebu Zerr'-den nakleder. Bu hadîsi Ebu Hatim İbn Hibbân, Sahîh'inde bir başka yoldan ve gerçekten uzun olan bir başka ifade ile tahrîc eder. Allah en iyisini bilendir.

İmam Ahmed îbn Hanbel dedi ki: Bize Vekî'... Abdullah îbn Ab-bâs'tan nakletti ki; adamın biri -Rasûlullah'a gelip şöyle demiş: Ey Al­lah'ın Rasûlü; ben kendi kendime bir şeyler söylüyorum ki onları söyle­mek benim için gökten düşmekten daha iyidir. Rasûlullah (s.a.) buyur­muş ki: Allahu Ekber, Allahu Ekber. Hamdolsun o Allah'a ki; vesvese-çilerin hilesini başlarına döndürmüştür. Bu rivayeti Ebu Dâvûd ve Ne-seî de Mansûrdan naklederler. Neseî ayrıca A'meş'in ismini de verir ve her iki rivayet te Zerr İbn Abdullah'tan menkûldür.

Şâm azız, celâli yüce, isimleri mukaddes olan ve kendisinden başka ilâh bulunmayanın «De ki: İnsanların Rabbına sığınırım. İnsanların mâlikine, insanların Tanrısına.» sözü (konusunda) biz, Rabbı (oluşun) terbiyeden ibaret olduğunu söylemiştik. Terbiye ise, mizacın düzeltilme­sine işarettir. Çünkü insan, kendisi için hazırlanmış bir beden olmadık­ça var olamaz. Bedenin hazırlanması ise ancak ince bir terbiye, ince bir karışım ile meydana gelir ki akıllar onu (bilmekten) âciz kalırlar. İşte Allah Teâlâ'nın «Onu yapıp ruhumdan üflediğimde.» (Hicr, 29) sözü ile kasdedilen budur. Öyleyse (bunun) ilk basamağı, mizacın düzeltile­cek terbiye edilmesidir.

Allah Teâlâ'nın belirli bir insana lütfettiği nimetlerin başında, onun mizacını düzelterek terbiye etmesi gelir. (Mîzâcın düzeltilmesi şeklindeki terbiyeden) sonra baskı (yapma) ve hakim olarak terbiye etmesi gelir. Bu da ona, nâtik nefis vererek (feyz), arasında; hayâl et­me, vehmetme, hissetme gücünün bulunduğu, düşünme hatırlama, duyma, görme, koklama, tad alma, dokunma, şehvet, gazab ve cinsel birleşme, ayrıca kasları kımıldatan muharrik güçler ve besleyici güç ile onun şu'belerinden oluşan, tutucu, çekici, hazmedici ve itici güçler­den (toplamından meydana gelen) bitkisel güçler; doğurucu ve gelişti­rici güçlerin bulunduğu organlar halk etmesidir. Kısacası, fiilleri farklı, ilişkileri ayrı, kaynaklan dağınık olmakla birlikte kâmil ve değerli, rû-hânî nâtık nefsin yönetimi altına verilmiş olan bitkisel ve canlılık güç­lerini lütfetmiştir. Önce mîzâcı düzeltmiş, ikinci olarak onu nefsin em­ri altına vermiştir. Bu sebeple o, mutlak hükümdar durumundadır. Be­denin yönetimini nefse teslim etmek onun elindedir. Çünkü mâlik olan kimse; hem mülk sahibi olur, hem de mülk sahibi kılar. Bundan sonra nefis cevheri itibarıyla o ayrılan ilkelerle birleşme iştiyakı duyar. Onun yakınlık sergileri üzerinde eğilme, huzuruna koyulma, onu gözleyerek sevinme, ona yaklaşarak ünsiyyet elde etme ister. Bu istek insanın ta­biatında oluşmuş olan insan fıtratında vardır. Ve bu istek onu kendi­sine kudsal şeylerden feyizler sağlamak üzere sürekli o ilkelere yalvar­ma istek ve araştırmasına sevkeder. Eğer onun aklı; bilmeleke akıl sâhibi ise, aklî veya intikâli hareketler aracılığıyla, bunu ister, ya da bâ­tını güçlerden yardım dileyip onların suretlerini ve mânâlarını karıştı­rarak ve feyzi kabule elverişli kılacak türden hareketlerle elde eder. Bü­tün bunlar ise ondan bu ilkelere dönüşmüş olan ifâdelerdir ki; nefis bu derecede ibâdet eden durumda bulunsun ve o ilkelerde ibâdet edilen durumunda olsun ve tanrı da ibâdet edilenin kendisi olsun. Öyleyse bu ilkelerin her vakte göre isimleri bulunmaktadır. Birinci isim mizacın oluşuna göredir ki bu Rabdır. İkinci isim nefsin sudûruna (feyz) göre­dir ki bu meliktir. Üçüncü isim nefsin arzusuna göredir ki bu ilâhtır. Burada ilkelerle nefisler arasındaki ilişki türlerinin basamakları son bu­lur ve bu suretleri veren ve ay küresinin altında bulunanları yöneten ilkedir.

Birinci sûrede ilk mebde'e sığınılması açıklandığından —ki bu ilk mebde' varlığın ilkesi olan infilâkın (tanyerinin ağartılmasmın ve par­çalanmasının) mebde'idir— orada şerrin ilâhî takdire nasıl girdiği açıklandıktan sonra, bu sûrede de suretleri veren yakın mebde'e sığın­ma şeklini ve derecelerini açıklamıştır.

«O sinsi şeytâmn şerrinden.» vesvese veren güçtür ve bu hayvânî nefsi kullanır olması nedeniyle hayâl edici güçtür. Ayrı­ca onun hareketi tersine olur. Çünkü nefis- onu müfânk mebde'lere doğ­ru yöneltmiştir. Hayâl edici güç, onu madde ve maddeyle meşgul ol­ma ve ilgilenmeye doğru çekince bu güç aksine hareket etme konusun­da direnir ve insan nefsini aksine çeker.Ve böylece de o Hannâs olur.

«Ki o, insanların göğüslerine hep vesvese verir.» Hayâl edici güç olan Hannâs, nefsin ilk adımı olan göğüslere vesvese verir. Çünkü sa­bit olduğu gibi insan nefsine ilk ilişen şey kalbtir. Kalb vasıtasıyla kuv­vetler diğer organlara yayılır. Öyleyse vesvesenin etkisi öncelikle göğüs­leredir.

Sonra Allah Teâlâ buyuruyor ki: «Gerek cinlerden, gerek insanlar­dan.» Cin saklanma, insan ise ünsiyyet kesbetmedir. Saklanan şeyler, açık ve gizli duyulardır. Aklın bu iki sûrenin anlamları konusunda ulaş­tığı mertebe budur. Ancak hikmetlerinin hakikatim, sırlarının âyetleri­ni en iyi bilen Allah Teâlâ'dır. Allah bizi buna ehil olanlardan kılsın, (İbn Sînâ, Tefsîru Sûret'in Nas Nûruosmâniye Kütüphanesi, 4894 no'lu yazma nüshadan).[1]

 

Hamd ve minnet Allah'a mahsûstur. Hamd, âlemlerin Rabbı olan Allah'adır. Salât ve selâm da Efendimiz Muhammed'e, onun ailesine, ashabına ve hepsine olsun. Allah, bütün sahabelerden razı olsun. Allah bize yeter, O ne güzel Vekîl-dir. Bu tefsirin bitirilişi; 825 senesinin Cü-mâd el-Ûlasının onuncu günüydü. Hamd yalnız ve yalnız Allah'a mah­sûstur.[2]

 

Hamd olsun, "âlemlerin Rabhı olan" Allah'a.

Salât olsun, "âlemlere rahmet olarak gönderilmiş" bulunan Rasûlullah'a.

Selâm olsun, onun davetini cihâna yayan âline, as­habına ve kıyamete değin izinden giden mü'minlere.

Değerli okuyucu,

"Âlemlere şifâ ve rahmet olarak" indirilmiş bu­lunan yüce kitabımızın, en sahîh kaynaklara dayalı olarak büyük İslâm âlimi İbn Kesîr tarafından yapıl­mış olan tefsiri bu cild ile birlikte son bulmaktadır. .

Ne var ki ilk cildini neşrederken de belirttiğimiz gibi, bu ünlü rivayet tefsirinden günümüz Müslüman-Türk okuyucusunun daha fazla yararlan­masını sağlamak için, onu başlangıcından bugüne ka­dar yazılmış olan diğer tefsirlerle de zenginleştirmeye çalıştık. Ayrıca baştarafma Kur'an ve tefsir ilimleriyle ilgili bilinmesi gerekli şeyleri açıklayan bir "Giriş" cildi"ilâve ettik.

Takdir edilecektir ki, 10.000 sayfayı bulan böy­le büyük bir eserden istenildiği anda bilgi elde edi­nilmesi çok zor olacaktır. Bu nedenle, 16.cilt olarak modern metodları da kullanıp en kolay yararlanma imkânı sağlayacak çok yönlü fihrist ve indeksler cil­di hazırlamış bulunuyoruz. Ayrıca bu cildde eserle­rini okuduğumuz müfessirlerle ilgili bilgiler veren "Tefsir Tarihi" bölümüde yeralacaktır.

Böylece 16 cildlik bu büyük eserden kolayca ya­rarlanma imkânı doğacağı gibi, dilimizde tam manâ­sıyla ilk ve tek ansiklopedik Kur'an tefsiri de tamamlanmış olacaktır.

Allah'ın selâmı üzerinize olsun.[3]

 



[1] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8825-8829

[2] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8830

[3] Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 15/8831

Free Web Hosting